20 Mayıs 2023 Cumartesi

Yenilgi ile zafer arasında - Orhan Gökdemir /soL

 

Sol ise yenilir. Önemli değil. Sorusu şu; başarı için iddialarımızdan, ilkelerimizden, hedeflerimizden vazgeçecek miyiz?

Aydınımız çöken bir imparatorluğun bağrında doğdu. Devlet sürekli yeniliyordu ve ülke sürekli küçülüyordu. Osmanlı aydını bu kötü gidişi durdurmak için çırpınıyordu. Sultan devirmek bulduğu yollardan biridir, deviriyordu ve her defasında, umutla, yerine bir başkasını oturtuyordu. Aziz’i indirdiler, Murat’ı bindirdiler, sonra Murat’ı indirip yerine Hamit’i oturttular. Hamit kalktı, Mehmet Reşat oturdu. Sonuncusu, Mehmet Vahdettin, korkup kaçmasa, koltuğu boşaltmak kimsenin aklına gelmeyecekti. Sultanları ve saltanatı yıpratmışlardı, her biri aydınların elinde oyuncak olmuştu ama bu halde bile sultansız ve saltanatsız yürünebileceğini hayal edemiyorlardı. İmparatorluğun tarihi ile aydının tarihi özdeşleşmişti haliyle. Hep yeniliyorlardı ve her defasında, yeniden yenilmek üzere, dizlerinin üzerinde doğrulup ayaklanıyorlardı. Demek, aydının ve ülkenin tarihi yenilgide birleşmişti. 

Yalçın Küçük, aydını bu tarihin şekillendirdiği kanısındaydı. Aydınımız “son tahlilde” “yenilgi öğretmen”in öğrencisiydi. Yenilerek biçimlenmişti ve bakışına yenilgi damgasını vurmuştu. Ordusu hep yeniliyordu, bu durumda yenilgilerden destanlar üretmek gerekiyordu. Gazi Osman Paşa kaybetmiş ilk kahramanlarımızdandır. En büyük zaferi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunmasıydı. 145 günlük direnmeden sonra yaralanmış ve esir düşmüştü. Yenilmişti ama bu yenilgiye pek sevinmiştik. Silistre’de de kaybetmiş ama direnmiştik, artık Vatan yahut Silistre’dir. Çanakkale Zaferi de nihayetinde bir direnme-yenilme hikayesidir, hâlâ kutluyoruz. Yenilgi kokusu aydınımıza sinmiş haldedir. 

Yenile yenile düşünme yetisini kaybetmiş haldedir ancak yine de yürümektedir. Hamit’e şantaj yaparak meşrutiyete ulaşamayınca devirmek zorunda kalmıştır. Ama bu halde bile “saltanatı kaldırmak” aklına gelmemiştir. Devamı da bu tarihle tutarlıdır. Birinci savaşta yenildik ve savaştan çıktığımızda bir ülkemiz yoktu. Vatan ve cumhuriyet o ağır yenilgide el yordamıyla, yürüye yürüye bulunmuştur. Türkiye aydını sonuçta bu öğretmene sevdalanmıştır. Bu çıkmaz yolda debelenmeyi tutkuyla sürdürmektedir. Debelenme de sonuçta bir eylem biçimidir ve aydınımız da “eyleminin hep çocuk kalmış bir çocuğu”dur. 

İmparatorluğu kaybettik ve “misak-ı milli”yi bulduk. Bir tür elde kalanla yetinme halidir. Ancak elde kalanı bir devrimle taçlandırdık. Bu ağır yenilginin tek kazancı belki de budur. 

***

Solu bu tarihin dışında düşünemeyiz. 1960’lı yıllarda kazanmayı öğreniyorduk. Önde Doğan Avcıoğlu yürüyordu, zaferin ordu-millet birleşmesiyle geleceğini umuyordu. Ancak ordu sermayeden yana saf tuttu. 1968’de sol, dünyada, yenildi. Birkaç yıl sonra Yön açılımı dramatik bir biçimde darbe duvarına çarpıp dağıldı. Cumhuriyetten, devrimden, Marksizm’den ve sınıftan ümidini kesişin başlangıcıdır. 12 Eylül 1980’de Türk Devriminin yıkılışı ve bir on yıl sonra Sovyetler Birliğinin çözülüşü üzerine geldi. Bunlar, devrime, sosyalizme ve cumhuriyete karşı bir kuşku doğurdu. Yenilmişlerdi, öyleyse başarı için terkedilmeliydi. 

Solun, ülkenin tarihinden kopuşunun arka planıdır bu. Sol, bu nedenle, aydın tarihimizden de kopmuştur. Dönüp geriye baktığında orada sadece yenilmiş ve suça bulaşmış bir çete görmektedir. İttihatçılara derin bir nefret beslemekte, Yeni Osmanlıları görmezden gelmektedir. Batıcı, Avrupacı, işbirlikçi liberal sol böyle ortaya çıktı. Batıcılık, kapitalizmin başarılarına iman etmeden mümkün değildi. “Uygarlık” ve tabii demokrasi onların bulduğu ve yaşattığı bir şeydi çünkü. Bu durumda sınıflar mücadelesi bütünüyle gereksizdi, sosyalizm çoktan miadını doldurmuş başarısız bir fikirden ibaretti. “Demokrasi mücadelesi” mümkün olan tek mücadele biçimiydi artık. 

İddianız yoksa yenilmezsiniz, tutkunuz yoksa üzülmezsiniz. Başkalarının kuyruğuna takılmışsanız hep kazanmış görünürsünüz. Solumuzun bir kısmı yenilmemek için yenilmeyecek bir yol tutturdu. Şimdi bir dekorasyon unsurundan ibarettir. Dekorun ise yenildiği görülmemiştir. 

***

Yalnız, yenilgi öğretmenin öğrencileri sadece biz değiliz. Perry Anderson’a göre Batı Marksizm’i de “yenilgi öğretmen” tarafından şekillendirilmiştir. Lukacs’ın “Tarih ve Sınıf Bilinci” Macar Komünü’nün bastırılmasından sonra Viyana’da sürgünde yazılmıştır. Gramsci’nin “Hapishane Defterleri” İtalyan işçi sınıfı hareketinin yenilgiye uğratılmasının ardından hapishanede kaleme alınmıştır. Adorno’nun “Minima Moralia”sı Alman Komünist Partisi’nin resmi olarak yasaklanması sürecinin başladığı yıl, Marcuse’in “Eros ve Medeniyeti” ise Amerika’da McCarthyizm histerisi esnasında basılmıştır… Teorik yaklaşımları bir yana ruh halleri ile ruh hallerimiz örtüşmektedir. Teorik temellerini Marcuse’in attığı yeni bir sol türemiştir bu ortak ruh halinden. Aydınlar sınıfa arkasını dönmüştür artık. İşçi sınıfı kapitalist sisteme entegre olmuş, düzenin bir uzantısı haline gelmiştir. Sınıfın devrimci olması ihtimali yoktur. Onun yerine azınlıklar, dışlanmış sosyal kimlikler, öğrenciler ve radikal aydınlar sahnededir. Öyleyse pratik, örgütlü mücadele, teori lehine terkedilmelidir. 

***

Peki, başarı nedir? Yenilmemenin bir yolunu, kırılıp dökülmeden, nasıl bulabiliriz? Unutuluyor, bir siyasal hareket için yenilgi, sadece mücadele ettiği güçler tarafından ezilmekten ibaret değildir. Asıl yenilgi siyasal iddialardan vazgeçmek, arınmaktır. Devrimden ve sınıfa bağlılıktan vaz geçmiş bir sol, yenilmiş bir soldur. Denildiği gibi “ihtiras ve bağlılık olmaksızın, tarih sadece ruha değil, akla da sahip değildir.”

Tabii, başarı her durumda baskın bir haldir. Başarının dilini konuşmak, başarıdan yana tutum almak kolaydır. Tarih galipleri yüceltmiştir çoğu zaman. Yenilenler, Spartaküs örnektir, her durumda buruk bir tat bırakır damakta. Bu şu demektir; başarı kazanana kadar, bütün fikirler önemsizdir. 1917’de devrim kapıyı çalana kadar Lenin’e kim dönüp bakmıştı ki? 

“Yenilgi’nin Diyalektiği”nde Rusell Jacoby buna şöyle itiraz ediyor: “Eğer zafer doğruluğun kanıtı değilse, yenilgi de değildir.” Başarı ve yenilgi tanınması gereken olgulardır, daha fazlası değil. Onlar dilsizdir, size gerçeğe değin şeyler söylemez, yorumlama ve analiz gerektirir. 

Bugün hala “yenilgi öğretmen”in öğrencileriyiz. Çok açık, yenilerek öğrendik. Bizim kuşak ilk gençliğinde yakalandı 12 Eylül’e. O günden bu yana hırpalanıp duruyoruz. Birkaç gün önce aldığımız yenilgi de bunlardan biri. Ancak bu yanlış olduğumuza bir kanıt değil. Bakıyoruz, yorumluyoruz; bir kasaba ideolojisine yenildik biz. Bu ideolojinin temsilcileri çok başarılı olduğu için değil bu, ülke büyük bir kasabaya dönüştüğü için. Kasabalılar hesap-kitap yaptılar ve kazanacak eşrafa verdiler oyunu. Ülke kasabaya dönünce sınıf anlamını yitirir, kimin nasıl yönettiğinin bir anlamı kalmaz. Kasabaya laiklik fazladır, kasabada cumhuriyet olmaz. Sosyalizm, kasabanın doğasına uymaz. 

***

İddianız yoksa yenilmezsiniz, tutkunuz yoksa üzülmezsiniz. Başkalarının kuyruğuna takılmışsanız hep kazanmış görünürsünüz. Solumuzun bir kısmı yenilmemek için yenilmeyecek bir yol tutturdu. Şimdi bir dekorasyon unsurundan ibarettir. Dekorun yenildiği görülmemiştir. 

Sol ise yenilir. Önemli değil. Sorusu şu; başarı için iddialarımızdan, ilkelerimizden, hedeflerimizden vazgeçecek miyiz? Laiklik, bağımsızlık, eşitlik için savaşıyoruz. Sosyalizm istiyoruz, yönümüzü sınıfa çeviriyoruz. İktidarı almadan hiçbirini yapamayız. Bunlar, yenilgiden ve başarıdan bağımsız, doğrularımızdır. Ancak, bu doğrularla birlikte kazanmanın, iktidarı almanın, bir yolunu bulmalıyız. 

Wilhelm Reich, hocası Freud için, “o yanlış olduğu yerde dahi doğruydu” diyor. Bazen böyledir, inatçı ve tutkulu yürürsünüz, sendelersiniz, boşa düştüğünüz olur. Yanlış görünür yolunuz ama o halde bile doğrudur. Bazen de tersi doğrudur. Doğru görünürsünüz, yanlıştır. Aslında hep yanlıştır, arada doğru olduğunda da artık çok geçtir. 

Ülkeyi kasabaya çevirdiler ama kentli bir esinti yalıyor yüzümüzü. Önümüz Haziran direnişi, ardı 15-16 Haziran. Bu ülkede boyun eğmeyen bir halk da var, direnen bir işçi sınıfı da. Halkımızın ve sınıfımızın, laikliğe, bağımsızlığa, cumhuriyete ve eşitliğe ihtiyacı var. Buradayız: Ya hep birlikte kurtulacağız ya hep birlikte mahvolacağız. 

Orhan Gökdemir /soL

Meclis'te 28. Dönem: Biriken kirlilik ete kemiğe büründü - MEHMET ERÇETİN/soL-Görüş + Meclisin meşruiyeti (SELAHATTİN KURAL-soL)

 


Meclis'te 28. Dönem: Biriken kirlilik ete kemiğe büründü - MEHMET  ERÇETİN/soL-Görüş

Milleti temsil ettiği iddiasında olan ve bu işi yalandan yaptığı için AKP’ye her türlü manevra alanını açan Meclis, gerici, piyasacı ve Amerikancı özellikleriyle ilk defa bu kadar açıkça ifşa oluyor.

2021 yılında Marmara Denizi kahverengi bir salya ile kaplandığında uzmanlar şöyle söylemişti: “Deniz çöple dolu ve kanalizasyon gibi kullanılıyor. Dibindeki oksijen oranı çok azaldı, müsilaj er ya da geç tabana yerleşecek, Marmara ölmek üzere.”

Yani aslında ortaya çıkan görüntü mevsimsel ya da geçici bir hadise değil, yıllardır biriken kirliliğin yüzeye yansımasıydı ve radikal önlemler alınmadığı müddetçe denizdeki canlılığın tamamen sona ereceği, salyanın gitmemek üzere denizde kalacağı kesindi. Seçilen, hatta seçilemeyen vekillere bakıldığında akla ilk bu geliyor. Yıllardır biriken kirlilik, mecliste ete kemiğe büründü ve bu kirliliği temizlemek için ikinci turda oy vermekten fazlasına ihtiyaç olacağı kesin.

Bir meşruiyet aracı olarak tek liste stratejisi

14 Mayıs seçimlerinin ikinci tura kaldığı için milyonlarca seçmen sandık başına Cumhurbaşkanını belirlemek için tekrar gidecek, nitekim siyasetin ana gündemi de bu. Yeni sosyal medya taktikleri, 10 günde oranları alaşağı edecek kampanyalar, istifalar, görevden almalar...

Ancak seçimin bir de şimdilik gölgede kalan yanı var, Milletvekili seçimlerinin sonuçlarıyla ortaya çıkan parlamento; modern cumhuriyet tarihinin en karanlık bileşimi.

Filmi biraz geri sardığımızda AKP’nin geçtiğimiz yıl seçim sisteminde yaptığı değişiklikleri ve ittifaklar aritmetiğini görüyoruz. Muhalefet, seçim sisteminin değişmesini her zaman sergilediği dayanaksız özgüven ile karşılamış ve AKP’nin kaybettiğini bildiği için bu adımı attığını söylemiş, hatta mecliste seçim sistemi ne olursa olsun “çoğunluğu alacağını” iddia etmişti. Bugün oluşan tabloda, itirazlar devam ediyor olsa da Cumhur İttifakı’nın parlamentoda ezici bir üstünlük elde ettiği, AKP eskilerini de eklediğinizde referandumsuz anayasa değiştirmek için ihtiyaç duyulan koltuk sayısına yaklaştığı görülüyor.

Bunda elbette devreye giren hile ve usulsüzlüklerin rolü var. Ancak hengameden dolayı pek dikkat çekmemiş bir gerçek ortada: Muhalefetin “tek liste” stratejisini zorunluluk olarak sunmasının nedeni, seçilmesi kesin olan yerlerde gösterilecek sicili hayli kirli isimlere oy istenmesine meşruiyet katma çabasıymış. Zira Cumhur İttifakı bu stratejiyle hareket etmemesine, hatta MHP’nin seçime kendi başına girmesiyle “azınlıkta kalacaklar” tahminlerine rağmen beklenenin çok ötesinde sandalye aldı.

Muhalefetin vekilleri muhalif değil

Türkiye’de hayata Erdoğan ile devam etmek istemeyen milyonların talepleri aslında son derece sade kimi örüntülerle birleştirilebiliyor: Ülkenin gerici ve laiklik karşıtı siyasi baskıdan sıyrılması, temel ihtiyaçları dahi tehdit eden piyasacı zihniyetten uzaklaşılması, yaşam biçimi ve tercihlere dair saldırılara son verilmesi. Bunların üzerine Türkiye’nin politikalarında bağımsız ve egemen bir ülke olması da eklenebilir. Lakin iktidar zaten tamamen karanlığa gömülmüş hâldeyken muhalefetin de bu taleplerle örtüşen bir meclis toplamı oluşturabildiğini söylemek imkânsız.

CHP, bu seçim oylarını 3 puan artırdı ve 169 milletvekili çıkardı. Ancak bu milletvekillerinin tam 40 tanesi başka partilerden.  DEVA Partisi’nin 15, Gelecek ve Saadet’in 10’ar milletvekili çıkardığı CHP listelerinden 1 de İYİP vekili seçildi. 3 puanlık oy artışına rağmen CHP’nin vekil sayısı düştü.

Yani aslında öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki ekonomi ve sosyal politikalarda son derece sağa kaymış, AKP benzeri bir çizgiye gelmiş CHP’nin kendi vekillerini, listelerdeki eski AKP’lilerden dolayı eleştirmeye sıra gelmiyor. Örneğin DEVA Partisi’nin meclis listesinin büyük çoğunluğunu eski AKP milletvekilleri oluşturuyor. Bu isimler alelade kişiler değil: AKP’nin Türkiye’de yerleşiklik kazanmasında emeği olan, ciddi roller üstlenmiş ve mevcut sisteme tuğla koymuş siyasetçiler. Yani aynı Genel Başkanları Babacan gibi.

Ankara adayı Sadullah Ergin zaten herkesin malumu. Ancak listedeki tek fanatik gerici o değil. Örneğin Manisa’dan seçilen Selma Aliye Kavaf, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu 2010 yılında “Eşcinselliğin bir hastalık olduğunu” söylemiş, kadına yönelik şiddetle mücadelede konusunda ise “Erkeğin evde karısına ‘yemek var mı?’ diye sormasını şiddet olarak algılayanlar var”, “Başbakan kadın erkek eşitliği konusunda ne diyorsa ben de aynısını düşünüyorum” gibi ifadeler kullanmıştı.

DEVA’nın vekilleri eski AKP il başkanlarından, avukatlarından, “fikir adamlarından” müteşekkil. Gelecek Partisi’nin (GP) listesi en az o kadar organik AKP’li. 15 Temmuz’da AKP İstanbul İl Başkanı olan, “Anadolu’da Erdoğan’lar durdurulamaz” diyen Selim Temurci tekrar milletvekili oldu. Sedat Peker 15 Temmuz’daki kayıp silahlar iddiasını gündeme getirdiğinde bu konuda son derece “temkinli” sözler söylemişti, anlaşılan Hoca lakaplı Davutoğlu, “Konuşursam yer yerinden oynar” kozunu saklamayı bütün partiye öğretmiş. GP’den dikkat çeken bir diğer isim de Sema Silkin Ün. AKP’nin erken dönem trollerinden olan Taha Ün ile evli olan Silkin’in nikah şahidi Erdoğan çiftiydi. Emine Erdoğan’ın kalem müdürü ve yakını olduğu bilinen Silkin, soL Portal’ın da takipçisi. 2016 yılında yayınlanan bir habere aşağıdaki yorumu yapmıştı. Kim bilir, belki bu satırları da okuyup 5-6 bin euro şu an kaç liraya denk geliyor tekrar hesap eder.


GP’den yalnız 10 vekil seçildiğini göz önüne alırsak, AKP fanatikleri ve Fethullaçılarla ilişkilerde kritik konumlarda bulunmuş kişilerin sayısı göz kamaştırıyor. NATO-Cemaat-AKP üçgeninin tam ortasındaki düğümlerden biri Somali’ydi. “Yeryüzü doktorları” isimli cemaat organizasyonunun yöneticilerinden biri olan ve Somali’de büyükelçilik yapan Cemalettin Kani Torun da Bursa’da CHP listelerinden vekil seçildi.

Antalya’dan milletvekili seçilen Serap Yazıcı Özbudun ise AKP’nin meşhur “Sivil Anayasası”ndan tanınan bir anayasa profesörü. Ergun Özbudun ile birlikte anayasa taslağı hazırlamak için aynı çalışma grubunda yer alan Yazıcı, Taraf Gazetesi’nin Sivil Anayasa Tartışmaları Grubu’na da dahil olmuş, aynı dönem Abant Toplantıları’nda yer almıştı.

Fethullahçılarla ilişkisi bilinen Abant Platformu’na katılmış, AKP’yle son derece içli dışlı isimler yalnızca CHP listelerinden aday değil. Yeşil ve Sol Parti’nin meclise taşıdığı Cengiz Çandar’ın da Özal ile başlayıp Erdoğan’a, oradan da YSP milletvekilliğine uzanan onlarca yıllık siyasi hayatında Türkiye’nin yurtsever, bağımsızlıkçı, ilerici birikimiyle örtüştüğü yer yok denecek kadar az, varsa da belli ki tesadüfi. Nitekim kariyerini karşı devrimcilik üzerine inşa etmiş olan Çandar seçimden hemen önce YSP içerisindeki sol güçlere “dekorasyon” diyerek hakaret etti, özür dilerken ise “dekorasyon güzel bir şeydir, niyetim iyiydi” ifadelerini kullandı.

ABD’nin işgalde Bağdat’ı düşürdüğü gün “Canım Bağdat’ta olmak istiyor” başlıklı köşeyazısında “solculukla anti amerikancılığı eş anlamlı sananları” eleştiren, AKP’nin Suriye operasyonlarında mezhepçi değil özgürleştirici bulan Çandar, aynı operasyonun mimarı Davutoğlu’nun partisiyle yan yana oturacak, Babacan ile liberal ekonominin şahlanış günlerini (!) yad edecek. Bu politik atmosferde bir dediği bir dediğini tutmayan ve bu konuda bir hayli mahir olan iktidarın neden hâlâ birinci parti olduğunu anlamak için herhalde doktoralı siyaset bilimci olmaya gerek yok.

Sivas Katliamı’nda ölenlerin yanmadığını, dumandan boğulduğunu açıklayan, katliam demekten imtina eden, hatta katliamcılara “Gazanız mübarek olsun” diyecek kadar dili sürçen Karamollaoğlu’nun Partisi’ne yer kalmadı.

Olsun, yer bulup bulamadıklarımızla: Ne meclis ama!

Eski defterlerin önemi

Eski defterleri açmanın sırası değil diye aklından geçirenlere, stratejiye inanıp “şunlardan bir kurtulalım” diye tercih yapmış olanlara, inanmadığı partiye “elim kırılsın” diyerek oy verenlere bunları hatırlatmak zorundayız.

Zira 28. Dönem’de vekil koltuklarını dolduracak olan bu sözde muhaliflerin ne Hizbullahçı Partinin Genel Başkanı ile, ne 6284’e karşı çıkıp AKP’yi “zinayı suç olmaktan çıkardığı için eleştiren” Erbakan’la ne de bu karanlık güçleri arkasına alarak gaza basmayı hedefleyen Erdoğan’la mücadele etmeye niyeti var.

Geçmişte Erdoğan’ın yanında, AKP Türkiye’sinin inşasında emek veriyorlardı, bugün de aynısını yapacaklar. Bu gerçekle ne kadar erken yüzleşilirse, mücadele etmek zorunda olanlar meclisin göstereceğini umduğu direncin temelsiz olduğunu ne kadar erken fark ederlerse o kadar hayırlıdır.

Ortaya çıkan denklem okuyucularda kaygı değil aksine bir umut yaratmalı. Yıllardır milleti temsil ettiği iddiasında olan ve bu işi yalandan yaptığı için AKP’ye her türlü manevra alanını açan Meclis, ilk defa bu kadar açıkça ifşa oluyor. Türkiye’de tarikatların karşısında olan, bunların okul, yurt açmamasını savunan milyonlar var. Türkiye’de özelleştirmelere, yabancı şirketlere doğal kaynakların, arazilerin peşkeş çekilmesine karşı olan milyonlar var. Türkiye’de yoksulluğa bu gerici ve sermayedar koalisyonu hâlindeki meclisin çare olamayacağını bilen, bilse de el mahkûm diyen milyonlar var.

Marx’ın Bonaparte’ın 18. Brumaire’inde yaptığı çağrı gibi: Bırakalım ölüler kendi ölülerini gömsünler.

Emin olmamız gereken şudur: Sayılan her başlıkta Meclis artık Türkiye toplumunun gerisindedir. Bu gerilik kaçınılmaz olarak “el mahkûm” diyerek umudu mebuslardan bekleyen milyonların sayısını epey azaltacaktır.

                                                                  /././


Meclisin meşruiyeti (SELAHATTİN KURAL-soL)

Meclis patronlardan, gericilerden, Natoculardan, piyasacılardan oluşuyor. Böyle bir meclisin meşruiyet kazanmasına izin verilmemelidir. 

Milletvekili seçimleri bitti. Sağcılığın bütün tonları meclise girdi. Kimler yok ki; AKP, AKP eskileri, liberaller, ufku ABD olanlar, tarikatçılar, domuzbağcılar, ırkçılar, milliyetçiler... , Rengarenk bir meclis var. AKP döneminin "itibarlı" meclislerden biri desek yanılmış olmayız.

Bu düzende meclis sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yasa yapmanın yeridir. Patronlar emreder iktidar partisi yapar. Özelleştirmeler istenir mecliste yasal bir şekilde hırsızlık resmileşir. Sınır dışı askeri harekat olacaktır hep birlikte onay verirler. NATO-ABD-AB lehine karar alınacaktır hep birlikte alınır. Yeni anayasa yapılacaktır, yapılır.

Bugün meclis, vekillerin bir dönem el kaldırıp emeklilik hakkı elde etmesini sağlayan, kişisel çıkarlarını ve mevkilerini arttırdığı bir yer oldu. Milletvekili denildiğinde akla en çok, yüksek maaşlar, lüks çakarlı araçlar, meclis yemekhanesi, itibar geldi. 

Bugün Lenin'in "Parlamento burjuvazinin ahırıdır" sözünün ne kadar doğru olduğunu kanıtlayan bir dönem değil mi?

Sağlı sollu, orta yollu, bağırmalı çağırmalı yöntemlerle her yasa meclisten milletvekillerinin onayıyla ve patronların istediği gibi geçiyor. Bugün meşruiyeti bitmiş bir burjuva meclisine halkımızı yeniden ikna etme çabalarına böyle rengarenk bir mecliste izin verilmesi tehlikelidir.

Mecliste Hüdapar'lıların, tarikatçıların olması demek, tarikatları bu ülkenin gerçeği haline sokmak demektir. Tarikat yurtlarında intiharları, istismarları, devlet ile ilişkilerini normalleştirmek demektir. 

Böylesi bir meclis bileşiminde Türkiye'nin kuruluşunda ve tarihsel birikiminde olan bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığının yok olması, ülkede emperyalizmin meşruiyetinin artmasına kapı aralamak demektir.

Yunanistan’da 2015 yılındaki seçimlerden sonra Syriza’nın iktidarında ve Avrupa’nın pek çok yerinde “solcu” vekillerin mecliste yer edindiğini görebiliriz. Sonuç vahim olmuştur. “Solcular” eliyle halka kemer sıkma politikaları, özelleştirmeler, işçi düşmanı yasalar onaylandı. 

Bugün düzenin ve Erdoğan’ın aradığı meclis tam da böyle bir meclistir. Krizin faturasını halka kabul ettirmek için de böylesi bir meclise ihtiyaç duyar. 28 Mayıs’ta seçimlerde Erdoğan iktidarının gitmesi için toplumun büyük dirençli kesimi hayır diyecek. Ancak dün CHP’li Aykut Erdoğdu’nun paylaştığı bir rapor bu ülkede AKP’ye kapı aralamanın yolu değil midir? 

Raporun kurtuluş ile ilgili bölümünde yazılanlar krizin bedelini halka ödetmeyi öneriyor. “Şimdi soracaksınız. Nasıl kurtuluruz? Sözü eğip bükmeden söyleyeyim. Kurtuluşun bedeli var ve bu bedeli hep beraber ödeyeceğiz. Sorun kimin ne kadar bedel ödeyeceği. Bu dönem çalıp çırpanlar mı bu bedeli ödeyecek yoksa fakirlikten kırılan Milletimiz mi? Şimdi anlıyor musunuz neden 418 milyar doların peşine düştüğümüzü. Çünkü başka çaremiz yoktu. Peki bu para tahsil edilebilir mi? Çok zor. Ama elimizden geleni yapacağız. Ne kadar kurtarabilirsek. Gelelim diğer meseleye mecbur ek vergi alacağız. Azdan az, çoktan çok vergi alacağız. Yoksa milyonlarca depremzede kışa evsiz barksız girecek. Bunu göze alamayız. Ayrıca ekmek gibi su gibi dövize muhtacız. Mecbur dışarıdan kaynak getireceğiz. Başka yolu yok. Türkiye ekonomisini hali pür melali budur."

Bunları söyleyen ülkede iktidara alternatif bir partinin vekili. Meclis tam da bu kemer sıkma politikalarını topluma dayatmanın aracıdır. Meclisin meşruiyeti, krizin faturasını halka kesmeyi kolaylaştıracaktır.

Evet, bu açıdan da Türkiye’de 14 Mayıs seçimlerinden sora oluşan meclis, patronların ahırıdır.

Kimse kusura bakmasın. Erdoğan'la mücadele diye oylara sahip çıkamayan muhalefet, her defasında topluma "oyunuzu verin gerisini bize bırakın" diyerek pasif bir siyaseti dayatıyor. Meclisi işaret ediyor. Bu siyaset halkı bastırıyor. Krizden çıkış olarak topluma bu öneriliyorsa şimdiden halkamıza geçmiş olsun mu diyeceğiz, yoksa buna karşı bir duruş mu sergileyeceğiz. Meclis patronlardan, gericilerden, Natoculardan, piyasacılardan oluşuyor. Böyle bir meclisin meşruiyet kazanmasına izin verilmemelidir. 

19 Mayıs 2023 Cuma

19 Mayıs’ın 104. yılında alınacak devrimci tavır - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 


2020’de bu köşede yazdığım bir yazıyı şu satırlarla bitirmiştim.

“Türkiye, 1920’lerde çok ağır bir savaştan çıkmış, emperyalistleri kovmuş, yoksul ama bağımsızlığını kazandığı için geleceğe aklın ve bilimin ışığında umutla bakan bir ülkeyken...

Bugün her açıdan dışa bağımlı hale gelmiş, emperyalistlerle işbirliği yapan, hâlâ yoksul ve siyasal İslamın zifiri karanlığında umudu solan bir ülkedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci ruhu bu ülkede yaşıyor diyebilmek için, onun mirasına sahip çıkmak için bu manzarayı tersine çevirmeliyiz.

Ve bu ‘Çöküş Dönemi’nde, bağımsız ve demokratik bir laik Cumhuriyet için sormalıyız:

BANDIRMA VAPURU NE ZAMAN KALKACAK?”

Bugün Mustafa Kemal Paşa’nın devrimi Anadolu’da örgütlemek üzere Bandırma vapuru ile Samsun’a çıkışının 104. yıldönümünde ise başlıktaki soruyu haykırarak soruyorum. Çünkü Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimi ile karşı karşıyayız. 

UÇURUMDAN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

TBMM’de artık kadın haklarına temelde karşı olan, şeriatçı Hizbullah terör örgütünün uzantısı HÜDA PAR da temsil ediliyor!

Seçim aracında kadın adayın adına yer verip fotoğrafını sadece karanlık bir silüet olarak göstererek sansürleyen Yeniden Refah Partisi’nin TBMM’de artık beş milletvekili var. 21 yıllık AKP döneminin yarattığı travmanın üstüne tarihin en sağcı ve gerici Meclis’i oluştu. 

Muhalefetin yanlışlarını ve Millet İttifakı’nın baştan yanlış bir stratejisi olduğunu yıllardır yazıyorum. Çarşamba günkü yazımda da karşımızda AKP’nin kurduğu “Karşıdevrim tarikatı”nın olduğunu anlattım.

Ancak bu aşamada görmemiz gereken manzara şu: Uçurumdan önceki son çıkışa vardık!

28 Mayıs’ta önümüze tekrar bir sandık konulacak. Orada vereceğimiz oy, hem kendi hayatımızın hem de ülkenin gidişatını belirleyecek. 

O nedenle, muhalefete dair eleştirilerimin hiçbirini unutmadan Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında yapılacak seçimde elbette Erdoğan’a karşı oy kullanacağım. 

‘KARŞIDEVRİM TARİKATI’NA HAYIR!

Çünkü ben anayasasında laik olduğu yazan bu ülkede artık siyasal İslamın püskürtülmesini istiyorum. Seçimden bir gün önce camiye gidip ezan okuyan, camide miting yapan, tarikatları ziyaret edip oy isteyen bir cumhurbaşkanının anayasaya aykırı olduğunu biliyorum. 

“Şahsım devleti”nde yaratılan “reis” modeline ve partili cumhurbaşkanına karşıyım.

Abdülhamit gibi bir gericiyi, Necip Fazıl Kısakürek gibi bir Atatürk  düşmanını kendisine rol model olarak belirleyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum.

10 yaşındaki çocuğun eline mikrofon verip ana muhalefet liderine  “hain” dedirten, 15 yaşındaki evladı ölmüş bir anneyi mitingde yuhalatan bir cumhurbaşkanı istemiyorum. 

Hakkını arayan çiftçiyi “Ananı da al git!” diye azarlayan, Gezi eylemlerine katılanlara “sürtük, çürük” diyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum.

104 yıl önce 19 Mayıs günü ülke işgal altındayken devrimci direnişi örgütlemek için Bandırma Vapuru ile Samsun’a giden, canını ortaya koyarak Kurtuluş Savaşı’na liderlik eden, saltanatı ve hilafeti kaldırıp şeriat hukukuna son veren, TBMM’yi kurup Cumhuriyeti ilan eden, laikliği anayasaya sokan, ülkede bir kalkınma hamlesi başlatıp kadın haklarının öncülüğünü yapan bir lidere ve onun en yakınındaki silah arkadaşına “ayyaş” diyen bir cumhurbaşkanı istemiyorum!

Bu köşeye sığmayacak daha pek çok itirazım var. Son 21 yılda tanık olduğumuz yolsuzlukları, sömürüleri, adaletsizlikleri ve her alanda kurulan faşizan baskıyı da istemiyorum.

Bu nedenle oyumu Erdoğan’a hayır demek için kullanacağım. Ondan sonra da halkı sermayenin, çetelerin, emperyalistlerin, tarikat ve cemaatlerin cenderesinden kurtarmak için, tüm devrimci ve ilerici güçlerin mücadelesine omuz vermeye devam edeceğim.

28 Mayıs’ta alınacak devrimci tavır, sandığa gidip Erdoğan’a, karşı devrime hayır demektir!

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

'Devletin durumu' raporu onları işaret ediyor: Kimdir bu Hakyolcular? + Dikkat çeken rapor: Devletin tüm mahrem bilgileri onların elinde dedi, tarikatın ismini verdi (soL)


 'Devletin durumu' raporu onları işaret ediyor: Kimdir bu Hakyolcular?

Hakyolcular son yılların en çok kazananları arasında. ‘FETÖ’cülükle itham edilen pek çok savcı ve hâkim aksini kanıtlayabilmek için, 'ben Hakyolcuyum' diye savunma yapıyor.

CHP'li Aykut Erdoğdu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun talimatı sonrası devletin durumu üzerine bir rapor hazırladıkalarını belirterek bazı başlıkları açıkladı.

Açıklanan başlıklardan birinde devletin tarikatların eline bırakıldığına işaret eden Erdoğdu, "15 Temmuz Hain Darbe Girişimi sonrası FETÖ’den boşalan kadroları dolduracak nitelikli kadroları olmadığı için Milliyetçi ve Atatürkçü kadrolarla çalışmak zorunda kalmışlar. Ancak bu kadrolara asla güvenmedikleri için herbir kuruma aileden gördükleri tarikat ve cemaatlerden personel yerleştirmişler. Mahrem işlerini yerleştirdikleri bu personel eliyle yürütüyorlar. Bu personel aynı zamanda hiç güvenmedikleri ama çalışmaya mecbur oldukları Milliyetçi ve Atatürkçü personeli sürekli izliyor. Şu an devletimizin en mahrem bilgileri bu tarikatların elinde. En güçlü ekip HAKYOLCULAR" dedi.

Erdoğdu'nun bu mesajı sonrası söz konusu tarikat yeniden gündem oldu.

soL'da daha önce Orhan Gökdemir imzasıyla söz konusu tarikatın hikayesine yer vermiş, "Bir devlet tarikatı" olduğuna işaret etmiştik.

Son yılların en çok kazananı olarak tanımlanan Hakyolcuların bir yıl önce soL'da yer verdiğimiz öyküsünü bir kez daha hatırlatıyoruz:

Hakyolcular gündemde: Bir devlet tarikatı

Nakşibendi tarikatı kolu Hakyolcular veya İskenderpaşa Cemaati'nin eğitim alanındaki faaliyetleri, AKP döneminde katlanarak arttı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı içinde ‘FETÖ’den boşaltılan alanda tarikatların güç mücadelesi devam ediyor. Ama artık asıl mücadele Adalet Bakanlığı içinde.

Hakyol Türkiye’deki tarikatların çoğunda olduğu gibi Nakşibendi Tarikatı türevi. Nakşiliğin İskenderpaşa kolu olarak biliniyorlar. “Hakyol”, Esat Çoşan’ın aynı adla kurduğu vakfın adından geliyor. Bu vakfa ve İskenderpaşa Cemaati’ne üye olanlara Hakyolcular deniliyor. Hakyol Vakfı'nın başında Esad Coşan'ın oğlu Muharrem Nureddin Coşan bulunuyor.

Aslında Türkiye’de devlet içinde örgütlü tarikatların tamamı, Nurcular ve Fethullahçılar dahil, Nakşibendi Tarikatı’nın eteklerinden geliyor. Nakşibendiler ile devlet arasındaki ilişkiler ise 1826’daki Vakayı Hayriye’ye dayanıyor. Osmanlı idaresi yeniçerilerden ve manevi destekçileri bektaşilerden kurtulmak için, devlet kurumlarını nakşilere açtılar. O gün bugündür Nakşibendiye yarı resmi bir tarikat…

Hakyolcular AKP’den önce de ‘Millî Görüş’ içinde örgütlüydü. Necmettin Erbakan’ın siyasi faaliyetinin cemaat ayağı olarak iş görüyorlardı. Bu işbölümü zaman zaman ciddi çıkar çatışmalarına da neden oluyordu. Bu nedenle Hakyolcular ANAP içinde de bir hami buldular, Korkut Özal’a yanaştılar. 1990’lı yılların başında Erbakan’la Çoşan bir kez daha karşı karşıya geldi. İddialara göre bu çatışma Millî Görüş içinden AKP’nin doğmasına neden olmuştu. Bu doğumda Hakyolcular önemli bir rol üstlenmişti. Tayyip Erdoğan’la kader birliği yapmaları Erbakan’ı devirmek için canla başla çalıştıkları o günlere dayanıyor.

Hakyolcuların devlet içinde örgütlenmesi Tayyip Erdoğan’ın partisini iktidara taşıdığı 2002 seçimlerinin ardından hız kazandı. Erdoğan, 2002’de AKP Genel Başkanı sıfatıyla ilk cuma namazını Ankara’da İskenderpaşa şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun adını taşıyan camide kıldı. Necmettin Erbakan’ı siyasete sokan şeyh olarak bilinen Mehmet Zahit Kotku’nun ardından cemaate liderlik eden Mahmud Esad Coşan ve onun ölümünün ardından da Nureddin Coşan döneminde özellikle eğitim alanında faaliyetler katlanarak arttı.

Gülencilerle kavgaları da köklü. İddialara göre Fethullahçılar Hakyolcuları maddi ve manevi olarak çökertmeye çalışıyordu. Esad Çoşan Gülencilerin tehditlerinden korkup yurtdışına kaçtı. Bir süre sonra da müritlerinin şüpheli bulduğu bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

Haliyle Hakyolcuların eğitim ve yargıda Gülencilerden boşalan yerleri doldurması bir tür intikam hareketi aynı zamanda. Ama şimdi Süleymancılar ve Menzilciler gibi dişli rakipleri var. Çatışma oldukça sert.

Tarikatın yeni şefi Nurettin Coşan

Muharrem Nureddin Coşan 2 Haziran 1963 Ankara doğumlu, Mahmud Esad Coşan'ın oğlu. Ankara İmam Hatip Lisesi mezunu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bir süre okuduktan sonra, Suudi Arabistan Kral Fahd Üniversitesi Arap Dil Enstitüsü’nde Arapça eğitimi gördü. 1987 yılında ‘işletme eğitimi’ için ABD’ye gitti. Türkiye'ye döndükten sonra ticaretle ilgilenmeye başladı. 1996 yılından itibaren tarikata bağlı Server Holding'in yöneticiliğini ve cemaatin ‘hizmet işleri’ni üstlendi.

Mahmud Esad Coşan 2001 yılında Avustralya'da geçirdiği bir trafik kazasında ölünce İskenderpaşa Cemaati’nin başına geçti.

Server Holding dışında Nureddin Coşan'ın başkanı olduğu diğer şirketler şöyle:

-Server İletişim Gazetecilik ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.
-Ümraniye Sağlık Tesisleri ve Ticaret A.Ş.
-Haksağ Sağlık Hizmetleri A.Ş. ve Zinde Sağlık Hizmetleri A.Ş.
-Vefa Yayıncılık Tic. A.Ş.
-ASFA Eğitim Tesisleri A.Ş.
-Seha Neşriyat ve Ticaret A.Ş.
-Yıldız Danışmanlık TV Reklamcılık Prodüksiyon Sanayi Ticaret A.Ş.
-Sim Ağ İhtiyaç Maddeleri Pazarlama A.Ş.
-Süfür Gıda Sanayi Ticaret Limited Şirketi.
-Vera İç ve Dış Ticaret A.Ş.
-Medipol hastaneleri

Görüldüğü gibi Medipol hastaneleri zincirinin arkasında İskenderpaşa cemaatinin bulunduğu söyleniyor. Hastanenin sahibi olan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bu cemaatin üyesi. Hastanenin temelini atan bugünkü adıyla Türkiye Sağlık, Eğitim ve Araştırma Vakfı’nın (TESA) kurulumunda Koca'nın yanı sıra Nureddin Coşan yer alıyordu.

Hakyolcular pek çok vakfı da kontrol ediyor. İlk vakıfları 2005 yılında kurdukları Mahmud Esad Coşan Eğitim Kültür Dostluk ve Yardımlaşma Vakfı. 2014’te vergi muafiyeti tanınan vakıf başka birçok vakfın da kuruluşuna önayak oldu. Asfa Eğitim Vakfı, Server Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, Hakyol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı, İlim Kültür ve Sanat Vakfı bunlardan en bilinenleri. Bu vakıfları “Server Yaşam Organizasyon ve Ticaret Anonim Şirketi” adı altında şirketleştirerek eğitim faaliyetleri için tek çatıda topladılar.

2019 başında Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı (TUS) sorularının çalındığı iddialarında da cemaate yakın kurumların ismi öne çıktı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, TUS sorularının erişime açılmadan önce “240 sorunun tamamının eksiksiz ve sınavda yazılan şekliyle internette dolaşıma sokulması”na ilişkin soru önergesine, “sınava giren adayların ezberlediği sorular” diyerek yanıt verdi. Bakan Selçuk, çalıntı iddialarına ilişkin soruşturma başlatılıp başlatılmayacağı hakkındaki soruya ise sadece ÖSYM’nin telif üzerinden yasal işlem başlatacağını söyledi. Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığı’nı büyük ölçüde kontrol eden Hakyolcular şimdi Adalet Bakanlığı içerisinde ağırlık kazanıyor.

Bir davanın gösterdikleri

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Birol Erdem hakkında iddianame hazırladı ve Erdem’in “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olmak” suçlamasıyla yargılanması istedi. Birol Erdem, AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde Baş Müşaviriydi. Erdem ise “FETÖ’cü değil Hakyolcu” olduğunu iddia ediyordu. Birol Erdem'in, örgüt içerisindeki konumu ve örgütün silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstünde yer aldığına dikkat çekilen iddianamede, "Mahrem sınıf olan HSYK üyeliği ve 2. Daire üyeliği sıfatları ile Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı, Personel Genel Müdürlüğü sıfat ve unvanları itibari ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki hiyerarşik yapılanmasında örgüt içi konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetlerinin dikkate alınmalıdır" deniliyordu. Yani devlet içindeki savaş hem karışık hem acımasız.

İddianamede “Hakyolcu” olarak bilinen, eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Üyesi Harun Kodalak tanık olarak yer aldı. Kodalak, Erdem’in 15 Temmuz sonrası kendi isteğiyle ifadesini aldıklarını, bu örgütle 17/25 sürecinden dahi önce, 7 Şubat 2012 MİT krizinden itibaren açık, net ve keskin bir şekilde mücadeleye başladığını belirttiğini söyledi.

Bir eli Cumhurbaşkanı Erdoğan’da bir eli Necmettin Erbakan’da olan Hakyolcular son yılların en çok kazananları arasında. ‘FETÖ’cülükle itham edilen pek çok savcı ve hâkim aksini kanıtlayabilmek için, “ben Hakyolcuyum” diye savunma yapıyor.

Yargıdaki örgütlenmeleri öylesine güçlü ve yaygın ki Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı da bu tarikatın mensubu olduğu iddia ediliyor.

                                                                   /././

Dikkat çeken rapor: Devletin tüm mahrem bilgileri onların elinde dedi, tarikatın ismini verdi

CHP'li Aykut Erdoğdu, Kılıçdaroğlu'nun talimatı sonrasında yaptığı araştırmanın sonuçlarından bir bölümünü paylaştı.

Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun talimatıyla devletin durumuna ilişkin bir çalışma yürüttüğünü belirten Aykut Erdoğdu, başlıklar altında kimi sonuçları açıkladı.

Erdoğdu, "Ankara’da üç hafta süren çalışmalarımız sonucunda vahim bir tabloyla karşılaştık. Normalde bu çalışmanın sonuçlarını kesinlikle paylaşmayacaktık. Çünkü sonuçlar ürkütücüydü" dedi.

Erdoğdu, devletin tüm mahrem bilgilerinin Hakyol tarikatının elinde olduğunu ifade ederken, "Ancak şu kadarını söyleyeyim. Genel Kurmay Başkanlığımız, MİT Müsteşarlığımız ve Emniyet Genel Müdürlüğümüz’de her kademede el üstünde tutmamız gereken kahramanlar var. Bu kahramanlar siyasi baskılara direnerek ellerinden geldiğince görevlerini yapmaya çalışıyorlar" dedi.

Ekonomideki tablonun çok daha ağır olduğunu belirten Erdoğdu, "Bütün kalbimle söylüyorum. Erdoğan içten içe Kılıçdaroğlu’na oy verip enkazı üzerine yıkmayı istiyordur. Ama yapamıyor. Birgün dahi iktidarı devredemiyor. Sebebini siz biliyorsunuz" ifadesini kullandı.

Erdoğdu'nun paylaşımı şöyle:

DEVLETİN GENEL DURUMU…

Bundan bir ay önce Genel Başkanımız Kemal Bey beni çağırdı. “Seçimi kazanmamız halinde neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Ankara’ya geç ve bütün kurumlardan uzmanları çağır. Bir heyet kur ve devletimizin durumunu, ilk ve ivedi işleri ve hasar tespitini çıkar” diye talimat verdi. Ankara’da üç hafta süren çalışmalarımız sonucunda vahim bir tabloyla karşılaştık. Normalde bu çalışmanın sonuçlarını kesinlikle paylaşmayacaktık. Çünkü sonuçlar ürkütücüydü. Elden geldiğince sessiz sedasız halletmeye çalışacaktık. Ancak geldiğimiz aşamada yaptığımız çalışmanın bazı sonuçlarını paylaşmak zorunda hissediyorum. Çalışmamızın sonuçlarının tamamını devletimizin ve milletimizin bekası için paylaşmayacağım. Bu çalışmamızın çoğunu açık kaynaklarla yaptık. Bu yazdıklarımın öneminin ve benim ve çalışma arkadaşlarım adıma yarattığı tehlikenin farkındayım. Sadece şunu hatırlatayım bizim genlerimizde Kuvay-i Milliye var. Ve biz bu ruhla gurur duyuyoruz. Bedel ödemek istemeyiz. Ama ödenecek bir bedel varsa da korkup kaçmayız.

15 TEMMUZ SONRASI…

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi sonrası FETÖ’den boşalan kadroları dolduracak nitelikli kadroları olmadığı için Milliyetçi ve Atatürkçü kadrolarla çalışmak zorunda kalmışlar. Ancak bu kadrolara asla güvenmedikleri için herbir kuruma aileden gördükleri tarikat ve cemaatlerden personel yerleştirmişler. Mahrem işlerini yerleştirdikleri bu personel eliyle yürütüyorlar. Bu personel aynı zamanda hiç güvenmedikleri ama çalışmaya mecbur oldukları Milliyetçi ve Atatürkçü personeli sürekli izliyor. Şu an devletimizin en mahrem bilgileri bu tarikatların elinde. En güçlü ekip HAKYOLCULAR. Devlet adamlarını en çok rahatsız edense atanan “küçük prensler”

MİLLİ GÜVENLİK…

Bu konuda yaptığımız çalışmanın bütün sonuçlarını paylaşamam. Ancak şu kadarını söyleyeyim. Genel Kurmay Başkanlığımız, MİT Müsteşarlığımız ve Emniyet Genel Müdürlüğümüz’de her kademede el üstünde tutmamız gereken kahramanlar var. Bu kahramanlar siyasi baskılara direnerek ellerinden geldiğince görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Zaten devletin güvenliğini bu kadrolar sağlıyor. Devletin düşürüldüğü durumdan çok rahatsızlar. Her fırsatta bu durumu en üst makamlara iletiyorlar. Polisimiz ve askerimiz sürekli bir soruşturma baskısı altında. Maalesef personel arasında ailevi sorunlar, geçim sıkıntısı, borçluluk, psikolojik sorunlar ve intiharlar çok yaygın. Milli güvenliğimizi yakın tehdit altına sokan riskler var. Bu riskleri azaltacak diplomasi zayıf kalıyor. Özellikle ekonomimizin iyice güçsüz düşmesini ve devletimizin daha da çürümesini bekleyen odaklar var. En zayıf anımızda en olmaz taleplerle karşımıza çıkacaklar. Durumun farkındayız. Ve sürekli takipçisi olacağız. Bu konuda son söz bizim Mehmetçiğimizin kanını satın alacak para daha basılmadı. Biz vekalet savaşlarının lejyoneri olacak Millet değiliz.

MALİYE…

Maliye tarafında çok fazla sorun yok. Vergi toplanma konusunda alt yapı kurulmuş. Ancak vergi ödemeyen imtiyazlı şirketler var. Bunlara göz yumulması, vergi inceleme raporları sonuçlarının uygulanmaması, uzlaşma komisyonlarında bazı grupların vergilerinin silinmesi konusunda teknokratlarda büyük rahatsızlık var. MASAK tamamı ile kör edilmiş. Uzmanlar çalıştırılmıyor. MASAK’ın izleme yetkisi sadece siyasi işler için kullanıyor.

HAZİNE…

Hazine’de tablo çok ağır. Kadrolar tarumar edilmiş. Bakan Yardımcıları işleri birkaç devşirme danışman ile götürüyor. Teknik kadrolar işlere karıştırılmıyor. Hazine’de gelir yönünden sorun yok vergi gelirleri gayet iyi. Ancak giderlerde, borçlarda ve koşullu yükümlülüklerde korkunç bir artış var. Seçim dolayısıyla Hazine boşaltılmış. Yıllık bütçede öngörülen açığın neredeyse tamamı harcanmış. Sadece BOTAŞ’ın birikmiş görev zararı 300 milyar liranın üzerinde. EYT’den gelecek yük yaklaşık 200 milyar. KKM pimi çekilmiş el bombası gibi bekliyor. Deprem için en az 600 milyar lira ek kaynağa ihtiyacımız var. Gelirlerin çoğu garanti ödemelerine gidiyor. Hazinenin nakit parası var gibi görünüyor. Ancak bu mevduat kamu bankalarından çekilemiyor. Çünkü kamu bankaları kara deliğe dönmüş. Hazine parayı çekse faizler zıplıyor. Kamu bankaları ile ilgili detayları yazamıyorum. Şu kadarını söyleyeyim. Kurda veya faizde bir hareket olursa (ki olmak zorunda) yandık. Hem de ne yandık. Mevcut bütçe ile Eylül başını görmemiz mümkün değil. En az 1,5 trilyon liralık ek bütçe gerekiyor. Hepiniz ek vergilere hazırlıklı olun. Özel bankalar kendilerini KGF ve KKM ile bir miktar garanti altına almışlar. Ancak yaşanacak bir kur veya faiz şoku hazinenin kapısına birkaç tane kurtarılacak banka bırakabilir. Bankalarla ilgili son sözüm takipteki kredi rakamının doğru olmadığı. Bundan daha fazlasını söylememe Bankalar Kanunu engel teşkil ediyor.

MERKEZ BANKASI…

En ağır tablo Merkez Bankasında. Döviz rezervlerimiz -70 milyar dolara kadar inmiş. Üstelik 100 milyar doların üzerinde KKM olmasına rağmen bu rakama ulaşılmış. Şu an zorunlu ithalatımızı karşılayacak kadar dahi dövizimiz kalmamış durumda. Dış ticaret açığımız tarihin en yüksek seviyesinde bir yıl içinde 200 milyar dolar finansman bulmak zorundayız. CDS tarihin en yüksek seviyesinde. Yani tefeci faiziyle borçlanıyoruz. Buna rağmen döviz bulamıyoruz. Şu an döviz satışı ve altın ithalatı fiilen durmuş durumda. Çünkü döviz yok. Merkez Bankası teknik olarak iflas etmiş görüntüsü veriyor. Her an dış borç ödeme krizine girebiliriz.

KRİZ DEĞİL İFLAS…

Devletin kalanı ile ilgili bir şey yazmaya gerek görmüyorum. Devletimizin kolonları çürütülmüş. Sütunları kesilmiş. 6-9 ay içerisinde yaşanacak deprem ile ekonomimiz yıkılacak. Erdoğan ve ekibi Milletimizi bu enkazın altında bırakacak. Deprem ne kadar şiddetli yıkım ne kadar büyük olursa baskı ve yıldırma o kadar yüksek olacak. Ama aç bir Milleti hiçbir güç bastıramaz. Bu yüzden Erdoğan kazansa dahi 5 yıl ülkeyi taşıyamayacak ve erken seçim yapılacak.

KURTULUŞ VAR ANCAK BEDELİ AĞIR

Şimdi soracaksınız. Nasıl kurtuluruz? Sözü eğip bükmeden söyleyeyim. Kurtuluşun bedeli var ve bu bedeli hep beraber ödeyeceğiz. Sorun kimin ne kadar bedel ödeyeceği. Bu dönem çalıp çırpanlar mı bu bedeli ödeyecek yoksa fakirlikten kırılan Milletimiz mi? Şimdi anlıyor musunuz neden 418 milyar doların peşine düştüğümüzü. Çünkü başka çaremiz yoktu. Peki bu para tahsil edilebilir mi? Çok zor. Ama elimizden geleni yapacağız. Ne kadar kurtarabilirsek. Gelelim diğer meseleye mecbur ek vergi alacağız. Azdan az, çoktan çok vergi alacağız. Yoksa milyonlarca depremzede kışa evsiz barksız girecek. Bunu göze alamayız. Ayrıca ekmek gibi su gibi dövize muhtacız. Mecbur dışarıdan kaynak getireceğiz. Başka yolu yok. Türkiye ekonomisini hali pür melali budur. Şimdi anlıyor musunuz Mehmet Şimşek neden görevi kabul etmiyor.

ERDOĞAN BUYURSUN KAZANSIN…

Bütün kalbimle söylüyorum. Erdoğan içten içe Kılıçdaroğlu’na oy verip enkazı üzerine yıkmayı istiyordur. Ama yapamıyor. Birgün dahi iktidarı devredemiyor. Sebebini siz biliyorsunuz. Bu koşullar altında ikinci tura gidiyoruz. Biz bedelini bile bile bu seçimi kazanmak için çırpınıyoruz. Ateşe uçan kelebekler gibi… Karar Yüce Türk Milletinin…

(soL)

18 Mayıs 2023 Perşembe

Tanju Özcan'dan Davutoğlu'na 'kutlama': 'Hiç oy almadan 10 vekil kazandı, helal olsun' + Ahmet Davutoğlu tepkilerin ardından paylaşımını sildi (soL)

 Tanju Özcan'dan Davutoğlu'na 'kutlama': 'Hiç oy almadan 10 vekil kazandı, helal olsun'

CHP listesinden seçime giren 10 Gelecek Partilinin milletvekili seçilmesine tepki gösteren Bolu Belediye Başkanı Özcan, 'Davutoğlu’nu kutluyorum. Hiç oy almadan 10 milletvekili kazandı' dedi.

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, CHP listelerinden seçime giren Gelecek Partili 10 isim resmi olmayan sonuçlara göre milletvekili seçilmesine tepki gösterdi.

Millet İttifakı'nda yer alan Gelecek Partisi'nin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “Milletvekillerimizle ilk grup toplantımızı Genel Merkezimizde gerçekleştirdik. Hayırlı, uğurlu olsun” notu ile milletvekili seçilen Gelecek Partililer ile fotoğraf paylaştı. Davutoğlu, gelen tepkilerin ardından paylaşımını sildi.

Davutoğlu'nun söz konusu paylaşımını sosyal medya üzerinden paylaşarak açıklamada bulunan Özcan ise şu ifadeleri kullandı:

"Ben bu Davutoğlu’nu kutluyorum. Hiç oy almadan 10 Milletvekili kazandı. Helal olsun. Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdı. CHP’den oy aşırdı. Geri Kabul Anlaşmasını imzalayarak Avrupa’yı güvence altına almak için sığınmacıları Türkiye’ye sığdırdı. İstikşafi görüşmelerle bizi kandırdı. Erdoğan kapının önüne koyunca CHP’ye sığındı. Şimdi de grup yapmış fotoğraf veriyor. Ne yazık ki bu fotoğraf bizim eserimiz. Sende ne ‘Stratejik Derinlik’ varmış."

                                                                 /././

Ahmet Davutoğlu tepkilerin ardından paylaşımını sildi 

Ahmet Davutoğlu'nun ilk tur seçimlerinin ardından yaptığı paylaşım tepki çekti.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ilk tur seçimlerin ardından ilk mesajını paylaştı.

Sandıkta şaibe iddialarının ortaya çıkmasının ardından Davutoğlu Twitter paylaşımında, “Milletvekillerimizle ilk grup toplantımızı Genel Merkezimizde gerçekleştirdik. Hayırlı, uğurlu olsun” dedi.

Davutoğlu’nun mesajı sosyal medyada tepki topladı. OdaTv'nin haberine göre Ahmet Davutoğlu daha sonra bu tweeti sildi.

Tepkiler sonrası Davutoğlu YSK'ye tepki gösterdiği bir paylaşım yaptı. 

(soL)


15 Mayıs 2023 Pazartesi

HÜDA PAR’ın dört adayından üçü Meclis’e girdi + YRP Genel Başkanı Erbakan milletvekili seçildi + 16 bakan milletvekili seçildi + Savcı Sayan vekil olamadı + BBP Genel Başkanı Destici milletvekili seçilemedi (soL)

 


HÜDA PAR’ın dört adayından üçü Meclis’e girdi

AKP’nin ittifak ortaklarından HÜDA PAR’ın dört adayından üçü, saat 02.57’deki resmi olmayan verilere göre AKP listelerinden TBMM’ye girdi.

Hizbullah ile bağlantıları dolayısıyla gündeme gelen HÜDA PAR'ın dört adayı arasından Genel Başkan Zekeriya Yapıcıoğlu İstanbul’dan, Genel Sekreter Şehzade Demir Gaziantep’ten ve Diyarbakır İl Başkanı ve GİK üyesi Faruk Dinç Mersin’den AKP listelerinden milletvekili seçildi. Parti Sözcüsü Serkan Ramanlı ise, AKP’den Batman ikinci sıra adaylığında gerekli oyu alamayarak TBMM'ye giremedi.

TBMM'ye AKP sıralarından giren HÜDAPAR'lılar kim?

İstanbul 3. bölge 4. sıradan aday olan Zekeriya Yapıcıoğlu’nun Ekim 2022’de Diyarbakır’da başkanlığını Hizbullah’ın İran sorumlusu ve Hizbullah sanığı Enver Kılıçarslan’ın yaptığı İttihadul Ulema’nın düzenlediği ve Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahit’in de yer aldığı “7. Alimler Buluşması”na katıldığı ortaya çıkmıştı. Buluşmada yaptığı konuşmasında “medrese eğitim sistemine” vurgu yapan Yapıcıoğlu, “Buradan İslam ülkelerinin idarecilerine sesleniyorum; Afganistan’daki kardeşlerinizle ilişkilerinizi geliştirin” çağrısında bulunmuştu.

Bunun yanı sıra buluşma esnasında Yapıcıoğlu, partisinin Diyarbakır il binasında Taliban Sözcüsü Mücahit ile özel görüştü. Yapıcıoğlu, “Türk bayrağında sıkıntı görüyorum”“Anayasada Türklük vurgusu olmamalı” açıklamaları ve Hamas ile görüşmeleriyle de gündeme gelmişti.

Demir, Hizbullah'ın yazarı çıktı

AKP’den Gaziantep 6. sıradan aday olan Şehzade Demir’in 2010’da “Hizbullah terör örgütü mensuplarını ve sempatizanlarını bir araya getirerek örgütsel birleşmeyi sağlamak” gerekçesiyle kapatılma kararı verilen Mustazaflar ile Dayanışma Derneği davasının kararında “Hizbullah’ın yayın organı” olarak geçen İnzar Dergisi’nin eski yazarlarından olduğu ortaya çıkmıştı.

Bunun yanı sıra Mersin 4. sıradan aday olan Faruk Dinç’in ise, 2019’da Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun anıldığı ve Hizbullah propagandası yapan Rehber TV’de “Nebevi Davet” adlı programlar yaptığı biliniyor.

Öte yandan Batman 2. sıradan aday gösterilen Serkan Ramanlı’nın ise “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık” sözlerinin yanı sıra Said Nursi’yi andığı sosyal medya paylaşımları ise dikkat çekmişti.

YRP Genel Başkanı Erbakan milletvekili seçildi

Cumhur İttifakı'nda yer alan Yeniden Refah Partisi'nin Genel Başkanı Erbakan, aday olduğu İstanbul 2. Bölge'den milletvekili seçildi.

Yeniden Refah Partisi (YRP) Genel Başkanı Fatih Erbakan, milletvekili seçildi.

Resmi olmayan verilere göre; 28. Dönem Milletvekili seçimine Cumhur İttifakı çatısı altında ayrı listeyle giren YRP'nin Genel Başkanı Erbakan aday olduğu İstanbul 2. Bölge'den milletvekili seçildi.

YRP, İstanbul 2. Bölge'de toplam 105 bin 274 oy aldı.

16 bakan milletvekili seçildi

Cumhurbaşkanlığı kabinesinin 16 üyesi AKP'den milletvekili seçildi.

AKP'nin 15'i büyükşehir olmak üzere 16 seçim bölgesinde birinci sıra adayı gösterilen kabine üyeleri, yeni dönemde Meclis'te olacak.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay Ankara 3. Bölge, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Şanlıurfa, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık Osmaniye, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin Ankara 2. Bölge, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum İstanbul 1. Bölge, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Antalya, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez Eskişehir milletvekili olarak yeni dönemde Meclis sıralarında yerini alacak.

Gençlik ve Spor Bakan Mehmet Muharrem Kasapoğlu İzmir 1. Bölge, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati Mersin, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu İstanbul 2. Bölge, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer Ordu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Kayseri, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank Bursa 2. Bölge, Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci Kahramanmaraş, Ticaret Bakanı Mehmet Muş Samsun, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu Trabzon milletvekili oldu.

Eski bakanlardan Abdulhamit Gül Gaziantep, Faruk Çelik ise Artvin milletvekili seçildi.

Savcı Sayan vekil olamadı

AKP'den vekil olmak için belediye başkanlığından istifa eden Savcı Sayan, verilere göre seçilemedi.

AKP'den milletvekili olmak için Ağrı Belediye Başkanlığı görevinden istifa eden Savcı Sayan, resmi olmayan sonuçlara göre seçilemedi. Sayan, İzmir 1. bölge, 6. sıradan aday gösterilmişti.

Sandıkların an itibarıyla yüzde 100'ünün açılmasının ardından Sayan’ın Meclis’e giremeyeceği kesinleşti. AKP, İzmir 1. Bölge'den 4 milletvekili çıkarabildi.

AKP, son seçimlerde de söz konusu bölgeden dört milletvekili çıkarabilmişti.

BBP Genel Başkanı Destici milletvekili seçilemedi


Anadolu Ajansı'nın verilerine göre; milletvekili seçimine Cumhur İttifakı çatısı altında ayrı listeyle giren BBP'nin Genel Başkanı Destici aday olduğu İstanbul 1. Bölge'den milletvekili seçilemedi.

Büyük Birlik Partisi'nin Genel Başkanı Mustafa Destici, milletvekili olamadı.

Anadolu Ajansı'nın verilerine göre; 28. Dönem Milletvekili seçime Cumhur İttifakı çatısı altında ayrı listeyle giren BBP'nin Genel Başkanı Mustafa Destici aday olduğu İstanbul 1. Bölge'de yüzde 1 oy aldı ve Meclis dışında kaldı. 

BBP, İstanbul 1. Bölge'de toplam 33 bin 539 bin oy alabildi.

(soL)