4 Ağustos 2023 Cuma

Nijer ve Afrika’nın asıl derdi + NATO ve Karadeniz + Tahıl koridoru kapanırken (Ceyda Karan-Birgün)

 

Nijer ve Afrika’nın asıl derdi 

Batı Afrika’nın altın ve uranyum zengini ülkesi Nijer’de ordunun 26 Temmuz’da Batı yanlısı Devlet Başkanı Muhammed Bazoum’u devirmesi ‘demokrasi’ hassasiyetlerini kamçılamış görünüyor. Öte yandan sömürge gücü Fransa’nın Mali ve Burkina Faso’nun ardından Nijer ile birlikte ‘Sahil’ diye anılan bölgeden kovulmakta olmasının ‘jeopolitik kaygıları’ eksik değil. ABD açısından bölgedeki varlığının vesilesi olan ‘terörle mücadele operasyonları’ için istihbarat üssü konumundaki Nijer, ayrıca ‘kara kıta’da emperyalizme direniş vurgularıyla baş ağrısı.

Batı’nın küresel kapitalist sistemin hayrına çalıştığı için görmek istediği devrik lider Barzoum’un durumu iyi. Çad Başkanı Idriss Déby’nin kendisini ziyareti vesilesiyle Barzoum’un canlı ve koruma altında olduğunu gösteren fotoğraf yayınlandı.
 
Batılıların işlerine gelen koşullarda ‘renkli devrimlerle’ bozulan anayasal düzenler söz konusu olduğunda ‘demokrasi’ konusunda hiç derdi olmuyor. Nijer ordusunun yönetime el koyma gerekçesi ise vahimleşen sosyo-ekonomik koşullar ve güvenlik durumu, hırsızlık, yolsuzluk olarak açıklandı. Yabancı güçleri de işlerine karışmamaları konusunda uyardılar.
 
Bu uyarının en önemli sebebi, Batı yahut Batı destekli komşu yönetimlerin şimdiden başlayan işgal tehditleri. ABD ve Fransa’nın doğrudan işgale girişmesi endişe konusu. Ama böylesi bir müdahalenin yaratacağı nahoş görüntü nedeniyle işe koşulduğu anlaşılan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu ECOWAS, Bazoum’un göreve iadesi için bir hafta süre tanıdı. ECOWAS’ın eski BM raportörü olan yetkilisi Abdel-Fatau Musah, "Askeri seçenek masadaki en son seçenek, ancak bu olasılığa hazırlıklı olmalıyız" deyip ekledi: "Sadece havlamakla yetinmeyip ısırabileceğimizi de göstermemiz gerekiyor."
 
Sorun şu ki ECOWAS, örneğin Mali’de askerler yönetimi aldığında da ‘ısırmaktan’ bahsetmiş, bu tehditlerinin altı boş kalmıştı. Yaptırımlarla yetindiler. Bu sefer durum tüm Batı Afrika’yı kapsayacak denli karışık. Nijer ordusu yönetimi ele alır almaz Anavatanı Savunma Ulusal Konseyi kurdu. Son iki yıl içinde Batı’ya hasmane askeri yönetimlerin başa geldiği Mali ve Burkina Faso ile güvenlik işbirliği planını duyurdu. Ayrıca beş komşu ülkeyle, Cezayir, Burkina Faso, Libya, Mali ve Çad ile olan sınırlarını açtı. Mali ve Burkina Faso, Nijer ile dayanışma ifade ederek, herhangi bir askeri müdahalenin kendilerine de ‘savaş ilanı’ sayılacağını belirttiler. Gine de bu cephede. Birileri bir müdahale planlıyorsa, evdeki hesap çarşıya uymayabilir.
 
Bu arada Küresel Güney’de kibirli Batı’ya karşı bir süredir gözlenen hissiyat bu vakayla bir kez daha göze battı. Nijer başkenti Niamey’de öfkeli kalabalıklar ‘Kahrolsun Macron!’, ‘Yaşasın Putin!’, ‘Yaşasın Rusya!’ sloganları eşliğinde Fransa büyükelçiliğini basmaya kalkıştılar. Tabii derhal darbenin arkasında Rusya’nın olduğu iddiaları ortaya saçılsa da Moskova BM Güvenlik Konseyi’ndeki kınama açıklamasını destekledi, kanun ve düzenin tesis edilmesi vurgusu yaptı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ‘anayasal düzenle’ ilgili ilkesel tutumlarına atıf yaparken, Rus yorumcular, 2014’te Kiev’deki Meydan darbesinde atıfta bulunuyorlar.
 
Nijer vakası Rusya-Afrika zirvesi sırasında başlarken, Rusya’nın Afrika ülkeleri ve Afrika Birliği ile ‘tahıl’ temasının da etkisiyle karmaşık ilişkileri hassas biçimde yönetmesi gereken bir dönemde, Nijer’de askeri darbeye girişmesi doğrusu pek inandırıcı değil. Zaten ülkede böyle bir gücü de yok. Yerel dinamiklerin Moskova’yı zorda bıraktığını söylemek bile mümkün. Hele de Nijer’in yeni yönetimi bundan sonrası için Vagner’le dirsek temasına girmesinden söz edilirken…
 
Nijer; son dönemde Fransa’nın Mali ve Burkina Faso’dan sökülüp atılan askerlerini de konuşlandırdığı yer; 1000-1500 kadar askeri olduğu söyleniyor. İtalya ve Almanya da AB’ye yasadışı göçü önleme gerekçesiyle birkaç yüz asker göndermişti. ABD’nin ise bildik terörle mücadele temasıyla büyük bir İHA üssü (Agadez) ve 1100 kadar askeri bulunuyor. Amerikalıların Nijer’i bölgede istihbarat üssüne çevirdikleri belirtiliyor. Fransa ve İtalya Dışişleri bakanları, olası müdahale iddialarını şimdilik dışladı. Hatta İtalyan Dışişleri Bakanı Tajani, Batı askeri müdahalesini ‘yeni sömürgeleştirme’ olarak algılanacağını söyledi. Doğrusu ‘kara kıta’ en başta Fransa olmak üzere sömürgeci Batı’dan yaka silkerken, hakkı var.
 
Bu bağlamda Nijer Anavatanı Savunma Ulusal Konseyi’nin en dikkat çekici kararı Fransa’ya uranyum ihracatını durdurmak oldu. Fransa hükümeti, İtalya ile birlikte Nijer’deki vatandaşlarını tahliye ederken, tüm kalkınma ve bütçe yardımlarını askıya aldı.
 
Gelişmeler nereye varır, doğrusu kestirmek zor. Ancak emperyalizm ve sömürgeciliğin sözde daha ‘medeni’ yöntemler kullandığı Afrika ve Nijer’deki ‘demokrasi’ başlığının anlamına ışık tutması açısından bazı notları düşmekte fayda var:
 
X Fransa; aktif tek bir altın madenine sahip olmadan 2 bin 436 ton ile dünyada en büyük 4. altın rezervine sahip ülke. (Eski) Fransız sömürgesi Mali’nin ise altın rezervi yok. Oysa yılda tam 70 ton altın çıkarılan birkaç düzine (14’ü resmi) altın madeni bulunuyor.
 
X Yine (eski) Fransız sömürgesi Burkina Faso’da yılda 60 ton altın kimi tahminlere göre 500 binden fazla çocuk işçi tarafından çıkarılıyor. Tabii bu değerli madenin yüzde 90’ı çokuluslu altın madeni şirketlerinin oluveriyor. 
 
X Fransa malum radyoaktif kirlenme de dahil çevreye ve sağlığa zararlı uranyum madenciliğini 2001’de bıraktı. Uranyum ithalatının yaklaşık üçte biri ve Avrupa’nın uranyum ithalatının da yaklaşık dörtte biri Nijer’den geliyor. Nijer, dünyanın 7. en büyük uranyum üreticisi, Afrika’nın en büyüğü.
 
X Fransa 56 nükleer santraliyle önde gelen nükleer enerji ihracatçılarından. Gereken yakıtı devlete ait şirket Orano’nun (eski ismi Areva) marifetiyle sağlıyor. Şirket, Nijer’in üç büyük uranyum madeninin yanı sıra devlete ait ulusal madencilik şirketi Somair’in çoğunluk hisselerini de elde tutuyor.
 
X Dünya Bankası’na göre Nijer yurttaşlarının yüzde 81.4’ü elektrik şebekesine bağlı değil. Yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor, yarısının temiz içme suyuna, ancak yüzde 16’sının hijyene erişimi var. Çocukların üçte biri düşük kiloda. Ülkede okuma yazma bilmeyenlerin oranı ise yüzde 63.
 
X Nijer, son Kalkınma Endeksinde 191 ülke arasında 189’uncu sırada.
 
Fransa için ‘eski sömürge devleti’ deniyor. Nedeni 1960’lardaki ‘dekolonizasyon’ sürecinde eski sömürgelerini resmen bağımsızlığına geçit vermesi. Kimse, bu ülkelere bıraktığı devlet, mali ve hukuk sistemi ve sonuçları üzerinde düşünmüyor. Oysa ki;
 
X Françafrique’de 14 ülke var (12’si doğrudan Fransa’nın ‘eski’ sömürgesi). Fransa anlaşmalar yoluyla tüm doğal kaynaklar üzerinde rüçhan hakkını ve devlet sözleşmelerine ayrıcalıklı erişimi garantilemiş durumda. Paris bu devletlere (12’si eski sömürgesi) sömürge para birimi CFA Frangı’nı dayatıp özerk bir mali, ekonomi yahut sosyal politika inşa etmelerini imkansız kılıyor. Sömürgecinin belirlediği sabit döviz kuru ile euro’ya zincirleniyorlar, döviz rezervlerini de Agence France Tresor’una yatırmak suretiyle yüzde 85’ine erişimlerini yitiriyorlar. Kaynak zenginlikleri borçluluklarıyla ters orantılı.
 
X Nijer, Mali ve Burkina Faso muazzam maden kaynaklarına rağmen dünyanın en yoksulları arasında.
 
X 1974’te Nijer Devlet Başkanı Diori, Fransa Cumhurbaşkanı Pompidou'nun cenaze töreni vesilesiyle uranyum anlaşmasında daha elverişli koşullar talep ettikten kısa süre sonra devrilmişti.
 
Neoliberal modelde; ülkesinin kaynaklarını halkı hilafına yabancı yağmasına açık tutandan bir sandık sonucuyla bir şekilde ‘demokrat’ çıkarılabiliyor. Kavramsal çerçevede ‘aşırı sömürülmüş’ yerine ‘az gelişmiş’ münasip görülüyor.
 
Batı Afrika’da gelişmeler nereye evrilir kestirmek zor ama bu vesileyle Burkina Faso lideri İbrahim Traore’yi keşfettik. Henüz 35 yaşında. Ougadougou Üniversitesi’nde jeoloji okumuş ve askerliğe atılıp akademiden mezun olmuş. Fransız askerini ülkesinden çıkarıp, Fransa ve ABD’ye altın ve uranyum ihracatını yasakladı. Henüz başına bir iş gelmedi.
 
"Benim neslim anlamıyor. Bu kadar zenginliğe sahip olan Afrika nasıl olur da dünyanın en fakir kıtası haline gelir” diyen Traore’nin St. Peterburg’daki Afrika zirvesinde “İsyan etmeyen bir köle merhameti hak etmez. Afrika Birliği Batı'nın kendi kukla rejimlerine karşı savaşmaya karar veren Afrikalıları kınamaktan vazgeçmeli” ifadeleri yankılandı. Geri dönüşünde ülkesinde kahramanlar gibi karşılandığında da “Afrika’nın Batı rejimlerine kölelik zamanının sonuna gelindi ve tam bağımsızlık mücadelesi başladı. Anavatan yahut ölüm” sözleriyle dikkat çekti.
 
Ortadoğu’da radikal İslamcılarla macerası hüsranla sonuçlandıktan sonra en son Neonazilerle yan yana poz veren Fransız aydını Bernard-Henri Lévy ise Afrikalılara bir Batı gazetesinden “Rusya bir sömürgecidir” diye seslenmiş.(04/08/2023)

                                                                 /././

NATO ve Karadeniz

ABD ve Avrupa’nın “çılgın” neocon’ları, BM’nin Rusya ile yaptığı anlaşma kısmını alenen uygulatmayarak tahıl koridoru girişiminin sonunu getirdiler. Ukrayna’dan çıkardıkları tahılın yüzde 38’i Avrupa’ya, yüzde 2-3’ü Afrika’ya gidebilmişken, yeniden “açlık edebiyatı” eşliğinde NATO’yu Karadeniz’e sokmak için el ovuşturuyorlar.

NATO, 11-12 Temmuz’daki Vilnius zirve bildirisinde Karadeniz’i ihmal etmemişti. Metinde “Karadeniz’de güvenlik, emniyet, istikrar ve seyrüsefer özgürlüğünü sürdürmeyi amaçlayan bölgesel çabalara Montrö Boğazlar Sözleşmesi yoluyla verilen desteğin” altı çizilerek, “gelişmelerin takip edileceği, durumsal farkındalığın artırılacağı” ifadeleri yer almıştı. Dikkat çeken ise “seyrüsefer özgürlüğünü sürdürmeyi amaçlayan bölgesel çabalar”, yoksa Montrö’den hazzetmedikleri malum.

Tahıl koridoru 17 Temmuz’da; yani sona ermeden bir gün önce, Ukrayna’nın Kırım Köprüsü’ne geçen ekimden sonraki ikinci saldırısı eşliğinde çöktü. Daha önce de Kırım’a saldırılar için kullanıldığı iddiaları var. Bekleneceği gibi Rusya kuzeybatı Karadeniz’de donanma blokajı ilan ederek yanıt erdi. Ardından mesajını Odessa bölgesinden Romanya sınırındaki Tuna liman kenti Reni’ye uzanan hattı vurarak verdi. Bükreş’in mesajı aldığı, Dışişleri Bakanı Odobescu’nun telaşla ABD’li mevkidaşı Blinken ile temas kurmasından belli.

Ukrayna Savunma Bakanı Reznikov, Kırım’a ve Kırım Köprüsü’ne saldırıları sürdüreceklerini vurguladı. Zelenskiy de Donanma Komutanı Aleksiy Neizhpapa’nın katıldığı toplantıda “tahıl” temalı yeni eylem hazırlığı talimatı verdi. Bunlar arasında Kırım Köprüsü’nde tahribat yaratan sualtı ve deniz İHA’larıyla Novorossisk Limanı’nın vurulması da var. Şimdilik Sivastopol’un güneyinde mürettebatsız botlarla bir Rus devriye gemisine saldırı girişimi oldu ama başarısız sonuçlandı.

Zelenskiy, NATO’ya Karadeniz’e gelip “tahıl koridorunu açma” çağrısı yaptı. İki hafta önce oluşturulmuş NATO-Ukrayna Konseyi, 26 Temmuz’da ikinci kez toplandı. Yayımlanan açıklama ile Rusya’nın tahıl anlaşmasını yenilememesi ve kilit altyapıya saldırıları kınanırken, Ukrayna’ya destek ve teyakkuzu artırma vurgusu yapıldı. Buna göre, Karadeniz bölgesinde istihbarat faaliyetleri artırılacak. Deniz devriye uçuşları, İHA’lar dâhil keşif faaliyetleri güçlendirilecek.

Bulgaristan’ın ekonomik bölgesine bilhassa vurgu yer aldı.”‘Seyrüsefer özgürlüğüne yönelik engellemenin” altı çizilip “müttefik topraklarının her karışını koruma” teması eşliğinde…

PEKİ NE YAPILACAK?

“Rusya’yla doğrudan savaşmayacağız” dedikleri için aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Zaten mesele “tahılın” ötesinde. Ukrayna’ya ana silah akışı Hollanda, Almanya ve Polonya limanları üzerinden yapılıyor. Taşımacılık açısından kara yolu ve tren yolunun ötesinde Ren Nehri, Main-Tuna Kanalı ve Baltık rotası da açık. Şimdi Rusya’nın zaten çoğu kendi limanlarına giden tahıl gemilerini batıracağı temasını işliyorlar.

İş ABD askerlerinin konuşlu olduğu Romanya’nın yanında Bulgaristan karasularından geçecek işlere kalkışmaya varır mı? Kim yapacak? Asıl adresi herkes biliyor. Ukrayna ve NATO hesapları, kaynak belirtmeden Türk donanmasının gemileri Rusya’dan koruma taahhüdünü Kiev’e ilettiğini iddia ettiler. Türk yetkililer yalanladı.

Ankara geçen yıl Montrö’ye dayanarak Boğazları iki tarafın savaş gemilerine de kapattı. Salt Rusya donanma gemileri değil, NATO da geçemez. Fakat NATO zirvesinde ekonomik kriz eşliğinde Ankara’nın yeni pozisyonunun dikkatlerini çektiği anlaşılıyor.

En açık dile getiren eski NATO komutanı James Stavridis oldu.  “Parlak” önerisi Karadeniz’e NATO’yu sokup savaş çıkarmak. Yayımladığı makalede ticari gemileri NATO yahut ABD, Britanya ve Karadeniz’deki ortaklarının savaş gemilerinin koruduğu bir senaryo çizdi. Romanya ve Bulgaristan’ın yanı sıra Türkiye’deki NATO üslerinden savaş uçaklarını havalandırmaktan bahsetti. NATO Karadeniz’e girince Putin’in eli kolu bağlanacakmış.

Stavridis, ayıp Twitter’dan, “Montrö Sözleşmesi Türkiye'ye ‘HAYIR’ deme hakkı verdiği için NATO'nun Karadeniz'de tahıl sevkiyatlarına eşlik edemeyeceğini söyleyenler muhtemelen Türkiye'nin İsveç'in katılmasına asla izin vermeyeceğini söyleyenlerle aynı kişilerdir” diye yazdı.

RİSKLİ DENGENİN KARARSIZI

NATO, Kiev’in kaçınılması mümkün görünmeyen yenilgisi karşısında Moskova’yı Odessa’daki yarım kalmış işlere mi zorluyor bilinmez. Türkiye’yi Rusya ile kapıştırma hedefi açık.

Bir yıldır tahıl koridorunu başarı hanesine yazan Türkiye’nin 20 Temmuz’da 87’inci yıldönümü olan Montrö Sözleşmesi’ni davul-zurna ile kutlaması lazım. Ne ki, hassas kamuoyu dışında sessizlik dikkat çekici.

Bu konuda sadece geçen hafta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Tahıl anlaşmasında Rusya’nın masaya getirilmesi gerektiğine inanıyoruz” diyerek “Bunun dışındaki çözümlerin zorlama ve güvenliği de tehlikeye atacak çözümler olma ihtimali fevkalade yüksek” yorumu var.

Ankara’da görev yapmış ve Erdoğan yönetiminin Batı ile bilek güreşine “ilgiyle” yaklaşan eski Hindistan Büyükelçisi Bhadrakumar, Türkiye’yi “yüksek riskli denge oyununun merkezinde duran kararsız devlet” diye anarken, “Türk dış politikası son zamanlarda Rusya'nın hayati çıkarlarını etkileyen incelikli bir ‘Batıcılık’ sergilemektedir” analizi de dikkat çekici.(28/07/2023)

                                                                    /././

Tahıl koridoru kapanırken

Karadeniz tahıl koridoru; tesadüfe bakın ki, Ukrayna’nın 8 Ekim 2022’den sonra ikinci kez Kırım Köprüsü’ne saldırısı eşliğinde sona erdi. Son geçen gemi TQ Samsun oldu; 16 Temmuz’da 15 bin ton kolza tohumu ve 23 bin ton mısırla Odessa’dan Hollanda’ya doğru yola çıktı. 24 saat geçmeden köprü Ukrayna deniz İHA’sı ile vuruldu. 8 Ekim’deki kadar büyük hasar yok. Buna karşılık Rusya’nın ilk misillemesinin sonucu Odessa’ya şiddetli füze taarruzu.

18 Temmuz’dan beri Rusların meşhur Geranium-2 drone’larını takiben süpersonik füzeleriyle Kiev’in Kırım’a saldırıları planladığı askeri komutanlığın bulunduğu öne sürülen Odessa Limanı bölgesi vuruluyor. Büyük hasar var. Rusya Savunma Bakanlığı’na göre, askeri ve savunma tesisleri, yakıt ve mühimmat depoları hedefte. Ukrayna Tarım Bakanı Solsky, Odessa ve Çernomorsk’ta 60 bin ton tahılın imha olduğunu söyledi. Odessa Belediye Başkanı Gennadiy Truhanov’a göre, bugüne kadarki en yoğun saldırı. Ölen sivil yok, önceki gün 9 yaralı olduğu söyleniyordu.

BM ve Türkiye’nin arabuluculuğunda 22 Temmuz 2022’de başlayan Tahıl Koridoru Anlaşması, bir yıldır Karadeniz’i görece sakin tutmuştu. Ama artık zor. Rusya Savunma Bakanlığı, 20 Temmuz itibarıyla “Ukrayna limanlarına giden gemilerin askeri kargo taşıyıcısı kabul edileceği ve bandıralarının ait oldukları ülkelerin de Kiev rejimi tarafında çatışmaya dâhil edilmiş sayılacağını” duyurdu.

Tahıl anlaşması, Ukrayna tahıl sevkiyatı için güvenli koridor oluşturulmasını, Rus tahılı ve gübresinin ihracatına yaptırımların kaldırılmasını içeriyordu. 22 Temmuz’un ardından 18 Kasım’da bir 120 gün daha uzatıldıktan sonra 18 Mart’a 60 gün, 18 Mayıs’ta bir 60 gün daha uzatıldı. 18 Temmuz’da yenilenmeme gerekçesi Rusya kısmının uygulanmaması. Moskova; Tarım bankası Rosselhozbank’ın SWIFT’e bağlanması, tarım makineleri ve yedek parça tedariki, sigorta, reasürans ve limanlara erişim, Kiev’in havaya uçurduğu Togliatti-Odessa amonyak hattının tekrar devreye girmesi, Rus şirketlerin banka hesaplarına blokenin kaldırılmasını talep ediyor.

BATI’NIN DERDİ BAŞKA

BM ve etkisiz Genel Sekreteri Guterres’in gücü Batı’ya sökmedi. BM Koordinasyon Merkezi’ne göre, Ukrayna’dan daha büyük bir tahıl ve gübre üreticisi olan Rusya’nın ürünlerini içeren tek bir gemi gönderilmedi. Kiev ise bir yılda 32 milyondan fazla tahılı çıkardı. BM verilerine göre, yüzde 48,6’sı Avrupa ve Orta Asya’ya, yüzde 27,4’ü Asya Pasifik’e gitti. Yüzde 15,4’ü Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya, yüzde 6’sı Güney Asya’ya, yüzde 2,7’si Sahra Altı Afrika’ya düştü. AB 12,4 milyon tonla tüm ürünlerin yüzde 38’ini aldı. Çin ve İspanya’nın ardından Türkiye 3,2 milyon tonunu... Fakir Afganistan, Yemen, Somali, Sudan ve Etiyopya, hepi topu 768,6 bin ton ürün veya tüm arzın yüzde 2,3’ünü alabildi.

BM’nin imzasını umursamayan Batı yine “açlık” temasını işliyor. AB ve ABD Rusya’yı “gıdayı silah olarak kullanmakla” suçluyor. Dünyanın kalanı biraz farklı. Çin Dışişleri, tahıl anlaşmasının dengeli, tam ve etkili bir biçimde, yani Rusya kısmının da uygulanması çağrısı yaptı. Afrika ülkeleri bu ay sonu Rusya ile St. Petersburg zirvesine hazırlanıyor. En son AB’nin Rusya’yı kınama cümlelerini silmek zorunda kaldığı Latin liderlerle CELAC zirvesinde de tahıla dair genel geçer bir çağrı yer aldı. Batı’nın derdi Rusya’yı yenmek, dünyanın kalanının derdi ise çatışmanın bir an önce bitmesi.

Moskova, BM ile anlaşmasında uygulama için 3 aylık mühlet olduğunu anımsatıp kapıyı açık tutuyor. Rusya lideri Putin, “Anlaşmayı tekrar tekrar uzattık. Sadece dayanıklılık, sabır ve hoşgörü mucizelerini gösterdik” derken, Batı’nın anlaşmayı muhtaç ülkelere yardım yerine “siyasi şantaj” için kullandığını söyledi. Anlaşmanın “ulusötesi şirketler ve küresel pazardaki spekülatörlerin zenginleşmesinin aracı kılındığını” ekledi.

Ukrayna tarım arazileri ve tahılını Cargill, Dupont ve Monsanto gibi ABD şirketlerine (17 milyon hektar diye iddia ediliyor) teslim etmiş Zelenskiy, Guterres ile Erdoğan’a mektup yazdı. Romanya ve Bulgaristan kara sularından koridoru işletmek derdinde. Ne var ki Bloomberg’e konuşan bir Türk yetkili, “Türkiye Ukrayna’dan gelen gemilere yardım için donanma gemilerini tehlikeye atmayacak ve Rusya ile anlaşmayı açmaya odaklanacak" demiş.

İŞLER ZORLAŞIYOR

Ankara’nın de işi zorlaştı. Erdoğan, NATO zirvesi öncesi Zelenskiy’i ağırlayıp Batı’ya “jeopolitik göz kırpmayı” kolaylaştırdı. Muhatabına hediyesi, Rusya ile geçen yıl yapılan anlaşmaya aykırı olarak Neonazi Azak komutanlarını bırakmak oldu. Ama Erdoğan 10 gündür “Putin’le konuşma, onu ağırlama, tahıl anlaşmasını yenileme” arzusuna yanıt alamıyor.

2014’ten beri Rus Ukraynası’ndaki verimli topraklarını yitirmeye devam eden Kiev, ürünlerini tren/kara yoluyla veya Tuna Nehri’nden çıkarmaya devam edebilir elbette. Tabii Doğu Avrupalı ortakları Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Slovakya, ucuz Ukrayna ürünleri karşısında isyan eden çiftçileri yüzünden eylül ortasına kadar ithalat yasağı koyup salt transit geçişe izin veriyorlar. Sonrası meçhul.

Batı’nın Rusya ile vekalet savaşının aygıtı olmanın Kiev’e faturası ağır. Batı’nın akıttığı silah ve mühimmatla planlanan, 4 Haziran’da başlayan taarruz faciaya döndü. İnanmıyorsanız, İngiliz Daily Telegraph’ın tek derdi Batı hegemonyası olan yazarı Robert Clark’ın, “Ukrayna ve Batı yıkıcı bir yenilgiyle karşı karşıya” başlıklı son yazısını okuyabilirsiniz. Şimdi de tahıl koridoru yerine donanma blokajı başlıyor. Sovyetlerin kurduğu Ukrayna, ABD hegemonyasının son kurbanı olurken Karadeniz’de son durum böyle.(21/07/2023)

Ceyda Karan-Birgün



KISA KISA GÜNDEM - 4 AĞUSTOS 2023 -


Türkiye yüksek enflasyonda Avrupa'da açık farkla birinci sırada! (Birgün)

Türkiye, yüksek enflasyonda Avrupa ülkeleri arasında birinci, G20 ülkeleri arasında ikinci ve dünyada sekizinci sırada yer aldı. Türkiye'nin enflasyon oranı yüzde 47.83 olurken, ikinci sıradaki Macaristan'da bu oran yüzde 20.1 oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), temmuz ayı enflasyon verilerini açıkladı. Verilere göre enflasyon temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 9.49 artış gösterdi, yıllık bazda ise yüzde 47.83 olarak açıklandı. On iki aylık enflasyon ise yüzde 57.45 oldu. Türkiye, yüksek enflasyonda Avrupa ülkeleri arasında zirvede yer aldı.Trading Economics'in verilerine göre, yüzde 47.83'lük enflasyon oranıyla Türkiye, ilk sırada yer alırken, Macaristan 20.1 puanla ikinci sırada yer aldı. Macaristan'ı yüzde 13.7'lik enflasyon oranıyla Sırbistan, yüzde 13.2'lik oranıyla Moldova takip etti. Avrupa'nın en yüksek enflasyona sahip 10 ülkesi şöyle oldu.

ÜlkeEnflasyon Oranı
Türkiye%47.83
Macaristan%20.1
Sırbistan%13.7
Moldova%13.2
Ukrayna%12.8
Slovakya%10.88
Polonya%10.8
Romanya%10.25
Çekya%9.7
İsveç%9.3

(DÜNYADA 8. SIRADA YER ALDI) Türkiye, yüksek enflasyonda dünyada 8. sırada yer aldı. Venezuela, yüzde 404'lük enflasyon oranıyla ilk sırada görüldü. Venezuela'yı yüzde 254'lük oranıyla Lübnan, yüzde 139'luk oranıyla Suriye izledi. Dünyada en yüksek enflasyona sahip olan ülkeler şöyle sıralandı:

ÜlkeEnflasyon Oranı
Venezuela%404
Lübnan%254
Suriye%139
Arjantin%116
Zimbabwe%101
Sudan%63.3
Surinam%54.2
Türkiye%47.83
Haiti%46.4
Küba%45.48

(G20 ÜLKELERİ ARASINDA 2. SIRADA) Türkiye ayrıca G20 ülkeleri arasında yüksek enflasyonda ikinci sırada yer aldı. İlk sırada yüzde 116'lık enflasyon oranıyla Arjantin yer aldı. Arjantin'i 47.83'lük oranıyla Türkiye ve yüzde 7.9'luk oranıyla İngiltere izledi. G20 ülkeleri arasında en yüksek enflasyona sahip 10 ülke şöyle oldu:

ÜlkeEnflasyon Oranı
Arjantin%116
Türkiye%47.83
İngiltere%7.9
Almanya%6.17
İtalya%6
Avustralya%6
Güney Afrika%5.4
Euro Bölgesi%5.3
Meksika%5.06
Hindistan%4.81

 

Yoksulun çocuğu daha çok ölüyor (Sibel BAHÇETEPE-Birgün)

Türkiye’de doğan her bin bebekten 9’u ölüyor. Bu rakamlar AB ülkelerinin çok üzerinde. Sosyoekonomik düzeyin ölümler üzerinde etkisinin olabileceğini belirten Prof. Pala, "Yoksulların çocukları daha çok ölüyor" dedi.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde bebek ölümleri binde 3'lerdeyken, ülkemizde binde 9'un üzerinde. Aynı şekilde 5 yaş altı çocuk ölümlerinde de benzer tablonun olduğunu ve bu durumun nedenlerini öğrenmek için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın yanıtlaması istemiyle TBMM'ne soru önergesi veren CHP Bursa Milletvekili Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, soru önergesine yanıt alamadığını söyledi. Koca, özellikle sosyoekonomik düzeyin bu ölümlerde etkili olabileceği belirterek "Şu bir gerçek ki yoksulların çocukları daha çok ölüyor" dedi.

TÜİK'in son açıkladığı verilerde bebek ölüm hızı, 2022 yılında binde 9,2 oldu. Doğumdan sonraki beş yıl içinde ölme olasılığını ifade eden beş yaş altı ölüm hızı ise binde 11,2 olarak kaydedildi. Sağlıktaki eşitsizliklerin, insanların sağlığını olumsuz etkilediğini belirten Prof. Pala, bebek ile çocuk ölüm hızlarını sosyal sınıflar ve il bazında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'ya sorduğunu, ancak soru önergesine yanıt alamadığını söyledi. (İLLER ARASI FARKLILIK) Prof. Pala, Türkiye'de sağlıkta eşitsizliklerle ilgili ciddi problemler olduğunu ve bu durumun insanların sağlığını olumsuz etkilediğini vurgulayarak "Türkiye'de başta bebek ölüm hızı ve 5 yaş altı çocuk ölüm hızı olmak üzere sağlık göstergeleri incelendiğinde iller ve sosyal sınıflar arasında sağlıkta büyük eşitsizlikler söz konusudur"  dedi. Pala, şöyle devam etti: "Bazı illerde, dünyaya bir yıl içinde gözünü açan her bin bebekten 5'inden daha az hayatını kaybeden bebek varken, bazı illerde bu binde 16 düzeyine kadar çıkıyor. Dolayısıyla her bin bebek içerisinde 10'dan fazla bebek bazı ilerde daha fazla hayatını kaybediyor. 5 yaş altı çocuk ölümlerinde de benzer bir durum var. Dolayısıyla Bakanlığa hem illler arasındaki hem de sosyal sınıflar arasındaki farklılığı sorduk; çünkü Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması sonuçlarına göre, yüzde 20'lik en düşük sosyal ekonomik düzeydeki hanelerde doğan bebeklerin bir yaşını görmeden ölme hızları, yüzde 20'lik en yüksek ailelerle kıyaslandığında çok daha yüksek. Sağlık Bakanlığı'na bunların nedenlerini sorduk ancak yanıt alamadık. Takipçisi olacağız."

Prof. Dr. Kayıhan Pala

(SORUMLULUK BAKANLIĞIN) Ölen her bebeğin sorumluluğunun Sağlık Bakanlığı'nda olduğunu kaydeden Pala "Bebek ölümleri AB ülkelerinde binde 3 civarında. Türkiye'de halen binde 9'un üstünde olmasının nedenlerini ortaya koyarak bebek ve çocuk ölümlerini engellememiz gerektiği kanısıydayım. Örneğin TÜİK verilerine göre, 2022 yılında Çanakkale'de dünyaya gözlerini açan her bin bebekten yalnızca 4,1'i bir yıl içerisinde yaşamını yitirmişken, Siirt'te her bin bebekten 16,8'i yaşamını yitirmiştir. Yoksulların çocukları daha fazla ölüyor. Çanakkale'de bebek ölümleri çok düşük ama Çanakkale'nin kendi içerisindeki sosyal sınıflarına baktığımızda en düşük sosyal ekonomik düzey ile en yüksek sosyal ekonomik düzey arasındaki bebek ölümümüz acaba farklı mı değil mi? Aynı şey Siirt ya da Urfa, ya da Gaziantep için de sorulabilir. Bakanlığın bebek ölümlerine yol açan etmenleri ne kadar inceleyip incelemediğini öğrenmek istiyoruz. Hangi nedenlerle bu bebeklerimiz hayatını kaybediyor" diye konuştu. (EYLEM PLANI VAR MI?) Pala, Bakan Koca’nın yanıtlaması istemiyle özetle şu soruları yöneltti:

• Türkiye’de bebek ölüm hızı en son on yılda yüzde 20’lik hane halkı refah düzeyine göre sosyal sınıflar arasında nasıl bir değişim göstermiştir? 

• 2022 yılında sosyal sınıflar arasında il bazında bebek ölüm hızı değerleri nedir? 

• Benzer biçimde 2022 yılında 5 yaş altındaki çocuk ölüm hızının hane halkı refah düzeyine göre il bazında dağılımı nedir? 

• Ülkemizde TÜİK verilerine göre, bebek ölüm hızının 2022 yılında binde 9,2’dir ve binde 3,4 olan AB ortalamasına göre çok yüksektir. Bakanlığınızın bebek ölüm hızını azaltmak amacıyla bu konuda herhangi bir çalışması veya planlaması bulunmakta mıdır? 

• Türkiye’de iller arasında bebek ölüm hızında önemli farklılıklar söz konusudur. Örneğin TÜİK verilerine göre, 2022 yılında Çanakkale’de dünyaya gözlerini açan her bin bebekten yalnızca 4,1’i bir yıl içerisinde yaşamını yitirmişken, Siirt’te her bin bebekten 16,8’i yaşamını yitirmiştir. Bakanlığınızın bebek ölüm hızının yüksek olduğu illerdeki bebek ölümlerini azaltmak için herhangi bir eylem planı var mıdır? Varsa nelerdir?

TSK'nin komuta kademesine yapılan atamalar Resmi Gazete'de (soL)

Orgeneral Metin Gürak'ın Genelkurmay Başkanlığı'na atanması ile Kara ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına yapılan atama kararları Resmi Gazete'de yayımlandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/tsknin-komuta-kademesine-yapilan-atamalar-resmi-gazetede-381822)

YAŞ kararları açıklandı: Genelkurmay Başkanı Metin Gürak oldu (soL)

Yüksek Askeri Şura toplantısında Genelkurmay Başkanlığı'na 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Metin Gürak atandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/yas-kararlari-aciklandi-genelkurmay-baskani-metin-gurak-oldu-381796)

Türk Tarih Kurumu Başkanlığı'na yeni atama (soL)

Resmi Gazete'de yayımlanan karar ile Türk Tarih Kurumu Başkanı Birol Çetin görevden alınarak yerine Yüksel Özgen atandı. (https://haber.sol.org.tr/haber/turk-tarih-kurumu-baskanligina-yeni-atama-381821)

İstanbul'da yaşamanın aylık maliyeti 38 bin 828 lira oldu (Birgün)

İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA), ‘İstanbul’da Yaşam Maliyeti Araştırması’ yayınlandı. Araştırmaya göre; İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti geçen yılın aynı ayına göre yüzde 73,74 artarak, 38 bin 828 lira oldu. İstanbul’da ortalama yaşam maliyeti, geçtiğimiz aya göre 3 bin 448 lira arttı.(https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-yasamanin-aylik-maliyeti-38-bin-828-lira-oldu-458189)

Yatırım karşılığı vatandaşlık veren yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması istemine ret (soL)

Danıştay, yatırım karşılığı yabancılara vatandaşlık imkanı veren yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması istemini oy çokluğuyla reddetti.(https://haber.sol.org.tr/haber/yatirim-karsiligi-vatandaslik-veren-yonetmeligin-yurutmesinin-durdurulmasi-istemine-ret)

AB, Belarus'a yönelik yaptırımların kapsamını genişletti (soL)

AB, Rusya'ya verdiği destek nedeniyle Belarus'a uygulanan yaptırımların kapsamını genişlettiğini açıkladı. (https://haber.sol.org.tr/haber/ab-belarusa-yonelik-yaptirimlarin-kapsamini-genisletti-381815)

İrlanda Başbakanı: NATO'ya katılma niyetimiz yok (soL)

Finlandiya ve İsveç gibi NATO'ya katılma niyetleri olmadığını söyleyen İrlanda Başbakanı Varadkar 'Bir gün ittifaka katılsak bile İrlanda NATO için asla asla önemli bir askeri güç olmayacak' dedi. (https://haber.sol.org.tr/haber/irlanda-basbakani-natoya-katilma-niyetimiz-yok-381793)

Aliağa ve Bornova’da kirlilik zirvede (Cumhuriyet)

Çevre şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “2022 yılı Çevre Durum Raporu”na göre hava kirliliğinin en fazla yaşandığı ilçe her yıl olduğu gibi yine Aliağa oldu. Havası ikinci kirli ilçe ise taşocakları ve fabrikaların yoğun olduğu Bornova…(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/aliaga-ve-bornovada-kirlilik-zirvede-2105291)

Kamu Bankalarının Yönetim kuruluna yüzde yüzlük zam (Mustafa BİLDİRCİN-Birgün)
İktidar, asgari ücretliye yüzde 34’lük zammı reva görürken AKP’li isimlerin de yer aldığı kamu bankalarının yönetim kurulu üyelerinin ücreti yüzde 100 arttı. 2022’de 30 bin 940 TL olan ücretler 62 bin TL’ye çıktı. (https://www.birgun.net/haber/yonetim-kuruluna-yuzde-yuzluk-zam-458210)

Merkez Bankası net rezervleri 2,8 milyar dolar geriledi (Birgün)

Merkez Bankası'nın net rezervleri, 28 Temmuz haftasında 2,8 milyar dolar gerilemeyle 10,9 milyar dolar oldu. Söz konusu veriler seçimden bu yana en hızlı düşüş olarak kayda geçti.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) brüt rezervlerinde artış devam ederken net rezervlerde seçimden bu yana en hızlı düşüş dikkat çekti. TCMB tarafından Haftalık Para ve Banka İstatistikleri yayımlandı. Buna göre TCMB toplam rezervleri 28 Temmuz haftasında bir önceki haftaya göre 223 milyon dolar artarak 113 milyar 774 milyon dolara ulaştı. 28 Temmuz itibarıyla Merkez Bankası brüt döviz rezervleri, 673 milyon dolar artışla 72 milyar 349 milyon dolara yükseldi. Net rezervler ise geçen hafta itibariyle 2,8 milyar dolar gerilemeyle 10,9 milyar dolara düştü. Böylelikle net rezervlerde 26 Mayıs haftasından bu yana en sert düşüş kaydedildi. Söz konusu dönemde altın rezervleri 451 milyon dolar azalarak 41 milyar 876 milyon dolardan, 41 milyar 425 milyon dolara geriledi. Swap hariç net rezervlerde de düşüş kaydedildi. 28 Temmuz haftasında swap hariç net rezervler eksi 50,6 milyar dolar oldu. Önceki hafta swap hariç net rezervler eksi 50,2 milyar dolardaydı.

İki aydır ücretleri ödenmeyen TOGG fabrikası şantiyesi işçileri iş bıraktı (Evrensel)

Bursa'da, iki aydır ücretleri ödenmeyen TOGG fabrikası şantiyesi işçileri iş bıraktı. İşçiler, “İki aydır ödenmeyen ücretlerimizin ödenmesini istiyoruz” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/496256/iki-aydir-ucretleri-odenmeyen-togg-fabrikasi-santiyesi-iscileri-is-birakti)

Diyanetin Kobane davasında taraf olmasına tepki: Tarikatlardaki vahşete ses çıkardınız mı? (Evrensel)

Kobane davasına müdahil olmak için mahkemeye başvuran Diyanet’in “sapkın akım ve gruplar” suçlamasına Yeşil Sol Partiden tepki geldi.

Diyanet İşleri Başkanlığı, 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobane davasına katılma talebinde bulundu. Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının cezalandırılmasını isteyen Diyanet, müdahil olma başvurusunda, “Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesinin toplum nezdinde devleti itibarsızlaştıracağı” ifadelerine yer verildi. Davada yargılanan siyasetçilere yönelik ise “Nitekim vicdanlara hitap eden din hizmetlerinde itimat ve güvenin kaybolması halinde boşluk kabul etmeyen bu alanın çeşitli sapık akım ve gruplara kalacağı tartışmasızdır” ifadeleri tepki topladı.

Mezopotamya Ajansına konuşan Yeşil Sol Parti MYK Üyesi Avukat Cahit Kırkazak, Diyanetin "sapkın" söylemine tepki göstererek, “Sapık olduğunu iddia ettiği insanlar, dünyanın ve İslam’ın başına bela olmuş IŞİD’e karşı direnen Kobane halkına dayanışma göstererek şeytan olmayı reddeden kesim. Bunu bir partiye söylemiyor. Bizzat halkın kendisine söylüyor” dedi.

HDP Genel Merkezinde basın toplantısı gerçekleştiren Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Serhat Eren de 3 yılı aşkın bir süredir devam eden Kobane davasında iktidarın intikam yaklaşımı olduğunu ifade etti. İktidar, İçişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, MİT ve devletin bütün güvenlik birimlerinin o dönemde yaşanan provokasyonlardan, ölümlerden sorumlu olduğunu belirten Eren, sanık olarak yargılanması gereken kurumların, davaya mağdur sıfatıyla müdahil olma yarışına girdiğini söyledi.

"DİYANET DİLEKÇEYLE SAVCILIK ROLÜNE SOYUNMUŞ"

Diyanetin gönderdiği dilekçe ile adeta savcılık rolüne soyunduğunu ifade eden Eren, “Partimiz, rehin arkadaşlarımız ve avukatlarımız AKP’nin başından beri bu kumpas davasını IŞİD’in intikam davasına çevirdiğini boşuna söylemiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı dilekçesindeki diliyle adeta IŞİD’in sözcülüğüne soyunmuştur” dedi.

IŞİD’in katliamlar yaparken Diyanetin fetvalarında masum cihatçı olarak gösterdiğini söyleyen Eren, “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil diyen, 9 yaşındaki kız çocuğunun evlenebileceğini söyleyen, sapık akımlara adeta icazet veren, halkı yoksulluk ve açlığa mahkum edilirken milyonluk araçlara binen Diyanet ve kurum yetkilileri topluma ve arkadaşlarımıza ahlaktan ve hukuktan bahsedemez. 1993’te Sivas’ta canlarımız diri diri yakılırken, Diyarbakır’da Suruç’ta, Ankara Garı önünde insanlarımız katledilirken Diyanet İşleri Başkanlığı barış ve güven içinde yaşamanın önemini anlatmaya gayret edip davalara katılmak için müdahil oldu mu? Tarikat yurtlarında meydana gelen vahşetlere bir gün olsun ses çıkardı mı?” diye sordu.

"HAKİKAT ER YA DA GEÇ ORTAYA ÇIKACAK"

Kobane davasında hakikatin er ya da geç ortaya çıkacağını söyleyen Eren, “Diyanet İşleri Başkanlığının, savcının iftiranamesinden sonra arkadaşlarımızın cezalandırılması için uzun uzadıya yapmış olduğu gayrı ahlaki, gayri hukuki bu değerlendirmesine, arkadaşlarımızın cezalandırılması için yaptığı bu fetvaya karşı yargılanan arkadaşlarımız ve partimiz hukukun üstünlüğü, demokrasi ve barış mücadelesini sürdürecektir. Bu haksızlığa, ahlaksızlığa ortak olanlar da hem vicdanlarda hem de bir gün bağımsız ve tarafsız mahkemelerde, uluslararası hukuk mekanizmaları önünde tıpkı IŞİD barbarları gibi mahkum olacaktır” dedi. 

(derleyen: mstfkrc)



Yakalanan tarikat geri bastı, çocukları devlete teslim etti! + soL'dan Bakanlığa soru: Madem 'her şey kontrol altında' bunları niye sildiniz? (soL-Özel)


Yakalanan tarikat geri bastı, çocukları devlete teslim etti!  

Devlet koruması altındaki çocukların tarikat kampına yollanmasına ilişkin haberimizin ardından kamuoyunda meydana gelen tepkiler sonucu, kamp aniden sonlandırıldı, çocuklar devlet kurumuna döndü.

İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü sorumluluğundaki çocukların, Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili Mutlu Yuva Derneği’nin düzenlediği 40 günlük dini eğitim kampına alındığı ortaya çıkmıştı.

soL'un "Devlet koruması altındaki çocuklar 40 günlük tarikat kampına yollandı!" haberiyle ortaya çıkan olay, kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştı. 3 Temmuz'da başlayan ve 11 Ağustos'ta tamamlanması planlanan kamp, tepkilerin ardından bugün sonlandırıldı. Kampa alınan çocuklar, kampın bitişi için planlanan tarihten 8 gün önce çocuk evlerine teslim edildi.

soL'un edindiği bilgilere göre, kamuoyunda oluşan tepkinin ardından haberin yayımlandığı 2 Ağustos günü akşam saatlerinde ilgili tarikat, devlet yetkililerine "çocukların kendilerinden alınmasını istediklerini" bildirdiler. Yani inisiyatif, çocuklara sahip çıkmaya karar veren devlet cephesinden değil, tepkilerden korkan tarikat cephesinden geldi.

'Abilik sorumluluğu' verebilecekleri çocuklara odaklanmışlar'

İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü sorumluluğundaki Çocuk Evlerinde kalan devlet korumasındaki çocuklar, tek bir kamu görevlisinin bile refakati olmaksızın, Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili Mutlu Yuva Derneği’nin düzenlediği 40 günlük eğitim kampına alınmıştı.

Yine bir dini cemaate ait olan, İstanbul'un Güngören ilçesinde faaliyet gösteren Özel Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu’nda 3 Temmuz'da başlamış olan kampın, 11 Ağustos'ta bitirilmesi planlanmıştı. Kampın, Mutlu Yuva Derneği tarafından seçilen ve gelecek dönemde “abilik sorumluluğu” verebilecekleri çocuklara odaklandığı öğrenilmişti.

Bakanlık, yalanlamak zorunda kaldı

Dün soL'da haberleştirilmesinin ardından kamuyounda çokça tepki çeken olay nedeniyle, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı haberimizi yalanlamak zorunda kaldı.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, Mutlu Yuva Derneği’nin 23.06.2023 tarihli yazısına istinaden çocuk evlerinde kalan çocukların yaz tatilini verimli geçirmeleri için Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olan yurtta yaz programına katılmalarının planlandığı öne sürüldü. Yurdun bakanlığa bağlı olduğu ve devlet denetimi altında hizmet verdiği iddia edildi.

Meclis gündemine taşındı

Haber, bugün ise Meclis gündemine taşındı. Yeşil Sol Parti Kars Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş'ın yanıtlaması istemiyle konuya ilişkin bir soru önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sundu.

Soru önergesinde, kamuoyunda endişe yaratan bu durumun çocukların güvenliği ve devletin tarikatlarla ilişkisi konusunda ciddi soru işaretleri oluşturduğu vurgulandı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın bu tür kuruluşlarla işbirliği politikası ve protokollerine dair bilgi istendi.

TKP'den basın açıklaması

Türkiye Komünist Partisi (TKP) yöneticileri ve avukatlarından oluşan bir heyet de bugün İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü önünde bir açıklama yaptı.

İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'ne bilgi edinme talebi çerçevesinde dilekçesi iletildi.

Dilekçede soL'da yer alan söz konusu haberler delil olarak gösterilerek "İddialar hakkında il müdürlüğünüzden bilgi edinme amacıyla iş bu dilekçe hazırlanmıştır. T.C. Anayasası Madde 62 ve Bilgi Edinme Kanunu'nun ilgili maddeleri uyarınca aşağıda sıralayacağımız soruların cevaplarını ivedilikle tarafımıza iletilmesini talep ederiz" denildi.

Çocuk evlerinden hangilerinin giderlerinin dernek veya vakıflar tarafından karşılandığı sorulan dilekçede, durumun anayasa ve ilgili kanunlara aykırı olduğuna da dikkat çekildi.

Planlanlanan tarihten 8 gün önce sonlandırıldı

Olayın kamuoyunda tepkiyle karşılanması, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın açıklama yapılmak zorunda kalması, Meclis gündemine taşınması ve İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü önünde yapılan açıklamanın ardından yeni bir gelişme yaşandı.

11 Ağustos'ta tamamlanması planlanan kamp, tepkilerin ardından bugün sonlandırıldı. Kampa alınan çocuklar, kampın bitişi için planlanan tarihten 8 gün önce çocuk evlerine teslim edildi.

                                                               /././

soL'dan Bakanlığa soru: Madem 'her şey kontrol altında' bunları niye sildiniz? 

'Tarikat kampı' skandalında Bakanlık 'O yurt bize bağlı, denetim de tam' demişti. Oysa yurt yönetimi, panik halinde Facebook'tan kampla ilgili içerikleri silmekle meşgul.

soL'un "Devlet koruması altındaki çocuklar 40 günlük tarikat kampına yollandı!" haberinin ardından sular durulmuyor. Önce habere aynı gün erişim engeli getirildi, ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olayla ilgili bir açıklama yaptı.

Olay, devlet koruması altındaki çocukların, Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili bir derneğin 40 günlük yaz kampına gönderilmesiydi. Harem-selamlık kampa sadece erkek çocukları götürülmüştü.

Bakanlığın, açıklamasında soL'un haberindeki ayrıntıları doğruladıktan sonra "Bahsi geçen Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ve devlet denetimi altında hizmet vermekte olan bir yurttur. Haberlerde iddia edilen 'çocukların refakatçileri olmadan tarikat kampına gönderildiği' iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır" demişti.

Dolayısıyla, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı aslında soL'un tüm haberini doğruladıktan sonra "Normal bunlar, orası bize bağlı yurt, denetliyoruz, yapılanlar olağan" demeye getirmişti.

Paylaşımlar apar topar silindi

Ancak görünüşe göre, yurt yönetimi Bakanlık'la aynı fikirde değil. Zira soL'un haberinin ardından Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu, Facebook hesabından, çocukların katıldığı, Bakanlığın "yazı verimli geçirsinler diye yolladık" dediği yaz kampına dair paylaşımlarını apar topar sildi.

Silinen paylaşımların ekran görüntüleri şöyle:





(soL-Özel)

3 Ağustos 2023 Perşembe

‘Peace maker’ A La Turca + ‘Değişim-dönüşüm’ ve diğer fanteziler - Ergin Yıldızoğlu/ Cumhuriyet

 

‘Peace maker’ A La Turca

Esenyurt’taki tekel bayi katliamının ardından ülke çapında giderek artan silahlı saldırı olaylarına ilişkin tartışmalar yoğunlaştı. Bu olayların ayrıntılarına bakınca, hemen hepsinde dört dinamiğin kesiştiğini görüyoruz. Ekonomik sıkıntı, yasalara, yargıya güvensizlik, denetimsiz silahlanma, şoven milliyetçiliğe ek Sünni İslamın da katkısıyla şişirilen zehirli bir erkeklik kültü. 

‘VAHŞİ BATI’ AMA BİRAZ FARKLI...

Bu dört dinamik ister istemez akla, Amerika’da henüz devlet kurumlaşamadığı için aralarındaki, borçlu-alacaklı, büyük çiftçi-küçük köylü yerleşimleri (tel örgü), su paylaşımı gibi ekonomik; at hırsızlığı, banka soygunu, kadın çocuk istismarı gibi ahlaki sorunları erkeklerin kendilerinin çözmek zorunda kaldıkları “Vahşi Batı” ve onun simgesi “Peace maker” (Barış yapıcı-hesap görücü) adıyla ünlü Colt tabancayı (yarı otomatik altı-patlar) getiriliyor. 

Gerçekten de AKP Türkiye’sinin son döneminde, gittikçe yoğunlaşan oranda sorunları tabancayla (şiddet yoluyla) çözmeye çalışma eğilimi ile “Vahşi Batı”nın yaşamı arasında, ekonomi, erkeklik kültü ve silahlanma alanlarında çok büyük benzerlikler var. Dikkatle bakınca bir benzerlik daha görülüyor: Farklı kültürlerin içinden gelmiş, büyük bir göçmen nüfusun egemen değerler alanında yarattığı bulanıklıklar.

Ancak aradaki büyük fark da çok önemli: Vahşi Batı’da henüz devlet kurumlaşmamıştı ama, düzen, gezici hâkimler, yerel ve federal şerifler ile korunmaya çalışılıyordu. Yerel düzeyde bile geçerli bir temsil ilişkisi yaratan seçimler yaşanıyordu (liberal demokrasi gelişiyordu), devletin etkisi ve kurumlaşması gittikçe gelişiyor, kapsayıcı homojen bir yasal düzen kuruluyordu, egemen değerler, özellikle iç savaştan sonra, hızla ortaklaşıyor, ekonomi hızla büyüyor, sanayileşme hızlanıyordu. 

AKP Türkiye’sinde gelişmenin oku ters yönü gösteriyor. Ekonomik kriz ve rejimin ekonomi politikaları sıradan insan kadar siyasal İslamın rejimiyle ilişkisini düzenleyemeyen sanayiciyi, esnafı, müteahhidi de yakıyor. Bu sırada yargı işlevini ve güvenilirliğini hızla kaybediyor: İnsanların can güvenliğini koruyacak yargı ve güvenlik güçleri de tarafsızlıklarını kaybettiler. Diğer bir deyişle, “süreç olarak faşizmin”, hemen her yerde (son olarak İsrail’de) “vesayet” safsatasına sığınarak teslim almaya çalıştığı kesim (yalnızca yasaları uygulamakla sorumlu olan “atanmışlar”), Türkiye’de de siyasal İslamın partisi AKP ve yandaş sermaye karşısında tarafsızlığını kaybetti. Yargı ve güvenlik güçleri, genel olarak muhalefete, özel olarak sınıf savaşlarında işçilere ve emekçilere karşı tamamen keyfi olarak bazen yasalara rağmen kullanılan bir silaha dönüştü.

Vahşi Batı’da hukuk düzeni, liberal demokrasi, ortak değerler giderek yerleşiyordu. AKP Türkiye’si hızla liberal demokrasiden uzaklaşarak, ortak değerleri yıkarak bir “Vahşi Batı” ortamına, hatta yerli ya da uluslararası suç örgütlerinin at koşturduğu bir kaosun içine girdi. “Vahşi Batı”dan farklı olarak karşımızda erkeklik kültüne ek bir de lider kültü, tek adam rejimi var.

Çağrışımlar başlayınca durmuyor: “Lider kültü” diye konuştu ve “kaos”, bu kez aklıma Günter Raihman’ın 1939’da Almanya gözlemlerini aktardığı Vampir Ekonomisi başlıklı çalışmasını getirdi. 

Raihman, Nazi Almanya’sında şirketlerin, devlet ve parti ile ilişkilerini düzenleyecek özel bölümler kurduklarını, yoksa, kaynaklara, ihalelere ulaşmanın, yasaları uygulatmanın olanaksızlaştığını aktarıyor. Raihman, Nazi ekonomisinin görünen başarılarının, yağmalama, sömürü, rüşvet, komisyon ve bireysel özgürlüklerin baskılanması temeline dayandığını gösteriyor, Nazi ekonomisini Alman halkının canını emen bir “vampir” olarak betimliyordu.

Son olarak bence içi boş “değişim-dönüşüm” fantezilerine kapılmadan, rejimin adını doğru koymak, muhalefeti ve direnişi onun doğasına uygun biçimde düşünmek gerekiyor. 

                                                       /././

‘Değişim-dönüşüm’ ve diğer fanteziler

“Değişim-dönüşüm” ikilisi, var olanı korumayı amaçlayan bir fantezi değilse, değişecek şeyin, değişimin ilkelerinin, araçlarının, yol haritasının sınırları çizilebilir bir proje olarak tanımlanması gerekir. Ne yazık ki Ekrem İmamoğlu’nun, “Türkiye için yeniden” başlıklı yazısı, bunu başaramıyor. Yazının kapsamlı bir çözümü bu köşenin sözcük sınırlarını aşar. Birkaç örnekle yetineceğim.

ASIL DEĞİŞMESİ GEREKEN ‘ŞEY’

İmamoğlu yazısında, yeni bir “siyasi örgütlenme mimarisi” öneriyor, “değişim-dönüşümden” söz ederken, demokrasi, laiklik, CHP geleneği, Atatürk ilkeleri, kamuculuk, yerelden başlayan kalkınma gibi bir konular kümesine dayanıyor. Gerekli, “değişim- dönüşüm”Atatürk ilkelerine bağlı kalacak ama Cumhuriyetin kurucu değerlerini yeniden yorumlayacak, kapsayıcı bir demokrasi ve laiklik anlayışını benimseyecek. Dahası, bu “değişim-dönüşüm” kendini ön kabullerle, önyargılarla sınırlamayacak.

Bu “değişim-dönüşüm” ile toplumdaki kutuplaşma aşılacak, yoksulluğa karşı kamuculuk benimsenecek. Siyaset ve kalkınma yerelden başlayarak kurulacak, merkezi idare vatandaşların iradesi ile seçilen yerel yönetimler üzerinde vesayet (!?) kuramayacak. Bu “değişim-dönüşüm”, CHP’de güçlü bir liderlik, toplumdaki farklı fikirleri bir bütünlük içinde sentezleme kabiliyeti, farklı pozisyonlara yönelik yüksek duyarlılık gerektirecek.

Yazı bu temalara dayanıyor ama asıl değişmesi gereken şeyden söz etmiyor. İmamoğlu son 13 yılda bu ülkede rejimin değiştiğinin, adeta ayırdında değil. İmamoğlu, rejimin, tek adam, işlevsiz Meclis, iptal olmuş güçler ayrılığı, cezalandırma aracına dönüşmüş yargı gibi sorunlarına, başkanlık sistemine hiç değinmiyor; iktidar sorununu, “yoruldu”“köhneleşti” baskıcılaşıyor gibi  değişmeyen bir özün farklı hallerine ilişkin, yüzeysel, anlamları belirsiz tespitlerle geçiştiriyor. Aşağıda değineceğim tuhaflıklar bir yana “değişim-dönüşüm”  akla, Lampedusa’nın ünlü Leopar romanındaki, “Şeylerin aynı kalmasını istiyorsak şeylerin değişmesi gerekir” sözlerini getiriyor. 

BİR BELİRSİZLİKLER YIĞINI

İmamoğlu hem Atatürk ilkelerine bağlı kalmaktan söz ediyor hem de bunları yeniden yorumlamaktan. Ancak İmamoğlu bu ilkeleri tanımlamadığı için, nelere bağlı kalacağını, neleri yeniden yorumlayacağını öğrenemiyoruz. İmamoğlu’nun yazısında, Cumhuriyetin kurucu değerlerinin neler olduğu da belirsizdir. Demokrasi, laiklik kavramlarına neden bir de “kapsayıcı” kavramı eklenmiştir?  Sentezlenecek farklı fikirler ve duyarlılık gösterilecek farklı pozisyonlar nelerdir? Ön kabuller ve önyargılar olmayacaksa, birtakım ilkelere, değerlere nasıl bağlı kalınacaktır? 

Devam edelim: “Kamucu” olmak, devlet mülkiyetini, planlamayı benimsemek, serbest piyasa modeline karşı çıkmak değilse ne anlama geliyor? Ulusal kalkınmadan söz ederken bunun yerellerden başlaması, merkezin yereller üzerinde “vesayet” kurmasının önlenmesi, bölgeler arasındaki gelişmişlik, refah düzeyi farklılıklarını görmezden gelmiyor mu? Merkez bu farklılıkları aşmak için kaynak dağılımına, azgelişmiş yoksul bölgeler lehine, bir kalkınma planı kapsamında, müdahale etmeyecekse (kamuculuğu da analım), bu müdahale vesayet sayılacaksa ulusal bir kalkınma nasıl yaşanacaktır? Günümüz dünyasında, birçok sorunun çözümü bırakın yereli, ulusal sınırları bile aşıyorsa, örneğin iklim krizine, pandemiye, mali krize karşı gereken önlemler ve kaynaklar nereden ve nasıl sağlanacaktır?

Gerçekten de İmamoğlu’nun “Ben CHP’nin başına geçmek istiyorum” dışında ne dediği belli değildir. Yazı, adeta, her türlü okuyucuyu yakalayabilmek umuduyla, “Alın içine kendi arzularınızı yazın. Benim onları savunduğuma inanın” diyerek bir sürü “boş gösterge” sunuyor. Sakın İmamoğlu, siyasal İslamın kazanımlarını kabullenmeyi kolaylaştıracak bir proje geliştiriyor olmasın?

Ergin Yıldızoğlu/ Cumhuriyet