Ferrero Karadeniz’i nasıl işgal etti? (14.09.2019)
Dostlarım uyardı, fındık yazısı yazmamışım uzun süredir. Hazır harmandayken fındık yazalım dedim ben de…
Hükümet fındık alım fiyatını 17 lira olarak belirledi bu yıl. En yüksek fiyatı bu. En düşüğü 14 lira civarında. Yani 17 lira dedikleri en kaliteli fındığın fiyatı.
Ziraat odalarının hesabına göre 1 kg fındığın maliyeti en az 14,5 lira. Ortalaması 16,5 lira. Geçen yıl üreticiden 14 liradan alınan kabuklu fındığı 25 liradan sattılar. Bahçeden markete, pazara ulaşan “fındık içi”ne gelince, makas daha da açılıyor. 1 kg kabuklu fındıktan ortalama 420 gram fındık içi çıkıyor. Markette 200 gram fındık içi 20 lira civarında. Bu durumda üreticiden 17 liraya alınacak bir kg kabuklu fındıktan elde edilen fındık içi markette 42 liraya satılıyor. Fiyat farkı 2,5 kat. Üretici için fındık içinin 420 gramı 23 lira ederken bazı marketlerde kilosu 80 liraya ulaşıyor.
Yani üretici 14,5-16,5’e mal ettiği fındığı, devletin belirlediği fiyattan satarsa kilo başına 1 ila 2,5 lira arasında bir kazanç elde etmiş olacak. Buna 2 liralık sübvansiyonu da eklersek, toplam 4,5 lira yapar. Bu durumda elde edilen kazanç yüzde 27 ediyor. Oysa tarladan tüketiciye ulaştığında ortaya çıkan fark yüzde 141 düzeyinde. Çok acayip bir denklem!
***
Acayip bir denklem daha: Dünya fındık üretiminin yaklaşık olarak yüzde 70’i Karadeniz bölgesinde üretiliyor. Dünya fındığının 3’te 2’si demek bu. Fındık tekeliyiz yani. Ama üretici kilo başına 4,5 lira kazanabiliyor ancak. Bazı fındıkçılar fındık ocaklarını kesip kivi gibi başka ürünlere geçmeyi tercih ediyor uzun bir süredir. Çünkü fındık üretmeyi akıl dışı bir işe dönüştürdü AKP.
Peki kazanan kim fındıktan?
Türkiye’nin fındık ihracatında İtalya 522 milyon dolar ile ilk sırada yer alıyor. Fransa (220 milyon dolar) ve Almanya (200 milyon dolar) ile ikinci ve üçüncü sırada. Türkiye’nin fındık ihracatı yaptığı ilk 3 ülkenin bu ürün grubundaki toplam ihracatı içindeki payı yüzde 58. İlk 6 ülkenin payı yüzde 77. Yani birkaç ülkeye satıyoruz fındığı. Onlar bizden aldığı fındığı işliyor, mamul madde olarak satıyor. Bizim elde ettiğimizin birkaç katını elde ediyor. Tekel olduğumuz alanda biz zarar ediyoruz, oligopol oluşturan alıcılar kâr ediyor.
Şöyle anlatalım bu acayip denklemin nasıl kurulduğunu…
Oltan Fındık adlı bir şirket 80’li yıllardan beri en büyük fındık alıcısıydı. FİSKOBİRLİK’ten sonra tabii. Bu şirket 2014’te İtalyan Ferrero şirketine satıldı. Böylece İtalyanlar fındık piyasasının en önemli aktörü haline geldi. O sırada iktidar çevreleri fındık satış kooperatifi olan FİSKOBİRLİK’in altını oydular, dağıttılar. İç piyasada fındığın yüzde 40-50’sini alıp işleyen ve ihracat yapan yabancı ortaklı bu şirket tekelci gücü nedeniyle piyasa fiyatlarını belirler hale geldi. Yani devletin açıkladığı fındık fiyatı, Ferrero’nun eline tutuşturduğu rakam aslında.
***
Oltan Fındık’ı atlayıp geçmeyelim. İtalyanlara satılan bu şirketi de içinde barındıran “Oltan Gıda”ya 2016 yılında “FETÖ” operasyonu düzenlendi. Şirketin eski sahibi ve bir hissedarı gözaltına alındı. “FETÖ”yle yakın teması bulunduğu öne sürülen şirketin Ferrero’ya satılması 17-25 Aralık operasyonlarının hemen arkasından gerçekleşmiş, 1,3 milyar TL'lik cirosu bulunan şirketin o dönem satılması, cemaatin şaibeli şirket devirlerinden biri olarak yorumlanmıştı. Şirket, aynı zamanda cemaatçi patronların çatı kuruluşu olan TUSKON'un önemli üyelerinden biriydi.
Kaldı ki Oltan Fındık toplam satışının yüzde 70'ini Ferrero'ya yapıyordu zaten. Ferrero dünyanın çikolata devi. Nutella, Kinder Surprise, Ferrero Rocher markaları şirkete ait. Türkiye’de 6’sı fındık fabrikası olmak üzere toplam 7 üretim tesisi bulunuyor. Yani Türkiye’nin bütün fındığı Ferrero tekelinin eline bakıyor.
İkinci sıradaki en büyük ihracatçı şirket ise Singapur merkezli Olam Gıda. O da birkaç yıl önce Pro Gıda'yı satın almıştı. Fındık ihracatında üçüncü sırada ise fındık politikalarında her dönem etkin olan AKP’li Cüneyd Zapsu'nun şirketi Balsu Gıda var. Zapsu, bir dönem Nutella'nın da temsilciliğini yapmıştı. Bunların dışındaki küçük yerli şirketler hızla irtifa kaybediyor, çünkü bu uluslararası tekellerle rekabet şansları yok.
***
Yıl 2015. Washington'da Erdoğan için söylediği "deliğe süpürmeyin... kullanın" sözleriyle gündeme gelen Erdoğan'ın eski danışmanlarından Cüneyd Zapsu, fındık fiyatlarından şikâyet ediyor. “Uluslararası Kabuklu Yemiş ve Kuru Meyve Konseyi” icra kurulu üyesi de olan Zapsu, kabuklu fındık için köylüye 15 lira ödendiğini belirterek, "'Fındık köylüsü memnun değil' diye bana kimse anlatmasın. Hiç kimsenin fındık fiyatlarının, ben dahil, bu kadar yüksek olmasından memnun olmaması lazım" diyor. Aradan dört yıl geçti, fındık fiyatları hâlâ 15 lira. Çünkü iktidar Cüneyd Zapsu gibi tiplerin elinde…
***
Fındık bahçede 15, markette 80 lira. Çikolata olarak tüketmek isterseniz bunun birkaç katını ödemeniz lazım. Karadenizli fındık üreticisi dertli. Harmandan kaldırıp uluslararası tekellerin adamlarına teslim edecekler. Aldıkları paralarla gündelikçi yevmiyelerini ve girdi masraflarını ödeyecekler. El elde baş başta kalakalacak sonra.
Bir muamma daha var fındıkta. Neredeyse bütün kazancı fındığa ve çaya bağlı olan Karadenizli her seçimde koşup oyunu AKP’ye veriyor. Yani Cüneyd Zapsu gibi tipleri iktidarda tutanlar da onlar. “Eceli gelen inek, kasabın bıçağını yalarmış” diye bir özlü sözümüz var ama Karadenizliye yakıştırmam mümkün değil bunu. Uyanıktır Karadenizli, kasabın niyetini şıp diye anlar.
Nedir sebebi öyleyse?
“Yağmalanmış fındık bahçesindeki bok böcekleri” başlıklı yazıda anlatmıştık onu da. Bu akıldışı yağma düzeni köylüyü köylü, üreticiyi üretici olmaktan çıkarmakla başladı…
Ağır uykusundan uyanan bütün Karadenizli kardeşlerime selam. Fındığınıza, bahçenize, ağacınıza, börtü böceğinize, aklınıza sahip çıkın. Kısa bir süre yokum buralarda, görüşmek dileğiyle…
/././
Fındık ağacındaki emperyalist (30.11.2019)
Hikâye İtalya’nın Torino şehri yakınındaki küçük Alba Komününde başlıyor. Dünya ikinci büyük savaşla boğuşurken Ferrero ailesi Alba’daki küçük pastanelerini fabrikaya dönüştürme kararı veriyor. 1946’da kurulan fabrika üretimini kısa zamanda dışa açılacak kadar arttırıyor. Aile tarihine bakılacak olursa Piera ve Pietro’nun küçük oğulları Michele pastanede hamurlarla oynarken yeni ürünler “icat” ediyor, o ürünleri ihraç malına dönüştürüp, etkili bir satış ağı kuruyorlar. İtalya’nın büyük tekellerinden birinin temelleri böyle atılıyor.
Şirketin İtalya’daki başarısının ardından, boy atmış semirmiş olan Michele üretimi yurtdışına taşırmaya karar veriyor. Dışarıdaki ilk tesis 1956 yılında, savaşın harap ettiği Almanya’da açılıyor. Ardından Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İsveç, Birleşik Krallık, İrlanda ve İspanya. Takip eden yıllarda Kuzey ve Güney Amerika, Asya, Afrika, Avustralya, Çin ve yakın zamanlarda Türkiye. Ferrero böylece uluslar ötesi bir tekele dönüşüyor.
Bizdeki tekelleşme serüvenlerinin dönüm noktası dört yıl önce “yerli ve milli” fındık tekeli Oltan Gıda’yı satın almaları. O tarihten beri hızla büyüdüler, fındıkta tek karar verici merci haline geldiler. O fındığı işleyerek ürettikleri ürün markaları arasında Nutella, Kinder ve Ferrero Rocher var. Fındığı üreticiden yok pahasına alıyor, işleyip satıyor. Karadeniz fındığı içeren bu ürünler 170’ten fazla ülkede 112 milyon ailenin sofrasına giriyor.
Fındığa pahalı olduğu için ulaşamayan Türk halkı, Ferrero’nun ülkedeki 7 fabrikasında üretilen fındık türevi Nutella'ya ulaşabiliyor. Tekelci düzenin özeti budur. Sadece Manisa’daki fabrikanın kapasitesi 35 bin ton. O fabrikada iki bine yakın işçi Karadeniz fındığını Nutella’ya dönüştürmek için ter döküyor. Ülkedeki her üç haneden birine o ürün giriyor. Yani hem şirketin hammadde üreticisi hem de önde gelen tüketicisiyiz. Üretirken de tüketirken de sadece bir tekele hizmet ediyoruz.
Düşünün, Alba nere Giresun nere? Ferrero dünyayı bir fındık kabuğu kadar küçültünce Giresun ile Alba kardeş şehir olmuş. Alba’da yenilen hoşafın yağı Giresun’un yoksul köylülerinin kepçesinden geliyor çünkü. Bu bilinçle Alba'nın Altalanga köyünde 1968’de bir meslek okulu kurmuşlar. “Piera Cillario Ferrero Meslek Okulu” adını taşıyor. Uzun adına takılmayın, kısası “fındık okulu”dur. Fındığı biz üretiyoruz ama bizde fındık okulu yok. 1970’li yılların sonunda bu amaçla bir okul kurulmuştu Giresun’un banliyösünde. Daha ilk mezunlarını vermeden gelip kapısına kilit vurdular 12 Eylül’de. Öğrencileri arasındaydım. Komando yurdu oldu yatakhanemiz. Bahçesinde “her Türk asker doğar” sloganı eşliğinde talim yürüyüşü yapıyordu yaşıtlarımız. Bölgedeki Ferreo işgalinin arkasında işte böyle bir tarih var. Fındık ağaçları şahidimizdir.
***
Geçen yıl Ferrero Grubunun gerçekleştirdiği “global ve yerel sosyal sorumluluk projelerini” içeren raporu, İtalya'nın Ankara Büyükelçiliğinde düzenlenen programla açıklandı. Ferrero Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Aldo Kaslowski “Global İtibar Enstitüsü”nün (Evet böyle bir enstitü varmış!) 2019 değerlendirmesine göre Ferrero'nun dünyanın en saygın ilk 100 şirketi arasında 19. sırada yer aldığını anlattı övünerek. Katılımcılar alkışladı. Bununla yetinmeyen Kaslowski, kendilerini Türk fındığının elçisi olarak gördüklerini söyledi, Karadeniz Bölgesi'nde fındıkta kalitenin artırılması ve fındık çiftçilerinin sürdürülebilir bir gelir elde etmelerini sağlamak amacıyla “Ferrero Değerli Tarım Uygulamaları Programı'nı başlattıklarını” müjdeledi. Tuhaf bir dünya tekeller dünyası. Alba’dan gelip Giresun’da “değerli tarım dersi” vermişler.
Ziraat okulunu kapatırsın, halkının modern tarım tekniklerine ulaşmasını imkânsız hale getirirsin, Alba’lı Ferrero “değerli tarım uygulaması” başlatır, çiftçilerini eğitir.
***
Kim peki çiftçimizi eğitmekle övünen Aldo Kaslowski? 1937 doğumlu iş adamı. 1957’de Kaslowski aile şirketinde çalışma hayatına başlıyor. 1970’te Organik Holding’i kuruyor. 1977’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından “Cavaliere Ufficiale” nişanı ile taltif ediliyor. 1995’ten sonra TÜSİAD Dış İşleri Komisyonu Başkanı. Ardından Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkan Vekili. Sabancı Holding’in üst düzey yöneticisi. İlerlemiş yaşında Türkiye Ferrero’nun başına geçti. Halen TÜSİAD International Onursal Başkanlığı’nı yürütüyor. Türkiye’de yatırımları olan bir başka İtalyan şirket Pirelli’nin de Yönetim Kurulu Üyesi.
Fakat TÜSİAD’dan tanıdığımız esas Kaslowski o değil, oğlu Simone Kaslowski, TÜSİAD’ın son başkanı. Simone, babasının kurduğu Organik Kimya'nın patronu. Tekstil boyaları onun sorumluluğundaymış başından beri. Organik Kimya şirketinin, Rotterdam, Hollanda, Lugano, İsviçre ve İstanbul’da fabrikaları var.
Birkaç yıl önce ABD’de açılan ilginç bir davanın haberi düştü gazetelere. Davacısı dünyanın en büyük kimya şirketlerinden Dow Chemical’dı. Şirketin 180 ülkede faaliyetleri, 58 milyar dolarlık cirosu vardı. 1971’den bu yana Türkiye’de de faaliyet gösteriyordu. Dow’un dava ettiği şirket ise Organik Kimya’ydı. Oğul Kaslowski’nin yönettiği şirketti bu. 2010’da “Organik Kimya USA” adı altında ABD’de faaliyet göstermeye başlamıştı. Dow avukatları iki çalışanlarının Organik Kimya’ya transfer olmasıyla tescilli bilgilerinin bu şirketle paylaşıldığını savunuyordu. Organik Kimya bu transferin ardından iki yeni polimer bazlı ürün üretmiş, ardından ABD pazarına girmişti. Rekabet acımasızdı, çalışanların verdiği bilgilerin bile çok tehlikeli sayıldığı bir savaş alanıydı bu.
Yani fındığımızın efendileri, tekeller dünyasının ve elbette TÜSİAD’ın da efendileridir. “Fındık şunun şurasında” demeyin diye not ediyorum.
***
İşte bu Ferrero’nun Genel Müdürü Bamsı Akın geçtiğimiz yıl bir açıklama yaptı, “Model bahçelerde 80-100 kilogram civarında olan üretimin, kısa sürede 250 kilogramın üzerine çıkabileceğini gösterdik” dedi. Ferrero’nun 2018 yılında gerçekleştirdiği “global ve yerel sosyal sorumluluk” projelerinden biri de bu model bahçelerdi. Karadeniz’de 65 adet model bahçe oluşturmuşlardı. Bu bahçelerde 120 kişilik ekiple çalışma yapıyorlardı. Üretimi arttırmanın yolunu arıyorlardı.
Nedir bütün bunların anlamı tercüme edeyim. Fındık üretimimizi arttırmanın yolunu bulduğu için övünen Bamsı Bey, Türkiye’de fındık arz fazlalığı nedeniyle çiftçilerin ve ülkenin gelirlerinin artmadığı yönünde açıklamalarda bulunmuştu daha önce. Yani çiftçinin sorunu üretim eksikliği değil fazlalığından kaynaklanıyordu. Bu açıklamanın ardından İtalya, Türkiye’den gelen fındıkta tarım ilacı kalıntıları olduğunu ve kısıtlanması gerektiğini belirterek, AB nezdinde girişim başlattı. Bamsı Beyin efendileri fındık üretiminin düşürülmesini istiyorlardı.
Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık, “İtalya’nın bu davranışının iki nedeni olabilir, birincisi yurtdışına satış zorluğu yaratarak Türk fındığını çok daha ucuza kapatmak. İkincisi ise fındık piyasasında kendi çiftçilerinin daha yüksek kazançlar elde etmesini sağlamak” diyerek açıkladı durumu. Evet, aile başlangıçta Alba’da üretilen fındığı kullanıyordu. Kısa zamanda Alba’daki çiftçilerin tamamı Ferrero’nun birer işçisi haline getirildi. Türkiye’nin 16 şehrinde 770 bin hektarda fındık üretimi yapan 440 bin üretici benzer bir tehlikeyle karşı karşıya şimdi. Bu laf kalabalığının arkasında saklı olan şey bu. Ferrero’nun Hindistan, Güney Afrika ve Kamerun’da “sosyal sorumluluk” adı altında benzer uygulamaları hayata geçirdiği biliniyor. Türkiye’nin farkı bu şirketle iş birliği yapmak için can atan kompradorların sayısı ve niteliği.
Cüneyt Zapsu artık herkesin malumu. Bölge kalkınma ajansları ve bakanlıklar da hizmetlerini sunmak için şirketin önünde kuyrukta. AKP’li eski Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, “Karadeniz’de fındık bahçelerini toplulaştıracağız. Üreticiden kiralayacağız. Fındığı biz toplayacağız. Satıp parasını üreticiye vereceğiz. Devletin kiralayacağı bahçeleri, devlet özel sektöre de kiralayabilecek” diye özetlemişti vaktiyle hizmet planını. Konuşan Fakıbaba değil Ferrero’ydu aslında.
Önceki gün CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel anlattı bölgede atılan son adımları. Bir Cumhurbaşkanlığı yetkilisi Ferrero’nun talebi üzerine Ordu’da arazi arayışına girmişti. Adıgüzel şöyle açıkladı amacını; “Ne için biliyor musunuz? Bu Ferrero, ihracatçı birliklerinde var, çikolata sanayisinde var, tarlada var. Şimdi de kırma işine giriyor, natürel fındık işine, vagonculuğa, tüccarlığa soyunuyor.”
Ferrero emreder Saray yapar… Saray rejimi falan hepsi hikayedir. Marks’ın dediği gibi, Kral “mülkün sahibi benim” derken aynı zamanda “mülk sahibinin kral olduğunu” söylemek istemektedir!
***
Tekellerin emperyalist ordularla işgale giriştiği zamanlar çoktan geçti. Besledikleri bir avuç kompradorla ve onların uyuşturdukları kalabalıklarla yapıyorlar aynı şeyi. Karadeniz de işgal altında. Biz ise hem işgalcilerle hem de memurlarıyla mücadele ediyoruz. Demek ki Karadenizlinin fındığına sahip çıkması ile başlayacak her şey.
Kurtaracağız fındığı, yapacağız bunu, fındık ağaçları şahidimizdir!
Orhan Gökdemir / soL