22 Ağustos 2023 Salı

Dersimli göçmen kızdan aşırı sağla flörte: Dilan Yeşilgöz Zegerius'un portresi - (EMRE AYHAN-soL/Özel)

 Hollanda'nın müstakbel başbakanı, DİSK'li babanın göçmen kızı, artık 'Göçmenler Türkiye'de kalsın' diyen bir sağcı. Yeşilgöz'ün öyküsü, sağcılığa dair derslerle dolu.

Hollanda Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz-Zegerius, Hollanda’nın istifa eden son kabinesinin kurucu partisi olan ve son Başbakan Mark Rutte’nin başbakanlıktan istifasıyla liderliğinden de çekildiği VVD’nin (Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi) yeni lideri oldu. Bu gelişme ile birlikte Dilan Yeşilgöz-Zegerius için Hollanda'nın ilk kadın başbakanı olma şansı doğmuş oldu.

Dilan Yeşilgöz-Zegerius tek ve tartışmasız aday

Geçtiğimiz ay başlayan adaylık tartışmaları boyunca Dilan Yeşilgöz-Zegerius çok net bir açıklama yapmaktan kaçınırken, bu süreçteki potansiyel ve epeyce güçlü rakipleri daha sürecin başlarında birer birer liderlik koltuğuna talip olmadıklarını açıkladılar. Bu rakipler arasında RTL Nieuws yoklamasında parti üyelerinin yüzde 42 oranında adaylığını benimsediği BM Irak Özel Temsilcisi Jeanine Hennis, VVD 2. Meclis grup başkanı Sophie Hermans, eski bakanlardan Klaas Dijkhoff ve Edith Schippers bulunuyor. Adaylığını ilan eden tek isim olan eski Milletvekili André Bosman ise bir hafta sonra “parti yönetimini tercihlerinden dolayı kutlayarak” ve “10 yıldır tanıdığı, güçlü bir liberal olduğunu bildiği Dilan Yeşilgöz-Zegerius ile bir parti içi seçim yarışına girmenin ne partinin ne de Dilan’ın yararına olacağını düşündüğü için” VVD liste liderliği adaylığından çekildiğini duyurdu. Bu da zaten Dilan Yeşilgöz-Zegerius’u, resmî açıklamadan yaklaşık 1 ay önce rakipsiz tek aday konumuna getirmiş oldu.

Burada bir parantez açalım: Hollanda’da siyasi partilerin liste liderlerini belirleme şekli partiden partiye değişmekle beraber, çoğu partide liste lideri adaylığı geleneksel olarak parti yönetimi tarafından “önceden pişirilir”. Genellikle adaylar arasında görünür rekabet ya çok azdır ya da hiç yoktur. Arka plandaysa ya rekabetçi mücadele parti liderliği içinde daha önceki bir aşamada gayrı resmi olarak çözülmüştür ya da görevdeki liderin adaylığı tartışmasızdır. Bu durumda Dilan Yeşilgöz'ün parti liderliğinin daha önceden belirlenmiş ve VVD'nin Başbakanlık için proje adayı olduğunu söylemekte sakınca yok.

Özgeçmişi ve politik kariyeri

De Telegraaf gazetesine 2023 Temmuz ayında vermiş olduğu bir röportajda "Artık içerik ve bilgiye hızlı bir şekilde hakim olmak da dahil olmak üzere bir yığın deneyim taşıyorum. Bu da bana üzerinde ilerleyebileceğim sağlam bir temel sağlıyor," diyen Dilan Yeşilgöz’ün yaşam öyküsü ve politik özgeçmişinden önemli başlıklar şöyle:

Hollanda'ya geliş

1977 Ankara doğumlu olan Dilan Yeşilgöz, 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nda (DİSK) görevli olan Tunceli doğumlu sendikacı Yücel Yeşilgöz’ün kızıdır. Babası 12 Eylül darbesinin hemen ardından, 1980 yılında Türkiye'den kaçarak Hollanda'da sığınma talebinde bulundu. Dilan Yeşilgöz de 1984 yılında annesi ve kız kardeşiyle birlikte kaçak bir tekneyle Yunanistan’ın Kos adasına geçti ve oradan Hollanda hükümetinin organizayonuyla bir mülteci olarak Hollanda’ya geldi.

Kariyer

Amsterdam VU Üniversitesi'nde sosyal ve kültürel bilimler alanında öğrenim gören Yeşilgöz, 2003 yılında Kültür, Organizasyon ve Yönetim alanında yüksek lisans derecesini aldı. Daha sonra Amsterdam Belediye Yönetimi'nde güvenlik ve bakım konusunda idari danışman olarak görev yaptı. Aynı zamanda 2014-2017 yılları arasında VVD listesinden Amsterdam belediye meclis üyeliği yaptı. Bu esnada 2015 yılında kısa bir süre PowNed'in Studio PowNed programında yorumculuk yaptı.

2017’de VVD milletvekili olarak Hollanda 2. Meclisi'ne giren Dilan Yeşilgöz, o tarihten itibaren politik kariyerinde hızlı bir yükseliş gösterdi. Önce 2021 yılında 3. Mark Rutte kabinesinde Ekonomik İşler ve İklimden sorumlu Devlet Bakanı olarak atandı. Ardından Ocak 2022'de 4. Mark Rutte kabinesinde Adalet ve Güvenlik Bakanı olarak yemin etti.

Bir zamanlar göçmenliğini pazarlarken...

Meclis kariyerinden önce köşe yazarlığı da yapan Yeşilgöz’ün, üniversiteden kısa süre önce mezun olmuş yeni bir siyasetçiyken politik arenadaki ilk durağı olan Sosyalist Parti'nin (SP) bir yayın organında 2004 yılında yazdığı “Ben… bir mülteciyim” başlıklı makale, bugünle taban tabana zıt düşünceleri nedeniyle tekrar gündeme geldi. Söz konusu makalede Yeşilgöz, Hollanda’nın o günkü (kendi göç ettiği yıllarda, yani 1980’lerin ilk yarısı) mülteci politikası sayesinde bu ülkeye gelebildiğini, halbuki 2004 yılında bir mülteci olarak Hollanda’ya gelmiş olsa şu anda bir mülteci toplama merkezinde geri gönderileceği günü beklemekte olacağını ileri sürüyor:

“Bir zamanlar, sığınmacılara insan muamelesi yapan bir ülke vardı. O ülkenin adı Hollanda'ydı. Ben yedi yaşında küçük bir kızken, annem ve üç yaşındaki kız kardeşimle birlikte Türkiye’deki rejimden dolayı ülkeden kaçmak zorunda kaldığımızda, Hollanda hükümeti bizi kendisi davet etti; hatta KLM’den uçak biletlerimizi bile ödedi... Ben ve kız kardeşim hemen okula gidebildik ve ailem hemen Hollandaca öğrenme imkânlarına kavuştu. Komşular ve öğretmenlerimiz tarafından kabul gördük ve kısa sürede arkadaşlar edinebildik. Biliyorum, bana inanmıyorsunuz ama bu hikaye gerçekten yaşandı!

“Üniversite öğrenimim sırasında yavaş yavaş, Hollanda'ya gelen mültecilerin aniden üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gördüğünü keşfettim. 'Hepsi talih avcısı' deniyordu onlar için. Oysa talih, mutluluk, ailenizin ve arkadaşlarınızın olduğu, kendinizi evinizde hissettiğiniz yerde karşınıza çıkar. Kimse eğlence olsun diye evini terk etmez, ben de dahil. Bütün bunları görünce git gide çok şanslı olduğumu fark ettim. Eğer 15 yıl sonra kaçmış olsaydık, şimdi bu yazıyı yazamıyor, bir mülteci kampında oturuyor ve sınır dışı edileceğim anı bekliyor olacaktım. Hollanda'da elde ettiğim fırsatları diğer mültecilere de sunmak isterim.

“Onların (mültecilerin) hayatlarının yıllarca durduğunu, bir mülteci kampında öylece beklediklerini çoğu zaman unutuyoruz. Halbuki orada muazzam miktarda yaşama sevinci, bilgi ve tutku saklı!”

Vakti gelince göçmen düşmanlığı

2017 yılına geldiğimizde, karşımızda “evrimini tamamlamış” bir politikacı var. Merkez sol Sosyalist Parti'den kopmuş, merkez sağ VVD'ye geçmiş taze bir milletvekili olan Dilan Yeşilgöz Zegerius’un görüşleri, partisinin görüşlerine uygun biçimde değişime uğramış görünüyor. Temmuz 2017’de vermiş olduğu bir röportajda şöyle söylüyor:

“Ailem başkalarının haklarını savunagelmişti. Bunu yapmak zorunda değillerdi ama yine de her şeylerini riske atarak yaptılar. Bunun benim üzerimde büyük bir etkisi oldu.”

Kendisi de bir tekne ile Yunanistan’a oradan da Hollanda’ya iltica eden birisi olarak “Avrupa’ya geçiş yapmaya çalışan diğer botları gördüğünüzde, ne düşünüyorsunuz?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Çok ağır ve zor. Biz 1990'larda karşıya geçerken bugünkü sayılar yoktu. Birkaç yıl önce Bodrum'a geri döndüm. Kendim görmek istedim. Orada Dominik Cumhuriyeti'nden geldikleri ortaya çıkan sığınmacılarla konuştum. 'Akışına bırakacağız ve nereye kadar gidebileceğimize bakacağız' dediler. Onları anlıyorum ama bence bu çok kötü: Burada sadece zulüm gören ya da savaştan kaçan insanlar söz konusu değil, aralarında böyle acılarla ilgisi olmayan pek çok göçmen var. Bu nedenle Malik Azmani'nin planını her zaman destekledim: mümkün olduğunca çok göçmeni bulunduğu yerde barındırmak."

Batılılaşmış göçmenin çözümü: Bırakın Türkiye'de falan kalsınlar

Malik Azmani, bir diğer VVD milletvekili. Azmani 2015 yılında, Hollanda’ya ve batı Avrupa’ya artan göçü önlemek için bir plan hazırladı ve hem ulusal düzeyde hem AB düzeyinde sundu. Ancak Malik Azmani’nin planı, Yeşilöz’ün vurguladığının aksine, sadece ekonomik sorunlar nedeniyle göç edenleri değil, tüm göçmenleri kapsıyor. Azmani’nin 2015’teki kendi sözleriyle:

“VVD, her gerçek mültecinin güvenli bir sığınma hakkına sahip olduğuna inanmaktadır…Ancak mülteciler neden güvenli bir sığınak bulmak için Avrupa'ya kadar gitmek zorunda? Avrupa olarak bölgede güvenli sığınaklar yaratmak için yatırım yapmalıyız. Şu anda Avrupa'da kabul için harcadığımız para orada çok daha verimli bir şekilde harcanabilir. Çözümün sürdürülebilir olması için VVD, bu güvenli sığınakların bulunduğu ülkelerin mültecilere oturma izni yoluyla o ülkelerde bir yaşam kurma fırsatı da sunmasını istiyor. Çoğu Afrika ülkesi, zaten Afrika Mülteci Sözleşmesi'ni imzaladığından bunu yapmakla yükümlüdür. Ek olarak da bu şart hem ikili hem de AB kaynaklı kalkınma yardımlarının verilmesi için bir kriter haline getirilebilir. Ticaret anlaşmaları, muafiyetler ve vize hükümleri de bu sığınma politikasına gösterilecek işbirliğine bağlı kılınabilir… Avrupa müşterek sığınma politikasıyla uluslararası mülteci hukukunun özüne dönmeliyiz. Bu da ilke olarak sadece Avrupalı mültecilere Avrupa'da sığınma hakkı tanıyacağımız anlamına gelmektedir.”

Yeşilgöz Zegerius'a geri dönelim. “Solun şöyle bir iddiası var: Liberaller daha katı bir göç mevzuatından yanalar ama yoksulluğun azaltılması ve iklim sorunu konusunda hiçbir şey yapmıyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusuna yanıt olarak şöyle diyor aynı röportajda:

"Bu doğru değil. Mesela Suriye'ye yapılan müdahaleler oraya istikrar getirmek için yapılıyor. Solun bir kısmıysa bunu desteklemiyor. Uzun bir süre boyunca gelen göçmenlerin sayıca az olduğu, bir zararı olmayacağı yönünde bir hava hakimdi… Ben Kalkınma İşbirliği Sözcüsüyüm. Bizim küçük ülkemizden (Hollanda) çok büyük miktarlarda para, iyi bir şeyler yapılsın diye başka yerlere gidiyor. Bence Kalkınma İşbirliği iyi niyetlerin gelişigüzel bir toplamından daha fazlası olmalı: odaklanmalı ve bir çıkış stratejisine sahip olmalısınız."

Yeşilgöz Zegerius, “Peki siz İşçi Partisi ve Yeşil Sol Parti üyesiyken size farklı davranıldı mı?” sorusuna yanıt olarak şöyle diyor:

“Solda, doğduğun yer başlı başına bir konu. O zaman da insanlar senin her türlü alanda belli bir dezavantaja sahip olduğunu varsayıyor. Çok ataerkil bir yaklaşım. Oysa kökenim ancak ben uygun bulursam bir konuyla alakalandırılabilir. Yirmi yıl önce Amersfoort'un bir mahallesinde Faslı gençlerle ilgili sorunlar vardı. Bana dönüp soruyorlardı: Yahu bunu bize biraz yorumlayabilir misin? Neden ben? Halbuki ben kendimi (göçmen değil) Amersfoortlu hissediyordum.”

'Bana kalırsa ben asla bir göçmen olmadım'

Yirmi yıl önce Amersfoort'ta Sosyalist Parti yönetim kurulu üyesiyken sahip olduğu fikirleri yıllar içinde gözle görünür biçimde değişen Dilan Yeşilgöz, 2022 yılı aralık ayında verdiği bir demeçte kendi mültecilik deneyimini bu kez tamamen farklı bir perspektiften, “demokratik hukuk devletinin korunmasının gerekliliği” üzerinden anlatıyor:

“…Bir gün annesi (Ankara’da oturdukları) apartmanın koridorunda kendi resminin de bulunduğu bir arananlar ilanı görür: 'İste o zaman kaçmamız gerektiğini anladı.”

Bu olay, demokratik hukuk devletini korumanın ve savunmanın önemi ve bunun zayıflatılmasının tehlikeleri konusundaki görüşlerini pekiştiren bir etki yapmış. Hollanda'daki yaşamı üzerine konuşurken Dilan Yeşilgöz şöyle diyor: “Bana kalırsa ben hiçbir zaman göçmen olmadım, böyle bir şey söz konusu bile değil. Hiçbir zaman da istisna olmadım. Bu tür kimlik politikalarıyla da hiçbir alakam yok, ilgilenmiyorum. Yani bir göçmene, bir ten rengine, bir doğum yerine indirgeniyorsunuz. Böylece bir kutuya hapsediliyorsunuz. Sonrasında da bu arka planınıza uygun hareket etmek ve tepki vermek zorundasınız. Bunu her zaman dehşet verici ve ayrımcı bulmuşumdur.”

Ancak yine de mülteci olarak geçmişinin onu nasıl şekillendirdiğini her geçen gün daha fazla görüyor. AD'nin hafta sonu dergisi Mezza'da "Türkiye beni incitmiş olan bir ülke" diyor.

Sosyalist Parti’den liberal VVD’ye uzanan yol

Yeşilgöz siyasi olarak kendini ait hissettiği yeri bulmadan önce epeyce araştırma yapmak zorunda kaldı. SP (Sosyalist Parti), PvdA (İşçi Partisi) ve GroenLinks'e (Yeşil Sol Parti) üye olduktan sonra VVD'de (Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi) karar kıldı.

26 yaşındaki Yeşilgöz 2004 yılında Amersfoort'ta SP yönetim kurulu üyesi olmuştu. O zamanlar SP'yi seçme sebebini Hollanda'daki mültecilerin durumundan endişe duyması olarak ifade ediyor: "Ben ve ailem son derece şanslıydık. Kız kardeşim ve benim okula gitmemize izin verildi, ailemin hemen Hollandaca öğrenmesine izin verildi ve çevremizdeki insanlar tarafından kabul gördük. Bu nedenle SP ile mültecilerin yaşamlarında bir fark yaratmayı umuyorum" diye yazıyor partinin yerel bülteninde.

Ancak SP’deki faaliyeti uzun soluklu olmadı. Kısa süren yönetim kurulu görevinden sonra kısa süre içinde PvdA'ya ve ardından GroenLinks'e geçti ve sonunda Amsterdam'a taşınarak VVD'ye kapağı attı. 2014-2017 yılları arasında belediye meclis üyeliği yaptı ve burada suç ve emniyet gibi konularda sert görüşlere sahip, keskin ve medyaya hâkim bir politikacı imajı oluştu.

Devrim değil evrim

VVD senatörü ve Dilan Yeşilgöz-Zegerius’la bir dönem yakın çalışan Eric van der Burg "Dilan’ın düşüncelerinde bir devrim değil, bir evrim oldu" diyor. Dilan Yeşilgöz-Zegerius’u "Bireysel özgürlüklere çok bağlı” diye niteleyen VVD senatörü onu sert, odaklanmış ve hırslı biri olarak tanımlıyor.

Bir devlet memuru olarak fikrini söylemekten korkmayan biri olarak 2014 yılında belediye meclisine seçilmesi çok az kişi için sürpriz oldu deniyor. Eski siyasi danışmanı Bas Koops ise “Biz mükemmel bir ikiliydik” diye tanımladığı Yeşilgöz’ü şu sözlerle anlatıyor: “Dilan'ın bir şeyleri değiştirmek için büyük bir tutkusu vardı. Bu nedenle sokakta kadınlara yönelik tacizle mücadele gibi görece önemsiz konuları bile gündeme getirebiliyordu. Konseydeki insanlar bu konuda oldukça alaycıydı ama Dilan için bu bir prensip meselesiydi.”

1814'ten beri hukukçu olmayan ilk adalet bakanı

Dört yıllık milletvekilliğinin ardından 2021 yılında ilk bakanlık görevini kazanan Yeşilgöz, 3. Mark Rutte kabinesinden tükenmişlik sendromu nedeniyle ayrılan önceki bakanın yerine, Ekonomik İşler ve İklim Değişikliğinden Sorumlu Devlet Bakanı olarak atandı.

Ancak bakanlık kariyeri için kısa denilebilecek bir süre sonra Yeşilgöz’ün adalet bakanı olacağı açıklandığında eleştiri yağmuru başladı. Eleştirilerin en dikkat çeken sebebi, Yeşilgöz’ün 1814'ten bu yana hukukçu olmayan ilk adalet bakanı olacak olmasıydı.

Bu durum basında, özellikle hukukçular arasında son derece eleştirel bir şekilde yorumlandı. Bir hukukçunun bir talk-show programında sarf ettiği şu sözler dikkat çekici: "Korkarım ki bu bakan kendi memurlarından çok koalisyon anlaşmasına ve VVD'nin rotasına uyacak".

VVD’nin 'sağ kanat yerel politikacısı'

Yeşilgöz, meclis üyesiyken bile, yerel bir siyasetçi için alışılmadık bir şekilde düzenli olarak ulusal televizyona çıktı. Örneğin 2015 ve 2016 yıllarında, kendisine popülist damgası kazandıran talk-show programı Studio PowNed'de düzenli olarak yorumculuk yaptı.

Ulusal ve yerel basınla ilişkilerini her zaman diri tutan, hem politik hem de özel yaşamını basınla aktif bir şekilde paylaşan ve kendini “kontrol takıntılı” diye niteleyen Dilan Yeşilgöz, politik anlatısında her zaman “kanun ve düzen”e ve “sıkı çalışma”ya geniş ve özel bir yer veriyor.

Daha Amsterdam belediye meclisi üyeliği sırasında, güvenlik konusunda, kamusal alanlarda daha fazla güvenlik kamerası ve emniyet güçlerinin “önleyici arama” adı altında sokakta rastgele kontrol yapabilmek için yetkilendirilmesi gibi görüşleri savunmaktaydı. O dönemde sokakta kadınlara laf atılmasının cezaya tabi hale getirilmesi onun en ünlü başarısı oldu.

Faşist Wilders'le 'güzel ve keyifli' sohbetler

Daha sonrasında, milletvekili olarak da sert açıklamalarıyla öne çıkmaya devam etti. Örneğin Yeşilgöz, Hollandalı IŞİD mensuplarının mülteci ya da tutuklu olarak bulundukları ülkelerde (örneğin Türkiye’de) yargılanmaları gerektiğini, bu kişilere idam cezası verilmesini kabul edilebilir bulduğunu ve IŞİD'li Hollanda vatandaşlarının çocuklarının Hollanda'ya dönmesini istemediğini söylemişti. Bu görüşleri nedeniyle diğer koalisyon partileriyle karşı karşıya gelen Yeşilgöz, bu nedenle bazı siyasi rakipleri tarafından aşırı sağcı PVV’nin “angaryasını üstlenmekle” suçlandı.

Bu benzetme yersiz değildi. Dilan Yeşilgöz, 2022 ocak ayında, daha bakanlığının ilk haftasında aşırı sağcı ve ırkçı PVV’nin lideri Geert Wilders ile, kendi beyanıyla “güzel ve keyifli” bir görüşme gerçekleştirdi. Henüz Dilan Yeşilgöz’ün adalet bakanlığı resmîleşmeden önce Wilders “Adalet Bakanlığı'nda Türk kökenli bir VVD'li. Şu andan sonra ancak yakın korumalarımı geri çekmemelerini umabilirim. Çünkü böyle bir kişi tabii ki beni toprak altında görmeyi tercih edecektir” şeklinde bir tweet atmıştı. Dilan Yeşilgöz’ün Wilders'le görüşmesinde bu tweet gündeme geldi mi bilinmiyor, hatta görüşmenin hiçbir bölümü net olarak bilinmiyor. Ancak görünen o ki, Yeşilgöz’ün geçen bir buçuk yıl içinde hem söylem olarak hem de VVD içinden PVV ile iş birliği arayan Brekelmans gibi isimlere gösterdiği zımni destek, mülteci politikası ve adi suçlarla mücadele konularında PVV’yi aratmayacak adımlar atıyor olması, kendisinin “sağ kanat temsilcisi”, “VVD içindeki PVV” gibi iddialara muhatap olmasıyla sonuçlanıyor.

Hakkındaki eleştiriler

VVD liderliğine tek aday olarak adı açıklandıktan sonra, Dilan Yeşilgöz-Zegerius, sağa prim veren söylemleri, kritik siyasi konularda geçmişten bugüne sert bir dönüşüm geçiren tutumları ve kendisinin göçmen olarak nitelenmesine şiddetle karşı çıkmasına rağmen, hemen hemen her röportajında üstüne basa basa kendi mülteci geçmişini aktarması ve onun üzerinden kendi politik konum ve tutumlarını açıklaması çeşitli çevrelerde tepki topluyor.

Diğer yandan, politik yaşamının başlarında, mültecilerin kendi geldiği dönemdeki gibi karşılanması ve imkanlar sunulmasını savunan Yeşilgöz, son yıllarda verdiği röportajlarda ısrarla, sığınmacıların -ve genel olarak göçmenlerin- çok çabuk “mağdur” olarak görüldüğünü söyledi. Kendi ifadesiyle dehşet verici bu durumun en büyük antiteziyse yine VVD'nin bireysel kurtuluşa dayalı ideallerine uygun, sorunsuz bir kariyer sahibi olabilmiş olan kendisi.

Ancak buna karşı öne sürülen iddia, bu anlatıda çeşitli faktörlerin göz ardı edildiği. Bunlar arasında babasının akademik düzeyde eğitim sahibi olması, annesinin de eğitimine devam etmesine ailece müdahale edilmemiş olması ve ailesinin bağnaz olmaması gibi ailevi faktörlerin yanı sıra, ailesinin bulunduğu sosyal çevrede cinsiyetler arası fırsat eşitliğinin kabul görmüş olması gibi çevresel faktörler sayılıyor. Diğer yandan, Hollanda’da da kız çocuklarını mümkün olan en kısa sürede okuldan almaya çalışan, bu çocukların okulda gecçn yıllarında da zaten evde ders çalışabilmek için müsait fiziksel/düşünsel ortamı olmayan aileler olduğu gerçeği vurgulanıyor. Buna ek olarak, toplumda her hâlükârda, daha az iddialı, daha az özgüvenli ve daha az sözünü söyleyebilen kız çocuklarının da bulunduğu, bunların aynı imkanlardan aynı ölçülerde yararlanıp yararlanamadığının sorgulanması gerektiği belirtiliyor.

Kimi gazeteciler ve yorumcular, Hollanda'nın ilk kadın başbakanı olması kuvvetle muhtemel olan Dilan Yeşilgöz’ün, siyasi anlamda tam olarak neyi temsil ettiğinin hala belirsiz olduğunu iddia ediyor. Bu iddianın temeli, Yeşilgöz’ün gerek 2. Meclis milletvekilliği gerekse de bakanlığı süresince aşırı sağcı PVV partisi üyeleriyle geliştirdiği samimi ilişkiler ve örtüşen politik tutumları ve söylemleri. Söz konusu söz ve eylemlerin, sağcı seçmeni memnun etmek için kullanılan bazı jestlerden mi ibaret olduğu, yoksa PVV ile bir flört ve dolayısıyla Dilan Yeşilgöz-Zegerius liderliğindeki VVD'nin yakında Geert Wilders'ın aşırı sağcı partisi PVV’yle koalisyon kurmaya istekli olacağının bir işareti mi olduğu, bu çevrelere göre hala belirsizliğini koruyor.

Hollanda’daki sağ yönelimli Türk çevreleri arasında da Türk göçmen kimliği ve Türkiye hükümetiyle ilgili sert ifadeleri nedeniyle olumsuz yorumlar alan Dilan Yeşilgöz’ün VVD lideri ve dolayısıyla bir sonraki Hollanda başbakanı olması durumunda bu çevrelerle ilişkisi ve bu çevrelerin görüşlerini biçimlendiren kaynakların kendisine karşı tutumu merak konusu.

Kısa Özgeçmişi

1977- 18 Haziran Ankara doğumlu

1984 – Annesi ve kardeşiyle birlikte Hollanda'ya daha önce iltica etmiş olan babasının yanına geldi ve Amersfoort'a yerleşti.

2003- Amsterdam VU Üniversitesi'nde kültür, organizasyon ve yönetim alanında eğitimini tamamladı

2003-2004 SP (Sosyalist Parti) Amersfoort il örgütünde Yönetim Kurulu üyesi

2006-2014 Amsterdam Belediyesi İdari Danışmanı

2014-2017 VVD Amsterdam belediye meclis üyesi

2017-2021 VVD milletvekili (2. Meclis)

2021- Ekonomik İşler ve İklim Değişikliğinden Sorumlu Devlet Bakanı

2022-halen Adalet ve Güvenlik Bakanı

(EMRE AYHAN-soL/Özel)


21 Ağustos 2023 Pazartesi

KISA KISA GÜNDEM - 21 AĞUSTOS 2023 -

TKP Sarayburnu'nda resepsiyon veren ABD savaş gemisini protesto etti (soL) 

ABD Donanması'nda 6.Filo'ya bağlı olarak görev yapan sancak ve komuta gemisi USS Mount Whitney, olağan ziyaret kapsamında yaklaşık 300 kişilik ekibiyle İstanbul'a gelmişti. Sarayburnu'na demirleyen savaş gemisinde bugün resepsiyon düzenlendi. TKP İstanbul İl Örgütü, geminin Sarayburnu'nda resepsiyon vermesini bugün Galata Köprüsü'nde protesto etti. Eylemde, 'ABD defol bu memleket bizim!', 'Emperyalistler, işbirlikçiler, korkun TKP görev başında' sloganları atıldı.

Tiyatroda imam hatip kayırmacılığı(Serkan Meriç-Birgün)

Hükümet, tiyatrolara verdiği desteklerde muhaliflerin üzerini çizdi. Ödenekler yolu imam hatiplerden geçenlere gitti. En çok payı alan 1001 Sanat’ın sahibi Kerem Yılmaz’ın ise Fatih İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu belirtildi.

Özel tiyatrolara verilen devlet desteği yıllardır tartışılıyor. Bilhassa 2013 Gezi Direnişi’nin ardından devletin muhalif tiyatro topluluklarının üstünü çizmesi, bu tartışmaları alevlendirdi. Kürt tiyatro toplulukları da yıllardır bu destekten faydalanamıyor. Özel tiyatrolar çok kısıtlı imkanlarla yaşamaya çalışırken, ödenekli tiyatroların bütçesi ise her geçen yıl artıyor. Örneğin; Devlet Tiyatroları’nın 2023 yılı bütçesi, yaklaşık 1 milyar TL civarında. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün özel tiyatrolara verdiği destek ise sadece 32 milyon TL… Üstelik bu destek de “asrın müjdesi” olarak sunuldu. Ortalama bir özel tiyatronun aldığı destek miktarı 60-70 bin TL civarında. Sadece ortalama rakamlardan bahsedebiliyoruz, zira Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, uzun bir süredir hangi tiyatroya ne kadar destek verildiğini açıklamıyor. Bu gizlilik, destek sürecinin şaibeli bir şekilde yürütüldüğü iddialarını da artırıyor.
(1001 SANAT FARKI!) 
Son açıklanan destek paketiyle ilgili tartışmalar da sürüyor. Örneğin; en çok payı alan topluluğun 1001 Sanat olduğu, bu topluluğa 250 bin TL yardım yapıldığı iddiaları tiyatro kulislerinde uzun süredir konuşuluyor. 2005’te Kerem Yılmaz tarafından kurulan 1001 Sanat topluluğu, daha önce de sahte şirket kurarak bakanlık desteğinden faydalanmasıyla gündeme gelmişti. Pandemi sürecinde bu topluluğun adı tiyatrocular arasında tekrardan tartışma konusu oldu. İddialar, Kerem Yılmaz’ın kurduğu “Özel Tiyatrolar Girişimi” üzerinde şekilleniyor. Yılmaz’ın öncülüğünü yaptığı bu girişim, pandemi sürecinde de bakanlık ile pek yakın ilişki içerisindeydi. O süreçte Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un danışmanlığını üstlenen, kısa bir süre önce de Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma Eğitim Genel Müdürü olan Selim Terzi ile Yılmaz’ın yakın ilişkisi 1001 Sanat’ın en yüksek desteği almasında en önemli etken olarak öne sürülüyor. Terzi ile Yılmaz’ın yolunun Fatih İmam Hatip Lisesi’nden geçtiğini belirtelim(ORGANİZASYONLAR ŞİRKETE) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ilkini geçen yıl düzenlediği Kültür Yolu Festivalleri ise Yılmaz’la ilgili tartışılan bir diğer husus. 11 şehirde düzenlenen festival kapsamındaki konser, oyun, gösteri gibi birçok organizasyonun Yılmaz’ın şirketine verildiği öne sürülüyor. Yılmaz’ın bu festivallerde birden çok gösteri ile nasıl yer aldığı da tartışmalı… Çünkü Bakanlık, bu festivalle ilgili ne bir başvuru süreci yürüttü ne de ihale açtı. Tiyatrocular, Yılmaz’ın oyunlarının festivalin düzenlendiği hemen her ilde yer almasıyla ilgili ahbap-çavuş ilişkisine işaret ediyor. Öte yandan deprem bölgesindeki etkinliklerinin birçoğunun da Yılmaz’ın öncülüğünde kurulan Özel Tiyatrolar Girişimi tarafından tertip edildiği de biliniyor. Yılmaz’ın bir diğer Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olan Özgül Özkan Yavuz ile de yıldızının bir türlü barışmadığını kaynaklarımız aktardı. Yavuz’un, söz konusu yardımlardaki kayırmacılık nedeniyle Yılmaz’a mesafeli davrandığı, birçok toplantıda selam dahi vermediğini öğrendik. Bu gelişmelerden sonra Yılmaz ile ilgili AKP’ye yakın kimi basın kuruluşlarında çıkan haberler de dikkat çekiciydi. O haberlerde Bakan Yardımcısı Yavuz’un “sağcı tiyatroculara selam vermediği” belirtiliyordu. Saray rejiminin yarattığı kayırmacılığın en önemli örnekleri özel tiyatrolara yönelik devlet desteklerinde bir kez daha görülüyor.  İddialar elbette aktardıklarımızla sınırlı değil. Bakanlığın destek paketleriyle ilgili neden şeffaf davranmadığı yıllardır tartışılıyordu. Şeffaflık sağlanmadığı takdirde şaibelerin daha da artacağı ortada.

AKP'li belediye başkanından yandaşa 'tramvay' ihalesi(Rıfat Kırcı-Cumhuriyet)

İzmir Menemen Belediyesi’nde, AKP’li Aydın Pehlivan’ın göreve gelmesinin ardından şüpheli ihaleler devam ediyor. Menemen Belediyesi liman ihalelerinde yolsuzluk yapıldığı suçlamasıyla tutuklanan Mahmut Can Bayoğlu’nun şirketine nostaljik tramvay ihalesi verdi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/akpli-belediye-baskanindan-yandasa-tramvay-ihalesi-2110756)

Bu kadar da olmaz! Rektör üniversiteye kaçak inşaat yaptırdı(Ahmet Kaya-Sözcü) 
Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın, duyanlara “Yok artık, devlet bunu yapar mı” dedirten bir icraata imza attı. Kaçak olarak yaptırdığı 5 dükkanlık ticari kompleksin inşaatı durdurulup yıkım kararı verildi, 388 bin TL para cezası kesildi.(https://www.sozcu.com.tr/2023/gundem/bu-kadar-da-olmaz-rektor-universiteye-kacak-insaat-yaptirdi-7778664)

Milli güreşçi Alperen Berber 20 yaş altında dünya şampiyonu oldu (soL)

Ürdün'de düzenlenen 20 Yaş Altı Dünya Güreş Şampiyonası'nın son gününde milli sporcu Alperen Berberaltın madalya kazandı. Türkiye Güreş Federasyonundan yapılan açıklamaya göre, başkent Amman'daki organizasyonda Alperen, grekoromen stil 82 kilo finalinde İranlı Yasin Ali Yazdı'yı 9-1 teknik üstünlükle mağlup ederek dünya şampiyonu oldu. Organizasyonun son gününde ayrıca grekoromen stilde 67 kiloda Azat Sarıyar, 72 kiloda da Muhammed Ali Göçmen bronz madalya elde etti. Türkiye, 20 Yaş Altı Dünya Güreş Şampiyonası'nı 1 altın, 1 gümüş ve 5 bronz olmak üzere 7 madalyayla tamamladı.

A Milli Kadın Voleybol Takımı ikinci maçını da kazandı (soL)

A Milli Kadın Voleybol Takımı2023 CEV Avrupa Şampiyonası C Grubu'ndaki ikinci maçında Azerbaycan ile karşılaştı. Milli Takım karşılaşmayı 3-0 kazandı. A Milli Kadın Milli Voleybol Takımı, 2023 Avrupa Şampiyonası'ndaki ilk maçında İsveç'i de set kaybetmeden geçmişti.

Belcekız Plajı da kiralandı: Giriş gelecek sezon ücretli olacak (soL)

Muğla'nın Fethiye ilçesinde bulunan Ölüdeniz'in Babadağ’ın yakınında yer alan dünyaca ünlü Belcekız Plajı kiraya verildi. Patronlar Dünyası'nın haberine göre; 3 kilometre uzunluğundaki Belcekız Plajı, Kırtur Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Kıran tarafından kiralanırken, Kıran'ın iktidara yakın bir isim olduğu konuşuluyor. Kiralanan yerin sadece plaj olmadığı öğrenilirken, plajın önündeki yürüyüş yolları ve yeşil park alanlarının da kiralanan alan içinde olduğu belirtildi. Kıran'ın sezon bitiminde bölgede çevre düzenlemesi yapacağı öğrenildi. Bu sezon plajın giriş ücreti bulunmazken, çevre düzenlemesi sonrasında plaja girişin ücretli olacağı belirtiliyor. Babadağ’dan uçan yamaç paraşütlerinin ineceği alanın da kirayla kullandırılacağı iddia ediliyor. Böylece yamaç paraşütçüleri iniş için Kırtur’a bir bedel ödeyecek.

Yozgat'ta otobüs kazasında ölen 12 kişinin kimliği belli oldu(Cumhuriyet)

Yozgat’ın Sorgun ilçesinde meydana gelen otobüs kazasında hayatını kaybeden 12 kişinin kimlikleri belli oldu. Sivas'tan İstanbul'a seyreden Kamil Koç Turizm'e ait, A.T. yönetimindeki 58 ADA 924 plakalı yolcu otobüsü, Sivas-Yozgat kara yolunun Mükremin Kavşağı yakınında kontrolden çıkıp karşı şeride geçerek şarampole düştü. İhbar üzerine olay yerine, sağlık, polis, jandarma ve AFAD ekipleri sevk edildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/son-dakika-yozgatta-otobus-kazasinda-olen-12-kisinin-kimligi-belli-oldu-2110817)

İktidarın keşfi kur korumalı mevduat için şimdi de kısıtlama kararı (Ali Can Polat-Cumhuriyet)

İktidarın tüm uyarılara karşın yaşama geçirdiği kur korumalı mevduatın (KKM) bilançosu gün geçtikçe ağırlaşıyor. KKM’nin toplam büyüklüğü 125 milyar dolara yaklaştı. Yükü ise 400 milyar TL’yi aştı. Merkez Bankası gece yarısı düzenlemesiyle bankalara KKM’leri TL mevduata dönüştürme hedefi koydu. Ekonomistler, “KKM’yi eritmenin de bir maliyeti olacak. Orta vadede döviz kurunda artış yaşanacak, banka kârları düşecek ve yeni ek vergiler gelecek” dedi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu ülke böyle bir ekonomik yıkım ve soykırımla daha önce hiç karşılaşmadı” tepkisini gösterdi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/iktidarin-kesfi-kur-korumali-mevduat-icin-simdi-de-kisitlama-karari-2110766)

KKM kararının ardından borsada sert düşüş(Birgün)

Cuma günü satış ağırlıklı bir seyir izleyen Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksi, Resmi Gazete'de yayımlanan KKM kararının ardından yeni haftaya yüzde 0,89 azalışla 7.446,35 puandan başladı. Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksi, haftaya yüzde 0,89 azalışla 7.446,35 puandan başladı. Resmi Gazete'de yayımlanan düzenlemenin ardından açılışta BIST 100 endeksi, önceki kapanışa göre 66,94 puan azalışla ve yüzde 0,89 değer kaybetti. Cuma günü satış ağırlıklı bir seyir izleyen Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksi, yüzde 3,23 değer kaybıyla günü 7.513,29 puandan tamamladı.Hafta sonu Resmi Gazete'de yayımlanan TCMB tebliğleri ile Türk lirası (TL) mevduatları artıracak, Kur Korumalı Mevduat'ı (KKM) azaltacak düzenlemeye gidildi. Buna göre, sadeleşme süreci kapsamında yabancı para mevduattan KKM'ye dönüşüm hedefi uygulamasına ve TL payına göre ilave/indirimli menkul kıymet tesis uygulamasına son verildi. Analistler, söz konusu kararların orta-uzun vadede yeni ekonomi politikalarını desteklemesinin beklendiğini ve yurt dışı portföy akımlarını destekleyebileceğini, buna karşın piyasalarda da oynaklığı artırmasının olası olduğunu söyledi.(KÜRESEL PİYASALAR KARIŞIK SEYİRLE BAŞLADI) Bugün yurt içinde yurt dışı Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) verilerinin takip edileceğini aktaran analistler, teknik açıdan BIST 100 endeksinde 7.400 ve 7.250 seviyelerinin destek, 7.500 ve 7.650 puanın direnç konumunda olduğunu kaydetti. Küresel piyasalar, dünya genelinde para politikalarına yönelik belirsizliklerle haftaya karışık bir seyirle başlarken, bu hafta 24-26 Ağustos'ta gerçekleşecek Jackson Hole Ekonomi Politikası Sempozyumu'nda politika yapıcıların verecekleri mesajlar yatırımcıların odağına yerleşti.

Türkiye'nin en köklü askeri hastanesi GATA'daki malzeme krizi, kopan parmağı dikmeyi engelledi! (Merve Kılıç-Cumhuriyet)

İş kazasında parmağı kopan yurttaş, Ankara GATA’ya yetiştirildi ancak “dikecek malzeme olmadığı” gerekçesiyle ameliyata alınamadı. Hasta yakınları “ameliyat dikiş ipi” dahil malzemeleri kendi olanaklarıyla bulmaya çalıştı. Daha sonra başka hastaneden getirilen malzemelerle müdahale edilebildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/saglik/turkiyenin-en-koklu-askeri-hastanesi-gatadaki-malzeme-krizi-kopan-parmagi-dikmeyi-engelledi-2110750)

Akaryakıt fiyatları durulmuyor: Şehirlerarası ulaşım ulaşılmaz hale geldi! (Ali Can Polat-Cumhuriyet)

Akaryakıt zamları, düşen alım gücüyle birleşince otobüsten uçağa ülke içi ulaşım ulaşılmaz oldu. Otobüs fiyatları 500 TL’den uçak biletleri ise bin 650 taban fiyattan başlıyor. Seçimden bu yana geçen 2.5 ayda motorin fiyatı yüzde 97 zamla 19.42 TL’den 38.38 TL’ye yükseldi. Fiyatın 50 TL’ye kadar çıkması bekleniyor. Bu durum yurttaşın kullandığı özel arabanın yanı sıra otobüs ve uçak biletlerinde de fiyatları katladı. Ulaştırma Bakanlığı’nın havayollarında geçen haftalarda güncellediği taban fiyat tarifesine göre uçağın yüzde 85’ine uygulanması gereken en düşük bilet fiyatı 1650 TL’ye çıkardı.(AKARYAKIT DURULMUYOR) Tavan fiyat ise 2 bin 500 TL oldu.  Ancak uçağın yüzde 50’ye yakını bu fiyattan satılıyor.Akaryakıta gelen zamların her şeyi tetiklediğini söyleyen Tüm Otobüsçüler Federasyonu Başkanı Mustafa Yıldırım, maliyet artışlarına yetişemediklerini söylüyor“İşçilik ve yedek parça maliyetleri de sürekli artıyor” diyen Yıldırım şu bilgileri veriyor: “Bizim ücretlerimiz dört ayda bir güncellenirdi bakanlık bir defa ek zam izni verdi. Yine de yetmiyor. İstanbul’dan İzmir’e bir otobüsün sadece akaryakıt maliyeti 6 bin TL’yi aştı ve bu her akaryakıt zammında daha da büyüyor. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kullanma zorunluluğu ve Ege otoyolunun tek seferlik maliyeti 2 bin 600 TL. Üçüncü köprü zorunluluğu kalksa ucuz yolculuk hayal olmaz.”(‘TAVAN FİYAT GÖSTERMELİKTİR’) Eski Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği (TÖSHİD) Başkanı Safi Ergin ise uçaklarda da maliyet krizi olduğunu belirtiyor.  Tavan fiyatların firmalara göz dağı vermek için konulduğunu, bugüne kadar Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün bu konuda bir ceza kesmediğini belirten Ergin, şöyle konuşuyor: “İdarenin verdiği sınır gerçekten uygulanabilir değil onun için herkes kendi firmasını kurtarmaya çalışıyor. Yeni zamla birlikte 1600 TL’ye yükseldi tavan fiyat. 59 dolar ediyor. Bu fiyat bir uçağın uçuş maliyetini karşılaması için şu an normaldir. 59-69 dolar arasındaki fiyatlar fahiş fiyat değildir. Havayolu şirketi her şeyi dolarla ödüyor unutmayın.”(‘SÜBVANSİYON ŞART’) Tatil konuşulurken hep konaklamanın hesaplandığını hatırlatan Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı Mehmet Bülent Deniz ise “Özellikle bu yaz birçok aile yol masrafı sebebiyle yakın yerlere günübirlik ziyaretlerden vazgeçti. Artık ulaşıma ciddi rakamlar ödeniyor. Şehiriçi ulaşıma harcanan para bile göze çok gelmeye başlamışken insanlar memlekete aile ziyaretine gidemez oldu. Acilen toplu taşımalarda sübvansiyon uygulamaları hayata geçirilmeli” diyor.

Latmos’a dokunma(Sibel Bahçetepe- Birgün)

Çok sayıda maden aramasının yapıldığı Latmos Dağı’ndaki Çavdar köyünde, geçen günlerde linyit madenciliği için acele kamulaştırma kararı alınması tepki çekti. Halk "Yaşam alanlarımız yok ediliyor, kabul edilemez” dedi.(https://www.birgun.net/haber/latmosa-dokunma-462427)

Migros işçilerinin mektubu: Ne yemek ne içecek su ne de doğru düzgün ücret (Evrensel)

Migros mağaza çalışanlarının hiçbir hakkı verilmedi. Ne yemek, ne içecek su… Ne de doğru düzgün ücret.

Merhabalar Migros AŞ bünyesinde çalıştırılan işçiler olarak konuya şuradan başlamak istiyoruz;

Herkes gibi insanca çalışma koşulları, hakları istiyoruz yaşamımızı sürdürebilmek için. Bir yemek ücreti 24 lira. Şu anki Türkiye’de şaka gibi bir ücret ve en düşük yemek ücretidir. Koskoca Migros gibi bir şirketin hak gördüğü bir şey ve yemek imkansız. Anlaştıkları dükkan ve esnafların da bize getirdiği yemekler yenecek gibi. Allah affetsin ama öyle ekmek arası, ufak tefek, arada az da olsa sulu yemek yapmaya çalışıp yolluyor anlaştıkları yemek yapan esnaf, dükkanlar. Bunu bize hak gören Migros işvereni ve bu konuyla anlaşan sendikamız Tez Koop-İş Sendikası. Verilen haklarımız hepsi bize resmen sus payı gibi oldu. Mayıs ayından beri bazı kişiler sesini çıkarmaya çalışıyor, bize banka promosyon adı altında 6500 lira verdi Migros ve Tez Koop-İş yöneticileri. Anlaşmalı başka firmalar, bu sendika ile olan bile 30-35 bin lira arasında alırken bize 6500 lira hak gördüler. Arada neler döndüğü biz bilmiyoruz, sözde asgari ücret ne olursa onun belli bir yüzdelik zam yapılacaktı. O zamda söylenenin aksine oldu maalesef bayramda çalıştığımız, sürekli emeğimiz yenildiği bir durum var.

Migros mağaza çalışanlarının hiçbir hakkı verilmedi. Ne yemek, ne içecek su… Ne de doğru düzgün ücret. Zam yapıldı resmen bizimle dalga geçer gibi bir durum oldu. Ne yazık ki sesimizi yeterince duyuramadık ve çoğu desteği alamadık.

Bu konuda yardımlarınızı rica ediyoruz...

Migros işçileri


Nereden nereye…- İsmail Şahin / SÖZCÜ

 

1 liraya ekmek alıyorduk, şimdi 1 tane zeytin bile alamıyoruz...

Tuvalete gittiğimiz zaman kaça gidiyorduk? 1 milyon lira. Hatırlayın, ne günlerdi o günler ya. Ne oldu biz geldik dedik bu altı sıfırı bir atın bakalım. Altı tane sıfırı attık, 1 milyonluk tuvalet 1 liraya düştü. Bugünleri gördük mü? Mesele bu! İş bilenin kılıç kuşananındır.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 25 Mart 2018’de partisinin Giresun il kongresinde ekonomideki gidişatı bu sözlerle övmüştü. O tarihten bu yana köprünün altından çok sular aktı. Umumi tuvalet ücretleri 5 liraya çıktı.

EKMEK  O TARİHTE 1,25 TL İDİ

İktidarın 2021 yılının sonunda uygulama soktuğu yeni ekonomi modelinin faturası ağır oldu. Türk Lirası yabancı para birimleri karşısında tarihinin en dip seviyesini görürken, enflasyon canavarı Türk halkının belini büktü. Çarşı pazardaki yangın büyüdü, 1 liranın alım gücü de adeta yok oldu. Erdoğan’ın konuşma yaptığı 2018 yılında İstanbul’da 250 gram ekmeğin fiyatı 1 lira 25 kuruştu.

Fotoğraf: SÖZCÜ

Dün İstanbul Anadolu Yakası’ndaki bir halk pazarında kurulan zeytin tezgahında kilosu 178 lira olan zeytinin bir adedini teraziye koyduk. 8 gram gelen zeytinin fiyatı 1 lira 42 kuruş tuttu. Beş yıl önce 1 lira 25 kuruşa 200 gram ekmek alınan Türkiye’de bugün 8 gram ağırlığında 1 tane zeytin bile alınamıyor.

Aynı zeytinin kilogram fiyatı Kasım 2020’de 28 lira, Kasım 2022’de 88 liraydı… Son 10 ayda zeytinin fiyatı yüzde 100’den fazla arttı ve 178 liraya çıktı.

Bu fotoğraf dün İstanbul’da çekildi.

ZEYTİNDE NELER OLUYOR?

Evet bu yıl, tüm dünyada zeytin ve zeytinyağı fiyatları anormal bir seyir izliyor. En büyük zeytin üreticisi olan İspanya'da devam eden kuraklık nedeniyle fiyatlar rekor seviyelere yükseldi. Yurtiçinde ise maliyetlerdeki artış nedeniyle üreticiler zor günler geçiriyor.

Hem ambalaj fiyatlarının artması hem akaryakıta gelen zamlardan dolayı taşıma maliyetinin yükselmesi fiyatların yükselmesine neden oluyor. Üreticiler, dünyada fiyatların geri gelmesi halinde bile Türkiye’de artan maliyetler nedeniyle fiyatlarda ciddi bir geri çekiliş olmayacağını ifade ediyor.                                        /././

Zeytinyağı fiyatı 4 yılda 7 kattan fazla arttı (SÖZCÜ)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tarım Kredi Kooperatifi ziyaretinde çekilen bir fotoğrafta yer alan zeytinyağı etiketinin değişimi dudak uçuklatacak cinsten...

Seçimlerden sonra vergi artışları ve zam yağmuru vatandaşın en önemli gündem maddesi…

Temel ihtiyaç maddelerindeki artışlar bazı ürünlerini alımını bir hayli zorlaştırıyor.

Bunlardan biri de zeytinyağı…

Türkiye’deki perakende zeytinyağı fiyatları son iki ayda yüzde 77 zamlandı ve litresi 90 liradan 160 liraya çıktı.

Zeytinyağı fiyatlarının geldiği seviye nedeniyle 5 litrelik büyük ambalajlı ürünlere talep azaldı ve vatandaşın alım gücüne hitap eden 500 ml, 750 ml gibi ürünler daha revaçta olmaya başladı.

Çeşitli marketlerdeki fiyat değişimlerine bakıldığında da 5 litrelik teneke zeytinyağı fiyatlarının 1000 lira seviyesine çıktığı gözlemleniyor.

Ülke genelinde bilinen bir markanın 5 litrelik teneke sızma zeytinyağı ürününün ocak ayındaki fiyatı 450 TL iken temmuz ortası itibarıyla 838 TL'ye çıktığı; ocakta 630 TL civarında satılan bir başka markanın ürününün ise 1015 liraya ulaştığı görülüyor.

29 Eylül 2019 tarihinde Üsküdar Kısıklı'daki evinin yakınında açılan Tarım Kredi Kooperatifi satış mağazasından alışveriş yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında çekilen bir fotoğrafta yer alan zeytinyağı etiketi ise fiyatlardaki inanılmaz değişimi gözlerine önüne seriyor.

Kadraja giren 5 litrelik Naturel Sızma Zeytinyağı'nın fiyatı o tarihte yani 2019 yılında 99 liraydı. Bugünkü fiyatı ise 825 lira… Geçen dört yılda zeytinyağının fiyatının 7 kattan fazla arttığı görülüyor.

İHRACAT VE KURDAKİ ARTIŞ ETKİLEDİ

Geçtiğimiz günlerde Sozcu.com.tr'ye konuşan Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi (UZZK) Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Mustafa Tan ise, iç piyasadaki zeytinyağı fiyatlarında yaşanan artışa yönelik ‘artan ihracata' ve ‘döviz kurunun etkisiyle yükselen maliyetlere' işaret etmişti.

Küresel zeytinyağı arzında yaşanan sıkıntılar nedeniyle Türkiye'ye talebin arttığını anlatan Dr. Tan, bu yıl tarihi seviyelerde ihracat yapıldığını, bunun da iç piyasadaki fiyatlara yansımaları olduğunu aktardı.

“Bir yandan da döviz kuru yükseldikçe zeytinyağı da otomatikman yükseliyor” diyen Tan, kurdaki artışın etkisiyle hem ambalaj maliyetlerinin arttığını hem akaryakıta gelen zamlardan dolayı taşıma maliyetinin yükseldiğini; bunun da fiyatlara ister istemez yeni artışlar olarak eklendiğini söyledi.

Ham zeytinyağının fiyatını artıran maliyetleri ‘teneke maliyeti, tenekenin üzerindeki baskı, posanın ayıklanması için filtre edilme maliyeti, taşıma maliyeti, alım-satım vergisi ve rafa geldiğinde perakendecinin kâr payı” şeklinde sıralayan Dr. Tan, “Maliyetler göz önüne alındığında, gerçek bir kaliteli sızma zeytinyağının litresi 200-250 TL'den aşağı kendi maliyetini kurtarmaz” diye konuştu.

Ancak ‘zeytinyağı pahalı' imajının doğru olmadığını, bir kilo zeytinin bir kilo peynirden daha ucuz olduğunu söyleyen Tan, “Bu maliyetlere rağmen zeytin ve zeytinyağı sektörü fırsatçılık yapmıyor, yalnızca ayakta kalmaya çalışıyor” dedi.

(SÖZCÜ)

20 Ağustos 2023 Pazar

Unutulmaz büyük aktör Salih Tozan (I+II) - Mesut Kara / Evrensel

 

    

    (I)  Onlarca filmde büyük bir hayranlıkla izlediğim unutulmaz dev bir aktördü Salih Tozan. Her filminde, her izlediğimde hayranlığım, sevgim, saygım daha da artıyordu. Dostlarından anılarını yaşanmışlıkları dinlediğimde de karşıma muhteşem oyunculuğuyla bir güzel insan çıkıyordu. Ne yazık ki onu tiyatro sahnesinde izleyebilme olanağım olmadı fakat 2006 yılında Yeşilçam’ın fantastik yönetmenlerinden fantastik avantür filmlerin yaratıcı ustası Yılmaz Atadeniz’le birlikte asistan yönetmen olarak yer aldığım bir Salih Tozan Belgeseli yapma olanağı bulmuştum. Ayrıca o günlerde Yılmaz Atadeniz ustayla İzzet Günay belgeselinde senaryo yazarı, Sami Hazinses belgeselinde de danışman olarak birlikte çalışmıştık.

Salih Tozan benim için en çok “Üç Arkadaş”, “Kırık Çanaklar”, “Otobüs Yolcuları” demekti, en çok bu filmlerdeki muhteşem oyunculuğu ve canlandırdığı karakterlerle anımsarım. Her biri birer baş yapıt olan filmlerden1958 yapımı “Üç Arkadaş”ın Mösyö Artin Dartanyan’ı Salih Tozan 1950’de başladığı sinema serüveninin ilk önemli çıkışını yakalar. Memduh Ün’ün yönettiği, sonradan farklı versiyonları da çekilecek unutulmaz filmde Salih Tozan’ın rol arkadaşları Muhterem Nur (Gül/Gülperi), Fikret Hakan (Murat), Semih Sezerli’dir (Mıstık). Filmin 1971 yılında yine yönetmen Memduh Ün tarafından çekilen ikinci versiyonunda ise Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter rol almışlardır.

Filmlerin ‘hüzün yüzlü oyuncusu, sinema artistinden çok mahalle komşumuz gibi gördüğümüz Salih Tozan’ın hayat verdiği karakterleri de hayatın içinden, yaşayan ve yine mahallemizden insanlarmış gibi bizden, sıcacık insanlardı.

Salih Tozan’ın ikinci önemli çıkışını yine Memduh Ün’ün yönettiği1960 yapımı bir başyapıt olan unutulmaz film “Kırık Çanaklar”la ve canlandırdığı Deve Hüseyin lakaplı Dede rolüyle yapar. Filmin içli, dokunaklı hikayesinde Salih Tozan’ın muhteşem oyunculuğu filme büyük değer katarak “unutulmazlar” arasında olmasına katkı sağlıyor. Filmin diğer rollerinde Lale Oraloğlu, Turgut Özatay, Rüya Gümüşata, Mualla Kaynak ve Reha Yurdakul yer alır.

Salih Tozan dendiğinde anımsadığım, unutamadığım bir başka başyapıt film de senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği 1961 yapımı “Otobüs Yolcuları”dır. Ayhan Işık ve Türkan Şoray’la birlikte başlıca rolleri paylaşan Salih Tozan, o yılların belediye otobüslerinin içinde olan biletçiyi, biletçi Salih’i kendine özgü mimikleri, karakteristik yüzü, ses tonu ve sıcak oyunculuğuyla iz bırakan filmin, iz bırakan oyuncularından olmuştu. Yine 1961 yapımı “Tatlı Bela”, “Avare Mustafa” da Salih Tozan filmografisinde önemli ve ayrı yeri olan filmlerdir; Salih Tozan’ın iz bırakan oyunculuğuyla da belleklerimizde yer etmişlerdir.

REŞAT NURİ GÜNTEKİN SALİH TOZAN’I KEŞFEDER

Tiyatro ve sinemanın unutulmaz ismi Salih Tozan, 1914 yılında Balıkesir'de üç kardeşin ilki, en büyüğü olarak dünyaya gelir. Babası kasap kalfası Halil İbrahim Efendi, annesi ev kadını Fatma hanımdır. Küçük kardeşleri Ahmet arkadaşlarıyla oyun oynarken kaza sonucu hayatını kaybedince evlat acısına dayanamayan baba Halil İbrahim Efendi’nin gözlerine perde iner. Babası gözleriyle birlikte işini de kaybedince Salih Tozan’ın yükü ve sorumluluğu artar, çocuk yaşta çalışmak zorunda kalır. Bir süre pastanede, sonra lokantada çalışan Salih Tozan, lokantada yaptığı taklitlerle ilgi çeker ve bir süre sonra da Balıkesir Halkevi’nin tiyatro koluna girer. O kadar azimli ve başarılıdır ki oynadığı piyeslerde halkevi başkanı ona maaş vermeye başlar. İlkokul öğretmeni olursa kendine bir gelecek kuracağını düşünerek eğitime başlar fakat okulu bitiremez. Çünkü o yıllarda orada milli eğitim müfettişi olan edebiyatımızın önemli ismi Reşat Nuri Güntekin de Salih Tozan’ı sahnede izlemiş ve çok beğenmiştir.

Eğitimci ve sosyolog İsmail Hakkı Baltacıoğlu’yla birlikte karar verip ailesinin de iznini alarak tiyatro oyuncusu olarak hayatını sürdürmesi için Ankara’ya gönderirler. Salih Kozan Ankara’da ilk kez Raşit Rıza Topluluğu’nda sahneye çıkar, ardından Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurduğu çocuk tiyatrosuna geçer. Avni Dilligil, Ercüment Behzat Lav gibi ustaların yönettiği bu tiyatroda ilk kez Avni Dilligil’in sahneye koyduğu Hintli yazar Tagor’un “Mektup” adlı piyesinde sahneye çıkar.

Daha sonra Muhlis Sabahattin Opereti’nde oynayarak adından söz ettirmeye başlayan Salih Tozan, İzmir’de belediyenin açtığı ve başına Avni Dilligil’i getirdiği tiyatroya davet edilen öncü sanatçılar arasında yer alır.

DEMOKRAT PARTİ’NİN KAPATTIĞI TİYATRO

İzmir Belediye Başkanı Reşat Leblebicioğlu’nun fuarda açtığı ve 1945-50 arasında faaliyet gösteren İzmir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun sonradan adını, yüzünü tiyatro ve sinemada yakından tanıdığımız iz bırakan, Salih Tozan’ın da içinde olduğu unutulmaz bir kadrosu vardır… Muharrem Gürses, Muazzez Arçay, Hayri Esen, Nezahat Dilligil (Belkıs Dilligil), Feridun Çölgeçen, Aliye Rona, Zihni Rona bu unutulmaz kadronun içindedir.

1950 seçimlerinden sonra belediyeyi alan Demokrat Parti’nin ilk işlerinden biri de bu tiyatroyu kapatmak olur.

Salih Tozan bunun üzerine birçok oyuncu gibi İstanbul’a gider.

İnce kıvrak, keskin zekasıyla, siyah-beyaz filmlerde belli olmayan mavi gözleriyle, iğneleyici ironik esprileriyle, yaptığı kusursuz şiveli Arnavut, Rum, Egeli taklitleriyle, başrollerinde olduğu oyunlardaki abartısız doğal oyunuyla seyircisinden arkadaşlarına dek herkesi etkilemeyi başarır ve çok sevilir aktör olarak da insan olarak da.

(II)   Tiyatrodaki yükselişini sürdürürken alkolle dostluğunu arttırır ve birbirinden ilginç komik anılar yaşar, yaşatır çevresine. Örneğin bir gecede üç ayrı tiyatroda sahneye çıkar oyunda kadroda yer almadığı halde. Muammer Karaca Tiyatrosu’ndayken Muammer Bey’le tartışır ve oyunu bırakıp çıkar, Ses Tiyatrosu’na gider “ben geldim sizde oynayacağım” der. Oyuna girer oynar. İçki etkisini göstermiştir ordan da çıkıp Tan Tiyatrosu’na gider yine “ben geldim tiyatroda oynayacağım” der, tuluat yapılıyordur, gir derler ve aynı gece üçüncü kez orada çıkar sahneye…

Yine o yıllarda Pangaltı’da Kulüp Meyhanesi vardır, ön tarafında olan Tan sineması tiyatroya dönüştürülmüştür, Salih Tozan da orada oynuyordur. Perde aralarında Kulüp Meyhanesi’ne gider, bardağı hazırdır ve rakısını içip oyuna geri döner.

Birgün yönetmen Sırrı Gültekin’le Ankara’ya gidiyorlardır, arabada Öztürk Serengil de vardır. Sırrı Bey Salih Tozan’dan içmemesini rica etmiştir fakat Salih Tozan çıkardığı şişeden ara ara içiyordur Sırrı Bey ne içtiğini sorar, su yanıtını alır, inanmaz ve şişeyi ister. Koklar ve birkaç yudum içer, gerçekten de sudur. Fakat gerçek sonradan anlaşılır, Salih Tozan aynı şişeden iki tane hazırlamıştı, birinde su diğerinde votka vardır.

SALİH TOZAN SİNEMADA

Bu kadar etkileyici büyük bir aktörün sinemada da olmaması olanaksızdır. Biraz da ekonomik nedenlerle sinemaya hayır diyemez Salih Tozan. 1950’lerin başlarında girdiği sinemada etkileyici, tipi sesi ve oyunculuğuyla kısa sürede sevilen ve aranan bir oyuncu olmayı başarır; karakter oyuncusu olarak yan rollerde yer edinir ve adını tiyatrodan sonra sinema tarihine de yazdırır.

Kimseyi üzemeyen, hayır diyemeyen Salih Tozan’ı evine ilk giden alır, sete götürür. Para konuşma, söyleneni, verileni alır. Bu da çoğu kez yapımcılar tarafından kullanılır, suistimal edilir. Setten sete koşan Salih Tozan 1960 yılında 13, 61’de 22, 62’de de 22 filmde yer alır.

1950-1963 yılları arasında 110 filmde oynayan Salih Tozan1962 yılında ilk ve son kez Oya Tarı’yla birlikte Sırrı Gültekin’in yönettiği “Damat Beyefendi” filminde başrolde oynar. Filmin diğer rollerinde Meral Sayın, Gazanfer Özcan, Suna Pekuysal, Birsen Kaplangı, Ersun Kazançel, Necdet Tosun ve Şevkiye May vardır.

1958’de oyuncuların da filmografilerinde ayrı ve önemli bir yeri olan başyapıt filmlerden “Üç Arkadaş’ta (1958) önerilen diğer isimler yerine Salih Tozan’ı da oynatan Yönetmen Memduh Ün Salih Tozan’ın çok başarılı olduğunu, sonraki filmlerinde de oynatarak ölene kadar birlikte çalıştıklarını söyler.

İnsanlar artık ne yazık ki “Üç Arkadaş” filminde izlediği, belki de çocukluğunda yaşadığı sevgi, dostluk ve dayanışma ruhunu, bugünün dünyasında bulamıyor. Film o gün de bugün de bu nedenle çok sevilmişti, seviliyor. Filmin unutulmaz başrol dörtlüsü (Muhterem Nur, Fikret Hakan, Salih Tozan, Semih Sezerli) ve yönetmen Memduh Ün artık hayatta değil. Memduh Ün bir başka bir başyapıt olan “Kırık Çanaklar”da da (1960) önemli bir rolde oynatır. Genç yaşında çok yaşlı bir dedeyi oynayan Salih Tozan yine çok etkileyici harika bir oyunculuk sergiler. Yine Memduh Ün’ün 1961 tarihli filmi “Avare Mustafa” filminde Ayhan Işık, Fatma Girik, Semih Sezerli, Mümtaz Enen, Suphi Kaner’le birlikte sinema oyuncusu değil de mahalle komşumuz Mehmet amca gibi izleriz. Yer aldığı bir başka başyapıt da senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı Ertem Göreç’in yönettiği “Otobüs Yolcuları” (1961) filmidir.

4 kez evlenen Salih Tozan ilk evliliğini iki çocuğunun da annesi olan İzmir Şehir Tiyatrosu’ndayken oyuncu arkadaşı Nermin Çakar’la yapar. Ses Tiyatrosu’nda oynarken salonda gösteri yapan bir Alman revüsünde dans eden “revü kızları”ndan baş dansçı Salih Tozan’ın hayatı boyunca unutamadığı büyük aşkıdır.

Pangaltı Tiyatrosunda rol arkadaşlarından biri olan   Zafer Önen şunları söyler Salih Tozan için: “Perde arasında Kulüp Meyhanesine gidi içer, finale oyunu kapatmaya gelirdi. Birgün yetişemedi, o geldiğinde oyun bitmişti, saatine baktı özür dileyeceğine ‘keratalar 5 dakika erken bitirmişsiniz’ diye bize kızdı. Çok içerdi ama onun da bizim bilmediğimiz bir nedeni vardır. Çok yetenekli bir kardeşimizdi, her giydiği elbiseye uyabilen, her rolü kaldırabilen, komedisini. Dramını, trajedisini, müzikalini oynayabilen komple bir oyuncuydu.”

Salih Tozan Balık Pazarı’nın Çiçek Pasajı’nın müdavimlerindendir, gece yaşamayı ve içmeyi sever. Nevizade sokağındaki dönemin meşhur meyhaneci Lambo’nun mekânı parasız kaldığında veresiye içebileceği bir yerdir. Buralarda Sait Faik, Orhan Veli, Orhan Kemal, Abidin Dino, Settar Körmükçü, Metin Eloğlu gibi dönemin önemli sanatçılarıyla oturup içerlerdi.

“Bir hastalık nedeniyle gittiği Şişli Etfal Hastanesi’nde tanıştığı hemşire Samime Bozlar Salih Tozan’a büyük ilgi gösterir ve sonrasında evlenirler. Salih Tozan’a sahip çıkan Samime hemşire aktörün hayatına da düzen ve canlılık getirir. Hayatının sonuna kadar yanında olur, gözü gibi bakar.”

Tanıdığı, tanımadığı herkese “canım efendim, mirim” diye hitap eden, nüktedan çelebi biri olan, halktan biri görüntüsüyle, mütevazi yaklaşımlarıyla, babacan, sıcak tavırlarıyla herkesle kolay kaynaşıp arkadaşlık yapan, parayı elinde bile görmek istemeyecek kadar sevmeyen Salih Tozan, kitap okumayı, parası dahil elindekileri paylaşmayı seven, Çetin Altan’la Orhan Kemal’le birçok önemli yazarla, sanatçıyla dostlukları olan, Neyzen Tevfik’le arkadaşlık yapmış biridir.

Yakalandığı Siroz hastalığı sonrası 16 Şubat 1963 yılında aramızdan ayrıldığında

Şişli camiinde yapılan cenaze törenine inanılmaz bir kalabalık katılır. Hayatı boyunca celebi tavrıyla filmleriyle ve gerçek hayatta karşılaşıp dokunduğu simitçisinden esnafına, sanatçısına kadar tüm sevenlerinin katıldığı inanılmaz bir kalabalıkla uğurlanır son yolculuğuna.

Balıkesir'de Salih Tozan Kültür Merkezi, Türkiye'nin birçok cadde ve sokağı onun adını taşımaktadır.

Mesut Kara / Evrensel

Yararlandığım kaynak:
Salih Tozan belgeseli: Unutulmaz Aktör Salih Tozan. Yönetmen-senaryo: Yılmaz Atadeniz, Asistan yönetmen: Mesut Kara. Yapım: Atadeniz Film, 2006

'Küçük Adam Ne Oldu Sana?' + Bozkıra umut bulaştıran öyküler (soL- Kültür)

 'Küçük Adam Ne Oldu Sana?' (Selçuk Işık)

'Küçük adam bir gün öfkelenip sövüp saymayla da yetinmeyecek ve bu dünyada çok şeyi değiştirecek. Tarih bize bu gerçeği fısıldıyor.'

Hayatı tuhaflıklarla dolu, keşfedilmeye değer bir yazar Fallada. Burjuva bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, yaşamı hapishanelerde ve akıl hastanelerinde, bağımlılık ve yoksullukla mücadeleyle geçer. Genç yaşlardan itibaren zihinsel ve fiziksel hastalıklar yaşar, morfin bağımlılığı geliştirir. Bu yüzden yapıtlarında hep küçük insan portreleri üzerinden çağa damgasını vuran sorunları işler. 1931 yılında nispeten istikrarlı ve ayık bir döneminde “Küçük Adam Ne Oldu Sana?” adlı kitabı yazar. Tıpkı kitabın başkahramanı Pinneberg gibi, o da bir kadın işçiyle evlenmiştir; küçük bir çocuğu vardır, borçlarla ve düşük ücretlerle mücadele etmektedir. Dolayısıyla diğer bir çok romanında olduğu gibi bu romanı da otobiyografik bir yan taşır.

"Küçük Adam Ne Oldu Sana?" kitabı Weimar Cumhuriyeti'nin ekonomik çalkantılarla dolu son günlerini anlatan, alaycılığı toplumsal gerçekçilikle harmanlayarak çöküşün eşiğindeki bir toplumda hayatta kalmaya çalışan sıradan bir ailenin yürek burkan portresini başarıyla yaratmış bir başyapıt.

Romanın konusu oldukça basit. Genç bir çift, Johannes Pinneberg ve kız arkadaşı Emma Morschel, bir bebek beklediklerini anlayınca evlenmeye karar verirler. Bebek sahibi olma fikri sevinçli bir olay olarak değil, çözülmesi gereken can sıkıcı bir finansal sorun olarak tasvir edilir. Evlenerek başka bir yere yerleşen çift, çocuklarının dünyaya gelmesiyle birlikte ekonomik olarak sıkıntılı günler geçirmeye başlar.

Almanya'da o dönem milyonlarca işsiz vardır. Ekmek aslanın ağzındadır ve çift kendilerini giderek daha fakirleşirken bulurlar. Baş kahramanımız Johannes Pinneberg düşük ücretler, enflasyon, sömürü ve işsizlikle cebelleşmektedir. Bu zorluğu göğüslemek için yaşam standartlarını sürekli olarak düşürerek, izbe, hatta tehlikeli denebilecek evlerde yaşarlar. Durum o kadar kötü hale gelir ve geçim sıkıntısının ağır yükü altında o kadar ezilirler ki bu küçük insanlar hayatın nasıl devam edeceğini bilemez hale gelirler. İronik bir şekilde, kitabın üçüncü bölümü "Hayat Devam Ediyor" olarak adlandırılır ve anlatıcı “elbette” hayatın devam ettiğini söyler. Fakat çok daha kötü koşullarda devam etmektedir hayat. Belki de can alıcı soru şudur: Hayat ne kadar süre böyle devam edebilir ya da insanlık onuru daha ne kadar ayaklar altına alınabilir? 

"Küçük Adam Ne Oldu Sana?" eserinin bana göre iki önemli özelliği var. İlki edebi parlaklığı. Fallada oldukça akıcı bir dille yazmış ve yazıları adeta sayfada dans edercesine ilerliyor. Okumak kesinlikle keyifli. Roman ayrıca Dickensvari alaycılık ile dolu ve bu sahneler ustaca ele alınmış. Fallada aile ilişkileri, akıl almaz iş yeri politikaları ve Weimar Cumhuriyeti dönemindeki birçok acı gerçeklik üzerine büyük bir komedi yapar. Oğlunu açıkça satan sahtekar Bayan Mia Pinneberg karikatürü bir grotesk harikası gibidir. Fallada'nın komik ve etkili diyalogları, Gogol, Dickens ve Dostoyevski gibi ustaları hatırlatır. Komik sahneleri aynı zamanda sinematik bir etkiye sahiptir. 

İkinci önemli özelliğiyse romanın o meşhur realizmi denebilir. Weimar Cumhuriyeti dönemi Almanya'sının kanlı canlı bir resmini bulursunuz önünüzde; çaresizliği, yoksulluğu, ahlaki çöküntüyü içinizde hissedersiniz. Bazen bu temalar birbirine karışır, örneğin Heilbutt karakterinde olduğu gibi. Satış temsilcisiyken işinden olan Heilbutt, nudizm hobisini çıplak fotoğraf satışı işine dönüştürür. Weimar Cumhuriyeti döneminde, dürüst ve sıradan bir adam olan Pinneberg ve kuzucuğu gibiler dışında herkes yasayı çiğnemeye yatkın gibi görünür, çünkü Pinneberg’ler sadece hayatta kalmaya çalışmaktadır.
Roman, ikinci sınıf bir vatandaş olarak yaşamanın zorluğunu, çaresizliği ve yoksulluğu tüm gerçekliğiyle hissettirir. Bu açıdan kitabı okuduğunuzda dünya sıklıkla yabancı bir yer gibi görünebilir. Ancak kapitalizmin derin bir ekonomik krize yuvarlandığı, neofaşist hareketlerin durmadan güç kazandığı, derin bir barınma krizi ve yoksulluk içinde debelendiğimiz şu günlerde o dünyanın hepimiz için bir o kadar da tanıdık geleceğine emin olabilirsiniz. 
Kitaptan bir alıntıyla bitirelim: “İşyerimde birçok arkadaş da böyle düşünüyor,” dedi Pinneberg. “Fakat ‘Bizi kimin yönettiği umurumuzda değil,’ diyenler de var. Onlara göre başa kim geçerse geçsin bizi aldatıyor.” “Peki, seçim sandığına gitmeleri gerektiğinde ne yapacaklar?” dedi kuzucuk. “Kime verecekler oylarını?” “Bilmiyorum,” dedi Pinneberg. “Belki şimdikilere... Bazıları sosyalistleri seçebilir. Sanırım birçoğu da Nazileri.” “Hayır, hayır,” diye atıldı kuzucuk. “Biliyor musun, ben olsam oyumu kime verirdim?” “Kime mi? Komünistlere mi?” “Tabii.” “Bunu biraz düşünmemiz gerek,” dedi eşi. “Benim de arada sırada kafamdan geçiyor, ancak kesin bir karar veremiyorum. Onlar bize ne verebilir ki! Bütün işleri güçleri burjuvayla dik yakalı proleterlere küfür edip durmak.” “Bırak küfür etsinler,” dedi kuzucuk. “Ben yine de KPD’ye vereceğim oyumu! Utandığımız için öfkelenip sövüp saymazsak bu dünyada hiçbir şey değişmez.”

Ne kadar tanıdık değil mi? Küçük adam bir gün öfkelenip sövüp saymayla da yetinmeyecek ve bu dünyada çok şeyi değiştirecek. Tarih bize bu gerçeği fısıldıyor. 

                                                             /././

Bozkıra umut bulaştıran öyküler (Erdem Yalçın)

'Ayyıldız’ın öykü dünyasını keşfetmeye başlayan biri, o dünyanın gri, puslu, bozkırı andıran atmosferine kapılıveriyor. Süslü püslü, şımarık, yılışık bir dünya değil içine düştüğünüz.'

Kentleşme oranının hala yüksek olduğu, nüfusun önemli bir kısmının kentlerde yaşadığı bir ülkemiz var. Kentler hayatımızın iyi ve kötü pek çok hikayesine kaynaklık ediyor. Ama son dönem sinemamıza ve edebiyatımıza baktığımızda hep bozkır görüyoruz. Uçsuz bucaksız bir kuruluğun, tekdüzeliğin, kavruk bir kötülüğün yatağı bozkır acaba kentin sorunlarından ve gerçeklerden kaçan yaratıcı aklın yeni sığınağı mı diye düşünmeden edemiyor insan. 

Bozkırı ele alan, bozkırda geçen pek çok kötü eser izledik ve okuduk. Bu yazıda bozkır meselesini ele alan iyi sayılabilecek eserlere, Türker Ayyıldız’ın öykülerine yer vereceğiz.

Geçtiğimiz Mayıs ayında ilk romanı "Sin" yayımlanan Türker Ayyıldız 1972 Yozgat doğumlu. şiir ve öykülerinin yanı sıra artık romanıyla da tanışma şansımız var.

Şiirleri, Kese Kağıdına Sarılı Şeyler adıyla 2009'da kitaplaştı. İlk öykü kitabı Vapurlara Küsmek ise  2011'de yayımlandı ve Orhan Kemal Öykü Ödülü'nü aldı. Şikeste, yazarın 2015'te yayımlanan ikinci öykü kitabıydı.

Ayyıldız’ın öykü dünyasını keşfetmeye başlayan biri, o dünyanın gri, puslu, bozkırı andıran atmosferine kapılıveriyor. Süslü püslü, şımarık, yılışık bir dünya değil içine düştüğünüz. Karakterlerin acısına, umuduna, yalnızlığına, neşesine sinen bir duygu var bu atmosferde: Ağırbaşlılık.

Çocuklar bile, etrafındaki dünyadan ağırbaşlılıklarıyla ayrışıyor. Minyatür Kale'de, Güz Değil Sonbahar'da, Kuşçu Akif'in Kanatları'nda, Sağ Sol'da, Sır'da karşımıza çıkan çocuklar sert bir dünyada yaşıyorlar. Bu sertlik, acımasızlık, çocuklara yakışmayacak bu hayatlar da nerden çıktı diye soruyoruz kendi kendimize? Üstelik o çocuklardan biri büyüyor, yine gelip orta yere düşüveriyor Son Öykü'de.Yalnızca çocuklar değil, bütün karakterler zor hayatlar yaşıyor.

Bütün karakterleri kuşatan bu grilik tesadüf olamaz, bunu hissediyoruz. Aynı zamanda, bu kuşatmanın, her bir karaktere nasıl yansıdığını, karakterle nasıl hemhal olduğunu da okuyoruz.

İnsanların zorlu hayatlarını arabesk bir anlatıya düşmeden serimliyor Türker Ayyıldız. Oysa hayatın zorluğu bu kolaycı, yenik anlatım biçimini davet ediyor. Dört Kız Bir Oğlan'da, Bir Garip Düş'te, Burgaz'da Pazar öyküsünde karşımıza çıkan kadın katili Ramazan bu sebeple bir kader mahkumu değil. Ramazan vesilesiyle ailenin, devletin, toplumsal ilişkilerin dahil olduğu bir şebekeyi suç üstünde, bir arada görüyoruz. 

Yine Vapurlara Küsmek’te vapur gişesinin halden anlamaz sarı badem bıyıklı görevlisinde ve bir başka öyküde  çocuğun elindeki pastaya bile düşman sarkık bıyıklı cezaevi görevlisinde gericiliğin temsilini, Yeşil Cip'te, adeta “yeni Türkiye”nin habercisi  arabesk ve porno düşkünü, işkenceci, darbe yandaşı bir subayı karşımızda buluyoruz. Bu açıdan baktığımızda farklılıklarıyla kendisini gösteren karakterleri birbirini tamamlayan bir bütünlük oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Bu karakterlerin yılışık bakışlarındaki çirkinlik, ikiyüzlülük, çıkarcılık bir hayli tanıdık . Karakterlerin yakamızdan düşmeyen, gelip gelip bizi rahatsız eden varlığı etkili bir süreklilik hissi yaratıyor. Bu da Ayyıldız’ın öyküsündeki güçlü bir başka taraf. Öykü bitince kötülüğün yok olmayacağından eminiz.

Diğer yandan bir direnç duygusu ince ince kendini hissettiriyor. Karakterler, boyun eğip, kaderlerine rıza gösterip, yapacak bir şey yok diyerek kenara çekilmiyorlar hemen. Minyatür Kale'nin Mesut'unda, Yeşil Cip'in amcasında, Vapurlara Küsmek'in Payidar'ında gördüğümüz tam olarak bu. Hiçbir şeyleri yoksa, bozkırda sertleşmiş haklı yumrukları var. Zaman zaman kaybolup yeniden ortaya çıkan bu baş eğmez karakterler de Türker Ayyıldız’ın içinden bozkır geçen öykülerine bir farklılık katıyor doğrusu.

Öykülerde bozkırı, belirlediği atmosferi, insan ilişkilerindeki izdüşümüyle tanıyoruz. Ama onu bütün kötülüklerin kaynağı, bitimsiz bir kuraklık olarak okumuyoruz. Bozkırı tanımayan, kuraklıktan ibaret görenlere şaşırtıcı sürprizler var öyküler boyunca. O sürprizlerden bir kısmı Iskarpela'da, Salak Ahmet Tesisleri'nde, Köstebek Sancısı'nda okuru selamlıyor.

Vapurlara Küsmek ile Şikeste arasındaki dört yılda Türker Ayyıldız’ın dilindeki sade etkinin güçlendiğini, tercih ettiği ayrıntıların öyküleri boyutlandırıp, belli bir derinliğe kavuşturduğunu söyleyebiliriz. 

Ayyıldız’ın öyküleri bir çığır açıp, öykücülüğümüze yeni bir soluk katmıyor. Zaten bize kalırsa bu şart da değil. Fakat Ayyıldız, okura kötülüğün, kuruluğun, tekdüzeliğin yatağı olarak sürekli karşımıza çıkan bozkır anlatısının içine, zenginleşen bir dille, umut bulaştırıyor. Bunu açıkçası oldukça kayda değer gördüğümüzü de not edelim ve Türker Ayyıldız’ın yeni öykülerinin daha çok okura ulaşmasını dileyelim.