30 Kasım 1925’te TBMM’de kabul edilip 13 Aralık 1925’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yasadan söz ediyorum. Bu yasanın çıkışıyla birlikte, Türkiye’de tekke ve zaviyeler yani tarikatlar ve cemaatler kapatıldı.
Ayrıca şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla muskacılık gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait hizmetlerin yapılması ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesi de yasaklandı.
Oysa günümüzde laiklik karşıtı gerici yapılanmalar, siyasal İslamcılar tarafından “sivil toplum örgütü” gibi gösterilerek açtıkları vakıflar ve dernekler aracılığıyla yaşatılıyor. Bununla da kalmayıp kurdukları holdingler, yurtlar ve kurslar ile devasa büyüklüklere ulaşırken, sahip oldukları medya organları üzerinden propaganda yaparak toplumu zehirlemeye devam ediyorlar.
Bu oluşumlar dini siyasette araç olarak kullanan politikacılar tarafından “oy deposu” olarak görülürken Türkiye Cumhuriyeti 100 yıl önce girdiği devrimci laik rotadan uzaklaştırıldı; Cumhuriyet bir Osmanlı monarşisine, laik devlet de tarikat ve cemaat devletine dönüştürüldü.
***
Buna en son kanıt, Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde yaşandı. AKP’li Yahyalı Belediyesi, sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımla, önümüzdeki günlerde açılışı yapılacak asfalt plenti tesisini, “manevi önder” dedikleri Nakşibendi şeyhi Ali Ramazan Dinç’in ziyaret ettiğini duyurdu.
Paylaşılan fotoğraflarda asfalt şantiyesine Togg marka araçla gelen şeyhin özel masada ağırlandığı, Yahyalı Kaymakamı Mehmet Kaya, AKP’li Belediye Başkanı Esat Öztürk ile belediye meclis üyelerinin şeyhin önünde el pençe divan bir halde dizildikleri, Dinç önde dururken onların arkada yer aldığı görülüyor. Birlikte dua ettikleri bir video da yine belediyenin hesabında paylaşıldı.
FETÖ darbe girişimi yaşanmışken devlet yetkilileri, yürürlükteki yasaya karşın, tarikatları ve cemaatleri desteklemeye, şeyhlere, şıhlara biat etmeye devam ediyor. Anayasadaki laik devlet ilkesine açıkça aykırı olan bu yapıları destekleyenler gibi sessiz kalanlar da suç işliyor.
***
Gelecekte tarikatçılar rant kavgasına düşüp ülkenin başına çorap örerse birileri yine “Kandırıldık!” dediğinde biz bu gericilerle birlikte yürüdükleri için onlara asla inanmayacağız.
Ve 98 yıl önce Atatürk’ün Kastamonu’da söylediği bu sözü bir kez daha yüzlerine çarpacağız!
“Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni camiasında varlığını asla kabul etmiyorum.”
Kılıçdaroğlu dönemi sona erdi: CHP'nin 8'inci Genel Başkanı Özgür Özel oldu (soL)
Ankara Spor Salonu’nda düzenlenen CHP‘nin 38’inci Olağan Kurultayı’nda genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile grup başkanı Özgür Özel genel başkanlık için yarıştı. Adaylardan birinin seçimi kazanması için 1366 delegeden 683'ünün oyunu alması gerekiyordu. Ekrem İmamoğlu başkanlığındaki divan, ikinci turda oylama süresi bittikten sonra sonuçları açıkladı. Buna göre, Kemal Kılıçdaroğlu 536, Özgür Özel 812 delegenin oyunu aldı. İlk turda Kemal Kılıçdaroğlu 664, Özgür Özel 682 delegenin oyunu almıştı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel oldu. Kemal Kılıçdaroğlu, salondan ayrıldı ve evegitti. 22 Mayıs 2010 tarihinde CHP Genel Başkanlığına seçilen Kılıçdaroğlu toplam 13 yıl 166 gün görev yaptı. CHP’de Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Hikmet Çetin, Altan Öymen ve Kemal Kılıçdaroğlu genel başkanlık yaptı.
İSİG: AKP’li yıllarda en az 32 bin 180 işçi hayatını kaybetti (soL)
6 bin depremzedenin yaşadığı bölgede asbest tespit edildi: 'Depremden canını kurtaranlar kanserden ölmesin' (Cumhuriyet)
6 Şubat depremlerinin merkez üssü Kahramanmaraş'ta, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile Türk Hava Hakkı Platformu tarafından yapılan incelemelerde asbest tespit edildi. Kahramanmaraş Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Tiyekli, kentte asbest tespit edilen yerlerden birinin, yakınında moloz döküm sahası bulunan 6 bin kişinin yaşadığı Karacasu Konteyner Kent’in olduğu bölge olduğunu söyledi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/6-bin-depremzedenin-yasadigi-bolgede-asbest-tespit-edildi-depremden-2137600)
Erdoğan'ı korumak için eylül ayının her gününde 3 milyon 575 bin TL harcandı!(Cengiz Karagöz-Cumhuriyet)
Yaptıkları iş aynı ama kazanç az (Dilan Esen-Birgün)
Cinsiyetler arasındaki ücret farkına yönelik dünyada kadınlar ses çıkarıyor. Türkiye’deki eşitsizlik de dünyadan farksız. SGK’ye göre günlük ortalama kazançtaki cinsiyet farkı hayli fazla. 96 alanda ortalama fark ise 83 TL.(https://www.birgun.net/haber/yaptiklari-is-ayni-ama-kazanc-az-481132)
Kendi üniversitesine bina tahsis etmiş (İsmail Arı-Birgün)
Gençliğe bütçeyi Saray reddetti (Mustafa Bildircin-Birgün)
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bütçesine, “Yurtların bakım-onarımının yapılması, koşulların iyileştirilmesi” ve “Bağımlılıkla etkin mücadele edilmesi” için eklenmesi teklif edilen ödenek AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. (https://www.birgun.net/haber/genclige-butceyi-saray-reddetti-481143)
Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Şakir Özkan Torunlar'ın istişarelerde bulunmak üzere Ankara'ya çağrıldığını açıkladı.
Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada İsrail'in ateşkesi kabul etmeyerek sivil halka saldırmayı sürdürmesi, kesintisiz ve sürekli insani yardım girişine izin vermemesi nedeniyle Gazze'de bir trajedi yaşandığı belirtildi.
Yapılan açıklamada, bu doğrultuda Torunlar’ın istişarelerde bulunmak üzere Ankara’ya çağırılmasının kararlaştırıldığı bildirildi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bugün Kazakistan dönüşünde yaptığı açıklamalarda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu "sildiklerini", ancak İsrail'le diplomatik bağları koparmayacaklarını açıkladı.
Erdoğan ayrıca İsrail’in insan hakları ihlallerini ve savaş suçlarını Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıyacak girişimlere destek vereceklerini vurgulamıştı.
İsrail, 19 Ekim'de güvenlik gerekçesiyle aralarında Türkiye de bulunan bazı ülkelerden tüm diplomatlarını "güvenlik gerekçesiyle" ülkeye geri çağırmıştı. Dolayısıyla İsrail'in Ankara Büyükelçisi İrit Lilian görevini sürdürse de Türkiye'de bulunmuyor.
T24'e konuşan kaynaklar, diplomatların Türkiye'ye bir tepki olarak geri çağrılmadığını belirtmişti.
AKP iktidarının 21’inci yılında ülke ekonomik krizin, geleceksizliğin, gericiliğin kıskacı altında. İktidar 28 Mayıs seçimlerinden sonra ‘normalleşme’ izlenimleri vermeye çalışsa da yaşananlar iktidarın karakterini açığa çıkarıyor.
AKP’nin 3 Kasım 2002’de tek başına iktidara gelmesinin üzerinden tam 21 geçti. AKP yıllar içerisinde dış ve iç politikada yaptığı çeşitli manevralarla, cemaat tarikat ortaklıkları ve mafya ilişkileriyle, karşısında yer alan etkisiz muhalefet güçleri ile beraber bugün hâlâ iktidarda. Bunların yanı sıra, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerden aldığı destek de iktidarını korumasını sağladı. ABD tarafından biçilen görevlerle beraber Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlığına kadar uzanan bir siyasal İslamcı rejimin önü de açılmış oldu.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Mayıs seçimlerinde Hüda Par ve YRP’yi ittifaka dahil etmişti. (Fotoğraf: Depo Photos)
Ülke tarihi açısından önemli kırılma anlarından birisi olan 2010 Referandumu’nda da ‘Sol’ liberallerin ‘Yetmez ama evet’ söylemleri ile desteğini almayı da başardı.
İktidarını sürdürebilmek için o gün kime ihtiyacı varsa yanına çekmeyi başaran AKP iktidarı, ülkenin bütün alanlarını hâkimiyeti altına alarak tek adam rejimini adım adım kurdu.
İlk yıllarında ‘özgürlükçü’ söylemler kullanan AKP, süreç içerisinde etnikçi, dinci kimliğini hiçbir zaman gizlememesine rağmen bazılarını ‘kandırmayı’ başardı. Cemaatlerle kurduğu ilişkilerle büyüyen iktidar kendisine tehlikeli olarak gördüğü ‘dost-düşman’ kim varsa tasfiye etmekten de geri durmadı.
Önce Ergenekon davalarıyla beraber ordu içerisinde hâkimiyet kuruldu. Daha sonra bu konuda ortak hareket ettiği Fethullahçıları, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından tasfiye etti. Yargı tamamen talimatla çalıştırılır hale getirildi. Siyasal İslamcı rejimin temel taşları da başta eğitim olmak üzere toplumun tabanına yayılmaya başlandı. İlkokullardan üniversitelere kadar ‘dinci’ bir anlayış hâkim kılındı. Ekonomide izledikleri neoliberal politikalarla beraber Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmeleri yapıldı. Kendi sermaye çevresini oluşturan AKP iktidarı 5’li çetelerle beraber halkın üzerine bir karabasan gibi çöktü. Özellikle başkanlık sistemine geçiş ile beraber baskıcı politikaları daha da artırdı. İktidarı eleştirmeye kalkan bütün kesimler soruşturmalarla, gözaltı ve tutuklama kararları ile sindirilmeye çalışıldı.
TEK ADAM İKTİDARININ BUGÜNÜ
Ne yaparsa yapsın 21 yıldır toplumun yarısından fazlasının rızasını alamayan AKP iktidarının son kırılma anı da 28 Mayıs seçimleri oldu. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere toplumun bütün direnen kesimlerinin değişim çığlığını büyüttüğü seçimler, muhalefetin sağcılık yarışı ile sekteye uğrarken iktidarın devletin bütün gücüyle gerçekleştirdiği kampanyaları sonucunda bir kez daha AKP iktidarda kaldı.
Bu süreçte kendine yeni dostlar edinen AKP iktidarı da Yeniden Refah Partisi, Hüda Par gibi gerici partilerle kol kola girmekten geri kalmadı. Toplumda yaratılan umutsuzluk ortamında tek adam rejimi de yeni bir şekle bürünme gayretine girdi.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın seçimlerin hemen ardından gerçekleştirdiği kabine değişiklikleri ile bu yeni dönemin kapısı açıldı.
21 yılın sonunda ülkeyi sürükledikleri ekonomik kriz, yarattıkları gericilik dalgası karşısında halkın sorunları karşısında çözüm üretemeyen AKP, kendi iktidarını meşru kılacak yeni bir makyaj derdine düştü.
Kabineye yeni giren Dışişleri Bakanı Hakan fidan, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek gibi figürlerin gün yüzüne çıkması da iktidarın yeni dönem politikası etrafında gelişti. Bu değişiklerle beraber ekonomideki kötü gidişatı Şimşek’in kurtarıcılığına, ülkedeki çeteleşme, yolsuzluklara karşı Yerlikaya’nın operasyonlarına, dış politikadaki tutarsızlıklar Fidan’ın ilişkilerine devredildi. Rasyonel zemin söylemleri ile iktidarın yukarıdan çizdiği bu görüntü ise muhalefete ve topluma bir tuzak.
‘Başarılı isimler’ edasıyla sunulan bu kabinenin ise ülke sorunları karşısında çözüm bulma şansı yok.
Çünkü sorunların kendisi AKP’nin 21 yıllık iktidarının kendisi haline gelmiş durumda. Ekonomik krizin nedeni de, yolsuzlukların hat safhaya ulaşması da, yargının bağımsızlığının kalmayışı da, dış politikadaki savaş çığırtkanlığı da adım adım örülen bu rejimin 21 yıllık karakteri.
Öyle ki partide çizilmeye çalışılan bu normallik görüntüsünün gerçek yüzü toplum içerisinde beslenmeye çalışılan gericilik dalgasıyla, baskı politikalarının artmasıyla da açığa çıkıyor.
Seçim sonrasından bugüne yaşanan bir dizi gelişme ise bunu en açık hali ile ortaya koyuyor. Gazeteci Merdan Yanardağ’ın tutuklanması ile başlayan süreç TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın AYM kararına rağmen tahliyesinin gerçekleşmemesi ile devam etti.
Ardından yargıda ortaya çıkarılan yolsuzluklar, Cumartesi Anneleri’ne her hafta uygulanan gözaltılar, uygulamaya konan ÇEDES projeleri, kadınların nafaka haklarına gerçekleştirilen saldırılar, KYK protestolarındaki öğrencilere yönelik gözaltılar, haberleri gerekçesi ile önceki akşam tutuklanan gazeteci Tolga Şardan’a kadar yeni dönemde de AKP iktidarı 21 yılın mirasını sürdürüyor.
/././
Susurluk AKP ile devam ediyor (Öncü Durmuş-Birgün)
Tam 27 yıl önce Susurluk’ta “bir kaza” ile ortaya saçılan devlet-siyaset-mafya üçgenindeki kirli ilişkiler ağı AKP iktidarı ile devam ediyor. Susurluk çetesinin aktör ve ardılları AKP-MHP ittifakı içerisinde varlıklarını sürdürüyor. Geçmişteki gibi bugün de bu ağı ortaya çıkaranlar hedef oluyor.
1996 yılında meydana gelen trafik kazası devlet-mafya ilişkisini açığa çıkarmıştı. (Fotoğraf: Depo Photos)
Türkiye yakın siyasi tarihinde devlet-mafya-siyaset ağının açığa çıktığı ‘Susurluk kazasının’ üzerinden 27 yıl geçti. 3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesinde Mercedes marka bir otomobilin kamyonla çarpışması sonucu ‘Mehmet Özbay’ adına sahte kimlik bulunan Abdullah Çatlı ve ‘Melahat Özbay’ sahte kimlikli Gonca Us ile Emniyet amiri Hüseyin Kocadağ’ın hayatını kaybetmesi, Doğru Yol Partisi Urfa Milletvekili Sedat Bucak’ın yaralı olarak kurtulması devletin mafyalaşmasının en manidar karesi olmuştu.
Otomobilin içerisindeki ‘Mehmet Özbey’ adlı kişinin birçok suçtan İnterpol tarafından aranan Abdullah Çatlı’nın olduğunun öğrenilmesiyle basit bir trafik kazası gibi görünen olay ülke tarihindeki ‘derin devlet’ ilişkisinin açığa çıktığı süreci başlatmış oldu.
Susurluk kazasının ardından ortaya çıkan ilişkiler ağının açığa çıkması ile “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri başlatılırken dönemin yetkilileri devlet içerisinden çetelerin, mafyaların temizlenmesi için mücadele edeceklerini açıkladı.
RAPOR VAR İŞLEM YOK
Başbakanı Mesut Yılmaz’ın talimatı ile ‘Susurluk Raporu’ hazırlandı. TBMM’de ‘Susurluk Komisyonu’ oluşturuldu. Hazırlanan raporda;” Devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığını, bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında da bazı istenmeyen faaliyetlere yönelebildiğini, bazı siyasi güçlerce veya kişilerce desteklendiğini, devlet adına yapıldığı öne sürülen işlerde dahi büyük miktarlarda maddi çıkarların söz konusu olduğunu (A. Çatlı'nın şirketleri ve mal varlığı gibi) gösterecek nitelikte emarelerin çıkmasına neden olmuştur” ifadeleri yer aldı.
Yapılan araştırmalar ve raporlarda bu karmaşık ve karanlık ilişkilerin merkezine dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ı oturtmaya başladı. Ağar, kazadan kısa bir süre sonra görevinden istifa etti. DGM’ye ifade veren Ağar, birçok soruyu devlet sırrı gerekçesi ile yanıtlamadı. DGM’nin ‘Yüce Divan’ı işaret etmesi Yargıtay’a takıldı. TBMM Soruşturma Komisyon’u da Ağar’ın sevkine gerek olmadığına karar verirken yargı süreçleri sona erdi. Aralarında eski generaller, emniyet genel müdürü, polislerin olduğu 14 kişi ceza alırken faili meçhul cinayetlerinin ortaya çıktığı kod adı ‘yeşil’ olarak bilinen Mahmut Yıldırım bir türlü yakalanamadı.
‘SUSURLUK’U’ AKP YAŞATIYOR
Susurluk’un ardından “Derin devlet işbaşındaydı, ayıklayacağız, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bizim de artık temiz bir toplumumuz, temiz siyasetimiz olacak" sözleri ile topluma mafya ile hesaplaşma görüntüsü hiçbir zaman hayata geçmedi. AKP’nin iktidara gelişi ile beraber Susurluk’un aktörleri bu dönemde de yerini korudu. AKP’nin MHP ile ittifakı ile beraber bu ilişki ağı daha da genişledi.
Bucak Aşiretine mensup ‘Susurluk Kazasının’ tek kurtulanı Sedat Bucak AKP’ye yakın isimlerden biri. 14 Mayıs seçimlerinde de Bucak’ın yeğeni Fatih Mehmet Bucak, AKP’den milletvekili aday adaylığına başvurdu. Bucak, “Bize yakın parti AKP’dir” açıklaması ile dikkat çekti.
Susurluk çetesinin açığa çıkmasının ardından istifa eden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar da AKP döneminde adından söz ettiren isimler arasında. Suç Örgütü Lideri Ağar’ın oğlu da geçtiğimiz yıllarda cinayet ile suçlandı. Suçlamalara soruşturma bile açılmazken Tolga Ağar 27. Dönem Elazığ Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Öte yandan Mubariz Gurbanoğlu’nun sahibi olduğu Muğla’nın Bodrum ilçesinde bulunan Yalıkavak Marina’ya Mehmet Ağar’ın el koymasına ilişkin Ağar, “Biz orada olmasak, mafya çökecekti” diyerek kendisini savundu.
Susurluk’u sahipleniyorum ifadeleri ile mafyanın siyasetteki temsilcilerinden birisi olan DYP Lideri Tansu Çiller de 14-28 Mayıs Genel seçimleri öncesinde Cumhur İttifakı’na oy istedi. Çiller, Erdoğan’a destek açıklamalarında bulundu.
MHP Lideri Devlet Bahçeli, suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı hastanenin mahkûm koğuşunda ziyaret etti. Bahçeli daha sonra Çakıcı’nın tahliyesini sağlayacak af yasasını çıkarttırdı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ziyaret etti, ona af çıkarttırdı. Bahçeli, Çakıcı için ‘Benim dava arkadaşımdır’ dedi. Bahçeli, ‘çıkar amaçlı suç örgütü kurmak’ suçundan hüküm giyen suç örgütü lideri Kürşat Yılmaz hakkında da ‘kahraman’ açıklaması gerçekleştirdi. Şahinler çetesi olarak bilinen suç çetesinin önde gelen isimlerinden Sedat Şahin de cezaevinden tahliye edilmesinin ardından soluğu Bahçeli’nin yanında aldı. Şahin ile Bahçeli’nin verdiği fotoğraf dikkat çekti.
Susurluk Çetesi’nin kilit isimlerinden olan Korkut Eken de AKP döneminde dikkat çeken diğer bir aktör. Eken’in de Yalıkavak Marina’daki ilişki ağı ortaya çıkmış, Mehmet Ağar ve Bahçeli ve Çakıcı ile verdiği pozlar dikkat çekmişti.
Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yakın olduğu bilinen suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan operasyonları son mafya-devlet ağı içerisindeki klik savaşları olarak yorumlandı.
Yasa dışı bahis baronu Halil Falyalı cinayetinde de mafya ilişkileri gözler önüne serildi. Türkiye’den Kıbrıs’a uzanan ilişki ağı içerisinde cinayet sanığı Mehmet Faysal Söylemez’in avukatına gönderdiği bir notta suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’nın da ismi geçti.
Eski Başbakan ve TBMM Meclis Başkanı Binali yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın da uyuşturucu ticareti içerisinde olduğu iddia edildi. Yıldırım’ın yeni ticaret yolları kurmak için Venezüella’ya gittiği iddialarına Binali yıldırım “Oğlum Venezüella’ya maske ve test kiti yardımı götürdü” yanıtı verdi.
Suç örgütü lideri Mehmet Ağar seçimlerde AKP’yi desteklemişti. (Fotoğraf: AA)
∗∗∗
ÇİLLER’DEN MİRAS KURUMSALLAŞMA
Susurluk kazasının ardından geçen 27 yılda devlet mafya ilişkisinde bir kırılma yaşanmadığını dile getiren Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu şöyle konuştu: “Susurluk döneminde ç Türkiye’de mafya-devlet ilişkisi sonlanmadı, sadece görünürlüğünü yitirdi. Açık yapılan uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, mala çökme gibi birçok suç açıktan yapılmıyor sadece. Düşünün Mehmet Ağar o dönem Susurluk çetesinin Tansu Çiller ile birlikte başı diye anılıyordu, geçtiğimiz senelerde ortaya çıktı ki aslında aynı faaliyetleri bu kez de AKP çatısı altında yapıyormuş. Elden ele devredilerek Çiller’den MHP-AKP iktidarına geçti bu kurumsallaşma.Göstermelik uyuşturucu operasyonlarına dikkat çeken Mavioğlu, şu ifadelere yer verdi: “Türkiye’deki mafya-devlet ilişkisini ortadan kaldırmak için sadece AKP iktidarıını değil benzeri tüm iktidarların tasfiye edilmesi gerekir. Bunun için ancak işçi-emekçi sınıfının güçlü bir irade göstermesi lazım. Devlet Bahçeli ve Erdoğan kiminle fotoğraf verip milyonları alıyorsa bu iktidarın devam ettiğini gösterir. Geleceğin projeksiyonu açısında bakıldığında, emekçi yığınlarının müdahalesi olmadan bir set oluşturmazsak her 10 senede bir Susurluk vakası yaşarız. Sedat Peker açıklamalarında gördük ki Susurluk’a benzer birçok olay zaten yaşanıyor. Mehmet Ağar’ın oğlu bir kadını öldürüyor, soruşturma açılacağına ödül olarak meclise girip vekil oluyor. Birçok şirketin malına mülküne çöküldü, insanların mallarına el koymayı bekliyorlar. Bu mafya devleti değilse nedir ki? Bu döngünün kırılması şart. Nasıl bir toplumda yaşıyoruz sorusunu sormamız gerek.”
MAFYALAŞMANIN DEVAMI SARAY REJİMİ
Dönemin TBMM Susurluk komisyon üyesi Fikri Sağlar 27 yıllık süreci değerlendirdi. Sağlar, “O gün ile bugünün arasındaki en büyük fark, 27 sene önce hukuk devletiydi Türkiye. Şimdi baktığımızda yargı ne bağımsız ne de tarafsız. Yargı talimatla hareket ediyor. O gün yargı Susurluk faillerinin çeteleşmesini en azından 5 sene ile cezalandırıldı. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar 1 hafta sonra istifa etmek durumunda kaldı, parlamentoda tüm siyasi partiler bir araya gelip komisyon kurulmasına kanaat getirdi. Şu an ise dünyadaki birçok çete-mafya Türkiye’de yaşıyor” dedi. Rejiminin mafya düzenini devam ettirdiğini belirten Sağlar şunları söyledi: “Buradan tüm dünyaya da çağrı yapıyorlar, mafya işlerini buradan yönlendiriyorlar. Hükümet de bu insanlara pasaport veriyor. 27. Yılında demokrasinin ayakta olduğu bir ülke olmaktan çıkıp daha geriye gittik. Bu tek adam rejiminin sonucudur. Toplum artık örgütlü değil. Sendikalar, Sivil toplum örgütleri yargı sopası ile korkutulmuş durumda. Medya müthiş bir baskı altında. Gerçeği aktarmaya çalışan medyayı da susturmaya çalışıyorlar. Özellikle de yargı içindeki çeteleşmeyi aktaran Tolga Şardan gibi isimler tutuklanıyorlar. Yerel seçimlerde yurttaş bu iktidarı yollama bilincinde hareket etmeli. Aksi takdirde Türkiye, Meksika ya da Bolivya’dan farklı olmayacaktır. Mafyaların bir arada olduğu, çete savaşlarını sürdüğü, çetelerin ülkeyi yönettiği bir noktaya gidecek.Çetelerin arkasındaki emperyalist güçler Türkiye’yi alabildiğine baskı ile farklı bir yöne taşı
Fikri Sağlar
/././
Ucuzluk yalnızca TÜİK’in marketinde
TÜİK’in açıkladığı aylık yüzde 3,43’lük enflasyon verisine karşın ENAG’ın verisi yüzde 5,09. DİSK, her gelir grubunun enflasyonu farklı oranda hissettiğini belirtirken yoksulların yaşadığı hayat pahalılığına dikkat çekti.
Hayat pahalılığı enflasyon verilerine yansıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı ekim ayı tüketici enflasyonuna göre aylık yüzde 3,43 olurken yıllık artış yüzde 61,36 şeklinde kayda geçti. Tüketici Fiyatları Endeksindeki (TÜFE) değişim bir önceki yılın aralık ayına göre ise yüzde 55; on iki aylık ortalamalara göre de yüzde 54,26. DİSK’e göre ise son yıllarda gıda enflasyonu ile genel enflasyon arasındaki fark açılıyor.
Harcama gruplarına bakıldığında bir önceki yılın aynı ayına göre artışın en yüksek olduğu ana grup yüzde 94,12 ile lokanta ve oteller oldu. Bu grubu yüzde 81,30 ile sağlık, yüzde 80,83 ile eğitim izledi. En düşük yıllık enflasyon ise yüzde 25,98 konut, yüzde 39,15 ile giyim ve ayakkabı ve yüzde 46,70 ile haberleşmede yaşandı. Aylık olarak bakıldığında en yüksek enflasyon yüzde 13,73 ile giyim ve ayakkabıda görüldü. Ulaştırma grubunda ise tüketici fiyatları aylık yüzde 0,18 geriledi. Endekste kapsanan 143 temel başlıktan 2023 itibarıyla, 15 temel başlığın endeksinde düşüş gerçekleşirken, 6 temel başlığın endeksinde değişim olmadı. 122 temel başlığın endeksinde ise artış meydana geldi.
ENAG’A GÖRE FARK BÜYÜK
Akademisyenlerin ve ekonomistlerin bağımsız biçimde oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), ekim ayına ilişkin enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) ekim ayında yüzde 5,09 arttı. Son 12 aylık artış yüzde 126,18 olarak gerçekleşirken bu yıl ocak-ekim dönemi enflasyon oranı ise yüzde 105,48.
EKİMDE ENFLASYON RAKAMLARI (%)
MİLYONLARCASININ MAAŞI SABİT KALIYOR
Ekim enflasyonunun açıklanmasıyla yeniden değerleme oranı belli oldu.
• MAAŞ ZAMMI
Ekim enflasyon verisinin belli olmasıyla SGK ve Bağ-Kur emeklileri temmuz ayı için yüzde 9,49, ağustos ayı için de yüzde 9,09, eylül ayı için de yüzde 4,75, ekim ayı için de yüzde 3,43 enflasyon farkını hak etti. Böylece sadece 4 ayda alacakları zam oranı yüzde 29,40 oldu. Bu zam ocaktaki maaşlara yansıyacak. Bu orana göre milyonlarca emeklinin maaşı 7 bin 500 lirayı geçemiyor.
• TELEFON HARCI
Vergi, ceza, harçların artış oranında dikkate alınan yeniden değerleme oranı ve yurt dışından getirilen telefonlar için ödenen kayıt ücreti de belli oldu. 2024 için uygulanacak yeniden değerleme oranı yüzde 58,46 olarak kaydedilirken, 2024 için yurt dışından getirilecek telefonların kayıt ücreti de 31 bin 692 olarak belirlendi.
• İŞYERİ KİRASI
İşyerlerine yapılacak kira artış oranı da belirlendi. İşyerlerine yapılacak kira zammı oranı ise yüzde 54,26 olarak öne çıktı. Kira kontrat süresi bu ay dolan işletme sahipleri kiralarına zam yapabilecek.
YURTTAŞA NASIL YANSIYOR?
DİSK-AR’ın raporunda emekliler ve dar gelirlilerin gıda enflasyonun yüzde 88 ile yüzde 113 arasında olduğuna dikkat çekildi.
ÜRETİCİ ENDEKSİ YÜZDE 40 ARTTI
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ekim ayı yurt içi üretici fiyat endeksi verisine göre ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 1,94, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 38,70, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 39,39 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 58,46 artış görüldü. Veriler yıllık tüketici enflasyonu ile üretici enflasyonu arasındaki farkın 22 puana yükseldiğini gösterdi.
DÖRT AYLIK NEREDEYSE YÜZDE 30
DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan enflasyon raporunda ise gerçek oranların TÜİK’ten oldukça yüksek olduğuna dikkat çekildi. “Dört aylık resmi enflasyon yüzde 30’a yaklaştı!” denilen rapora göre emekliler ve dar gelirlilerin gıda enflasyonu yüzde 88’le yüzde 113 arasında. Resmi verilere göre 2003’ten bu yana ortalama fiyatların 17,5 kat arttığına değinilen raporda, gıda fiyatlarındaki yükselişin de 25 kat olduğu vurgulandı. TÜFE ve gıda fiyatları endeksinin artmaya devam ettiği belirtilen raporda, “2005 yılında 120 olan TÜFE endeksi, Ekim 2023’te 1.749’a yükseldi. 2005’te 113 olan gıda fiyatları endeksi ise 2023’te 2.484’e yükseldi” denildi.
Yılın ikinci yarısı için memur maaşlarına ve emekli aylıklarına yapılan zam erirken TÜİK, geçen ayki gıda enflasyonunun yüzde 71,99 olarak açıklandığı belirtildi. Bu oranın halkın hissettiği gerçek enflasyonu yansıtmaktan uzak olduğu aktarılırken şöyle ifade edildi: “Enflasyon oranını hesaplanmasına kaynak teşkil eden madde fiyat listesi görülemiyor. Resmi ortalama enflasyon oranları düşük gelirlilerin, emekçilerin günlük yaşamda karşılaştığı ve hissettiği oranlar değildir. Bu nedenle DİSK-AR olarak TÜİK’in ham verilerinden yararlanarak emeklilerin, dar gelirlilerin, düşük gelirlilerin hissettiği gıda enflasyonunu yeniden hesaplıyoruz.”
İsrail Gazze'de sığınmacıların kaldığı okulu bombaladı: Ölü ve yaralılar var (soL)
İsrail ordusunun, Gazze'nin kuzeyinde sığınmacıların kaldığı bir okulu bombaladığı, saldırıda ölen ve yaralananların olduğu bildirildi. Gazze'deki Filistin Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre İsrail ordusu, Gazze'nin kuzeyindeki Saftavi bölgesinde sığınmacıların kaldığı Usame bin Zeyd Okulu'nu bombaladı. Saldırıda ölenlerin ve yaralananların olduğu bilgisi verildi.
13 yaşındaki çocuğu istismar edip intiharına neden olan 3 sanığa beraat! (Birgün)
Vaiz, okulda Atatürk'ü ve Cumhuriyet değerlerini hedef aldı! (Sena Tufan-Cumhuriyet)
Din görevlilerinin okullarda görevlendirilmesinin önünü açan ÇEDES yaygınlaşmaya başladı. Proje kapsamında Karaman’daki bir lisede “manevi danışman” olarak edebiyat dersine giren vaizin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ettiği, Cumhuriyet değerlerine saldırdığı ortaya çıktı. Öğretmenler, yaşanan olayı il milli eğitim müdürlüğü önünde protesto etti. Aynı vaizin birden fazla okulda derse girdiğini belirten eğitimciler, “Uyarıyoruz, suç işliyorsunuz. Başöğretmen Atatürk’ün emaneti laik eğitim hakkını gasp ettirmeyiz. Gericilere geçit vermeyiz” açıklamasını yaptı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/vaiz-okulda-ataturku-ve-cumhuriyet-degerlerini-hedef-aldi-2137297)
İlköğretimde gerici kuşatma: Kuran kursu dayatması (Cengiz Karagöz-Cumhuriyet)
Yine Karadeniz yine kıyı dolgusu (Şeyda Öztürk-Cumhuriyet)
AKP’li Ordu Büyükşehir Belediyesi, uzmanların tüm uyarılarına karşın deniz dolgusu projelerine hız kesmeden devam ediyor. Son olarak belediyenin daha önce mahkeme tarafından iptal edilen kıyı dolgusu projesi için nihai karar verildi. Tekrar onaylanacağı düşünülen proje, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Ordu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nde 10 gün için görüşe açıldı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/yine-karadeniz-yine-kiyi-dolgusu-2137300)
Bu acımasız ve akıl dışı dünyada herkes bulunduğu ülkede işçi sınıfı siyasetinin saflarına, başka sığınak yok!
Gazze halkına dönük askeri operasyonun bir soykırıma dönüştüğü her bakımdan görülüyor. İsrail Filistin halkını Gazze’nin kuzeyinden güneyine itmek için bölgeyi ağır bir bombardımana uğratıyor. Hiçbir savaşta hedef alınmayacak hastanelerin vurulması soykırım girişiminin kanıtı olarak gösteriliyor. Buraya sıkışıp kalmış halkın susuz, elektriksiz, ilaçsız, evsiz bırakılması, 9 bini geçkin insanın çoluk çocuk demeden katledilmesi diğer kanıtlar.
Aşağıdaki haritada İsrail’in santim santim bombalayarak halkı güneye göç etmeye zorladığı Kuzey Gazze görülüyor.
Şekil 1: İsrail, Mısır ve Akdeniz arasına sıkışıp kalmış Gazze şeridi görülüyor. İsrail’in yoğun ve insanlık dışı bombardımanı ile halkın haritada işaretli olan Kuzey bölgesini terk etmesi isteniyor.
Gazzeli Filistinliler güneye de göç etseler güven içinde olmayacaklarını ve Mısır’a kadar sürüleceklerini biliyorlar.
İsrail kendi sınırlarını net bir şekilde açıklamayan bir devlettir, çünkü yayılmacılık bu dini-milliyetçi devletin değişmez resmi politikası olmuştur. Aşağıdaki haritanın iyi bilinmesine ve yaygın olarak kullanılmasına rağmen tekrar hatırlanmasında yarar var.
Şekil 2: İsrail’in kuruluşundan itibaren Filistin topraklarını nasıl kemirdiği görülüyor. Batı Şeria Yahudi yerleşimleri ve örülen duvarlarla bütünlüklü yapısını yitiriyor, Doğu Kudüs İsrail’in işgaline uğruyor. Şimdi ise Gazze’yi yutmak için bir strateji yürütüyorlar.
Filistin sorunu yakın tarih içinde bu toprakların dini olarak kendilerine verildiğine inanan bir sapkınlığa emperyalizmin verdiği ölçüsüz desteğin ve uluslararası işçi sınıfı siyasetinin geçici yenilgisinin ürünü olarak ortaya çıktı.
Bu kadar ayrıntısı olan bir sorunu köşe yazısına sığdırmak mümkün değil, bu yüzden güncel duruma ilişkin birkaç soru sorup yanıtlayalım:
Hamas’ın 7 Ekim’deki ani saldırısı bir komplo muydu?
Bu saldırının İsrail ve ABD tarafından yönlendirildiği veya göz yumulduğu söylendi. Şimdi ise Rusya’nın dahli olduğu bile ileri sürülebiliyor.
Açıkçası ne Hamas’a, ne ABD ve İsrail’e, ne de Rusya’ya kefil olabilecek durumda değiliz. Yakın tarih buna benzer komplolara tanıklık etti.
Ancak komplolardan oluşan bir tarih anlayışı insan iradesine ve örgütlülüğüne olan inancın ve umudun yok edilmesi anlamına gelir, bu nedenle çok zarar vericidir.
Hayır, insanlar, bu örneğimizde Filistin halkı, iradeleri ve azimleri ile en zorlu düşmanı yenebilirler, hedeflerine ulaşabilirler.
Gerçekten de 7 Ekim iki olayın kesişmesiyle gerçekleşmiş gözüküyor. İlki, yolsuzluk şampiyonu olan Netanyahu’nun lideri olduğu faşizan-dinci bloğun yasaları kendi suçlarını örtecek şekilde değiştirmek istemesi üzerine başlayan ve bir yıla yayılan protestoların güvenliği zayıflatmış olmasıydı. İkincisi ise sürekli katledilen, mağdur olan, yaşama hakkı elinden alınan bir halkın öfkesinin bir askeri operasyonda cisimleşmesiydi.
Hamas tarafından güvenlik düzeneği ortadan kaldırılınca Gazze halkının açılan boşluktan İsrail’e aktığı ve öfkesini kustuğu için olayın kontrolden çıktığı söyleniyor.
Geçen hafta işçi sınıfı siyasetinin geriletilmesi nedeniyle Hamas’ın direnişin liderliğini ele geçirdiğini yazmıştık.
7 Ekim sonrası şiddetlenen Filistin sorunu ne kadar emperyalist hegemonya krizinin bir parçası haline geldi?
ABD hegemonyasındaki Batı emperyalizmi blok olarak İsrail’e sahip çıktı, ABD uçak gemileri İsrail kıyılarına yanaştı, askeri yardımlar arttı, Batı medyası haberleri ve gerçeği çarpıtarak İsrail’in başlattığı soy kırımı haklı göstermeye çalıştı. Burası tamam, nedenleri ABD Başkanlık seçimlerinden, Ortadoğu’daki emperyalist hegemonya çekişmesine kadar çok çeşitli burada altını doldurmayacağız.
Ancak bu desteğin başka bir boyutu vardı, İsrail’i dizginlemek.
Gazze halkının yaşamına bir gıdım değer verdikleri için değil. Kendi yarattıkları ve bir zombiye dönüşen İsrail’in önce bölgesel, sonra bir dünya savaşı çıkartabilecek kontrolsüzlüğünü önlemeye çalıştılar.
İsrail faşizmin bütün rasyonelleştirilmiş siyasetini gösterir. Resmi stratejileri içinde gerekirse nükleer silah kullanmak, İran’a saldırmak, Lübnan’da Hizbullah işe karışırsa taktik nükleer silahlara başvurmak, bir anda bütün evleri yıkıp 2 milyondan fazla insanı mülteci haline getirmek, ne ararsanız var.
Batı emperyalizmi, gizli toplantılarda şunu söylemiş olmalı: “Bakın savaşı biz istediğimiz koşulda, zamanda ve mekânda başlatırız, siz değil, kendinize gelin”.
Öte yandan İsrail’in başlattığı soykırım ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı yerlerde ABD aleyhine dönmeye başladı. Bolivya, Kolombiya ve Şili İsrail ile diplomatik ilişkiyi kestiler. Birleşmiş Milletler’de ateşkes oylanarak kabul edildi. 120 ülke lehte oy verirken, ABD ve İsrail kendileri gibi faşizan veya satın alınmış 18 ülke ile aleyhte oy vererek yalnız kaldılar.
Rusya Hamas ile resmi olarak görüştü. Çin ve Rusya ekseni İsrail’in duymaktan nefret ettiği Birleşmiş Milletler’in 1967 sınırlarına dönülmesi ve iki devletli çözümü giderek yükseltmeye başladılar.
Dolayısı ise emperyalist hegemonya krizinde bir cephe daha açılmış oldu.
7 Ekim olayının ve İsrail’in başlattığı soykırımın geniş çaplı bir savaşa dönüşme olasılığı var mı?
Tabi ki kesinlik değil ama bu olasılığı kim reddedebilir?
Ukrayna’da savaş Batı emperyalizmin istediği gibi gitmedi, Ukraynalı gençleri cepheye ellerine silah vererek sürme taktiği bir neslin yaşamının mahvolması dışında sonuç vermedi. Almanya Savunma Bakanı geçenlerde Avrupa’da bir savaşa hazırlanmalıyız diye demeç verdi.
Pasifik’te durum çok gergin, herkes elde silah bekliyor.
Şimdi İsrail’in Gazze’de bir kara operasyonuna girişmesi savaşın Lübnan’a, Ürdün’e, Mısır’a sıçraması olasılığını güçlendiriyor.
Tabi İran’a ve sonra her yere.
Böyle bir durumu bir yandan önlemeye çalışıyorlar, bir yandan kışkırtıyorlar.
Çok uzun sürmez ne olacağını anlamak.
Bu acımasız ve akıl dışı dünyada herkes bulunduğu ülkede işçi sınıfı siyasetinin saflarına, başka sığınak yok!