Özgür Özel, Öcalan’ın bile gerisinde (Barış Terkoğlu)
Karşı olduğunu anlatamayan nerede durduğunu da gösteremiyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Gazeteci Candaş Tolga Işık’ın programına katıldı. Teşbihte hata olmaz, Şeyh Sait ile Mustafa Kemal arasında kalınca, özetle "kutumu açayım" dedi. Ağzımdan "CHP Genel Başkanı PKK liderinin de gerisinde" sözleri döküldü.
Şöyle anlatayım…
Terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, İmralı’da hapsedildikten sonra görüşlerini çeşitli yollarla kamuoyuyla paylaştı. "Avukat Görüşme Notları" düzenli açıklandı. Mahkemelerde yaptığı savunmalar yayınlandı. Hatta kitapları çıktı. İmralı’da AKP Hükümetiyle yapılan müzakerelerin notları bile basıldı. Buralarda Öcalan’ın Şeyh Sait hakkında çok sayıda görüşü de yer aldı.
ATATÜRK İLERİ SAİT GERİ
Örneğin 22 Eylül 2004 tarihli avukat görüşme notlarında şunları söyledi:
"İsyanların arkasında Sultan Vahdettin ve İngilizler vardı. Mustafa Kemal isyanlarda sadece Kürtleri görmüyor; ‘Cumhuriyet gidecek, Türkler ve Kürtler kalmayacak, yerine Sevr gelecek’ diyordu. O dönem Türklerin de işbirlikçi kesimleri var. Şeyh Sait, Kürt ulusal kurtuluşçusu değildi, din ağırlıklı feodal otonomiciydi. (…) Eğer bir yerde bir şey yenilmişse, geriyi temsil ettiği içindir. Mustafa Kemal o koşullarda ileri olanı temsil ediyordu. Kürtler gericiydi demiyorum, başındakiler gericiydi."
28 Ağustos 2009 tarihli notlarda ise şu ifadeleri kullandı:
"Mustafa Kemal, İngiliz oyunlarını kısmen de olsa çözmüştü. İngilizler kendi politikaları için Türkiye'de Kürtleri devletin önüne attılar. Bunlar hep böyle yaptılar. Şeyh Said'i kullandılar. Şeyh Said'i kullanarak Musul ve Kerkük'ü aldılar, bu şekilde Mustafa Kemal'e de Kürtlere yönelme yolunu açtılar. İngiltere bu şekilde Şeyh Sait üzerinden politika geliştirdi."
28 Ekim 2009 tarihli görüşmesinde ifadeleri farklı değildi:
"Mustafa Kemal, Musul ve Kerkük'ü vermek istemiyordu ama İngilizlerin oyunları nedeniyle vermek zorunda kaldı. Şeyh Sait İsyanı-Dicle İsyanı bir provokasyondu. Bunun provokasyon olduğunu anlamadılar."
EMPERYALİZMİN KÜRT OYUNU
Kitaplar dedim ya…
Mesela hapiste çıkardığı "Bir Halkı Savunmak" kitabında Şeyh Sait isyanı için şu tespitlerde bulundu:
"Yakın dönem Osmanlı ümmet anlayışının derin etkisi altındadır. Sünni Nakşi tarikatının etkisi belirgindir. Osmanlı dönemindeki ayrıcalıklarının elden gitmesinin de rolü vardır. Önlerine Kürdistan'ı bir hedef koymaktan çok, Osmanlı halifesi ve saltanatını geri getirmek istemi daha güçlüdür. Dini devlet eğilimi açıktır."
"Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa" kitabının ikinci cildinde Sait’in emperyalizmin oyunlarına alet olduğunu anlattı:
"İran’da Simko İsmail, Irak’ta Mahmut Berzenci ve Türkiye’de Şeyh Sait önderlikleri, Kürt hareketlerinde en başarısız rolün sahipleri olmaktan kurtulamamışlardır. Çoğunlukla emperyalist ajanların basit oyunlarını ilişki sanıp oyunlarına alet olmuşlardır."
Öcalan, bu görüşünü, HDP milletvekillerinin de tanık olduğu çözüm görüşmelerinde, AKP Hükümeti’nin temsilcilerine de iletti. 14 Ekim 2013 tarihli İmralı Tutanakları’nda şu tespiti yer alıyor: "Şeyh Said İsyanının bilimsel bir yanı yok. Şeyh Said asla İngiliz ajanı değil. Ama askerler vurduruldu, Şeyh Said İsyanı, savaş çıkarıldı. Sonrası kıyamet."
Uzatmayayım…
Kendisini onunla kıyaslarken "Şeyh Sait’i kullandılar, ben kendimi kullandırtmadım" dedi. İsyan sırasında Şeyh Sait’ten desteğini çekmiş Diyarbakırlılara selam gönderirken "Diyarbakır halkı 1925’te bir komployu boşa çıkardı" ifadelerini kullandı.
Öcalan’a göre Şeyh Sait bir İngiliz ajanı değildi ama isyanı İngiltere destekli bir provokasyondu. Bu sayede İngiltere, Musul ve Kerkük’ü Türkiye’den, doğal olarak da Türkiye’deki Kürtlerden koparmıştı. Sonucunda da yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni Kürt meselesinde tepkiselleştirmiş, katılaştırmıştı. İsyanının niteliği gericiydi. Koyun tüccarı olduğu için "Ticaret burjuvası sayılabilir" dediği Nakşibendi Şeyhi Sait, hilafet istiyordu. Zaten Öcalan’a göre şeyhlik kurumu da gericiydi.
ATATÜRK-SAİT ARASINDA CHP
Öcalan bunları söylerken, ne HDP’den Öcalan’a bir eleştiri geldi, ne AKP "düzgün konuş" dedi. Sadece Kürt-İslamcı Hüdaparcılar yani Hizbullahçılar, Öcalan’ı, Kemalist olmakla itham etti. Yayınlarında "bir Mustafa Kemal yetmezmiş gibi yeni bir Mustafa Kemal başımıza musallat etmek istiyorlar" diyerek Öcalan suçlandı.
İşin özeti böyle…
1925 çatışmasının özü iki şahıs arasındaki kişisel mesele değil, modern ve laik Cumhuriyet devrimi ile şeriatçı hilafet-saltanat yanlısı feodal isyan arasındaydı. Şeyh Sait, savunmasında şeriat için ayaklandığını söyleyecek, kadınların müzik eğitimi almasını bile ayaklanma bahanesi olarak anlatacaktı. Özgür Özel, belki ideolojik eksikleri, belki tarihsel bilgi yoksunluğu, belki kuruluş felsefesiyle mesafesi, belki siyasi duruş sorunları, belki de gündelik siyaset oportünizmi nedeniyle bu tartışmada taraf olamadı. Şeyh Sait’e karşı, terör örgütü kurucusu Abdullah Öcalan’dan bile daha geri tutum aldı. Gericiliğin iki ucu, “Kürt ama hilafetçi” ile “hilafetçi ama Kürt”, Şeyh Sait Bulvarı’nda buluşurken, Cumhuriyet’in kurucu partisi tarafsızlığı seçti. Terakkiperver Fırka’da mümkündü… Ama 1925 koşullarında Atatürk ile Şeyh Sait arasında taraf olamayan biri, CHP Genel Merkezi’nin kapısından giremezdi.
Aksini sanırız. Aslında tarih, bitmemişin öyküsüdür. Ne mutlu geçmişin ağaçlarından bugüne yaprak toplayanlara…
/././
2024’e girerken 3 ‘Büyük belirsizlik’ (Ergin Yıldızoğlu)
Son yıllarda çok tartışılan, “kurala dayalı liberal dünya düzeninde bozulma” 2024 yılında güçlenerek devam edecek.
SORUNLAR BİRİKİYOR
ABD liderliğinde şekillenmiş Batı merkezli “kurala dayalı liberal dünya düzeninde” sorunlar birikmeye devam ediyor: “Küresel ısınma” sorunu, son COP28 toplantısında bir çözüm üretilemeden yeni yıla devredildi. Ukrayna-Rusya savaşının, Gazze’de başlayan soykırımın, İsrail’de dünyayı ateşe vermeye hazır faşist yönetimin, İran’ın birçok noktada vekâlet savaşı sürdürme, Yemen’de Husilerin Kızıldeniz ve Basra Körfezi gibi iki stratejik geçiş noktasında operasyon düzenleme kapasitelerinin, Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının, Sudan’da iç savaşın, Batı Afrika’da birbirini izleyen Batı karşıtı askeri darbelerin yarattığı karmaşıklığın, Çin’in Tayvan üzerinde gittikçe artan baskısının ne yönde gelişeceği belirsiz. Bu ortamda, bu sorunların Avrupa Birliği’nin haziran parlamento seçimlerinden sonra, ABD dış politikasının kasım başkanlık seçimlerinin ertesinde alacakları biçimler de...
Geride bıraktığımız yıl içinde, artan sayıda Batılı analist, Batı merkezli “kurala dayalı liberal düzenin” artık geri döndürülemez biçimde dağılmaya başladığını kabul ediyordu. Bu dağılmanın ekonomik zeminini şimdilik bir kenara bırakarak, birikmiş sorunlar yumağına bir bütün olarak bakarsak, karşımıza hemen her noktada, artan bir sıklıkta Çin çıkıyor.
ABD’nin, düzen kurucu hegemon olarak sorun çözme, mekân düzenleme gücü gerilerken açılan “boşluğu”, bir ekonomik diplomatik, teknolojik hatta askeri süper güç olarak yükselen Çin, yeni “vazgeçilmez ülke” olarak doldurmak için ABD ve Batı’nın geleneksel etki alanlarına girmeye başladı. 2024 yılında bu sürecin ABD açısından, yeni sorunlar getirerek hızlanacağını düşünüyorum.
‘KÜRESEL GÜNEY’İN ÖNEMİ ARTACAK
“Küresel Güney” olarak tanımlanan, emperyalist dünya sistemi içinde, geleneksel “paylaşım alanları” olan ülkelerin, Çin’in yeni konumunu olumlu karşılamaları, Çin’i Batı karşısında bir “dengeleyici güç merkezi” olarak görmeleri, bu düşüncemi güçlendiriyor. Bu eğilim, 2023 yılında Fransız Devlet Başkanı Macron’a “Küresel Güney’i kaybediyoruz” dedirtecek kadar belirginleşti: “Küresel Güney” ülkelerinin büyük çoğunluğu, Ukrayna savaşında Rusya karşıtı bir tutum almadılar, Batı Afrika’daki Batı karşıtı darbeleri hemen desteklediler, İsrail Gazze’yi bombalamaya başladığında, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinden farklı olarak “ateşkes” çağrısı yaptılar, BM oylamalarında gittikçe artan sıklıkta Çin ve Rusya ile davranmayı tercih ediyorlar. Bu eğilim de 2024 yılı boyunca güçlenir.
“Dünya düzenindeki bozulmayı” ve yeni bir “düzenin” kurulma olasılığını düşünürken “sabık” hegemon olarak ABD, 2023 yılında sık sık karşımıza bir belirsizlik kaynağı olarak çıktı. Belirsizlik öncelikle Trump’ın yeniden başkan seçilme olasılığıyla ilgili. ABD toplumunda kendisini adeta açıklanmamış bir “soğuk iç savaşın” tarafı olarak gören, hesap sormaktan, medyayı susturmaktan, “derin devleti” (güvenlik bürokrasisini) etkisizleştirmekten söz eden bir kesimin, Trump’la birlikte iktidara gelme olasılığı yüksek. Bu durum, ABD’nin özel olarak yukarda değindiğim “sıcak noktaların” hemen her birine yönelik politikalarında, genel olarak büyük güçler arası rekabet alanında, AB, Rusya, Çin ile ilişkilerinde bir “öngörülemezlik” yaratıyor.
Bu “büyük belirsizlik” içinde, 2024 yılına girerken öncelikle, üç grup sorunun yıl boyunca bizi meşgul edeceğini düşünüyorum: (1) Ukrayna savaşı biterken Avrupa ile Rusya arasındaki ilişikler/dengeler nasıl şekillenecek? Trump kazanırsa bu şekillenme/dengeler ne yönde etkilenecek? (2) Gazze savaşı nasıl bitecek? Sonrasında, ABD-İsrail ittifakında, İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde yeni şekillenmeler yaşanacak mı? (3) Çin süper güç olarak yükselirken, ABD merkezli düzen dağılırken, bir ABD-Çin savaşı olasılığı güçlenecek mi? Küresel çapta daha belirgin ve “Küresel Güney’i” de içeren, biri ABD merkezli diğeri Çin merkezli bir bloklaşma şekillenecek mi?
/././
Herkesler kış depresyonunda mı? (Işıl Özgentürk)
Sevgili okurlarım öyle bir sessizlik, öyle bir kanıksamışlık içindeyiz ki! Ne oldu bize, hepimiz kış depresyonuna mı girdik? Sanki hükümet, partiler yok! Varsa yoksa bir futbol muhabbeti. Ne olmuş? Yöneticinin biri FIFA rozetli bir hakemi yumruklamış. Ayol neyimiz düzgün ki futbolumuz düzgün, şeffaf olsun. Karapara aklanan, şikeyle yola devam eden bir futbolumuz olduğunu hiç alakam olmadığı halde ben bile biliyorum. Benim futbol kahramanım Maradona’dır. Onu Vatikan’a Papa’yla tanıştırmak için götürmüşler. Papa Maradona da gelmiş ya, Vatikan’ın önünde bekleyen insanlara vaaz vermiş ve Tanrı’ya dua etmiş, “Yoksulları korusun” diye. Maradona, şaşırmış Vatikan’ın altın kaplı kubbelerine bakıp Papa’ya seslenmiş: “Yoksullar için dua edeceğinize, kubbelerinizdeki altınları eritip yardım edin!” Tabii etraf buz kesilmiş, hemen Maradona’yı oradan uzaklaştırmışlar.
Bu arada rahmetli babamın sevgili futbolcuları Metin Oktay ve Lefter’i unutmak olmaz. 6-7 Eylül olaylarına en çok şaşıran, herkesin taptığı ve bir günde yerin dibine geçirilen Lefter. Tek suçu Rum asıllı olmaktı.
Bu kadar futbol muhabbeti yeter. Şimdi ben de kış depresyonundayım ya, öyleyse depresyonun dibine kadar hep birlikte inelim. Ve on yıl sonra ülkemizi düşünelim: Şöyle, on yıla kadar kentlerin merkezleri rant dalaveresi aracılığıyla zenginlere kalacak, Londra, Paris, New York gibi ayrıca yollarda, ATM gişelerinde uyuyan evsizleri daha sık görmeye başlayacağız.
On yıl içinde artık uyduruk üniversiteler kapanacak, orta sınıf usul usul eridiği için paralı anaokulları, ilkokullar sadece zenginlerin gidebildiği, velilerin borusunun öttüğü okullar olacak.
İçki, sigara, akaryakıt, doğalgaz, ev kirası öylesine pahalı olacak ki iki ya da üç aile rant uğruna iyice küçülen apartman katlarında birlikte yaşamaya başlayacak.
Adamın biri küçük kutuların içinde tek tadımlık baklava satmaya başlamış. Bu iş iyice gelişecek, tek tadımlık pirzola, tek tadımlık pastırma, tek tadımlık incir, bir avuç fındık, bir avuç antepfıstığı satılmaya başlayacak. Çikolata tatmamış çocuk sayısında müthiş bir artış olacak.
Artık emekli ikramiyesiyle ev alınamayacak, araba da!
O kocaman şehir hastaneleri, bir süre sonra yoksullar için oda oda kiralanan sosyal konutlara dönüşecek. Arap ve Rus zenginlerinin alışveriş yaptıkları AVM’ler dışında pek çok AVM kışın yaşlıların, ev kadınlarının çoluk çocuk ısınmak için, yazın serinlemek için gittiği; alışverişin olmadığı mekânlar olacak.
Ülkede her camiye dört imam, her kente on müftü de atansa elinden hiçbir iş gelmeyen genç nüfus işsizliği alabildiğine çoğalacak. Kurye işi bile bu işsizliği önleyemeyecek.
Gelelim şu düğün merasimlerine. Anacığım bu büyük bir tüketim alanı. Söz kesimi var, kınası var, illaki yemekli, orkestralı düğünü var, ev döşemesi var, beyaz eşyası var, var oğlu var... Yetmedi çocuk geliyor, onun kız mı oğlan mı belirleme günü var, hediye günü var, doğum var hepsi para tuzağı... Eskiden kolaydı, köylüler hasadı kaldırdıklarında düğün yapabiliyorlardı, artık köylü mü kaldı? Hepsi kentlere göç etti. Güzelim meralar boş, kentte yuvarlanıp gidiyorlar. Mafyaya giremezsen düğün de yapamazsın işte bu kadar! Şimdilerde gençlere oda kiralayan pansiyonlar türemiş, banyo mutfak tuvalet ortak. Pek çok beyaz yaka çalışanının gücü anca buna yetiyor, evlenmek nerede?
Gelelim gezip tozmalara, meyhanelere, restoranlara artık oraları da sadece zenginlerin, karapara aklayanların, bir yolunu bulup voli vuranların oldu. Etil alkol pahalandığı için tek çıkar yol, evde şarap yapmak. Üzüm de pahalı. Bazı meyhaneler, restoranlar kapılarına yazı asmış, “İçkini al gel mezeler bizden”. Bu iyi bir yol ama düşünün genç adam sevdiği kızı restorana götürmüş, çantasından şarap çıkarıyor. Eski bizim zamanımızın kızları bunu pek güzel bulurlardı ama yeni kuşaklar lüksü, zenginliği ve gösterişi seviyorlar, bu durumda masadan kalkan epeyce...
Bu yemek işleri iyice başını alıp gidince kentlerde tablada sadece pilav satanlar çoğalmış, benim elektrikçi arkadaşım “Pilav deyip geçme” diyor, “Adamlar 60 kilo pilavı bir günde bitiriyorlar”. Bir de öğrencilerin hücum ettiği ekmek içi patates şimdilik devreye girdi. Ama on yıl içinde öyle bir zaman gelecek ki kentlerimiz ünlü Stalingrad kuşatmasındaki gibi sadece patatesle doyacaklar.
Bu arada sokağa atılan kediler, köpekler çoğaldı dikkatinizi çekmiştir. Benim mahallede çoğu sokağa atılmış ev kedileri oradan oraya saldırıyorlar, eskiden bol keseden verilen mamalardan ötürü obez olan kedi sürüleri şimdilerde ortadan kayboldu;
En büyük sarsıntı hizmet sektöründe olacak. Saç ekimi, implant tedavisi, estetik şimdilik yolunda gidiyor gibi ama merdiven altı laboratuvarlar, ne olduğu belli olmayan estetik salonları bu işin sonunu getirecek. Bu işler ucuz diye ülkemize gelen yabancılar memnun kalmadıklarında bunun dedikodusunu da yapacaklar. Bu on yıla kalmaz bitecek!
Vay canına depresyon da depresyonmuş. Üzülmeyin İtalya’da yaşayan bir arkadaşımın dediği gibi “Ne İtalya batar ne Türkiye çünkü karapara var”.
/././
ABD’nin ‘iki cephe’ çıkmazı (Mehmet Ali Güller)
Emperyalist ABD, iki cephede birden savaşıyor: Ukrayna ve İsrail.
Ukrayna’da aslında Ukrayna ile Rusya değil, ABD/NATO ile Rusya savaşıyor. İsrail’de aslında sadece İsrail ile Filistin savaşmıyor, aynı zamanda ABD-İngiltere-İsrail ile Küresel Güney mücadele ediyor.
İKİ CEPHEDE DE SAVAŞI ABD BAŞLATTI
Denilebilir ki “Ukrayna cephesinde ilk kurşunu Rusya, İsrail cephesinde ilk kurşunu Hamas attı, dolayısıyla savaşı ABD başlatmadı.” Perdenin önündeki görüntü elbette öyle ancak:
- ABD, 2008’de Ukrayna’ya NATO üyeliği yolunu açarak “NATO’yu genişleterek Rusya’yı geriletme” stratejisini başlattı ve 2014’te Ukrayna’da iktidarı darbeyle değiştirerek sıcak savaşı başlattı. ABD darbesini kabul etmeyerek bağımsızlık isteyen Donbas cumhuriyetlerinde, 2014’ten Şubat 2022’deki Rusya müdahalesine kadar zaten savaş vardı.
- 7 Ekim’de ilk kurşunu Hamas atmış olsa da gerçek şu: Filistin toprakları işgal altında, Gazze ağır bir ablukada ve dar bir alana sıkışmış 2.3 milyon insanın belli periyodlarda patlamaması zaten olası değil. 7 Ekim’de olan budur. Ve bu patlamanın suçu ve sorumluluğu İsrail’in “sürekli işgal” ile genişlemesini destekleyen ABD’nindir. Biden’in “Ortadoğu’da İsrail olmasaydı, çıkarlarımız için bir İsrail kurmamız gerekirdi” sözleri, ABD ile İsrail arasındaki “ileri karakol” ilişkisine işaret etmektedir.
BIDEN ÜÇ YÖNDEN BASKI ALTINDA
Ancak ABD’nin emperyalist iştahıyla hegemonyası arasında artık doğru bir orantı yok: Amerikan hegemonyası zayıflıyor. ABD, bu nedenle Ukrayna ve İsrail cephelerinde üç yönlü baskı altında:
1) İki cephedeki askeri kuvvetler, Rusya’nın ve Filistinli direnişçilerin baskısı altında.
2) İki cephede de uluslararası güç dengesi ABD’nin aleyhine gelişiyor. BM oylamalarında ABD ve İsrail’in yanında sadece sekiz devlet kaldı; ikili yalnızlaştı.
3) İki cephe konusunda da ABD halkı ve devleti içinde ayrışma var. ABD Kongresi, İsrail’e ve Ukrayna’ya finans desteğini tıkamış durumda. Gerçi bu tıkamanın açık gerekçesi “güney sınırının güvenliği” sorunu olsa da hem kimi temsilciler meclisi üyelerinin hem de kimi senatörlerin açıklamalarına bakılırsa artık Amerikan halkının vergilerinin Ukrayna’da harcanması istenmiyor.
Nitekim Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin “Batı adına savaşıyoruz” diyerek ABD Kongresi’nden para istemesi, hatta “ABD’den acil destek gelmezse savaşı kaybedebiliriz” demesi durumu değiştirmedi: Zelenski Washington ziyaretinden çantası boş döndü. Benzer bir durum da AB cephesinde yaşandı: Macaristan AB’nin Ukrayna’ya 54 milyar dolarlık yardım paketini veto etti.
BIDEN’IN NETANYAHU ELEŞTİRİSİNİN ANLAMI
ABD Başkanı Biden’ın Netanyahu’ya dönük geçen haftaki eleştirilerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. “İsrail dünyanın desteğini kaybetmeye başladı. Netanyahu, İsrail tarihinin en muhafazakâr hükümetini değiştirip güçlendirmeli” diyen Biden, iç ve dış basınç nedeniyle manevra yapıyor, yönetiminde restorasyonla İsrail’i kurtarmaya çalışıyor.
İsrail ise ABD’nin “en kısa zamanda ateşkes” mesajına “Tek başımıza kalsak da savaşa devam edeceğiz” yanıtı vererek ABD’deki ayrışmadan yararlanabilmeye oynuyor.
11 ay sonra yapılacak başkanlık seçimi de dahil birçok parametresi olan bu ayrışma konusuna rağmen asıl gerçek şudur: ABD’nin siyasi desteği, silah desteği, askeri danışman desteği, bir ucu Kürecik’te bulunan bölgesel istihbarat ağı desteği olmasa, İsrail yönetimi Gazze’de etnik temizliğe soyunamazdı!
Kısacası Ukrayna ve İsrail cephelerinde gerçekte Sömürgeci Kuzey ile Gelişen Küresel Güney mücadelesi yaşanmaktadır. Taktik düzlemdeki günlük gelişmelere ve perdenin önünde görünene göre değil, stratejik düzlemdeki büyük saflaşmaya göre konumlanmak gerekir.
/././
ABD kışkırtmasına karşı sosyalist dayanışma (Mehmet Ali Güller)
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in iki günlük Vietnam ziyaretini, kritik önemi nedeniyle üç boyutta değerlendirebiliriz:
1) Öncelikle ziyaretin ABD’nin Filipinler üzerinden Güney Çin Denizi’nde kışkırtıcılığını yükselttiği bir süreçte yapılması önemliydi. Çin, Güney Çin Denizi’nde en uzun sınırı olan Vietnam’la savunma ve deniz alanlarını da içeren 37 anlaşma imzalayarak ABD’ye “bölgedeki etkisini” göstermiş oldu.
Çin’in hem Filipinler ile hem de Vietnam ile Güney Çin Denizi’ndeki sorunları “bölgesel” düzeyde tutma ve ABD’nin bu alanı kışkırtma zemini olarak kullanmasını önleme siyasetleri bakımından da Çin-Vietnam işbirliği kritik önemde.
ABD’YE ‘KAYA GİBİ SAĞLAM’ MESAJ
2) ABD, Çin’i çevrelemeyi esas alan Asya-Pasifik stratejisinde Hindistan’dan sonra Vietnam’ı önemli bir faktör olarak görüyor. ABD bu nedenle Vietnam’la ilişkilerini geliştirmeyi hedefliyor. Biden bu amaçla eylül ayında Vietnam’ı ziyaret etmiş ve ABD-Vietnam ilişkilerini “kapsamlı stratejik ortaklığa” yükseltmişti. Yine ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki Japonya da kasım ayında Vietnam’la ilişkilerini “kapsamlı stratejik ortaklığa” yükseltmişti.
Şi’nin ziyareti ise Çin ile Vietnam’ın ilişkilerini “kapsamlı stratejik işbirliğinin derinleştirilmesi temelinde ortak geleceğe sahip Çin-Vietnam topluluğu” seviyesine yükselterek Vietnam’ın “en önemli ilişkisinin adresini” göstermiş oldu. Nitekim Vietnam Devlet Başkanı Vo Van Thuong, iki ülke ilişkilerinin “tarihte ilk kez bu kadar kapsamlı, sağlam ve dostane” düzeyde olduğunu belirtti ve “Çin-Vietnam ilişkileri kaya gibi sağlam, dış güçlerin ara bozma çabalarına karşı dayanıklıdır” dedi.
3) Şi’nin Vietnam ziyaretinin üçüncü boyutu ise iki sosyalist ülkenin dayanışması bakımından önemliydi. Nitekim Şi, Vietnam Devlet Başkanı Vo Van Thuong tarafından Çin devlet başkanı olarak ama Vietnam Komünist Partisi (VKP) Genel Sekreteri Nguyen Phu Trong tarafından da ÇKP genel sekreteri olarak davet edildi.
Bu kapsamda yapılan görüşmelerde de iki ülkenin “sosyalizm gemisinde birlikte yol alması” mesajı verildi.
ÇKP ile VKP’nin dayanışmayı ve işbirliğini yükseltmesi, 21. yüzyılda sosyalizm bayrağını yükseltmenin de önemli bir kaldıracı olacaktır.
REUTERS’IN ÇİN’LE SAVAŞ SENARYOSU
Çin-Vietnam işbirliğinin önemini anlamamızı sağlayacak asıl etken ise Anglosakson dünyanın planlarıdır.
Örneğin Reuters haber ajansı, “Hint Okyanusu bir Tayvan savaşında neden Çin’in aşil topuğu olabilir?” başlıklı bir senaryo/analiz yayımladı. Dört elçi ve sekiz analistle yapılan çalışmaya göre varılan sonuç(!) şu: Çin, Basra Körfezi’nden yola çıkan günde petrol taşıyan 60 gemiyi Hint Okyanusu boyunca koruyacak güçte değil, bu gemiler vurulduğunda Çin enerji sorunu yaşar ve dolayısıyla savaş kabiliyeti zayıflar, bu rakipleri açısından olası bir savaşta avantaj oluşturacak bir durumdur (harici.com.tr, 14.12.2023).
Batı’nın böyle senaryolar üzerinde durması, bu senaryonun içeriğinin ne kadar olası olduğu gerçeğinden daha önemlidir bazen. Zira bu senaryo çalışmaları, aynı zamanda bir planlama hazırlığına da işaret eder.
ABD-İngiltere ikilisi, NATO’yu Asya-Pasifik bölgesine genişleterek, Çin’i bölgedeki müttefikleriyle çevreleyerek, Çin ile Afrika-Ortadoğu/Batı Asya yolu arasında düğümler oluşturarak Çin’i hedef almaya çalışıyorlar.
İşte bu şartlarda Çin’in Vietnam’la işbirliğini derinleştirmesi ve “ortak toplum” hedefi ortaya koyması kritik önemdedir.
/././
SPK’den, soyguna yardım ve yataklık (Miyase İlknur)
Hükümetin ekonomi politikaları ücretli ve emeklileri yoksulluk sınırının da altına iterek açlık sınırında yaşamaya mahkûm ederken küçük tasarruf sahiplerini de soygun çarkının girdabına sürüklüyor.
Parasını enflasyona karşı korumaya çalışan küçük tasarruf sahipleri faiz indirimi ve dövizin baskılanmasıyla parasını park edeceği iki alana sıkıştı. Biri gayrimenkul piyasası, diğeri ise borsa.
Bir yandan enflasyona endeksli inşaat maliyetlerinin yüksekliği, diğer yanda hükümetin TC vatandaşlığını gayrimenkul yatırımı karşılığında satma politikası nedeniyle konut ve arsa yatırımı yerliler için ham bir hayal.
Bu durumda küçük tasarruf sahipleri konut alamayınca ya parasıyla gidip zam gelmeden tüketim maddesi aldı ya da gözü kapalı borsaya daldı.
Finansal okuryazarlığın sınırlı olduğu ülkemizde, yatırımcıyı korumakla görevli olan SPK gerçekten bu görevini yerine getiriyor mu?
Aslında bu görevini yerine getirmek için yeterli enstrüman var. Kanun ve yönetmeliklerle borsayı güvenli bir liman haline getirebilir. Elbette borsa riskli bir piyasadır. Banka faizi gibi garantili bir gelir vaat etmez yatırımcıya. Ancak yine de sağlam ve düzenli kâr eden şirketlerin kote edildiği bir piyasa olması gerekir.
Konjonktürel riskler, bölgesel veya küresel krizler, beklenmedik afetler ya da bizim hükümetin ekonomi politikalarındaki gelgitleri en iyi yönetilen kârlı şirketleri bile olumsuz etkiledi. Ancak bunlar gelip geçici durumlardır.
Sorun şu; SPK’nin, bilançoları fiktif olarak şişirilmiş, henüz ortada olmayan hayali yatırımını göstererek halka açılmak isteyen şirketlere bile onay vermesi Ali Fuat Taşkesenlioğlu döneminde, halka açılma izni verilen fos şirketleri daha önce yazmıştık. Halka arz olacak şirketlerin SPK’de iş takipçiliğini yapanlar bedeli mukabilinde bu şirketlere kolaylıkla arz onayını almakta hiç de zorluk çekmiyordu. Öyle ki matruşka şirketlere bile halka arz onayı verildi. Bir şirket halka açılıyor, sonra bu şirketin ortak olduğu tabela şirketler kuruluyor ve onlara da halka arz izni alıyordu.
Sonrasında, halka arz onayı alan şirketler, anlaştığı aracı kurumlar üzerinden borsada yapay bir şekilde hissesini gün gün, tavan tavan yükseltip oltaya takılan küçük yatırımcılara en tepeden malı kilitler. Tepeden bu hisseleri alan küçük yatırımcı aylarca bekledikten sonra “Lanet olsun” deyip kol kesip çıkar borsadan.
SİMİTÇİ-DÖNERCİ-MİDYECİ
Bazı cingöz şirket sahipleri, şirketini halka açarak piyasadan faizsiz para çekmekle yetinmeyip bir yıl geçmeden toplu hisse satışı için yine SPK’nin kapısını çalar. SPK, buna da onay verir. Milyon milyon lot satışı yapan patron, yine piyasadan para çeker ama hissesinin fiyatı da yerlerde sürünür. Şirkete güvenip hisseyi satın alan yatırımcı ayvayı yer. Şirketini halka arz ettikten aylar sonra bu kez bedelli hisse satışı yapmak için izin isteyen yüzsüz patronları da gördük.
Hükümetin sıkı para politikası nedeniyle krediye erişim zorluğu çeken irili ufaklı pek çok şirket, ihtiyacı olan parayı piyasadan hem de faizsiz çekmek için halka arz kuyruğuna girdi. Yabancının çıktığı, zaten hacimsiz olan borsada SPK onayıyla simitçi, dönerci, midyeci, gazozcu, pizzacı, okul servisçisi halka açılıyor. Hepsine de halka arz onayı verildi. Köklü kurumların hissesini elinde bulunduranlar da satışa geçip bu hisselere yöneliyor.
Manipülatörlerin cirit attığı, fiyatların suni olarak şişirilip suni olarak düşürüldüğü borsada SPK göstermelik olarak birilerine işlem yasağı getirerek görevini yaptığı imajını veriyor. Manipülatörler de kendi ismiyle hisse alım satımı yapacak kadar salaktı sanki.
Son günlerde bilançolar iyi geldiği halde en kârlı şirketler bile yerlerde sürünüyor. Mehmet Şimşek, herhalde yabancı fonların Türkiye’ye yatırım yapması için tahvil fiyatlarını yükseltip borsada fiyatları yabancının alacağı şekilde düşük tutmak için söz mü verdi acaba?
/././
Çalan her telefona inanmayın (Murat Ağırel)
Yazılarımda, televizyon programında, sosyal medyada her yerde elimden geldiğince dolandırıcıların yöntemlerini anlatmaya çalışıyorum. Ancak uyarıları dinlemesine rağmen dolandırılan da çok fazla kişi var.
Banka dolandırıcıları her gün yeni yöntemler keşfediyor. Örneklerle açıklamaya devam etmek, sizleri uyarmak istiyorum.
Adı: Ercan
0534 966 04 27 numaralı telefondan aranıyor. Arayan kişi kendisinin Yapı Kredi Bankası görevlisi gibi tanıtıyor ve bankadan kullanmış olduğu ev kredisinin bittiğini ve bu kredi kapsamında kendisine yapılan sağlık sigortasının devam ettirilip ettirilmeyeceğini soruyor. Bakın dolandırıcı, Ercan Bey’in ev kredisi kullandığını biliyor, kredi ödemelerinin bittiğini biliyor. Ercan Bey, sağlık sigortasının iptal edilmesini istiyor. Banka adına aradığını söyleyen kişi “İptal işlemlerini yapabilmem için telefonunuza gelen kodu bana bildirmeniz lazım” diyor. Ercan Bey, “Telefonla konuşurken gelen mesajlara aynı anda bakamam” diyor. Telefondaki dolandırıcı, “Bize kendi numaranızın dışında bir numara verin, biz oradan arayalım siz de telefonunuza rahatça bakın” diyor. Ne yazık ki Ercan Bey bir yakınının telefonunu veriyor ve o numaradan konuşmaya devam ediyor.
Aslında Ercan Bey’e gelen kodlar, kredi başvurusu ve paranın başka hesaplara aktarılmasında kullanılan havale veya EFT onay kodu. Bu konuşma devam ederken Yapı Kredi Bankası Müşteri Hizmetleri numarasından aranıyor Ercan Bey ama iş işten geçmiş oluyor. Ercan Bey emekli ve 7500 TL maaş alıyor. Dolandırıcılar tarafından kendi adına Yapı Kredi Bankası’ndan çekilen kredinin taksitlerini her ay 4000 TL olarak ödüyor. Kalan 3500 TL ile hayatını devam ettirmeye çalışıyor.
Diğer vatandaşımız Şükrü Kaya.
0216 444 31 23 numaralı telefondan aranıyor. Numaranın Kuveyt Türk Müşteri İletişim Merkezi olduğunu düşünerek açıyor. Gerçekten de bankanın müşteri merkezi numarası 444 0 123. Dolandırıcılar benzer bir numara almışlar. Telefonu açan Şükrü Kaya’ya, “Kredi kartınız hazır nereye göndermemizi istiyorsunuz” diye soruluyor. Kaya, “Şubeye bırakın” diyor. “Hesabınızdan kesintiler oluyor kredi iadesi vb. gibi olmaması için sizden onay istiyoruz” diyorlar. “Bankacılık şifrenizi girin, gelen şifreyi söyleyin” diyorlar. İstediklerini alan dolandırıcılar banka hesabındaki paraları başka bir hesaba aktarıyor.
YAPMANIZ GEREKENLER
Diğer bir yöntem ise yeni...
Çok sevdiğim bir dostum aradı. Durumu anlattı. Kendisine “Garanti Bankası’ndan arıyoruz” diyorlar. “Hesabınızda şüpheli işlem tespit edildi, adınıza MediaMarkt adlı teknoloji mağazasından 79 bin TL’lik alışveriş yapılıyor bu işlem size mi ait” diye soruyorlar. Paniğe kapılan arkadaşım “Hayır, bana ait değil” diyor. Telefondaki dolandırıcı, “Hemen iptal işlemini yapıyorum” size bir kod gelecek diyor. Arkadaşım kendisine gelen kodu karşı tarafa bildiriyor. Telefondaki ses, “İşleminizi yapıyorum” diyor ve o esnada arkadaşım durumu anlıyor ve telefonu kapatıyor. Hemen bankayı arıyor. Ancak çok geç. Kredi kartından gerçekten MediaMarkt adlı elektronik mağazasından 79 bin TL’lik alışveriş yapılmış gözüküyor.
Kimi dolandırıcılar sizi aramaya dahi gerek duymuyorlar. Sizler arkadaşınızdan gelen bir habere ait video linkini açtığınızda aslında “trojan” denilen basit bir bilgisayar virüsü saldırısına maruz kaldığınızı anlamıyorsunuz. O virüslü linki tıkladıktan sonra internette yaptığınız her hareket, girdiğiniz her şifre virüs sahibi kişiler tarafından kayıt altına alınıyor.
Yıllarca zar zor kazandığınız alın teri paralarınızın gitmesini veya borç içerisinde yüzerken sırtınıza bir borç daha yüklenmesini istemiyorsanız “Sizi sigortadan arıyoruz, para iadesi yapacağız” diyen kişiler ile konuşmayın ve herhangi bir bilgi vermeyin.
Ne yapacağınızı da anlatayım...
Bankaların resmi müşteri hizmetleri yetkilisi olmayan kişiler ile konuşmayın. Telefonda sizden kod veya şifre isteyen kişilere inanmayın ve en yakın şubeye gidin. Başınıza dolandırıcılık olayı geldiği zaman ilk önce adınıza yapılan işlemlerin dolandırıcılık olduğunu bankaya bildirin ve yazılı olarak kayıt altına alın. Sonra banka hareketlerinizin ıslak imzalı dökümlerini alın ve en yakın karakola, daha sonra da bir avukat eşliğinde savcılığa bildirin.
Aman dikkat edin her telefona inanmayın.
/././
Talana dur diyecek milletvekilleri aranıyor! (Zülal Kalkandelen)
Kamuoyunda “Mülksüzleştirme Yasası” olarak adlandırılan yasa, 7 Kasım 2023 gecesi 237 AKP ve MHP milletvekilinin kabul oyu ile TBMM’den geçti. Ret oyu veren sadece 82 muhalefet milletvekili vardı. Oylamaya katılmayan 281 milletvekilinin 195’i muhalefet milletvekiliydi.
Yapılan kanun değişikliği ile “yeni yerleşim yeri olarak” ifadesi tanımdan çıkarıldı, rezerv yapı tespitiyle ilgili neredeyse bütün kısıtlamalar ortadan kaldırıldı. Böylece yeni veya var olan yerleşim alanları, afet riski altında bulunmayan alanlar da rezerv yapı alanı olarak belirlenebilecek.
Yeni düzenlemeye göre; üçte iki olan anlaşma şartı yerine, maliklerin salt çoğunluğu ile alınan karara dayanarak kentsel dönüşüm yapılması mümkün...
İLK HEDEF HATAY OLDU
Yasanın 9 Kasım 2023’te Resmi Gazete’de yayımlanmasının hemen ardından Hatay’ın Defne ve Antakya ilçelerinde “rezerv alan” uygulaması yürürlüğe girdi. Samandağ’da ise yasa değişikliğinden de önce, 2012 tarihli 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a göre rezerv alan belirlendiği ortaya çıktı. Yüzlerce vatandaş, ev ve dükkânlarının Hazine’ye devredildiğini telefonlarına gelen mesajla öğrendi.
Şimdi diyorlar ki oturduğun bina kentsel dönüşüm için belirlenen rezerv alan ilan içinde kalırsa, kentin başka bir bölgesinde, uzak bir yerinde yapılacak yeni binalarda sana ev verebiliriz ama yeni evin satış fiyatını ödemezsen elinden gider. Sürekli artan malzeme fiyatlarıyla yapılacak evin satış parasını ödeyemeyenler kredi almaya zorlanacak, o parayı bulamayanın evi elinden gidecek.
Kredi buldunuz diyelim, kira yardımı yapılması zorunlu tutulmadığından kiraların anormal derecede arttığı bir ortamda nerede ev bulacaksınız? Ayrıca Hatay özelinde konuşursak o bölgede bu kredileri, fahiş kiraları ödeyebilecek kaç Türk vatandaşı bulunur!
AMAÇ SERMAYEYE YAĞMA ALANI AÇMAK
Emeklileri, dar gelirlileri, küçük ve orta mülk sahibi insanları kent merkezlerinden kentlerin dış çeperlerine sürüp kent merkezlerini Katarlılara, zengin Araplara, Ruslara, iktidarın seçkinlerine açmak için yürütülen bir yağma projesidir bu.
Yıllarca çalışıp birikimiyle kendine bir yer edinmiş olanların emeğinin hakkına el konulması ve rezerv alan bahanesiyle sermaye sınıfına yeni yağma alanları açılması riskini yaratan bu yasanın temelinde kamu yararının değil, rant hırsının olduğu görülmelidir. Yerleşim alanlarında mülkiyet sermayeye devredilirken park ve orman gibi kamusal alanların da özelleştirilmesi tehlikesi var!
Ne yazık ki muhalefetin bu yasaya TBMM’de yeterince karşı çıkmayarak, oylamaya tüm güçleriyle katılmayarak, konuyu kamuoyunun gündeminde tutmayarak ortaya koydukları tutum, bu operasyonun içinde onların da olabileceğini düşündürüyor.
Talan yasasının iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvuru süresinin bitmesine üç hafta kaldı. Umarım süre bitmeden ana muhalefet partisi harekete geçip AYM’ye başvurur!