22 Aralık 2023 Cuma

Hak ihlalleri tazminatının bütçe seyri - Çiğdem Toker / T24

 

Bu yıl 11 ayda 1.3 milyar TL olan bireysel başvuru tazminatı tutarı, 2022 yılının tamamında yaklaşık 280 milyon TL civarındaydı. Bir yıl içinde neredeyse 5 kat bir tazminat artışından bahsediyoruz.

Anayasa Mahkemesi, Türkiye'de yargı ve siyaset ilişkisi ile bu ilişkinin işleyişi başta olmak üzere bir çok açıdan sembol bir davaya dönüşen Can Atalay dosyasında ikinci kez ihlal kararı verdi.

Yüksek Mahkeme, Gezi davasında 18 yıl hapis cezası verilen ve genel seçimlerde milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmeyen Atalay'ın hem seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının hem de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği kararını duyurdu. Oy çokluğu ile alınan kararda üç üyenin karşı oy kullandığı duyuruldu.

Karşı oy kullanan üyeler konusunda şu kadarını söylemek mümkün. Kararın oybirliği ile çıkması yani bütün üyelerin hak ihlali yönünde oy kullanması gerçekten büyük haber olurdu

İlk karardan itibaren serbest kalması gereken Atalay hakkında, kısa kararın yazılıp gönderildiği ilk derece mahkemesi olan 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin nasıl bir tutum alacağını şu andan bilemiyoruz.

Ancak AYM'nin ikinci kez verdiği hak ihlali kararında, "başvurucunun talebiyle bağlı kalınarak net 100 bin TL manevi tazminat ödenmesine" karar vermesine dair bir değerlendirme yapılmalı. Manevi tazminat ödenmesine dair kararın oybirliğiyle alındığını ilginç bir not olarak anımsatalım.

Tazminat kararı, Türkiye'de AKP iktidarının hak ihlalleri konusundaki sicilinin biraz daha kararmasına yol açacak nitelik taşıyor. Evet bu kadar net. Çünkü bütçe verileri durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

Bireysel başvuru tazminatı beşe katlandı

Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın açıkladığı aylık bütçe gerçekleşmelerinde "bireysel başvuru tazminatı" kararları sonrasında devletin ödediği tutarlar da yer alıyor. Kasım ayı gerçekleşmeleri geçen hafta açıklandı. Aylık giderler tablosuna göre, bireysel başvuru tazminat ödemelerinde Ocak-Kasım döneminde yani 11 ayın toplam faturası, 1 milyar 316 milyon TL'yi geçiyor.

Sadece eylül ayınca 199 milyon 644 bin TL ödendiğini dikkate alacak olursak, devletin hak ihlaline uğrattığı vatandaşlara dair sorumluluğunu ve manzarasını daha iyi anlayabiliyoruz.

Bu yıl 11 ayda 1.3 milyar TL olan bireysel başvuru tazminatı tutarı, 2022 yılının tamamında yaklaşık 280 milyon TL civarındaydı. Bir yıl içinde neredeyse 5 kat bir tazminat artışından bahsediyoruz.

Durumun daha berrak izlenebilmesi için, 2022 ve 2023 yılı bütçe gerçekleşme rakamlarından, bireysel başvuru tazminat tutarlarını seçerek ayrı bir tablo oluşturdum:

Bir devletin, daha doğrusu 22 yıldır devleti yöneten ve artık devlet partisine dönüşmüş bir anlayışı temsil eden bir siyasal iktidarın vatandaşlarına, nasıl davrandığı, hakkını hukukun nasıl gözettiği ile ilgili son derece çarpıcı veriler bunlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir ara Anayasa Mahkemesi'ne 2010 referandumu sonrasında verilen bir görev olan bireysel başvuru yolunu kamuoyunda tartışmaya açtığını da yeri gelmişken hatırlatalım. Türkiye'nin AİHM'de birikmiş dosya yükünü azaltma amacıyla verilmiş (AİHM kararları da uygulanmıyor artık) bu görevle ilgili gelişmelerden pek de memnun olmadığını yansıtmıştı Cumhurbaşkanı.

Ancak her şeye rağmen bireysel başvurularda hükmedilen hak ihlaline bağlı tazminat kararları, asgari düzeyde bir işleyiş açısından önem taşıyor. Daha önemlisi, devletin vatandaşa nasıl davrandığının resmini sayılarla çiziyor.

Çiğdem Toker / T24

21 Aralık 2023 Perşembe

Hürcan Bulur cinayeti: Yeni Türkiye'de emekçiler için yerli ve milli cehennemin bir tezahürü +Yine aşırı hız, yine lüks araba gösterisi: Yaya geçidinden geçen genç hayatını kaybetti (soL/Özel)

Hürcan Bulur cinayeti: Yeni Türkiye'de emekçiler için yerli ve milli cehennemin bir tezahürü (Ogün Eratalay)

Ankara Batıkent’te öldürülen bir emekçinin hikayesi, AKP rejimi eliyle Türkiye’de yaratılmak istenen sermaye cennetinin nasıl olacağına dair önemli ipuçları içeriyor.

Hürcan Bulur. 25 yaşında umutları olan bir kardeşimizdi. Yaşıtlarından belki önemli bir farkı da umutlarının bu ülkeye dair olmasıydı. Kötü idare edilen memleketinin farklı bir yönetim altında bambaşka olacağına dair umudunu, örgütlü mücadeleyle birleştirmiş bir Türkiye Komünist Partisi üyesi emekçiydi. Hayatı kısa kesildi. 24 Ağustos 2023 günü Ankara Batıkent'te yaya geçidinden karşıdan karşıya geçmeye çalıştığı sırada 140,96 km hızla giden bir Tesla aracın çarpması sonucu hayatını yitirdi. Aracı kullanan kişi Özer Sağlamyürek, bölgeye çok yakın olan Ostim OSB'deki önemli firmalardan Dora Makina'nın patronu Bekir Sağlamyürek'in oğluydu. Olaydan sonra hastaneye kaldırılan Bulur, 12 saat sonra ölürken Sağlamyürek ise "taksirle ölüme neden olma" suçundan tutuklandı.

Davanın ilk duruşmasında sanığın ifadesiyle görgü tanıklarının ifadeleri arasındaki çelişki nedeniyle bölgedeki kamera ve hız tespit sistemi verileri istendi. Sağlamyürek, yavaş bir süratte çarptığını öne sürse de yapılan ilk incelemelerde aracın hızı 67 km olarak açıklandı. Ancak yapılan itirazlar sonrasında yenilenen tespitte kaza sırasında aracın hızının 140 km olduğu ortaya çıktı. Öte yandan Bulur ailesinin ısrarları üzerine Tesla marka aracın tüm sistem verileri mahkeme tarafından talep edilince kaza öncesinde aracın "önünde cisim var" uyarısı verdiği, buna rağmen sürücünün yavaşlamadığı, aksine gaza bastığı ortaya çıktı.

Hürcan'ın babası Veysel Bulur ayrıca yaptığı açıklamada sanık tarafının kendilerine para teklif ederek davadan vazgeçmelerini istedikleri ancak onların bu iğrenç teklifi reddederek davanın ağır ceza mahkemesinde görülmesini istediklerini belirtti. 15 Aralık 2023 Cuma günü görülen davada mahkeme yetkisizlik talebini reddederek Özer Sağlamyürek hakkında bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunda 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi ancak tutuklu sanık hükümle birlikte tahliye edildi. Karar Bulur ailesi, dostları ve davayı takip eden partili yoldaşları tarafından protesto edildi.

Hürcan'ın başına gelenler bir şanssızlık denemez, ülkeyi emekçiler için cehenneme getirenlerin bu olayda da büyük sorumluluğu var. En başından başlayalım. Ölüme sebebiyet veren şoförün cinayeti işlediği aracın bugünkü satış fiyatı 3 milyon TL civarında. Kamuya açık bilgiler sayesinde Özer Sağlamyürek'in Yenimahalle Anadolu Teknik Lisesinden sonra Atılım Üniversitesini bitirdiği ve babasının şirketinde araştırma geliştirme mühendisi olarak çalıştığı anlaşılıyor. Dolayısıyla kullandığı araç genç bir mühendisin günümüz koşullarında kazandığı parayla alabileceği bir araç değil. Pekiyi o zaman bu değirmenin suyunun nereden geldiğine bakalım isterseniz.

AKP rejiminin her fırsatta iftiharla bahsettiği savunma sanayiinin bir bileşeni aslında Dora Makina. Adını bile yabancılar kolay telaffuz etsin ve yazsınlar diye özenle seçmişler. Kuruluş amaçları silah üreticilerine yan sanayii üretimi yapmak, memleketteki büyük silah devlerine eklemlenerek büyümek. AKP iktidarı sırasında emperyalizmle yapılan işbirliği sayesinde savunma sanayii olarak tanımlanan silah üreticilerinin sıradan bir örneği aslında. Ancak yerli ve milli olduğu iddia edilen bu sektörün iç yüzünü görmek adına önemli. Nasıl buldukları bize meçhul olan bir yatırım sermayesi bulan bu takım patronlar, önce işe bağlantı kurarak başlar. TAİ, Aselsan, Havelsan, STM gibi dev silah şirketleriyle ilişkiler kurulur, burada siyasi eğilimler ve değiş tokuş edilen kartvizitlerin belirleyici etkisi vardır. Buradan devamla NATO müttefiki ülkelerdeki silah şirketleriyle temasa geçilir, işbirliği geliştirilir. Bu ilişkiler NATO gizlilik sertifikalarıyla, Stratejik Ortaklık Belgeleriyle tescillidir. Sonrasında üretilecek silahların veya ekipmanın hassas üretimi için bu şirketlerin şartnameye ekledikleri CNC tezgahları satın alınır. Tamamen emperyalist merkezlerde üretilen bu tezgahlar yine aynı merkezlerde üretilen yazılımlarla çalışmaktadır. Burada tezgah üreticisi reklamı yapmayacağız ancak ABD, Japonya, Güney Kore, Tayvan, Almanya yapımı bu tezgahlarda en kaliteli İsrail ürünü takımlarla hassas işlenen parçaların monte edilmek üzere ana yüklenici firmaya gönderildiğini söyleyerek süreci özetleyelim. 

Elbette burada en önemli halka kendisinden en az bahsedilendir, yani tezgahı kullanan kalifiye işçidir. Sendikanın girmediği, en temel işçi haklarının bulunmadığı, iş kazalarının ve ölümlerinin sıradanlaştığı, tarikatların kol gezdiği, işçi servislerinin sadece Cuma namazına işçi taşımak için kullanıldığı Ostim'de koca koca şirketlerin palazlanması, asgari ücret alan işçilerin çalıştığı fabrikaların önünde son model arabaların sıra sıra olması tesadüf değildir. İşte Hürcan'ın ölümüne sebep olan araba da böyle bir arabadır. Emperyalist hiyerarşiye silah ara parçası üreten bir patronun, Ostim işçisinin alın terine el koyarak aldığı son model araba, oğlunun  altında yine bir emekçi için ölüm makinası haline gelmiştir.

Bugün 100. yılında patron sınıfının kurmak istediği yeni cumhuriyet işte budur. Emekçiler için cehennem kendileri için cennet. Ancak emekçiler bu boyunduruğu kabul etmeyecek. Hürcan'ın katilinin yakasını bırakmadıkları gibi memleketin patronlar için dikensiz gül bahçesi olmasına da izin vermeyecek, kendi cumhuriyetlerini kurmak için kollarını sıvayacaklar.

                                                         /././

Yine aşırı hız, yine lüks araba gösterisi: Yaya geçidinden geçen genç hayatını kaybetti (7 Eylül 2023)

Ankara'nın Batıkent semtinde Tesla marka arabasıyla 160 km hız yaptığı iddia edilen şoför, yaya geçidinden geçen gencin ölümüne neden oldu.

                              Hürcan Bulur'a çarpan arabada meydana gelen hasar

24 Ağustos Perşembe akşamı meydana gelen trafik kazasında yaşamını kaybeden Hürcan Bulur henüz 26 yaşındaydı. Görgü tanıklarının ifadesine göre 160 km hızla gelen şoförün yaya geçidinde çarptığı Hürcan Bulur, metrelerce sürüklenmiş ve kaldırıldığı hastanede yaşamını kaybetmişti. 

'Tesla marka araçla 160 km hızla geliyordu'

Gördü tanıkları, aracın 160 km hızla gittiğini ve Hürcan Bulur'a yaya geçidindeyken çarptığını ifade ederken, aracın makas atarak geldiğini belirten görgü tanıkları da var. Görgü tanıklarından birinin polise verdiği ifadeye göre; kazayı yapan Ö.S'nin kazadan hemen sonra bir çok telefon görüşmesi yaptığı ve çevredeki görgü tanıklarına kazayı yaptığı sokağın adını sorduğu belirtiliyor. Kazayı yapan Ö.S'nin telefonla yaptığı görüşmede, telefonda konuştuğu kişiye kazayı kendisinin yaptığını, suçun kendisinde olduğunu, 160 km hızla gittiğini ve bu nedenle duramadığını söylediği belirtiliyor. 

Aracın çok hızlı bir şekilde geldiği, makas atarak yol aldığı ve uzaktan sesinin dikkat çektiği yine olay yerindeki görgü tanıklarının verdiği bilgiler arasında yer alıyor. 

Kazayı yapan gencin babasından telefon: 'Elim bir kaza, herkes ölecek sonuçta, yapacak bir şey yok'

Kazayı yapan Ö.S 'nin babası B.S'nin aileyi arayarak başsağlığı dilediği, elim bir kaza olduğu için üzüldüklerini, fakat 'ölümün bir kader olduğu ve nasıl olsa herkesin bir gün öleceği' minvalinde bir telefen görüşmesi yaptığı ifade ediliyor.

B.S'nin Ankara OSTİM Sanayi Sitesi'nde bir firmanın sahibi olduğu ve AKP ile iyi ilişkilerinin olduğu bilinirken, ölümlü kazayı gerçekleştiren oğlu hakkında herhangi bir hukuki sürecin başlamaması adına aileyle görüşmesi için kimi isimleri devreye soktuğu iddia ediliyor. 

'Araştırıldığı takdirde her şey ortaya çıkacak. Yeter ki sorunun üzerine gidilsin'

Kazanın olduğu yerde herhangi bir Mobese kaydının olmadığı bilinirken görgü tanıklarının ifadeleri ve şahitlerin verdikleri bilgiler dışında bir kaç verinin daha olduğu biliniyor. Hayatını kaybeden Hürcan Bulur'un yakınları olay saatindeki telefon kayıtlarının ve HTS arşivinin yanı sıra Tesla marka aracın uzaktan takip sistemi ile hız ve konum bilgilerine gerektiği takdirde erişilebileceğini hatırlatıyor. 

Hürcan Bulur'un annesi Süreyya Aydın Bulur, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada "Trafik kazalarını, cinayetlerinin normalleşmesine ,cezaların caydırıcı olmamasına artık dayanamıyoruz. Yavrumu benden alan Ö.S., Tesla aracıyla hava atmak, şov yapmak için 160 km hızla yaptığı kazadan, kaçmak için evladımı ikinci yaya yoluna kadar sürüklemistir. Araçtan indikten sonra yardım etmek yerine yine kendi derdine düşen bu vicdansızın yaptığı kaza değil cinayettir" ifadelerine yer verdi

Benzeri kazarlarda aile yakınlarının iktidarla kurduğu ilişkiden ve patron kimliklerinden ötürü ailelere rüşvet teklif edildiği, suçu işleyenlerin cezasız kaldığı örnekler olmuştu. Hürcan Bulur'un yakınlarının ve dostlarının ise tek endişesi bu. Yaşanan olayın bir tür cezasızlık örneğiyle "ödüllendirilmesinden" endişe eden yakınları, hafta sonu Hürcan Bulur için bir araya gelecek.

'Hürcan için ayağa kalkıyoruz'

Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olan Hürcan Bulur'un ailesi, yakınları, dostları ve yoldaşları hem benzer acıların bir daha yaşanmaması hem de Hürcan için adeletin sağlanması adına Ankara Batıkent'te bir araya gelecek. 10 Eylül Pazar günü saat 18.15'te Murat Karayalçın Parkı'na buluşma için çağrı yapan aile ve yakınlarının yaptığı açıklama şöyle: 

Hürcan Bulur, 24.08.2023 tarihinde yaya geçidinden karşıya geçerken şehir içinde 160 km hızla giden, bütün yolları kendisinin zanneden patron çocuğu bir şımarığın, lüks aracıyla çarpması sonucu hayatını kaybetti. Hürcan henüz 26 yaşındaydı.

İnsan hayatına kast eden, cezasızlıkla ödüllendirileceklerini zanneden katillere geçit vermeyeceğiz.

Patronlar bütün yollar kendi menfaatlerine çıkıyor tüm yasalar onları koruyor sanıyorlar. Ama yanılıyorlar.

Bu ilk değil üstlelik. Hürcan'ı yitirdiğimiz kazadan 2 saat sonra ve ertesi gün iki farklı kaza daha gerçekleşti aynı yerde. Batıkent halkının hayatı bu kadar ucuz değil.

Batıkent Halkı olarak bir araya gelerek kaza mahaline yürüyor, Hürcan için adalet talebimizi hep beraber haykırıyoruz."




Bir kaybın ardından... Negri: Batı cephesinde yeni bir şey var mıydı? - Nagihan Çakır / soL-Görüş

 Sınıflar mücadelesine emperyalizm kavramını mahkûm ederek üretilmeye çalışılan her yanıtın, getirilen her sınıfsız, partisiz, devletsiz güncellemenin, bedelini emekçi halklar ödüyor.

1933 İtalya doğumlu, '60'lı yıllarda İtalya'da sol komünist Operaismo akımıyla ortaya çıkan otonomi hareketinin en önemli teorisyeni olan Antonio Negri, geçtiğimiz günlerde, Fransa'nın başkenti Paris'te, 90 yaşındayken hayatını kaybetti. Ölümü, pek çoklarında bir dönemin kapandığı hissini uyandırıyor. Biz ise, bu ismi ve fikirlerini belki de en çok Haziran Direnişi itibariyle duyduk/tartıştık, direnişin kimi pratiklerinin bu tezleri "doğruladığına" dair, özelikle, akademide ifade bulan görüşler hasebiyle. 

"İmparatorluk çağına modern egemenliğin alacakaranlığından geçilerek girildi. Emperyalizmin aksine İmparatorluk toprak temelli bir iktidar merkezi yaratmadığı gibi, sabit sınırları ya da engelleri de tanımaz. İmparatorluk giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine katmakta olan merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır. İmparatorluk, değişken komuta ağları yoluyla melez kimlikleri esnek hiyerarşileri ve çoklu mübadeleyi idare ediyor. Emperyalist dünya haritasındaki ayrı ulusal renkler imparatorluğun küresel gökkuşağı içinde erimekte ve kaybolmaktadır." (İmparatorluk, s. 19)

Kabul, okuyanı mistik bir dünyaya davet ediyormuş izlenimi uyandıran bu bol betimlemeli, şiirsel retorik, insanda kısmi bir sarhoşluk yaratıyor, moda tabirle okuru "yakalıyor." Ancak sarhoşluğu atmak, dildeki bu süsü biraz kazımak ve hem yukarıda alıntı da yaptığımız, Michael Hardt ve Antonio Negri imzalı ortak çalışmalardaki tezlerin hem de teorisyen olarak Negri'nin tarihsel olarak nereye oturduğuna, nasıl bir boşluğu, ne şekilde doldurduğuna bakmamız gerekiyor.

Arayışlara zemin hazırlayan neydi?

II. Dünya Savaşı'nın ardından, faşizmle mücadelede antifaşist halk cepheleri kuran Avrupa ülkelerinde cepheciliğin giderek amaç hâline gelmesi, Avrokomünist partilerin sosyalizme parlementer demokrasiyle geçme hedefiye tutturdukları revizyonist çizgi, SSCB'nin bir karşı kutup olarak varlığı ve güçlü işçi sınıfı mücadelesi sayesinde sınıfın elde ettiği haklar neticesinde sosyal devletin bizzat ulaşılması gereken hedef olup çıkması, yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucunda hizmet sektörünün sanayi sektörünün kapasitesini geçtiğine, fabrika emeğinin yerini iletişimsel, duygulanımsal emek gibi maddi olmayan emeğe bıraktığına dair analizler, birtakım akademik çevrelerin "klasik" işçi sınıfının düzenle uzlaştığına dair çıkarımlar yapmasına sebep oluyor, komünist partilere olan güveni iyiden iyiye sarsıyordu.

Buna göre, işçi sınıfı devrimin motor gücü olmaktan uzaklaşıyor, zaten yeni esnek çalışma rejimi yüzünden sınıfın karakteristikleri değişiyor, düzenle bütünleşen işçi sınıfının sarmalandığı bu ideolojik kuşatmayı yarması imkânsızlaşıyor, dolayısıyla, devrimin motor gücü, eğitim, cinsiyet eşitliği, barış, cinsel özgürlük gibi taleplerle bir araya gelen ve '68 öğrenci hareketininin mimarı, düzenle bağı en gevşek toplumsal kesim olan öğrenciler, kadınlar, filizlenen yeni orta sınıf oluyordu. 

Marksizm'in "iflası"

Marksizm'in açıklayıcılığını yitirmesiyle girdiği bunalıma yanıt üretme çabasıyla yapılan bu analizlerin sonucunda ortaya yeni tezler atıldı. İşte Negri'nin Hardt'la birlikte 2000 yılında yazdığı İmparatorluk ile 2004'te yazdığı ve "yeni çağın komünist manifestosu" olarak selamlanan Çokluk kitabı bu uğraşın neticesinde ortaya çıktı. Foucault, Deleuze ve Guattari gibi Fransız postmodernistlerin yoğun etkisinin görüldüğü bu çalışmalara göre, emperyalizm kavramı, Sovyetler'in çözülüşünü ve ardından eski sosyalist ülkelerin emperyalizme entegrasyon süreçlerini açıklamaktan aciz duruma düşmüştü. Ulus devletlerin miadını doldurduğu bu yeni düzen, ancak yukarıdaki alıntıda da tariflenen biçimiyle ulus ötesi imparatorluk kavramında karşılığını buluyordu.

1999'da Seattle'da Dünya Ticaret Örgütü'ne karşı düzenlenen eylemler, 2008 krizinin ardından 2011'de ABD'de başlayan Occupy (İşgal Et) gösterileri, yine 2011 itibariyle Tunus, Mısır gibi Arap ülkelerini sarsan halk hareketleri, 2013'te Türkiye'de Gezi Direnişi ve bu süreçteki işgal evleri gibi komünal pratikler, ötekilerin her türlü iktidarı reddetmek üzere hiyerarşisiz, programsız oluşturdukları "çokluk"un nelere muktedir olduğuna ispattır âdeta. İşçi sınıfı, bu çokluk'u oluşturan bir öğedir artık, sınıfın öncü partisine de, dolayısıyla, artık gerek yoktur. Leninizm, tarihe karışmıştır.

Kürt Hareketi'yle etkileşim 

2000'li yıllarda, en etkili yorumları getiren Hardt ve Negri'nin yanı sıra, Laclau, Mouffe ve Bookchin'in Marksizm'in devlet, parti ve sınıf tahlillerini mahkûm ederek bunların ötesinde, kurtarılmış otonom adacıklar, yatay örgütlenmeler, iktidarı almadan değişim gibi anarşist siyaset saiklerinin taşıyıcısı olduğu radikal demokrasi yorumlarından etkilenen ve o sırada İmralı'da hapiste olan PKK lideri Abdullah Öcalan, Kürt meselesinin çözümü için yeni bir ideolojik hat çiziyordu.

Kurtuluşun yeni bir devletten ziyade radikal demokrasi ve konfederalizmin geliştirilmesi ve özyönetimlerle geleceğini formülize ediyordu. Bunun öznesi olan halk ise, baskı altındaki etnik, dinsel, kültürel ve tüm cinsiyet ve cinsel yönelim gruplarıydı; çokluk'ta olduğu gibi. Pratik örneğinin Rojava kantonları olduğu varsayılan bu teoride, ordusu, yasama, yürütme ve yargı erkleriyle ortaya çıkan yapılanma devlete benziyor. Papazın çelişkisidir, diyelim.

Çelişki demişken...

Göçlerin, sınırları hükümsüz kılarak ulus devletlerin sonunu getireceğini, yeryüzünün konar-göçer bu ezilenlerinin, kerameti kendinden menkul bir homojenlikle evrensel bir yurttaşlığı oluşturacağını ve sınıflı toplum yapısını tarihe gömeceğini iddia eden Negri'nin bu tezleri, çeyrek yüzyılda yanlışlanmış görünüyor. Göçler, merkez kapitalist ülkelerin sınırlarını bu insanlara karşı daha da güçlendirmelerine sebep olmuş vaziyette, sınırlarda yaşanan insanlık dramlarına hepimiz şahit oluyoruz. Göçe zorlanan halklar, dünyayı kerameti kendinden menkul bir evrensel yurttaşlık idealine de yaklaştırabilmiş görünmüyor; tersine, tüm dünyada yükselen faşizmin ayak seslerini dinliyoruz. 

Görüldüğü üzere, sınıflar mücadelesine emperyalizm kavramını mahkûm ederek üretilmeye çalışılan her yanıtın, getirilen her sınıfsız, partisiz, devletsiz güncellemenin, Kautskyci tezlerin her çeşitlemesinin bedelini emekçi halklar ödüyor. Bu anlamda, Negri'nin tezlerinin Batı cephesine yeni bir şey getirmediğini söyleyebiliriz. Ancak, bu güncelleme uğraşlarının, karşılığında Marksizm-Leninizm mevzilerini savunan, tabiri caizse, kurşun sıkmadan teslim olmayan bir cephenin açılmasını/savunulmasını da sağladığı için hakkını teslim etmek gerek.

Nagihan Çakır / soL-Görüş 


KAYNAK:

Negri, Antonio ve Michael Hardt. İmparatorluk. çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı, 2001.

Negri, Antonio ve Michael Hardt. Çokluk. çev. Barış Yıldırım, Ayrıntı, 2011.

Ergun Türkcan hocamdan Üç Tarz-ı Emperyalizm - Serdar Şahinkaya / soL

 

"Bilmek çok zor, gerçekten. Ancak bu sorular bile stratejik düşüncemizi geliştirmek, emperyalizmin bilinmeyen tarihini incelemek için gerekçe oluşturmaktadır."

Bu köşede en son 15 Haziran 2023’te bir yazı kaleme almışım. Nerede ise altı ay geçmiş. soL Haber’de nasıl olsa zenginleştiren köşe yazıları, bilgilendirici sıcak haberler yayınlanıyor diyerek eldeki kitap ve diğer bitirilmesi gereken işleri ancak geride bırakabildim. 

O zaman yeniden merhaba…

10 Aralık 2023 Pazar günü Ankara kitap fuarında imza günüm vardı. Pankuş Yayınları  bölümünde sevgili hocam Ergun Türkcan’ın da imza günü olduğunu görünce yeni kitabını imzalatmak için sıraya giriverdim. Bilenler bilir Prof. Dr. Ergun Türkcan, çok yönlü kişiliğiyle Mülkiye topluluğunun renkli isimlerinden, SBF - Mülkiye’de iz bırakan efsane hocalardandır. Başta bilim – teknoloji – yenilik politikaları olmak üzere tarihi ve iktisadı iç içe, nedensellikleriyle yazan, anlatan, öğreten nadir isimlerdendir. Benim de doktora öğrenciliğim döneminde ağırlıklı dersler aldığım Ergun Türkcan Hocam, en girift ve çetrefilli meseleleri büyük bir ustalıkla öğretir, ince esprileriyle de zihinlerimizi her daim dinç tutardı.

İmzalattığım Üç Tarz- ı Emperyalizm: Teoriden Tarihe kitabına önce bir “kaymakam bakışı” attım ve gördüm ki, Hocam yine büyük iş, çok büyük bir iş çıkarmış…

456 sayfalık yirmi bölümlük bu dev esere yavaşça nüfuz ederken aklıma Mülkiye Mektebindeki öğrencilik günlerim geldi. 

Efendim takvimler, 1970’lerin son yıllarını gösteriyor. Ankara’da ve Cebeci’de henüz sıkıyönetim ilan edilmemiş. Fakültemizi efsane dekan rahmetli hocam Prof. Dr. Cevat Geray yönetiyor. Öğlenleri 12.45 – 13.30 saatlerinde o dönemdeki ismi ile Basın Yayın Yüksek Okulu (şimdiki İletişim Fakültesi) sinema salonunda Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği’nin destekleriyle Annales Okulu’nun kurucu babası Prof. Dr. Fernand Braudel’in Akdeniz Dünyası Belgesel dizisi gösterilirdi. Her seansta gerek fakültemizden gerekse de diğer fakültelerden bir öğretim üyesi filme eşlik eder ve gerektiğinde filmi durdurarak mühim açıklamalarda bulunurdu. 

Bu öğretim üyelerinden İlber Ortaylı ile Emre Kongar hocalarımızı çok net hatırlıyorum. Örneğin; “makinist durdur bakalım. Devamla… Arkadaşlar gördüğünüz gibi arkaik dönemden klasik dönem geçerken heykellerde kollar ve eller gövdeden ayrılarak haeketleniyor”… Yaklaşık iki hafta süren bu belgesel dizinin nerede ise tümünü izlemiş ve oldukça etkinlenmiştim. 

Yıllar sonra doktora öğrencisiyken yine Fernand Braudel’in tuğla gibi iki ciltlik Akdeniz Dünyası kitabını okumuştum. Şimdi Ergun Hocamın yeni dev eserini okurken hem lisans hem de doktora öğrenciliğimden kimi kesitleri hatırladım. 

                                                           ***

Fransız tarihçi A.Du Velay’ın 1903’te yayınlanan ve Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu tarafından günümüz diline çevrilen Türkiye Maliye Tarihi’nde, yazar der ki; “Türkiye’nin mali tarihi, siyasi tarihin gerçek bir mukaddemesidir. İlki bilinmezse ikincisinde yanılgıya düşme tehlikesi vardır ve çoğu kez birbiriyle örtüşerek biri, diğerini tamamlar”. İşte Ergun Türkcan’ın yeni kitabı tam da bu epigrafiyi bize yeniden hatırlatıyor. Farklı bir ifade ile, iç ve dış siyasi gelişmeleri ve birbirleriyle ilgilerini anlamadan sadece iktisadi parametreleri yorumlarsanız mesele manasız üç kelimeye indirgenir: “Arttı – azaldı – aynı kaldı”. Bu bağlamda Dr. Türkcan’ın kitabının önemi daha da iyi anlaşılıyor.

                                                             ***

Kitabın ön sözünü kalem alan Cem Gürdeniz Amiral not ediyor; “Türkiye’de tarih ile güncel küresel, kıtasal ve bölgesel gelişmeleri karşılıklı etkileşim içinde değerlendirebilen çok az fikir adamı vardır. Zira bunun için derin siyasi tarih, strateji ve ülkemizde çok az bilinen jeopolitik altyapıya ihtiyaç vardır. Profesör Dr. Sayın Ergun Türkcan bu insanlardan biridir. Okurlarına ve takipçilerine güncel siyasi, ekonomik ve askeri gelişmeleri akıcı ve sade bir üslup içinde alışılmadık bir sentezle aktarır. Bu kitabı da değişik kaynaklarda yayımlanmış yirmi makalesi üzerinden emperyalizmin jeopolitik ve ekonomik saiklerle şekillendirdiği gelişmeleri bölgesel, kıtasal ve küresel perspektifte, son derece dikkat çeken başlıklar ve akış ile okuyucuya sunuyor”.

                                                     Prof. Dr. Ergun Türkcan

Gerçekten de; emperyalizm, gücünü okyanus ve denizlere hâkimiyetten alır. Avrupa ve Asya deniz tarihini, dünya iktisadi tarihi içinde harmanlayabildiğimiz ve bu sentezi jeopolitikle buluşturduğumuz zaman emperyalizmin Sayın Türkcan’ın arkaik, klasik kapitalist ve süper emperyalizm olarak ayrıştırdığı süreçleri çok daha iyi anlıyoruz.

Ergun Türkcan Hocam, yakın zamanda çeşitli dergilerde (1923 Historia, İktisat ve Toplum, Deniz Mecmuası, Bilim ve Ütopya) 2015’ten önce basılmış veya basılmaya hazır yazılarından kimilerini, dergi yapraklarında unutulmadan önce toplu olarak, okuyucuların ve ilgililerin değerlendirmesine açmak için bu kitapta toplamaya karar vermiş. Tıpkı, öncesinde tarih ve teknolojiyle ilgili yazıları toplu halde bir kitapta yeniden yayımladığı gibi; “Tarihten Teknolojiye, Makaleler ve Değerlendirmeler”, Destek Yayınları, 2013.

Kitap, emperyalizm ve ilgili konularda yirmi ayrı yazıdan oluşmaktadır; bunlar seçilirken içten bağlantılı, birbirlerini tamamlayıcı olmalarına dikkat edilmiştir. Başlık olarak da, ilk teorik yazının konusu öne çıkarılmış ve kitaba, Birinci Bölümün başlığı “Üç Tarz-ı Emperyalizm” adı verilmiştir; anlaşılacağı gibi teoriden tarihsel olgulara doğru bir açılımdır.

                                                             ***

Ergun Hocanın kitap için kaleme aldığı SUNUŞ’tan birkaç noktayı bu yazıya konu etmek oldukça aydınlatıcı olacaktır:

<<Birçok siyaset ve tarih düşünürü, İkinci Dünya Savaşı sonu - SSCB’nin 1990’da çöküşüne kadar, dünyada 45 yıllık iki kutuplu bir ideolojik emperyalizm dönemi yaşandığını, ancak artık kapitalizmin uç aşaması neo-liberalizm dışında ideoloji kalmadığını ifade ediyor. Çin Komünist Partisi’nin (buna Kuzey Kore’yi de dâhil edebiliriz) iktidarda olması, ülkenin ileri kapitalist küreselleşmenin içinde olmadığı anlamına gelmiyor. Bence teknik olarak, Amerika’yı keşf ve gasp eden İspanyol ve Portekiz ‘Conquistadore’leri, Doğu ve Batı Hint Kumpanyalarını kuran ve yöneten İngiliz, Hollandalı ve Fransız kapitalistleri ile günümüz büyük teknoloji firmalarının istekleri doğrultusunda dünya devletlerini, bu arada eski büyük emperyalistleri, yani İngiltere ve Avrupa Birliği devletlerini de eski usul sömürge durumuna düşürmüş olan ABD arasında ne fark vardır? 

ABD artık süper emperyalist olarak, karşısında aynı kapitalist mantıkla çalışan, hatta kendisinden de hızlı teknoloji üreten başka siyasi-iktisadi yapılarla karşı karşıyadır; tek başına dünya hâkimiyeti bir kuşak ya da otuz yıl kadar sürmüş, birileri ona Ukrayna ve Tayvan’dan “Dur” demeye başlamışlardır. ABD ne kadar ileri gidebilir? Karşıt güçler bunu bir nükleer dünya savaşına çevirmek isterler mi? Artık çelişkiler ideolojik olmadığı için, emperyalist sistem tekrar 1914 öncesine, yani kaotik dengesizlik veya çok ince-denge durumuna dönüp, her iki kutuptan birinin, belki alt-kademesinde verilmiş yanlış bir alarm veya kararla dünya ateşe verilebilir mi? Şimdilik küçük bir olasılık, ama yok da sayılamaz. 

Acaba, Rusya’nın batısındaki Ukrayna Savaşı, Osmanlı’nın Balkan Savaşları’na mı benzeyecek? Harb-i Umumi buradan çıkmadı, ama biraz ötede, Avusturya veliahtına, ülkesinin Osmanlı’dan 1908’de gasp ettiği Bosna’yı ziyaret ederken bir Sırp delikanlısının attığı kurşunlar, taraflara savaş sebebi oldu.

Küçük olasılığı bir yana bırakarak büyük olasılıklar üzerinde duralım: Dünya nüfusu, 2022’de 8 milyarı geçti ve üssel biçimde artıyor. Öteki tarafta, dünyada tarım suyu, hatta içecek suyun kalmayacağı bir kuraklıkta tarım arazileri de hızla çöle dönüşüyor; buna Anadolu da dâhildir. Bilim-Teknoloji-Araştırma-Yenilik sistemleri hızla bu felakete çare bulmak yerine, silah-robot ve büyük kitleleri dertlerinden uzaklaştıracak elektronik araçlar yapımına odaklanıyor. Tüm sanayi firmaları, tamamen emek-yoğun sayılan A+G faaliyetleri bile robotlaşıyor; en kaliteli mühendisler, bilimciler ve program yazıcıları işsiz kalıyor. Sanırım Karl Marx’ın, 19. yy’da öngördüğü proleterya devrimi, ancak en gelişmiş ülkeler dâhil, dünyanın tüm kıtaları ve devletlerindeki işsizlerin-açların kitlevi isyanı ile ortaya çıkabilir; kapitalizm de sona erebilir, ama yerine, acaba ‘Tek Dünyada Sosyalizm’ gelebilir mi? Ben Marx kadar iyimser değilim. Bu kaos, bir dünya savaşından daha da yıkıcı olabilir. Belki de doğanın insanları düzeltmek için başvuracağı içsel dinamik budur: Kitlesel bir nüfus azaltımı.

Türkiye, benzetmek gibi olmasın, fakat Harb-i Umumi öncesi gibi, eski deyimle ‘İki cami arasında bî-namaz’ kalmıştır. NATO ve Avrupa ilişkileri hukuken sürse de, ABD, parasını verdiğimiz F-35 jetlerini, tıpkı İngiltere tersanelerinde, üstelik halkın paralarıyla yapılmış olan iki savaş gemisine bayrağımız çekilmiş, mürettebata teslim edilmiş olduğu halde İngiliz hükümeti nasıl el koyduysa, öylece el koymuştur. Bu sadece bir örnek. Acaba, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri alması da, Almanya’dan gelen Goeben ve Breslau (Yavuz ve Midilli) zırhlılarına benzer mi? Tabii, ters bir benzetme, bu zırhlılar 29 Ekim 1914’de Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalayarak Büyük Savaş’a Almanya yanında girmemize sebep olmuşlardı. Biz füzeleri daha denemedik bile…

Türkiye, baştaki hükümet her ne kadar İsmet Paşa’dan nefret etse de, adını bile anmak istemese de, acaba onun İkinci Dünya Savaşı’ndaki denge politikasını mı oynuyor? Montreux Boğazlar Sistemi, ordusunun belli bir savaş deneyimi, hızlı enflasyon içinde olsa bile hâlâ çalışan sanayi ile bu gürültüyü sınır savaşlarıyla atlatabilir mi? Yoksa onu Adalardan zorlayıp savaşa mı sokarlar? Artık koltuğunu korumak için Avrupa’yı bile Aztek İmparatorluğu gibi sıkıştıran süper emperyalist ABD’nin oynayacağı kaç oyun, Rusya’nın kaç kartı vardır? Bilmek çok zor, gerçekten. Ancak bu sorular bile stratejik düşüncemizi geliştirmek, emperyalizmin bilinmeyen tarihini incelemek için gerekçe oluşturmaktadır.…>>

                                                           ***

Kitabın kapsamını iyice anlatabilmek ve önemini vurgulamak bakımından İçindekiler kısmını (ön söz - sunuş – kaynakça ve dizin bölümleri hariç) yirmi bölümü olduğu gibi aktarmanın doğru olacağını düşünüyorum.

BİRİNCİ BÖLÜM

ÜÇ TARZ-I EMPERYALİZM

Emperyalizmin İç Dinamiğine Dair Yeni Bir Kural mı?

İLK TARZ: ARKAİK EMPERYALİZM

İlk Temel Siyasi İçgüdü: İmparatorluk Kurmak

İKİNCİ TARZ: KLASİK KAPİTALİST EMPERYALİZM

Klasik ve Modern Emperyalizmin Temeli Kapitalizmdir

ÜÇÜNCÜ TARZ: SÜPER-EMPERYALİZM

ABD’nin ve SSCB’nin Soğuk Savaş’taki Emperyalist Rolleri

Neo-Emperyalizm veya Süper-Emperyalizmin Temel Özellikleri

Çin’in Dünya Teknolojisindeki Yeri - ABD ile Karşılaştırma

İKİNCİ BÖLÜM

EKONOMİ POLİTİK HİÇ ÖLMEDİ Kİ

Kavram ve Derin Geçmiş

Klasik Emperyalizm 

Devrimler Çağı

Birinci Dünya Savaşı’ndan Sonra

İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra

Soğuk Savaş Nasıl Sona Erdi?

Yeni Ekonomi Politik

Üçüncü Dünya Savaşı’na Doğru (mu?)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURULMASINDA UNUTULAN BİR FAKTÖR: BREST-LİTOVSK ANTLAŞMASI

EKİM 1917 DEVRİMİ’NE DOĞRU

Ekim 17 Devrimi’ne Giden Yollar ve Şubat Devrimi

Büyük Savaş’ta (1914-18) Türk-Rus İlişkilerine Kısa Bir Bakış

Lenin Petrograd’da

Ekim Devrimi’nin Kısa Anatomisi

SOVYET DEVRİMİ İLE TÜRKİYE’NİN İLİŞKİSİ - BREST-LİTOVSK ANTLAŞMASI

Brest-Litovsk Antlaşması

Brest-Litovsk’tan Önce Türkiye’nin Doğu Cephesi

Brest-Litovsk’tan Sonra Kafkasya’da Durum

Brest-Litovsk ve Osmanlı’nın Kazançları

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

UKRAYNA’NIN BREST-LITOVSK’TA DOĞUŞU VE ERKEN ÖLÜMÜ

Önce Ateşkes Antlaşması

15 Aralık 1917, Ateşkes Antlaşması İmzalanıyor

Ateşkesten Sonrası

Nereden Çıktı Bu Ukrayna?

 “Savaş mı, Barış mı?”

Nasıl Bir Ukrayna?

Ukrayna Antlaşması - 9 Şubat 1918 Yeni Bir Devlet Doğuyor

Almanya’nın Rusya’daki Son Saldırısı: “Ne Savaş Ne Barış” Masalı Bitiyor

Brest-Litovsk Barış Antlaşması, 3 Mart 1918

Barış Anlaşmasından Sonra

Ukrayna Cumhuriyeti’nin Sonu

Polonya’nın Rusya’yı (Ukrayna) İşgali ve Sonrası

BEŞİNCİ BÖLÜM

RUSYA’NIN TARİHİ KLOSTROFOBYASINI KAŞIMAK

Rusya’nın Doğuşu

Büyük Petro’nun Denizleri

Rus Donanmasının Baltık’ta İlk Zaferleri

Rusya Akdeniz ve Karadeniz’de

Kırım’ın Rusya’nın Eline Geçmesi, 1783-4

RUSYA’NIN 19. YÜZYILDA SICAK SULARA İNME MÜCADELESİ

Kırım Savaşı’ndan Öncesi: Rusya ile 1829 Edirne Antlaşması

Kütahya, Hünkâr İskelesi (1833) ve Boğazlar Antlaşmaları (1841)

Sinop Deniz Faciası veya Rus Baskını

Kırım Savaşı, 1854-56

Rusya ve Büyük Nehirler

Paris Antlaşması, 1856

Rusya Çin Kıyılarında: “Nereden Çıktı Bu Japonya?”

Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası

ALTINCI BÖLÜM

MOSKOVA’NIN BATIŞI VE 82 YIL ÖNCEKİ BİR DENİZ SAVAŞI

İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin Pearl Harbor’u

YEDİNCİ BÖLÜM

MELEZ SAVAŞ MI, KLASİK EMPERYALİZM Mİ?

İşin Özü

Milli Devletler mi İmparatorluklar mı?

İlk Aşama: Devlet Eliyle Okyanus Ötesi Keşifler ve Fetihler

Büyük “Kumpanyalar” Yoluyla Dünyayı Ele Geçirme Modelinde Çatışma, Güç Dengeleri Kavramları

Modern Dünyanın İlk Egemenlik Savaşı: Yedi Yıl Savaşları, 1756-63

İkinci Dünya Savaşı ile Benzerlik Var mı?

İki Zıt Model

Kapitalizmin Neresindeyiz?

Özetlemek Gerekirse

SSCB Yıkılınca

Gelelim İşin Esası Çin Halk Cumhuriyeti’ne

Yeni Bir Sisteme Doğru mu?

Ukrayna Savaşı’nın Amacı?

Sonuç (Henüz Belli Değil)

SEKİZİNCİ BÖLÜM

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI SESSİZCE YAPILDI VE BİTTİ YA DÖRDÜNCÜSÜ?

Savaş Nedir?

Dünya Savaşı Nedir, Ne Değildir?

Avrupa’nın Toprak ve Din Savaşlarına Bir Bakış

Avrupa Güç Dengesi Nasıl Doğdu?

İspanyol Veraset Savaşları (1701-13)

Fransa’nın Uzak Denizlere Açılması

Emperyalizmin (Birinci) Dünya Savaşı: Yedi Yıl Savaşları (1756-63)

Paris Barış Antlaşması, 1763

İkinci Dünya Savaşı: Fransız Devrimi, 1789

Fransız Devrimi’nden Sonra

Büyük İdeolojiler Büyük Emperyalistlerin Yerini Alıyor

Soğuk Savaş Bir Dünya Savaşı Değil mi?

DOKUZUNCU BÖLÜM

AVRUPA’NIN SÖMÜRGELEŞMESİ

Bir Dünya Gelir Dağılımı Tablosu

21. Yüzyılın Temel Sorunu?

Avrupa Niçin Kendi Kabuğuna Çekildi?

Avrupa’nın NATO Şemsiyesinde Silahlanması

Şu Fransa Olmasaydı!

Avrupa’da Bağımsızlığa Yakın Tek Ülke

ONUNCU BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE BİLİM POLİTİKASI PRATİKLERİNİN DOĞUŞU

Bilim ve Teknoloji Politikaları Hakkında

KARA SAVAŞLARINDAKİ İCAT VE YENİLİKLER

Ateş Makinesi veya Hunisi 

Ağır ve Hafif Toplar

Dikenli tel

El bombası

Kamyon ve Zırhlı Otomobil

Tankın Hikâyesi

Tankın Prehistoryası

Telsiz ve Telefon Haberleşmesi

Zehirli Gaz, Duman, Amonyak, Aseton ve Fritz Haber’in Kaderi

DENİZ SAVAŞLARINDAKİ İCAT VE YENİLİKLER

Duman Perdesi

Denizaltı Savaşı

Denizaltının Prehistoryası

Savaş Gemileri (Dreadnought veya Ağır Zırhlılar)

Uçak Gemileri

HAVA SAVAŞLARINDAKİ İCAT VE YENİLİKLER

Savaş Uçakları ya da Savaşta İlk Kez Uçak Kullanımı

Avcı Uçakları

Hava Bombardımanı ve Bombardıman Uçakları

Deniz Uçakları

Zeplin

Bazı Silahların “Obsolete” Oluşu Hakkında

ON BİRİNCİ BÖLÜM

ÇANAKKALE SAVAŞI MİMARININ KALEMİNDEN EFSANE SAVAŞ

Çanakkale Savaşları, 1915

Churchill’in Savaş Başında Türkiye ve Balkanlar Değerlendirmesi

Harekât Fikrinin Oluşması

Çanakkale “Uvertürü”

Çanakkale Topları

İstanbul Kimin Olacak?

18 Mart’a Doğru

18 Mart 1915

ON İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN SONU MONDROS MÜTAREKESİ (31 EKİM 1918)

Rauf Bey ve Amiral Calthorpe

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DÜŞMANININ KALEMİNDEN MUSTAFA KEMAL VE KURTULUŞ SAVAŞI

 “Türkiye Yaşıyor”

Anadolu’nun İşgali

Türklerin Tepesi Atınca

Sevres Antlaşması İmzalanıyor

Bir “Yunan Trajedisi” Başlıyor

Tanrıları Kızdırmak

Mr. Llyod George’un ve Diğerlerinin Türkiye Hakkındaki “En Emperyalist” Düşünceleri

Sakarya’dan Ricat, Büyük Taarruz ve İzmir

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

DENİZLER VE DİNLER

Araplar ve Denizcilik

Türklerin Okyanus’a İlk ve Son Çıkma Deneyimi

Avrupa Denizciliği ve Dinler

Akdeniz, Denizciliğin Doğduğu Sular

Portekiz

İspanya

Keşiflerden Önce Denizlerde Çin de Vardı ya Sonra?

Avrupalılar Denizlere Ne Amaçla Açıldılar?

İngiliz Tüccarları Hindistan’a Nasıl Gitti?

İspanya Büyük Armadası İngiltere’yi İstila İçin Açılıyor

Şirketler Yoluyla Emperyalizm: İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası

Hollanda

Gemici Aşkı: “Uçan Hollandalı”

Hollanda Bağımsızlığı Seçiyor

Diğer Protestanlar Ne Yapıyor?

Fransa’nın Denizciliği ve Emperyalizmi

Fransa’nın Modern Tarihi, Din ve Denizler

Orleans Dükü ve Büyük Topraklar

Emperyal Bir Soru

Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu

Diğer Örnekler

ON BEŞİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DOĞU AKDENİZ’DE NÖBET TUTARKEN

Karşılaştırmalı Bir Askeri Tarih Özeti

Okyanus Denizciliğinin Öncüleri: Portekiz ve İspanya

İngilizler, Daçlar ve Fransızlar

Osmanlı Devleti’nin Ulaştığı Zirvede Yaşanan Olaylar

Birinci Rodos Muhasarası ve İtalya’nın Zaptı Girişimi,

Yavuz Selim ve İmparatorluk Ağırlık Merkezinin Doğuya Kayması

İkinci Rodos Muhasarası

Mohaç’tan (1526) Sonra Birinci Viyana Bozgunu (1529) Bir Haberci midir?

Askeri Devrim, Kaleler ve Osmanlı Orduları

Malta Muhasarası (1565) Neden Başarısız Oldu?

Malta’dan Sonra

Bazı Zaferler, Bazı Yenilgiler Hakkında

Kıbrıs’ın Zaptı

İnebahtı Bozgunu

Sonuç: Ağır ve Şerefli Bir Ricat

ON ALTINCI BÖLÜM

İMPARATORLUKLARIN DOĞMA VE DAĞILMA SÜRE VE SÜREÇLERİ HAKKINDA BİR DENEME

Tanımlar ve Kabuller

İmparatorluk Kuruluş Tarihleri

İmparatorluk Gücünün Zirvesi

Kara İmparatorluğu mu, Deniz İmparatorluğu mu?

İngiltere, Fransa, Hollanda, ABD, Japonya ve Portekiz

Harb-i Umumi’den Sonra İmparatorluklar

İki Almanya Modeli

İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra İmparatorlukların Durumu

Soğuk Savaş ve Ötesi

Uzayda İmparatorluk Kurulabilir mi?

ON YEDİNCİ BÖLÜM

KIZILDENİZ VE HİNT OKYANUSU PORTEKİZ’İ DE OSMANLI’YI DA GÖRDÜ / KLASİK DENİZAŞIRI

İMPARATORLUKLARININ İLKİ

Portekiz’in Doğuşu ve Gelişmesi

İlk Stratejik Plancı, Prens Denizci Henri ve Afrika Kıyılarının Keşfi

Portekiz Hindistan’a Ulaşıyor

Portekiz’in Büyük Denizcisi Vasco da Gama

Kızıldeniz’in Keşfi

Hindistan’ın 16. yy Başında Siyasi Coğrafyası

Portekiz’in Hindistan’daki İlk Savaşları

Portekiz Hindistan’a Yerleşiyor

Portekiz’in Hint Kolonisi Goa ve Diu Hakkında

OSMANLI’NIN İLK VE SON OKYANUS ÖTESİ EMPERYAL MACERASI

Osmanlı Ne Denizci Ne de Tüccar Bir Kavim Oldu

İslam’da (Osmanlı) Sermaye Şirketi Kurmanın Güçlüğü

İslam’da Şirket Kurma Meselesi

Osmanlı Niçin Bir “Deniz İmparatorluğu” Olamadı?

Üç Türk İmparatorlar Ligi mi?

Osmanlı Hint Okyanusu’nda

Piri Reis’in Son Seferi: Hürmüz

Don-Volga Kanalı Projesi Hindistan’a Ulaşmak İçin mi Düşünüldü?

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

AKDENİZ’İN İKİ UCUNDA İSPANYA VE OSMANLI

İspanya’nın Masalsı Doğuşu

Kolomb’un Kraliçe İsabella’nın Amirali Olması

Granada’nın Yeniden Fethinin Getirdiği Rahatlık

İspanyol Sömürge Yönetimi

Amerika’da İdari Taksimat

İspanyol Sömürge Ekonomisi ve İspanya’ya Etkileri

Osmanlı’nın Kendinden Menkul Denizaşırı Emperyalizm Denemesi

Osmanlı Donanmasının Akdeniz’deki Durumu

ON DOKUZUNCU BÖLÜM

LOS REYES CATOLICOS’UN KIZLARI MODERN AVRUPA TARİHİNİ DOĞURUYOR

YİRMİNCİ BÖLÜM

OKYANUSLARIN BEŞERİ TARİHİ

Portekiz ve Osmanlı Kızıldeniz’de

Okyanuslar Kimindir?

                                                         ***

Dünya tarihini, jeopolitik, iktisadi ve askeri gelişmeleri harman ederek büyük bir ustalıkla inceleyen Prof. Dr. Ergun Türkcan hocamın her biri diğerinden değerli yirmi makalesi, içinde bulunduğumuz zor döneme ışık tutuyor. Emperyalizmin sürekli başarmak ve hükümran olmak istemesine rağmen kendi içinde nasıl dönüşüm geçirdiğini ve zamanı geldiğinde yükselen yeni güçler tarafından nasıl dengelendiğini örneklerle anlatıyor. 

Bence bu kitap, 8333 kilometre kıyı uzunluğu e 160’ı aşkın limanı bulunan bu toprakların çocuklarınca başta sosyal bilimler alanındaki lisans programları olmak üzere tüm fakültelerde ders kitabı olarak okutulmalıdır. 

Yazıyı büyük usta Nâzım Hikmet’in şu dizeleriyle noktalayalım:

Beş Satırla

Annelerin ninnilerinden

                              spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Serdar Şahinkaya / soL