Anlaşılan o ki milliyetçiler, İrlandalı yoksulun milyonlarca Avro emeğini çalan Apple'ın camını çerçevesini indirecek cesareti kendilerinde bulamıyorlar.Avrupa'nın en zengin ilk 10 ülkesinden biri İrlanda. Hatta popüler tabirle ifede edecek olursak, top 10 listesinde Lüksemburg'dan sonra ikinci sırada yer alıyor İrlanda. Peki, istatistiklere yansıyan bu baş döndürücü rakamlara ve aşağıdaki grafiğe rağmen ülkede neden büyük bir huzursuzluk var? Ülke kimilerinin dediği gibi Afrikalıların işgali altında mı, yoksa mülteci saldırısıyla karşı karşıya mı? Hükümet yükselen tepkileri ve sosyal medyada hızla motive olan nefreti görmesine rağmen kasabalarda yaşayan İrlandalıların görüşünü neden gözardı ediyor? Önce şu listeye bir gözatalım...
Dolar bazında Avrupa'nın en zengin 10 ülkesi. İrlanda ikinci sırada yer alıyor.
Şimdi, yukarıda yönelttiğimiz sorulara yavaş yavaş yanıt vermeye çalışalım. İrlanda, kapitalist ölçeklendirmeye göre zengin bir ülke. Hatta çoğu insan için göç edilecek en ideal yerlerden birisi. Ancak burada görülmeyen, her kapitalist toplumda olduğu gibi bazı gerçekler var. Ülkedeki bu zenginliğin kaynağı büyük eşitsizliklere ve sınıfsal gerilimlere dayanıyor. Aslında İrlanda, Türkiye'deki meşhur iktisatçıların hayalini kurduğu bir ülke. Şirketler ülkeye akın ediyor ve yabancı para tabiri caizse yağıyor. Bu para yağıyor ama kime yağıyor? Bu zenginliğe rağmen İrlanda işçi sınıfı neden ücretsiz-nitelikli, eğitim ve sağlığa erişemiyor? Burjuva iktisatçılarının hayali olan bu ülkede koca koca şirketler çok komik oranlarla vergi ödüyor. Elbette bu vergi dengesizliği, yani çalışan bir İrlandalı'nın ödediği vergiyle, Google ve Apple gibi dev şirketlerin ödedikleri verginin oransal karşılığı milliyetçilerin radarına girmeyen konular. Milliyetçilerin radarına giren konu, mültecilerin aldığı sağlık kartı ve bu kart sayesinde sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanıyor olmaları. Sermayenin ve elbette saydığımız Amerikalı şirketlerin (emperyalizmin) korumalığını yapan bu vatan kuratan Şabanlar, görevlerini 24 saat esasıyla yapıyor ve kamuoyunu yönlendiriyorlar. Tabii tüm bu kavga gürültünün ortasında patronlar satın almaya ve kazanmaya (çalmaya) devam ediyor...
Bizim işbilir patronlardan ve eğlence sektörünün tanrısal güçlerinden biri olan Acun Ilıcalı, İrlanda Premier Lig takımlarından biri olan Shelbourne futbol kulübünü satın aldı. Elbette yoksul gelirken yaygara koparanlar, sermaye gelirken ten rengine ve milliyetine bakmadılar. Ayrıca tekrar hatırlatmakta yarar var, Ukrayna savaşını bir kenara bırakırsak, İrlanda'daki göçün ana damarını mülteciler oluşturmuyor ve hükümetin dediği ama bir türlü topluma anlatmak istemediği için anlatamadığı, mülteciler diğer göç gruplarına göre çok fazla denetimden ve sorgulama süreçlerinden geçerek kabul alıyor. Milliyetçiler cephesinde tam da bu zamanda projeksiyonun mültecilere çevrilmesinin çok önemli bir gerekçesi var, oraya geleceğim.
Neyse gelelim futbol takımına. Acun, takımı satın aldığında bu konu hakkında bir şeyler yazıp yazmamak gerektiğini gazetedeki arkadaşlarımla uzun uzun tartıştık. Futbolun bir mafya, bahis ve pislik deryasına dönüşmesinden ötürü bu konuya hiç girmek istemedim. Ancak geldiğimiz süreçte artık bazı soruları sormamız gerekiyor. Buraya bir dipnot daha ekleyeyim, zira sermayenin futbol üzerinden korkunç kazançlar kazanmasını dert edinmeyen milliyetçilere hatırlatacak çok konu var. İrlandalı yoksulların hayatlarını söndüren bir diğer konu bahis ve kumar şebekesi. Elbette bol kazanç kapısı olan bahis mevzusunu dert edinen yok. Afrikalı adamı, geçmişte de Amerika'da korkunç yoksulluğun pençesinde yaşam mücadelesi veren İrlandalı adamı hedef almak, bir sermayedarı hedef almaktan daha kolay ve rahat. Peki, Acun Ilıcalı neden İrlanda'dan futbol takımı satın aldı? Kulübün yaptığı açıklamaya göre, kulübe değer katmak ve başarıdan başarıya koşmak için. Zaten Acun, çok maharetli bir patron. Bizi zirveye taşıyacağından eminiz. Acun Ilıcalı ise kameralar karşısına geçti, İrlanda ve Türk halkı arasındaki yakınlığa vurgu yaparak, hedeflerini anlattı.
Bunların tamamı halkla ilişkiler ve reklam faaliyetinden başka bir şey değil. Ayrıca medyanın sermaye yalakalığı ise mide kaldırır cinsten değil. Bizim işbilir sermayedar, bir anda karşımıza altın çocuk olarak çıkıverdi. Acun'un İrlanda'dan takım aldığını duyduğumda büyük bir gerginlik yaşadığımı hissettim, neyse ki aldığı takım Bohemian değildi. Artık o da gerçekleşseydi, futbol düzleminde kalan son heyecanımı da Fenerbahçe'de olduğu gibi yitirmiş olacaktım. Sermaye hayatlarımızı ve heyecanlarımızı yok ederken, birbirimize düşman olmaya devam ediyoruz. Evet, Acun İrlanda'dan takım satın aldı, çünkü ülke vergi konusunda bir sermaye cenneti. Takımın en büyük hissedarı olarak Acun, İrlanda'ya güzel paralar kazanmaya geldi. Demek ki sermaye bir ülkeye o ülkedeki yoksulları kalkındırmak ve sadece işsiz insanlara iş vermek için gelmiyor.
IMF İrlanda heyetinin eski başkanı Ashoka Mody, İrlanda'nın çok uluslu şirketler için bir vergi cenneti olarak görüldüğünü söyledi. Business Post'ta çıkan haber çok önemli. Çünkü Mody'e göre, İrlanda'nın büyüme rakamları gerçeği yansıtmıyor. Bunun temel sebebi Apple, Microsoft ve Google gibi şirketlerin çarpık bir biçimde vergilendirilmesinde yatıyor. Koca koca şirketler ülkeye gelmiş, emekçinin sırtından para kazanıyor; Acun mu sorun oldu? Sorun Acun ya da Bill Gates değil, sorun hayalini bile kuramadığımız paralarla oynayan bu insanların İrlanda işçi sınıfının sırtına bir asalak gibi yapışmasında.
Hemen tekrar başa dönelim, milliyetçilerin bu tabloyla zerre ilgilendikleri yok. Birileri İrlanda halkının varlığını hamuduyla götürürken, mültecilerin sağlık kartını dile dolamanın, hedef şaşırttığını ve yoksulu yoksula kırdırdığını görememek büyük bir sorun. CNBC'nin 2016 yılındaki haberine göre, adeta bir offshore adasına dönüştürülmüş görünen güzel ülkemiz İrlanda'da Apple doğru düzgün vergi ödemiyor. Uzun lafın kısası Acun Ilıcalı'nın İrlanda'yı tercih etmesindeki nedene ilişkin bir fikir yürüteceksek, ülkenin bir vergi cenneti olması en temel varsayımdır. Bu yüzden Acun, Datça sporu satın almak yerine Shelbourne futbol kulübünü satın alıyor. Yukarıda işler tıkırında giderken, aşağıda biz zavallı yoksullar birbirimize barbarca saldırmak için sürekli olarak kışkırtılıyoruz. İrlanda'daki gerilimin insani bir faciaya dönüşmesi mümkün. Almanya'daki Nazi gruplarının geçmişteki eylemlerini bu noktada hatırlamakta yarar var. Galway'de bir otel mülteciler konaklatılacak gerekçesiyle yakıldı.
Hükümet yerel halka ve yereldeki otoritelere danışmadan uzun süredir kafasına göre İrlanda'daki adıyla doğrudan hüküm (direct provision) merkezi açmaya başladı. Hükümetin buradaki ana hedefi, ülkedeki milliyetçi siyasi akımlara güç vermekse eğer, bunu muazzam bir şekilde başardılar. Ülkede aklı başında liberalizme bulaşmamış az sayıdaki devrimci grupların tamamı tarafından bu siyasi yapıların (milliyetçi-faşist hareketlerin) Londra ile bağı olduğuna dikkat çekiliyor.
Zaten ortada yine garip ve pis kokular dolaşıyor. Bu sadece İrlanda için geçerli bir durum değil. Avrupa liberalizmi hızla faşizmin önünü açmaya başladı. Elbette bunu ustalıkla yapıyorlar. Örneğin: İrlanda'da bir kasabanın ihtiyacı yaşlı bakım evi iken, söz verilmesine rağmen bunun için ayrılan otele bir mülteci merkezinin açılacağının ilan edilmesi açık bir biçimde kışkırtmadır. Halk buna karşı ayaklanıp ses yükselttiğinde, solun çıkıp burada insanlara ırkçılık yapıyorsunuz demesi saçmalıktan başka bir şey değil.
Liberal sol siyaset, yelpazenin bir köşesinden sermayeye kalkan olurken, diğer köşesinden de soğuk savaştan kalma anti-komünist ideolojilerle kendilerini var eden milliyetçiler kalkan oluyor. Vatan ve ülke kurtaran bu Şabanları örneğin: Türkiye'de nasıl bir gün olsun İncirlik üssünde gören olmuyorsa, bu ve türevlerini Filistin meselesinde sokakta gören olmadı.
Günler geçtikten sonra baklayı ağızlarından çıkardılar ve bu grupların önemli temsilcilerinden biri Twitter üzerinden Sinn Fein'i eleştirerek "Bize ne Filistin'den?" diyebildi. İsrail'in soykırıma varan Gazze saldırılarında, dünya üzerindeki en sert tepkiyi İrlanda muhalefeti gösterdi. Bu muhalefet şanlı İrlanda tarihine insanlık adına yeni ve özel bir not daha eklemiştir. Bu iş ciddi ciddi İrlanda'nın İsrail Büyükelçisi'nin sınırdışı edilmesine kadar gidiyordu ki bir anda sokaklar alev aldı ve Sinn Fein'in tabanı olan işçi sınıfı mensubu İrlandalılar yönlendirilmeye başlandı.
Sinn Fein'in eleştirilecek pek çok politikası olabilir, hatta Gazze meselesinde bile olabilir, ancak partinin böylesi kritik bir dönemde aldığı ilkesel tutumun takdir edilmesi gerekir. Bu tutumun nasıl bir risk barındırdığını bugün daha iyi görüyoruz.
Ülkelerimizde çok ciddi sorunlarla boğuşuyor olabiliriz, ancak bir ülkede çocukların başına napalm bombaları atılıyorsa tüm sorunlarımızı bir anlığına kenara bırakıp, insan olduğumuzu hatırlamak zorundayız. Görünüyor ki küresel milliyetçi (NATO destekçisi) yapılar, İsrail'in eylemlerini meşru kılmak için her türlü pisliği yapacaklar. Türkiye'de de dikkat edilirse Vatan kurtaran bu Şabanların, İsrail'e siper olduğu rahatlıkla görülür. Yine madem ülkeyle alakalı sorunlarımız var, yoksula ve bizim gibi olan insanlara saldırmak yerine esas düşmana (cambaza) bakalım diyen yok. Elbette bunu söyleyen sosyalistler var ve istatistiklerle birikte bunları yayınlıyorlar ama duyan yok.
Kapitalizm bir orman yarattı ve biz yoksulları onun içine atarak onun kanunları altında yaşamaya zorluyor. Anlaşılan o ki milliyetçiler, İrlandalı yoksulun milyonlarca Avro emeğini çalan Apple'ın camını çerçevesini indirecek cesareti kendilerinde bulamıyorlar.
Vergi hırsızlığına son bir örnek daha verelim. Yapılan bir araştırmaya göre, zenginlere yönelik olarak yapılan vergi teşvikleri yalnızca ve yalnızca zenginlere fayda sağlıyor. Yoksullara refah sağlamıyor ve kamusal hizmetlere herhangi bir katkı getirmiyor. Uluslararası Eşitsizlik Enstitüsü ve King's College London'dan David Hope ve Julian Limberg tarafından 2020'de yayınlanan makale çarpıcı bilgiler içeriyor. Zengin 18 ülkeye odaklanan bu çalışma, zengin ülkelerde elli yıl boyunca gerçekleştirilen vergi teşviklerinin zenginlere nasıl ekonomik fayda sağladığını gözler önüne seriyor.
İnsanlar Margaret Thatcher ve Ronald Reagan döneminden beri korkunç bir biçimde soyulurken, ülkeleri ve vatanları için endişelenenlerin bu konularda hiçbir endişe taşımadıklarına tanıklık ediyoruz. Belki de onlar da vergi kaçırdıkları, uyuşturucu ticareti yaptıkları ya da bahis oynattıkları için zengindirler. Tarih bize lümpen faşist hareketlerin bu işlerde mahir olduklarını göstermiştir.
Gelelim mültecilerin konakladıkları yerlere, doğrudan hüküm merkezlerinden şirketlere çok temiz ve güzel paralar akıtılıyor. Peki, neden kimse gidip Amerikalı Aramark şirketinin önünde protestocu olarak görünmüyor? Avrupalı milliyetçilerin tamamı kardeştir. Şimdi, bu kardeşler birleşiyor ve beyaz adamın kutsallığını yeniden tescillemek için ortak bir çatıda çalışıyor.
İtalya'da Meloni, iktidara gelmeden önce Fransa'nın Afrika'daki sömürgeciliğine çatıyor ve yaptığı popülizmin karşılığını alıyordu. Bugün ne oldu? Aynı Meloni, sanki Afrika'daki koşullar tamamen değişmişçesine sesini çıkarmıyor. Milliyetçilik, burjuva diktatörlüğünün (zorbalığının) en sert biçimine gidişinin ideolojisidir. Tarih bize bunu faşizm denen bela ile açık açık gösterdi.
Gelin bu yazıyı Acun'un kazanmayı umduğu paralarla değil, umut dolu bir hayat hikâyesiyle bitirelim...
Alman gazeteci Günter Wallraff, 1983 yılında kimsenin aklından dahi geçirmediği bir iş yapmaya karar verir. Kılık değiştirir ve Türk işçilerin Almanya'da yaşadıklarını doğrudan deneyimlemeye karar verir. O, artık Türk işçisi Ali Levent Sinirlioğlu'dur. Ali, girdiği işlerde dizine kadar boka batar ve tuvalet temizler. Almanların alaylarına ve aşağılamalarına tanık olur. Çalıştığı bu iki koca sene boyunca işçi sınıfın en alt tabakasında göçmenler arasında büyük zorbalıklara tanıklık eder ve bu ağır koşullarda çalıştığı sırada kronik bir hastalığa bile yakalanır. Berlin'de oynanan Türkiye-Almanya maçında Nazilerin arasında kaldığı için ilk kez kimliğini açıklamak zorunda kalır.
Günter Wallraff, yaptıklarıyla bize hem gazetecilik hem de insanlık dersi vermiş olur. Kendimi Wallraff'ın açısından baktığımda daha şanslı hissediyorum, çünkü onun gibi peruk ve lens takıp gizlenmek zorunda değilim. Mültecilerin ve göçmenlerin nasıl bir refah şovenizmi altında ezildiğine kendi gözlerimle tanıklık ediyorum. İnsanlık büyük bir eşikten geçiyor, burada ya cennetin ya da cehennemin kapılarını aralayacağız. Suriye'de, Afganistan'da ve Irak'ta o cehennemin ne olduğunu insanlar kendi gözleriyle gördü ama ne Avrupalı adama ne de Türkiye gibi NATO ülkesi toplumlara yaşadıkları trajediyi anlatabildiler. Çünkü, sosyalizm alabildiğine zayıfladı ve liberalizm alabildiğine güçlendi. Nefrete kapılmak böyle zamanlarda çok kolay. Senelerce ultrason sırası beklediğiniz bir ülkede öfkeli olmamanız saçma olurdu. Ama unutmamalıyız ki nefretimizin esas kaynağı sınıfsal. Sınıf kinimizi geçmişte yaptıkları gibi bize (yoksullara) karşı yönlendiriyorlar. Biz, yoksullarla kavgaya tutuşurken Apple, Acun, Katarlı yatırımcı İrlanda ve Türkiye'den çalmaya devam ediyor. En alttakilerle değil, en üsttekilerle kavga etmeyi öğrenemediğimiz ve milliyetçilere sizler en büyük yalancılarsınız diyemediğimiz sürece aynı şeyleri bıkmadan ve usanmadan yaşamaya devam edeceğiz.
Göçmen işçilerin yaşamlarını merak ediyorsanız, Günter Wallraff'ın kitabını mutlaka okumalısınız.
Çağdaş Gökbel / soL