4 Ocak 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 4 OCAK 2024 -

 

Ya bakan ya başkan yalan söylüyor (Barış Terkoğlu)

Göz olmasa görmek de olmazdı. Konuşan olmasa görünen anlatılamazdı.

Acı haber birer birer geldiğinde gün içinde unutuyoruz. Birlikte şehit düştüklerinde ise konuşmamız maalesef üç gün sürüyor. Irak’ta yitirdiğimiz 12 askerden söz ediyorum. Geçen hafta, sınır ötesi operasyonlara katılan emekli askerlere, “Neyi yanlış yapıyoruz, bir şehit daha olmasın diye ne yapmalıyız” diye sormuştum. Bunlardan biri de 2019-2021 aralığında dört sınır ötesi operasyona da katılan tek albay olan Güray Belhan’dı.

Ne kadar iyi yaptın diyebilirsiniz. Ancak öğrendim ki 1 Ocak günü, Belhan, kızı ile orduevine gittiğinde, “Askeri sosyal tesislere girişiniz yasaklandı” uyarısıyla kapıdan geri çevrildi.

Kısacası bu konuyu konuşmamız istenmiyor!

Peki ne yapacağız? Elbette “yeni şehitler gelmesin” diye konuşmaya devam edeceğiz.

TOPLAM 249 ŞEHİT

Ben de böyle düşünerek Emekli Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok’u aradım. Üçok, aynı zamanda havacı bir albaydı. Açık kaynaklara dayanarak 12 şehidin verildiği olayla ilgili bir çalışma yapmıştı. Birer birer şehitleri anlatmaya başladı:

“Açık kaynaklara göre, 15 Temmuz sonrası Suriye’de dört büyük operasyon (Fırat Kalkanı-71 şehit, Zeytin Dalı-54 asker-9 sivil şehit, Barış Pınarı-10 şehit-100 yaralı, Bahar Kalkanı-5 şehit) ve Kuzey Irak’ta on büyük operasyon (Dicle Kalkanı, Pençe-1, Pençe-2, Pençe-3, Pençe-Kartal, Pençe-Kaplan, Pençe-Kartal-2, Pençe-Yıldırım ve Pençe-Şimşek, Pençe-Kilit, Pençe-Kılıç) yapıldı. Son şehitlerimizle beraber sadece Pençe Operasyonlarında 100 askerimiz şehit oldu”.

Toplamda 20’ye yakın operasyon, resmi açıklamalara göre 249 şehit vardı. Ona “şehit haberleri neden artıyor” sorusunu sordum:

“Terörle mücadele çok zorlu ve uzun sürmesine karşın ülkemizin bekası için şarttır. Şu anda TSK’nın en savaşçı muharip birliklerinin neredeyse yüzde 40’ı sınır ötesi operasyonlarda görevli. Bu çok zor ve her silahlı kuvvetlerin başarabileceği, her ülkenin altından kolay kolay kalkabileceği bir durum değil. Son dönemde özellikle Pençe Operasyonları ile Kuzey Irak’ın yaklaşık 30-40 km içerilerinde yerleşerek kalıcı üsler kurulması, TSK için bir konsept değişikliği olarak görülüyor. Tartışmaların temel nedeni ise, 30-40 km derinlikte konuşlanmanın 22-23 Aralık’ta meydana gelen acı olaylara daha fazla sebebiyet vereceği gerçeği. Sınır güvenliğini en etkin sağlama yönteminin, sınır çizgisinden 2-4 km derinliklerde (maksimum 5 km), küçük birlik harekatları ile pusu baskın vb. operasyonlarla çok daha etkili olacağı yönündeki görüş sahiplerinin TSK komuta kademesine karşı eleştirilere bu tartışmalara neden oluyor.”

Peki bu konsept değişikliği ne zaman olmuştu:

“Pençe Operasyonlarının ilki 28 Mayıs 2019 tarihinde başladı. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 6 Haziran 2019'da sınırın sıfır noktasında operasyonu yönetirken yaptığı açıklamada ‘Son terörist etkisiz hâle getirilmeden bölgeden çıkmayacağız’ diyerek bu süreci başlattı.”

4 BİNDEN FAZLA ALBAYA EMEKLİLİK

Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk de üst düzey bir bakanlık yetkilisi de yayınlarda konuşan askerleri hedef almıştı. Üçok bunun için ne söyleyecekti:

“Sadece kayak yapmak için dağa çıkan bir amiralin ya da adını bile açıklamaktan çekinen gizemli üst düzey bir Bakanlık yetkilisinin bu şekilde açıklama yapmasını çok yakışıksız ve saygısızca buluyorum. Ömrünü terörle mücadeleyle geçirmiş, hayatını riske atmış, sayısız operasyona çatışmaya girmiş insanların görüşlerini ‘hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur’ diyerek aşağılamak yeni TSK’da var her halde. TSK’nın en değerli askerleri ve de özellikle hafızası niteliğinde bulunan dört binden fazla albayın, bölgede yıllarca görev yapmış onlarca generalin son dört beş yılda hunharca emekli edilmesi terörle mücadelemizi etkilemiş midir? Etkilemiştir tabi ki. Emekli edilen terör uzmanı askerlerin yerine gelenlerin yaklaşımlarının ne kadar saygısızca ve ciddiyetten uzak olduğunun somut ifadesi bu amiral ve meçhul bakanlık yetkilisinin sözlerdir. Yazıklar olsun! Kimse terörle mücadele edilmesin, sınır ötesi harekat yapılmasın demiyor, sadece karşı çıkılan siyasi iradenin isteğiyle -çünkü sınır ötesi operasyonlar siyasi iradenin yetkisindedir- Pençe Operasyonları kapsamında sınırın 30-40 km içerisinde konuşlanılması doğru bulmuyor. Şu anda TSK’da görev yapan birçok üst düzey asker de bu düşüncede. Hatta eski Kara Kuvvetleri Komutanı Musa Avsever’in de benzer endişeler taşıdığı herkes tarafından biliniyor.”

İHALAR UÇABİLİRDİ

En merak ettiğim ise İHA ve SİHA’ların durumuydu. Pek çok savaşın kaderini değiştiren uçaklar neden kullanılamamıştı? Bakanlık ve hükümet yandaşı emekli askerlerin açıklamalarına baktığımızda hava koşullarının çok kötü olması ve görüş mesafesinin 5 metreye kadar düşmesi nedeniyle İHA ve SİHA’lar uçamamış görünüyordu. Optik görüntü alınamamış, termal kameralar hedef tespit edememiş ve bu nedenle teröristler görünmemişti. Eski havacı Üçok, bu konuda ne düşünüyordu:

“Eksik ve algı yönetimine ilişkin açıklamalar. Askerlerimizin şehit edilmelerinin çok kötü hava koşulları nedeniyle teknolojik yetersizliklerden kaynaklandığı savunması tam doğru değil. Bu, Savunma Bakanlığı’nın geliştirdiği bir savunma mekanizması. Hava akımlarının en az olduğu irtifa 34-35 bin feet. Bu nedenle yolcu uçaklarını bu irtifada uçuyorlar. Aksungur İHA’sı 34-35 bin feette büyük bir keyifle uçabilirdi, eğer uçursalardı. (Maximum uçuş irtifası 40.000 feet) Sınır ötesinde harekat icra edecekseniz, birliklerinizin bulundukları her yeri 24 saat esasına göre mutlaka havadan gözetleyeceksiniz. Etrafındaki tüm araç gereç ve insan faaliyetlerini takip edecek ve en küçük şüpheli bir durum olduğunda, yerde konuşlu birliklerinize haber vereceksiniz. Evet, çok kötü hava şartlarında optik ve termal kameralar maalesef görüntü alamıyor. Ama bunun da çözümü var. Bu eksikliği gidermek için İHA ve SİHA’lara takılabilen ve en kötü hava koşullarından bile hiç etkilenmeyen elektromanyetik dalga ile çalıştıkları için yerdeki hedefleri anında tespit edebilen radarlar geliştirildi.”

Peki bu radar Türkiye’de var mı? Üçok internet sitesini açıp okuyor:

“Evet hem de bir Türk firması olan METEKSAN Savunma Sanayi tarafından üretilen en kötü hava koşullarında dahi 27 kilometrelik menzili içerisinde yerdeki 30 santimlik bir bisküvi kutusunu dahi tam bir çözünürlükle tespit eden MİLSAR radarı var. Radar hava koşullarından etkilenmeyen elektromanyetik dalgalar ile çalıştığı için; kötü hava ve dolasıyla düşük görüş koşullarında, düşük hızda hareket eden küçük boyutlu (insan) veya hızlı hareket eden (araç) hedeflerin tespit ile takibi yapıyor. Potansiyel düşman hedeflerin tespit ve takibinde kullanılan Hareketli Yer Hedef Tespiti modu ve her hava durumunda yüksek çözünürlüklü radar görüntüsü, hedef sınıflandırma ve arazi topografyası üretme için Sentetik Açıklıklı Radar modu mevcut olan MİLSAR Radarı var. SAR özellikleri, gece ve gündüz düşük görüş şartlarında bulut-üstü gözetleme operasyonlarında, yüksek çözünürlük ve uzun menzil görüntüleme sağlayan Stripmap ile Spotlight alt modlarını destekliyor. MİLSAR, SAR özelliği ile mesafeden bağımsız yüksek çözünürlüklü görüntü oluşturuyor.”

TSK ENVANTERİNDE VAR

Sizin merak ettiğinizi ben de sordum.  Bu radarlar TSK’da kullanılıyor mu?

Üçok anlatıyor ama aslında her şey açık kaynaklarda da var:

“MİLSAR Radarları yaklaşık iki yıldır, 18 Ağustos 2021 yılından bu yana, Türkiye’de Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlıkları ile MİT tarafından kullanılıyor. Bayraktar TB2, ANKA ve AKSUNGUR İHA’larına takılabiliyor. Şu anda da takılı İHA ve SİHA’larımız görev yapıyor. İlk olarak TUSAŞ tarafından geliştirilen ANKA İHA’ya Meteksan Savunma tarafından geliştirilen MİLDAR SAR/GMTI Radarı, 18 Ağustos 2021 tarihinde entegre edildi. 27 km maksimum menzile sahip olan MİLSAR yerli İHA’larda (ANKA / Bayraktar TB2 vb.) yapısal modifikasyon yapılmasına ihtiyaç duymadan entegre edilebiliyor. Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir tarafından 20 Haziran 2022 tarihinde sosyal medya üzerinden yapılan paylaşıma göre ANKA İHA’sının ardından Aksungur İHA’sına da MİLSAR radar entegrasyonunun tamamlandığını anlıyoruz.”

Yani Bakanlığın daha önce yaptığı resmi açıklamaya göre, TSK envanterinde, iki yıldır, en kötü hava şartlarında 27 km menzilden, 360 derece açı ile 30 cm den çok iyi çözünürlükte görüntü aktarabilen radarlar vardı. Haliyle sordum: “Pençe-Kilit Harekatı sırasında MİLSAR radarlarının takılı olduğu İHA ve SİHA’lar kullanılmadığı için operasyon sahasından görüntü alınamaması sebebiyle, teröristlerin görünmeden 12 askeri şehit ettiklerini mi anlıyoruz?”

BİRİ YALAN SÖYLÜYOR

Üçok, kan donduran o yanıtı verdi:

“Evet tam olarak bunu anlıyoruz. MİLSAR radarı takılı ANKA ve AKSUNGUR İHA ve SİHA’larımızın Pençe Kilit Harekatı’nda niçin kullanılmadığı hiçbir gizleme yapılmadan açıklanmalıdır. Kötü hava şartları nedeniyle İHA ve SİHA’lar görüntü alamadı açıklaması doğru değil. Bakanlığın elinde kötü hava koşullarında radar görüntüsü alabilecek bu görevi yapabilecek İHA ve SİHA’lar var. Resmi açıklamalar bu yönde. Aksi takdirde bu durumda ya Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler yalan söylüyor ya da Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir yalan söylüyor demektir.”

Açık kaynaklarda yer alan resmi bilgiler 12 şehidin ardından oluşan kafa karışıklığını daha da artırıyor. Savunma Bakanlığı’nın açık ve net bir şekilde kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor. Susturmaya çalışmak, orduevi yasağı koymak aksine ihmal şüphelerini daha da artırıyor.

Yasaklar, tehditler, bastırmalar… Belki de her şey göz görmesin diyedir!

                                                  /././

2024’e girerken (VI) Teknoloji (Ergin Yıldızoğlu)

2023’ten 2024’e kalan teknolojik gelişmeler içinde, iki gelişme özellikle dikkat çekiyor. James Webb Teleskopu’nun (JWT) gözlemleri ve yapay zekâ (YZ) alanında büyük dil modelleri, örneğin Chat GPT.

JWT SARSTI...

JWT, Aralık 2021’de uzaya fırlatıldı ve 2022 içinde ilk gözlemlerini göndermeye başladı. JWT, 2023’te, 13.8 milyar yıl önce “Büyük Patlama” ile başladığı varsayılan evrende “Büyük Patlama”dan sadece 500 milyon ila 700 milyon yıl sonraki halleriyle büyük galaksiler gözlemledi. Bu galaksiler, halen geçerli model kapsamında beklenenden çok daha büyük ve daha olgun yapılardı.

Bilim insanları bunların, “Büyük Patlama”dan hemen sonra nasıl bu kadar çabuk/erken oluştuklarını açıklayamıyorlar. Kimi yorumcular bu bulguların “Büyük Patlama” teorisinin üzerine büyük bir soru işareti koyduğunu iddia ettiler. Kimileri de “çok evren” (multiverse) teorisini desteklediğini savundular. İnsanlığın evreni anlama teorisi/modeli 2024 yılında değişmeye başlayacak, en azından zenginleşmek zorunda kalacak gibi görünüyor.

YZ VE CHAT GPT

YZ, bilgisayarların devasa miktarda bilgiyle/veriyi işlemesiyle eğitilir. YZ neredeyse bir insan gibi kendiliğinden öğrenmeyi, sorun çözmeyi sağlayan bir teknolojidir. Chat GPT bir YZ örneği olarak ilk önce 2022 sonunda kullanıma açıldı. Chat GPT beş günde 1 milyon kullanıcıya ulaştı. Bu sayıya Facebook 10 haftada, Twitter 2 yılda, Netflix ancak 3 yılda ulaşabilmişlerdi. Chat GPT’nin aylık ziyaretçi sayısı Kasım 2022’de 152.7 milyon kişiden 2023 sonunda 1.7 milyar kişiye (dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sine), toplam kayıtlı kullanıcı sayısı da 180 milyon kişiye ulaştı.

Birçok teknoloji tarihçisi, Chat GPT’yi “çağ açıcı bir olay” olarak nitelediler; öğrenme hızı, kendiliğinden ve beklenmedik biçimde geliştirdiği başka dilleri konuşma becerisi YZ uzmanlarını adeta şoke etti. Bu becerinin gerçekleşme biçiminin birçok açıdan karanlık kalması ise derin kaygı yaratıyordu. YZ’nin yararları ve getirdiği yaşamsal riskler üzerine tartışmalar 2023 yılında arttı. YZ kurucuları arasında, “riskleri değerlendirmek için gelişmeyi bir süre durdurmak” fikri öne çıktı ama bu alanda bir gelişme kaydedilemedi.

Bu tartışmalar içinde felsefi ve tarihsel olarak en ilginç tespitleri, bence YZ’nin yeni dil, kültür, din ve siyaset biçimleri yaratmanın yanı sıra finansal krizler, biyolojik silahlar ve sahte haberler gibi felaket risklerine neden olma potansiyeli konusunda endişesini dile getiren Yuval Harari yaptı: Karşımızda, önceki icatlardan, atom bombası gibi tehlikeli teknolojilerden farklı olarak, ilk kez insan müdahalesine gerek kalmadan gelişebilen, karar alabilen bir teknoloji var. İkincisi, Harari, ilk kez bir teknolojinin, “insan uygarlığının işletim sistemini” (dili) hacklediğini savunarak, insanın gezegen üzerinde ayrıcalıklı konumunun tehlikede olduğuna işaret etti.

Kimi yorumcular da YZ’nin, sesle kontrol edilen sanal asistanlar veya otonom araçlar gibi görev otomasyonu sayesinde olağanüstü verimlilik artışına yol açacağına, tıbbi teşhis sürecini, bilimsel araştırma geliştirme çabalarını hızlandıracağına inanıyorlar.

Kimi yorumcular, YZ’nin istihdam ve çalışma yaşamını radikal biçimde değiştireceğini savunurken, Goldman Sachs küresel istihdamın dörtte birini, 300 milyon işi tasfiye ederek büyük çaplı toplumsal sorunlara yol açacağını hesaplıyor. YZ’nin egemen kültür içindeki cinsiyetçilik veya ırkçılık gibi önyargıları yeniden üreteceğine, güçlendireceğine, bireyin gizlilik hakkının ortadan kalkacağına, seçim süreçlerinin manipüle edileceğine, otokratik rejimlerin halkları üzerindeki denetimlerini güçlendireceğine ilişkin kaygılar da sık sık vurgulanıyor.

Bu sırada ABD’nin en büyük beş teknoloji şirketi Apple, Microsoft, Alphabet, Amazon ve Meta, 2022’de toplam değerlerinin yüzde 40’ını (3.7 trilyon dolar) kaybettikten sonra 2023 içinde 3.9 trilyon dolar kazanarak kayıplarını YZ’ye artan ilgi üzerinden hızla giderdiler. NASDAQ-100 teknoloji indeksi 2022 boyunca yüzde 30+ değer kaybettikten sonra 2023 boyunca yüzde 49+ değerlendi. YZ alanına 2023 yılı boyunca 27 milyar dolar sermaye girişi gerçekleşti (Financial Times). Kimi analistler de 2024’e girerken yine bir teknoloji hisseleri balonunun şişmekte olduğuna işaret ediyorlar.

                                                   /././

Neoliberal özgürlük! (Mehmet Ali Güller)

Batı Asya ülkeleri yaşayarak öğrendi: Emperyalist sözlükte özgürlük ve demokrasi, darbe demek, işgal demek, bomba demek...

Ancak egemen Atlantik propaganda aygıtları, ABD’nin demokrasinin ve özgürlüğün kalesi olduğu yalanını her gün ya bir filmle ya bir haberle ya da bir “akademik” makaleyle toplumlara şırınga ediyor.

Oysa İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla birlikte ABD üniversitelerinde yaşanan manzara bile tek başına bu propagandaların çürüklüğünü göstermeye yetiyor.

FİNANS KAPİTALİN ÜNİVERSİTELERE BASKISI

ABD’nin ünlü üç üniversitesi, Harvard, MIT ve Pensilvanya üniversiteleri, bir süredir mali sermayenin / finans kapitalin hedefinde. Çünkü bu üç üniversitede Filistin’e destek eylemleri yapıldı. Bu okulların bağışçıları ise rektörleri bu eylemleri durdurmaya çağırdı. Rektörler eylemleri “düşünce özgürlüğü” olarak değerlendirince üniversitelerin bağışları, kaynakları, fonları kesilmekle tehdit edildi.

Ardından finans kapitalin temsilcileri olan ABD Kongre üyeleri, rektörleri sorguladı. “Kampüs Rektörlerini Sorumlu Tutmak ve Antisemitizmle Mücadele” başlıklı oturumda Harvard Rektörü Claudine Gay, Pensilvanya Rektörü Elizabeth Magill ve MIT Rektörü Sally Kornbluth’tan “hesap” soruldu. Filistin’i savunmak, “antisemitizm” olarak damgalanmaya çalışıldı.

Rektörler yine de demokrasi ve düşünce özgürlüğü adına direndi. Ancak neoliberal ekonominin dümenindeki mali sermayenin baskısı, yönetim kurullarını da harekete geçirerek rektörleri istifaya zorladı. Önce Pensilvanya, ardından Harvard rektörü istifa etmek zorunda kaldı.

BİLİMSEL ÖZGÜRLÜĞÜN SINIRI

Üniversiteler kabaca bilimsel bilginin üretildiği yerlerdir; bunu da düşünce özgürlüğü zemininde sağlarlar. Dolayısıyla iki üniversite rektörünün istifa etmek zorunda olması çok önemli bir konudur. Bu nedenle Türkiye’nin önemli bilim yayıncılarına bu istifaları nasıl değerlendirdiklerini sordum.

Cumhuriyet yazarı ve Herkese Bilim Teknoloji Dergisi Yayın Danışmanı Orhan Bursalı, Harvard Rektörü Gay’in “bilimsel ve üniversiter özgürlüğün sınırlarının test edildiği bir siyasi baskı sonucunda istifa ettirildiğini” belirterek şunları söyledi: “İlk siyahi rektör olması da ABD’de beyaz ırkın üstünlüğü ve siyah nefretin sürdüğünün delili sayılabilir. Harvard Üniversitesi mezunlarından ve sermaye çevrelerinden büyük bağışçıların baskısı net görüldü. ABD’de ve üniversite üzerinde Yahudilerin ve Siyonistlerin etkisinin de akademik özgürlüğü ezecek kadar büyük olduğunu görüyoruz. Bilimsel özgürlük, bilim dışındakilerin iki dudağı arasında.”

HAKLAR NASIL KAZANILDI?

Bilim ve Gelecek Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu ise ABD’nin bu olayda ikiyüzlü olmadığını, tersine gerçek yüzünü sergilediğini belirterek şunları söyledi: “Batı demokrasisi denen olgu, burjuvazinin ve onun devletinin topluma bahşettiği kurallar ve yapılar bütünü değildir. Halk kesimlerinin ve emekçi kitlelerin egemenlere, önce aristokrasiye sonra da burjuvaziye karşı verdikleri mücadeleler ile kazanılmış haklardır. Düşünce özgürlüğü de üniversite özerkliği de insan hakları da emek hakları da hatta parlamento, hukukun üstünlüğü, anayasa gibi kavram ve kurumlar da yüzyıllar süren mücadelelerle kazanılmıştır. Burjuvaziye kalsa bunların hiçbiri olmaz; azami kâr hırsından ve dünya hâkimiyetinden başka bir şey kalmaz.”

GazeteBilim Genel Yayın Yönetmeni Emrah Maraşo da “ABD’deki akademik özgürlüğün, ancak sistem içindeki güç aktörlerinin birbirleriyle rekabetinin sınırları oranında olduğunu, bu rekabetin de zaten piyasadaki burjuva rekabetinin fikirsel alandaki yansıması” olduğunu belirtti ve şu sonuca dikkat çekti: “Buradan çıkan ders bilimin ve aklın, hiçbir zorba otorite olmadan ve ancak insanlık cephesinin içinde yer alarak gerçekten özgürleşebileceğidir.”

Özetle, neoliberalizmin özgürlüğü(!) ancak bu kadardır!

(Cumhuriyet)

soL GÜNDEM - 4 OCAK 2024 -

TÜİK'in enflasyon verileri: 'İleride hesabı sorulacak büyük hırsızlık' (BURCU GÜNÜŞEN-SOL/ÖZEL) 

TKP MK üyesi Savaş TÜİK'in maniple edilmiş verileriyle işlenen büyük suça dikkat çekerken, PE Genel Koordinatörü Eroğlu tüm emekçilerin yan yana mücadelesinin elzem hale geldiğini vurguladı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bugün açıkladığı enflasyon verileri kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaşlarının belirlenmesinde etkili olacak. Kuruma göre enflasyon Aralık 2023'te aylık bazda yüzde 2,93, yıllık bazda yüzde 64,77 enflasyon olarak gerçekleşti.

TÜİK’in son altı aylık enflasyon verilerine göre Bağ-Kur emekli aylıklarına yüzde 37,57, kamu emekçileri ve emeklilerinin aylıklarına ise yüzde 49,25 oranında zam yapılacak. İşçi emeklilerinin aylıklarında da yüzde 37,57 oranının esas alınması öngörülüyor.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite Üyesi Alpaslan Savaş TÜİK'in açıkladığı enflasyon verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirterek "Maniple edilmiş rakamlar, her seferinde emekçi halkın cebinden eksiltiyor. İleride elbet hesabı sorulacak olan bir büyük hırsızlık" dedi.

Bugün açıklanan enflasyon rakamlarının ardından memur ve memur emeklisinin ücretlerindeki artışın, asgari ücretteki artış oranına yakın olacağının anlaşıldığını belirten Savaş "SGK ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarındaki artış ise o kadar bile değil. Her zamanki gibi Erdoğan’ın son dakikada çıkıp, 'şu kadar puan da benden' deyip demeyeceğini de önümüzdeki günlerde göreceğiz" dedi.

Erdoğan bunu dese de demese de emekçi halkın ücretleri üzerindeki büyük baskının süreceğinin açık olduğunu dile getiren Savaş şöyle konuştu:

"Bir kere zaten TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Maniple edilmiş rakamlar, her seferinde emekçi halkın cebinden eksiltiyor. İleride elbet hesabı sorulacak olan bir büyük hırsızlık bu. Bu oranlara Erdoğan lütuf diye üç beş puan eklese neye yarar? Bu da başka bir sahtekarlık. Üstelik bu artış henüz kimsenin cebine girmeden iğneden ipliğe gelen yeni yıl zamlarıyla buharlaşıp gitti."

'Bu kadar büyük kazanç varsa ülkede, bu yoksulluk neden?'

Dün Erdoğan'ın Türkiye İhracatçılar Meclisi toplantısında patronlarla birlikte olduğunu hatırlatan Savaş "Türkiye’de halk yoksullukla boğuşup, geçim derdiyle uğraşırken patronların kazandıklarını insanın yüzü kızarmadan 'Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdık' diye anlatmak ibretlik olsa gerek" diye konuştu.

Savaş şunları söyledi:

"Türkiye geçen yıl ihracat rekoru kırmış. 256 milyar dolar mal ve hizmet satmışız yurtdışına. Aynı yıl kar rekorları da kırdı patronlar. Şirketler 2023 yılını görülmedik kazançlarla kapattılar. Aldığı maaşa üç beş bin lira zam gelen milyonlar bununla gurur duyacak öyle mi?

Peki bu kadar büyük kazanç varsa ülkede, bu yoksulluk neden? Neden şirketler ihracat, ciro, kar rekorları kırıyor da milyonlarca emekçi ay sonunu getiremiyor? 

Patronların ağzından düşürmediği 'Biz kazanacağız ki siz de kazanın' masalı çöküyor artık. Çünkü bugün olan, onlar kazandıkça emekçilerin yoksullaşmasıdır. Mesele sadece ücretler değil. Birileri milyonlarca emekçinin yarattığı değere el koyuyor ve onlara kırıntıları bile fazla görüyor. Bunun böyle sürmesi mümkün değil."

Hissedilen reel enflasyon açıklananın çok ötesinde

Patronların Ensesindeyiz Genel Koordinatörü Neslihan Eroğlu açıklanan TÜİK verilerinin hükümet ve sermayenin yola koyduğu “ekonomi reçetesi”ni hayata geçirecek veriler olduğunu belirtti:

Hükümet cephesinden son birkaç aydır bir ekonomi reçetesi dile getiriliyor. Bu dile getirilen reçetede yılsonu enflasyon oranını maksimum yüzde 65 olarak tutmayı hedeflemişlerdi. Nitekim TÜİK verileri de bunu desteklemiş oldu. TÜİK, bununla da sınırlı kalmadı ve Aralık ayı enflasyon oranını yüzde 2,93 olarak açıkladı. Aslında aylardır hükümet ve sermaye ile yola koyulan reçeteyi hayata geçirecek verileri paylaşmış oldular.”

Emekçilerin hissettiği enflasyonun açıklanan verilerin çok üzerinde olduğunu belirten Eroğlu’na göre buna en basit örnek gıda fiyatlarındaki artış. Eroğlu şunları söyledi: 

Yine her zaman yaptıkları gibi reel veriler üzerinden oynuyor ve yapılan zamların kendisini 'büyük zam' manipülasyonları ile servis ediyorlar. Hissedilen reel enflasyon verileri açıklanan rakamların çok üstündedir. Bunun için basit bir örnek gıda fiyatlarındaki artışlardır. Gıda enflasyonu yüzde 113 düzeyinde artmış olmasına rağmen hükümet cephesinde 72 olarak gösterilmiştir. Bir vatandaş kıyafetinden kısabilir ancak gıda gibi en temel ihtiyacından kısamaz, buna rağmen bugün pek çok yurttaşın evine et ürünü girmiyor.”

'Mücadele çok daha elzem hale geldi'

Açıklanan verilerle yapılacak ücret artışlarının milyonlarca emekçiyi daha da yoksullaştıracağını vurgulayan Eroğlu buna karşı tüm emekçilerin omuz omuza mücadelesinin artık "çok daha elzem" hale geldiğine işaret etti:

Bir de bu tabloya emeklilere ve memurlara yapılan zam oranları eklendi. Son altı aylık enflasyon verilerinin baz alındığı SSK ve Bağ-Kur emekli aylıklarına yüzde 37,57, memur maaşlarına ve emekli memur aylıklarına ise yüzde 49,25 oranında zam yapılması öngörülüyor. Bu oranlar gerçek enflasyon verilerinin yanından bile geçmiyor. Yapılan zamlar, enflasyon karşısında hızla erimekle kalmayacak memur ve emeklileri daha da yoksullaştıkları bir hayata da mecbur bırakacaklar. 

Böylesi bir dönemde, tüm emekçilerin yan yana, omuz omuza mücadele etmesi ve hakkı olanı istemesi çok daha elzem hale gelmiştir.”

                                                                    /././

Coğrafi mirasa Koç görgüsüzlüğü (ARZU KAYHAN-SOL/ÖZEL)

10 Kasım ve 29 Ekim reklamlarıyla PR peşinde koşan Koç Holding, doğal güzellikleri de reklam nesneleriyle tahrip ederek sermayenin kültür üzerindeki tahakkümünü görgüsüzlük seviyesinde sürdürüyor.

Anadolu’nun en kuzey noktasında bulunan ve coğrafi bir miras olan İnceburun Feneri'nde markalarıyla reklam yapan Koç Holding, Sinopluların protestosuna maruz kaldı.

Doğanın ticari amaçlarla tahribine karşı çıkan Sinoplular bank ve salıncak şeklinde doğaya kondurulmuş reklam araçlarının kaldırılmasını istiyor. 1863 yılında Sinop’ta, Anadolu'nun en kuzeyindeki kayalıklarda kagirden inşa edilen İnceburun deniz feneri her yıl sayısız turistin ilgisini çeken coğrafi bir miras niteliği taşıyor. Aktif faaliyette bulunan İnceburun fenerinin civarında, yıllar içinde tadilat geçiren hizmet binası dışında başka bir yapılaşma mevcut değil.

Anadolu'nun en kuzeyinde görgüsüzlük

Bir süredir sırtı Beko markasının harfleriyle imal edilmiş bir bankla Arçelik logosu şeklinde tasarlanmış ve sosyal medya için çekilen fotoğraflara fon olması amaçlanmış metal bir salıncak, fenerin önündeki boşlukta yer alıyor. Markaların reklamını yapmak dışında alana uygun hiçbir işlev taşımayan ve gerek fenerin gerek etrafındaki kayalık bölgenin doğal görünümü de bozan nesneler kuzeyin sert rüzgârına açık halde kısa sürede deforme olup paslanmış, salıncak da devrilmiş metal yığını olarak duruyor.

Sinoplular hemen kaldırılmasını istiyor

Koç Holding’in İnceburun Feneri’ndeki reklam görgüsüzlüğünü sosyal medya paylaşımlarıyla protesto eden Sinoplular, üzerinde fenerle ilgili bilgilerin yer aldığı ve Koç grubuna ait markaların logosunu barındıran bu nesnelerin bir an önce kaldırılmasını talep ediyor. İnceburun Fenerinin ve çevresindeki doğal alanın değerini başka hiçbir nesneye ya da özellikle sermayenin desteğine borçlu olmadığını vurgulayan Sinoplular, Koç Holding’in anlamsız buldukları bu girişiminin derhal durdurulmasını istiyor.

Koç Holding’e seslenen Sinoplular, daha önce de başka bir kurumun üzerinde reklamlarının olduğu bir tabelayı aynı yere yerleştirdiğini, ancak yine Sinopluların buna izin vermeyerek tabelayı yerinden söktüğünü hatırlattı. Protestolar sosyal medyada Koç Holding ve markalarının da etiketlenmesiyle yayılmaya başladı.

                                                              /././

Gülenciler hâlâ temizlenemedi, peki Yerlikaya'nınkileri kim temizleyecek? (soL-Özel)

MİT 6 yıl sonra hard diski kırdı, yüzlerce Gülenci yakalandı. Diğer tarikat ve cemaatler tüm kurumlarda cirit atıyor. Aynı döngü baştan... Hepsi temizlenmeden bitmeyecek.

Son zamanlarda devlet makamları, kamuoyuyla kurdukları ilişkiyi Twitter'a, basınla kurdukları ilişkiyi WhatsApp'a taşımış durumda.

Bu işten en keyif alanlardan biri, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya. Mümkün mertebe her sabah, basın mensuplarına "günün operasyonu" mesajı iletiyor. Mesajlar giderek WhatsApp'ın ruhuna da uygun hale geliyor, Bakanlık mesajlarında çiçekli emojiler bile kullanılıyor.

Yerlikaya'nın kurumundan 28 Ocak günü basına gönderilen mesajda, emojilere yer yoktu. Konu netameliydi. 445 aktif emniyet mensubu, Gülenci oldukları iddiasıyla açığa alınmıştı.

Yani 15 Temmuz’un üzerinden 7,5 yıl geçmişken Emniyet’in içinde 445 cemaat üyesi olduğu ortaya çıktı.

Uzun süredir Gülen Cemaati’nin yerine başka tarikat-cemaatlerin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde (EGM) yapılandığı konuşuluyor. Daha önce Sağlık Bakanlığı’nı da kontrol altına aldığı konuşulan Menzil tarikatının emniyette de güçlendiğine ilişkin iddialar gazeteciler tarafından defalarca gündeme getirildi.

Geçmiş dönemde İçişleri Bakanlığı yapan Süleyman Soylu, bakanlıkta Menzilcilerin kadrolaştığı, atama ve tayin yaptırdığı yönündeki iddialara karşı “Bir Menzilci gösterin bakanlığı bırakırım” ifadelerini kullanmıştı.

'Acaba Menzil'e kadro mu açılıyor?'

445 Gülencinin ihracına geri dönersek, T24 yazarı Tolga Şardan, Büyüteç adlı köşesinde yılın ilk yazısını bu konuya ayırdı. Yazıda ilk dikkat çeken yer açığa alınanların başkomiser rütbesine kadar olan polisleri kapsaması yani amirlere sıra gelmemesiydi.

Aslında 3 binden fazla personelle ilgili verinin ifşa olduğunu söyleyen Şardan, sadece 445 kişiyle sınırlı kalınma sebebini ‘yerel seçimler’ olarak özetliyor. Yeni Şafak yazarı Bülent Orakoğlu, “MİT’in 6 yıl sonra kırmayı başardığı şifreli dokümanlardan 4 bin 121 mahrem sorumlu daha ortaya çıktı. Bunlardan 3 bin 400’ünün örgütün emniyetteki kadın emniyet müdürleri, amirleri ve polis memurlarından sorumlu mahrem abla oldukları tespit edildi” diyerek veriyor bilgiyi.

MİT’in 2017’de Garson isimli gizli tanık sayesinde ele geçirdiği ve 6 yıl sonra kırabildiği hard diskle birlikte ortaya çıkan bu hikayeyi anlatırken Şardan şu soruyu soruyor: “Acaba Menzil'e kadro mu açılıyor?”

Şardan yazısında şu sözleri dile getiriyor konuya ilişkin:

“Bakmayın siz, Emniyet'in 400 bin kişilik teşkilat olduğuna. Herkes, herkesin seceresini bilir!

Açığa alma, renklendirilen personelin tespiti ve branş dışına çıkarma gibi tasfiye işlemleri, teşkilatın FETÖ bağlılarından temizlendiği görüşü kadar, deyim yerindeyse "şeytanın gör dediği" meselesini de gündeme getirmiyor değil.

Son zamanlarda tıpkı TSK'da güçlendiği gibi Emniyet içinde de kendisini hissettiren Menzil başta olmak üzere diğer cemaat ve tarikatlara yer açılmadığını düşünmek isterim doğrusu!

Ancak; gerçekleşen bazı kritik atamalar ve görevden almalar, bu iyimserliği ortadan kaldırıyor maalesef.

Umalım ki, karar vericiler bir an önce süreci yeniden değerlendirsinler. Tarikat ve cemaatlerden uzak duran kadrolarla görev yapsınlar.”

'Orta ve uzun vadede sıkıntılara yol açacağı değerlendirilmektedir'

Fethullahçıların yerine Menzilcilerin geçmesine ilişkin yüzlerce haber yapıldı. Benzerlikler ve ortaya çıkanlar şaşırtıcı. Örneğin sermayeyi elde tutmak için Gülenciler Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nu (TUSKON) kurmuştu, Menzilciler de Türkiye Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’ni (TÜMSİAD). Beşir Derneği, Semarkand TV’si derken Menzil adım adım vakıf, dernek, medya alanında ağlarını büyüttü. Gazeteci Saygı Öztürk, “Menzil köyünde çalışan emniyet müdürleri var” iddiasını dile getirdi. 2019 yılında ortaya çıkan, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu iddia edilen, resmi görevlilerin bugüne kadar yalanlamadığı Dini-Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dini-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dini Yönelişler adlı gizli raporda, bu oluşuma da yer veriliyor. Raporda oluşumdan, "Geleneksel Dini Kültürel Oluşumlar (Tarikatlar)’" başlığı altında bahsediliyor ve grup için "Menzil/Semerkand Cemaati" tanımı kullanılıyor.

Oluşum hakkında, “Menzil grubu ülkemizdeki benzer yapılar içerisinde en çok taraftara sahip olanlardan biri olarak görülmektedir” değerlendirmesi yapılıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu öne sürülen raporun son bölümünde Menzil grubuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:

“Son zamanlarda Menzil grubunun bürokraside teşkilatlandığı ve kamuda etkinliğini artırdığı yönünde kamuoyunda bir kanaat dillendirilmeye başlanmıştır. Doğru olması halinde bu tezahürün ülkemizde orta ve uzun vadede sıkıntılara yol açacağı değerlendirilmektedir.”

Gazeteci Saygı Öztürk’ün kitap çalışması sırasında bu tür iddiaları sorduğu "Menzilciler" ise bu iddiaların doğru olmadığını söylüyor.

Şardan 2019 yılında yazdığı bir başka yazıda, "Emniyette her üç atamanın biri Menzil cemaati referansıyla yapıldı" iddiasını dile getirip şunları kaleme almış:

"Şöyle ki, 17-25 Aralık’tan sonra Fethullahçılar’a yönelik tüm bürokraside başlayan ve 15 Temmuz süreci sonrasında FETÖ’ye dönüştürülen “temizlik” çalışmaları sonucunda yeni bazı farklı yapılanmalar devlet kadrolarında hayat bulmaya başlamıştı.

Okuyucular, Yazıcılar’la birlikte son dönemde Menzilciler de diğer kurumlarda olduğu gibi emniyet teşkilatı içinde örgütlenmeye başladı. FETÖ’den doğan boşluğun doldurulması çerçevesinde bir süredir emniyette yapılan tayinlerde Menzilcilerin etkisi “güçlü” biçimde hissediliyor.

Bu etki, son emniyet müdürleri kararnamesinin yanı sıra birinci sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ve polis okullarına yapılan müdür atamalarında da kendisini gösterdi. Her üç atama ve terfi sırasında Menzil cemaatinden doğrudan veya dolaylı gelen referanslar kabul gördü.”

Gülenci temizliği hâlâ bitmedi, bugün örgütlenenler nasıl temizlenecek?

15 Temmuz'un üzerinden yıllar geçmesine rağmen Gülenciler hâlâ devletten temizlenebilmiş değil. Aksine, son operasyonla ortaya çıktı ki, binlercesi aktif görevlerini sürdürüyor.

Gülen Cemaati, geçmişi de olmakla birlikte, AKP döneminde çok hızlı bir şekilde devlet içinde örgütlenmişti. Şimdi Ali Yerlikaya Gülencileri temizlemekle övünürken, sayısız başka cemaat ve tarikat aynı pozisyonları hızla dolduruyor. 

Bu arada kabinenin bir diğer bakanı, eğitim alanında cemaatlerle işbirliğini göğsünü gere gere savunuyor.

Bir kısırdöngü baştan yaşanıyor. İleride, bugünlerde devlete çöreklenen tarikat ve cemaatlerin tasfiyesiyle uğraşılacak.

                                                                 /././

Hizb-ut Tahrir yazarı: 'Şeriat zorunluluktur, Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir' (ASLI İNANMIŞIK-sol)

Hizb-ut Tahrir yazarı hilafet çağrısı yaptı, "siyasi ve şer’i olarak zorunlu" dedi. Şeriatçı örgütün terör örgütü, kendisinin de sorumlu olmadığını savundu ama "Türkiye Vilayeti Sözcüsü" çıktı.

İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları sürerken, gerici örgütlenmeler de bu saldırıları şeriat ve hilafet çağrısı yapmak için bahane olarak kullanıyor.

Yeni yılın ilk günü "Şehitlerimize Rahmet, Filistin'e Destek, İsrail'e Lanet" başlığıyla İstanbul'da Galata Köprüsü'nde düzenlenen yürüyüşle birlikte "hilafet" tartışması yeniden gündeme geldi.

Yürüyüşün ardından Hizb-ut Tahrir'in yayın organı olan Köklü Değişim sosyal medya üzerinden paylaştığı videoyla "hilafet" çağrısında bulundu. Grubun önde gelen isimlerinden Yılmaz Çelik de söz konusu videoyu "Geliyor gelmekte olan! Hiç bir güç hiç bir kuvvet bu gelişi durduramayacaktır! Hilafet" notuyla paylaştı.

Çelik, “Hilafet iktisadi, siyasi ve şer’i olarak zorunludur. Bu hayal değil bir hakikattir. Biz bunun olacağına da inanıyoruz. Çünkü bu Allah’ın vaadidir” dedi.

'Hilafet iktisadi, siyasi ve şer’i olarak zorunlu'

Çelik bugün de KRT’ye konuşarak, "hilafetin geri geleceğine inandıklarını" söyledi. Hizb-ut Tahrir üyeliğinden hapis yatan gerici isim, söz konusu yapının "terör örgütü olmadığını" da savundu.

Ancak Çelik'in konuşmaları "anayasal düzeni bozma, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, suçu ve suçluyu övme, terör propagandası" gibi birden fazla başlıkta suç içeriyor. 

Hilafet isteyen Çelik, İslami bir düzenin kurulmasını talep ettiklerini anlatıyor. "Türkiye başta olmak üzere tüm İslam ülkelerinin hilafet çatısı altında toplanmasını talep ediyoruz" diyen Çelik, hilafetin iktisadi, siyasi ve şer’i olarak da zorunlu olduğunu şu sözlerle öne sürüyor: "Bu hayal değil bir hakikattir. Biz bunun olacağına da inanıyoruz. Çünkü bu Allah’ın vaadidir."

Hizb-ut Tahrir terör örgütü değilmiş!

Hilafeti savunmanın Anayasa’ya aykırı olmadığını da iddia eden Çelik, "Eğer hilafeti savunmak suçsa, o zaman ülkemizde sosyalizmi savunan oluşumlar da suç işliyorlar demektir" diyerek sosyalizmle hilafeti eşitleme aymazlığından da geri durmuyor.

Hizb-ut Tahrir örgütü ile ilişkisi sorulan gerici isim, örgütün üyeliğinden uzun süre cezaevinde tutuklu kaldığını saklamasa da "En son Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir" diyerek şeriatçı örgütü de sonuna kadar savunuyor.

Galata mitingdeki yumruklu saldırıyla ilgili de konuşan Çelik, saldırıyı kabul edilemez olarak nitelendirip şöyle konuşuyor:

"Saldırıya uğrayan vatandaş da, saldıran da Müslüman olduğu beyan ediyor. Kelime-i Tevhid bayrağı her ikisinin bayrağıdır. Ortak değerleridir. Bir ülkenin veya ırkın bayrağı değildir. Bütün dünya Müslümanlarındır. Bunun üzerinden toplumu kutuplaştırmak ve bizleri de hedef göstermek kesinlikle doğru değildir."

AKP döneminde valileri belediye başkanlarını arkalarına aldılar

Galata'daki eylem katıldıkları ilk eylem de değil. Özellikle İstanbul'da defalarca hilafet çağrısıyla eylem yapan güruh 2015'te Türkiye’nin 15 kentinde toplantılar düzenlemişti. AKP döneminde eylem ve toplantılarının sıklığını artıran Hizb-ut Tahrirciler, Ankara’da 6 Mart 2016'da Atatürk Spor Salonu’nda valiliğin izin verdiği ve dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in de yer tahsis ettiği "Uluslararası Hilafet Konferansı" adıyla bir eylem gerçekleştirmişti. Hizb-ut Tahrir eylemine ilişkin suç duyurusunda bulunulmuştu.

Yöneticisi değilim dedi, "Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü" çıktı

KRT'ye "Köklü Değişim Yayınları yazar" olarak konuşan Yılmaz Çelik, söyleşisinde önce "ben Hizb-ut Tahrir’in ne lideriyim ne de yöneticisiyim", sonra da "En son Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir terör örgütü değildir" dedi.

Peki, Çelik'in söyledikleri doğru mu?

Bunun yanıtını, bizzat Çelik'in atıfta bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararında bulabiliyoruz. Karar, 2018 tarihli. Başvurucu, bizzat Yılmaz Çelik. Kararda, 2008 yılında dağıtılan bildirilerde "yönetici olmayan" Yılmaz Çelik'in örgütteki sıfatının ne olduğunu görüyoruz: "Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü".

Çelik'in ikinci, yani "Anayasa Mahkemesi'ne göre Hizb-ut Tahrir terör örgütü değil" iddiası da doğru değil. Anayasa Mahkemesi kararı, esasında, "Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü olup olmadığı gereğince ortaya konulmamış" diyor. Önce ilgili derece mahkemesi, sonra da Yargıtay, 1967 yılından beri Türkiye'de terör örgütü olarak operasyon konusu olan Hizb-ut Tahrir'i yine terör örgütü olarak ele almış. AYM, "bunun gerekçelerinin tam olarak ortaya konulmadığı"na işaret ediyor.

AYM kararına katılmayan üç üyeden Osman Alifeyyaz Paksüt, itirazını şöyle dile getiriyor: "Başvuru konusu dosyada, derece mahkemeleri tarafından, başvurucunun üyesi ve sözcüsü olduğu örgütün 'dar-ül küfür' olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyetini yıkarak hilafet devleti kurma amacını güttüğü, bu amacın cebir ve şiddet kullanmaksızın gerçekleşmesi mümkün olmadığından örgüt faaliyetlerinin terör mevzuatı kapsamında değerlendirildiği, eldeki delillerin bu tespiti çürütmeye yeterli olmadığı; başvurucunun şiddete karşı oldukları yönündeki beyanlarının ise inandırıcı bulunmadığı anlaşılmakta; sonuç itibariyle bu kanaatin gerekçeli kararlara yansıtıldığı görülmektedir."

                                                              /././

Ücretler için “vergi dilimi” mi değişmeli, yoksa “hesaplama yöntemi” mi? - Murat Batı / T24

Her yılın sonuna doğru birçok vergi, ceza ve tarife o yıl açıklanan yeniden değerleme oranının kendi kanunlarında belirtilen oranı kadar artırılır; bazıları YDO kadar, bazıları yarı oranda, bazıları ise farklı oranlarda.

Biz de Cumhurbaşkanından kendisine verilen yetkiyi kullanıp daha az artırması yönünde her yıl bir beklentiye girmekteyiz. Ancak bu yıl Cumhurbaşkanı bu yetkisini hiç kullanmadı ve kendi kanunlarında yazdığı oranda vergi, ceza ve tarifeler arttı.

Bunlardan bir tanesi de ücretlileri yakinen ilgilendiren vergi dilimi/tarifesi  mevzuudur.

30 Aralık akşam saatlerinde yayımlanan 2. Mükerrer Resmi Gazete’de yer alan 324 Seri Nolu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile GVK m.103'teki vergi dilimleri yeniden değerleme oranında (%58,46) artırılarak 2024 yılında uygulanmak üzere aşağıdaki hale getirildi.


Ücretliler bugünkü tarifeyle ne kadar vergi ödeyecek?

2024 yılı için uygulanacak vergi tarifesi yayımlandıktan sonra birçok kişi maaşlarından ne kadar vergi kesileceğini, ellerine geçecek net tutarı merak etmeye başladı. Bu konuda onlarca elektronik posta aldım.

Buna göre çalışanların aylık ücretlerinden yüzde 14 SGK ve yüzde 1 işçi işsizlik fonu kesintisi yapıldıktan sonra kalan tutar yukarıdaki tarifeye tabi tutulur ve gelir vergisi hesaplanır. Bir de asgari ücrete kadar gelir ve damga vergisi istisnası var elbette. Bu da hesaplanan gelir vergisinden düşülür. Yani hesaplanan gelir vergisinden asgari ücret istisnasına denk gelen tutar düşülür.

Hatırlanacağı üzere 1 Ocak 2022’den itibaren net asgari ücrete kadar olan ücretler gelir vergisindenbrüt asgari ücret tutarı olanlar ise damga vergisinden istisna edilmişti. Yani asgari ücretten ne gelir ne de damga vergisi alınmaktadır.

Asgari ücretten fazla ücret alanlar ise asgari ücrete kadar olan ücretleri için ne gelir ne de damga vergisi öderler, asgari ücreti aşan kısmı için ise hem gelir hem de damga vergisi ödemektedirler.

Aşağıdaki tabloda farklı brüt maaş alanların -yeni vergi dilimi oranlarıyla- ellerine geçecek tutarlar görülmektedir. Tüm hesaplamalarda rakam kargaşası olmasın diye küsuratları geri ya da ileri doğru yuvarladım.

Görüldüğü üzere aylık 40 bin TL brüt maaş alan birinin eline damga vergisi dahil (yıl içinde asgari ücretin değişmeyeceği varsayımıyla) yıllık 353 bin TL geçecek yani ortalama net aylığı yaklaşık 29 bin TL olacaktır.

Vergi dilimi değişseydi ne olacaktı?

Her yerde vergi dilimi 2000 yılından bu yana yeniden değerleme oranı kadar artırılsaydı dilimler şu kadar olacaktı diye ifadeler kullanılıyor. Çok da haksız sayılmazlar, çok önemli bir konu çünkü.

Vergi dilimi 2000 yılından bu yana yeniden değerleme oranı kadar artırılsaydı bugün ilk dilim 110 bin lira değil 288 bin lira, ikinci dilim 230 bin lira değil 721 bin lira olacaktı. Üçüncü dilim ise 3 milyon liradan fazla bir tutar olacaktı. Bunların küsuratları ve devamı da var ama sayılara boğmamak adına yazmadım.

Zaten asgari ücretin ortalama ücret olduğu şu günlerde sanıyorum çok az bir kesim yıllık milyon liralık ücret geliri elde ediyordur. 

Buna göre olur da 2000 yılından bugüne kadar vergi dilimleri/basamakları yeniden değerleme oranı kadar kümülatif şekilde hesaplanıp 2024 yılında uygulanmaya başlansaydı çalışanların alternatif ücretlerde damga vergisi dahil ellerine geçecek tutar aşağıda bulunan tablodaki gibi olacaktı. 


Peki önce asgari ücret istisnası uygulansaydı ne olacaktı?

Asgari ücrete kadar olan ücretler 1 Ocak 2022’den itibaren gelir ve damga vergisinden istisna edildi.  

GVK m.23/18’de yer alan Şu kadar ki, istisnayı aşan ücret gelirinin vergilendirilmesinde verginin hesaplanacağı gelir dilim tutarları ve oranları, istisna kapsamındaki tutarlar da dikkate alınarak belirlenir.” şeklindeki fıkra uyarınca asgari ücrete kadar olan kısım için istisna uygulanmaktadır.

Şöyle ki asgari ücretten fazla olan ücretler önce vergi dilimine tabi tutulup sonra asgari ücret istisnası uygulanmaktadır. Yani ücretler asgari ücret istisnası yokmuş gibi vergi dilimine tabi tutulmakta ve dolayısıyla da daha erken yüksek vergi dilimine girmekte.

Aşağıdaki tabloda brüt ücretten yüzde 14 SGK ve yüzde 1 işçi işsizlik fonu kesintisini düştükten sonra kalan tutarı vergi dilimine sokmadan önce net asgari ücret tutarını indirip kalan tutarı vergi dilimine tabi tuttuğumuzda damga vergisi dahil ele geçen yıllık tutar görülmektedir.


Şayet ücretler vergi dilimine sokulmadan önce asgari ücret istisnası uygulanmış olsaydı aşağıdaki tablonun son sütununda görüldüğü üzere çalışanın eline yıllık daha fazla geçecekti.

Vergi dilim değişikli ile yöntem değişikliğini karşılaştıralım

Kafaları fazlaca karıştırmadan şu ana kadar yaptığım hesapları görebileceğiniz toplu bir tablo hazırladım.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere ister vergi dilimi değişsin isterse de ücretten önce asgari ücret tutarı düşülüp vergi dilimine öyle tabi tutulsun, iki durum da şu an uygulanan yöntem ve dilime göre daha avantajlı konumdadır. Hatta her seviyede ücret için daha avantajlıdır.

Ancak (e) sütunundaki gibi vergi dilimi şu anki gibi olmasına rağmen ücretten SGK ve işsizlik fonu kesildikten sonra net asgari ücreti de düşüp kalan tutarı vergi dilimine tabi tutsaydık ortalama brüt aylığı 40-45 bin TL’ye kadar olanlar için vergi dilimi değişikliğine nazaran daha avantajlı bir uygulama olacaktı.

Ortalama brüt aylığı 45-50 bin TL ve üstünde olanlar için ise vergi dilimlerinin yukarıda söylediğim şeklinde değişmesi daha avantajlı sonuç doğuracaktır.  

Sonuç itibariyle

Mevcut iktidar partisinin bugün tutup da 2000 yılından bu yana vergi dilimlerini kümülatif olarak yeniden değerleme oranı kadar artıracağına pek ihtimal vermiyorum. Zaten bu denli değiştirme Cumhurbaşkanının yetkisinde de değildir.

Henüz iki yıllık geçmişe sahip olan GVK m.23/18’in yani asgari ücrete kadar olan ücretlere uygulanan gelir vergisi istisnasını değiştirmek çok daha kolay ve rasyonel olacaktır.

Yani değişmesi gereken GVK m.23/18’deki istisnayı aşan ücret gelirinin vergilendirilmesinde verginin hesaplanacağı gelir dilim tutarları ve oranları, istisna kapsamındaki tutarlar da dikkate alınarak belirlenir.” fıkradır.

Çünkü bu yöntemin değişmesinin altında yatan temel gerçeklik ülkemiz ortalama ücretinin asgari ücret ve asgari ücrete yakın ücretlerden (civar ücretlerden) ibaret olduğu gerçeğidir. Kaç kişi var bu aralıkta bilemiyorum ama çok fazla kişi olduğunu söylesem yanlış olmamış olur.

Murat Batı / T24