19 Mart 2024 Salı

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 20 MART 2024 -

 

Saray 1 ayda 145 bin 480 emeklinin maaşını yedi!(Başak Kaya-Sözcü)
Yılın en kısa ayının harcama rakamları belli oldu. Beştepe’nin geçen şubatta 471 milyon olan masrafı, bu yıl 3’e katlanıp 1 milyar 454 milyon liraya fırladı.  İktidar kanadından her fırsatta vatandaşa, “İsraf etmeyin, tasarruf zamanı, biraz daha sabır” gibi söylemler geliyor. Ekonomik krizden bunalan büyük bir kesim ise zaten geçinemiyor. Özellikle asgari ücretle çalışan işçiler ve asgari ücretin altında aylık alan emekliler kara kara düşünüyor. Geçim derdi sürerken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yaptığı harcamalar ortaya çıktı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut, sarayın sadece şubat ayı harcamasının geçen yıla göre 3’e katlandığını açıkladı. Bulut şu çarpıcı bilgiyi paylaştı:(DAKİKADA 34 BİN 837 LİRA)   “Sarayın harcaması geçen yıl şubat ayında 470 milyon 729 bin liraydı. Bu yılın şubat ayında ise 1 milyar 454 milyon 809 bin lira oldu. Artış oranı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 209 oldu. 10 bin lira sefalet ücretine mahkum edilen emekliye, “Kaynak yok” diyen Erdoğan’ın Sarayı, dakikada 34 bin 837 lira yani 3,5 emeklinin maaşını yutuyor. Saray bir ayda 145 bin 480 emeklinin maaşını yedi.” AKP iktidara geldiğinde 1,5 asgari ücret olan en düşük emekli maaşıyla 6 çeyrek altın alınabildiğini belirten Bulut, “Bugün 2,5 çeyrek altına düştü. Erdoğan’ın 5,5 çeyrek altını emeklinin cüzdanından aldı. Saray milletin vergileriyle sefa sürerken yoksulluk arttı. Sosyal yardım alan vatandaş sayısı 20 milyona dayandı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir avuç zenginin yanı sıra devasa bir yoksul kitlesi de yarattı” dedi.

TOKİ Başkanı Bulut, kendisine tepki gösteren hak sahibine yumruk attı: AK Parti hükümetinin vatandaşa bakış açısının net bir özeti (T24)

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’nin katılımıyla İzmit Sekbanlı-Sepetçi'de inşa edilen TOKİ konutlarının anahtar teslim programında TOKİ Başkanı Ömer Bulut, kendisine tepki gösteren hak sahibi İshak Arslan'a yumruk attı. Konuya dair eleştirilerde bulunan CHP Kocaeli Milletvekili Mühip Kanko"AK Parti hükümeti, TOKİ üzerinden vaat ettiği konutları teslim ederken bile vatandaşın gerçek sesine kulak tıkıyor. İnsanlarımız soğukta 'gerçek hak sahibiyiz' diye bağırırken, yöneticilerin şiddetle cevap vermesi, yaşanan adaletsizliğin tuz biberi oldu. TOKİ'nin anahtar teslim töreni, gerçek hak sahiplerinin seslerinin bastırıldığı bir şova dönüştü. AK Parti hükümetinin vatandaşa bakış açısının net bir özeti" dedi.(https://t24.com.tr/haber/toki-baskani-bulut-kendisine-tepki-gosteren-hak-sahibine-yumruk-atti-ak-parti-hukumetinin-vatandasa-bakis-acisinin-net-bir-ozeti,1156561)

Murat Kurum: Benden önce çıktı, o da imar affı değil imar barışı (T24)

Özdemir ve Kurum’un arasında geçen diyalog:

- Özdemir: İstanbul depreme hazır değil mi?

- Kurum: Değil. Çok net bir şekilde hiç hazır değil?

- Özdemir: Siz 21 yıldır Türkiye’yi yöneten AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayısınız. 2005 yılında TOKİ’de uzman olarak çalışmaya başlıyorsunuz. 2006-2008 yıllarından TOK İstanbul Uygulama Daire Başkanlığı Avrupa Yakası Uygulama Şube müdürü olmuşsunuz. İşin içindesiniz, İstanbul’dasınız. 2008-2018 yıllardı arasında TOKİ’nin iştiraki Emlak Konut’un Genel Müdürlüğü’nü yaptınız. Zaten 2018’den sonra 5 yıl bakanlık sürdü. Neden hazırlamadınız İstanbul’u depreme?

- Kurum: Şöyle. Biz. 2013 yılında Cumhurbaşkanımız, 6306 sayılı yasayı Gazi Meclisimiz’de kabul edildi, yürürlüğe girdi. O günden bugüne de 81 ilde kentsel dönüşümle ilgili mücadele ettik.

- Murat Kurum, Cüneyt Özdemir’in imar affıyla ilgili sorusuna ise ‘imar barışı’ yanıtını verdi. İmar affı diyalogu ise şöyle gelişti:

- Özdemir: İmar affı zamanında yaptıklarınızdan pişman mısınız?

- Kurum: Biz imar affıyla ilgili bir işlem yapmadık.

- Özdemir: Sizin bakanlığınız zamanında çıkmadı mı?

-Kurum: Yani benden önce çıktı, o da imar affı değil imar barışı.

https://t24.com.tr/haber/murat-kurum-benden-once-cikti-o-da-imar-affi-degil-imar-barisi,1156569

Arda Turan'a İspanya'da vergi kaçırmaktan 1 yıl hapis: Suçunu kabul etti (duvaR)

Bankacı Seçil Erzan'ın yüzlerce kişiyi dolandırıldığı Fatih Terim Fonu davası nedeniyle adı gündemden düşmeyen Eyüpspor Teknik Direktörü Arda Turan, İspanyada futbol oynadığı dönemde vergi kaçırdığı gerekçesiyle mahkum oldu. Turan "efsanesiyim" dediği Atletico Madrid ile Barcelona'da oynadığı 2015 ve 2016 yıllarında İspanya Maliyesinden vergi kaçırmakla suçlanan Arda Turan, her bir suç için 6'şar aydan toplam 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı.(SUÇUNU KABUL ETTİ) AA'nın aktardığına göre Barselona 13. Nolu Ceza Mahkemesi'nde görülen davada suçunu kabul eden Arda Turan'ın cezası, savcılığın talebi ve gerek Devlet Avukatlığı kurumu gerekse savunma avukatlarının kabul etmesiyle iki yıl boyunca herhangi bir suç işlememesi şartıyla ertelendi. Turan bu nedenle cezaevine girmeyecek. Dava sürecinde Maliye'ye olan 2015'ten 303 bin 162 avro ve 2016'dan 330 bin avro olan ceza tutarlarını ödediğini belirten Turan'ın, kalan 617 bin 773 avroluk borcunu ise 6 taksitle ödemesine karar verildi. Ayrıca Başsavcılığın, bu süre içinde herhangi bir suç işlememesi şartıyla cezanın iki yıl süreyle ertelenmesi yönündeki teklifin de Başsavcılık ve Turan'ın avukatlarının desteklediği belirtildi.  Savcılığın hazırladığı belgede Arda Turan'ın, "İspanya'da kişisel gelir vergisi mükellefi statüsüne sahip olmasına ve 2015 yılında önemli gelir elde etmesine rağmen kişisel gelirini göstermediği ve İspanya'da vergi ödeme yükümlülüğünden kaçtığı" açıklandı.

Vatandaşın cebinden 500 milyar çıkabilir (Erdoğan Süzer-Sözcü)

Ekonomi yönetiminin, almaktan vazgeçtiği 947 milyarlık vergi istisna ve muafiyetin bir kısmını iptal edeceği, KDV ile ÖTV’lerde artışa gidileceği belirtildi. Vatandaşa 500 milyarlık ek yük gelebilir.(https://www.sozcu.com.tr/vatandasin-cebinden-500-milyar-cikabilir-p30436)

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 19 MART 2024 -

 

İyi insan (Ali Sirmen)

Yahudi kasabı” namıyla maruf Adolf Eichmann 1962 yılında İsrail’in gizli servisi Mossad tarafından kaçırılıp yargılanmaya başlandığı zaman Nazilerin zulmüne uğramış bir Alman kadın yazar, Hitler’in “nihai çözüm” planını yaşama geçiren bu soykırım makinesinin ardındaki kötülüğü, altından ne çıkacağını çok merak ederek kazımaya başlamıştı.

Sonuç hayret vericiydi. Milyonlarca Yahudinin ölümüne karar veren korkunç soykırım makinesinin ardındaki iblis değişik bir canavar değil, alelade biriydi.

Uğur Mumcu öleli 31 sene olmuş. Bu 31 yıl zarfında belki de 100 tane Uğur Mumcu yazısı yazmışımdır. Uğur’la 10 yılı aşkın süre çok yakın bir dostluğumuz olduğu için bu yazılarda hep okurun tanıdığı “Uğur Mumcu” kalıbının arkasında nasıl bir insan olduğunu anlatmayı düşündüm son zamanlarda hep. Çaba boşuna değildi. Uğur Mumcu görünüşünün aksine asık suratlı bir savcı, somurtkan bir iz sürücü, yüzünün çizgileri hiç yumuşamayan bir öğütçü değil; güler yüzlü, yufka yürekli, hassas, şakacı, humorunun oklarını kendine de yöneltmekten çekinmeyen; her dara, mahkemeye, hapse, hastaneye, düşenin ziyaretine koşan iyi bir insandı. Yani üstünü kazıyınca alttan çıkan insan Uğur Mumcu buydu.

Uğur Mumcu hakkında az araştırma yapıldı. Bence bunların en öğreticisi Bahçelievler Lisesi’nden sınıf arkadaşı fizik profesörü Önder Pekcan’ın “Uğur Mumcu’dan Mektup Var” adlı kitapta derlediği anılarıdır. Uğur Mumcu’nun Ankara Bahçelievler’deki lise ve çocukluk yıllarını anlatan, o dönemin sonradan meşhur olacak kişilerinin, arkadaşlarının, komşularının da izlerini taşıyan bu kitabı okuduğunuz zaman hayretler içinde kalıyorsunuz. Bir dönem ülkeyi saran, ne zaman nereden geleceği bilinmeyen ama geleceği kesin olan ölüme karşı pek de çare olmadığı bilinse de tabancasıyla gezen Uğur Mumcu, devrinin çoğu genci gibi futbola, kendisi kalede durduğu için Turgay’a hayran, Galatasaray takımının deplasman için her Ankara’ya gelişinde gidip Metin’i ve diğerlerini ziyaret eden o dönemin alelade gençlerinden biriydi. Bahçelievler’in bahçe duvarlarında vakit geçiren gençler arasında bir genç diğerlerinden daha zeki, mizahı keskin, sağlığı iyi, (burası çok önemli) siyasetle, sanatla, sporla, pop müzikle, kızlarla ilgili ama onlardan farksız bir genç. Uğur Mumcu’nun insan olarak sevecen yanı ve dara düşenin hep yanında yer alan tavrını dostları çok iyi fark etmişlerdi. Hastaneye, mahkemeye, hapse düşen herkes uzaktan ilişkisi bile olsa hemen Uğur’un ilgisine mazhar olurdu. Uğur’un bu yanı her dara düşenin yanında ona ve bütün dünyaya “Yalnız değilsin yanındayım” diye haykırışını gösteren, bütün insanları kardeş gören insancıl yanının bir sonucuydu.

Bir süre sonra ülkenin dört bir köşesinde adı parklara, mahallelere, kültür merkezlerine, toplantı salonlarına, okullara verilecek olan kahramanın üstündekileri kazıyınca altından saf iyilik çıkıyor. Tabii bu şaşırtıcı olay bir soruyu yine de aydınlığa kavuşturmuyor.

Başkentin Bahçelievler semtinin bahçe duvarları üzerinde oturduğu yerde ıslık çalan bu genci benzerlerinden ayıran neydi?

Bu özelliği daha derinlemesine anlatamadan “bilinç” olarak nitelerken sorunun “bu iyiliği devrimciliğe dönüştüren bilincin ne mene bir şey olduğu” şeklinde yeni bir soruya dönüşerek varlığını koruduğunu söyleyebiliriz. Uğur’un devrimciliği onda kendisine amacı ve çabası dolayısıyla bir öncelik yaratmazdı. Kitleleri aydınlatmak uğraşı onda illa liderlik tutkusu oluşturmamıştı.

Cumhuriyetin büyük kırılma döneminde birçok yerden kendilerinin bir gazete çıkarması için başvurularla karşılaşıyordu. Bir gün bir toplantı sırasında söz aldı ve şöyle dedi: “Arkadaşlar, son zamanlarda bana bir sürü başvurular yapılıyor. Ben görüşmeler yürütüyorum. Bütün bunlar sizi şaşırtmasın. Liderimiz İlhan ağabeydir (Selçuk). Toplanıyoruz, konuşuyoruz, uyarıları doğrultusunda hep birlikte karar veriyoruz. Benim görüşmeler yapmamın nedeni, yazılarımdan dolayı öne çıkmış görünmemdendir. Yoksa liderimiz odur.”

Uğur Mumcu’ya bakarken “salt iyiliğin” alelade bir genci nasıl devrimciye dönüştürdüğünün açıklamasını bulamıyoruz. Ama insanın tab’an kötü olmadığını görerek mutlu oluyoruz.

Uğur’u bu yönüyle de çok özlüyorum.

Sirmen‘in Uğur Mumcu için yazdığı son yazısı (24 Ocak 2024) 

                                                                         /././

Belediyelere para yetişmiyor (Murat Ağırel)

Sayıştay’ın yayımladığı “damıtılmış” raporların içinde yer alan bilgileri sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Damıtılmış diyorum çünkü eskisinin aksine raporları okuduğunuzda aslında artık olumsuz pek bir şey yazılmıyor. 

Başlayalım... 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin 2022 mali yılı başlangıç bütçesi 6.5 milyar Türk Lirası. Bu para yetmemiş 5.2 milyar Türk Lirası daha ek bütçe verilmiş. Ödenek toplamı 11.7 milyar Türk Lirası’na ulaşmış. 

Peki, gider ne kadar olmuş? 

2022 yılı içinde 10.6 milyar TL bütçe gideri yapılmış. Belediyenin bütçe gideri toplamı 2022 yılında 2021 yılına göre yüzde 160.99 oranında artmış. Yapılan giderin içinde ne var mesela 874 milyon Türk Lirası faiz gideri olmuş. Sermaye transferleri yüzde 328.25 oranında, sermaye giderleri yüzde 174.71 oranında, mal ve hizmet alım giderlerinin yüzde 123.73 oranında ve cari transferlerin de yüzde 115.94 oranında artmış. 

Klasik AKP belediyelerinde olan ve sadece raporlarda uyarı olarak yer alan bir durum daha var. 

Büyükşehir belediyesi mülkiyetinde olan bazı taşınmazlar kanun hükümlerine aykırı olarak çeşitli dernek, vakıf ve spor kulüplerine tahsis edildiği anlaşılmış. Her ne kadar kamu idaresi cevabında dernek ve vakıflara direkt taşınmaz tahsisi yapılmadığını söylese de tahsislerin ilgili daire başkanlıkları tarafından belediye meclis kararına istinaden işbirliği protokolleri kapsamında yapıldığı anlatılmış. 

Halbuki “Hiçbir şart altında dernek ve vakıflara taşınmaz tahsisi yapılması mümkün görünmemektedir” demiş Sayıştay raportörü... 

Bir diğer belediyeye geçelim. 

Kırıkkale Belediyesi’nin 2022 yılı sonu itibarıyla borç stokuna ilişkin yapılan hesaplamaya göre 2021 yılı sonu itibarıyla kesinleşen bütçe geliri 330 milyon Türk Lirası’dır. Bu tutara yüzde 36.20’lik yeniden değerleme oranı uygulandığında, 2022 yılının borçlanma sınırı 449 milyon Türk Lirası oluyor. 

Belediyenin 2022 yılı sonu itibarıyla borç stoku 851 milyon Türk Lirası olarak açıklanmış. Borç sınırı 401 milyon TL aşılmış. 

Bakın... 

Daha beteri var mı diye her sorduğumda karşıma hep daha beteri çıkabiliyor. 

Beyoğlu Belediyesi’ni anlatayım. 

1 Türk vatandaşına karşı 4 sığınmacının görüldüğü, turistlerin İstanbul dendiğinde ilk aklına gelen ve ziyaret ettikleri İstanbul’un kalbi Taksim’in de sınırlarında yer aldığı yerden bahsediyorum. 

Beyoğlu Vergi Dairesi kayıtlarına göre belediye sınırları içerisindeki ruhsata tabi aktif işyeri sayısı 13 bin 866, bu işyerlerinden 4 bin 937 adedi ruhsatsız şekilde faaliyetlerine devam ediyormuş. 

Beyoğlu’nda işyeri açma ve çalışma ruhsatı alma zorunluluğu bulunmayan 5 bin 177 adet yer olduğu ve bu işyerlerinden 4 bin 282 adedinin çevre ve temizlik vergisi mükellefiyetlerinin tesis edilmediği de Sayıştay tarafından belirlenmiş. Diğer taraftan belediyeye ilan reklam vergisi beyannamesi veren toplam kişi sayısının 1084 adet olduğu tespit edilmiş. Yine Beyoğlu Vergi Dairesi kayıtlarına göre belediye sınırlarında ruhsata tabi aktif otopark işletme sayısı 107 adet, bu işyerlerinin 67’si ruhsatsız bir şekilde faaliyetlerini sürdürdükleri ve belediye tarafından işletilen bir otoparkın da yine ruhsatsız faaliyette bulunduğu belirlenmiş! 

Bu rakamları neden veriyorum biliyor musunuz? 

Dünyanın suç örgütlerinin cirit attığı, milyonlarca kaçak ve sığınmacının mesken tuttuğu Beyoğlu’nun halini görmenizi istiyorum. Mesela şehir içi güvenlik için çok büyük öneme sahip olan günübirlik kiralanan evler var. Turistlerin kalması için ve kayıt altında olanlardan bahsetmiyorum. Ancak her türlü suça bulaşmış kişilerin rahatlıkla barınmasını sağlayacak çok yer var Beyoğlu’nda... 

Günübirlik kiralanan evler de işyeri açma ve çalışma ruhsatına tabi. Bu yerlerin her an ulaşılabilecek bir sorumlu işleticisinin bulunması gerekiyor, sorumlu işleticilerin bu yerleri kullananlara ilişkin kimlik ve gelişayrılış kayıtlarını genel kolluk kuvvetlerine anlık olarak bildirmesi gerekiyor. Gerekli bildirimlerin yapılmaması durumunda idari para cezası uygulanacağı ve ruhsat alınmadan çalıştırılan bu yerlerin tespiti halinde kapatılması gerekiyor. 

İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nden alınan kayıtlara göre idare sınırları içerisinde 1288 adet günübirlik kiralanan evin ruhsatsız şekilde faaliyette bulunduğu tespit edilmiş. Bakın bu rakam sadece ruhsatsız olanların sayısı. 

Anlatmak istediğim açık. Türkiye’de elinizi nereye atarsanız atın, hangi belediyeyi araştırırsanız araştırın tek bir “kanun” var, o da kanunsuzluk. Herkes işin kendilerine göre olan tarafını okuyor. İşine geleni yapıyor. Böyle yaparak da gideceğimiz yer ancak Afganistan olur, Pakistan olur.

                                                             /././

Halvette düzenlenen işret meclisleri (Özdemir İnce)

Osmanlı’nın dili Osmanlıcada “halvet” çok anlamlıdır, buradaki anlamı “özel olarak” anlamında, “işret meclisi” ise “içki meclisi” anlamındadır. Yani yazının başlığının anlamı şöyle olabilir: “Özel olarak seçkinler için düzenlenen içkili âlemler.” Yazıdaki alıntıya bölümünü okuyunca bunun böyle olduğunu anlayacaksınız.

Kaynağımız Halil İnalcık’ın Şâir ve Patron (Doğu Batı Yayınları) adlı ilginç kitapçığı. Osmanlı tarihinin duayeni İnalcık, 26 Mayıs 1916’da İstanbul’da doğdu. 1942-1972 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Osmanlı ve Avrupa tarihi derslerini okuttu. 1972- 1986 yıllarında Şikago Üniversitesi Tarih Bölümü’nde profesörlük yaptı. 1953-1993 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde Columbia, Princeton, Pensilvanya ve Harvard üniversitelerinde profesör olarak görev aldı. Amerikan Akademisi, İngiliz Akademisi, Türkiye Bilimler Akademisi, The Royal Historical Society, The Royal Asiatic Society gibi birçok yerli ve yabancı kurumun şeref üyesidir. İnalcık bugüne kadar 17 kitap ve 300’e yakın bilimsel makale yayımlamıştır.

Saray “has” bahçelerinde veya kasırlarda (köşklerde) “halvette” düzenlenen geleneksel işret meclisleri şair, mutrib (çalgıcı), hanende (şarkıcı) gibi sanatçıların hükümdar önünde kendilerini göstermek fırsatını elde ettikleri bir yarışma meydanı oluştururdu. Firdevsi, Şehname’de (1000 tarihlerinde) kadim İranlı hükümdar Hüsrev’in verdiği işret meclislerini uzun uzun tasvir eder (N. Lugal çevirisi; IV, İstanbul 1994, s. 194, 275-276, 299, 330, 332, 389- 390).

Bir zafer veya başka vesilelerle süslenmiş saray bahçe ve kasırlarında tertip olunan bu ziyafetler, üç gün üç gece, bazen bir hafta sürer, “nahiller dikilir, mis kokuları içinde güzel çalgıcılar çalarken peri yüzlü sakiler misafirlere yıllanmış şarap sunar”. Herkes sarhoş olur, zafer hikâyeleri dinlenir, şairler karşılıklı en güzel şiirlerini söyler, muşaara ederler. Firdevsi, böyle bir mecliste rakibi şairler önünde Sultan Mahmut’un takdirini kazanır. Selçuklu Sultanı Alaeddin’e kaside sunan Hoca Dehhani, “şahlar şahının çalgılı, içkili zengin bezmler”inden (toplantılarından) söz eder. Yine böyle bir işret meclisinde Anadolu Selçuklu sultanı bir kaside için şair Zahireddin’e beş nefer güzel kul bağışlamış, I. İzzeddin Keykavus (1210-1220) Sinop’un fethi üzerine düzenlenen bir işret meclisinde nedimlere ve şairlere “inamlar”da (bağışlarda) bulunmuştur. Osmanlı kaynakları, şairlerin çoğu kez bu gibi işret meclislerinde hükümdarın takdir ve lütuflarına eriştiklerini belirtir. Hükümdar hizmetindekiler arasında patrimonyal ilişkileri pekiştiren sosyal bir kurum olarak işret meclisleri, şölenler ve toylar; Avrasya Türk-Moğol devletlerinde hayati sosyal bir fonksiyona sahipti. K. Jettmar’a göre “en ince ayrıntılarına kadar düzenlenmiş içki âlemleri” hükümdarın şöhret ve prestijini yükseltmek için yapılan bir çeşit ayin (ritüel) hükmünde idi. Osmanlılarda haftalarca süren muhteşem sur-i hümayunlar (padişah düğünleri) bu geleneğin ne kadar önem taşıdığını kanıtlayan olaylar olup görkemli surnamelerde yaşatılmak istenir. Bu işret meclislerinin, hükümdarın ve sarayın hayatında nasıl hayati bir yer tuttuğunu ayrıntılı tasvirlerle İbni Bibi’nin tarihinde görüyoruz: “Alaeddin Keykubad’ın işret meclisi kuruldu... Lal şaraplarla ve dürlü dürlü nakiller (nahil) birle araste edüp (süsleyip) döşediler ve mutribler (çalgıcılar) hezar destan (bülbül) gibi elhan-i can-fezay birle surûda şuru kıldılar ve cam-i şarab (şarap kadehi) içmeye ve barbut (zar atarak) ve rubab (bir çalgı) istimâına (dinleyerek) meşgul oldular” (Yazıcızâde çevirisi, s. 170, sık sık yapılan bu işret meclisleri için keza bak. s. 140-151, 117).

Bir defasında sultan, meclis-i işrette “ber sebih imtihan heriflere (sanatkârlara) eyitti ki yerin adını (Kayseri ve Aksaray) ol beyitlere telfik etsun” dedi, münşi (yazar) Şemseddin’inkini çok beğendiğinden mansıbına (rütbe) ilave yaptı.

Bu işret meclisleri bazı sultanların sarayında sık sık toplanırdı. Bütün kaynakların “gayet mertebede ‘âyyâş’” olduğunda birleştikleri divan sahibi II. Murat, herhalde böyle bir mecliste sarhoşken şu Hayyamane kıtayı demiştir: (Sehi, 95)

Sâkî getür getür yine dünkü şarâbımı

Söyle dile getür yine çeng ü rebâbımı

Ben var iken gerek bana bu zevk bu safâ

Bir gün gele ki görmiye kimse türâbımı (s. 25, 26, 27)

İliç’ten çıkan arşiv: Çalık, eski AYM üyesi ve Ziraat Bankası - Bahadır Özgür / duvaR

 

İliç’te memleketin pek çok hücresine nüfuz etmiş çok kollu bir canavara bakıyoruz. Orada sadece küresel sermaye ve yerli işbirlikçisi ile onun siyasi bağlantıları durmuyor. Satın alınmış bürokratlar, bilim insanları, gazeteciler, hukukçular da var.

İliç’te 9 işçinin bedeni zehirli toprağın altında hâlâ. Ama iktidarın önceliği ne onları çıkarıp ailelerine teslim etmek ne de bu katliamı hakkıyla soruşturmak. Canhıraş bir çabayla madeni derhal işletmeye açmak ve soruşturmayı birkaç mühendise yıkıp kapatmak istiyorlar. Aleni yapıyorlar. Tıpkı göz göre göre gelen katliam gibi…

Memleketin şu sıra en önemli olayı bu olmalı. Zira, hepimizin sürüklendiği karanlık geleceğin mimarı siyasi ve iktisadi rejimin eksiksiz bir anatomisini apaçık görüyoruz burada. Karşımızda satın alınmış siyasetçileri, bilim insanlarını, gazetecileri, bürokratları da kapsayan; uluslararası sermaye gücü ve yerli işbirlikçileriyle beraber çok kollu bir canavar duruyor. Her bir kolunu tek tek kesemezsek eğer, ufukta huzurlu bir gelecek yok. Hemen her alanda benzer bir canavara bakıyoruz çünkü.

Ülkenin her bir hücresine nüfuz etmiş, türlü aldatmacayla, ayartmayla gizlenen musibetin izini sürmek, açığa çıkarmak kolay değil.

                                                       ***

Yazar ve sanat eleştirmeni John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak kitabında, gerçeklerin ilişkin oldukları koşullarda her zaman açık seçik görülemediğini, bazen de gecikerek açığa çıktığını söyler. Olaylar ilk belirdikleri anda sanki bağımsızmış, hatta birbiriyle çelişkiliymiş görünür. Oysa hepsi başımıza gelecek daha büyük bir olayın alametidir. Altın madeni de böyle gerçeklerden birisi işte.

Bakın 2008-2009 arasında, sadece 1 yıl içinde aynı sekansa sıkışmış siyasi, hukuki ve iktisadi bir dizi farklı farklı olay, bugünden geriye doğru yeniden dizilince aslında nasıl bambaşka bir gerçekliğin parçalarıymış.

Serruh Kaleli, Anayasa Mahkemesi Üyesi olduğu yıllarda

AYM’DEN ZİRAAT’E UZANAN BİR KARİYER

Bir haberle alakalı Ziraat Bankası’nın yönetimine bakarken bir isim dikkatimi çekti: Serruh Kaleli. CV’si hayli parlak. 1978-80-81 yıllarında Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. Barolar Birliği’nde yöneticilik yaptı. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2005’te yine Anayasa Mahkemesi’ne atandı. 2011-2015 arası Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği görevini yürüttü. Görev süresi dolduktan sonra da 2019 yılında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Ziraat Bankası Yönetim Kurulu’na layık görüldü.

Nereden hatırlıyoruz bu ismi peki?

Yıl 2008; ülkenin ana gündemi, Anayasa Mahkemesi’nde görülen AKP ile ilgili ikinci kapatma davası. Haftalarca süren tartışmalar esnasında kamuoyu, “Kimin oyu ne olacak, görüşü nedir?” soruları etrafında Haşim Kılıç başkanlığındaki üyelerin adını sık sık işitiyor. 5’e 6 oyla kapatma kararı çıkmıyor. Sadece Hazine yardımı kesiliyor. Hâlâ belli açılardan gizemini koruyan kararın etrafında bir ‘darbe fırtınası’ estiriyor iktidar. Üst üste açılan soruşturmalar, davalar, tutuklamalar… Memleket zelzeleye tutulmuş gibi sallanıyor.

O günlerde bir yasa AYM’nin gündemine geliyor. AKP hükümeti ‘doğrudan yabancı yatırımlar’ ile ilgili kanunda bazı değişiklikler yapmak istiyor. 3’üncü madde önemli. Özeti şu: Yabancı yatırımcıların taşınmaz mülk edinimi tamamen serbest bırakılıyor. Türkiye’de elde ettikleri her türlü geliri dışarı serbestçe transfer etmelerinin önü açılıyor. CHP, 11 Mart 2008’de konuyu AYM’ye taşıyor. Haşim Kılıç ve Serruh Kaleli’nin de bulunduğu 5 üyenin karşı oyuna rağmen çoğunluk kararıyla değişiklik iptal ediliyor.

Bu sefer de Maden Yasası’nda değişiklikler yapıyor AKP. Özellikle maden faaliyetlerinde ÇED aranmamasına ilişkin değişikliği CHP, yine AYM’ye götürüyor. 15 Ocak 2009 günü oy birliğiyle düzenleme iptal ediliyor.

Aynı dönemde ülkede başka neler oluyor?

Bugün bir çevre katili olarak karşımıza çıkan Anagold’un öncülü olan ABD’li Anatolia Minerals, İliç’te çalışmalarına başlıyor. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi resmi açıklamasında yabancı yatırım müjdesini veriyor. Çalık Holding, ortak kurulan Çukurdere Madencilik üzerinden madene dahil oluyor.

Daha başka…

Dönemin Erzincan Savcısı İlhan Cihaner, maden şirketinin yargıdaki rüşvet ilişkileri üzerine Şubat 2008’de soruşturma başlatıyor. Lakin önü kesiliyor. Malum, sonrasında Ergenekon davasından Cihaner makamından gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.

Daha daha başka…

Gazeteci arkadaşım Özlem Akarsu Çelik, Akşam gazetesinde Ekim 2010’da mühim bir haber yayınlıyor. Haberin konusu Anayasa Mahkemesi üyesi Serruh Kaleli’nin, Çalık’ın ortak olduğu Çukurdere Madencilik’te ‘denetmenlik’ görevine getirilmesi. Büyük skandal. Anayasa Mahkemesi Kanunu’nun ‘Üyelikle Bağdaşmayan Haller’ başlıklı 11’inci maddesini hatırlatıyor Çelik: “Başkan ve üyeler asli görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar, görev alanlar çekilmiş sayılır.”

Ancak Çalık Grubu yaptıklarının yasalara aykırı olduğunu fark ediyor ve 16 Ekim 2009 günkü Ticaret Sicil Gazetesi’nde düzeltme yayımlıyor. Serruh Kaleli’nin ‘sehven’ atandığı bildiriliyor. Şirket milyonlarca insanın arasından bula bula yanlışlıkla Anayasa Mahkemesi üyesinin ismini bulmuş yani!

Özlem, elde ettiği resmi belgeler ve kulis bilgileri üzerine şu önemli soruyu soruyor: “Maden Kanunu’ndaki değişiklikler görüşülürken lehte görüş verilmesi konusunda ısrarcı oldu mu, diğer üyeleri ikna etmeye çalıştı mı?” Yanıtsız kalıyor sorusu. Elbette başını fena halde ağrıtıyorlar.

Ziraat Bankası Yönetim Kurulu üyeleri sayfasından

Daha o gün üyeliği düşürülmesi gereken Serruh Kaleli bugün iktidarın, hizmetkarlarına sunduğu büyük ödüllerden birisi olan Ziraat Bankası’nın yönetiminde.

Dolayısıyla Türkiye’de rejimin köklü değişime uğramaya başladığı, toplumun türlü olaylarla, gerilimlerle zihninin bulandırıldığı yıllarda gözden kaçmış bu detay, memleketin bugünkü karanlığının ‘sehven’ olmadığının kanıtlarından.

Hani derler ya, “kuşa bak, cambaza bak” filan… Tam öyle bir olay işte.

Bahadır Özgür / duvaR


18 Mart 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 18 MART 2024 -

 

Memurlar ve emeklileri için büyük kayıp kapıda: Tehlikenin farkında mısınız? (Aziz Çelik)

Kamu görevlilerini ve emeklileri Temmuz 2024’ten itibaren büyük bir şok bekliyor. Toplu sözleşme hükmü nedeniyle resmi enflasyonun altında zam alabilirler! 2024 ve 2025’te memurların birikimli kaybı 72 bin TL’yi aşabilir! Sözleşmesi nedeniyle kamu görevlilerinin hak ettiği 280 milyardan fazla para Hazine’ye kalacak.

Kamu görevlilerini ve emeklilerini Temmuz 2024’ten itibaren büyük şok bekliyor! 2024 ve 2025’te memurların birikimli maaş kaybı 72 bin TL’yi aşabilir. Hatalı toplu sözleşme hükmü (Hakem Kurulu kararı) nedeniyle memurlar ve memur emeklileri için Temmuz 2024 ve sonraki üç aylık dönemlerde resmi enflasyonun bile altında kalma tehlikesi var.

Ocak 2024’te yüzde 37,57’lik altı aylık resmi enflasyona karşılık önceki dönem enflasyon farkıyla birlikte yüzde 49,25 zam alan kamu görevlileri (memurlar) ve memur emeklileri 2024 Temmuz, 2025 Ocak ve 2025 Temmuz dönemlerinde resmi enflasyondan daha düşük artış ve büyük kayıp bekliyor.

Geçen haftaki yazımın sonunda Memur-Sen’in memurlar ve memur emeklilerine yaşattığı kayıpları anlatmaya devam edeceğimi yazmıştım. Bu yazıda aylar önceden, seçim öncesi milyonlarca kamu görevlisi ve onların emeklilerini bekleyen tehlikeyi ele alacağım. Bir erken uyarı yazısı. Yazı biraz teknik olacak ama konunun anlaşılmasının başka yolu yok.

TOPLU SÖZLEŞMENİN GARABETİ

Yıllardır toplu sözleşmelerde yer alan ve Memur-Sen’in itiraz etmediği enflasyon farkına ilişkin hüküm enflasyon ile toplu sözleşme zammının mahsup edilmesini öngörüyor. Enflasyonun dönem başında alınan toplu sözleşme zammından yüksek çıkması durumunda zam enflasyondan düşülerek enflasyon farkı bulunuyor.  Bu hüküm enflasyon oranının toplu sözleşmede bağıtlanan zam oranından düşük veya aynı olduğu dönemlerde resmi enflasyona göre önemli bir kayba yol açmıyordu. Dahası enflasyonun arttığı son yıllarda seçimlerin de etkisiyle hükümet kanuni düzenleme yoluyla sözleme hükmünün getirdiği kaybı kısmen ortadan kaldırıyordu.

Ancak 31 Mart seçimleri sonrasında dört yıl boyunca seçim olmaması ve uygulanan sıkı maliye politikası nedeniyle toplu sözleşmeye yama yapılması pek olası değil. Dolayısıyla Temmuz 2024’te milyonlarca kamu görevlisi ve onların emeklileri büyük şok yaşayabilir.

Bilindiği gibi Ocak 2024’te memur ve memur emeklileri için toplu sözleşme gereği yüzde 49,25 zam söz konusu olurken işçi ve Bağ-Kur emeklileri için yasa gereği son altı ayın enflasyonu olan yüzde 37,6 oranında zam gündeme gelmiş ve bu durum tepkilere yol açmıştı. Bunun üzerine Hükümet işçi ve Bağ-Kur emeklilerine önce 5 puan ilave etmiş, tepkiler dinmeyince yüzde 49,25’e tamamlamıştı.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan işçi ve Bağ-Kur emekli emekli aylıkları ile ilgili gelen eleştirileri yanıtlarken ve yüzde 5’lik ilave artışı duyururken (16.01.2024) şöyle ilginç ve kritik bir cümle kurmuştu: “Yılın ikinci yarısındaki maaş artışlarında memur emeklileri enflasyon farkını alırken SSK ve BAĞKUR emeklileri enflasyonun tamamını alacaklar.”

Memur ve memur emeklilerinin Temmuz 2024 ve sonraki dönemlerde yaşayacağı şok bu cümlenin arka planında yatıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan memurları ve memur emeklilerini ilgilendiren 7. dönem toplu sözleşmesinde yer alan enflasyon farkıyla ilgili hükmü hatırlatmış ve “merak etmeyin Temmuz’da işçi ve Bağ-Kur emeklileri memur emeklilerinden daha fazla zam alacak aradaki fark kapanacak” demeye getirmişti. İşte meselenin püf noktası Cumhurbaşkanının hatırlattığı bu düzenlemedir.

İNCE HESAP!

Memur-Sen konfederasyonu ve Kamu Görevlileri Hakem Heyeti ile Hükümetin ortak ürünü olan 7. dönem toplu sözleşmesindeki acayip zam düzenlemeleri nedeniyle Temmuz 2024, Ocak 2025 ve Temmuz 2025 dönemlerinde memurlar ve memur emeklileri resmi enflasyonun altında zam alacaklar ve toplam birikimli kayıpları 72 bin TL’yi aşacak.

Önce 7. Dönem toplu sözleşmede yer alan “Enflasyon farkı” ödemesi başlıklı maddeye bakalım. Maddenin Temmuz 2024 dönemine ilişkin bölümü şöyle:

“MADDE 7- (l) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan 2003-100 Temel Yıllı Tüketici Fiyatları Endeksinin;

b) 2024 yılı Haziran ayı endeksinin 2023 yılı Aralık ayı endeksine göre altı aylık değişim oranının 4 üncü maddenin birinci fıkrasında 2024 yılının birinci altı aylık dönemi için öngörülen %15 oranını,

aşması halinde, 4 üncü maddenin birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan katsayılar, sözleşme ücreti artış oranları ve ücret tavanları ile 6 ncı maddede yer alan ortalama ücret toplamı üst sınırı, söz konusu altı aylık dönemlere ilişkin enflasyon rakamının ilan edildiği ayın 1 'inden geçerli olmak üzere aşan kısım kadar artırılır.”

Diğer dönemler için de benzer düzenleme söz konusu. Sözleşmenin bu maddesi nasıl uygulanacak ve bu işlem nasıl yapılacak? Anlatayım.

7. dönem toplu sözleşmesinin 4. maddesine göre göre memur ve memur emeklilerine öngörülen zamlar şöyledir:

• 2024 ilk 6 ayında yüzde 15

• 2024 2. altı ayında yüzde 10

• 2025 ilk altı ayında yüzde 6

• 2025 2. altı ayında yüzde 5

Yukarıda 7. maddede anlatıldığı gibi geçmiş altı ayın TÜFE oranı (resmi enflasyon) öngörülen bu artışlardan fazla olursa aradaki fark memur maaşlarına ve memur emekli aylıklarına eklenecek. Toplu sözleşmenin 4. maddesine göre 7. maddedeki durum ortaya çıkarsa Hazine ve Maliye Bakanlığı zam oranlarını enflasyon farkını yansıtacak şekilde belirler ve duyurur. Hazine ve Maliye Bakanlığı yıllardır yayımladığı Mali ve Sosyal Haklara İlişkin Genelgeler ile enflasyon farkını uyguluyor.

Örneğin 2024 Ocak zammı şöyle hesaplandı: 137,57/106*115=149,25 (yüzde 49,25 artış).Bu formülün izahı şöyledir: Temmuz 2023-Aralık 2023 arası resmi enflasyon 100’den 137,57’ye çıktı. Maaşlara ise Temmuz 2023’te yüzde 6 toplu sözleşme zammı yapılmıştı. Maaşlar toplu sözleşme zammıyla 100’den 106’ya çıkmıştı. 

Böylece 137,57/106 işlemi ile yüzde 29,78 oranında enflasyon farkı bulundu. Bu farka Ocak 2024 toplu sözleşmede yer alan oranda (%15) artış yapıldı ve toplam artış yüzde 49,25 oldu.

KAYIP 72 BİN TL’Yİ AŞACAK!

Yüksek enflasyon dönemlerinde toplu sözleşme zam formülü hayati öneme sahip. 7. dönem toplu sözleşmesinde öngörülen zam formülüne göre toplu sözleşme zamları  (enflasyonun yüksek çıkması durumunda) enflasyondan düşülüyor. Öte yandan her altı ayda bir toplu sözleşme zam oranı da kademeli olarak düşüyor (%15, %10, %6, %5 gibi). Böylece bir önceki altı aylık dönemde uygulanan toplu sözleşme zam oranı (daha yüksek bir oran) geçen 6 ayın resmi enflasyonundan düşülüyor.

Bu modele göre Temmuz 2024’te memur ve memur emeklilerinin olası zamları ne olabilir?

2024’ün ilk altı ayının resmi enflasyonu yüzde 25 olursa (sadece ocak ve şubat ayı toplamı 11,54 oldu) hesaplama şu şekilde olacak: (Son 6 ayın TÜFE endeksi/son 6 ayın toplu sözleşme zammı endeksi*Temmuz 2024 toplu sözleşme zammı). Formülün uygulaması şöyle: 125/115*110=119,56 (yüzde 19,56).  Enflasyonun yüzde 25 olması durumunda Ocak 2024’te yapılan yüzde 15 zam bundan düşülecek ve yüzde 10 Temmuz 2024 zammı eklenecek. Oranlara 100 eklenmesinin nedeni artışla birlikte gelinen toplam seviyenin yani endeksin bulunmasıdır. Örneğin % 25 enflasyon endeks olarak 125’tir.

Böylece Temmuz 2024’te memurlar ve memur emeklileri resmi enflasyonun  (%25-%19,56) 5,44 puan altında zam alacaklar. Bu düşüş sonraki altı aylık dönemlerde de devam edecek. 7. dönem toplu sözleşmesinin kalan üç dönemi boyunca (2024-2025) memurlar ve memur emeklileri resmi enflasyonun altında zam almış olacak (Tablo).  

Kamu görevlilerinin 2024 ve 2025 birikimli kayıpları yaklaşık 72 bin TL olacak. Nasıl mı? İşte böyle: Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı (SBB) verilerine göre Ocak 2024 ortalama memur maaşı 37 bin 332 TL’dir. Eğer bu maaş sadece tahmini resmi enflasyona oranında artarsa 2025 Temmuz ayında 64 bin 398 TL olacaktı. Ancak toplu sözleşmedeki hatalı hüküm nedeniyle 7. dönem sonunda ortalama maaş 58 bin 779 TL’de kalacak. Sadece 2024 yılı Temmuz-Aralık kaybı 12 bin 185 TL olurken birikimli kayıp üç dönem sonunda 72 bin 301 TL olacak  (Ayrıntılar tabloda).

Üç dönemin toplam kaybı ise bugünkü fiyatlarla 280 milyar TL’den fazla olacak. Hatalı toplu sözleşmesi hükmü nedeniyle kamu görevlilerinin hak ettiği 280 milyardan fazla para Hazine’ye kalacak! Benzer bir kayıp memur emeklileri için de söz konusu olacak. Dahası memur maaşları ile memur emekli aylıkları arasındaki fark daha da açılacak.

Tablo: 7. Dönem Toplu Sözleme Kayıpları

Kaynak ve açıklama: 7. dönem toplu sözleşme zamları esas alındı. Ocak 2024 ortalama memur maaşı Cumhurbaşkanlığı SBB verisidir. 2024 ve 2025 enflasyon oranları tahminidir. Birikimli maaş kaybı önceki dönem kayıplarının eklenmesiyle bulundu.

Oysa olması gereken toplu sözleşme zammının geçmiş enflasyon üzerine eklenmesiydi. Böyle olsaydı Temmuz 2024’te 6 aylık resmi enflasyon yüzde 25 olduğunda memur ve memur emeklisi zammı yüzde 35 olurdu. Böylece memurlar ve emeklileri refah payı almış olurdu. Şimdi refah payı bir yana resmi enflasyonun altında kalacaklar! Nasıl toplu sözleşme ama!

7. dönem toplu sözleşmesinde ciddi bir tuzak var. Memurlar ve memur emeklileri Temmuz 2024’ten itibaren bu gerçekle yüzleşecekler. Bu durum yüksek enflasyon dönemlerinde toplu sözleşme zamlarının nasıl formüle edilmesi gerektiğini bilmeyen ve bu konuda mücadele etmeyen yetkili ama iş bilmez konfederasyon Memur-Sen ile Kamu Görevlileri Hakem Heyeti ve Hükümetin memurlara ve memur emeklilerine armağanıdır!

Anayasa Mahkemesinin memurların bir bölümüne verilmediği için ayrımcı bularak iptal ettiği toplu sözleşme ikramiyesinden kaynaklı 345 TL kayıp için yaygara koparan, hükümeti ve TBMM’yi göreve çağırmak yerine AYM ve CHP’yi suçlayan ve kendi sebep olduğu bu durum için CHP önünde eylem yapan Memur-Sen memurları ve memur emeklilerini bekleyen büyük kayıp karşısında ise susuyor! Bakalım Memur-Sen iktidar partisinin önüne gitmeye cesaret edebilecek mi?

Ben şimdiden, seçim öncesinde uyarayım. Bakarsınız yetkili sendikanın veya Maliye ve Çalışma bakanlıklarının yetkilileri çıkar beni yalanlar, hata yaptığımı söylerler. Umarım öyle olur! Ancak özellikle Memur-sen seçim öncesi suskunluğunu bozacak ve hükümeti uyarmaya cesaret edecek mi? Merakla bekliyorum! Kendi sebep olduğu 345 TL’lik kayıp için yanlış adreste kıyameti kopartan Memur-Sen, bakalım 70 bin lirayı aşma ihtimali olan bu kayıp için ne yapacak?

                                                    /././

Sen ölüyorsun, insanlık değil! (Selçuk Candansayar)

Özellikle okumuş yazmış insanların yaşlandıkça kapıldıkları bir akıl tutulması var. Yaklaşan sonlarını kendilerinin değil de insanlığın sonu geliyor sanmak. Hele de yenilmiş hissediyorlarsa, ideallerinin onlar yaşarken gerçekleşmeyeceği karamsarlığına kapılmışlarsa. Son dönemde “dünyanın sonu geliyor, büyük savaş kapıda, küresel ısındırma doğa kıyametine neden olacak” çözümlemelerinin yaygınlaşmasını sağlayan etkenlerden biri de bu galiba. Dünyanın ekonomi-politik ve iklim durumu güllük gülistanlık değil elbet. Tarihte olup biten büyük krizler, felaketler ve yıkımlardan çok daha vahim bir durumda mıyız? Tartışılır.

Nasıl yaşlılar kendi sonları ile Dünya’nın sonunu eş tutuyorlarsa, insanlık da kendi sonunu Dünya’nın sonu zannetmeye eğilimli. Misal, küresel ısındırma geri döndürülemez eşiği aşsa ve yeryüzündeki canlı hayat ortadan kalksa, dünyanın değil olsa olsa canlılığın sonu gelmiş olur. Diyelim, Covid 19’dan çok daha bulaşıcı ve ölümcül bir pandemi ortaya çıksın. Etkene yönelik aşı geliştirilemese ve 8 küsür milyar insanın tümü ölse, Dünya ya da evren için bu yıkım hiçbir şey ifade etmez, canlılık öyle ya da böyle sürer. Belki bir kaç milyon yıl içinde yeni bir “akıllı” canlı türü evrimleşir ya da bir kaç milyar yıl boyunca bir daha hiç akıllı canlı türü evrimleşmez. Kendimizin ve evrenin farkında olan biziz, evren ise ne bizim ne de kendisinin farkında.

İnsanlık buzul çağından çıktı ve ne Dünya ne de insanlık yok olmadı. “Kara ölüm”, veba, Avrupa ve Asya’da neredeyse insan bırakmadı ama ardından Aydınlanma yeşerdi. Avrupa’da veba salgınlarının yol açtığı kıyım, iki dünya savaşının yıkımından daha büyüktü. İnsanlık devam etti. Ama her büyük yıkım başka türlü bir üretim ve bölüşüm, başka türlü bir yönetim ve insan anlayışını doğurdu. Söz ettiğim yaratıcı yıkım kavramı değil. Her şey karşıtıyla birlikte gelişiyor, her şey kendi karşıtını bağrında büyütüyor.

∗∗∗

Sormak istediğim soru şu: Çoğu “yaşlının” endişeyle gözlediği “yükselen faşizm”, gençleri de “yaşlılar” kadar korkutuyor mu? Yoksa yaşlıların endişelendikleri şeyi onlar bir tür “çıkış yolu, kurtuluş, hayatta kalma çaresi” olarak görüyor olabilirler mi?

“Yaklaşan felaket” senaryolarının gençlerde ve yaşlılarda yarattığı etkinin aynı olmasını bekleyemeyiz. Dünya’nın sonu geliyor senaryolarını yaklaşan kendi sonları ile eşleştirdikleri için yaşlıların karamsarlaşmaları ve çaresizlik hissetmeleri anlaşılabilir. Gençlerde ise aynı felaket senaryolarının neden olduğu karamsarlık çaresizliğe değil hayatta kalmanın yollarını arayışa ve olası bir “ölüm-kalım savaşına” hazırlığa evirilebilir. Geleceği belirsiz ve tekinsiz hisseden, iş, aş ve barınma güvencesi olmayan gençler çaresizce ölümü beklemezler. Hayatta kalmak için canlarını dişlerine takarak mücadele etmeye hazırlanırlar. Onlar için ilk elde önemli olan nasıl bir dünyada yaşadıkları değil, dünya nasıl olursa olsun hayatta kalmalarıdır. 

Yaşlılar da yaklaşan sonları ile dünyanın sonunu birleştirdikleri için aynı sonuca ulaşırlar. Dünya’ya ne olacağı umurumda değil, yeter ki ben “biraz daha” yaşayayım. Bazı yaşlıların kendi bakımlarını üstlenen çocuklarına yönelik bencillikleri çok benzer bir durumdur. Bakım veren çocuklarının yanlarından ayrılmasına tahammül edemezler ya, aynı akıl yürütme geçerlidir. “Ben nasılsa öleceğim, şimdi sadece bana baksın, kendi isteklerini ve hayatını ertelesin, çünkü onun daha çok zamanı var!”

∗∗∗

İşte solun, asıl olarak zor zamanlarda önemli olmasının nedeni de bu karmaşada yatar. Kaçınılmaz bir felaket yaklaşıyorsa nasıl hayatta kalırım sorusu aynı zamanda ahlaki bir sorudur ve sol tam da bu ahlak ihtiyacına verdiği yanıtla ayrışır. Yaşlılar, benim sonum Dünya’nın da sonu o yüzden Dünya’ya ne olacağı umurumda değil diye düşünürlerken, gençler, ben de Dünya da yaşamaya devam edeceğiz, Dünya’nın sonu gelmiyor, Dünya nasıl olursa olsun ben yeter ki yaşamaya devam edebileyim diye düşünürler.

Gençlerde kendi varkalımlarıyla insanlığın varkalımını aynılaştırma ve ayrıştırma potansiyeli vardır. Sol, bu potansiyeli “ben ve insanlık aynı” pratiğine dönüştüren ahlaki manivela işlevi görür. Sağ ise ahlakı dinselleştirerek, araçsallaştırır ve tüm insanlığın değil kendi gibi olanın varkalımı için kendinden olmayanı düşmanlaştırır.

Yazının değerini düşürecek belki ama Bahçeli’nin dünkü MHP kurultayında RTE’ye seslenişi de bu bağlama örnek maalesef...

Demem o ki gençleri faşizme çağıran kendi bekalarının peşine düşen yaşlılardır. Sol, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” derken, sağ “kurtulmak istiyorsan, önce dünyayı düşmanlarından temizle” der. Yaşlıların siyasi analiz ve öngörülerine kulak asmayın, gençlikten sağcılarsa zaten uzak durun, hele ki soldan dönmelerse arkanıza bile bakmadan uzaklaşın…

                                                            /././

İttifak boyu kısaldı: MHP+Dinciler+Çıkar Şebekesi, kazanmaya yetecek mi? (Yaşar Aydın)
                             Erdoğan Elazığ’daki mitinginde Mehmet Ağar tarafından karşılandı.

Saray’ın seçimi kazanmaya ihtiyacı var. O nedenle başta İslamcılar olmak üzere kurduğu ittifaktan fire vermek istemiyor. Ama sorun şu ki bu kolay olmayan yolu aşsa bile seçimi almasına yetmeyebilir. Erdoğan’ın bundan fazlasına ihtiyacı var.

Seçime 2 haftadan az bir süre kaldı. Görünen o ki Cumhur İttifakı için bir kez daha iş Erdoğan’ın şapkasından çıkaracağı tavşana kalmış durumda. Sürenin kısıtlılığı ve yerel seçimin kendi dinamikleri nedeniyle güvenlik meselesi üzerinden “kara propaganda” temel aparat olarak kullanılmayacak. Bu seçimlik mitinglerde ve toplantılarda muhalefet seçmenini bölmek için söylenen bir söz düzeyinde kalacak. O zaman akılda tek soru kalıyor: Kalan 2 haftada biz neyi izleyeceğiz?

AĞAR’LA SORUN YOK, MHP’YLE YOLA DEVAM

Erdoğan’ın uzun iktidar yolculuğunda sürekli ittifak değiştirdiğine tanık olduk. AKP ile en uzun yol arkadaşlığını rekoru hâlâ Fethullah Gülen ve onun örgütünde. Özellikle bu örgütle yaşanan ayrılıkla birlikte devreye MHP’nin girdiğini hepimiz biliyoruz. Bahçeli ile Erdoğan arasında devam eden ilişkinin öyle bir seçimlik olmadığı rejimin bekası için gerekli bir ilişki olduğunu yaşayarak gördük. Tüm gerilimlere rağmen bu ikili var olukça birliktelik de devam edecek. Dün gerçekleşen MHP kongresinde Bahçeli’nin ağzından Erdoğan için dökülen “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsın” cümlesiyle bir daha teyit etmiş olduk.

Rejime destek veren çeşitli örgütlerin de Erdoğan’ın arkasında durmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. 40 yıldır Türkiye’nin en karanlık anlarında sürekli adı anılan Mehmet Ağar’ın Elazığ’da verdiği fotoğraf bunun kanıtı. Yargılandığı davadan beraat ettirildiği gün Erdoğan’la ortak fotoğrafı adeta rejimin sahiplerin de gösterir nitelikteydi.

Görünen o ki Saray rejimini ayakta tutan iki ana kolonda bir sorun yok. Yakın bir süreç içinde çıkacak gibi de görünmüyor. Geriye Erdoğan’ın kendi tabanı olan muhafazakâr seçmen kalıyor.

‘BENSİZ OLMAZ’ ŞANTAJI ESAS SÖYLEM OLUYOR

Erdoğan’ın 15 gün önce 31 Mart yerel seçimi için söylediği “Final seçimim” sözü çok tartışıldı. İlk günlerde sözün ciddiyeti sorgulanırken daha sonraki günlerde kamuoyu neredeyse aynı kanaatte birleşti. Erdoğan bu sözü kendi tabanına söylüyor ve açıkça “Macera aramayın” diyerek tehdit ediyordu.

Bu üslup mitinglerde farklı cümleler kurarak devam etti. Örneğin Erdoğan’ın bir aydır devam eden mitinglerin en başarılısı sayılabilecek olan Erzurum’da ifade ettikleri bu anlamıyla önemli. Kendi tabanına yine mesajları vardı. Açıkça “Ben gidersem kazanılan her şey gider” derken bu söylemi, tabanın CHP alerjisini tetikleyerek güçlendiriyordu.

Erdoğan’ın seçim taktiğinin baştan beri böyle bir söyleme oturmadığı açık. Hatta aklından bile geçmiyor olabilir. Ama anlaşılan o ki özellikle Yeniden Refah’la yaşanan sorun ve orada gerçekleşen birikme Erdoğan’a seçim kampanyasını değiştirmek zorunda bırakacak bir boyuta ulaştı.

Artık DEM’in muhalefete verdiği destekten çok Yeniden Refah’ın CHP adaylarına seçimi kazandırma ihtimalinden konuşur oldu. Sorun şu ki tüm bu çıkışlara rağmen Yeniden Refah cenahında bir çözülme yok.  

BİRAZ DAHA BÖLMEK YA DA YENİ MÜTTEFİK

Yerel seçimin rejimin kader çizgisini belirlemede tayin edici olmadığını biliyoruz. Bununla birlikte moral değerler açısından öneminin de altını çizmek lazım. Özelikle İstanbul 2028 seçimlerine doğru ilerlerken muhalefetin bir arada durma eğilimini kuvvetlendirecek sonuçlar üretme şansı var. Anayasa değişikliği ya da erken seçim kartını elinde tutmak isteyen bunun içinde muhalefetin dağılmasını bekleyen Erdoğan için bu durum hiç de iyi bir haber olmaz. O nedenle yerel seçimleri ve özellikle de İstanbul’u almak için her yolu deneyecek. Kendi blokunu firesiz tutsa bile –ki durum şu an itibarıyla öyle değil- kazanması için yeterli oyu toplamayabilir. O koşulda geriye iki yol kalıyor ya tabanda bir araya gelen muhalefeti parçalamanın yolunu bulacak ya da yeni ittifaklar edinecek.

Tanıdığımız Erdoğan bize iki başlığın gerçekleşmesi için uğraşacağını söylüyor. Bu demektir bir yandan “kara propaganda” diğer yandan muhalefet partileri ile istişareyi hızlandırmak olacak. Burada da tezat gözükse de DEM ve İYİP’in tabanı ilk hedef olacak gibi duruyor.

∗∗∗

KÜRT HAREKETİNDEN GELEN ÇAĞRI

Diyarbakır’da yapılan Barış Konferansı’nda DEM Eş Başkanı Hatimoğulları, Demirtaş ve Ahmet Türk’ten gelen “Muhatap Erdoğan” sözleri yerel seçim öncesi gözlerin Kürt hareketine çevrilmesine neden oldu. Bu açıklamaların açık bir ittifak ya da destek çağrısı olduğunu söylemek doğru değil. Ama 2019 ve 2023 seçimlerinden başka bir tutuma işaret ettiği gerçeği ise ortada. Kürt hareketinin önemli isimlerinden gelen çağrıların seçime nasıl bir etki göstereceğini kestirmek zor. Bununla birlikte Kürt seçmen tavrını belirleyecek olan sadece bu açıklamalar değil, Erdoğan’ın bunlara vereceği yanıt olduğunu geçmiş deneyimlerinden biliyoruz. Irak, Suriye, İsrail hattında yaşananlar Türkiye’nin konuya ilgisi ve heyetlerin ABD ziyareti seçime yetişmezse bile yeni bir hamle için gözlerin bir kez daha Erdoğan’a çevrilmesine neden oldu.

(Birgün)