1 Nisan 2024 Pazartesi

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 1 NİSAN 2024 -

 

Erdoğan için ihtar vakti(Barış Terkoğlu)

Kurak toprakta çiçek yetişmez sanırsın. Oysa çatlamış toprakta bekleyen tohum, başını kaldırmak için gökteki damlayı bekler.

Projeyi AKP’nin ağır toplarından Mustafa Şentop açıklamıştı. Birkaç gün önce, 31 Mart’ı nasıl gördüklerini anlatmıştı: “Bu seçimle beraber Türkiye’de bir dönem kapanacak. Ne olacak? Yeni sistemle beraber 2018 seçimlerinden sonra başlatmış olduğumuz süreç Türkiye’de yerleşmiş olacak.”

Seçimi AKP kazansaydı varacakları sonuç buydu. Mart seçimlerini mayısın devamı olarak görüyorlardı. 2017’de başlayan başkanlık rejiminin oturduğunu, halkın sistemi kabullendiğini söyleyeceklerdi. Hatta daha da ileri gideceklerdi.

Rejimin niteliği dahil ne çok şeyi tartışacaklardı... Yeni anayasa yapılacak, sistemin temel taşları yeniden döşenecekti. Erdoğan iktidarının sonsuzluğunun dört yıla yayılmış resmi çizilmeye başlanacaktı.

Ancak...

31 Mart seçimleri Erdoğan’ın iktidarına vurulmuş en büyük darbe oldu. Halk, sadece 10 ay önce ülkeyi düze çıkarmak için bütün yetkileri isteyen Erdoğan’a, 10 ay sonra “Hayır” dedi.

Mesele 10 aday, 20 bölge, 30 şehir meselesi değil. Ülkenin kırmızıya boyanmış haritası bize halkın bir karar verdiğini söylüyor. Halk; boşalan cebinin, kaynamayan tenceresinin, karartılan geleceğinin hesabını kesmeye karar verdi. Kendisine en yakın, en görünür protesto tercihini yaptı. Hemen her bölgede “Erdoğan’a dur” diyeceği seçeneklere yöneldi.

'TOPAL ÖRDEK' ERDOĞAN

Evet, cumhurbaşkanı o. Bakanlar Kurulu onun dudaklarının ucunda. Orduyu, polisi, bürokrasiyi o belirliyor. Ülkenin ekonomisini, siyasetini hatta sporunu o şekillendiriyor.

Ama Erdoğan artık kelimenin tam anlamıyla “topal ördek”. İfade, ABD başkanlarının kongreyi kaybettiği, haliyle sistem içindeki itiraz nedeniyle bir bacağının kısa kaldığı durumu anlatıyor.

Benzerliğin ise bir nedeni var. Türkiye’de son yıllarda sistemde kritik bir değişim oldu. İstiklal Savaşı döneminde başkomutanını konuşarak seçmiş, toprak kanunlarını tartışarak yazmış Meclis işlevsizleşti. Erdoğan’ın elinde bir aparata dönüştü. Siyasetçilere devlet dersi veren bürokrasi piyonlaştı. Kurumlar geleneklerinden, kurallı işleyişten arındırıldı. Yargı, anayasayı bile tanımayacak kadar emir eri haline geldi. Haliyle, böyle bir işlevi olmadığı halde, sistemin içindeki tek itiraz noktası yerel idareler haline geldi. Halk da Erdoğan’a 10 ay sonra bu itiraz noktası üzerinden net, açık, anlaşılır bir mesaj verdi. Her şeyi yönetmeye muktedir görünen Erdoğan’ın altındaki halıyı çekip aldı. Onu 10 ayda “istenmeyen adam” haline getirdi. Kaybeden sadece Murat Kurum, Turgut Altınok ya da Hamza Dağ değil. Erdoğan’ın kendisi, yönetme şekli, hesap vermezliği, sorumsuzluğu kaybetti.

ERDOĞAN BİR KARAR VERECEK

Artık ortada çok somut bir mesele var. Sandık başındayken, “Dört yıl seçim yok” diyerek 2028’e kadar önünün dümdüz olduğunu söyleyen yorgun Erdoğan, Türkiye’yi bu şekilde yönetemez.

Önünde iki seçenek var...

Ya kendisini bu noktaya taşıyan siyasette ısrar edecek. Su kaçıran musluğu daha da sıkarak contayı tamir ettiğini sanacak. Yaşadığı çöküşü ülke için yıkıma çevirecek.

Ya da halkın attığı yumruktan ders çıkaracak. Kendisine “Yeter!” diyen mesajı alacak. Sistemi artık kendi üzerine kurmaktan vazgeçecek. Elbette bu kaybın bedelini MHP’ye de ödetecek. Cumhur İttifakı ile gideceği yolun sonuna geldiğini görecek.

Halk yalnız iktidara değil muhalefete de bir mesaj verdi...

Bu sonuçlar, 10 ay önceki seçim sonuçlarından geleceğe yönelik büyük yenilgi çıkarmaya çalışan muhalefetin bir kesiminin de tasfiyesini hazırlıyor. Onlar için de deniz bitti.

28 Mayıs gecesi sandığa giden yüzde 48, eskisi gibi yönetilmek istemiyordu. Yüzde 52’nin önemli bölümü ise eskiden hoşnutsuz olsa da yeni bir düzene güvensizlik duyuyordu. 10 ay boyunca Türkiye’de birikmiş enerji yok edilmeye çalışıldı. Yan yana gelmiş kitleler parçalanarak Türkiye muhalefetsiz bırakılmak istendi. Ancak dün gece en büyük muhalefetin halkın kendisi olduğu bir kez daha görüldü. En beklenmedik anda sahneye çıkan halk, Türk siyasetine yeni bir yol açtı.

Şimdi fısıltıyla söyleneni duymak, karmaşık olanı anlamak, gözden kaçanı görmek zamanı. Umut hep halkın kendisiydi. Halk kendi umudunu kendi doğurdu. Toprağa düşen damla bilsin, o mavi gökten boşuna vazgeçmedin.

Ertesi gün...(Ergin Yıldızoğlu)

Siyasi analistler, gözlemciler, bir taraftan bu yerel seçimlerin özellikle üç büyük kentteki olası sonuçlarının ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlardı; diğer taraftan da partilerin seçim kampanyaları boyunca seçmenin yorgun, siyasete ilginin zayıf olduğunu söylüyorlardı.

İLGİNÇ BİR PARADOKS

Seçimler tüm Türkiye’de yapılıyordu ama ekonomik, kültürel, siyasi sonuçlarının olası etkileri açısından İstanbul, Ankara, İzmir seçimlerinin sonuçları, ülkede iktidarın ve muhalefetin geleceği üzerinde belirleyici olacaktı. Seçimlere giderken 22 yıllık AKP iktidarı altında yoksulluk, işsizlik dayanılmaz düzeylere yükselmişti, ekonominin talep tarafında belirleyici olan orta sınıfın çökmekte olduğundan söz ediliyordu. Arz tarafında, sanayide durgunluk, iç talep, üretim hatta ihracat açısından büyük önem sahip dış kaynak akışında da bir tıkanıklık yaşanıyordu. Enflasyon ve faizler birlikte yükseliyor; TL, döviz piyasalarında zayıflamaya devam ediyordu. Toplumsal istikrara, adalete, hatta halk sağlığına, eğitime ilişkin beklentilerde kötümserlik ağır basıyordu. Toplumdaki kültürel kutuplaşmanın derinliğinin, katılığının hemen herkes farkındaydı. 

Bu “durum” içinde oluşan “seçimler çok önemli ama seçmen ilgisiz!” gibi bir paradoksu ideolojik ve pratik iki etken arasındaki diyalektik ilişki üretiyordu.

İdeolojik etken Toplumdaki derin kutuplaşmayla, siyasal İslamın gittikçe daha geniş toplum kesimlerini etkisi altına almaya devam eden kültürel hegemonyasıyla ilgiliydi. Hegemonya yalnızca rıza almaya değil aynı zamanda bir şiddet uygulama kapasitesinin varlığına ilişkindir. Rıza, başka etkenlerin yanı sıra “egemenin egemenliğini normalleştiren” bir algıyla birlikte gelişir. İdeolojik şiddet ise günlük yaşamın, mikro ilişkilerinin içinde aşağılanma, susturulma, dışlanma olasılığına (korkusuna) ilişkindir. Gittikçe yayılan bu kültürel hegemonya içinde seçmen, ya kararını yukardaki etkenlere rağmen daha baştan vermiş oy verme anına kadar süreçten kopmuştur. Ya da seçmenin gözünde, muhalefetle iktidar arasındaki “farklar” artık belirsizleşmiş, seçmen tartışmalara, politikaya ilgisini kaybetmiştir. Oyunu, ya birinci durumun etkenin altında gidip verecektir ya da sandığa gitmeye bile istekli değildir. 

Pratik etken beklentilere ve umuda ilişkindi. Yukarıda kısaca özetlediğimi zor ekonomik toplumsal koşullar içinde seçmen, oy istemek için karşısına gelen partiler (aktörler) yelpazesine bakınca “durumun”, hele bir yerel seçimlerde, değişeceğine yönelik olumlu bir beklenti geliştiremiyordu. Dahası, iktidardakinin farklı şeyler yaparak sıkıntılarını hafifleteceğine, muhalefetin vaatlerini gerçekleştirecek, fark yaratacak güce sahip olduğuna inanmıyordu. Böylece var olan “durumdan” çıkışa ilişkin bir umut bulamayınca seçim sürecine, hatta siyasete ilgisini kaybediyordu. 

Bu ideolojik ve pratik etkenler hem birbirlerini hem “süreç olarak faşizmin” gelişmesine uygun koşulları besliyorlardı. Diğer taraftan, bu ideolojik-pratik diyalektiği, karşımıza siyasal İslamın kültürel hegemonyasının hem bir sonucu hem de onu yeniden üreten koşullar olarak çıkıyor.

ERTESİ GÜN

Ekonomistlere göre seçimlerden sonra ülkeyi çok derin bir ekonomik kriz bekliyor. Bu öngörü gerçekleşir, çare olarak önerdikleri önlemler alınır hele ekonomiyi bir “IMF paketi” yönetmeye başlarsa krizin tüm yükü zaten ezilmekte olan alt ve orta sınıfların sırtına yüklenecek, rejime olan güvensizlik öfkeye dönüşmeye başlayacaktır. Bu koşullarda siyasal İslamın rejimi, fiziki ve simgesel şiddeti artırarak normatifrasyonel hukukun, yargı sürecinin sınırlamalarından tamamen kurtulmak isteyecektir. Kapitalist sınıf siyasal İslamın devletinin hışmına uğrama korkusuyla ve de “Yönetici seçkinleri satın alarak yaşamaya devam ederim” anlayışıyla, “süreç olarak faşizm”in hızlanmasına uyum sağlamaya çalışacaktır. İşte bu yüzden “Görevimiz tehlike!” diyordum. (26/02)

Diğer taraftan, rejimi değiştirme düşüncesini artık terk etmiş ana akım muhalefetin “Artık dört yıl seçim yok!” rahatlığına sığınma, Kürt siyasi hareketinin rejimle uzlaşma arayışının güçlenme olasılığı da yüksektir. Böyle gelişmeler karşısında sosyalist harekete güçlü bir birlik ve direniş hattı yaratma görevi düşmüyor mu?

CHP ulusal birliği sağladı, saray çöktü(Işık Kansu)

Yerel seçim sonuçlarının partilere göre dağılımını şöyle yorumlayabiliriz:

CHP:

Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi ile Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren, TBMM’yi kuran ulusal birliğin köküne dayanan CHP, yaklaşık 100 yıl sonra bir kez daha, özellikle büyük kentlerde emperyalizmin yeni masalı küreselleşme ile birlikte siyasetin temeli yapılmaya kalkınan etnik, mezhep vb. ayrışımları “Türkiye ittifakı” söyleminde eriterek toplumsal kaynaşmayı seçimlerle sağlamış oldu.

Yıllardır yürüttüğü sağcılaşma ve sağcı partilere ana kucağı olma siyasasından kopuş ile birlikte, akıllı ve bilinçli bir çizgiyle ulusal bütünlüğü sağlayan siyasal örgüt, dolayısıyla ülkeyi tek başına yönetecek bir iktidar seçeneği olduğunu kanıtladı.

Özellikle daha önce kendisinde olan büyük kentlere yenilerini ekleyerek önemli bir seçim başarısı elde eden CHP, bu yurttaş desteğiyle, bir tür meşruti monarşi anlamına gelen Saray sistemi yerine laik, demokratik, sosyal hukuk devletine dönüş için gerekli güvenoyunu almış bulunuyor. Hem de yakın geçmişte olduğu gibi, kendisini orasından burasından çekiştiren, ödün vermeye zorlayan, kıymeti kendinden menkul kimi sağ siyasetçilere boyun eğmeden, kendi tarihsel gerçekliğinden ve tabanından kopmadan bu aşamaya varmış bulunuyor.

Başarı, yıllardır sığlaştırılmış ve belli bir oranda tıkanıp kalmış olan partide değişim ve dönüşümü tarihsel bilinçle gerçekleştiren CHP tabanına ve onların inanarak önder yaptıkları Özgür Özel’e aittir.

CHP, artık gerçekten Saray’daki AKP’linin ve onun yarattığı gericiliğin ve yoksulluğun karşısında tek başına, iktidarı almaya hazır ana muhalefet partisidir.

Bir tek koşulla: Yerel yönetimleri kazanan CHP’liler, yurttaştan aldıkları emanete hıyanet etmeyip canla başla çalışırlarsa...

AKP:

Seçimden bir gün önce Saray’daki AKP’linin ense tıraşını göreceğimizi dile getirmiştik. Öyle de oldu. Ense tıraşını gördük. 14 Mayıs 2023 seçimlerinin hemen ertesi günü gazetemiz Cumhuriyet, AKP aldığı yüzde 36.30’lu oy oranı ile birinci parti olmasını Erdoğan kaybetti”, 28 Mayıs cumhurbaşkanı seçimini de “Kaybederek kazandı” manşeti ile vermiştik. Bu iki manşet de kimi çevrelerde yadırgandı. Oysa tarihsel ve siyasal açıdan her iki manşet de doğruydu. Erdoğan ve partisi, her iki seçimi de en batısından en doğusuna büyük kentlerde seçimi yitirmişti. Kentli seçmen Saray rejimini istemiyordu. Sonuçlar, AKP’nin yerel seçimlerde de beklentisinin boşa çıkması büyük olasılıktı. Ve dünkü sonuçlara göre öyle de oldu.

AKP’nin, “Bizi bırakma” diye yalvaran ortağının koltuk değnekleriyle yürüttüğü çağla, demokrasiyle ve ülkenin kuruluş felsefesi ile uyuşmayan antidemokratik sistem çökmüştür. Ekonomist olduğunu söyleyen imam-reisin yarattığı yolsuzluk ve yoksulluk sonunu getirmiştir. Geri dönüşü olmayan iniş başlamıştır.

Türkiye’nin sağduyulu halkı, kendisini yok sayanlara büyük bir şamar atmıştır.

MHP:

AKP’nin gövdesine sarılarak yaşamayı seçen MHP birkaç ili almayı kendine kazanç saymaya devam edecektir. Geçmişten bu yana birinci partilerin koalisyon ortaklığı ile idare eden bu parti, yakında AKP’yi boşlarsa hiç şaşırmamalı.

İYİ Parti:

Meral Akşener’in partisi için beklenen olmuş, İYİ Parti erimiştir.

DEM Parti:

Güneydoğu’da var olan bir parti olarak yaşayacaktır. Etnikçilik üzerinden ilerleyen siyasal hareketin büyük kentlerde bir anlam ifade etmediği görülmüştür.

YRP:

Erbakan’ın Milli Görüş’ü kendi tabanına dönmüştür.

Özetle; dünkü yerel seçimler, Türk siyasi yaşamında önemli değişimleri doğuracak bir dönüm noktasıdır. 

Emeklilerin kestiği siyasi fatura(Mehmet Ali Güller)

31 Mart 2024 yerel seçimi, emeklilerin iktidara “siyasi fatura” kestiği ve 10 ay sonra “asıl genel seçim bu” dediği bir seçim oldu.

Tabii ben bu analizi gazeteye teslim ettikten sonraki saatlerde iktidar şapkadan bir tavşan çıkarmadıysa!

17.00’DEKİ İLK İŞARET

Saat 17.00 itibarıyla Erdoğan’ın “yol ve dava” arkadaşlarına “Sandığı terk etmeyin” çağrısı yapması ve iktidarın İstanbul adayı Murat Kurum’un “Manipülasyona dikkat edelim” demesi, işlerin iktidar açısından iyi gitmediğinin ilk işaretiydi.

İkinci işaret ise her seçimde hızla iktidarı yüzde 80 bandında gösteren Anadolu Ajansı’nın seçim sonuçlarını açıklamaya bir türlü başlamamasıydı.

Üçüncü işaret ise ilk veriler akmaya başladığında iktidara yakın medyanın İstanbul başta pek çok yerde AKP’yi geride göstermek zorunda kalmasıydı.

AKP’YE NAS VE GAZZE YANITI

10 ay önce yapılan genel seçim sonuçlarının aksine bir sonuç ortaya çıktı. O gün genel seçime yansımayan ekonomik tablo, bugün yerel seçime yansıdı.

Talepleri yerine getirilmeyen ve insanca yaşama çıtasının çok altına mahkûm edilen milyonlarca emekli, iktidara esaslı bir yanıt vermiş oldu.

Seçime damgasını vuran elbette öncelikle ekonomiydi ancak siyasal faktörleri de hele de AKP tabanında önemi olan yeni dış politika gündemini de dikkate almalıyız.

Özellikle AKP’nin Gazze’deki soykırıma karşı uygulamada hiçbir şey yapmaması ve tabanının talebine rağmen İsrail’le ticareti kesmemesi, AKP’de önemli bir oy kaybına neden olmuş görünüyor.

Diğer yandan Erdoğan’ın ekonomik tablo nedeniyle yeniden bir “Amerikan açılımı”na dönmesinin, daha düne kadar 15 Temmuz’un arkasında olduğunu belirttiği adreslerle yakın işbirliğine girmesinin,ABD ve NATO’nun taleplerini yerine getirmesinin, AKP tabanında tepki gördüğü anlaşılıyor.

31 MART’IN SİYASETE YANSIMASI

Peki bu sonuçları nasıl yorumlamalıyız?

1) AKP iktidarının “nas”lı neoliberal ekonomi uygulamasının altında ezilen emekliler başta tüm alt sınıflar, iktidara “siyasi fatura” kesti.

2) Emekliler sadece iktidara yanıt vermekle kalmadı, muhalif bloktan ayrılarak yola çıkan kimi siyasilere de “Emekli ol” uyarısı yaptı. Millet İttifakı içerisindeki partilerin, CHP lokomotifliği olmadığı takdirde, rayların üzerinde kalabilecek potansiyel taşımadığı görüldü.

3) “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır” diyordu Erdoğan. İstanbul’u kaybetti ama devleti “seçim aktörü” haline getirerek Türkiye’yi kazanmayı sürdürebildi. Şimdi ikinci kez İstanbul’u kaybetmesi, artık Türkiye’yi de kaybedeceğinin işaretidir.

4) Seçim AKP açısından da CHP açısından da önemli sonuçlar doğuracaktı. CHP açısından belki erken kurultayı dayatacaktı ama AKP açısından da erken seçim olasılığı taşıyacaktı. Dolayısıyla sonuçları aynı zamanda Türk siyasetinin son 14 yılına damga vuran Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikilisi için de “birlikte” bir yenilgi olarak yorumlayabiliriz. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlık koltuğuna dönme olasılığı kalmadı ve “yasaya göre son seçimim” diyen Erdoğan’ın kucağında, artık bir de meşruiyet sorunu var.

Atatürk diyor ki: “Hükümet millettir ve millet hükümettir.”(Müjdat Gezen)

ASTROFOS

Adamın birine milyonlarca dolar ödeyerek bilet alıp uzaya gönderdiler. Şimdi de AKP’li adaylarla seçim toplantılarına katılıyor. Bu sisteme göre “Herkesin bir fiyatı vardır” ama bu çok pahalı yahu.

TAKİYE...

2020 yılına kadar olan bu 18 yıl çok zor geçti. Bu AKP zihniyeti herkesin kimyasını bozdu. Algılamaları, iftiraları, dünya görüşleri insanı altüst ediyor. Yalanı meslek edinmişler ve o kadar kolay söylüyorlar ki... Sığındıkları liman takiye. İnançları için söyledikleri yalan mubah onlar için. Evliya Çelebi hikâyesi gibi. Çelebi ünlü Seyahatname’sinde Erzurum’u anlatır. Bir yerinde kentin soğuğundan söz ederken “Kışları o kadar soğuk olurmuş ki bir damdan bir dama atlayan kedi havada donmuş, ta bahar gelip havalar ısınınca miyavlayarak yere düşmüş”, bu öyküyü böyle anlatırlar. Yani Evliya Çelebi çok palavracı imiş. Oysa zavallı adam bu hikâyenin sonunda bunun bir latife, yani bir abartılı şaka olarak anlatıldığını vurgular.

Evliya Çelebi, “Erzurum’un soğuğu böyledir” demez. İçinde bulunduğumuz zihniyet ise bu ve bunun gibi meseleleri çarpıtarak “Böyle oldu” der. Muhalefetin bulduğu iyi bir şeyi kendi bulmuş gibi, kendi yaptığı kötü bir şeyi adlı adınca muhalefet yapmış gibi gösterir. Takiye onlar için bir sanattır. Çoğunun aldığı eğitim bunun üzerine kurulmuştur. İnançları adına söylenmiş yalan mubahtır. Bir yalanı ne kadar tekrarlarsan o kadar inandırıcı olur. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in çıkış noktasıdır bu. Çamur at izi kalsın da bunların baş felsefesidir. Korkusuz korkaktırlar. Bu zihniyete teslim olmak acıdır. Ayakta duracağız. Çünkü bu gibi zihniyetlerin sonu olmamıştır. Tarihimize bir bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. Yalancıların hepsi gitti.

SAVAŞ DİNÇEL

Çok güzel ısmarlama bir ceket diktirdim kendime. Terziden aldığım gün giydim. Savaş, ceketi sırtımda gördü: “Ne güzel ceket ulan bu” dedi. Çıkardım sırtımdan, verdim ona. Kısa bir süre sonra ceketi dayısının sırtında gördüm. “Ulan eşek herif, giyilmemiş ceketimi sana verdim, dayına vermişsin” dedim. “Benim ceketim var onun yoktu, verdim” dedi. Aort damarı 8.5 santim olmuştu. Tavan 6 santimetre olunca büyük tehlike diyorlardı doktorlar. Bir gece telefonum çaldı: “Gelsene maç seyredelim” dedi. “Dün gece sendeydim oğlum, bu gece evde olayım” dedim. “Gel lan işte, naz etme, bir Sumru bir de ben varız. Barış (oğlu) az önce evine gitti, gel.” Leyla, “Gidelim” dedi. “Köprü çok yoğundur, ta Etiler’e gideceğiz” dedim. O sırada yeğeni bizim evden çıkmış evine dönüyordu. Leyla cep telefonundan onu aradı. Köprü bomboşmuş. Atladık gittik. Sumru ile Leyla mutfağa geçtiler. Sigara içiyorlar. Savaş’la ben maç izliyoruz. “Kolum yanıyor” dedi ve devam etti: “Bütün vücudum yanıyor Müjdat, ben ölüyorum.” “Ölmüyorsun” dedim. Sumru’ya seslendim. Geldi mutfaktan.

Savaş’ın protez dişi düşmüştü yan tarafına. Bu şakayı sık sık yapardı. “Amaaan yapma şu soğuk şakayı” dedi. “Doktor çağır Sumru” dedim. Kısa sürede doktor ve ambulans geldi. Ama Savaş gitmişti. Kaldırdık hastaneye. Çok uğraştılar ama kurtarılamadı. Can arkadaşım, kardeşten öte ciğerim gitti o gece...

1961 yılı. Arkadaşım Oğuz Demircioğlu bana geldi. Yanında uzun boylu kıvırcık saçlı, sempatik bir genç var. “Bu Savaş” dedi Oğuz. El sıkıştık. Oğuz oyunu yönetecek, Savaş, Yaman, ben oynayacaktık. Moliere’in Sicilyalı adlı komedisi, O ilk birlikte oynadığımız oyundu. Hep yakasının arkasını kaldırırdı. Gömlek de giyse, palto da giyse, ceket de giyse o yaka hep kalkık olurdu. Şimdi ondan daha fazla söz etmek istemiyorum artık. Eziyet ediyorum kendime şu anda. Sonuçta bıraktı gitti işte hepimizi. Sık sık mezarına gidiyorum. Geçenlerde biri Doğan’a (yardımcım, arabamı da o kullanır) sormuş, “Müjdat, Savaş’ın mezarında dua etti mi?” diye. Doğan “Yok, küfür etti” demiş. 

Ben Savaş’ın ölüm gününü hiç hatırlamam. Doğum günü olan 1 Nisan’da, onu kutlarım. Bu akşam Şevket Çoruh’un “Baba Sahne”de Savaş Dinçel ödüllerini dağıtacağız. Ve onu her gün andığımız gibi bugün de anacağız.

Genel seçim havasında büyük başarı, ne bekliyoruz?(Orhan Bursalı)

Büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Yerel seçimler salt yerel seçim olarak görmemek gerekir. Ülkeyi, toplumu her açıdan iflasa sürüklemiş bir iktidarın yarattığı durum, milleti isyan ettirmiştir. Sandıkların genel eğilimi, halkın CHP’yi birinci parti konumuna yükseltmekte olduğunu gösteriyor. Millet İttifakı’nın parçalanmış olmasına rağmen seçmen, sağduyusuyla hareket etmiş ve iktidara kesin bir ders vermek amacıyla en büyük ve güçlü partide CHP’de bütünleşmiştir.

Bunu görememiş diğer Millet İttifakı partileri belki bundan gerekli dersleri çıkarırlar.

Basiretsiz liderin yönettiği İYİ Parti’de en büyük değişiklikler gerçekleşeceğe benziyor.

***

Başa dönersek:

İmamoğlu ve Yavaş büyük rüzgâr estirdiler. Çok başarılı belediyecilik yaptılar. Diğer büyükşehir belediye ve pek çok ilçe yönetimi de paralel başarılarla seçmene büyük güven verdiler: CHP başarabilir.

İmamoğlu ve Yavaş’ı 2019’da aday gösteren Kılıçdaroğlu’nu da burada analım (geçen yılki genel seçimleri burada paranteze alalım, başka bir tartışma).

CHP içindeki değişimi, Özgür Özel’in bence başarılı seçim çalışmasıyla kitlelere güven vermesini analım. Zafer konuşması sade başarılı ve birleştiriciydi.

Seçmen CHP yönetebilir dedi.

Bugünkü tablo, AKP’nin yıkılacak, yıkılmakta olan bir parti görünümü yaratmıştır.

Yönetemeyen AKP ve reisi kaybetmiştir.

Bakanları kaybetmiştir, itibarları kaybetmiştir.

***

CHP, 2028’e yürüyüş meşalesini yaktı.

Belediyelerde kazandığı başarıyı, icraatte de sürdürerek dört yılda büyük bir iktidar dönüşümüne tahvil etmek zorundalar.

CHP yönetimine bu konuda büyük iş düşüyor.

Özgür Özel ve arkadaşları bu yürüyüşün bayraktarlığını yapabileceklerini kanıtladı.

***

Özgür Özel, CHP ve İmamoğlu (Yavaş dahil) yakın geleceği belirleyecekler.

Çok iyi, dikkatli, kapsayıcı, birleştirici, güven verici bir dil ile dört yıl sonrasına bir hazırlık...

***

Peki AKP ne yapabilir?

Reis bir muamma... Tam kestirmek zor.

Bu yolsuzluk ekonomisiyle yol alması mümkün değil.

Kimse bana “Daha otoriter bir rol benimseyecek” demesin.

Millet böyle bir eğilime hayır demiştir.

Buna rağmen daha otoriterliği, ülkemizde tutunabileceğini düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum.

Bu sonuçlarla Erdoğan’ın yeni anayasa tartışması da doğmadan bitmiştir.

AKP gördüğü kırmızı kartı nasıl değerlendirecek merakla bekleyeceğim...  

(Cumhuriyet)


 

Birgün KÖŞEBAŞI - 1 NİSAN 2024 -

 

Örgütlemişler baharı: Siyasal İslamcıların sonbaharı (İbrahim Varlı)

Siyasi tarih mezarlığı kendini yenilmez sanan liderlerle, rejimlerle dolu. Nice nice kudretinden sual olunmaz liderler, aktörler, rejimler aynı kaçınılmaz sonu yaşadı. Hepsi de siyasal rejimlerinin ilelebet süreceğinden emindi. Ancak öyle olmadı, olamazdı. Hepsinin bir siyasi raf ömrü vardı, aksi durum eşyanın doğasına aykırıydı. Güç zehirlenmesi bir bumerang gibi sahiplerine dönebiliyor.

∗∗∗

Siyasal İslamcılar kaybetti. Tıpkı tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika genelinde olduğu gibi. Kaybetme emareleri çok önceden görülmeye başlansa da sancılı geçen yerel seçimler bunun somut teyidi oldu.

Bu zafer tek adam rejiminin bağnaz, otoriter, baskıcı yönetimine karşı on yıllardır direnen kadınların, gençlerin, emekçilerin, doğasına ve yaşam alanlarına sahip çıkanların, laik-seküler-ilerici güçlerin. Yani bir bütün olarak toplumsal muhalefetin.

Parça parça, kent kent, mahalle mahalle ilmek ilmek örülen direnç sayesinde siyasal İslamcı rejim geriletildi. Ülkenin toplumsal, siyasal yaşamına, tarihsel birikimine, ilerici kazanımlarına saldırılara yanıt sandıkta verilmiş oldu.

REJİMİN KALELERİ ÇÖKERKEN

Rejimin devasa propaganda makinelerine, baskı aygıtlarına, devlet/iktidar gücüne rağmen alınan bu sonuçlar köklü kırılmaların habercisi. Rejimin sarsılmaz sanılan kalelerinin çökmesi, iktidar hattında çözülüşü hızlandıracak manivela işlevi görecektir.

Sonuçlar, bundan yirmi iki yıl önce ekonomik krizin etkisi, emperyalist-küresel güçlerin yol vermesiyle işbaşına gelen Siyasal İslamcıların sonunun başlangıcı demek. Ancak her şey bitmiş değil. Bu daha başlangıç.

HİÇ KİMSE YENİLMEZ DEĞİL

Sandık sonuçları otoriter popülist rejimlerin de yenilebileceğini göstermesi açısından önemli. Yereldeki başarıların bu tarz rejimleri nasıl da yerinden ettiğine yakın siyasi tarih tanık.

Yerel siyaset üzerinden ulusal sonuçlar üreten sandık zaferi, bir dalga kıran işlevi görecektir. Bu kazanım uzun vadede siyasetin yeni bir formu için de gereken alanı açtı. 2028 başkanlık seçimi için uzun erimli sonuçlar türetecek.

TÜM ORTADOĞU’DA KAYBETTİLER

“Yerli” ve “milli” siyasal İslamcıların yenilgisi Ortadoğu’daki gelişmelerden bağımsız değil. Bir proje olarak bölge halklarına dayatılan siyasal İslamcılık ve siyasal İslamcılar her yerde kaybetti.

2010’ların başlarında emperyalistlerin, küresel güç merkezlerinin desteğiyle işbaşına gelen ya da politik arenaya çıkan İslamcılar, Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Sudan’da, Suriye’de ve daha pek çok ülkede halkların direncine çarptı. Fas’ta, Cezayir’de hakeza kaderleri aynı oldu.

İhvancılığın tüm türevleri kaybetti. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta En Nahda derken siyasal İslamcılık tüm kol ve uzantılarıyla iflas etti.

Arap Baharı sürecinde, 22 yıllık sürgünün ardından 2011’in başında Bin Ali’nin devrilmesi sonrası ülkeye dönen “Tunus’un Humeyni’si” El-Gannuşi, Haziran 2016’da artık “siyasal İslam’ı terk edeceklerini”, “din artık politikaya rehin olmayacak” sözleriyle dile getirecekti. Gannuşi’nin bu manevrası tüm “ümmet kardeşleri”ne ders niteliğindeydi.

YENİ BİR BAŞLANGIÇ İÇİN

Türkiye dahil tüm Ortadoğu coğrafyasında er ya da geç halklar kazanıyor. Kimi yerlerde bu daha uzun ve sancılı sürse de hiçbir barikat, halkların özgür, eşit, kardeşçe yaşam istediğinin önüne geçemez.

Sandık zaferi bir başlangıç. Ancak hiçbir şey bitmiş değil. Seçim yorgunu, umut yorgunu toplumun üzerindeki toprak kaldırılması yeni bir geleceğin başlangıcı olabilir. Şimdi umudu örgütleme zamanı.

Ankara’da sonuç hayallerin ötesinde(Nurcan Gökdemir)

Yerel seçimlerin kesin olmayan sonuçlarına göre Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı bir kez daha Mansur Yavaş oldu. İlçelerde de üstünlük sağlayan CHP, AKP yönetiminde olan birçok ilçeyi de kazanmayı başardı.

Ankara’yı 1994’den 2017’ye kadar yöneten Melih Gökçek’ten Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunu son seçimde alan Mansur Yavaş seçim yarışına rahat girdi. Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı Mansur Yavaş’ın kazanacağı konusunda aksi görüş dile getiren pek yoktu. Seçimden üç hafta öncesinde rakibi Turgut Altınok’un “havlu attığı” yorumları yapılmaya başlandı. Sonuçta Yavaş, İYİ Parti’nin desteğini çekmesine karşın bir önceki seçime göre oylarını arttırarak yeniden başkan seçildi.

AKP’nin adaylık süreci tartışmalı başlayan ve Yavaş karşısında çok fazla şans tanınmayan adayı Turgut Altınok, “açıkladığı ve gizlediği mal varlığı” ile zaten geride başladığı yarışta tüm iddiasını yitirdi.

Seçim sürecinde en çok merak edilen, ilçelerde yarışın nasıl sonuçlanacağı idi. CHP, Çankaya, Yenimahalle gibi en zorlu seçimlerde bile başka bir partiye kaptırmadığı ilçeler dışında bugüne kadar skorunu en fazla altı ilçeye kadar çıkartabildi. CHP’nin önceli olan SHP, 1989’da altı ilçede belediye başkanlığını kazandı, sonraki süreçte genellikle iki, arada da üç ilçede başkanlık koltuğuna CHP’li isimler oturdu. 2024’te ise ortaya çıkan tablo en iyimser CHP’linin bile hayallerinin ötesinde, Yavaş  kampanya sürecinde çıtayı 15 ilçe olarak belirlemişti. CHP Ankara’daki 16 ilçede başlangıçtan itibaren yarışı önde götürdü.

İYİ PARTİ’DE BÜYÜK HEZİMET

Yavaş’ın beş yıllık başkanlık döneminin çoğu ilçede CHP adaylarına kazandıracak bir tablo oluşturduğu kabul ediliyordu ancak İYİ Parti’nin bu seçimde desteğini çekmesi, destek çekmek bir yana Genel Başkan Meral Akşener’in bizzat Yavaş’ı hedef almasının etkileri merak ediliyordu. Sancılı bir süreç sonunda Millet İttifakı’nı dağıtan, partisinin erimesini önlemek için “özü başına yarışacağını” açıklayan ve ittifak ortağı CHP’ye büyük suçlamalar, eleştiriler yönelten Akşener için ise bu seçim tam bir hezimetle sonuçlandı.

CUMHUR İTTİFAKI’NIN TARİHİ YENİLGİSİ

AKP son yerel seçimde 19 ilçede belediye başkanlıklarını kazanmış, CHP ise Çankaya ve Yenimahalle’ye sadece Elmadağ’ı ekleyebilmişti. AKP, Çamlıdere, Akyurt, Altındağ, Ayaş, Bala, Beypazarı,  Çubuk, Evren, Güdül, Haymana, Kazan, Kalecik, Keçiören, Kızılcahamam, Mamak, Nallıhan, Pursaklar,  Şereflikoçhisar ve Sincan’da çoğu yüzde 50’nin üzerinde oyla kazandığı belediyelerinin büyük bölümünü kaybetti.  Çamlıdere’de bağımsız aday olan Adem Ceylan da AKP’de olan başkanlık koltuğuna oturdu. AKP’nin önde olduğu Sincan, Çubuk, Altındağ, Pursaklar, Akyurt, Evren,  Kızılcahamam ve Bala’da sayım uzun sürdüğü için geç saatlere kadar sonuç elde edilemedi.

MHP de Polatlı ve Gölbaşı’ndaki belediye başkanlıklarını koruyamadı.

CHP ANKARA’DA YEREL İKTİDARDA

Ankara’da en fazla merak edilen ilçelerden biri Çankaya idi. “Gençliği ve Özgür Özel’in avukatı” olması dolayısıyla eleştirilen Hüseyin Can Güner’in CHP’nin geçmişte zaman zaman yüzde 90’ların üzerine çıkan oyuna ulaşıp ulaşamayacağı merakla izlendi. CHP seçmeninin desteği bir miktar azalsa da Hüseyin Can Güner yine Türkiye ortalamasının üzerinde bir oyla başkan seçildi.

CHP’nin Etimesgut için belirlediği sürpriz aday tiyatro sanatçısı Erdal Beşikçioğlu da çok fazla şans tanınmamasına karşın büyük bir oya ulaştı. Beşikçioğlu ile CHP’nin oyları yüzde 50’nin üzerine çıktı. Beşikçioğlu’nun sandıklar açıldığı andan itibaren önde götürdüğü seçimin sayımı da geç saatlere kadar tamamlanmadı. 

CHP, beş yıl sonra yerel iktidarında olduğu üç ilçenin dışında Beypazarı, Nallıhan, Ayaş, Polatlı, Haymana, Gölbaşı, Güdül, Mamak, Şereflikoçhisar, Kazan ve Kalecik’te belediye başkanlığı seçimlerini kazandı.

Etimesgut’un yanısıra Gölbaşı ve Keçiören’de de CHP’nin önde götürdüğü seçimlerin sayımı gece geç saatlere kadar sürdü.

             AKP ve MHP’den CHP’ye geçen bazı belediyeler

DEM PARTİ VE YRP

Sağ kökenli bir politikacı olması dolayısıyla Mansur Yavaş’a karşı aday çıkartma kararlılığını her zeminde dillendiren DEM Parti’nin adayı Gültan Kışanak’ın oyları partinin Türkiye oy ortalamasının altında kaldı. Cezaevinde olması dolayısıyla kampanya yürütemeyen Kışanak’ın oyları yüzde 1’in altında kaldı.

2023 seçimlerinde Cumhur İttifakı içinde yer alan ancak yerel seçimlerinde ittifak dışında kalan Yenden Refah Partisi’nin eski AKP’li Bakan Suat Kılıç’la girdiği yarışta oyu yüzde 3’ün altında kaldı.

1 Nisan bir kıvılcım(Selçuk Candansayar)

Dün akşam ilk sonuçların açıklanmaya başlamasıyla yandaş dışı medyada başlayan hafif şaşkın sevinç bence Türkiye’ye çok iyi geldi. Mayıs 2023’teki derin hayal kırıklığından sonra muhalifler için bu seçim bir kırılma anıydı. İktidarın genel seçimdeki başarısını sürdürerek yerel seçimleri de kazanması durumunda toplumsal muhalefet siyasal alanda çökebilirdi. Bu silkiniş bile tek başına çok önemli. Yerel seçimi de kazanırsa, İstanbul, Ankara’yı yeniden alırsa, RTE’nin artık durdurulamayacağı endişesi dalga dalga yayılmış durumdaydı. “Ya İzmir AKP’ye geçerse” fısıltısını bir kabus gibi yaşayanlar bile vardı.

Bu kaygının yersiz olduğunu söylemek mümkün değil. Bu yüzden 2024 Yerel Seçimleri, gerçekten tarihsel bir seçim olarak görülmeli. Ölü toprağını silkip, ayağa kalkmak için bir fırsat olabilir.

Peki, yalnızca 10 ay önce genel seçimi çok rahat kazanan AKP-MHP ittifakı yerel seçimde nasıl oldu da ağır bir yenilgiye uğradı? Hemen tüm yorumcular ilk sonuçları 1989 yerel seçimlerine benzetiyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde Türkiye genelinde açıklanan sonuçlara göre CHP % 38 oy oranına ulaşmış ve birinci parti olacağa benziyordu.

Herkesin aklında benzer sorular… 10 ayda ne değişti?  Acaba 2023 Genel Seçimi aslında kazanılabilecek bir seçim miydi? Sorunun yalın hali ise şu: İktidar mı kaybetti, muhalefet mi kazandı?

∗∗∗

Önce CHP’den başlanabilir. Sağ partilerle ittifak (Millet İttifakı) bu kez yapılmadı. Hatta İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Bu ittifak çok yanlışmış" diyerek bozdu. Sonuçta Meral Akşener’in partisi çöktü. Deva ve Gelecek partileri zaten “hiç yoktular”. İttifaksız CHP ise daha rahat ve açık oy farkıyla kazandı. İlk elde ittifak siyaseti yanlışmış denilebilir ama yakından bakıldığında durum biraz farklı gibi. CHP’nin yeni kazandığı yerlerde kazanan adaylar arasında MHP kökenli aday sayısı çok. Ankara’ya bakalım; Açık ara farkla kazanan Mansur Yavaş ile ikinci olan Turgut Altınok MHP kökenli. İkisinin toplam oyu % 92. Vedat Dalokay’ın, Murat Karayalçın’ın yönettiği bir Ankara vardı bir zamanlar.

Başarısının hakkını verelim, ben bu yazıyı yazarken Özgür Özel konuşma yapıyor ve “artık CHP herkesin partisi oldu” diyor. Her siyasi görüşten vatandaşın partisi oldu mu demek istiyor? CHP, “Ortanın azıcık sağında” bir siyasi parti olacağa benziyor diyebilir miyiz? Zaman gösterecek.

Yerel seçimin ilk sonuçları bana göre toplumun yönetme gücünü merkez ve yerel olarak ikiye bölmek zorunda kaldığının kanıtı. Denge denetleme mekanizmalarının yok edildiği bir ortamda merkezi iktidarın gücünü sınırlamak, yereli muhalefete vererek merkezi denetlemek istiyor. İktidar gücünü ikiye bölmesinin asli nedeni ise ne iktidara ne de muhalefete gerçek anlamda güven(e)memesi. Uzun süredir iktidarın toplumun genel yararını gözetmediğinin farkında. Ama iktidarın şiddeti karşısındaki savunmasızlığı ona doğrudan karşı çıkmasını engelliyor. Muhalefete ise hiç güvenmiyor. Güvensizliğinin en temel nedeni de iktidarın hışmından toplumu koruyup, koruyamayacağı kaygısı.

Toplum, 2015 Genel Seçimi’nden bu yana “RTE kazanırsa daha da sertleşir, kaybederse iktidarı bırakmaz” açmazına terk edilmiş durumda. Bu halin en büyük, belki de tek sorumlusu ise muhalefet. Bu yüzden de gönül rahatlığıyla güvenemiyor bir türlü.

∗∗∗

Şimdi 10 ay içinde merkezi RTE’ye, yereli ise muhalefete teslim ederek iktidar gücünü ikiye böldü ve önümüzdeki dönemdeki performanslara bakacak. Hep RTE mi yapacak bölücülüğü? Bu kez de toplum yaptı bölme işlemini.

Yine de dinci-gerici bir iktidardansa popülist sağ ama görece laik bir muhalefete yerel yönetimleri teslim etmesi çok önemli. Yeniden Refah Partisi’nin aldığı oy ise, toplumun dinci bir partiye verdiği güçle çizdiği sınırın göstergesine benziyor. İddialı bulunabilir ama üç-dört puan da çözülüp ANAP’ın kaderini paylaşacak bir AKP’den geldi diyelim, yine de çeyrek yüzyıllık dinci söylemin o kadar da taraftar toplayamadığını söylemek mümkün görünüyor.

∗∗∗

Önümüzdeki dönemde sağcılaşmış ama dincileşmek de istemeyen bir toplumda yaşayacağız gibi görünüyor.

Böylesi bir Türkiye’de Hozat ve Saratlı’yı kazanan SOL Parti için ödev ve sorumluluk ise çok ama çok büyük. Biz de Fatsa’dan sonra bir kez daha yola çıkıyoruz. Bir turistik sosyalizm performansı için değil, bir kıvılcım yakmak için…

(BİRGÜN)

Evrensel KÖŞEBAŞI - 1 NİSAN 2024 -

 

Bu daha başlangıç(Nuray Sancar)

En yakın rakibi İBB Başkanı’nın yaptığı tatilleri hesaplayan, çalışmayan otobüs mizansenleri hazırlayan, para sayma görüntülerini tekrar tekrar servis eden, CHP’nin eski genel başkanını yenisiyle birbirine düşürmek için onun adına sahte afişler astıran, Kürt oylarını taşımalı-devşirme seçmenlerle bastırmaya çalışan AKP, yerel seçimi büyük bir kayıpla kapatmış bulunuyor. Neredeyse ‘iki partili’ sistem üzerinden işleyen Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerel seçimlerdeki hezimetinin nedenleri üzerine birçok şey söylenebilir.

En kestirmeden, açlık sınırında yaşamaya alıştırılmaya çalışılan halkın artık hayali düşmanlara, olmayan savaş haline karnının tok olduğu söylenebilir. Büyük şirketlere işsizlik fonunu, devlet hazinesini bol keseden dağıtırken emekliye ‘para yok’ diye kestirip atmanın, ne ‘verirsek verelim anında eriyor’ o yüzden vermeyeceğiz demenin bir bedeli olacaktı elbette.

Genel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmemişken önceki ekonomi politikasını temyiz eden Erdoğan yönetimi, ülkeyi ve nüfusu devasa bir borç içen soktu. Bu borçluluk yükü iki yakayı bir araya getirememekle sınırlı değil kuşkusuz. ‘Göklerden gelen bir karar’la seçilmiş olduklarına inanan AKP kadrolarının ve reisinin adaletsizliğe ne kadar katlanırlarsa katlansınlar halkı faizi bitmeyen bir manevi borca da soktuğunu eklemek gerekir. Din, aile, millet, vatan, beka sayelerinde emin ellerdeydi; bu yollarda beraber yürünecekti.

Bu hikayenin alıcı kitlesi büyük ölçüde çözüldü. Her sözünün karar ya da kararname haline geldiği, siyaseten canının istediğini istediği sürece hapse tıkabilen tek adam yönetiminin adaletsizliğini şimdilik gücünün yettiği tek araçla, o bir tek oyuyla protesto eden ‘seçmen kitlesi’ bu rejime karşı aşağıdan kendi koalisyonunu kurarak dur demek istediğini gösterdi. Bu seçimin manifestosu giderek daha baskıcı olan tek adam rejimini, rejimin kurallarına göre oynayarak halk inisiyatifinin bir denge-denetleme faktörü olarak kendisini ortaya koyması olmuştur. Bu inisiyatifi önümüzdeki süreçte güçlendirerek kullanmak isteyeceğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü iktidar partisinin seçim hezimeti; örgütlenmek istedikleri için biber gazına maruz kalan işçilerin, ek zam isteyen emekçilerin ve emeklilerin, özel okul öğretmenlerinin, bağrına taş, sabrına sabır katanın, İliç katliamından, çocuk tacizlerinden canı yananların, depremde ihanete uğrayanların birikmiş tepkisinde mayalanıp gelmiş sayılır.

CHP elindeki büyük şehir belediyelerine yenilerini ekledi. Bazı iller ve ilçelerde beklenmedik sonuçlar alarak AKP saltanatını da sarstı. Ancak bu sonucu sadece ana muhalefet partisinin zaferi olarak görmek doğru olmaz. Tek adam yönetiminin bir plebisite çevirdiği ve 20 yıldır neredeyse her sene kendisini oylatan ve meşruiyetini seçim sonuçlarına dayandıran bir iktidarı geriletmek için birleşme ihtiyacı duyan halkın sessiz konsensusunun bir ürünüdür bu sonuç. Bu seçim İYİP’i iyice geriletmiş, Hüdapar’ı anlamsızlaştırmış, İsrail’le ticaret yapmaya devam eden AKP’nin ideolojisine hala bağlı kesimleri de ‘İncirlik kapatılsın, İsrail’le ticari ilişkiler kesilsin’ diyen YRP ile terbiye etmeye sevk etmiştir.

İktidarın, sayısız siyasetçisini ve eski eş genel başkanlarını tutuklayarak sindirmeye çalıştığı, belediyelerine kayyum atanarak seçmenlerinin iradesi çiğnenen Dem Parti de bu seçimin kazananıdır. Her türlü oyuna, şiddete, hileye rağmen kayyum düzenini sarsan Kürt inisiyatifi İstanbul Büyük Şehir Belediyesini rantçı-talancı partiye kaptırmamak için de gerekli feraseti göstermiştir.

ASIL GERİLİM

AKP bu noktaya adım adım geldi aslında ve genel seçimlerdeki gidişat ve bu partiyi yeniden iktidara getirmesine rağmen oyların düşmesi olarak alınan sonuç, dün yaşanan seçimlerle teyit edilmiş oldu. Toplumda biriken ne kadar gerilim varsa, AKP’nin yarattığı ve ‘algı’ düzeylerini zorlayarak inşa ettiği bütün yapay gerilimlerin, halkı kutuplaştırmak için boca ettiği propaganda ve iletişim materyallerinin hepsinin bu partinin ve rejiminin üzerine boşalmaya başlamasının başlangıcı genel seçimlerdir. Bu bir yıllık süreçte işçi eve emekçilerin ortaklaşan talepleri tek adam rejiminin yapay gerilimlerini kuşkusuz daha çok aşındırdı. Kültürel yarıklar açarak birbirine düşmanlaştırma siyaseti iktidarla emekçiler arasındaki asıl gerilim kaynağını berraklaştırdı.Bu süreç derinleştirecektir. Çünkü daha başlangıçtır. 

  Kaybettikleri yalnızca belediyeler değil (Hakkı Özdal)

1989 yerel seçimleri, 6 yıllık hegemonik ANAP iktidarının, emeğe yoğun saldırılar ve yüksek enflasyonla derinleşen bölüşüm şoku koşullarında gerçekleşmiş ve 12 Eylül rejiminin partisi ANAP ile lideri Turgut Özal ağır bir yenilgi almıştı. Özal bu seçimden sonra kendisini Çankaya’ya atmanın bir yolunu buldu ama hemen iki yıl sonra 1991’de yapılan erken seçim ile 8 yıllık ANAP iktidarı sona erdi. ANAP da giderek küçülen bir merkez partisi olarak, sonunda bir tabela partisi haline geleceği yıkıcı yolculuğa başlamış oldu. Yakın tarihte, bir ‘yerel seçim’in genel siyaseti kalıcı şekilde etkilediği, sermaye ve devlet de dahil tüm egemen aktörlerin yeni pozisyonlar ve arayışlar içine girmek zorunda kaldığı müstesna bir seçimdir. Aradaki 90’lı yıllarda yaşananlar AKP rejimi ile nihayetlenen bir kısır döngü olsa da Türkiye’de merkez siyasetin tüm aktörleriyle dönüşümü 89 yerel seçimlerinin ardından olmuştur.

31 Mart 2024 yerel seçimleri de, Türkiye’de 2002’de başlayan bir baskın politik dönemin sonuna gelindiğine dair artık üstü örtülemez bir işaret veriyor. Ortaya çıkan tablo Türkiye siyasetini, onun başlıca aktörlerini, kurumlarını ve hatta ittifaklarını değiştirecektir. Bunun nedeni ‘kazananlar’ yerel yönetimleri kazanmış olsa bile ‘kaybeden’lerin yalnızca belediyeleri kaybetmediğidir. Saray ve sözcüleri, 31 Mart’ı bir yerel seçim çerçevesine indirgemek, önemsizleştirmek için çaba gösterecektir elbette. Ama nasıl devasa devlet olanakları ve kirli propaganda bu tabloyu -bırakın değiştirmeyi biraz olsun yumuşatmaya bile- yetmediyse, yenilgiyi küçültme çabaları da akim kalacaktır. Yenilgi, öncü sonuçlarından bazılarını bizzat iktidar unsurlarında verecek, tereddütleri, çözülmeleri, yeni arayışları hızlandıracaktır.

Şunu söylemek gerekir ki özellikle 7 Haziran 2015 seçiminden itibaren kurulan her sandık, ister yerel seçim isterse referandum sandığı olsun, ülke ölçeğinde bir siyasal kamplaşma ve hesaplaşmanın alanı oldu. Bu, Erdoğan ve rejiminin bir tercihi ve dayatmasıydı. “Beka” söylemiyle sembolleşen strateji, sandık ne olursa olsun Erdoğan ve onun şahsında somutlaşan rejimin bir güven oylamasına  dönüştürüldü. Bugüne kadar ortaya çıkan sonuçlarda da bu stratejinin etkisi vardı. Ancak 2017 referandumundan başlayarak, AKP-MHP ittifakının tüm büyükşehirlerle birlikte İstanbul’da da gerilediği ve esasen 2015’in ‘tekrar seçimi’ 1 Kasım’dan itibaren AKP’nin bir daha burada tek başına seçim kazanamadığı görüldü. Mottosu “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” olan Erdoğan, İstanbul ve diğer büyükşehirlerdeki kayıplarını Anadolu’da yoğunlaşan oylarıyla bir süre telafi edebildi.

Bu düzeneğin sonuna geldiğimiz seçim ise 31 Mart 2024 yerel seçimi oldu. Yüksek enflasyon ve düşük ücret dayatmalarıyla artan yoksulluk ve uçuruma dönüşen gelir eşitsizliği; Mehmet Şimşek idaresindeki ‘rasyonel ekonomi’ programının sahte vaatlerinin gerçekte ne anlama geldiğinin çarçabuk ortaya çıkması; buna karşın Erdoğan’ın tüm emekçileri ve emeklileri yıpratan süreci açıktan sahiplenmesi, AKP’nin kitle bağlarını iyiden iyiye ve ülke ölçeğinde yıpratmış oldu.

İktidar ve müttefikleri açısından bundan sonrası, bu ağır tablonun nereye evrileceği konusunda, önemli bir bölümü kendi iradelerinin dışında gelişmesi muhtemel olan süreci yönetmeye çalışmak olacaktır. Başta rejimin küçük siyasi ortağı MHP-Bahçeli olmak üzere, iktidarı oluşturan unsurların tümünde hem içe dönük tartışma ve hesaplaşmalar hem de “kendi başının çaresine bakma” eğilimlerinin ortaya çıkması muhtemeldir. Erdoğan’ın bir dönem daha başkanlık yapmasına ilişkin dayatmalar da bu tablo karşısında yok hükmünde kalacak, hatta genel siyasi tablonun bu seçimde ortaya çıkan tabloyla arasındaki asimetriyi 2028’den önce gidermek ihtiyacı ortaya çıkabilecektir.

En genel değerlendirmeyle, sermaye düzeninin 2002’den beri türlü dalgalanmalarla süren bir sekansı sona ermektedir. Türkiye halkı, özellikle de onun büyükşehirler ve Anadolu kentlerindeki emekçileri, tüm devlet güçleriyle yürütülen ağır propagandaya rağmen gidişatı değiştirecek bir sonucu ortaya çıkarttı. Bundan sonrası, ‘yeni dönem’ ve ‘yeni aktörler’ ile toplumun ve emekçilerin genel çıkarlarının ilişkisini belirleyecek doğrudan mücadelelerin gücüne ve direncine bağlı olacak. Türkiye’nin emekçileri için de yeni bir dönem başladığı söylenebilir.

İktidar açısından ciddi bir ‘meşruiyet’ tartışmasının kapısı açıldı(Fatih Polat)

AKP açısından tek başına iktidarını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, 31 Mart 2024 yerel seçimleri iktidarının ‘meşruiyetinin’ tartışılacağı bir tabloyu açıkça ortaya koydu. Bu yazı yazılırken sandıkların henüz yüzde 50’ye yakını açılmıştı.

CUMHUR İTTİFAKINA ÇOK NET BİR MESAJ

Devlet imkanlarının kelimenin tam anlamıyla iktidar açısından ‘hunharca’ harcandığı, harekete geçirildiği, bakanların AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kurum için sahaya çıktığı bir tablonun ardından ortaya çıkan sonuç, ülke halklarının, emekçilerinin iktidara çok net bir yanıt verdiğini gösteriyor. İstanbul’da İmamoğlu’nun Kurum karşısında kaç puan fark ile kazanacağı bu yazı matbaaya gittiğinde muhtemelen netleşmiş olacak ve pek çok kamuoyu araştırmasının tahmin ettiğinin üzerinde bir sonuç olacak bu.

İMAMOĞLU AÇISINDAN….

Bu sonuçlar, İmamoğlu’nun partisindeki pozisyonunu daha da güçlendirirken önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından da onu en güçlü aday haline getirmiş oldu.

Daha önce güçlü sonuçlar aldığı deprem kentleri dahil pek çok kentte ciddi zayıflama gösteren AKP ve Cumhur İttifakı, ortaya çıkan bu tablo ile artık bir ‘yük’ olarak tarif edilmiş oldu.

Bu sonuçlar, muhalefet cephesi içinde seçimlerin ertesinde bir erken genel seçim tartışmasını da tetikleyecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen haziran ayındaki bir konuşmasında, “31 Mart 2024 yerel seçimleri, tıpkı 30 yıl önceki 1994 seçimleri gibi inşallah belediyecilikte yeni bir milat olacaktır” ifadelerini kullanmıştı. Bu, aslında kendi partisindeki erimenin Milli Görüş’ün mirası için yarışan Yeniden Refah Partisi ile Saadet Partisinde toplanmasının önünü almaya yönelik bir hamleydi. Aynı zamanda da seçmenini konsolide etmeye yönelik bir taktik söylemdi.

94 RUHU ERDOĞAN İÇİN ARTIK BİR NOSTALJİYE DÖNÜŞTÜ

Ortaya çıkan tablo ise Erdoğan’a ‘1994 senin için artık ancak bir nostalji olabilir’ diyor.

Bu sonuçların ortaya çıkmasında son olarak Şimşek programıyla emekçilerin üzerine iyice çöken ve onların nefes almasını bile zorlaştıran yoksullaştırıcı ekonomi politikalarına açık bir tepki olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadar yaygın bir erime ekonomi politikalarının sonuçlarından bağımsız tartışılamaz. Bunun içine, iktidar tarafından yaşamaları bile lüks olarak görülen emeklilerin tepkisini de ekleyin.

KÜRT SEÇMEN KAYYUMU SANDIĞA GÖMDÜ

DEM Partinin aldığı sonuç ise kayyum politikalarına karşı net bir yanıt oluştururken, iktidara ve genel olarak devlete de bir kez daha ‘Boyun eğmiyoruz, irademizi tanıyın’ denmiş oldu.

Tam burada bir parantez açalım. Çoğu zaman olağanüstü halin çeşitli biçimleriyle yönetilen Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölge illerinde partilerin çalışmalarına ek olarak, son 35 yıldır bir de devletin özel bir çalışması var. Bu, devletin güvenlik konseptine bağlı olarak belirli bir mantık etrafından parçalı bir karakter gösteriyor. Temel strateji Kürt siyasi hareketini zayıflatmak üzerine kurulurken, bir il ve ilçede Kürt hareketinin karşısında hangi parti daha güçlü ise, devlet güvenlik personeli ve çeşitli kadrolarıyla oraya güçlendirmek üzere yükleniyor.

Bu gerçeğe ve taşımalı asker, polis oylarına, bu konuda yapılan itirazların çoğu yerde yanıtsız bırakılmasına rağmen, genel tabloda Kürt halkının yanıtının, sesinin duyulması engellenemedi. Kayyumu önden seçmen boyutuyla yürürlüğe koyma girişimleri karşısında da net bir yanıt verildi.

DEPREM BÖLGELERİNDE İKTİDAR ZAYIFLADI

6 Şubat 2023’te gerçekleşen depremlerin ardından yapılan seçimlerde AKP’nin deprem olan illerin önemli bir kısmında güçlü sonuçlar alması çeşitli yönleriyle tartışılmıştı. Ancak daha önceki deprem süreçlerine de bakıldığında ilk anda depremzede bölgelerde, belirli taleplerin yerine getirilme imkanları açısından güçlü olana sarılma refleksi olurken, bu taleplerin karşılanmadığı görüldükçe de bu destek düşüyor. Bu yerel seçimler de bize bunu göstermiş oldu.

Deprem yaşayan illerde AKP’nin oylarında erime görülürken YRP ve CHP’nin oylarında yükselme var. Maraş’ta AKP, depremin ardından gerçekleşen 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 47.72 oy alırken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıkların yüzde 26.49’u açıldığında oyu yüzde 37.73 oranındaydı. YRP, son milletvekili seçimlerinde bu ilde yüzde 5.42 oy alırken, bu yerel seçimde yüzde 26.56 oranındaydı. Depremin ardından 13 ay geçtikten sonra yapılan yerel seçimlerde AKP’deki ciddi erimenin önemli oranda YRP’de toplandığı ancak YRP’nin AKP dışından da oy aldığı dikkati çekiyor. Maraş’ta CHP de 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 16.04 oranında oy alırken, bu seçimlerde 28.67 oranında oy aldı. Dolayısıyla çok açık ki, Kahramanmaraş’ta depremin ilk anında bir beklenti ile iktidara oy veren seçmenin önemli bir bölümü desteğini çekerek, iktidarın karşısındaki partilere doğru kayış gösterdi.

Antep’te de benzer bir tablo var. 14 Mayıs 2023 milletvekili seçimlerinde AKP Antep’te yüzde 44.88 oy alırken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıkların 36.9’u açıldığında AKP’nin oy oranı yüzde 37.28 idi. Yani 7 puandan fazla bir erime söz konusu. YRP, Antep’te 2023 milletvekili seçimlerinde yüzde 4.18 oy alırken, 31 Mart 2024 seçimlerinde, sandıkların yukarıda belirttiğim oranı açılmışken YRP’nin oy oranı yüzde 16.31’di. Antep’te 2023 milletvekili seçimlerinde CHP’nin oyu yüzde 16.3 iken, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde -bu yazı yazılırken- yüzde 30.08 oranındaydı.

Sandıkların tamamı açıldığında bu oranlar kuşkusuz farklılık gösterecektir. Ancak şu ana kadarki veriler de deprem yaşanan kentlerde iktidardaki zayıflamayı gözler önüne sermeye yetiyor. Bu kentlerde YRP ve CHP oylarında değişen oranlarda ve önemli düzeyde bir artış görüyoruz.

Bu seçimler İyi Parti için ise, kendisine ‘Millet İttifakı’ aktörü olarak restorasyon programı etrafında biçilen rolü harcamış olmasının da bir sonucunu yaşattı. İyi Partiye kendisinin dışında biçilmiş olan hikayenin de sonuna doğru gelindi denilebilir.

Bu seçimler Gelecek ve Deva Partisini de artık parti binalarını açık tutmanın maliyetinin bile yük görüleceği bir tablo ile yüz yüze bıraktı.

Karadeniz’de, çok güçlü olduğu kentlerden Kayseri’de bile ciddi erime gösteren bir AKP var artık karşımızda.

Erdoğan ve partisi, o kadar sözden sonra yarından itibaren Şimşek programından nasıl sapacak? Daha önemli soru da şu: Böyle bir sonucun ardından, iktidar o programı uygulanmaya nasıl devam edilecek?

İKİ SINIF AÇISINDAN DA AYRI ANLAMLARI OLAN BİR SONUÇ

Bu tablonun sermaye ve halklar, emekçiler açısından iki farklı tartışmayı derinleştireceği artık nettir. Sermaye, artık Cumhur İttifakının dışında ortaya çıkan yeni tabloyla yürüyeceği yolun etüdünü yaparak öne çıkan siyasi aktörlere kendince bir yön vermeye çalışacaktır. Çıkarları sermaye ile çatışan işçi ve emekçiler açısından da başka bir değişim talebinin daha cesaretle dile getirileceği bir kapının açıldığı nettir. İşçi ve emekçileri politikasının, örgüt çalışmasının merkezine koyanlar açısından ise ortaya çıkan bu tablo ayrıca sorumluluklar yüklüyor.

Üzüm bağlarında jeotermal boruları(Özer Akdemir)

Mart ayının son haftası Manisa Alaşehir’e, Çepeçevre Yaşam çekimleri için gittik. Salihli’den Alaşehir yönüne döndüğümüzde üzüm bağları karşıladı bizleri. Yolun sağı solu sıra sıra hep üzüm bağları ile doluydu. Bulutsuz ve güneşli bir havada, cam gibi berrak bir gökyüzü altında yaptığımız yolculuk manzarası Alaşehir’e yaklaştıkça değişmeye başladı.

Üzüm bağları ile bezeli ovada bize garip gelen bir pus peydahlandı. Karşımızdaki dupduru ova görüntüsü bu pusun ardında silikleşmeye, bulanıklaşmaya durdu. Pus, ovanın ilerisinde belli belirsiz görünen dağların üzerinde gri bir bulut kümesi halinde salınıyordu. Bu garip pusun ve gökyüzünde bölük bölük gördüğümüz gri bulutların sırrını, Alaşehir’in Ayı Dağı’na yaslanmış ilk evleri göründüğünde, Piyadeler köyünün minaresi pusun içinden seçilmeye başladığında çözmüştük...

Üzüm bağlarının içerisinde onlarca gümüş renkli boru dolaşıyor, borular bacasından sürekli duman kusan jeotermal enerji santrallerinin (JES) binalarına sokulup birleşiyordu. Bu JES tesislerinin sadece bacasından değil, her yanından dumanlar fışkırıyordu. Öyle ki ovanın ortasından geçen kara yolunda otomobilimiz ilerlerken bazen tesisler bu dumanların içerisinde kayboluyor, tepelerin yamacına bir top beyaz duman gelip de kurulmuş gibi görünüyordu.

Aydın’ın birçok köyü, kasabasında, hatta kent merkezinin dibinde bu JES’lerle ilgili sorunların haberini yapmış, kentin dört bir yanında topraklarını korumak için direnen köylülerin mücadelelerini izlemiştik. Aydın Ovası son 10-15 yılda kelimenin tam anlamıyla JES’lere karşı bir yaşam savaşı veriyordu. Kentin dağları ise adeta kuvars, feldspat ve kömür madencilerinin istilası altındaydı.

Aydın’daki bu sorunun Manisa Alaşehir’de de bu derece yoğun biçimde yaşandığını açıkçası bu korkunç manzarayı görmeden tam olarak kavrayamadığımızı anladık. O nedenle Ayı Dağı’ndaki antimon madeni girişimi ile ilgili yaptığımız çekimler sonrası “Gelmişken JES'leri de çekelim” diye geldiğimiz Piyadeler köyünden çekim düşüncemizi değiştirerek ayrıldık. Maden çekimlerimizde gün ikindiyi çoktan devirmişti ve bu konu bir-iki saate sığamayacak kadar geniş ve önemliydi bizim için. Bu nedenle Piyadeler ve Alaşehir Ovası’ndaki JES’leri başka bir günü, daha geniş bir şekilde ele alabilmek için çekimlerimizi Piyadeler köyünde sonlandırdık.

Alaşehir çevresindeki JES’lerle ilgili projelere ve bu projelere karşı açılan dava dosyalarına baktım dönüşte. Son birkaç ay içerisinde ovada yapılmak istenen jeotermal kaynak arama ve JES projelerine karşı, özellikle Alaşehir Ziraat Odası tarafından açılan davalarla ilgili haberler yapmıştık. Ne garip ve acı ki, tam da yerel seçimlerden bir hafta önce yaptığımız çekimlerimiz sırasında bölgedeki bu JES’lere kapıyı şimdi Cumhur İttifakının adayı Nejdet Türk’ün açtığını öğrendik.

2012 yılından bu yana Sulama Birliği Başkanı ve Ziraat Odası Başkanı olarak görev yapan Türk, JES’çilere topraklarını ilk satan kişilerden (belki de ilki) imiş. “Alaşehir'i jeotermal su ile ısıtacağız” propagandası eşliğinde JES'lerin ovada kurulmasını ve üzüm bağları arasında borularını döşemesini sağlayan Başkan, birkaç yılda bu tesislerin zararı özellikle bölgenin en önemli gelir kapısı üzüm bağları üzerinde görülmeye başlandığında, tabandaki üreticinin de baskısı ile dün kapı açtığı JES'lere bu sefer oda olarak davalar açmaya başlamış. Yerel seçim çalışmaları sürecinde, bu JES'lerin zararlarını gündeme getirip, kendisinin bu firmalara kapıyı açtığına yönelik eleştirilere ise “Kandırıldım” diye yanıt veriyormuş.

Geçtiğimiz aylarda Alaşehir Ziraat Odasının bu JES projelerinin ÇED olumlu ya da gerekli değildir kararlarına karşı açtığı davalarda Manisa İdare Mahkemesi ve Danıştay bu projelerin ÇED izinlerini ardı ardına iptal etti. Mahkemenin bu kararı vermesinin en önemli dayanağı bölgede yapılan bilirkişi keşiflerinin raporları idi. Raporlarda ne vardı da mahkeme projelerin izinlerini iptal etti? Bilirkişi raporlarında uzmanların uzun uzun sıraladıkları gerekçelerle “Bu JES'lerin buraya yapılmasında doğaya, toprağa veya tarıma bir yarar sağlama durumu bulunmadığı”nın altını çizdikleri bu gerekçelere kısa başlıklarla bakacak olursak;

* Her şeyden önce birinci sınıf tarım toprakları üzerinde, köylerin üzüm bağları ve meralarına, Alaşehir Çayı’nın yanı başına açılmak istenen onlarca kuyu ve ona yakın JES'in yol açacağı sorunları kümülatif olarak değerlendirmek gerekirken, her proje için ayrı ayrı ÇED’ler hazırlanmış, bu JES'lerin etkisi görmezden gelinmiş.

* Jeotermal kaynak sularının yöredeki bitki örtüsüne, canlılara ve tarım sektörüne önemli bir çevresel etkisinin olup olmayacağı, daha sonra açılması planlanan santral ve üretim aşamasının, kısa orta ve uzun vadede yeraltı ve yerüstü her türlü tarım alanlarına vereceği fiziki, kimyasal ve biyolojik zararların olup olmayacağına ilişkin alınacak önlemler bu hazırlanan ÇED’lerde yeterince değerlendirilmemiş.

* Projelerin çevresel etkileri ve etki alanına ilişkin belirlemeler ÇED raporunda tam olarak ortaya konulmamış.

* Jeotermal akışkanların kontrolsüz olarak yüzey üstü su kaynaklarına boşaltılmasından kaynaklanabilecek yüzey ve yeraltı sularının kirlenmesiyle toprak kirlenmesinin olacak, bu durumdan tarımsal alanlar etkilenecek.

* Jeotermal atık suları yüksek miktarlarda tuz, ziraat için zararlı maddeler, fiziksel zehirli maddeler ve su kirliliği yapan maddeler içerebilir.

* Ruhsat alanları, sondaj alanları ve çevreleri dikili tarım arazisi, sondaj alanları ve çevrelerinin tümü tarım dışı kullanımlara çıkarılamayacak mutlak tarım arazisi ve dikili tarım arazisi sınıfında.

Bacalardan havaya verilen gazlar alandaki tarımsal topraklara, sulama sularına ve tarımsal ürünlere zarar verebilir ve bu durum kamunun yararına aykırı.

* Bölgede yapılmış akademik çalışmada, hava kalitesi ölçümleri sonucunda rahatsız edici boyutta H2S (hidrojen sülfür) varlığının tespit edildiği göz önüne alındığında, bölgede gerçekleştirilecek yeni JES projelerinin devamı konusunda karar vermeden önce bütünleşik izleme çalışmalarının yapılması gerekir.

* Çevresel etkileri ile birlikte, iş sağlığı ve güvenliği açısından da risklerin değerlendirilmesi ve analizi eksik.

* ÇED raporlarında jeotermal sularda bulunan kuyu sondajı, deşarjı ve üretim aşamasında açığa çıkacak bazı ağır metal ve çözülmüş minerallerin yeraltı ve yer üstü sularına verecekleri zararlar tam olarak değerlendirilmemiş.

* Sondaj kuyularının tarım arazisinde bulunması nedeniyle bu ağır metaller toprağa, bitkilere ve halk sağlığına zararlar verecek.

*‘Sismik Tehlike Analiz Raporu’na göre proje alanı çok ciddi deprem riski altında...

Bu yazıyı tam da seçimlerin olduğu gün yazıp gönderdim. Alaşehir’de kimin kazanacağı yazının çıktığı gün belli olmuş olacak. Bakalım üzüm bağları JES firmaları tarafından parsellenen, suları kirletilen, yöre köylüleri tarım arazilerinin ortasına kondurulan bu zehirli tesisleri bölgeye ilk sokan kişinin “Kandırıldım” bahanesini kabul edecekler mi, göreceğiz...

(EVRENSEL)