Erdoğan için ihtar vakti(Barış Terkoğlu)
Kurak toprakta çiçek yetişmez sanırsın. Oysa çatlamış toprakta bekleyen tohum, başını kaldırmak için gökteki damlayı bekler.
Projeyi AKP’nin ağır toplarından Mustafa Şentop açıklamıştı. Birkaç gün önce, 31 Mart’ı nasıl gördüklerini anlatmıştı: “Bu seçimle beraber Türkiye’de bir dönem kapanacak. Ne olacak? Yeni sistemle beraber 2018 seçimlerinden sonra başlatmış olduğumuz süreç Türkiye’de yerleşmiş olacak.”
Seçimi AKP kazansaydı varacakları sonuç buydu. Mart seçimlerini mayısın devamı olarak görüyorlardı. 2017’de başlayan başkanlık rejiminin oturduğunu, halkın sistemi kabullendiğini söyleyeceklerdi. Hatta daha da ileri gideceklerdi.
Rejimin niteliği dahil ne çok şeyi tartışacaklardı... Yeni anayasa yapılacak, sistemin temel taşları yeniden döşenecekti. Erdoğan iktidarının sonsuzluğunun dört yıla yayılmış resmi çizilmeye başlanacaktı.
Ancak...
31 Mart seçimleri Erdoğan’ın iktidarına vurulmuş en büyük darbe oldu. Halk, sadece 10 ay önce ülkeyi düze çıkarmak için bütün yetkileri isteyen Erdoğan’a, 10 ay sonra “Hayır” dedi.
Mesele 10 aday, 20 bölge, 30 şehir meselesi değil. Ülkenin kırmızıya boyanmış haritası bize halkın bir karar verdiğini söylüyor. Halk; boşalan cebinin, kaynamayan tenceresinin, karartılan geleceğinin hesabını kesmeye karar verdi. Kendisine en yakın, en görünür protesto tercihini yaptı. Hemen her bölgede “Erdoğan’a dur” diyeceği seçeneklere yöneldi.
'TOPAL ÖRDEK' ERDOĞAN
Evet, cumhurbaşkanı o. Bakanlar Kurulu onun dudaklarının ucunda. Orduyu, polisi, bürokrasiyi o belirliyor. Ülkenin ekonomisini, siyasetini hatta sporunu o şekillendiriyor.
Ama Erdoğan artık kelimenin tam anlamıyla “topal ördek”. İfade, ABD başkanlarının kongreyi kaybettiği, haliyle sistem içindeki itiraz nedeniyle bir bacağının kısa kaldığı durumu anlatıyor.
Benzerliğin ise bir nedeni var. Türkiye’de son yıllarda sistemde kritik bir değişim oldu. İstiklal Savaşı döneminde başkomutanını konuşarak seçmiş, toprak kanunlarını tartışarak yazmış Meclis işlevsizleşti. Erdoğan’ın elinde bir aparata dönüştü. Siyasetçilere devlet dersi veren bürokrasi piyonlaştı. Kurumlar geleneklerinden, kurallı işleyişten arındırıldı. Yargı, anayasayı bile tanımayacak kadar emir eri haline geldi. Haliyle, böyle bir işlevi olmadığı halde, sistemin içindeki tek itiraz noktası yerel idareler haline geldi. Halk da Erdoğan’a 10 ay sonra bu itiraz noktası üzerinden net, açık, anlaşılır bir mesaj verdi. Her şeyi yönetmeye muktedir görünen Erdoğan’ın altındaki halıyı çekip aldı. Onu 10 ayda “istenmeyen adam” haline getirdi. Kaybeden sadece Murat Kurum, Turgut Altınok ya da Hamza Dağ değil. Erdoğan’ın kendisi, yönetme şekli, hesap vermezliği, sorumsuzluğu kaybetti.
ERDOĞAN BİR KARAR VERECEK
Artık ortada çok somut bir mesele var. Sandık başındayken, “Dört yıl seçim yok” diyerek 2028’e kadar önünün dümdüz olduğunu söyleyen yorgun Erdoğan, Türkiye’yi bu şekilde yönetemez.
Önünde iki seçenek var...
Ya kendisini bu noktaya taşıyan siyasette ısrar edecek. Su kaçıran musluğu daha da sıkarak contayı tamir ettiğini sanacak. Yaşadığı çöküşü ülke için yıkıma çevirecek.
Ya da halkın attığı yumruktan ders çıkaracak. Kendisine “Yeter!” diyen mesajı alacak. Sistemi artık kendi üzerine kurmaktan vazgeçecek. Elbette bu kaybın bedelini MHP’ye de ödetecek. Cumhur İttifakı ile gideceği yolun sonuna geldiğini görecek.
Halk yalnız iktidara değil muhalefete de bir mesaj verdi...
Bu sonuçlar, 10 ay önceki seçim sonuçlarından geleceğe yönelik büyük yenilgi çıkarmaya çalışan muhalefetin bir kesiminin de tasfiyesini hazırlıyor. Onlar için de deniz bitti.
28 Mayıs gecesi sandığa giden yüzde 48, eskisi gibi yönetilmek istemiyordu. Yüzde 52’nin önemli bölümü ise eskiden hoşnutsuz olsa da yeni bir düzene güvensizlik duyuyordu. 10 ay boyunca Türkiye’de birikmiş enerji yok edilmeye çalışıldı. Yan yana gelmiş kitleler parçalanarak Türkiye muhalefetsiz bırakılmak istendi. Ancak dün gece en büyük muhalefetin halkın kendisi olduğu bir kez daha görüldü. En beklenmedik anda sahneye çıkan halk, Türk siyasetine yeni bir yol açtı.
Şimdi fısıltıyla söyleneni duymak, karmaşık olanı anlamak, gözden kaçanı görmek zamanı. Umut hep halkın kendisiydi. Halk kendi umudunu kendi doğurdu. Toprağa düşen damla bilsin, o mavi gökten boşuna vazgeçmedin.
Ertesi gün...(Ergin Yıldızoğlu)
Siyasi analistler, gözlemciler, bir taraftan bu yerel seçimlerin özellikle üç büyük kentteki olası sonuçlarının ne kadar önemli olduğunu vurguluyorlardı; diğer taraftan da partilerin seçim kampanyaları boyunca seçmenin yorgun, siyasete ilginin zayıf olduğunu söylüyorlardı.
İLGİNÇ BİR PARADOKS
Seçimler tüm Türkiye’de yapılıyordu ama ekonomik, kültürel, siyasi sonuçlarının olası etkileri açısından İstanbul, Ankara, İzmir seçimlerinin sonuçları, ülkede iktidarın ve muhalefetin geleceği üzerinde belirleyici olacaktı. Seçimlere giderken 22 yıllık AKP iktidarı altında yoksulluk, işsizlik dayanılmaz düzeylere yükselmişti, ekonominin talep tarafında belirleyici olan orta sınıfın çökmekte olduğundan söz ediliyordu. Arz tarafında, sanayide durgunluk, iç talep, üretim hatta ihracat açısından büyük önem sahip dış kaynak akışında da bir tıkanıklık yaşanıyordu. Enflasyon ve faizler birlikte yükseliyor; TL, döviz piyasalarında zayıflamaya devam ediyordu. Toplumsal istikrara, adalete, hatta halk sağlığına, eğitime ilişkin beklentilerde kötümserlik ağır basıyordu. Toplumdaki kültürel kutuplaşmanın derinliğinin, katılığının hemen herkes farkındaydı.
Bu “durum” içinde oluşan “seçimler çok önemli ama seçmen ilgisiz!” gibi bir paradoksu ideolojik ve pratik iki etken arasındaki diyalektik ilişki üretiyordu.
İdeolojik etken Toplumdaki derin kutuplaşmayla, siyasal İslamın gittikçe daha geniş toplum kesimlerini etkisi altına almaya devam eden kültürel hegemonyasıyla ilgiliydi. Hegemonya yalnızca rıza almaya değil aynı zamanda bir şiddet uygulama kapasitesinin varlığına ilişkindir. Rıza, başka etkenlerin yanı sıra “egemenin egemenliğini normalleştiren” bir algıyla birlikte gelişir. İdeolojik şiddet ise günlük yaşamın, mikro ilişkilerinin içinde aşağılanma, susturulma, dışlanma olasılığına (korkusuna) ilişkindir. Gittikçe yayılan bu kültürel hegemonya içinde seçmen, ya kararını yukardaki etkenlere rağmen daha baştan vermiş oy verme anına kadar süreçten kopmuştur. Ya da seçmenin gözünde, muhalefetle iktidar arasındaki “farklar” artık belirsizleşmiş, seçmen tartışmalara, politikaya ilgisini kaybetmiştir. Oyunu, ya birinci durumun etkenin altında gidip verecektir ya da sandığa gitmeye bile istekli değildir.
Pratik etken beklentilere ve umuda ilişkindi. Yukarıda kısaca özetlediğimi zor ekonomik toplumsal koşullar içinde seçmen, oy istemek için karşısına gelen partiler (aktörler) yelpazesine bakınca “durumun”, hele bir yerel seçimlerde, değişeceğine yönelik olumlu bir beklenti geliştiremiyordu. Dahası, iktidardakinin farklı şeyler yaparak sıkıntılarını hafifleteceğine, muhalefetin vaatlerini gerçekleştirecek, fark yaratacak güce sahip olduğuna inanmıyordu. Böylece var olan “durumdan” çıkışa ilişkin bir umut bulamayınca seçim sürecine, hatta siyasete ilgisini kaybediyordu.
Bu ideolojik ve pratik etkenler hem birbirlerini hem “süreç olarak faşizmin” gelişmesine uygun koşulları besliyorlardı. Diğer taraftan, bu ideolojik-pratik diyalektiği, karşımıza siyasal İslamın kültürel hegemonyasının hem bir sonucu hem de onu yeniden üreten koşullar olarak çıkıyor.
ERTESİ GÜN
Ekonomistlere göre seçimlerden sonra ülkeyi çok derin bir ekonomik kriz bekliyor. Bu öngörü gerçekleşir, çare olarak önerdikleri önlemler alınır hele ekonomiyi bir “IMF paketi” yönetmeye başlarsa krizin tüm yükü zaten ezilmekte olan alt ve orta sınıfların sırtına yüklenecek, rejime olan güvensizlik öfkeye dönüşmeye başlayacaktır. Bu koşullarda siyasal İslamın rejimi, fiziki ve simgesel şiddeti artırarak normatifrasyonel hukukun, yargı sürecinin sınırlamalarından tamamen kurtulmak isteyecektir. Kapitalist sınıf siyasal İslamın devletinin hışmına uğrama korkusuyla ve de “Yönetici seçkinleri satın alarak yaşamaya devam ederim” anlayışıyla, “süreç olarak faşizm”in hızlanmasına uyum sağlamaya çalışacaktır. İşte bu yüzden “Görevimiz tehlike!” diyordum. (26/02)
Diğer taraftan, rejimi değiştirme düşüncesini artık terk etmiş ana akım muhalefetin “Artık dört yıl seçim yok!” rahatlığına sığınma, Kürt siyasi hareketinin rejimle uzlaşma arayışının güçlenme olasılığı da yüksektir. Böyle gelişmeler karşısında sosyalist harekete güçlü bir birlik ve direniş hattı yaratma görevi düşmüyor mu?
CHP ulusal birliği sağladı, saray çöktü(Işık Kansu)
Yerel seçim sonuçlarının partilere göre dağılımını şöyle yorumlayabiliriz:
CHP:
Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi ile Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren, TBMM’yi kuran ulusal birliğin köküne dayanan CHP, yaklaşık 100 yıl sonra bir kez daha, özellikle büyük kentlerde emperyalizmin yeni masalı küreselleşme ile birlikte siyasetin temeli yapılmaya kalkınan etnik, mezhep vb. ayrışımları “Türkiye ittifakı” söyleminde eriterek toplumsal kaynaşmayı seçimlerle sağlamış oldu.
Yıllardır yürüttüğü sağcılaşma ve sağcı partilere ana kucağı olma siyasasından kopuş ile birlikte, akıllı ve bilinçli bir çizgiyle ulusal bütünlüğü sağlayan siyasal örgüt, dolayısıyla ülkeyi tek başına yönetecek bir iktidar seçeneği olduğunu kanıtladı.
Özellikle daha önce kendisinde olan büyük kentlere yenilerini ekleyerek önemli bir seçim başarısı elde eden CHP, bu yurttaş desteğiyle, bir tür meşruti monarşi anlamına gelen Saray sistemi yerine laik, demokratik, sosyal hukuk devletine dönüş için gerekli güvenoyunu almış bulunuyor. Hem de yakın geçmişte olduğu gibi, kendisini orasından burasından çekiştiren, ödün vermeye zorlayan, kıymeti kendinden menkul kimi sağ siyasetçilere boyun eğmeden, kendi tarihsel gerçekliğinden ve tabanından kopmadan bu aşamaya varmış bulunuyor.
Başarı, yıllardır sığlaştırılmış ve belli bir oranda tıkanıp kalmış olan partide değişim ve dönüşümü tarihsel bilinçle gerçekleştiren CHP tabanına ve onların inanarak önder yaptıkları Özgür Özel’e aittir.
CHP, artık gerçekten Saray’daki AKP’linin ve onun yarattığı gericiliğin ve yoksulluğun karşısında tek başına, iktidarı almaya hazır ana muhalefet partisidir.
Bir tek koşulla: Yerel yönetimleri kazanan CHP’liler, yurttaştan aldıkları emanete hıyanet etmeyip canla başla çalışırlarsa...
AKP:
Seçimden bir gün önce Saray’daki AKP’linin ense tıraşını göreceğimizi dile getirmiştik. Öyle de oldu. Ense tıraşını gördük. 14 Mayıs 2023 seçimlerinin hemen ertesi günü gazetemiz Cumhuriyet, AKP aldığı yüzde 36.30’lu oy oranı ile birinci parti olmasını “Erdoğan kaybetti”, 28 Mayıs cumhurbaşkanı seçimini de “Kaybederek kazandı” manşeti ile vermiştik. Bu iki manşet de kimi çevrelerde yadırgandı. Oysa tarihsel ve siyasal açıdan her iki manşet de doğruydu. Erdoğan ve partisi, her iki seçimi de en batısından en doğusuna büyük kentlerde seçimi yitirmişti. Kentli seçmen Saray rejimini istemiyordu. Sonuçlar, AKP’nin yerel seçimlerde de beklentisinin boşa çıkması büyük olasılıktı. Ve dünkü sonuçlara göre öyle de oldu.
AKP’nin, “Bizi bırakma” diye yalvaran ortağının koltuk değnekleriyle yürüttüğü çağla, demokrasiyle ve ülkenin kuruluş felsefesi ile uyuşmayan antidemokratik sistem çökmüştür. Ekonomist olduğunu söyleyen imam-reisin yarattığı yolsuzluk ve yoksulluk sonunu getirmiştir. Geri dönüşü olmayan iniş başlamıştır.
Türkiye’nin sağduyulu halkı, kendisini yok sayanlara büyük bir şamar atmıştır.
MHP:
AKP’nin gövdesine sarılarak yaşamayı seçen MHP birkaç ili almayı kendine kazanç saymaya devam edecektir. Geçmişten bu yana birinci partilerin koalisyon ortaklığı ile idare eden bu parti, yakında AKP’yi boşlarsa hiç şaşırmamalı.
İYİ Parti:
Meral Akşener’in partisi için beklenen olmuş, İYİ Parti erimiştir.
DEM Parti:
Güneydoğu’da var olan bir parti olarak yaşayacaktır. Etnikçilik üzerinden ilerleyen siyasal hareketin büyük kentlerde bir anlam ifade etmediği görülmüştür.
YRP:
Erbakan’ın Milli Görüş’ü kendi tabanına dönmüştür.
Özetle; dünkü yerel seçimler, Türk siyasi yaşamında önemli değişimleri doğuracak bir dönüm noktasıdır.
Emeklilerin kestiği siyasi fatura(Mehmet Ali Güller)
31 Mart 2024 yerel seçimi, emeklilerin iktidara “siyasi fatura” kestiği ve 10 ay sonra “asıl genel seçim bu” dediği bir seçim oldu.
Tabii ben bu analizi gazeteye teslim ettikten sonraki saatlerde iktidar şapkadan bir tavşan çıkarmadıysa!
17.00’DEKİ İLK İŞARET
Saat 17.00 itibarıyla Erdoğan’ın “yol ve dava” arkadaşlarına “Sandığı terk etmeyin” çağrısı yapması ve iktidarın İstanbul adayı Murat Kurum’un “Manipülasyona dikkat edelim” demesi, işlerin iktidar açısından iyi gitmediğinin ilk işaretiydi.
İkinci işaret ise her seçimde hızla iktidarı yüzde 80 bandında gösteren Anadolu Ajansı’nın seçim sonuçlarını açıklamaya bir türlü başlamamasıydı.
Üçüncü işaret ise ilk veriler akmaya başladığında iktidara yakın medyanın İstanbul başta pek çok yerde AKP’yi geride göstermek zorunda kalmasıydı.
AKP’YE NAS VE GAZZE YANITI
10 ay önce yapılan genel seçim sonuçlarının aksine bir sonuç ortaya çıktı. O gün genel seçime yansımayan ekonomik tablo, bugün yerel seçime yansıdı.
Talepleri yerine getirilmeyen ve insanca yaşama çıtasının çok altına mahkûm edilen milyonlarca emekli, iktidara esaslı bir yanıt vermiş oldu.
Seçime damgasını vuran elbette öncelikle ekonomiydi ancak siyasal faktörleri de hele de AKP tabanında önemi olan yeni dış politika gündemini de dikkate almalıyız.
Özellikle AKP’nin Gazze’deki soykırıma karşı uygulamada hiçbir şey yapmaması ve tabanının talebine rağmen İsrail’le ticareti kesmemesi, AKP’de önemli bir oy kaybına neden olmuş görünüyor.
Diğer yandan Erdoğan’ın ekonomik tablo nedeniyle yeniden bir “Amerikan açılımı”na dönmesinin, daha düne kadar 15 Temmuz’un arkasında olduğunu belirttiği adreslerle yakın işbirliğine girmesinin,ABD ve NATO’nun taleplerini yerine getirmesinin, AKP tabanında tepki gördüğü anlaşılıyor.
31 MART’IN SİYASETE YANSIMASI
Peki bu sonuçları nasıl yorumlamalıyız?
1) AKP iktidarının “nas”lı neoliberal ekonomi uygulamasının altında ezilen emekliler başta tüm alt sınıflar, iktidara “siyasi fatura” kesti.
2) Emekliler sadece iktidara yanıt vermekle kalmadı, muhalif bloktan ayrılarak yola çıkan kimi siyasilere de “Emekli ol” uyarısı yaptı. Millet İttifakı içerisindeki partilerin, CHP lokomotifliği olmadığı takdirde, rayların üzerinde kalabilecek potansiyel taşımadığı görüldü.
3) “İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır” diyordu Erdoğan. İstanbul’u kaybetti ama devleti “seçim aktörü” haline getirerek Türkiye’yi kazanmayı sürdürebildi. Şimdi ikinci kez İstanbul’u kaybetmesi, artık Türkiye’yi de kaybedeceğinin işaretidir.
4) Seçim AKP açısından da CHP açısından da önemli sonuçlar doğuracaktı. CHP açısından belki erken kurultayı dayatacaktı ama AKP açısından da erken seçim olasılığı taşıyacaktı. Dolayısıyla sonuçları aynı zamanda Türk siyasetinin son 14 yılına damga vuran Erdoğan-Kılıçdaroğlu ikilisi için de “birlikte” bir yenilgi olarak yorumlayabiliriz. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanlık koltuğuna dönme olasılığı kalmadı ve “yasaya göre son seçimim” diyen Erdoğan’ın kucağında, artık bir de meşruiyet sorunu var.
Atatürk diyor ki: “Hükümet millettir ve millet hükümettir.”(Müjdat Gezen)
ASTROFOS
Adamın birine milyonlarca dolar ödeyerek bilet alıp uzaya gönderdiler. Şimdi de AKP’li adaylarla seçim toplantılarına katılıyor. Bu sisteme göre “Herkesin bir fiyatı vardır” ama bu çok pahalı yahu.
TAKİYE...
2020 yılına kadar olan bu 18 yıl çok zor geçti. Bu AKP zihniyeti herkesin kimyasını bozdu. Algılamaları, iftiraları, dünya görüşleri insanı altüst ediyor. Yalanı meslek edinmişler ve o kadar kolay söylüyorlar ki... Sığındıkları liman takiye. İnançları için söyledikleri yalan mubah onlar için. Evliya Çelebi hikâyesi gibi. Çelebi ünlü Seyahatname’sinde Erzurum’u anlatır. Bir yerinde kentin soğuğundan söz ederken “Kışları o kadar soğuk olurmuş ki bir damdan bir dama atlayan kedi havada donmuş, ta bahar gelip havalar ısınınca miyavlayarak yere düşmüş”, bu öyküyü böyle anlatırlar. Yani Evliya Çelebi çok palavracı imiş. Oysa zavallı adam bu hikâyenin sonunda bunun bir latife, yani bir abartılı şaka olarak anlatıldığını vurgular.
Evliya Çelebi, “Erzurum’un soğuğu böyledir” demez. İçinde bulunduğumuz zihniyet ise bu ve bunun gibi meseleleri çarpıtarak “Böyle oldu” der. Muhalefetin bulduğu iyi bir şeyi kendi bulmuş gibi, kendi yaptığı kötü bir şeyi adlı adınca muhalefet yapmış gibi gösterir. Takiye onlar için bir sanattır. Çoğunun aldığı eğitim bunun üzerine kurulmuştur. İnançları adına söylenmiş yalan mubahtır. Bir yalanı ne kadar tekrarlarsan o kadar inandırıcı olur. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in çıkış noktasıdır bu. Çamur at izi kalsın da bunların baş felsefesidir. Korkusuz korkaktırlar. Bu zihniyete teslim olmak acıdır. Ayakta duracağız. Çünkü bu gibi zihniyetlerin sonu olmamıştır. Tarihimize bir bakın, ne demek istediğimi anlarsınız. Yalancıların hepsi gitti.
SAVAŞ DİNÇEL
Çok güzel ısmarlama bir ceket diktirdim kendime. Terziden aldığım gün giydim. Savaş, ceketi sırtımda gördü: “Ne güzel ceket ulan bu” dedi. Çıkardım sırtımdan, verdim ona. Kısa bir süre sonra ceketi dayısının sırtında gördüm. “Ulan eşek herif, giyilmemiş ceketimi sana verdim, dayına vermişsin” dedim. “Benim ceketim var onun yoktu, verdim” dedi. Aort damarı 8.5 santim olmuştu. Tavan 6 santimetre olunca büyük tehlike diyorlardı doktorlar. Bir gece telefonum çaldı: “Gelsene maç seyredelim” dedi. “Dün gece sendeydim oğlum, bu gece evde olayım” dedim. “Gel lan işte, naz etme, bir Sumru bir de ben varız. Barış (oğlu) az önce evine gitti, gel.” Leyla, “Gidelim” dedi. “Köprü çok yoğundur, ta Etiler’e gideceğiz” dedim. O sırada yeğeni bizim evden çıkmış evine dönüyordu. Leyla cep telefonundan onu aradı. Köprü bomboşmuş. Atladık gittik. Sumru ile Leyla mutfağa geçtiler. Sigara içiyorlar. Savaş’la ben maç izliyoruz. “Kolum yanıyor” dedi ve devam etti: “Bütün vücudum yanıyor Müjdat, ben ölüyorum.” “Ölmüyorsun” dedim. Sumru’ya seslendim. Geldi mutfaktan.
Savaş’ın protez dişi düşmüştü yan tarafına. Bu şakayı sık sık yapardı. “Amaaan yapma şu soğuk şakayı” dedi. “Doktor çağır Sumru” dedim. Kısa sürede doktor ve ambulans geldi. Ama Savaş gitmişti. Kaldırdık hastaneye. Çok uğraştılar ama kurtarılamadı. Can arkadaşım, kardeşten öte ciğerim gitti o gece...
1961 yılı. Arkadaşım Oğuz Demircioğlu bana geldi. Yanında uzun boylu kıvırcık saçlı, sempatik bir genç var. “Bu Savaş” dedi Oğuz. El sıkıştık. Oğuz oyunu yönetecek, Savaş, Yaman, ben oynayacaktık. Moliere’in Sicilyalı adlı komedisi, O ilk birlikte oynadığımız oyundu. Hep yakasının arkasını kaldırırdı. Gömlek de giyse, palto da giyse, ceket de giyse o yaka hep kalkık olurdu. Şimdi ondan daha fazla söz etmek istemiyorum artık. Eziyet ediyorum kendime şu anda. Sonuçta bıraktı gitti işte hepimizi. Sık sık mezarına gidiyorum. Geçenlerde biri Doğan’a (yardımcım, arabamı da o kullanır) sormuş, “Müjdat, Savaş’ın mezarında dua etti mi?” diye. Doğan “Yok, küfür etti” demiş.
Ben Savaş’ın ölüm gününü hiç hatırlamam. Doğum günü olan 1 Nisan’da, onu kutlarım. Bu akşam Şevket Çoruh’un “Baba Sahne”de Savaş Dinçel ödüllerini dağıtacağız. Ve onu her gün andığımız gibi bugün de anacağız.
Genel seçim havasında büyük başarı, ne bekliyoruz?(Orhan Bursalı)
Büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Yerel seçimler salt yerel seçim olarak görmemek gerekir. Ülkeyi, toplumu her açıdan iflasa sürüklemiş bir iktidarın yarattığı durum, milleti isyan ettirmiştir. Sandıkların genel eğilimi, halkın CHP’yi birinci parti konumuna yükseltmekte olduğunu gösteriyor. Millet İttifakı’nın parçalanmış olmasına rağmen seçmen, sağduyusuyla hareket etmiş ve iktidara kesin bir ders vermek amacıyla en büyük ve güçlü partide CHP’de bütünleşmiştir.
Bunu görememiş diğer Millet İttifakı partileri belki bundan gerekli dersleri çıkarırlar.
Basiretsiz liderin yönettiği İYİ Parti’de en büyük değişiklikler gerçekleşeceğe benziyor.
***
Başa dönersek:
İmamoğlu ve Yavaş büyük rüzgâr estirdiler. Çok başarılı belediyecilik yaptılar. Diğer büyükşehir belediye ve pek çok ilçe yönetimi de paralel başarılarla seçmene büyük güven verdiler: CHP başarabilir.
İmamoğlu ve Yavaş’ı 2019’da aday gösteren Kılıçdaroğlu’nu da burada analım (geçen yılki genel seçimleri burada paranteze alalım, başka bir tartışma).
CHP içindeki değişimi, Özgür Özel’in bence başarılı seçim çalışmasıyla kitlelere güven vermesini analım. Zafer konuşması sade başarılı ve birleştiriciydi.
Seçmen CHP yönetebilir dedi.
Bugünkü tablo, AKP’nin yıkılacak, yıkılmakta olan bir parti görünümü yaratmıştır.
Yönetemeyen AKP ve reisi kaybetmiştir.
Bakanları kaybetmiştir, itibarları kaybetmiştir.
***
CHP, 2028’e yürüyüş meşalesini yaktı.
Belediyelerde kazandığı başarıyı, icraatte de sürdürerek dört yılda büyük bir iktidar dönüşümüne tahvil etmek zorundalar.
CHP yönetimine bu konuda büyük iş düşüyor.
Özgür Özel ve arkadaşları bu yürüyüşün bayraktarlığını yapabileceklerini kanıtladı.
***
Özgür Özel, CHP ve İmamoğlu (Yavaş dahil) yakın geleceği belirleyecekler.
Çok iyi, dikkatli, kapsayıcı, birleştirici, güven verici bir dil ile dört yıl sonrasına bir hazırlık...
***
Peki AKP ne yapabilir?
Reis bir muamma... Tam kestirmek zor.
Bu yolsuzluk ekonomisiyle yol alması mümkün değil.
Kimse bana “Daha otoriter bir rol benimseyecek” demesin.
Millet böyle bir eğilime hayır demiştir.
Buna rağmen daha otoriterliği, ülkemizde tutunabileceğini düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum.
Bu sonuçlarla Erdoğan’ın yeni anayasa tartışması da doğmadan bitmiştir.
AKP gördüğü kırmızı kartı nasıl değerlendirecek merakla bekleyeceğim...