9 Nisan 2024 Salı

T24 KÖŞEBAŞI - 9 NİSAN 2024 -

 

Mehmet Uçum çizgisi AKP için de bir sınav (Candan Yıldız)

Bakalım partiye emek harcayanları mı yoksa AKP'ye yön vermeye çalışan bürokratlar mı sondan bir önceki sözü söyleyecek.

31 Mart seçim sonuçlarının siyasi partilere de sirayet edeceği açıktı. İyi Parti'de durum malum. Meral Akşener genel başkanlığı bırakıyor. Parti içindeki kliklerin tarafı isimler de adaylıklarını açıklamaya başladı. 

Koray Aydın ve Musavat Dervişoğlu en güçlü adaylar arasında. Öğrendiğim kadarıyla Musavat Dervişoğlu genel merkez ve genel başkan tarafından da desteklenen bir isim. 

Meral Akşener'e yakın isimlerden Buğra Kavuncu'nun da ne yapacağı merak ediliyor. İstanbul İl Başkanlığı görevinde bulunan, İyi Parti'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Buğra Kavuncu, seçimlerin ardından olağanüstü kurultay sürecinin sağlıklı ilerlemesi için Teşkilat Başkanlığı görevinden istifa etti. 

Parti içinde merkez sağı, makul siyaseti temsil eden Buğra Kavuncu eğer aday olursa istifalarla birlikte delege sayısı 170 civarında olan İstanbul delegesinin desteğini alması şaşırtıcı olmaz İstanbul'daki ağırlığı düşünüldüğünde. Buğra Kavuncu şimdilik gelişmeleri izliyor görünüyor. 

İyi Parti'de durum böyle… 

Gelelim AKP'ye… Vatandaşla kurulan "kibirli ilişkinin" konu edildiği Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı gösteriyor ki seçimlerin Z Raporu Türkiye genelinde alınmaya çalışılacak. Bayram sonrası Erdoğan'ın önüne seçimlerle ilgili değerlendirme raporları gelecektir mutlaka. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle "Güneş altında erime" tehlikesi karşısında kalan AKP oylarının nasıl toparlanacağı AKP'nin kendisiyle de ilgili. 

Erdoğan'ın danışmanlarından, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin anayasal mimarlarından Mehmet Uçum'la AKP arasındaki gerilimin nasıl sonuçlanacağı da seçimden çıkarılacak derslere içkin gibi duruyor. 

Teşkilat-Beştepe gerilimi ya da AKP-Saray mesafelenmesi Van'daki mazbata garabetiyle kendisini daha da açık etti. Zira Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay kararına uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ni alkışlayan isim de o dönem Mehmet Uçum'du. Uçum'a o dönem de AKP'den isimler karşı çıkmıştı. AYM'nin hiyerarşideki yerini hatırlatmıştı. 

Mehmet Uçum'la MHP'li Fethi Yıldız'ın AYM'nin Can Atalay kararını "yargısal aktivizm" diye nitelemesi dikkati çekmişti. 

7 Haziran seçimlerinde AKP'den milletvekili seçilen ama meşum 7 Haziran - 1 Kasım arasındaki karanlık dönemde yenilenen 1 Kasım seçimlerinde yeniden aday gösterilmeyen Mehmet Uçum, Çözüm Süreci'nde Akil İnsanlar Heyeti'nde olan bir isimdi. 

Bir dönem İstanbul Barosu'nun Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma projesinin de başındaydı. O proje için o dönem AB fonlarından yararlanılmıştı. Kadim ilkeyle söylersek hayat hep bir sınavdır. Mehmet Uçum ise bugün neoliberal/liberal isimleri devlet katında "kayıt" altına alıyor. 

Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma projesi için o dönem bölgeden barolarından gönderilen onlarca dava dosyası, ki 40 klasör olduğu söyleniyor, her ne oluyorsa İstanbul Barosu'nun bir raporuna ya da kitabına dönüşmüyor. Avukatlık döneminde kendisini tanıyanlar da Uçum'un bir dönem Coca Cola firmasının avukatlığını yaptığını hatırlattılar. 

Eski AKP'li isimlerle Mehmet Uçum'un AKP içinde yarattığı rahatsızlığı konuştum. 

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin 7 Haziran 2015 sonrası Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Bülent Arınç'ı hedef alan konuşmalarını hatırlatan eski AKP'li isimler "Bir tasfiye hazırlığı vardı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bir siyasi projeydi. Bütün partiler kışladır, milletvekilleri de kurşun askerdir. Metin Feyzioğlu neden CHP Genel Başkanlığına aday oldu. Bu gibi isimler bir kaynaktan gelenlerdir. Yetiştirilirler, zamanı geldiğinde ya muhalefete ya da iktidara yakın olurlar. Bunların görevleri vardır."

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi ittifaklar pragmatizmini düşündüğümüzde 1 Kasım'dan bugüne gelen siyasi koalisyon ve o koalisyonu temsil eden isimlerin, organik AKP'ye rağmen gücünün test edileceği adres Erdoğan olacaktır. 

Bakalım partiye emek harcayanları mı yoksa AKP'ye yön vermeye çalışan bürokratlar mı sondan bir önceki sözü söyleyecek.
                                                              /././

CHP'li belediyeleri bekleyen tehlike ve Bodrum örneği (Tolga Şardan)

Elimde, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca Bodrum Belediyesi ile ilgili hazırlanmış iki karar mevcut. Her iki karara esas olan araştırma raporlarının konusu, belediyenin imar konusundaki çalışmalarına yönelik kimi usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları
Sandıktan zaferle çıkan CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel, seçim sonrasındaki değerlendirmelerinde siyasi yaklaşımları kadar önemli bir süreci kamuoyu ile paylaştı:  "Eskişehir'i bir cennete çeviren efsane Belediye Başkanımız Yılmaz Hocamız'ın liderliğinde, deneyimli belediye başkanlarımızın, Sayıştay denetçileri ve Mülkiye müfettişlerinin bulunacağı bir birim kuruyoruz.

Belediyelerimizin beğenilen projelerini bütün belediyelerimize önereceğiz, hazır projeleri teslim edeceğiz. Proje havuzlarını birbirlerinin kullanımına açacağız. Belediyelerimizi de denetleyeceğiz. Biz devlet denetimi kadar sıkı ama vicdanlı bir denetim yapacağız. Hatası olanı da affetmeyiz. Vatandaş verdiği oydan pişman olursa ben mahcup olurum, bir daha oy isteyemem."

Şimdiye kadar seçilmişlere yönelik pek duyulan uyarı değil Özel'in bu cümleleri.

Özel'in açıklamalarındaki "belediyelerimizi de denetleyeceğiz" vurgusunun kıymetli olduğunu düşünüyorum. Hele ki bu denetimlerin işi bilenlerce yapılması, sonuçların daha elle tutulur olmasını sağlayacak kanımca.

Zira; gerek farklı partiden yeni teslim alınan belediyeler, gerekse CHP'de olup yeni isimlerle devam edecek belediyelerdeki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının İçişleri Bakanlığı'na yansımadan önce parti yönetimince tespit edilip değerlendirmeye alınması ülkeyi yönetmeye talip bir muhalefet için tutarlı bir yaklaşım.

Bodrum'da meğer neler olmuş?

Özel'in duyurduğu denetim sisteminin gerekliliğini Bodrum'da yakın tarihte yaşanan iki örnekle aktarmak, konunun neden önemli olduğunun daha kolay anlaşılmasını sağlayacak sanırım.

Bilindiği üzere; Bodrum, ülkenin en gözde bölgesi. Yurt içi ve yurt dışı turizmin ilk sıralarında. Coğrafi konumu ve güzellikleri, yerli ve yabancı gayri meşru yani suç örgütlerinin cirit atması kadar rantın da tavan yapmasının ana sebebi.

Parası olan hemen herkesin elini sokmak istediği alanlar var Bodrum sınırları içinde.

Hâl böyle olunca ilçeyi yöneten belediyenin, özellikle ilçe sınırları içinde kalan imar konularında hangi durumlarla karşı kaldığı / kalacağını tahmin etmek hiç zor değil.

Elimde, İçişleri Bakanlığı bünyesindeki Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca Bodrum Belediyesi ile ilgili hazırlanmış iki karar mevcut.

Her iki karara esas olan araştırma raporlarının konusu, belediyenin imar konusundaki çalışmalarına yönelik kimi usulsüzlük ve yolsuzluk iddiaları. Bakanlık müfettişlerinin 2023'te hazırladıkları ve bakanlığa sundukları raporlar ışığında belediye yönetimi hakkında "soruşturma izni" verilen işlemler var.

Peki haklarında inceleme yapılan belediye yöneticileri kimler?

Liste uzun. Mesela 44 sayfalık kararda hakkında soruşturma açılması istenilen 24 kişi var. Zabıtadan tutun inşaat teknikerleri, ruhsatlandırmadan sorumlu büro personeli, proje kontrol personeli, mimar, eski ve yeni yapı kontrol müdürleri, eski ve yeni imar ve şehircilik müdürleri, eski ve yeni belediye başkan yardımcıları.

Listenin en tepesinde ise iki isim var. Birinci sıradaki isim, Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras. Aras, daha iki hafta öncesine kadar Bodrum Belediye Başkanı'ydı. Şimdi yine CHP'den bu kez Muğla Belediye Başkanı seçildi.

Diğer isim ise, Aras'tan önceki Başkan Mehmet Kocadon.

İçişleri Bakanlığı'nın bu kararının tarihi 23 Mart 2023 tarihini taşıyor. Yani Genel seçimlerin hemen öncesi! Altında dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun imzası var.

Müfettişler, iddiaları dört ana başlık altında inceleyip rapora bağladı.

Mesela bir konu başlığı ünlü Mandarin Otel'le ilgili. Diğer Deniz GYO hakkında. Bir başkası United Turizm AŞ'nin projesi. Sonuncusu ise ilçe sınırları içinde çeşitli yapı projelerini yürüten Tahincioğlu İnşaat, Seba İnşaat, Neva İnşaat, Tamara İnşaat gibi firmalardan Bodrum Yalıkavak Hentbol Takımı'na sponsor ve destek olduğu iddiaları.

Bu dosyada belediyenin söz konusu dört maddede toplanan 26 ayrı imar işlemi değerlendirildi.

Önce Soylu, sonra Yerlikaya

İkinci karar ise, 20 Eylül 2023 tarihinde mevcut İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya tarafından onaylandı. Bu karar ise, 49 sayfa.

Söz konusu kararda haklarında işlem yapılan belediye yöneticisi sayısı 25. İlk örnekteki isimlerin hemen hepsi ikinci kararda da yer aldı.

Listenin ilk iki ismi de değişmedi. Aras ve Kocadon hakkında soruşturma izni verilen işlemler var.

İçişleri Bakanlığı Müfettişleri, bu dosya çerçevesinde Bodrum'daki Acropol, Aura ve Deka İnşaat Projeleri ile Sumka İnşaat'ın bazı projeleri üzerinde ruhsat ve yapı usulsüzlükleri mercek altına aldı.

Belediyenin toplamda 56 ayrı işlemini inceleyen müfettişler, farklı işlemlerde farklı isimler hakkında soruşturma izni verilmesini talep etti. Bakan Ali Yerlikaya da söz konusu izinleri verdi.

Tabii iki noktayı eklemek gerekiyor.

İlki, soruşturma izni verilen konular olduğu gibi yapılan araştırmalar sonucunda soruşturma izni verilmeyen işlemler de mevcut, her iki kararda. Fakat, tahmin edebileceğiniz üzere soruşturma izni verilen işlem sayısı epey yüksek maalesef.

Diğeri ise; söz konusu soruşturma izinleriyle ilgili hukuk süreci henüz devam ediyor. Haklarında soruşturma izni verilen belediye görevlileri -ki eski ve yeni başkanlar da dahil- Danıştay'a itiraz etti. Danıştay kararına göre adli yargılama aşamasına geçilecek ya da geçilmeyecek. Şu aşamada adı geçenlere suçlu demek mümkün değil elbette.

Her iki karar, Bodrum'un nasıl yağmalandığını göstermesi bir yana belediyelerin hangi şartlar ve koşullarda faaliyette bulunduğunu anlatıyor.

Belediye işlemlerinin arkasındakiler!

Burada dikkat çekilmesi gereken asıl başka bir boyut var.

Aktardığım söz konusu belediye işlemlerinin büyük bölümünde iktidar üyesi siyasiler ve iktidara yakın iş insanları ve şirketler var ne yazık ki.

Bu isimler, raporlarda ve bakanlık onaylarında açık biçimde yer almıyor kuşkusuz. Ancak, bu işlerin içinde olan hemen herkes, hele ki belediye üst yönetimi ve personeli, hangi işlemde hangi siyasinin iş takibi yaptığını, hangi siyasilerin perde arkasında yer aldığı firmaların bulunduğunu, hangi firmaların gizli ortağının hangi siyasetçi olduğunu biliyor, pekala.

Kısacası tek ortak payda, oluşturulacak rant ve ranttan elde edilecek yüksek meblağlardaki para.

* * *

Bodrum'da yaşananlar sadece bu iki rapordan ibaret değil tabii ki. Kaldı ki bu konuda tek örnek Bodrum da değil.

Ülkenin hemen her yerinde yerel yönetimlerin, ellerindeki imkanları nasıl istismar ettiğinin örnekleri bir bir kamuoyuna yansımaya başladı. Usulsüz yapılan alımların fatura ödemelerinden, jakuzili makam iddiasına kadar pek çok olay önümüzdeki süreçte göz önüne düşecek.

Hatta, kendisinden önceki CHP'li başkandan görevi teslim alan yeni başkanlar da geçmişi sorgulamak zorunda kalabilir.

İşte bu nedenle CHP Genel Başkanı Özel'in, başlatacağı uygulamanın önemli sonuçları olacak / olmalı. Aksi takdirde CHP'nin iktidara yürümesinin önü kolay kolay açılmayacak.

MUTLU BAYRAMLAR...

(T24)


Birgün KÖŞEBAŞI - 9 Nisan 2024 -

 

Ekonomi soğuyacak, mücadele kızışacak (Hayri Kozanoğlu)

2024’te sınıf mücadelesinin ana halkası temmuz ayı asgari ücret belirlemesi olacak. Toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin asgari ücret talebi karşısında emekçilerin yanında durması büyük önem taşıyor.

31 Mart seçimlerinde geçim sıkıntısını iktidar blokunu protesto ile sandığa yansıtan yurttaşın yaşamını zorlaştıracak gelişmeler sürüyor. Kredi kartı aylık faizleri %3.66’dan %4.25’e yükseltildi. Cep telefonu tarifelerine %65 zam yapıldı. Sigara fiyatları artırıldı. Enerji ve ulaştırma zamlarının, KDV artırımlarının da eli kulağında. Üstelik İran-İsrail çatışması riskiyle petrol fiyatlarında da keskin bir sıçrama gözlendi. Brent petrolün varili 91 doları aştı.

Bildiğiniz gibi, seçimlerden önce 2023 seçim sonrası benzeri, kurlarda bir sıçrama olacağı iddiası yaygınlaşmış, o günlerden farklı TL’de aşırı değerlenme görülmemesi, borçlanarak döviz almaya elverişli koşullar bulunmamasına karşın bu beklenti sınırlı birikim sahibi kendi halinde yurttaşlara da pompalanmıştı.

O dönem sosyal medyada, “Sade insan finansal spekülasyonlardan hep zarar eder, Daha önce de defalarca yaşandığı gibi 2018 Rahip Brunson krizinde ve 2021 Aralık kur atağında da son anda kervana katılanların eli yandı. Tavsiyem, ‘Seçim sonrası şöyle olacak, böyle olacak” telkinlerine kanmayın olduğunuz yerde kalın!’ uyarısında bulunmuştum. Nitekim seçimden sonra döviz inişe geçti, ancak Merkez Bankası’nın 7-8 milyar dolar tahmin edilen döviz alımlarıyla daha şiddetli bir düşüş önlendi. Borçlanarak dövize talep yaratanlar ciddi zarara uğradılar.

KOLAY ÇIKIŞ YOK

Erdoğan’ın geçen haftaki siyasi kariyerindeki en ağır yenilgisinden sonra; seçimlere 4 yıl bulunması nedeniyle önce acı reçete uygulanacağı, zamanla ekonomi rayına girip ortalama vatandaşın yüzü gülünce halkın desteğinin tekrar kazanılacağı yorumları yapılıyor. Bu okumaların iki yönüyle hatalı olduğu söylenebilir. Birincisi, ekonomik durgunluk en az 1,5-2 yıl sürebilir. Sonra da seçim döngüsüne girilirken insanların yaşam standartlarının gerilediği, yoksullaştıkları, işsizliğin yaygınlaştığı 3 yılın ardından enflasyonun hız kesmesiyle iktidara tekrar gönül koymaları beklenemez. En yakın örneği DSP-MHP-ANAP koalisyonu olmak üzere ekonomik krizlerin acısı genel seçimlerde de çıkarılır.

İkincisi, AKP rejimi çok katmanlı, girift bir çıkarlar ağına dayanıyor. Taşra sermayesi ağırlıklı işveren örgütleri, korunan-kollanan tarikatlar, cemaatler, vakıflar, küçük menfaatlerle ödüllendirilen mahalle birimleri vb. Bunların yanısıra yirmi iki yılda inşa edilen “Beşli Çete” diye nitelendirilen tüm büyük ihalelerin bahşedildiği müteahhitler, özellikle medya operasyonlarında misyon biçilen seküler sermayenin de eklemlendiği dolambaçlı bir yapı söz konusu. Ayrıca rejimin, başta Saray’da konuşlananlar olmak üzere israfa, şatafata, gösterişe alışmış organik bir bürokrasisi var. Böyle bir kemer sıkma programı sırasında bu hantal yapıyı bir arada tutmak, çatlakları gidermek, kopuşları önlemek zor görünüyor. Geçmişte AP-DP ayrışmasındaki gibi sağ partilerin hep burjuvazi içi yarılmalardan bölündüğünü hatırlarsanız, bir de üzerine MHP ile zoraki koalisyonu eklerseniz, Erdoğan ve şürekâsının önümüzdeki dönemi sarsıntısız atlatmaları beklenemez. Ayrıca Şimşek programının yabancı sermayeye cezbetmeye bel bağladığını, sıcak paranın doymak bilmez kâr hırsını tatmin etme gereğini de birlikte düşünürseniz, mutlu mesut bir 2028 seçimi senaryosu hiç gerçekçi durmuyor.

MERKEZ’DEN HADDİNİ AŞAN MEKTUP

Geçtiğimiz haftanın üzerinde en çok konuşulması gereken ekonomik olayı, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) enflasyon hedefine ulaşılamaması kaynaklı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e mektubuydu. Burada iki noktayı vurgulamakta yarar var. Birincisi, beş sayfalık mektupta, KKM faiz yükünün TCMB’ye devredilmesinin ve dövizde net yükümlü pozisyona düşülmesinin sonucu olarak, Ekonomi gazetesi tarafından 850 milyar TL olarak hesaplanan bankanın uğradığı zarardan hiç söz açılmamasıydı. Bir kamu kuruluşu olarak TCMB’nin bu zararı görmezden gelmemesi, aksine hesabını vermesi beklenirdi.

İkincisi ise mektubun sonunda asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi zorunluluğunun dikte ettirilmesiydi. Sonunda TCMB atanmışlardan oluşan bürokratik bir kuruluş. Sınıfsal, toplumsal, insanı boyutları bulunun asgari ücret güncellenmesi gibi bir konuyu hükümete dayatması kabul edilemez. Ayrıca enflasyon dinamikleri arasında, fırsatı ganimet bilip, fahiş fiyat artışlarına yönelen şirketleri zikretmemesi de manidar. Ancak bu durumu sadece Türkiye özelinde TCMB’nin haddini aşması, belki danışıklı döğüş halinde Şimşek’e arzuladığı mesajın iletilmesi ile açıklamayız. Şimşek’in takipçisi olduğu neoliberal kurgu; ekonomiyi teknik, alternatifsiz, piyasanın talep ve yargıları ile işleyen halkın taleplerinden ve çıkarlarından kopuk bir disipline indirger. Bu kurgunun önemli bir halkası da “Bağımsız Merkez Bankası” efsanesidir. Bu anlayış, hükümetlerin seçmen taleplerine duyarlı biçimde işsizliği azaltmaya, büyümeyi canlandırmaya öncelik vereceği, enflasyon sorunun ise ikinci plana atacağını varsayar. Hâlbuki bağımsız Merkez Bankası’nın bu popülist eğilimlere prim vermeyeceği, tavizsiz bir dezenflasyon programı yürüteceği kesindir. İşte bugün TCMB’nin tam bağımsız sayılamasa da, böyle bir role soyunduğu anlaşılıyor.

Bu aslında Şimşek’in de tam beklediği mesaj. Ekonominin buz keseceğini kaçınılmaz gördüğü için, işverenlere sürekli ihracata yönelmelerini, iç talepteki zayıflığı dış taleple telafi etmelerini salık veriyor. İhracatçıların geçen hafta yükselttikleri ihracatçılara özgü 40 liralık katlı-kur talebinin Şimşek zihniyetinde karşılanması beklenemez. Öyleyse geriye ucuz işgücüne bağlı rekabet avantajı kalıyor. Bunun da olmazsa olmaz koşulu, asgari ücretin 2025 başına kadar sabitlenmesi görünüyor.

1 MAYIS’TA TALEPLER YÜKSELTİLMELİ

Buna karşın 17.002 lira aylık asgari ücret kazanan emekçilerin satınalma gücü her geçen ay eriyor. Mart ayı TÜİK tüketici enflasyonu toplumda inandırıcı bulunmasa da, %3.16 olarak açıklandı. Yılın ilk üç ayındaki enflasyon %15.06’yı buldu. Dar gelirlilerin tüketim deseninde belirleyici olan kalemlerde enflasyon gıdada %70.4, kirada %124 ve ulaştırmada %94.4 ile %68,50’lik manşet enflasyonun ötesine geçti. Taze meyve-sebze enflasyonunun %82.7’ye ulaşması, Mart ayında fiyatı en fazla artan kalemler arasında %18.6 ile kuzu eti, %14.7 ile dana eti ve %12.2 ile tavuk etinin bulunması vahim bir tabloya işaret ediyor. Emekçiler ve ailelerinin vitamin ve proteinden mahrum kaldıkları, “bulgur, makarna, salça, soğan, patatese” sıkışmış bir diyete reva görüldükleri hazin bir durum ortaya çıkıyor.

2024’te sınıf mücadelesinin ana halkası temmuz ayı asgari ücret belirlemesi olacak. 31 Mart seçimleriyle geleceğe yönelik umutları artan, en son Van halkının iradesinin gasp edilmesi karşısında memleketin her köşesinde demokratik tepkilerini yükselten toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin asgari ücret talebi karşısında emekçilerin yanında durması büyük önem taşıyor. 1 Mayıs’ın bu anlamda önemli bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekiyor.

                                                              /././

İktidarın taktiği siyaseti soğutmak (Yaşar Aydın)

İktidar bloku siyaseti soğutmaya çalışıyor. Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağının peşine düşen yandaşlar da bunu destekliyor. Değişen iklimin bir anlamı olacaksa eylemli bir muhalefet çizgisinin derinleştirilmesi önemli.

AKP, kurulduğundan bu yana en büyük yenilgisini alırken en az bu kadar önemli olan başka bir vaka da CHP’nin en çok oyu olarak birinci parti olması. Bu beklenmedik olay siyasetin ikliminde ciddi bir değişime neden oldu. Geleceğe dair hesaplar yenilendi.

Erdoğan ve Bahçeli’nin hâlâ düşünme aşamasında olduğunu söylemek mümkün. Yaşananları sıradanlaştıran “Halk bize küçük bir uyarı verdi” noktasına çeken bir taktikle siyasetin yükselen temposunu düşürmeye çalışıyorlar. Kısa vadede alternatiflerinin de çok olmadığı görülüyor.

Erdoğan ve Bahçeli Mart 2019 seçimlerinden sonra da benzer bir süreç işletmiş, yenilgi unutturulmuş muhalefet partilerinin 4 sene sonra yapılacak seçime kilitlenmesi sağlanmıştı.

SABAH’IN MANŞETİNE BAKINCA

Çok uzun yıllar sonra CHP’den bir isim Sabah gazetesinin manşeti oldu. Hem de bir söyleşiyle. Yavuz Donat sordu, CHP Genel başkanı Özgür Özel yanıtladı. Sabah Gazetesi’nin bu tutumu “hava değişiyor mu” sorularıyla tartışılmaya başladı. Özellikle de Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la temas kurup kurmayacağını daha doğrusu Beştepe meselesine nasıl yaklaşacağını duyurmak istemiş. Orada da kendince “makama saygı” başlığı adı altında istediğini almış görünüyor. Devletin başında Erdoğan’ın olduğunu bir kez daha Özel’e söyletmiş oldular. Öyle üzerine tahlil yapılacak, “siyasi hava yumuşuyor” değerlendirmeleri yapmak için çok erken olduğunun altını çizelim.

Bununla birlikte söyleşide sorulan bir soruya verilen yanıta önümüzdeki günlerde yaşanacakları da hesaba katarak parantez açmakta fayda var.

ERDOĞAN EN ÇOK NE İSTER?

Yıların gazetecisi Yavuz Donat, CHP Genel Başkanı Özel’e Ankara ve İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu ve Yavaş’ı sordu. Ne garip bir tesadüf ki aynı gün Hürriyet’te Abdülkadir Selvi tam da bu konuyu işleyerek “İkili arasında rekabet erken başladı” diye yazmış. Gerçekten güzel tesadüf oldu.

Selvi bu meseleyi her hafta en az bir gün yazacağı için tekrar Donat’ın söyleşisine dönmekte var.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yanıtı şöyle: “Maçın son dakikasında bir penaltı kazanıldığında, teknik direktör, ‘Bırakın ben atacağım’ demez... En formda oyuncusuna gol attırır. Belediye başkanlarımız kendi aralarında çok iyi işler yapacaklar... Günü geldiğinde de arkadaşlarımızdan biri Cumhurbaşkanı adayı olacak.”

Umarız Özel’in bu açıklaması çok planlı olmadığı belli olan bir söyleşide ayaküstü söylenmiş bir söz olsun ve öyle de kalsın. Çünkü bu demeç daha şimdiden dört yıl boyunca ülkenin Erdoğan’ın rejimiyle, onun istediği biçimde yönetileceğini kabul etmek anlamına geliyor. Yapılacak en önemli faaliyet de 4 yıl sonra Erdoğan’ın karşısına kimin çıkacağına karar vermek olarak anlaşılır.

Tıpkı 2019-2023 yılları arasında yaşandığı gibi. Kim iyi çalışıyor, kimin reytingi yüksek ve en nihayetinde kim aday olsun tartışmasıyla geçecek bir dört yıl ne ülkeye ne de muhalefete bir şey kazandırır.

Bu olsa olsa Erdoğan’ın yazının başında ifade ettiğimiz “siyaseti soğutma” girişimine destekten başka bir sonucu olmaz. Bir de muhalefet içinde kişiler üzerinde başlayan bir saflaşma ve ayrışma.

İKİ SANDIK ARASINDA NE OLACAK?

Türkiye çok yakıcı bir ekonomik kriz içinde. O kadar yakıcı ki toplumsal yapıyı tümden tahrip etme noktasına geldi. Milyonlarca insan sadece başını sokacak bir yer, karnını doyuracak bir iki lokma için çalışıyor. Gezmek, eğlenmek, dinlenmek hiçbiri yok. İşsiz kalma korkusu, gelecekten duyulan derin endişenin yanı sıra yağmayla, çalmayla, baskıyla süren bir idari yapı. Ülke bir batağın içinde.

Tüm bu tabloyu bir seçime havale etmek yapılacak en büyük hata olur.

Değişen iklimin, muhalefetin eline geçen belediyelerin bir anlamı olacaksa bu ancak bugünden eylemli bir muhalefet çizgisinin derinleştirilmesiyle mümkün kılınacaktır.

Yerel seçim sonrası 1989’a bakıp “oradan ders alacağız” demenin çok anlamı yok. Ders alınacaksa bunun tarihi 2019-2023 tarihi arasıdır.

Ülkenin acil ekonomik sorunlarına müdahale etmeyen, kaybedenlerin yanında durmayan, demokrasi talebini öne çıkaramayan, rejimin karşısında dört yıl boyunca mücadele etmeyen bir muhalefet olursa bir kez daha Aziz Nesin’in “Du bakalım n’olacak” hikayesinin gerçeği ile karşılaşırız.

Erdoğan ya da başkasıyla önce siyaset soğutulacak, rutine dönüşecek, sınır ötesi operasyon derken sonuç yine aynı.

Bir söyleşiden bu çıkar mı diyenler haklı olabilir. Ama Ekim 2022-Mayıs 2023 arasında yaşananları ara ara hatırlamakta ve hatırlatmakta büyük yarar olabilir.

(BİRGÜN)

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 9 Nisan 2024 -

 

Yoksulluk haritası...(Murat Ağırel)

Türkiye doğal konumu itibarıyla zengin bir ülke. Bu zenginliği üreten de bir ülke. Peki ama bu kadar zengin varken aynı zamanda neden bu kadar yoksul insanımız var? Neden marketten bir kilo et alırken 10 kere düşünüyoruz? Hatta çoğu zaman hiç alamıyoruz? Emekliye neden “Ölmen yaşamandan daha hayırlı” der gibi hakaretvari bir maaş veriyoruz?

Elimdeki rapor bu soruların yanıtını veriyor...

Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olmasıyla hep övünüyoruz. İyi güzel de! Elimdeki belge bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Çünkü sosyal yardım yapılanların topluma oranı belli bir seviyeyi geçmemeli. İşte bu yüzden yazıma başlarken nasıl bir başlık atmalıyım diye düşünürken yazılabilecek tek başlığın bu olduğuna kanaat getirdim. Benim bugün işleyeceğim konu “Yoksulluğun haritası...”

Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yayımladığı 2023 verileri ile tüm Türkiye’de yardım alan aileleri ve oranları incelemiş. 2012 yılından itibaren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çatısı altında değişik kurum ve kuruluşlar aracılığı ile dar gelirli/ ihtiyaç sahibi kişilere sosyal yardım yapılıyor. Yapılan yardımların mali boyutu her yıl artıyor.

2017 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF) tarafından yapılan sosyal yardım gideri 36 milyar TL; 2023 yılında 192.6 milyar TL’ye ulaşmış. Belediyeler başta olmak üzere diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla birlikte 2023 yılında ülkemizdeki sosyal yardım giderlerinin toplamının 305.9 milyar TL olduğunun tahmin edildiğini belirtmiş Mahmut Esen. Sosyal yardımların 52 farklı türü de var tabii. Bakın 305 milyar TL, 10 milyar dolar ediyor. Aile yardımları; (gıda, yakacak kömür, doğalgaz, elektrik tüketim, doğum yardımı, çocuklar için aylık destek) evde bakım hizmeti, sağlık yardımları, eğitim yardımları, yaşlı ve engelli yardımları gibi yardımları kapsıyor.

8 MİLYON SEÇMEN

2018 yılında yardımlardan yararlanan hane sayısı 3 milyon 494 bin 932 iken 2023 yılında bu rakam yüzde 43 artışla 4 milyon 989 bin 456’ye ulaşmış.

Türkiye’deki hane sayısının 26 milyon olduğunu anımsatayım. Yardım alan sayısı ile karşılaştırıldığında Türkiye’de her 5 haneden biri yardım alıyor. Ortalama 8 milyon seçmen yardım alır vaziyette. Dolayısı ile yardım alan yurttaşların seçimlere etkisi de şüphesizdir. Yapılacak yardımların türü/miktarı yasal düzenlemeler ile değil yönetsel işlemler ile yani cumhurbaşkanı onayı ile belirlenmektedir. Peki hangi iller ne kadar yardım alıyor?

Rakamları iyi okuyun dostlar...

2023 yılında Aile Bakanlığı tarafından illere 172.1 TL sosyal yardım ödeneği gönderilmiş. Yani 4 milyon 890 bin 239 haneye yıl içinde ortalama 35 bin 520 TL yardım ödemesi yapılmış. Sosyal yardımlardan en fazla yararlanan il 12.1 milyar TL ile İstanbul, 11.2 milyar TL ile Şanlıurfa, 9 milyar TL ile Diyarbakır, 6.7 milyar TL ile Van, 6.4 milyar TL ile Adana. Yardımlar illerin nüfusuna göre değil illerdeki ihtiyaç sahibi yurttaşlarımızın sayısına göre gönderiliyor.

Hakkâri de toplam hane sayısı 57 bin 55, yardım alan hane sayısı 36 bin 288. Yani toplam hane sayısının yüzde 63.6’sı yıllık 47 bin 950 TL yardım alıyor. Şanlıurfa’da toplam hane sayısı 444 bin 259, yardım alan hane sayısı 278 bin 162. Yani toplam hane sayısının yüzde 62.6’sı yıllık 40 bin 516 TL yardım alıyor. Ağrı’da toplam hane sayısı 113 bin 97, yardım alan hane sayısı 69 bin 989. Yani toplam hane sayısının yüzde 61.9’u yıllık 50 bin 865 TL yardım alıyor. Van’da toplam hane sayısı 252 bin 592, yardım alan hane sayısı 151 bin 980. Yani toplam hane sayısının yüzde 60.2’si yıllık 44 bin TL yardım alıyor.

Liste böyle uzayıp gidiyor...

Hane başına en az yardım yapılan ilk beş il Ankara, Hatay, Kastamonu ve Eskişehir. Hane başına yapılmış en fazla yardım yıllık 57 bin ile Ardahan, 53 bin bin ile ikinci Kars. Bu iller 52 bin ile Iğdır, 52 bin ile Tunceli şeklinde devam ediyor.

Bütün bunlar Türkiye’nin nasıl bir yoksulluk pençesine düştüğünün açık kanıtı aslında. Bu yardım alanların içerisinde kaçak göçmenler var mı, yok mu açıklanmamış. Ancak olsun ya da olmasın Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan -ki nüfusunun neredeyse yüzde 20’si- yardım almadan yaşayamayacak kadar yoksul vaziyette. 

                                                   /././

Büyük yalan: AKP diyor ki oyum 35.5! Hayır 28! (Orhan Bursalı)

Cumhuriyet gazetemize bile sızan yüzde 35.5 yalanını mesela Hürriyet pohpohçularından F. Bol ve benzerleri piyasaya sürüyor. İzlediğim bir yazar değil, “Bir arkadaşım işaret etti” diyor yazar, CHP’yi düşük gösterirken: “İktidar partisi olan AK Parti, bunca belediye başkanlıklarını kaybetmesine rağmen oylarını aşağı yukarı muhafaza etti. Yüzde 35.5. Nitekim bir yıl önceki genel seçimlerde AK Parti’nin oyları yüzde 36’lar civarındaydı.”(www.hurriyet.com.tr/yazarlar/fuatbol/secim-analizi-1-42442513). Benzer hatayı muhalefette bazı yazarlar da yapmış. RTE de aynı oranı veriyor.

MHP’nin ortak aday oylarını da kendilerine saydıkları görülüyor. Her zamanki gibi, bu durumlarda mühendis dostum Serdar Karsu devreye girdi. Emeğine saygı göstermemek olmaz. Aşağıdaki hesaplamalar onun.

YÜZDE 27-28 ARALIĞINDA

2024 yerel seçim sonuçlarında, AKP’nin oyu; belediye başkanı seçimlerinde yüzde 35.5, belediye ve il genel meclisleri seçimlerinde yüzde 32.4 görünmekte. Ancak bu oylar içerisinde (kurulan ittifak gereği) MHP’nin oyları da var. Büyükşehirlerde (birkaç il hariç) MHP, AKP’yi destekledi. Büyükşehir olmayan çoğu ilde ise AKP, MHP’yi destekledi.

AKP+MHP’nin toplam oyları, belediye başkanı seçiminde yüzde 40.5 olurken yerel meclis seçiminde yüzde 39’a düştü.

Soru, AKP ve MHP’nin, bu toplamlar içerisindeki oy oranları ne kadardır?

2019 yerel ve 2023 genel seçimlerinin verilerinden yola çıkılarak 2024 yerel seçimi için yapılan hesaplamalar sonucunda:

Belediye başkanı seçimlerinde, AKP’nin (MHP’den arındırılmış oyu) yüzde 30 seviyesinde. Parti oyu olarak değerlendirebileceğimiz yerel meclis seçimlerinde ise AKP’nin oyu yüzde 27-28 aralığında, MHP’nin oyu yüzde 11-12 aralığında oluyor.

MHP DE DOĞRULUYOR

MHP’nin tekil olarak girdiği büyükşehir dışı illerdeki oy yüzdelerinin tutarlı olup olmadığını, örnekleme usulü ile kontrol ettim. 2019 seçimlerine göre çok bir oy kaybı olmamış ve tutarlı. Bunun üzerine MHP’nin 2019 oy oranlarından ve AKP ile olan paylaşımlarından yola çıkarak hesap sağlaması yaptım. Buna göre de AKP, yüzde 28 küsur çıkıyordu.

Her iki hesaplamamın sonucunda AKP oyu +/- (artı, eksi) 1 puan hata payıyla yüzde 28. MHP’nin oyu da, +/- 1 puanla yüzde 11 mertebesinde.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız: “Mahalli idareler seçimlerinde partilerin oy oranları il genel meclisi sonuçlarına göre hesaplanmakta. YSK verilerine göre 31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimlerinde il genel meclisinde partilerin ulaştığı oy oranları, AK Parti yüzde 32.16, CHP 23.19, MHP yüzde 16.62, DEM Parti yüzde 7.89, Yeniden Refah Partisi yüzde 6.5’tir.

MHP DE KAYBEDİYOR

Feti Yıldız, (belediye meclisi değil!) büyükşehir olmayan illerde İL GENEL MECLİSİNDE aldıkları oy oranlarını söylemekte. 16.62 oranı, 2019 seçimlerinde 18.81 idi. Bu verilere göre bir hesaplama yaparsak:

2019’da büyükşehir olmayan illerde: 18.81

2024’te büyükşehir olmayan illerde: 16.62

İki seçim arasındaki yüzdesel azalmaları: 16.62 / 18.81 = 0.8835 Bu azalmaya göre MHP’nin oy oranı (2019 baz alındığında) yüzde 15 x 0.8835 = yüzde 13.25’e düşüyor.

Diğer taraftan, 2019 seçimlerinde (belediye + il genel) yerel meclislerde AKP + MHP toplam oy oranı yüzde 51 iken, 2024 seçimlerinde yerel meclislerde AKP + MHP toplam oy oranı yüzde 39’a düştü. Dolayısıyla AKP+MHP’nin iki seçim arasındaki azalma faktörü 39 / 51= 0.7647.

Buna göre MHP’nin son seçimdeki oy yüzdesi: 13.25 x 0.7647 = 10.13; AKP’nin oy yüzdesi: 39-10.13= 28.87 AKP’nin genel oy kaybı yüzde 33 2024 yerel seçimlerinde ülke genelinde geçerli toplam oy sayısı: 46.046.499. Yukarıdaki hesaplamalara göre AKP oyu: Yüzde 28 x 46.046.499 = yaklaşık 13 milyon. AKP’nin 2023 genel seçimindeki parti oyu: 19.387.000. Buna göre 2024 seçimlerinde oy miktarı kaybı: Yüzde 33’tür. 10 ay içeresinde 6.4 milyon seçmen kaybı!

Türkiye genelinde yerel seçimlerde kayıtlı olan sandığa gidenler gitmeyen tüm 61.4 milyon seçmeni dikkate alırsak da yaklaşık 13 milyon oy almış. Toplam seçmen sayısı bakımından yüzde 21.

Yani ülkemizdeki kayıtlı 5 seçmenden biri AKP’ye oy vermiş...

Serdar, “Büyük Düşüş”ün fotoğrafını çekti.

                                                   /././

Şeriat mahkemelerinin kaldırılması (Özdemir İnce)

Her yıl mutlaka yazı yazmam gereken konuları yazı takvimime işaretlerim. Bu yıl bir yanlışlık yapmış şeriat mahkemelerinin kaldırılması konusunu mart yerine nisan ayına kaydetmişim. İhtiyarlık! Bir ay gecikmeyle yazıyı bilgi ve ilginize sunuyorum.

Halifelik ve şeriat şakşakcısı Akit TV’nin 8 Mart 2022 günü yaptığı yayından aktaracağım: [İtalya’dan kopya edilen Ceza Kanunu henüz kabul edilmeden önce, 1924’te Şeriat Mahkemeleri kaldırılmıştı. Bundan sonrasında da, adım adım Hristiyan Batı’nın kanunları alınmaya başlanmıştı. Nitekim 1 Mart 1926’da, Türk Ceza Kanunu isimli, İtalya’dan kopya düzenleme TBMM’nde görüşülürken, zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt gerçeği şöyle ifade ediyordu: “İnkılâbın ve Cumhuriyetin vazettiği esaslar, prensipler ve vücuda getirdiği eserler, başka bir tabirle inkılabın davası, ... halihazırdaki ceza kanunumuzda kâfi derecede müeyyidelerle takviye edilmiş değildir... Ceza Kanunu bu maksatla hazırlanmıştır.”

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, asıl amacın “hukukta adalet”i sağlamak olmadığını itiraf ederek diyordu ki: “Memleketin, inkılâbın ve efradın hukukuna tecavüz edenler, ekseriye Ceza Kanunumuzun noksaniyetinden dolayı yakayı kurtarmaktadırlar... İnkılâbı ve Cumhuriyeti ifade ve onun menafiini müdafaa imkânı yoktur.”

Mahmut Esat, getirdikleri Ceza Kanunu’nun niteliğini ifade ederken, “Ceza Kanunumuz çok serttir, çünkü inkılâp çok kıskançtır” dedikten sonra, yeni ceza kanunu ile ne yapacaklarını ifade sadedinde, olacakları Meclis kürsüsünden şöyle ilan ediyordu: “Bundan korkacak olanlar ve korkması lâzım gelenler, ... Türk milletinin hukukuna ve inkılâbına karşı tekin olmayanlardır ve bunların korkması lâzımdır. Fakat memleketimizi sevenler, bizden olanlar, Türk İnkılâbına hayırhah olanlar, ... bu sert Ceza Kanununda kendilerine bir masuniyet melcei bulacaklardır.”]

                                                 ***

Laik Cumhuriyet ve devrimlerinin yeminli düşmanı olmaktan maruf (herkesin bildiği, tanınan) Eski ya da Yeni Akit gazetesinden başka bir yorum beklemek saflık olur. Uygar ve laik ilkeli bütün ülkelerin yasalarının (Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar ve Ticaret kanunları vb.) yüzde 99’unun birbirine benzemesi çok doğal. Bu doğallık, Türk Ceza Kanunu’nun İtalyan Ceza Kanunu’dan ilham almasına izin verir. Uygarlık bağlamında bütün suçlar evrenseldir! Bir ulusa, bir bölgeye, bir yöreye özgü suç hemen hemen yoktur. Bu nedenle medeni kanunu falanca ülkeden, filanca kanunu falanca ülkeden kısmen almak, belli bir oranda aktarmak ne yasa yapımına ne de ahlaka aykırıdır. Ama sağ gericilik ve dinci bağnazlık, laik Cumhuriyet düşmanlığı bu türden budalalıklara yol vermektedir.

Türk Medeni Kanunu’nu hazırlayıp çıkaran insanlar, günümüz entellolarıyla İslamcıları, yeni mürtecileri ile kıyaslanmayacak oranda bilgili ve entelektüel idiler. Yasanın mimarı, Adliye Vekili Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un hazırladığı gerekçede Cumhuriyetin temel perspektifi toplumsal ilerleme ve gelişme idi: “Yasaları dine dayanan devletler, kısa zaman sonra memleketin ve milletin isteklerini tatmin edemezler. Çünkü dinler değişmez hükümler ifade ederler. Hayat yürür, ihtiyaçlar sürekli değişir, din kanunları, mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir değer, bir anlam ifade etmezler. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur... Esaslarını dinlerden alan yasalar uygulanmakta oldukları toplumları, indikleri ilkel devirlere bağlarlar ve gelişmeye engel belli başlı etken ve unsurlar sırasında bulunurlar.” (Ferit İlseverCumhuriyet Devrimi Kanunları, Kaynak Yayınları, s. 54.)

Yıllarca önce Aziz Nesin’le tartışmaya giren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.T. Erdoğan, “Aziz Nesin dinsiz olduğunu söylemekte özgür olduğunu söylüyor ama benim şeriatçı olmamı eleştiriyor” derken sapla samanı karıştırmaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nde dinsiz ya da ateist olmak bireysel özgürlük olarak anayasa ve yasalar tarafından korunmaktadır. Şeriat ise din devletinin anayasası olduğu için yasadışıdır. 8 Nisan 1924 tarihli ve 469 sayılı yasa şeriye mahkemelerini kaldırmış ve yerine Cumhuriyet’in çağdaş mahkemeler teşkilatı kurulmuştur. Şeri mahkemeler kapatılmışsa şeriat da yasadışıdır.

Ama günümüzde laik Türkiye devletinin cumhurbaşkanı şeriatı gururla savunmakta ve şeriatçı olduğunu dünyaya ilan etmektedir.

                                                  /././

Bayram benim neyime? (Şükran Soner)

İyi ki dip dalgası olarak gelen yerel seçim sonuçlarının yarattığı moral değerler ile çakıştı. Ailelerin sevinçlerini birlikte paylaşma duygularını besledi. Yaşamlarına dayatılmış geçim zorluklarının baskısı, gerçekleri yerine, birazcık olsun nefes alma özlemleri baskın çıktı. Kafalar uzatılarak derin bir nefes alma gereksinimi ağır bastı. Bir anne uzatılan mikrofondan hiç çekinmeden, “Çocuklarım et kokusunu unutmasınlar diye 100 liralık, 50 gramlık et aldım” açıklamasını yüksek sesle yapabiliyor... Bir başkası kameralar önünde, bile bile bayrama özel bilet fiyatları artışı sineye çeke çeke, ailenin üye sayısı ile orantılı ödemek zorunda kaldıkları otobüs fiyatının toplamını açıklıyor. Yollarda oluşan kuyruklar nedeniyle söylene söylene geri dönmeyi düşünen çıkmıyor. Eskisi gibi neşeli, güler yüzlü bayram kutlamalarını, öylesine özlemiş, öylesine hak etmişiz ki. Yarınki bayram günü buluşmalarımızın daha geniş katılımlı, sofra kalabalıkları, ikram bolluğu içinde yaşanabilmesinin düşünü, eski bayram günlerimizin, hele de çocukların şen şakrak seslerinin gürültüsünü öylesine özlemişiz ki. İple çekiyoruz. Umalım geçmişte kalmış düşlerimizdeki gibi bir günü yaşayabiliriz...

Biliyorum biz gazeteci milleti, sıradan vatandaşlardan çok daha şanslıyız. Saray’ın çoğunluk yandaşı olanların tuzu hep kuruydu. Ötekiler, sevilmeyen, istenmeyen, eleştirenlerimizin bile ağlanacak hallerinin olduğunu söylemeye hakkımız yok. Her şeyden önce yıllardır düşünü gördükleri, toplumsal başkaldırının, hak aramadan yana sandıkta sesini yükseltmiş olmasının keyfini, sevincini paylaşıyorlar. Üstüne üstlük bizim meslekte telifle çalışma hakının var oluşu sayesinde, az da olsa ek gelir alabiliyor olma ile, emeklilik gelirini birleştirebilmenin ayrıcalığını yaşayabiliyoruz.

                                                    ***

Sözün özü en düşük telifle iş bulabilmiş gazeteci bile emekli maaşı ile telif ücreti gelirini birleştirebiliyor olarak, diğer emekli büyüklerin sıkıntılarını yaşamak zorunda kalmıyorlar. Geçen haftanın son günü, “Bizim 68’liler”in yaşça çoğunluğundan küçük olsa da duygusallıkla ablası sayılan Nigar Sancak, yine 68’liler kuşağının en ulu çınarı sayılanların doğum günlerinin ortak kutlanmasını sağlamıştı. Yıllardır bu kadar çok katılımlı, başka bölgelerden gelmiş arkadaşların da içinde oldukları bir kalabalık yaşanmamıştı.

Şöyle bir topluca, başları kaldırabilmiş olarak derin nefes alabilmek o kadar güzel, moral vericiydi ki. Duyamayanlardan ballandırarak aktardığım dostlardan “Benim haberim olmadı” sitemlerini bile aldım. Gerçeğini ararsanız özellikle, öncelikle seçimlerin sonrasında sokaklarda oluşan kalabalıklara dikkatinizi çekmek isterim. Elbette dedikodu art niyeti olmadan, doğaçlama yükselmiş ses tonları ile diyalogları duymamak olanaksız. Havalarda, doğamız için iyi mi kötü mü olduğu bilinemeden erken bahara dönüştü ya. Dahası deniz mevsiminin açıldığı kentlerimizin sayılarında patlama da yaşanıyor.

Gidemesek de göremesek de o köy bizim köyümüzdür” tekerlemesini çağrıştırıyorlar. Gerçeğinde tüm değerlerin, tüm ülke kaynaklarının yağmalanmasının, kirli işlerin sonuçları haberleri giderek artıyor. Bayramla artan, bayram sonrası çok acı patlayacak yeni zamların ilk verileri peş peşe sayılmaya başladı ya. Yetmez, her gün yenisi, daha kötüsü vurgunların, yağmaların geri dönüşü olmayan örnekleriyle yüz yüze kaldığımız haberlerin patlaması var.

Başımız yukarıda, derin nefes alabiliyoruz ya. Morallerimiz bozulacağına, yükseldikçe yükseliyor. Yarın bayram, çocukların neşeli sesleri şimdiden kulaklarımızı çınlatıyor.

(Cumhuriyet)

KISA KISA GÜNDEM - 9 NİSAN 2024 -

İsrail'le ticareti durdurmayan iktidar 'Gazze'ye en çok yardımı biz gönderdik' söylemine sarıldı (soL)

İsrail'le ticareti durdurmayan iktidar tepkileri "Gazze'ye yardımda ilk 2'deyiz" diye karşılamaya çalışırken, Fidan "İsrail'e yönelik bir dizi tedbir alma" kararını duyurdu, içerikse belirsiz.(https://haber.sol.org.tr/haber/israille-ticareti-durdurmayan-iktidar-gazzeye-en-cok-yardimi-biz-gonderdik-soylemine-sarildi)

AKP'li belediye başkanının ilk icraatı işçilerin hakkını gasp etmek oldu: İşçiler iş bıraktı (soL)

Birkaç gün önce göreve başlayan AKP'li Altındağ Belediye Başkanı Tiryaki'nin ilk icraatı belediye işçilerinin ek protokolle hak ettiği maaş zamlarını geri almak oldu. İşçiler iş bıraktı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpli-belediye-baskaninin-ilk-icraati-iscilerin-hakkini-gasp-etmek-oldu-isciler-birakti)

İşçiler çalışırken ölüyor, bu kez adres Niğde'de patates deposu: 2 ölü, 3'ü ağır 4 yaralı (soL)

Niğde'de yeraltına patates deposu inşa ederken meydana gelen göçük sonrası 2 işçi yaşamını yitirdi, 3'ü ağır 4 işçi yaralandı. İşçilerin oluşan basıncın etkisiyle uzak noktalara itildikleri açıklandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/isciler-calisirken-oluyor-bu-kez-adres-nigdede-patates-deposu-2-olu-3u-agir-4-yarali-392822)

Sermayenin restorasyon arayışında 'First Leydiler' açılımı (soL)

Seçimin esas sonucu: Yoksulların isyanını önlemek. Özel'in Erdoğan çıkışı yandaş medyada. Şimdi de Dilek İmamoğlu, Emine Erdoğan'a çağrı yaptı.  Seçimin ardından T24'ten Cansu Çamlıbel'e konuştu.  "Ekrem İmamoğlu’nun eşi olarak orada bir hat, bir kanal açma yönünde adım atar mısınız mesela Emine Hanım nezdinde?" sorusuna "Sizin şu anda sorduğunuzu biz o zamandan beri yapmaya başlamıştık zaten. Kadınlar Günü etkinliklerimize davet ettik kendisini. Beş senedir özel günlerde kendisine mesaj iletiyorum. Yani benim böyle bir iletişim kurma çabam var. Ama bugüne kadar olmadı, gerçekleşmedi" ifadelerini kullandı. (https://haber.sol.org.tr/haber/sermayenin-restorasyon-arayisinda-first-leydiler-acilimi-392819)

Beş yıllık taahhüt: CHP'li vekil kritik soruyu sordu ama en kritik kısmını sormadı (soL)

CHP'li vekil, iktidarın "ortak deprem hattı" sözünü tutmamasını, "Madem yaptıramayacaktınız Telekom'u neden özelleştirdiniz" diye eleştirdi. Oysa iktidar yaptırabiliyor, çok çarpıcı bir kanıtı var. (https://haber.sol.org.tr/haber/bes-yillik-taahhut-chpli-vekil-kritik-soruyu-sordu-ama-en-kritik-kismini-sormadi-392814)

Kriz 1.1 milyon işçiyi yuttu (Erdoğan Süzer-Sözcü)
Son 1 yılda on binlerce esnaf ve çiftçi ile işçiler işlerini kaybetti. Ekonomik kriz yüzünden işçi, esnaf ve çiftçi işini kaybederken istihdam için tek umut kapısı devlet oldu. İktidar seçimi de kullanarak bir yılda 464 bin yeni memur aldı.(https://www.sozcu.com.tr/kriz-1-1-milyon-isciyi-yuttu-p38284)