12 Nisan 2024 Cuma

UKRAYNA SAVAŞI (Dosya)- EVRENSEL

Ukrayna'da savaşın üçüncü yılı: Batı’ya taviz, halka ölüm ve sömürü (Elif GÖRGÜ)

Ukrayna’da savaş koşullarında faaliyetlerini sürdürmeye çalışan Marksist-Leninist bir yeraltı örgütü olan Ukrayna İşçi Cephesi (RFU) ülkedeki son durum üzerine sorularımızı yanıtladı.

Rusya’nın şubat 2022’de kara ve hava saldırılarıyla başlayan ve bir Rusya-Ukrayna savaşına dönüşen süreç üçüncü yılında Ukrayna’nın doğu cephesiyle sınırlı çatışmalar ve karşılıklı füze ve İHA saldırılarıyla devam ediyor. Ukrayna’da Zelenskiy iktidarı, NATO merkezli Batılı müttefiklerinden daha fazla askeri yardım talep etmeyi sürdürürken, bir yandan Avrupa devletlerinin silahlanması hızlanıyor, Almanya gibi açıktan savaş hazırlıkları yapan ülkeler dikkat çekerken, Fransa’nın Ukrayna’ya askeri birlik gönderme tartışması da henüz sönümlenmiş değil. Öte yandan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in BBC’ye verdiği bir röportajda “Ukrayna, Rusya ile uzlaşmak zorunda kalabilir” demesi de geçtiğimiz haftanın ilgi çeken açıklamalarından oldu. Diğer yandan ise İsviçre’de geniş katılımlı bir “Ukrayna Barış Konferansı”nın hazırlıkları yapılıyor.

Tüm bu gelişmelerin ortasında savaşın en ağır sonuçlarını ise Ukrayna halkı yaşamaya devam ediyor. Ukrayna’da savaş koşullarında faaliyetlerini sürdürmeye çalışan Marksist-Leninist bir yeraltı örgütü olan Ukrayna İşçi Cephesi (RFU) ülkedeki son durum üzerine sorularımızı yanıtladı. “Kremlin’e de Washington’a da hayır diyoruz” diyen RFU, ülkenin mali ve siyasi olarak Batı’ya daha fazla bağımlı hale geldiğine, işçi ve emekçilerin payına ise cephede kurbanlık koyun olmakla ve cephe gerisinde daha fazla sömürülmenin düştüğüne işaret etti.

HAKLAR İHLAL EDİLİYOR, SÖMÜRÜ AĞIRLAŞIYOR

Rusya’nın 24 Şubat 2022’deki saldırı ve işgal girişiminin üzerinden iki yıldan fazla geçti ve savaş üçüncü yılında devam ediyor. Bugün Ukrayna’daki genel sosyal, siyasi ve askeri durum nedir?

Bu çok genel bir soru. Savaşın üzerinden iki yıl geçti ve zaten yoksul olan Ukrayna’da hayat daha da zorlaştı. Seferberlik, insan haklarının ve hatta Ukrayna yasalarının düzenli olarak ihlal edilmesiyle gerçekleşiyor. Erkekler yurt dışına seyahat edemiyor. Savaş koşulları altındaki işçilerin grev hakkı yok, bu nedenle sömürü giderek daha da ağırlaşıyor.

Tüm iktidar (Zelenskiy’nin) “Halkın Hizmetkarı” iktidar partisinin elinde, tüm burjuva “muhalefet” bir kukla. Süregelen keyfiliğe karşı herhangi bir açık protesto ifadesi baskı ile karşılaşıyor.

Cephede, birçok komutan, seferber edilmiş askerleri top yemi (kurbanlık koyun) olarak kullanıyor ve her yıl sıradan bir askerin hayatı daha da kötüleşiyor. Askerler çoğu zaman üniformalarını dahi kendileri almak zorunda kalıyor.

Ya cephedeki durum nasıl görünüyor?

Savaş uzun zamandır bir mevzi savaşı. Geçen yılki başarısız karşı saldırı hakkında YouTube'da ayrıntılı bir video hazırladık ve bu videoda saldırının nedenlerini ve sonuçlarını analiz ettik. Şimdi, geçen yıl olduğu gibi, yine büyük bir karşı saldırı vadediyorlar, ancak gerçekte Ukrayna kendini savunmakta giderek zorlanıyor. Saldırıya geçecek kaynakları nereden bulacakları belli değil. Genel olarak cephedeki durum kötüleştikçe politikacılar daha da saçma vaatlerde bulunuyor.

Batı’nın Ukrayna’ya yardımı azalıyor, çünkü Ukrayna’daki savaş başladığından beri NATO blokunun Ortadoğu’da yeni sorunları var. Buna ek olarak, Çin ile savaşa hazırlanmaları gerekiyor. Zelenskiy’nin kendisi bile Amerikan yardımı olmadan Ukrayna’nın savaş alanında hiçbir şansı olmadığını kabul etmek zorunda kalıyor.

SAVAŞ, BURJUVA PROPAGANDASI İÇİN KATALİZÖR OLDU

Savaş Ukrayna siyasetini, iktidarını ve sosyal yapısını nasıl şekillendirdi?

Siyasi açıdan savaş, egemen sınıf ve onun iktidar partisi için açık bir şekilde olumludur. Aslında Zelenskiy ve arkadaşları artık Ukrayna Parlamentosunda tekel konumunda. Eski Rus yanlısı “muhalifler” bile işçilerin köleleştirilmesini amaçlayan yeni zalim yasalar için eski “rakipleriyle” birlikte oy kullanıyorlar.

Ama mesele sadece bu değil. Savaş, hükümetin halk arasındaki desteğini arttırmasını sağladı. Bunu görmek kolay: Zelenskiy’nin 2021’deki aşırı düşük reytingleri ile 2022’deki reytinglerini karşılaştırın. Genel olarak savaş, burjuva propagandası için iyi bir katalizör görevi gördü. Birçok insan televizyonun söylediği her şeye inanmaya hazır.

Ancak son kamuoyu yoklamaları, halkın yetkililere olan güveninin yavaş ama emin adımlarla azaldığını gösteriyor. Sorun şu ki, yetkililere yönelik memnuniyetsizlik artıyor, ancak kapitalist sistemin kendisine yönelik memnuniyetsizlik artmıyor.

Sosyal yapıya gelince, her şey ortada; milyonlar mülteci oldu, yüz binlercesi asker oldu. Ne yazık ki, Ukrayna şimdiden öngörülebilir gelecekte yeri doldurulamayacak demografik kayıplara uğramıştır.

UKRAYNA KAPİTALİZMİ AMERİKAN BURJUVAZİSİNİN ÇIKARLARINA TABİ

Ukrayna burjuvazisinin ulusal ve uluslararası durumu; iç çelişkileri açısından bugünkü tablo nedir?

Bu konudan bahsederken, Ukraynalı yurtseverlerin övünmekten hoşlandıkları “bağımsızlığın” ne olduğunu açıkça anlamalıyız.

Savaştan önce bile Ukrayna büyük borçlar içindeydi. Savaştan önce bile Ukrayna düzenli olarak IMF taleplerine boyun eğiyordu. Savaşın patlak vermesiyle birlikte bu durum daha da kötüleşti; şimdi Ukrayna ekonomisi yüzde 90’dan fazla bir oranda dış finansmana bağımlı.

Elbette Ukraynalı kapitalistlerin kendi çıkarları olmadığını söylemiyoruz; var ve bu çıkarlar Batılı meslektaşlarının çıkarlarından ne daha iyi ne de daha kötü. Sadece şu anda Ukraynalı kapitalistler ve Ukrayna kapitalist devleti, Batılı, özellikle de Amerikan burjuvazisinin çıkarlarına tabidir.

Son haberlere bakalım. Forbes, Ukrayna’nın yer altı gaz depolama tesislerinde yabancı gazın saklanması için uygulanan tarifelerin bir yıl daha değişmeyeceğini yazdı. Batılı ortakları söz konusu olduğunda Ukraynalı oligarkların cömertliği işte böyle bir şey. Ancak bu cömertlik elbette işçi sınıfını kapsamıyor.

Savaşın başında kamu hizmetlerine yönelik faturaların yükselmeyeceğine dair bir söz verilmiş olsa da, bu söz yakın zamanda bozuldu. Halk için tarifeler sadece bir değil, iki kat artacak. Milletvekili Nagornyak’ın dediği gibi, bu karar ortaklar tarafından dayatıldı.

Öte yandan, akaryakıt, Coca-Cola, emlak ve hatta kenevir üzerindeki tüketim vergileri artırılıyor. Ve bu da ortakların, yani IMF’nin talebi üzerine yapılıyor.

Yabancı sermaye temsilcilerinden oluşan denetleme kurulları da ayrı bir konu. Kısaca, yabancılar genellikle Ukrayna kamu iktisadi teşebbüsleri üzerinde doğrudan kontrole sahipler.

Tüm ihtişamıyla Ukrayna “bağımsızlığı”: Ukraynalı kapitalistler Ukrayna işçi sınıfını soyuyor ve yabancı efendilere her türlü tavizi veriyor.

İŞÇİLERİN SINIF BİLİNCİ DERİN BİR BASKI ALTINDA

Ukrayna işçi sınıfı ve sınıf mücadelesi ile siyasi temsilcileri açısından bugünkü durumu nasıl tanımlarsınız?

Ukraynalı işçilerin sınıf bilinci şu anda derin bir baskı altında. Grevler yasak. Mevzuat sürekli olarak işçilerin haklarını azaltma yönünde değişiyor. Dahası, İş Kanunu’ndan kaynaklanan haklar bile düzenli olarak ihlal ediliyor ve burjuvazi böyle bir konuda herhangi bir dava açtığında avukatlar için her zaman büyük kaynaklara sahip oluyor. Suçluların ve polisin (Ukrayna’da aşağı yukarı aynı şeydir) işverenlerine karşı çıkmaya karar veren işçilere baskı yapması nadir değildir. En kötüsü de Ukrayna işçi sendikalarının tamamen yozlaşmış olmasıdır. Genel olarak, yasal çerçeve içinde ekonomik mücadele olanakları artık son derece sınırlı.

Ukraynalıların zorunlu seferberliğe karşı mücadelesi de ayrı bir yakıcı mesele. Bu konu yurt dışında nadiren gündeme geliyor, ancak birçok Ukraynalı Ukrayna’yı kapalı sınırları ve zorunlu seferberlik nedeniyle büyük bir açık hava toplama kampı olarak görüyor. Bunda doğruluk payı var.

YOLDA YÜRÜRKEN DÖVÜLEREK CEPHEYE GÖTÜRÜLEBİLİRSİNİZ

Şöyle bir durum düşünün: 30’lu yaşlarının başında tipik bir Ukraynalı erkeksiniz, bir işiniz, bir eşiniz, bir ya da iki çocuğunuz var. Sakin bir şekilde caddede yürüyorsunuz. Aniden bir minibüs yanınıza yanaşıyor ve içinden askeri üniformalı 6 kişi iniyor. Etrafınızı sarıyorlar, ellerinizi tutuyorlar ve sizi arabaya sürüklüyorlar. Bölgesel askere alma merkezine giderken ciddi şekilde dövülüyorsunuz. Oraya vardığınızda, birkaç gün boyunca esaret altında tutuluyorsunuz. Sonra doktorlar, sağlık durumunuza bakmaksızın, sağlıklı olduğunuzu ve hizmete uygun olduğunuzu yazıyor. Kısa süre sonra top yemi haline geliyorsunuz.

Açıkçası, her eylemin bir karşı eylemi vardır. Bazen, askere alma görevlileri insanları kaçırmaya çalıştığında, bu insanlar üstün bir rakibe karşı dövüş kazanma noktasına kadar karşılık verirler. Elbette Ukrayna halkının bu iğrenç keyfiliğe karşı her türlü direnişini kuvvetle destekliyoruz.

Siyaset söz konusu olduğunda, Ukrayna’da işçi sınıfının öncü bir siyasi partisi bulunmamaktadır. Gelecekte böyle bir parti olmak isteriz, ancak şu anda sadece Marksist bir örgütüz ve hüsnükuruntuda bulunmayacağız. Sol yelpazedeki diğer tüm örgütler ise öncü parti statüsünden bizden çok daha uzaklar.

ZELENSKİY ETRAFINDA BİRLEŞENLER, AZ SAYIDAKİ SOL-LİBERAL GRUPLAR

Başından beri Ukrayna solunun, işçi ve emek örgütlerinin önemli bir kısmı Rus saldırganlığı karşısında Zelenskiy Hükümeti etrafında tabiri caizse birleşti. Üçüncü yıla girerken durum hâlâ böyle mi?

Sorunuz yanlış bir önermeye dayanıyor. Ukrayna solunun hiçbir zaman Zelenskiy Hükümeti etrafında birleşen önemli bir kısmı olmadı. Bahsettiğiniz insanlar, sosyal-şovenist fikirlerini Avrupa solu arasında yayan az sayıdaki sol-liberal gruplardır.

“Rus saldırganlığına karşı solu birleştirmek”, bu açgözlü insanların Avrupalılardan hibe para koparmaya çalıştıkları küstah bir yalandan başka bir şey değil. Ve bu solcuların solcu olup olmadıkları tartışmalıdır. Örneğin, sol-liberal örgüt Social Movement’ın (Sosyal Hareket) liderlerinden Vladislav Starodubtsev, attığı bir tweette, çoğunluğu Ukraynalı iş birlikçilerden oluşan Nazi SS tümeni Galiçya’yı haklı çıkardı.

KREMLİN’E DE WASHİNGTON’A DA ‘HAYIR’ DİYORUZ

RFU Ukrayna’daki en büyük Marksist ve aynı zamanda en büyük sol örgüttür. Savaşın ilk gününden bu yana sloganımız “Savaş yok, sınıf savaşı var!” olmuştur. Kremlin’e de Washington’a da hayır diyoruz. Mevcut savaş, Doğu ve Batı’nın kapitalistlerinin yağmacı çıkarları doğrultusunda başlattıkları bir katliamdır. Bu savaşın her halükarda işçilere getireceği tek şey sonsuz kayıp ve acıdır.

Ve burada “ulusal kurtuluş” yoktur, çünkü Ukrayna ulusu iki ulusa bölünmüştür: İtalya’da villaları olanlar ve Ukrayna panel evlerinde sıkışık daireleri olanlar. Kapitalistler yatlarında pahalı şampanyalar içebilsin diye işçiler ölüyor ve öldürüyor.

Hedefimiz proleter devrimin tüm dünya burjuvazisi üzerindeki zaferidir. Kulübelere barış, saraylara savaş!

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI YOLUNDA BİR ADIM

Ukrayna’daki savaş uluslararası siyasetin belirleyici faktörlerinden biri haline geldi. Askeri tatbikatlar, silahlanma hazırlıkları vs. savaşın sadece sona ermesi değil, Avrupa’ya yayılması ihtimali üzerine yapılıyor. Ülkeniz ve dünya için savaşın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Tahminler söz konusu olduğunda, iyi bir tahminin her zaman sosyal uygulamaları da hesaba katmalıdır. Bir göktaşının Dünya’ya geleceğini öğrendiğimizde, yalnızca insanların eylemlerini ya da eylemsizliklerini dikkate alan bir tahmin gerçekten değerli olacaktır. Burada da durum aynıdır.

Dünya üçüncü dünya savaşına doğru ilerliyor. Rusya-Ukrayna savaşı bu yoldaki adımlardan biri. Ukrayna’nın mı yoksa Rusya’nın mı kazanacağı henüz bilinmiyor. Elbette şu anda Ukrayna, Batı yardımının azalması nedeniyle pozisyon olarak kaybediyor. Ancak olup bitenleri küresel ve tarihsel bir perspektiften ele alırsak, tüm bunlar ikincil önemdedir.

Asıl önemli olan şu: Dördüncü bir dünya savaşı çıkacak mı? İnsanlar taş ve sopalarla mı savaşacak? Bu Ukrayna’nın mı yoksa Rusya’nın mı, ABD’nin mi yoksa Çin’in mi, İsrail’in mi yoksa İran’ın mı vs. kazanacağına bağlı değil. Bu, dünya devrimci proletaryasının mı yoksa dünya sermayesinin mi kazanacağına bağlı. Eğer proletarya kazanırsa, tüm acılara, mayınlı arazilere ve yıkılan evlere rağmen Ukrayna parlak bir komünist geleceğe sahip olacaktır. Eğer sermaye kazanırsa, kapitalistlerin kendileri de dahil olmak üzere hiç kimsenin bir geleceği olmayacaktır.

Son olarak, örgütünüzün çalışmaları, yaşadığı zorluklar vb. hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

Mümkün olarak tüm yönlerden çalışıyoruz. Teorik eğitimde, Marksist teorinin temelleri üzerine branşlaşmış bir çemberler sisteminde çalışıyoruz.

Tüm popüler sosyal ağlarda ajitasyon ve propaganda çalışmaları yürütüyoruz. Önemli tarihsel ve güncel olayları gözden geçiriyor ve teorik materyaller hazırlıyoruz.

Sendikal faaliyetlerimiz polis ve güvenlik güçlerinin müdahalesi nedeniyle çok sınırlı. Halihazırda bazı başarılarımız var, ancak gizlilik nedeniyle bunları kamuoyuna açıklayamıyoruz. İşçilere hukuki yardım sağlamak için bir avukat departmanımız da var.

Çalışmalarımızda yaşadığımız temel zorluklar yeraltı koşullarımız ve sınırlı kaynaklarımızdan kaynaklanıyor, bu nedenle mali yardıma ihtiyacımız var. Ayrıntıları web sitemiz’de bulabilirsiniz. Toplanan fonlar ajitasyon, propaganda ve sendikal faaliyetlerimizi genişletmek için kullanılıyor.

                                                             /././

Ukrayna savaşı üçüncü yılına girerken yıkım tablosu(Yücel Özdemir)

                                                                                        Fotoğraf: Diego Herrera Carcedo/AA

24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı haftaya üçüncü yılına giriyor. Değişik kaynaklara göre bugüne kadar on binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonlarcasının yerinden yurdundan olduğu bu acımasız savaşın ne zaman biteceğine dair henüz ufukta bir ışık yok.

Işık yok ancak Ukrayna’nın kendi kaynaklarıyla bu savaşı sürdürecek mecalinin kalmadığı da ortada. Yıllık bütçesinin yüzde 35-40’ını askeri harcamalara ayırmak zorunda kalan Ukrayna yönetimi, eğer NATO üyesi ülkelerden askeri ve mali destek almamış olsaydı, Rusya ile müzakere masasının kurulması için çoktan ara bulucuları devreye koymuştu. Ancak savaş Ukrayna ile Rusya arasında değil, NATO’yla Rusya arasında sürdüğü için, durum görünenden de karmaşık.

Askeri gücü Rusya’ya yetmeyen Ukrayna, gelinen aşamada cepheye gönderecek yeni asker bulmakta dahi zorlanıyor. Önceki gün Süddeutsche Zeitung’da Florian Hassel’in yazdığına göre, Londra Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezinin “Military Balance 2024” raporunda Ukrayna’nın halen 800 bin aktif askeri bulunuyor. İki yıl içinde yüz binlercesi öldürülmüş, yaralanmış, sakat kalmış. Kayıpların yerine cepheye asker gönderilmek için alınan önlemler de işe yaramamış. Çünkü askerlik çağındaki Ukraynalı erkekler cephe yerine yurt dışına çıkmayı tercih ediyorlar.

Ukrayna Genelkurmay Başkanlığı, 2024’ün sonuna kadar 500 bin yeni askere ihtiyaç duyulduğunu açıklamış ve bu temelde bir “seferberlik yasası” hazırlanmış ve 7 Şubat’ta mecliste az bir farkla kabul edilmişti. Ukraynalı erkeklerin yurt dışına çıkmasını engelleyen, üniversite öğrencilerinin askere alınmasını öngören yasanın son haline 21 Şubat’ta karar verilecek.

Ukrayna’nın sadece asker değil, aynı zamanda mühimmat eksikliği yaşandığı da haber veriliyor. Pazar günü Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung’un “Ukrayna’da mühimmat tükeniyor” başlığıyla yayımlanan haber-analizinde Ukrayna ordusunun günde en az 5 bin, yılda 1.8 milyon mermiye ihtiyaç duyduğunu ancak bu yıl içinde Avrupa ve ABD’nin gönderdiği mermi sayısının günde 3 bin 600, yılda 1.3 milyona denk geldiğini yazdı. Haberde, ABD’nin desteğini çekmesi durumunda bu sayının günlük 3 bine düşeceği ifade edilirken, gerekli durumda Avrupa’nın parasıyla ABD’den mermi alınması da öneriliyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle en fazla kazanan silah tekelleri arasında yer alan Alman silah tekeli Rheinmetall, bu tartışmaların ortasında Başbakan Olaf Scholz’un yanı sıra Danimarka ve Polonya başbakanlarının katılımıyla bir mühimmat fabrikasının temelini attı. Fabrikada yılda 200 bin top mermisinin yanı sıra patlayıcı ve roketatar parçaları üretilecek. “Mühimmat eksikliği” haberleri büyük olasılıkla fabrikanın kuruluşunu daha etkili duyurmak içindi. Ukrayna’daki mühimmat eksikliği haberleri çıkmaya başladıktan sonra bu yılın başında 287 avrodan satılan Rheinmetall’in bir hissesi rekor artış denilebilecek şekilde 365 avroya kadar çıktı.

İki yılın sonunda Ukrayna için karamsar, silah ve savaş lobisi için parlak bir tablo görünümü var. Özellikle ABD Kongresinin yapılması planlanan 50 milyar dolarlık mali yardım desteğini reddetmesinden sonra ortalık bir anda adeta alabora oldu. Ardından, Cumhuriyetçilerin Başkan Adayı Trump’ın Rusya’nın saldırması durumunda NATO’ya yardım etmeyeceklerini, ardından Avrupa’nın kendi güvenliği için askeri harcamaları artırması gerektiği yönündeki açıklamaları gelince Avrupa’da epey hararetli tartışmalar yaşandı.

ABD Kongresi, salı günü daha önce reddettiği Ukrayna, İsrail ve Tayvan’ı kapsayan 95 milyar dolarlık bütçeyi kabul edince Avrupa biraz derin nefes aldı.

Ancak aynı durumun birkaç ay sonra yeniden kapıyı çalacağını da bütün ülkeler biliyor. Trump’ın seçimleri kazanması durumunda ABD’nin Ukrayna savaşını Avrupa’ya ihale edeceği bir süredir değişik düzeylerde ifade ediliyor. Trump da son açıklamalarıyla bunu ilan etmiş oldu. Seçim meydanlarında “önce Amerika” sloganına bağlı olarak savaşın faturasının Amerikan halkına kesilmesine karşı çıkacağı, böylece oy toplayacağı anlaşılıyor.

ABD’deki muhtemel başkan ve politika değişimine hazırlanan Avrupa ülkeleri, bu tablodan müzakere yoluyla savaşı bitirme yerine daha fazla silahlanmayla yanıt vermeyi planlıyor. Bu çerçevede ilginç sayılabilecek gelişmeler de yaşanıyor. Almanya, 5-8 yıl içinde Rusya’nın bir NATO ülkesine saldıracağından hareketle tam anlamıyla savaş hazırlıkları yapıyor. Bu konuda kamuoyuna yansıyan “Almanya operasyon planı” var. Bununla yetinmeyen Almanya, üç gün önce Brüksel’de Hollanda ve Polonya ile önemli bir anlaşma imzaladı. Anlaşmada, üç ülke arasında asker, askeri teçhizat, silah dolaşımı serbest olacak. Buna da “Askeri Schengen” diyorlar. Muhtemelen gelecekte başka ülkeler de buna dahil olacak. Aynı günlerde Almanya, Fransa, Polonya dış işleri bakanları arasında bir “AB askeri birliğin” kurulması, ortak silah üretimine geçilmesine karar verildi.

Almanya Avrupa’nın en büyük askeri gücü olma yönünde adımlar atıyor. Uzunca bir süredir ABD’den, NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusunun kurulmasını savunan Almanya, Trump’ın ikinci kez başkanlık koltuğuna oturması durumunda bu süreci hızlandıracak gibi görünüyor. Dolayısıyla Berlin’de savaşın bitmesi değil daha geniş bir sahaya yayılmasının planları yapılıyor. Tablo bu açıdan da olumsuz görünüyor.

Savaşın ve silahlanmanın faturasını ödeyen halkların, emekçilerin bu gidişata karşı çıkması süreci tersine çevirebilir.

                                                          /././

Ukrayna'da savaşın iki yılı geride kaldı: Tekeller kazandı, halklar kaybetti

                                                                                                     Fotoğraf: Metin Aktaş/AA

Rusya'nın 24 Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal girişimi başlatmasının üzerinden geçen iki yılda kazananlar NATO politikaları, silah ve enerji şirketleri oldu. Savaşın tüm faturaları ise halklara kesildi.

Ukrayna’da 2013’te Batı’nın da desteğiyle iktidarın devrilmesi, Rusça konuşan doğu Donbas halklarının Rusya desteğiyle ayaklanıp 2014’te iki bağımsız cumhuriyet ilan etmesi ile başlayan siyasi süreç, ülkenin NATO üyeliğinin gündeme gelmesi ile devam etti ve Vladimir Putin yönetimindeki Rusya tüm bu gelişmelerin kendi iktidarı için bir tehdit olduğu gerekçesiyle birliklerini göndererek ve yoğun hava saldırılarıyla 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal girişimi başlattı. Bu girişim bir süre sonra Ukrayna-Rusya savaşına dönüştü.

İKİ YILDA NELER OLDU?

Kiev yolundayken kuzeydeki birliklerini geri çeken Rusya, doğu ve güneydoğuya odaklandı. Ekim 2022 başında Rusya, Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporijya’yı, bu bölgeler tamamen Rus kontrolü altında olmasa da, Rusya Federasyonu’nun bir parçası olarak tanıyan ilhak kararını imzaladı. Bugün Luganks eyaletinin tamamını Donetsk’in ise üçte ikisini, Dnipro Nehri’nin doğusundaki güney Ukrayna’nın önemli bir bölümünü Rusya kontrol ediyor.

Herson’u ise Ukrayna ordusu geri aldı. Haziran 2023’te büyük bir uluslararası propaganda eşliğinde “karşı taarruz”a başlayan Ukrayna, Rusya’nın sınır şehirlerine, Moskova ve Kırım’a çeşitli büyüklükteki saldırılar düzenlemeyi başarsa da savaşın gidişatını değiştirecek bir zafer elde edemedi. Son olarak Donetsk’e bağlı Ardiyivka’nın kontrolünü ele geçiren Rusya, yine Putin’in kazanacağı seçimlere hazırlanıyor.

Ardiyivka’nın kaybedilmesi Ukrayna açısından ise geçtiğimiz mayısta Bahmut’un kaybedilmesinin ardından en büyük yenilgi olarak yorumlandı.

Bugün üçüncü yılına giren savaşın kaybedeni ise başta Ukrayna ve Rusya halkları, ayrıca savaşın dolaylı sonuçları sırtına yıkılan Avrupa halkları oldu. Putin iktidarı tüm uluslararası baskıya rağmen koltuğunu ve ülke içindeki baskı rejimini güçlendirdi, savaş karşıtı sesler susturuldu.

Savaşın önemli kazananlarından biri de ölümü ilan edilen NATO’yu diriltip güçlendiren, ABD karşısında kendi gücünü oluşturmak isteyen Avrupa devletlerini ekonomik ve siyasi olarak yeniden kendi hizasına sokan, kendi silah ve enerji tekellerine kâr rekorları kırdırtan ABD oldu. ABD’nin yanı sıra Avrupa merkezli tekeller de savaştan büyük paralar kazandı ve kazanmaya devam ediyor. Halkların payına ise ölümün yanı sıra savaş bahanesiyle daha fazla siyasi baskı, artan fiyatlar ve enflasyon, azalan ücretler ve kısıtlanan haklar düştü. Avrupa devletleri iki yıl sonra bugün “Rusya ile olası bir savaş” sopasını daha etkili kullanmanın ve savaş bütçelerini artırmanın planını yapıyor.

Balkanlardaki ve Rusya’nın komşularındaki askeri gücünü artıran ABD ve NATO, Rusya ile sınırı olan Finlandiya’yı bünyesine katmayı başardı. İsveç’in NATO üyeliği ise Macaristan’ın onayını bekliyor.

10 BİNDEN FAZLA İNSAN ÖLDÜ

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları İzleme Misyonuna göre, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle 10 bin 582 kişi öldü ve 19 bin 875 kişi yaralandı. Care International’a göre Ukrayna’da 800 bini çocuk olmak üzere 3.3 milyondan fazla insan cepheye yakın yerlerde yaşıyor.

Savaş boyunca ise 1523 sağlık tesisi, 1600 okul ve yaklaşık 400 köprü yerle bir edildi. Elektrik ve su temini gibi hayati önem taşıyan hizmetler azaldı. Ukrayna’nın savaştan en kötü etkilenen bölgelerinde yaklaşık 720 bin kişi yeterli ve güvenli barınma imkanından mahrum kaldı. Son iki yılda çatışmalar yaklaşık dört milyon insanı yerinden etti. BM insani müdahale planına göre, toplamda 14.6 milyon kişi, yani Ukrayna nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı, 2024 yılında insani yardıma ihtiyaç duyacak.

UKRAYNA’YI SAVAŞTA TUTMAK İÇİN MİLYARLAR HARCANDI

Savaş cephesinde durum büyük değişiklikler olmadan devam ederken, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’yı daha ne kadar destekleyecekleri, kasım ayındaki başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazanması durumunda neler olacağı tartışılıyor. ABD, Rusya ile savaşa zorladığı ve herhangi bir müzakereyi engellediği bu süreçte Ukrayna’ya insani, mali ve askeri destek adı altında on milyarlarca dolar yardım gönderdi. 60 milyar dolar yeni yardım da Temsilciler Meclisi kararını bekliyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre ABD bugüne kadar Ukrayna’ya 75 milyar dolar askeri, mali ve insani yardım sağladı. Avrupa ülkeleri 107 milyar dolar yardım sağladı. 54 milyar avro daha yolda. İngiltere de ABD ve Almanya ile birlikte Ukrayna’nın önde gelen mali ve askeri kaynaklarından biri. Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’ya 7.1 milyar sterlini askeri yardım olmak üzere toplamda yaklaşık 12 milyar sterlin destek taahhüdünde bulunuldu. 12 Ocak 2024 tarihinde 2024/25 mali yılları için 2.5 milyar sterlin daha fon sağlanacağını duyurdu. Birleşik Krallık tanklar, hava savunma sistemleri ve uzun menzilli hassas saldırı füzeleri de dahil olmak üzere hem ölümcül hem de ölümcül olmayan silahlar sağlıyor. Ayrıca Ukraynalı askerleri eğitiyor. Şu ana kadar 30 binden fazla Ukraynalı personel eğitildi ve 2024 ortasına kadar 10 bin personelin daha eğitilmesi hedefleniyor.

RUSYA-AVRUPA-NATO SAVAŞI SENARYOLARI KONUŞULUYOR

“ABD mali desteğini çekerse Avrupa Ukrayna’yı finanse etmeye devam edebilir mi?​” Bu sorunun bir nedeni olası yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’yı bu konuda yalnız bırakacağını açıklamış olması olsa da Trump’ın dışında da ABD’nin Ukrayna savaşından istediğini aldığı, bundan sonraki yüklerini Avrupa’ya yıkacağı yorumları da var. Bu tartışmalar ise dönüp dolaşıp Avrupa’nın daha fazla silahlanması gerektiği sonucuna bağlanmış durumda. Almanya şimdiden 100 milyar avro özel fonu bunun için ayırdı. NATO’nun 18 üyesi silahlanma harcamalarını GSYİH’lerinin yüzde 2’sine yükseltti.

Son NATO dışişleri bakanları toplantısı ve Münih Güvenlik Konferansında da “Rusya ile olası savaş” senaryoları eşliğinde Avrupa’nın daha fazla silahlanması tartışması yürütüldü. Avrupalı siyasetçiler ya da askeri yetkililerden sık sık “savaşa hazırlanma” açıklamaları gelir oldu.

Ayrıca 24 Ocak’ta NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ölçek ve süre bakımından en büyük manevrası olan “Steadfast Defender 2024” tatbikatına başladı. Altı ay sürecek tatbikat başta Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya, Almanya, Yunanistan, Norveç, İsveç ve Birleşik Krallık olmak üzere 31 NATO üyesi ülke ve İsveç’ten 90 binden fazla askerin yanı sıra, 50’den fazla deniz varlığı, 1100 muharebe aracı ve çeşitli hava savaş araçlarıyla gerçekleştiriliyor. Tatbikat olası bir NATO-Rusya savaşını baz alıyor.

SAVAŞTAN PARA KAZANANLAR: ENERJİ VE SİLAH TEKELLERİ

Ukrayna savaşı sırasında dünyanın en büyük petrol şirketleri 281 milyar dolar kazandı. Sektördeki en büyük beş şirket fiyat artışları sayesinde tüm rekorları kırdı. Global Witness’a göre BP, Shell, Chevron, ExxonMobil ve TotalEnergie, iki yıl önce savaşın başlamasından bu yana 281 milyar dolar (yaklaşık 260 milyar avro) kâr elde etti. Global Witness’ın kıdemli Fosil Yakıt Araştırmacısı Patrick Galey, Guardian’da yer alan açıklamasında, “Cephede ne olursa olsun, Ukrayna’daki savaşın asıl kazananlarının büyük fosil yakıt şirketleri olduğunu gösteriyor” dedi.

Silah tekelleri için de benzer bir tablo var. ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre ABD’de devletin ya da özel şirketlerin diğer ülkelere silah satışları yüzde 56 artarak 2023’ü rekorla kapattı. Toplam silah satışı 238 milyar doları buldu. Raytheon, Lockheed Martin ve Noerthrop Grumman savaştan kazançlı çıkan ABD’li silah şirketleri oldu. Örneğin Lockheed Martin, geçtiğimiz nisan ayında ABD’nin Ukrayna’ya çok sayıda gönderdiği “güdümlü çoklu fırlatma roket sistemleri” için ABD ordusuyla 4.8 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Ya da Raytheon da orduya sattığı “Ukrayna için altı adet ulusal gelişmiş karadan havaya füze sistemi bataryası” için 1.2 milyar dolar kazandı.

İngiliz BAE Systems şirketi de Şubat 2022’den bu yana iki kattan fazla değer kazandı. Şirket, 2024 yılında satışların yüzde 10 ila yüzde 12 arasında artmasını beklediğini açıkladı. Bunda sadece Ukrayna savaşının değil İsrail’in yine ABD ve AB desteğiyle dört aydır sürdürdüğü, Lübnan’dan Kızıldeniz’e kadar etki eden Gazze Katliamlarının da etkisi var.

(Evrensel)


Kümesteki tilki: Lezita! - Uğur Zengin / EVRENSEL

 

İşçileri bayrama grevle giren Lezita, Türkiye’nin yakın tarihini pek çok yönüyle içeren bir ibret hikayesi gibi. Türkiye’yi ve emekçileri kümese giren tilki gibi soyan patronla işçilerinin hikayesi...

Lezita işçileri 37 gündür sermayenin zorbaca gasbına sınır çekmek için direniyor. Öz Gıda-İş Sendikası üyesi 200 işçinin başlattığı grev yalnızca ‘rekabete dayalı ihracat’ modelinin ya da pür IMF programının yarattığı ve yaratacağı ücretler felaketine ışık tutmakla kalmıyor. Lezita işçilerinin grevi yalnızca milyonların kursağından geçeni-geçmeyeni, devlet-sermaye iş birliğini, mevzuatı,yasayı, azami kârı, fiyatları, çalınan emeği göstermekle de kalmıyor. Ötesini görmek için büyük vesile oluyor.

Bu büyük şirkete karşı iş bırakan 200 işçi hastalıklı bir sistemin nedenlerine değil, sonuçlarına karşı ayakta. Düşen ücretler, ağır çalışma koşulları, sendikasızlaştırma baskısı, jandarma copu…

Foyayı biraz kaldırmış olmaları keskin hastalığın yayılmak için elverişli ortamda olduğunu gösteriyor. İşçinin boğazına sarılmış, ücretleri artan enflasyona rağmen baskılayan bir hükümet, tekelleşen şirketler, iş bırakan işçilerin yerine getirilen Hindistanlı işçiler ve bu işçiler için kurulan ‘iş evleri’. Bir sermaye izleği…

İşçilerin kaldırdığı bu ince foyayı yeniden yerli yerine oturtmak, şirketin parıltısını artırmak için şirket “Çalışma arkadaşlarımız sendikayı desteklememiş, greve katılım göstermemiştir. Tesisimiz tam kapasite ile üretime devam etmiştir. Tedarik zincirinde herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır. Kalitemizde ve işleyişte hiçbir değişiklik olmamıştır” diyordu.

Çok değil birkaç gün önce, yine yüzlerce işçinin elinde tuttuğu pankartta bir isim yer alıyordu: “Mesut’a (Ergül) 10 bin dolar, işçiye asgari ücret. Bu kölelik düzeni değişecek!”

Lezita Genel Müdürü Mesut Ergül de birkaç gün önce, 2023 yılını 15.4 milyar lira ciro ve 84 milyon lira ihracat ile kapattıklarını kaydetti. Şirketin 2024 ciro hedefi 26.5 milyar lira. Bu, Merkez Bankasının yüzde 36 enflasyon hedefinin olduğu yılda şirketin yüzde 72 büyüme hedeflediği anlamına gelir.

Kârı belirleyen sermaye ile emek arasındaki kesintisiz mücadeledir. Ücret, asgari. Peki diğeri? Lezita, 2005’te 30 bin ton piliç eti satıyorken piliç eti pazarından yüzde 3.2 pay alıyordu.

İşçilerin bugün kapı dışarı edildiği 100 milyon liralık (Bugünkü parasal değer ile 1 milyar lira) fabrikanın açılışını 2012’de, Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yapmıştı. Erdoğan açılış konuşmasında şunları söylüyordu:

“Gerçekten gururluydum. Mutluyum. Zira Türkiye'de müstesna örnek imam hatip liselerinden birini Abalıoğlu ailesi orada inşa ettirdi. Bugün Nihat Bey sağ olsun dedi ki yine Denizli'deki 4 tane okul için kendileri sağ olsun 10 trilyon söz verdiler. …1969 yılında Denizli'de bir yem fabrikasıyla başlayan süreç, şu anda Türkiye'nin en önemli, en büyük sanayi kuruluşlarından birine dönüştü. Şu anda 1400 istihdamı olan, ama 2 bin 200 kişilik kapasiteye müsait bir tesisin bugün resmi açılışını yapıyoruz. Tabii burada istihdam, burada kalite var. Burada güvenlik, sağlık var. En yüksek standartlarda burada bir ekmek kapısı bugün açılıyor. Sayın Abalıoğu ve grubuna, Türkiye ekonomisine istihdama sağladığı katkılar sebebiyle ayrıca teşekkür ediyorum.”

Erdoğan’ın söylediği oldu. Lezita hükümetin kucağında büyüdü.

Lezita asıl ‘voliyi’ Erdoğan politikaları ile vurdu. 2018’den itibaren uygulanan ‘değersiz Türk lirası’ ve rekabete/düşük ücrete dayalı ihracat modeli onların yüzünü güldürdü. Döviz kuru ücrettir. Ücretliler için 2018’de başlayan büyük ‘enflasyon’ vebası hâlâ yayılıyor ve veba ücretlileri kırıyor.

Lezita 2017 yılını 1.2 milyar lira ciro ile kapattı ve 2018 hedefini 1.4 milyar lira olarak açıkladı. 2018’de kur patladı. 2018 sonunda açıkladıkları ciro 1.9 milyar lirayı (hedefin yüzde 35 fazlası) buldu. Yıllık ciro artışı yüzde 58 oldu. 2021’de cirosunu 4.4 milyar liraya, 2022’de cirosunu 9.5 milyar liraya çıkardı, konkordato ilan eden Keskinoğlu’nu da yine aynı yıl onlar kaptı. 2023 yılında şirketin cirosu 15.4 milyar liraya çıktı.

Lezita’nın cirosu sadece 8 yılda yıllık bazda yüzde 1183 arttı.

İşçiler ise hâlâ asgari ücret alıyor. Biz bir ‘kaynama noktası’ belirleyelim. Bir yıllık ciro ile bir yılda kaç asgari ücretli işçi çalıştırılabileceği kıyasına gidelim. 2017 yılında uygulanan 1777 lira brüt asgari ücret ile Lezita bir yıllık cirosu ile yılda 56 bin 274 işçiyi çalıştırabiliyordu. 2023 yılında elde ettiği bir yıllık ciro ile 110 bin işçiyi bir yıl boyunca -asgari ücret- karşılığında çalıştırabilir hale geldi.

PAZAR PAYI 5 KAT ARTTI

2006’da yüzde 3 olan pazar payı, 2011’de yüzde 7’nin, 2022’de yüzde 14’ün üzerine çıktı. Bugün yüzde 15’i aştı. İzmir’de günlük 450 bin piliç işleyen şirket, Malatya’ya da günlük 100 bin piliç işleme kapasitesiyle üretim yapan fabrikasını açtı. Sadece 2022’de fabrikalarına yaptıkları yatırımın toplam tutarı 20 milyon avro.

2 milyon avroluk hat hızlandırma yatırımı, hattı hızlandırırken işçiler için daha yoğun üretim anlamına geliyordu. Üstüne 2022’de Keskinoğlu’nu satın alarak yutmak…

PİYASAYA KÖK SALAN KARTEL

Türkiye piliç eti piyasasının yüzde 90’ına 7 özel şirket hakim: Banvit, Şenpiliç, C.P. Standart, Er Piliç, Lezita ve Gedik. Bu pazarın dümeninde ise 4 şirket var: Banvit, Şenpiliç, Erpiliç ve Lezita.

Piliç eti firmalarının dosyası hayli kabarık. Artan fiyatların, şişen kârların ardında kurulan kartel ve artan tekelleşme var.

Yıl 2009: Lezita, Ak Piliç, Arpi Tavukçuluk, As Tavukçuluk, Bak Piliç, Banvit, Beypi, Bupiliç, Bozok Hayvancılık, C.P. Standart Gıda, Tasfiye Halinde Emre Tavuk Gıda, Erpiliç, Gedik, Tasfiye Halinde Güncanlar Piliç, Karagüp Tavukçuluk, Keskinoğlu, Kılıç Entegre Tavukçuluk, MartaKılıçlar Marmara Tavukçuluk, Pak Tavuk, Sabri Güncan Ortaklığı, Şeker Piliç, Şen Piliç, Yemsel Tavukçuluk.

Aralarında anlaşarak üretimi azalttı. Fiyatları artırdılar. Rekabet Kurumu “Abalıoğlu (Lezita), Banvit, Beypi, CP Standart, Erpiliç, Keskinoğlu, Pak Tavuk, Şeker Piliç ve Şenpiliç” firmalarına, 2008 yılının gayri afi gelirinin yüzde 0.8 oranında para cezası verdi. Ceza yok denecek kadar azdı. Durmadılar.

Yıl 2019: “Erpiliç, Şenpiliç, Abalıoğlu, Beypiliç, Keskinoğlu, Gedik, Hastavuk ve Banvit” isimli firmaların bir araya gelerek fiyat belirledikleri ve bu firmalara “Erpiliç”in öncülük ettiği, bu birlikteliği dışarıdan takip eden “CP Standart Gıda, As Tavukçuluk, Bupiliç, Bakpiliç” gibi firmaların bulunduğu iddia edildi.

“Lezita (Abalıoğlu), Banvit, Beypiliç, CP, Ege-Tav, Erpiliç, Gedik, Keskinoğlu ve Şenpiliç”e fiyatları birlikte belirledikleri için ceza verildi.

Yıl 2024: Rekabet Kurumu aralarında Lezita’nın da bulunduğu şirketlere bu kez 25 Şubat’ta soruşturma açtı. Şirketler tanıdık: Lezita, As Tavukçuluk, Banvit, Beypi, C.P. Standart, Erpiliç, Gedik, Tarım Ürünleri Tic., Hastavuk ve Keskinoğlu. Soruşturmanın akıbeti henüz belirsiz.

Şirketlere verilen ‘cezalar’ ceza olmayınca, artan cirolar cezaları kolaylıklar ‘kompanse’ edince, gıda tekelleri fiyatları artırdı. Lezita Genel Müdürü Mesut Ergül, geçtiğimiz gün piliç etinin kilosunu 2 dolar (64.5 TL) dolayında ihraç ettiklerini, ileri işlenmiş ürünlerde kilo başına ihracatın 3 doları (97 TL) geçtiğini açıkladı.

Lezita’nın 2 dolara (64.5 TL) ihraç ettiği ürün Türkiye’de 203 TL’den market rafında. Bu 6 dolardan fazla bir fiyat demek. Market kârı ya da başkaca giderler de çıkarılsa, ihracat fiyatı ile Türkiye satış fiyatı arasında makas oldukça büyük!

Bir de işlenmiş ürünü (Kilogramı 3 dolara ihraç ediliyor) kıyaslayalım. Şirketin yaprak döneri 1 kilogram tavuk döneri 275 lira. Bu da 8.52 dolar demek. Ya da çıtır piliç fileto, kilogram fiyatı 240 lira. 7.43 dolar.

LEZİTA’NIN YILLIK VERGİSİ YÜZDE 1

Hayal gücümüzün sınırlarını zorlayalım. “Artan fiyatların sebebi vergiler olabilir mi?​” sorusunun yanıtını bulmaya çalışalım.

Lezita’nın tahakkuk edilen vergi miktarı resmi evraklarda. 2020’de 1 milyon 496 bin 417 lira, 2021’de 45 milyon 844 bin 604 lira, 2022’de ise 88 milyon 184 bin 357 lira.

Şirketin gelirleri ile ödediği vergi oranı üç yılda yüzde 0.92, yüzde 1.04 ve yüzde 0.11. Hemen ‘hiç’ oranlı sermaye vergileri olmasa da halkın ödediği ‘dolaylı vergiler’ fiyatları artırıyor. Bu oranlar ayrıca vergilendirilmeyenlerin vergilendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

YOKSUL HAPİSHANELERİNDE HİNTLİ İŞÇİLER

18. yüzyılda İngiliz aristokrasisi emekçi yığınlara karşı bir savaş başlattı. 10 saat olan iş gününü 12-14 hatta 18 saate çıkardı. Yeni makinelerin icadından hemen önce “iş evleri” kurmayı öneriyorlardı. Halkın “yoksul bastilleri” dediği iş evleri katı disipline ve uzun çalışma saatlerine dayanıyordu.

Lezita’nın patronu, grev kırılsın diye fabrikada Hintli işçi çalıştırdı. Şirket, “Yerel kaynakların yetmediği, bir alternatif olarak yabancı iş gücünü değerlendirdikleri” savunması yaparken, Öz Gıda-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı Göksel Şengün, Hintli işçiler için 4 katlı bir apart tutulduğunu ve işçilerin iş gününün 12-16 saate çıktığını söyledi: “Mesailer 12 ila 16 saat arasında değişiyor ve çalışma koşulları ise yerli işçilerinkinden bile daha ilkel durumda. Bu arkadaşlarımızda maalesef sosyal hayat yok, çay, kahve yok, çarşı, pazar yok, sevdikleri yanlarında değil, yani böyle bir şansları yok. Adeta bir sepet gibi sabah lojmandan alınıp, çalıştırılıp geri lojmana bırakılıyorlar.”

Şengün ayrıca Gedik Piliç’e de binlerce Hindistanlının başvuruda bulunduğunu söyledi. Adıyaman’da birkaç gün önce düşük ücretle hatta sigortasız çalıştırılan Mega Polietilen işçileri isyan etti. Patron işçileri “Sendikalı olursanız hepinizi işten atar yerinize Türkmenistanlı işçi alırız” diyerek tehdit etti.

Hükümet programına uyuyor. Cumhurbaşkanlığı düzeyinden gelen açıklamalar da, orta vadeli program da ucuz-yabancı iş gücünün Türkiye’de daha fazla sömürülmek istendiğini ortaya koyuyor. Alınıp satılabilen, kullanılıp atılabilen işçiler, bir esir ticaretinin öznesi. Türkiye’de, Hindistan’da, Afrika’da, Çin’de, Meksika’da, Suriye’de ya da aklınıza gelen herhangi bir coğrafyada.

TONLARCA EŞEK VE AT ETİNE CEZA YOK

Bir yandan ücretlere, bir yandan fiyatlara saldıran tekel politikalarıyla, kursaklardan geçen ya da geçmeyen birbirine kopmaz şekilde bağlı. Artan fiyatlar denetimsiz pazarı büyüttü. Sadece mart ayında 3 haber ajanslara düştü:

* Sakarya’da 15 Mart’ta İstanbul’a giderken ihbar üzerine durdurulan bir tırda 700 kilo at ve eşek eti ele geçirildi.

* Adana’da 27 Mart’ta sulama kanalında kesilmiş halde at ve eşek eti kalıntıları ile kemikleri bulundu.

* Sakarya’da ramazan ayında halka at ve eşek eti yediren 2 firma ve 4 lokantaya ceza verildi. Mevzuat bu lokanta ve firmaların kapatılmasını engelledi. Halk at ve eşek eti yedi, faaliyet sürüyor.

YAŞAMSAL TEHDİT

İşçilerin yemeği, iş günü süresi, düşen ücretler, tıkıldığı hapishane, çalıştığı bandın hızı hepsi birer sonuç, her geçen güç ağırlaşıyor. Piyasayı kontrol eden birkaç şirket -siyasal iktidarın da kuvvetiyle- giderek güçleniyor. Bu güç yalnızca şirketler bünyesinde çalışan işçiler için ya da tüm ücretliler için genel ücretlerde erime anlamına gelmiyor. Sermaye egemenliği bütün bir halk için yaşamsal bir tehdit oluşturuyor. Sınıf mücadelesinin kesintisiz sürdüğünü yeniden ve yeniden hatırlatan, bütün bir halk için ‘yaşamsal’ tehdidin boyutunu artırandır. Ağır enflasyon yıllarının kaybedeni olan Lezita işçilerinin mücadelesi de sınıf mücadelesinde halkın yararına olanı yeniden berraklaştırıyor. 

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 12 Nisan 2024 -

 

Sahi kim bu Metin Cihan? (Barış Pehlivan)

Doğduğunda takvim yaprakları 1979’u gösteriyordu. Tunceli’de aynı evde yaşayan dokuz kardeşten biriydi. Ev hanımı annesini ilkokuldayken kaybetti. Dokuz yaşındayken, sekiz kardeşiyle İstanbul’a göçtü. Çok zeki bir çocuktu. Özel bir fen lisesini bursla kazandı. O yıllarda babası da hayata gözlerini yumdu, oğlunun Boğaziçi Üniversitesi’ne girdiğini göremedi. Bilgisayar programcılığı bölümünde okurken siyasete de ilgi duydu. Dönemin Sosyalist İktidar Partisi’nde (SİP) önemli görevler üstlendi. Okuldan sıkıldı, yeniden sınava girdi. Bu kez tek tercihi olan İstanbul Üniversitesi fizik bölümünü kazandı. Artık öğrenci hareketlerinin kalbi olan Beyazıt’taydı. Fakülteye en erken giden ve oradan en geç ayrılan öğrenci olmasına rağmen ülkeyi sosyalizmle tanıştırma hayali derslerinin önüne geçti. Bir daha Boğaziçi ve sonra yine İstanbul Üniversitesi derken toplam 24 yıl lisans öğrencisi oldu. Hep okumasına ama bir türlü üniversite mezunu olamamasından dolayı kendisine “öğrenim görevlisi” yakıştırmasını yaptı.

Bankada da çalıştı, özel ders de verdi, tercümanlık da yaptı. Gün geldi...

Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı sürecinin uzatılmasına karşı çıkan SİP bildirisini dağıttığı için tutuklandı. Evet daha 21 yaşındayken “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla hapse girdi. Bir ay sonra tahliye oldu ve beraat etti.

BİR MESAJLA DEĞİŞEN HAYAT

Yıllar içinde evlenmişti, bir oğlu vardı...

Gezi Direnişi hayatının kırılma noktalarından biri oldu. Parka giden ilk 50 kişiden biriydi. Tam ümidi kesmişken Türkiye’ye yeniden inanmaya başladı...

2014 yerel seçimlerinde Yenikapı’daki AKP mitingini izlemeye gitti. Eski bir telefonla çektiği fotoğrafla mitingdeki kalabalığın gösterilenden daha az olduğunu sosyal medyadan yayımladı. O paylaşımı çok konuşulunca “doğru yerde ve zamanda bir şey yapmanın” hazzını yaşadı. Yurttaş haberciliğini Karadeniz’deki çevre direnişlerine katılarak sürdürdü. Gün geldi, herkesin aradığı “Çiftlik Bank tosununu” Uruguay’da buldu.

2019’da ise gelen bir özel mesaj hayatını değiştirdi. Giresun’da yaşayan bir genç, 11 yaşındaki Rabia Naz’ın şüpheli ölümünü araştırmasını öneriyordu. Bütün gününü o çocuğun ölümünü araştırmakla geçirdi ve bulgularını sosyal medyadan paylaştı. Dosya onun sayesinde Türkiye’nin gündemine girdi. Öyle ki Adalet Bakanlığı bile aracılarla “Birkaç polisin ihmali olarak kapatsak” diye öneriler gönderiyordu. O ise “Bunu da duyururum” diye o kirli teklife rest çekti.

Başına geleceklerden habersiz, şüphelerini cesurca dile getirmeye devam etti. Önce Gezi dönemine dair bir soruşturmayla kapısı çalındı.

Boşanmıştı. Hayatını bir sırt çantasına sığdırarak ve pansiyonlarda yaşayarak geçirmeye başladı. Bir gün oğluyla Türkiye’yi gezerken kaldığı pansiyonun sahibi aradı. Polisler pansiyona gitmiş ve onun aslında bir “terörist” olduğunu söylemişti. İşte o an hayatının en zor kararlarından birini verme aşamasına geldi: Oğlu ile hapiste mi yurtdışında mı görüşecekti?

Vizesiz seyahat edebileceği yerleri araştırdı. Sırasıyla Ukrayna, Moldova, Belarus, Sırbistan ve Bosna Hersek’te kaldı. Bir yandan sürgün hayatı yaşıyor diğer yandan sosyal medyadan ifşalarda bulunuyordu.

Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü onu buldu ve Almanya’da bir burs programı hakkı tanıdı. Onlara “Ben gazeteci değilim, başıma gelen şeyler çok tuhaf” diyordu hep... Orada eğitimini aldığı araştırmacı gazeteciliğin “gizli gerçekleri açığa çıkarma” olduğunu okuyunca artık kabul etti. “Evet, ben artık bir gazeteciyim” dedi.

Türkiye’nin İsrail’le ticaretini ifşa eden ve politika değişimine gitmesini sağlayan Metin Cihan’ın öyküsünü okudunuz.

Şimdi Berlin’de tek odalı 25 metrekare bir evde yaşıyor. Geçinemiyor ama direniyor..

Metin’e hayalini soruyorum telefonda, “Türkiye’ye dönmeyi çok istiyorum” diyor. “Geçen yılki seçimlerden sonra dönebileceğimi düşünüyordum ama olmadı. Gurbet şiirleri boşuna yazılmıyormuş, onu anladım” diye ekliyor. 

                                                    /././

Sanki düşman işgali (Özdemir İnce)

Televizyonda izlemiştim. Şimdi bir kez daha kontrol ettim. Doğru anımsıyorum. Yıl 1994. Yerel yönetim seçimleri yapılmış, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını, solun aymazlığı yüzünden, Refah Partisi’nin yüzde 25.19 oy alan adayı Recep Tayyip Erdoğan kazanmış.

Refah Partisi’nin genel başkanı Necmettin Erbakan daha seçim sonuçları resmen açıklanmadan R.T. Erdoğan’ın elinden tutarak İstanbul Büyükşehir Belediye başkanının kapısına dayanmış. Ama ellerinde seçim kurulunun mazbatası yok!

Televizyon yayınından o sahne: Necmettin Erbakan ile R.T. Erdoğan bu beklenmedik devlet kuşunun etkisiyle gülümsemekte... Hâlâ makam sahibi Prof. Dr. Nurettin Sözen güler yüzlü, rahat! “Madem öyle, Sayın Erdoğan Seçim Kurulu’na gider mazbatayı alır gelir, biz de devir teslimi yaparız!” diyor. Bu ne uygar zarafet!

Cumhuriyet devletini kuran CHP ile bu anıt yapıyı yıkmaya kalkışan AKP’nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra yaptıklarını karşılaştırınca aradaki uygarlık farkı açıkça görülmekte. Sanki bir ülkeyi düşman istila etmekte ve yenilgiye uğrayanlar havaalanlarını, limanları, köprüleri havaya uçurarak imha etmekte, değerli belgeleri yakmakta... Bunları yapan kimler? 1994 yılında SHP’li Nurettin Sözen’in kapıdan kovmayıp saygıyla makamına aldığı “Milli Görüş” simsarları...

Seçim kaybeden AKP belediyelerinin, belediye başkanlarının yaptıklarına bakın. AKP’nin adayı Murat Kurum, seçim çalışmaları kapsamında Kadıköy Rıhtımı’nda kurduğu iftar çadırını seçimden sonra kaldırmış. Oysa seçim sonuçlarına bakmayıp devam etselerdi gülünç olmazlardı. Nasıl olsa hesabı yeni belediye ödeyecekti. AKP nedense bu türden incelikleri düşünemiyor...

Benim her derde deva olan, geleceğin “gerçekleşecek” falına bakan kitaplarım vardır. 2016 yılının haziran ayında Tekin Yayınevi tarafından yayımlanan Din İman Masa Kasa da bunlardan biridir. Aslına bakarsanız, 19 Temmuz 1983 günü kurulan Refah Partisi ile 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AKP İslamcılığının özet tarihi, din ve imanı kullanarak masa (iktidar) ve kasayı (parayı) ele geçirme kavgasının öyküsüdür. Din İman Masa Kasa’nın bir bölümünün adı “Ver Türbanı Yağmala Kasayı”dır ki bu öykünün anafikrini oluşturur.

İslamcı siyasetin “yağmacı” zihniyet dünyasına giriş yaptıktan sonra adını andığım kitabımın önsözünden alıntı yapmamak olmaz:

“Din ve imanın masa ve kasa ile bir araya gelmemesi gerekir ama din adamları ile siyasetçiler işe karışınca, bir araya gelmenin ötesinde din ve iman, masa ve kasanın hizmetine giriyor. Şimdi sözünü ettiğim yazıyı okuyalım:

7 Ağustos günü yayımlanan ‘Sünni Din Bezirgânları Artık Özgür’ başlıklı yazımı okuyan bir okur ‘Sünni madrabazların CHP’nin tek parti döneminde uğradığı zulmün (!) ne menem bir zulüm olduğuna açıklık getirdi:

Bir toplantıda din madrabazlarından biri CHP’nin tek parti döneminde uğradıkları zulmü konuşmacıya laf atarak hatırlatmış. Bunun üzerine konuşmacı laf atana sormuş:

‘Hangi ibadeti yapmak istedin de yapamadın? Namaz mı kılamıyordun, hacca mı gidemiyordun?...’

Madrabaz, konuşmacıyı yanıtlamış: ‘İbadeti yasaklamaya gücünüz yetmez. Siz bizi masadan ve kasadan uzak tutuyorsunuz.’

Müthiş bir yanıt. Hiç duymamıştım. Okur devam ediyor:

‘Yani tüm dertleri masaya ve -özelikle de- kasaya yanaşmakmış. Bunu yapamadıkları için gerçekten de ‘zulüm’ gördüklerine, acı çektiklerine inanıyorum. Düşünsenize, kasa orada, başkaları yanaşmış (örneğin ANAP, DYP) ama bunlar yanaşamıyor. Bu zulüm değil mi, onlar açısından?’”

Monarşik ve teokratik Osmanlı’nın iktisat anlayışı, İslam öncesi ve sonrasının baskın, yağma ve ganimet üleşmek yönteminin devamı olarak değerlendirilebilir. Mekke döneminin kutsal savaşları kervan basıp ganimet paylaşmaktan ibarettir ki üleşmenin yöntemi kutsal metinlere bile girmiştir.

Arap-İslam töresine göre Müslümanlar tarafından yönetilen İslam ülkesi  darülislam olarak adlandırılır. Kâfirler tarafından yönetilen ve halkı gavur olan memleketlere darülharp denir ki malı mülkü yağmalanabilir, insanları köle yapılabilir. Kadınları ise ister köle diye sat, ister hareme al. Hepsi helaldir!

Günümüzün siyasal İslamına göre üçüncü bir durum vardır: Kendisinin iktidarda olmadığı her yer darülharptir. İktidara geçince artık her şey helaldir. 1994’ten bu yana iktidar olan AKP belediyelerinin milyonlarca liralık leblebi, çekirdek faturalarına şaşmak gerekmez!

                                                              /././

Helalleşirken mağdur etmek (Zülal Kalkandelen)

Kemal Kılıçdaroğlu, üç gün önce sosyal medya paylaşımlarıyla, Cumhuriyet değerlerine aykırı söylemleri yaygınlaştırdığı CHP genel başkanlığı dönemini ve Erdoğan’ın bir beş yıl daha iktidarda kalmasına yol açan 6’lı masayı savunmak için birçok görüş açıkladı. Kendisi CHP’yi ortanın sağına çekerken laikliğin de hançerlenmesine yol açtığı için epeydir eleştiri oklarının hedefinde.

Açıkladığı görüşlerde eleştirilecek çok husus var ama ben bugün yıllardır 28 Şubat’ı diline dolamasının üzerinde durmak istiyorum.

“Darbelerle, 28 Şubatlarla, faili meçhul cinayetlerle, idamlarla yüzleştik” cümlesini kurmuş Kılıçdaroğlu. Geçmişte yaşananları tam olarak bilmeyen bir genç bunu okusa, 28 Şubat’ı darbe sanır, faili meçhul cinayetlerle ve idamlarla dolu bir süreç gibi düşünür.

28 Şubat 1997, bir darbe tarihi değil, başbakan olarak Refah Partisi (RP) Genel Başkanı Erbakan ile başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak Tansu Çiller’in de katıldığı Milli Güvenlik Kurulu toplantısının tarihidir.

28 ŞUBAT KARARLARI NEDİR?

Kısaltarak temel önerileri yazarsak...

  • Laiklik ilkesi titizlikle uygulanmalı.
  • Devrim Yasalarını ihlal eden dergâhlar kapatılmalı.
  • Anayasanın 163. maddesinin kaldırılmasının yarattığı hukuki boşluklar, irticai akımların ve laikliğe aykırı tutumların güçlenmesine yol açmıştır. Bu boşlukları telafi edecek yasal düzenlemeler getirilmeli.
  • Eğitim politikalarında yeniden Tevhidi Tedrisat Kanunu ruhuna uygun bir çizgiye gelinmeli.
  • Temel eğitim sekiz yıla çıkarılmalı.
  • Toplumsal ihtiyacın fazlası olan imam hatip okulları, meslek okullarına dönüştürülmeli. Köktendinci grupların kontrolünde olan Kuran kursları kapatılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda düzenlenmeli.
  • Devlet dairelerinde ve belediyelerde köktendinci kadrolaşmanın önüne geçilmeli.
  • Cami yapımı gibi dini konuları siyasi amaçlar için istismar etmeye dönük olan her türlü davranışa son verilmeli.
  • Pompalı tüfekler kontrol altına alınmalı ve gerekirse pompalı tüfek satışları yasaklanmalı.
  • İrticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’deki görevlerine son verilen subay ve astsubayların belediyelerde istihdam edilmelerinin önüne geçilmeli.
  • Tarikatların denetimindeki finans kuruluşları ve vakıflar aracılığıyla ekonomik güç haline gelmeleri dikkatle izlenmeli.
  • Laiklik aleyhtarı yayın çizgisi olan TV kanalları ve özellikle radyo kanallarının verdikleri mesajlar dikkatle izlenmeli ve bu yayınların anayasaya uygunluğu sağlanmalı.
  • Milli Görüş Vakfı’nın bazı belediyelere yaptığı usulsüz para transferleri durdurulmalı.

NE DARBEDİR NE MUHTIRA 

RP ile Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümeti, bu MGK toplantısından yaklaşık beş ay sonra istifa etti. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Erbakan’ın istifası üzerine yeni hükümeti kurma görevini Çiller’e vermedi, hükümet bu nedenle düştü.

TSK’nin 28 Şubat döneminde baskı uyguladığını düşünebilir ve bunu eleştirebilirsiniz. Ancak bazı gerçekleri de dile getirmeniz gerekir: 28 Şubat, Soğuk Savaş döneminin Türkiye’de sona erdirilmesinin sonucudur. O dönemde komünizmi şeytanlaştırarak Ortadoğu’da yayılmasını önlemek isteyen ABD, karşısına siyasal İslamı koymuş, tarikatları destekleyip dinci siyasetin önünü açmıştı. Soğuk Savaş’ın SSCB’nin yıkılmasıyla sona ermesinden sonra, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden komünizmin baş tehdit olmaktan çıkarılıp yerine irtica ve bölücülüğün koyulmasının nedeni budur.

28 Şubat ne darbedir ne de muhtıra. Alınan kararlar hukuk düzeni içinde kalmış, darbelerde olduğu gibi tutuklamalar, siyasi davalar olmamıştır.

Kılıçdaroğlu, “28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz” derken, Türkiye’de 80 yaşını aşkın ve ağır hastalıkları olan komutanlar, sahte delillerle açılan 28 Şubat kumpası yüzünden 968 gündür hapiste ölümü bekliyor; elverişsiz sağlık koşullarına karşın hakkında “cezaevinde kalabilir” raporu verilen emekli Korgeneral Vural Avar hapiste can verdi.

Birileriyle helalleşirken başkalarını mağdur etmemek ve gerçekleri çarpıtmamak gerekir.

(Cumhuriyet)


soL GÜNDEM - 12 Nisan 2024-

Seçim sonrası partiler böyle bayramlaştı: 'Kutuplaşmayı bırakıp kalp kalbe gelmeliyiz' 

Seçim sonrası normalleşme çağrılarının arkası kesilmiyor. Birbirleriyle bayramlaşan partiler uyum çağrısı yapıyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/secim-sonrasi-partiler-boyle-bayramlasti-kutuplasmayi-birakip-kalp-kalbe-gelmeliyiz-392870)

Depremin kayıp çocuklarından hâlâ ses yok: 'Sarılacak bir evladım kalmadı'

Maraş depremleri sonrası kaybolan çocuklarla ilgili iktidar cephesinden gelen tek bilgilendirme "Kayıp yok" açıklaması olsa da, henüz çocuklarına ne olduğunu bilmeyen aileler perişan.(https://haber.sol.org.tr/haber/depremin-kayip-cocuklarindan-hala-ses-yok-sarilacak-bir-evladim-kalmadi-392866)

Depremzede çadırda, bağışlar kasada: 47 milyar lira AFAD hesaplarında bekliyor

Çok sayıda depremzede hâlâ çadırda kalırken, bağış olarak toplanan 47 milyar lira AFAD'ın hesaplarında bekliyor. Kurum son iki ayda sadece 2 milyar lira harcamış.(https://haber.sol.org.tr/haber/depremzede-cadirda-bagislar-kasada-47-milyar-lira-afad-hesaplarinda-bekliyor-392880)

Ege'de 3 kız çocuğunun öldüğü gün AP tartışmalı göç anlaşmasını onayladı, komünistlerden tepki

AB’nin tartışmalı Göç Anlaşması Avrupa Parlamentosu’ndan geçti. YKP’li vekil Ege’de bugün 3 kız çocuğunun öldüğü trajediye yenilerini ekleyecek anlaşmaya tepki gösterdi.(https://haber.sol.org.tr/haber/egede-3-kiz-cocugunun-oldugu-gun-ap-tartismali-goc-anlasmasini-onayladi-komunistlerden-tepki

Dışişleri'nde yapılanma 'içeride' neyi değiştirir: 'Hedef Fidan'ın hareket kabiliyetini artırmak' (Emre Alım)

Dışişleri Bakanlığı'nın yapısı değiştirildi. Emekli diplomat Solakoğlu'na göre amaç dış politikadan ziyade iç siyasetteki hesaplar. Bunlardan biri de Fidan'ın hareket kabiliyetini artırmak.(https://haber.sol.org.tr/haber/disislerinde-yapilanma-iceride-neyi-degistirir-hedef-fidanin-hareket-kabiliyetini-artirmak)

Her şey ortada, AKP savunmada: İsrail'le ticareti eleştirenler 'içimizdeki İrlandalılar'mış...

Tepkilerin ardından AKP, İsrail'le ticarete kısıtlama getirmek zorunda kaldı. AKP ise hala Gazze'deki soykırıma karşı en önde mücadele eden ismin Erdoğan olduğunu iddia etmeye devam ediyor. Elitaş, 31 Mart'ta gerçekleştirilen seçim sürecinde Erdoğan ve AKP'ye karşı bu konuda "iftira kampanyası" yürütüldüğünü söyledi ve şöyle konuştu: "Cumhurbaşkanı'mızın ne kadar samimi olduğunu, Gazze konusunda, ezilen insanlar konusunda, mazlumlara yapılan zulümler karşısında ne kadar hassas davrandığını tüm dünya bilirken, maalesef içimizdeki İrlandalılar bunu seçim propagandası malzemesi yaparak Sayın Cumhurbaşkanı'mız ve iktidarımıza, bizlere karşı haksız bir davranış içerisindedirler. 31 Mart tarihinden sonra yine bu haksızlık devam etmektedir. Yine bu yanlışlık devam etmektedir. Hükümetimizi, Cumhurbaşkanı'mızı bu konuda iftira kampanyalarıyla zor durumda bırakmaya çalışan içimizdeki insanları da mübarek bayram vesilesiyle Allah rızası için sağduyuya davet ediyorum."(https://haber.sol.org.tr/haber/her-sey-ortada-akp-savunmada-israille-ticareti-elestirenler-icimizdeki-irlandalilarmis-392878)

Bir polemiğin anatomisi: 'Üsküdar sahilde bira'

AKP'nin kadrolu polemikçisi, Üsküdar yenilgisinden Yeniden Refah'ı sorumlu tuttu, "artık sahilde bira içilebilecek" diye yakındı. Ancak Valilik kadar İBB'nin de bu konuda istekli olmadığı görünüyor.

AKP ile Yeniden Refah Partisi arasındaki gerginlik seçim sonrasında da devam ediyor. Bu defa polemik konusu "Üsküdar sahilde bira" oldu.

Bir sosyal medya kullanıcısı, Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan'ın fotoğrafını kullanarak, "Bu adam sayesinde Üsküdar sahilde bira içilebilecek" paylaşımı yaptı.

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başdanışmanı Oktay Saral'sa paylaşımı alıntılayarak, Fatih Erbakan'a yönelik, "İplerin kimin eline geçti de sen bu hale düştün. Yazık, kimleri sevindirdiğine dön de bir bak! Birazcık babanın oğlu olsaydın, sende ondan da eser yok…" dedi.

Oktay Saral'a yanıt, Yeniden Refah Partisi MKYK üyesi ve Gençlik Kolları Başkanı Melih Güner'den geldi. Güner, AKP'ye "özeleştiri" yapmasını tavsiye ederek  "Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olmuşsunuz ama Üsküdar'da 23 bin oy farkla CHP'nin kazandığını ve bizim 7 bin oy aldığımızı bile araştırmamışsınız" mesajını paylaştı.

Oktay Saral'ın kariyeri: Küfür, yumruk, tokmak!

AKP'li Oktay Saral, siyasi kariyerinde kavga, polemik ve hedef göstermelerle öne çıkıyor. Saral kendini neredeyse düzenli olarak hakaret ve şiddetle hatırlatıyor. İşte Saral'ın vakalarından bazıları:

-Altın Kelebek Ödül Töreni’nde sokak hayvanlarına dikkat çeken oyuncu Ecem Erkek ve onu alkışlayan sunucu Cem Davran'ı Gazze'deki saldırılara değinmedikleri gerekçesiyle hedef aldı.

-Fatih Altaylı’nın Kuran’ın ayetleri hakkındaki sözleri nedeniyle en ağır şekilde cezalandırılmasını istedi. 

-“Hatay Arap şehridir, Fransızlar’ın elindeyken durumu daha iyiydi” sözleri tepki toplayan Halil Konakçı için destek çağrısı yaptı.

- TOKİ Başkanı Ömer Bulut'la canlı yayında karşı karşıya gelmek istemeyen Ekrem İmamoğlu'na "Kibir abidesi cüce, kıt beyinli, Trabzon'un yüz karası müptezel" dedi.

- TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı'nda Cem Boyner'in Erdoğan kürsüye çıkarken ayağa kalkmamasıyla ilgili olarak "Bunlar tasmalı köledir. Milletimiz onlara gereken cevabı veriyor. İt ürür, kervan yürür" dedi.

- AKP İstanbul Milletvekili iken TBMM'de iç güvenlik paketi görüşmelerinde, tokmakla muhalefet milletvekillerine saldıran ve Ertuğrul Kürkçü'ye yumruk atan Oktay Saral, bu durumu "evliliğimin ilk yıllarında eşime de el kaldırdım" sözleriyle savunmuştu.

İçki yasağı polisin inisiyatifinde

Tartışma bir dizi soruyu da beraberinde getirdi. Üsküdar'da açık alanda içki içmek yasak mıydı? AKP ve Yeniden Refah Partisi'nin endişeyle birbirini suçlamasına neden olan "bira serbestliği" mümkün mü? CHP'nin kazandığı ilçede artık dileyen dilediği yerde bira içilebilecek mi?

İstanbul Valiliği'nin geçtiğimiz yıl 17 Ağustos'ta kamuya duyurulmayan bir genelgeyle açık alanlarda içki içilmesini yasakladığı ortaya çıkmıştı. Vali Davut Gül, yasağın eski bir karara dayandırıldığını, asıl gerekçenin ''kadınların huzuru'' olduğunu ve kararda yasal mevzuatın tekrarlandığını iddia etmişti.

Birçok kesim, Valiliğin ilk açıklamasına derhal ikna oldu. Oysa açıklama ikna edicilikten uzaktı. Çünkü genelge eski değildi, iki hafta öncesine aitti. Genelgede açık alanda alkollü içkilerin satış ve tüketiminin yasaklandığı açıkça yazıyordu ve bu yasalara aykırıydı.

AKP cephesi de yasakta ısrar etmek yerine, görünüşte geri adım attı. Meselenin ''kafa karışıklığı''ndan ibaret olduğunu savunan Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü, açık alanda içkiye dair herhangi bir yasak kararı olmadığını, cezai yaptırımın sadece "çevreye rahatsızlık verenler" için uygulanacağını bildirdi.

Kolluk güçlerinin inisiyatifine bırakılan yasak hakkındaki tartışmalar bir süreliğine rafa kaldırıldı.

Üsküdar sahilde bira içmenin bedeli: 1295 lira

Tam iki ay sonra Üsküdar'da kamuya açık alanda içki içen bir yurttaşa, "çevreye rahatsızlık verecek şekilde içki içtiği" iddiasıyla 1295 lira para cezası uygulandı.  Yurttaş, cezanın dayanıksız olduğunu savundu.

İstanbul'da kamuya açık alanlarda içki içmeyi yasaklama tasarrufu kolluk kuvvetlerinin tekelinde. Bu nedenle Üsküdar sahilinde "bira içilebilmesi" 31 Mart'tan sonra da istendiği takdirde yasaklanabilecek. 

'Uzlaşı' alkol yasağında sağlandı

Bu durum belediyenin yetki ve sorumluluğundaki kapalı alanlar için geçerli değil. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin halihazırda uyguladığı içki yasağı, Üsküdar Belediyesi'nin aksi yönde bir adım atmasının mümkün olamayacağını gösteriyor.

Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yarıştığı 2019'da AKP'li rakibi Binali Yıldırım’la canlı yayında karşı karşıya gelmişti.

Yıldırım'ın belediyenin sosyal tesislerinde alkol satışı yapılacağını iddia etmesi üzerine İmamoğlu kendisini, "Ben 9 tane sosyal tesis açtım Beylikdüzü’nde. Birinde alkol var mı allah aşkına" sözleriyle savunmuştu. 

Bu uygulama İmamoğlu'nun seçimi kazanmasının ardından da devam etti. İBB'nin Üsküdar sınırları içerisinde 3 sosyal tesisi bulunuyor. Bu tesislerin hiçbirinde içki satışı yapılmıyor. İBB'nin açık havada düzenlediği konser ve etkinliklere içkiyle girilmesine izin verilmiyor.

(soL)