10 Haziran 2024 Pazartesi

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri (DOSYA) - 10 Haziran 2024 -

Avrupa seçimlerinin en büyük kaybedenleri: Merkez partiler ve popülist sol (soL)

Dün sonuçlanan AP seçimlerinde aşırı sağın aldığı sonuçlar ülkelere göre farklılık gösteriyor. Merkez sağ, sosyal demokrasi ve sol popülizmse neredeyse tüm AB ülkelerinde sarsıldı.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülkenin katıldığı Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçları dün akşam büyük ölçüde belli oldu.

Fransa'da ve Avusturya'da aşırı sağın birinci, Almanya'da faşist partinin ikinci çıkması, kıtada son yıllarda yükselen aşırı sağ dalganın son çıktısı oldu.

Diğer yandan, kıtanın bütününe bakıldığında, seçimlerin en büyük kaybedeninin merkez sağ, sosyal demokrat ve sol popülist partileri olduğu görülüyor. Almanya ve Fransa da dahil olmak üzere, birçok ülkedeki merkez partilerin oy oranlarında büyük düşüş görüldü. Neredeyse tüm AB üyesi ülkelerde Yeşiller ve sosyal demokratlar hüsrana uğradı.

Aşırı sağın durumuysa ülkelere göre farklılık gösteriyor. Almanya, İtalya ve Fransa'nın aksine, Portekiz'deki aşırı sağ parti 3 ay önceki genel seçime göre oylarının önemli bölümünü kaybetti. İspanya'nın aşırı sağ partisi de koltuk sayısını artırmasına karşın oy yitimi yaşadı.

Komünistlerin halihazırda güçlü olduğu ülkelerde de komünist partiler önemli başarı sağladı.

Seçim sonuçlarına genel bir bakış atıldığında, başlıca sonucun Avrupa "müesses nizamı"nın kritik bir gerileme yaşaması ve bu gerilemenin Avrupa toplumlarında yeni bir arayışa itmeye başlamış olduğu söylenebilir.

Yunanistan'da iktidarın oyları düştü, SYRIZA hedefine ulaşamadı

Yunanistan İçişleri Bakanlığı'nın açıkladığı sonuçlara göre, iktidardaki Yeni Demokrasi oyların yüzde 27,92'sini alarak Avrupa Parlamentosu'nda yedi sandalye elde etti.

Ana muhalefet partisi SYRIZA yüzde 14,94’le dört sandalye, PASOK yüzde 12,88’le üç sandalye, milliyetçi Elliniki Lysi (Yunan Çözümü) yüzde 9,49’la iki sandalye, Yunanistan Komünist Partisi (YKP) yüzde 9,30’la iki sandalye, dinci sağ parti Niki yüzde 4,42’la bir sandalye, SYRIZA’dan ayrılanların kurduğu Plefsi Eleftherias (Özgürlük Yolu) yüzde 3,42’la bir sandalye ve aşırı muhafazakar Foni Logikis (Aklın Sesi) yüzde 3,06’la bir sandalye kazandı.

Ana muhalefet partisi SYRIZA’nın lideri Stefanos Kasselakis, partisinin Avrupa seçimleri öncesinde belirlenen hedefi tutturamamış olmasına rağmen iyimser açıklamalar yaptı.

Kasselakis, seçim sonuçlarına ilişkin partisinin genel merkezinin dışında yaptığı ilk açıklamalarında, "Yeni Demokrasi partisinden farkı yüzde 23'ten yüzde 13'e düşürmeyi başardık. Hiçbir şeyden pişman değilim. Yunan halkı bana alternatif bir hükümet önerisi oluşturmam için açıkça zaman verdi" dedi.

Başbakan Kiriakos Miçotakis, iktidardaki muhafazakarların Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 30 barajını geçememesinin ardından Pazar gecesi televizyonda yaptığı açıklamada, “Gerçeği saklamayacağım. Partimiz koyduğumuz hedefe ulaşamadı” dedi.

Seçim sonuçları, hem iktidarın hem de ana muhalefetin belirtilen hedeflerine ulaşamadığını gösterdi. Yeni Demokrasi, 2019’da aldığı yüzde 33 oy oranını korumayı hedefliyordu. SYRIZA, bu seçimlerde yüzde 20 bandını hedeflediklerini kaydetmişti.

"Siyasi sistemde bir kriz"e dikkat çeken SYRIZA muhalifleri Yeni Sol partisiyse yüzde 3'ün altında kaldı.

Diğer dikkat çeken şey çok düşük katılım oldu. Yüzde 40,6’da kalan katılım oranı, yüzde 58,69 olan son Avrupa seçimlerinden yaklaşık 18 puan düşük oldu.

Yunan aşırı sağında yükseliş

Diğer yandan, Yunanistan'da aşırı sağ partiler oy oranlarını önemli ölçüde artırdı.

Aşırı sağ partilerden biri olan Spartalılar, artık faaliyette olmayan suç örgütü Altın Şafak'ın sadece bir temsilcisi olarak görüldükleri için seçimlere katılmaktan men edilmişti.

Buna karşılık, sağcı Yunan Çözümü'nün 2019'daki yüzde 4,18 oy oranının bugün yüzde 9,5'e yükseldiği görülüyor. Aşırı dindar Niki partisi yüzde 4,4 oy aldı. Aklın Sesi partisi yüzde 3,05 oyla bir parlamento üyesi seçmek için gereken eşiğin hemen üzerinde.

Komünistlerden büyük başarı: TKP'den YKP'ye tebrik mesajı

2019 seçimlerinde yüzde 5,35 oy alan Yunanistan Komünist Partisi, bu seçimlerde yüzde 9,3 oy oranı yakalayarak büyük bir başarı elde etti. 

Sonuçların ardından Türkiye Komünist Partisi, bir mesaj yayımlayarak YKP'nin başarısını selamladı.

Seçim sonuçlarının Avrupa’nın birçok yerinde sağın yükselişine işaret ettiği belirtilen mesajda, Yunan komünistlerinin başarısının yalnızca Yunanistan’da değil tüm Avrupa ülkelerinde emekçi halk için umut verici bir örnek teşkil ettiği vurgulandı.

Son yıllardaki oy artışını sürdüren YKP’nin bu seçim başarısının, burjuva hükümete karşı tepkilerin kapitalist düzene karşı daha kalıcı bir konumlanışa dönüştürüldüğüne işaret eden yeni bir gösterge olduğunun altı çizilen açıklamada, Avrupa Parlamento’sunda işçi sınıfını temsil etmeye devam edecek olan Kostas Papadakis ve Lefteris Nikolaou-Alavanos'a başarılar dilendi.

Portekiz'de sosyal demokratlar birinci oldu, ama koltuk kaybetti

Bu seçim, merkez sağ Demokratik İttifak'ın (AD) çok küçük farkla zaferle elde ettiği 10 Mart 2024 genel seçiminden sadece üç ay sonra gerçekleşmesinden dolayı bir "ikinci tur" olarak görüldü.

Sosyal demokrasi çizgisindeki Sosyalist Parti (PS), AD’nin yüzde 32'ye karşı yüzde 31'lik küçük bir farkla önünde yer aldı. Ancak 8 koltuk kazanan PS, bir koltuğunu kaybetmiş oldu. AD ise 2019'da kazandığı 7 koltuğu korudu.

Aşırı sağ parti oylarının yarısını kaybetti

Seçimde en çok kayıp yaşayan parti aşırı sağcı CHEGA (CH) oldu. Yüzde 10'dan az oy alan parti, sadece iki koltuk kazandı. CH, Mart seçimlerindeki oyların yüzde 18'ini almıştı. 

Liberal Girişim (IL), CHEGA'ya çok yakın bir oy oranına sahip olmasının yanı sıra yüzde 9 oyla 2 koltuk kazandı.

Sol koalisyonlar başarısız oldu

Popülist sol parti Sol Blok (BE) ve Portekiz Komünist Partisi’nin de yer aldığı Üniter Demokratik Koalisyon (CDU) beklenenden düşük oy olarak sırasıyla yüzde 4,2 ve yüzde 4,1 oranında kaldı. Her iki parti de parlamentodaki birer koltuğunu korudu. Yeşillerin partisi Livre ise oyunu artırmasına rağmen bir koltuk kazanamadı. İnsanlar-Hayvanlar-Doğa (PAN) da kötü bir performans göstererek tek koltuğunu kaybetti ve sağcı Ulusal Demokratik Alternatif'in (ADN) arkasında kaldı.

Katılım, birkaç seçimden sonra ilk kez arttı. Seçmenlerin yüzde 36,5'i oy kullandı.

İspanya'da sosyal demokrat iktidar darbe aldı, aşırı sağcılar koltuk sayısını artırdı

İspanya'nın merkez sağ Halk Partisi (PP), Pazar günü yapılan Avrupa seçimlerini ülkesinde lider tamamladı. Parti, ülkenin sahip olduğu 61 sandalyeden 22'sini kazandı ve Sosyalist Parti (PSOE) hükümetine darbe vurdu.

PSOE’yse 20 sandalye kazandı. PSOE Genel Sekreteri olan Başbakan Pedro Sanchez, son dönemde muhalefetin eşine yönelik özel yolsuzluk iddialarıyla boğuşuyordu. Seçim sürecinde ülkedeki bir gündem de, seçimden sadece bir hafta önce kabul edilen Katalan bağımsızlık yanlısı liderlere yönelik af yasasıydı.

Aşırı sağcı Vox partisiyse, üçüncü oldu ve koltuk sayısını 4’ten 6’ya çıkardı.

Yine de oy oranı açısından bakıldığında, Vox'a destek Temmuz 2023 genel seçimlerine kıyasla yüzde 12,4'ten yüzde 9,6'ya düştü.

Hükümet koalisyonunun küçük ortağı Sumar, üç sandalye kazanırken, eski Eşitlik Bakanı Irene Montero liderliğindeki Podemos iki sandalyeye sahip oldu.

Macaristan'da Orbán, tarihinin en kötü sonucunu aldı, hizip partisi yükseliyor

Macaristan'ın iktidardaki Fidesz partisi, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde şimdiye kadarki en kötü sonucunu aldı.

Fidesz’den ayrılan Péter Magyar’ın kurduğu Tisza partisi, yüzde 29,7 oy aldı. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán'ın partisi Fidesz ve müttefikleri, anketlerin tahmin ettiğinden çok daha düşük oy alarak yüzde 44,6 oranında kaldı.

Fidesz, son yirmi yılda yalnızca 2004 yılında oyların yüzde 50'sinden azını almıştı. Bu sonuçlarla Orbán 11, Magyar’sa 7 sandalye kazandı.

Eski bir Fidesz partisi yetkilisi ve eski Macaristan Adalet Bakanı Judit Varga'nın eski kocası olan Magyar, bu yılın başlarında yolsuzluğa ve Orbán iktidarına karşı çıktığını ilan etmişti. Magyar, Brüksel tarafından “hukukun üstünlüğü” endişeleri nedeniyle dondurulan Macaristan'a ayrılan milyarlarca AB fonunu geri alacağını taahhüt etmişti.

Magyar, sonuçların ardından "Bu, Orbán’ın iktidar imalathanesinin Waterloo'su, sonun başlangıcı" dedi.

Orbán, aynı gün gerçekleşen Macaristan yerel seçimlerine atıfta bulunarak Budapeşte'deki seçim sonrası mitinginde "Bugün iki seçim yapıldı ve ikisini de kazandık" diye karşılık verdi. 

Seçimde ayrıca yüksek katılım da dikkat çekti. Ülkede, 2019 AB seçimlerindeki yüzde 43,4'e kıyasla Pazar günü sandık başına gidenlerin oranı yüzde 58,7 oldu.

                                                             /././

Belçika'da her seçim sonrası yaşanan zorlu süreç başlıyor (Birgün)

Bir önceki seçimin ardından 653 gün hükümetsiz kalan federal ülke Belçika'da seçimlerin galibi, beklenenin aksine aşırı sağcı Vlaams Belang değil milliyetçi Flaman parti N-VA oldu. Hezimete uğrayan Başbakan Alexander De Croo istifasını sunarken Belçika Kralı'nın en çok oy alan 3 partinin liderleriyle görüşmeleri başlıyor.

Belçika'da seçimlerin galibi, beklenenin aksine aşırı sağcı Vlaams Belang (VB) değil sağ eğilimli milliyetçi Flaman parti N-VA oldu, büyük hezimete uğrayan Open Vld Partisi lideri Başbakan Alexander de Croo'nun istifasını sunmasıyla son seferde 653 gün hükümetsiz kalan federal ülkede sancılı süreç başladı.

Belçika'da seçmenler, dün hem Avrupa Parlamentosu (AP) hem de ülkenin federal ve bölgesel parlamentoları için oy kullandı.

İlk kez 16 ve 17 yaşındakilerin de sandığa gittiği seçimde katılım, yüzde 89,23 olarak gerçekleşti.

Federal Parlamentoda N-VA oyların yüzde 16,7'sini, VB yüzde 13,8'ini aldı. Oylarını önceki seçime göre yalnızca yüzde 1,8 artıran VB, öngörülen başarıyı elde edemedi.

Liberal çizgideki Frankofon MR Partisi, oylarını 2,7 puan artırarak yüzde 10,3 ile üçüncü sıraya yerleşti.

Başbakan De Croo'nun liberal Flaman partisi Open Vld ise seçimi 9. tamamladı, yüzde 3 oy kaybederek seçmenlerin yalnızca yüzde 5,4'lük kesiminin desteğini aldı.

BAŞBAKAN DE CROO İSTİFASINI SUNDU

Seçim sonuçları, De Croo'nun dün kameraların karşısında gözyaşlarını tutamamasına neden oldu.

De Croo, ülke geleneği olarak istifasını sunacağını duyurarak, "Bizim için özellikle zor bir akşamdı. Kaybettik. Yarından itibaren istifa eden bir başbakan olacağım." ifadelerini kullandı.

Bu sabah Başbakan, Belçika Kralı Philippe'ye istifasını sundu.

N-VA, VB VE MR'NİN LİDERLERİ KRAL'IN MİSAFİRİ

Kral Philippe, seçimin galibi N-VA'nın lideri Bart De Wever'i yerel saatle 14.30'da kabul edecek.

Ardından, seçimden ikinci parti çıkan VB'nin lideri Tom Van Grieken ve üçüncü parti MR'nin lideri Georges-Louis Bouchez, Kral'ın misafiri olacak.

FLAMAN PARLAMENTOSUNDA DA N-VA ÖNDE

Ülkenin yüzde 60'lık kesimini oluşturan Flaman Parlamentosunda da VB, beklenen başarıyı yakalayamadı.

N-VA oyların yüzde 23,9'unu, VB ise yüzde 22,7'sini aldı.

Hem Brüksel Başkent Bölgesi hem de Fransız toplumunun parlamentosunda liberaller kazandı

Fransızca konuşan toplumun bölgesi Valonya'da seçimleri liberal MR, yüzde 26,9 ile önde tamamladı. Onu yüzde 23,2 ile Frankofon sosyalistler (PS) izledi.

Brüksel Başkent Bölgesi'nde de MR, yüzde 26 ile yarışı göğüsledi, oylarını önceki seçime göre yüzde 9,1 artırması dikkati çekti.

MR'yi yüzde 22 ile PS izledi. Frankofon İşçi Partisi, oylarını yüzde 7,5 artırdı ve yüzde 20,9'le 3. sıraya yerleşti.

TEK SEÇENEK KOALİSYON

Belçika'da federe bölgelerin arasında yaşanan anlaşmazlıklar, hemen her seçim sonrasında siyasi krizlere neden oluyor.

Ülke, 1979 seçimlerinin ardından 107 gün, 1988'de 148 gün, 2007'de 194 gün ve 2019 seçimleri sonrası 653 gün hükümetsiz kalarak bu konuda rekor kırmıştı.

                                                        /././

Avrupa’da ‘aşırı sağ’ rüzgarı: Fransa’da Meclis feshedildi, Almanya’da AfD ikinci parti oldu (soL)

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ yükselişe geçti. Aşırı sağın birinci parti çıktığı Fransa seçime gidiyor. Almanya’da AfD, iktidardaki Sosyal Demokratları geçerek 2. sıraya yerleşti.

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Fransa ve Avusturya’da aşırı sağ partiler ilk sıraya yerleşti. Almanya’da faşist parti Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ikinci oldu.

6-9 Haziran'da 27 AB üyesinde düzenlenen AP seçimlerinin sonuçları belli oluyor.

Avusturya’daki seçim sonuçlarına göre aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ilk sıraya yerleşti.

Almanya'da muhafazakarlar birinci, AfD ikinci parti oldu

Almanya'da AP seçimlerinde ilk sırayı toplam yüzde 30,2 oy oranıyla Hristiyan demokrat CDU/CSU ittifakı aldı. Faşist parti AfD ise önceki döneme göre oylarını yaklaşık 5 puan artırarak yüzde 15,9 oy oranıyla ikinci sıraya yerleşti. AfD Avrupa Parlamentosu'na 16 milletvekili gönderecek.

Alman ARD televizyonunun verdiği sandık çıkış anketine göre CDU yüzde 23,8, AfD yüzde 15,9, Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 13,9, Yeşiller 11,9, Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) yüzde 6,4, Sahra Wagenknecht İttifakı-Anlayış ve Adalet İçin (BSW) ise yüzde 6, Hür Demokrat Parti (FDP) yüzde 5,1 oy aldı.

Koalisyon hükümetinde bulunan Yeşiller geçen seçime göre 8,6 puan kaybıyla büyük hezimet yaşarken, iktidarın diğer ortağı SPD 1,9 puan, Hür Demokrat Parti (FDP) 0,3 puan oy kaybetti.

Öte yandan AfD'nin sadece Thüringen eyaletinde yüzde 30,7 oy alarak birinci parti çıkması Eylül ayında yapılacak eyalet meclisi seçimlerinde iktidar şansını ilk kez yakalayabileceğine işaret ediyor.

Fransa'da Ulusal Meclis feshedildi, erken seçim yapılacak

Fransa'da Marine Le Pen'in aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi yüzde 31,5 oyla açık farkla ilk sıraya yerleşti. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un partisi Rönesans ise yüzde 15,2'lik oranla ikinci sırayı aldı.

Macron, AP seçimlerinde ülkesinde aşırı sağın açık farkla ilk sırada çıkması üzerine parlamentoyu feshederek erken genel seçim kararı aldı. Sonuçların "Avrupa'yı savunan partiler için iyi olmadığını" söyleyen Macron ülkede 30 Haziran - 7 Temmuz tarihlerinde erken seçime gidileceğini duyurdu. Macron “Bu akşam Ulusal Meclisi feshediyorum” dedi.

Avusturya ve Yunanistan'da komünistlerin oylarında artış

Avusturya’daki AP seçimlerinde Avusturya Komünist Partisi (KPÖ) 2019’da 0,8 olan oy oranını yüzde 2,9'a yükseltti. Yunanistan’daki AP seçimlerinde de Yunanistan Komünist Partisi 2019’da yüzde 5,35 olan oy oranını yüzde 9,27’ye çıkardı.

Belçika'da aynı zamanda genel seçim yapıldı, aşırı sağ birinci çıkmadı

Belçika’da ise halk bugün Avrupa Parlamentosu'nun yanı sıra federal parlamento ve bölgesel parlamentolara milletvekili seçti. Kesin olmayan sonuçlara göre, anketlerin aşırı sağcı Flaman parti VB'nin birinci çıkacağı öngörüsü gerçekleşmedi. Federal parlamentoda milliyetçi çizgideki Flaman parti N-VA oyların yüzde 18,9'unu aldı. Bu, 2019'daki seçim sonucuna göre yüzde 2,9'luk artışa karşılık geliyor. Aşırı sağcı VB ise oyların yüzde 15,6'sını alarak önceki seçime göre yalnızca yüzde 3,7'lik artış yakaladı.

İtalya'da iktidardaki faşist Meloni'nin partisi birinci çıktı

İtalya'da de hem AP seçimleri hem de kısmi yerel seçimler yapıldı.

Ülkede sağ koalisyon iktidarının büyük ortağı Başbakan Giorgia Meloni'nin partisi aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri, AP seçimlerinden de birinci parti çıktı.

Çoğunluk Avrupa Halk Partisi'nde olmaya devam ediyor

AP tarafından yeni parlamentosunun görünümüne dair paylaşılan ilk projeksiyona göre, Hristiyan demokratların çatı partisi EPP (Avrupa Halk Partisi) 186 sandalye ile AP'de en büyük siyasi grup olmaya devam ediyor.

Onu yine, 133 milletvekili ile Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) ve 82 ile Liberal partileri birleştiren Avrupa'yı Yenile (RE) ittifakı izliyor.

Aşırı sağcı partilerden ECR 70 ve ID 60 sandalye ile ilk 5'te yer alırken Yeşiller 53, Sol 36 sandalye kazanmış görünüyor.

Çoğunlukla aşırı sağ eğilimli partilerden 100 milletvekilinin bağımsız üye olarak parlamentoya girdiği görülüyor. Bu milletvekillerinin AP'de yeni bir siyasi grup kurması da muhtemel.

Bu seçimde ilk kez AP seçimlerinde 705 yerine 720 milletvekili seçiliyor. Nüfuslarına göre en çok milletvekilini çıkaran ilk 5 ülke sırasıyla 96 ile Almanya, 81 ile Fransa, 76 ile İtalya, 61 ile İspanya, 53 ile Polonya'dan oluşuyor.

İlk genel kurul 16 Temmuz'da toplanacak

Resmi sonuçların 10 Haziran'da açıklanmasıyla AP'ye girebilen ulusal partiler, siyasi gruplarını oluşturma sürecine başlayacak.

İlk genel kurul 16 Temmuz'da toplanacak, böylece yeni yasama dönemi başlamış olacak.

                                                          /././

Von der Leyen: Merkez yerinde duruyor ama sağdaki ve soldaki aşırıların da destek aldığı bir gerçek (Birgün)
Aşırı sağ partiler ilk sıraya yerleştiği Avrupa Parlamentosu seçimlerini değerlendiren AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, "Merkez yerinde duruyor ama sağdaki ve soldaki aşırıların da destek aldığı bir gerçek. Bu nedenle sonuç, merkezdeki taraflara büyük sorumluluklar yüklüyor" ifadelerini kullandı. AP seçimlerinin en çok dikkat çeken unsuru, birçok AB üyesi ülkede aşırı sağın yükselişe geçmesi oldu.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçlarına göre merkezdeki gruplara daha büyük sorumluluk düştüğünü söyledi.

Alman Hristiyan demokrat siyasetçi Von der Leyen, 6-9 Haziran'da düzenlenen AP seçimlerinin ardından EPP'nin listebaşı adayı olarak Genel Kurul salonunda basına hitap etti.

Mensubu olduğu grubun birinci gelmesiyle seçim sonuçlarının güçlü bir Avrupa isteyenlerin çoğunlukta olduğu mesajını verdiğini söyleyen von der Leyen, "Yani merkez yerinde duruyor ama sağdaki ve soldaki aşırıların da destek aldığı bir gerçek. Bu nedenle sonuç, merkezdeki taraflara büyük sorumluluklar yüklüyor" dedi.

Von der Leyen, yarından itibaren ikinci sıradaki, merkez sol eğilimli Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) ve liberal çizgideki Avrupa'yı Yenile (Renew Europe-RE) grubunun desteğini almak için görüşmelere başlayacağını söyledi.

"Amacım Avrupa'dan yana, Ukrayna'dan yana ve hukukun üstünlüğünden yana olanlarla bu yola devam etmek" diyen von der Leyen, bir soru üzerine, AB Konseyinin de desteğini alacağına inandığını kaydetti.

AP'NİN DUYURDUĞU KESİN OLMAYAN SONUÇLAR

"AP'nin 10'uncu yasama döneminin ilk gerçekçi resmi" olarak duyurduğu sonuçlara göre, EPP 189, S&D 135, RE 80, Yeşiller 52, Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri (ECR) 72, aşırı sağcı partileri buluşturan Kimlik ve Demokrasi (ID) 58 ve Sol grup 36 sandalye kazandı.

Resmi sonuçların yarın açıklanması planlanıyor.

Akabinde AP'ye girebilen partilerin yeni siyasi grupları oluşturmaya ve ardından AB Komisyonunun yeni başkanının seçimi amacıyla görüşmelere başlaması bekleniyor.

AB ülkelerinin liderleri 17 Haziran'da gayri resmi bir zirvede bir araya gelerek, AB Komisyonu Başkanlığı için aday üzerinde karar verecek. Ardından bu aday, AP'nin onayını alması gerekecek.

AP'nin ilk genel kurul oturumu 16 Temmuz'da yapılacak ve yeni yasama dönemi başlamış olacak. Konsey başkanı da dahil olmak üzere AB'nin yeni yönetiminin tümüyle belli olması ise aralık ayını bulacak.

                                                               /././

AB seçim sonuçları: Almanya’da faşizmin yükselişi neye işaret? (Haluk Arıcan-soL/Özel)

Almanya'da AfD partisi, Avrupa seçimlerinde beklenildiği üzere büyük yükseliş gösterdi. Bütün zorluklara rağmen, ülkenin kaderini tekrar faşistlere bırakmamak için son bir şans var.

Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu seçimleri Almanya'da beklendiği gibi sağın zaferiyle sonuçlandı. AB geneliyle kıyaslandığında, ülkede halkın gündeminde yer almayan seçimlerde oy vermeleri için, her türlü medya kanalından sokaklardaki reklam panolarına kadar seçmenlere çağrı yapıldı. Verilen mesajların doğrudan veya dolaylı olarak ana teması, faşizan AfD partisinin engellenmesi üzerine kurgulanmıştı. 

Dün gece oy verme işleminin sona ermesinden sonra açıklanan ilk sonuçlar, gecenin ilerleyen saatlerinde netleşti. Ana muhalefeti oluşturan birlik partileri CDU-CSU oyların yüzde 30’unu alarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı.

Seçimler sırasında bütün partilerin karşı çıktığı, birçok skandal, rüşvet ve ajanlık suçlamasıyla boğuşan faşizan AfD partisi ise yüzde 16’ya yaklaşan oy oranıyla Almanya genelinde ikinci parti olurken, ülkenin doğusunda da birinci parti konumuna geldi.

Almanya’da hükümeti oluşturan koalisyonun büyük ortağı sosyal demokrat SPD yüzde 13,9’luk oy oranıyla hezimete uğrarken, üçüncü parti konumuna düşen SPD’de liderlik tartışmalarının başlaması olası görülüyor.

Hükümet koalisyonunun diğer ortağı, dışişleri ve ekonomi bakanlıkları gibi önemli hükümet koltuklarını ellerinde tutan Yeşiller partisi de, yüzde 11,9’luk oranla seçimden hezimetle çıkan diğer bir parti oldu.

Seçimlerden başarıyla çıkan diğer bir parti ise, aslında henüz bir parti olmayan ve kısa bir süre önce Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht liderliğindeki ittifak BSW oldu. İlk kez katıldığı seçimlerde Almanya genelinde yüzde 6,2’lik oy oranına ulaşan BSW, doğudaki eyaletlerde de aldığı yüzde 13,8 oy oranıyla ikinci parti konumunu alırken, beklendiği gibi AfD’nin önünü kesen bir rol de oynadı.

İç karışıklıklarını atlatmaya çalışırken, hangi yöne gideceğine karar vermekte zorlanan Sol Parti ise bir önceki seçimlere göre oy oranını yarı yarıya azaltarak yüzde 2,7’lik orana ulaştı.

Seçimin gösterdikleri

Seçim çalışmaları sırasında öne çıkan haberler, adayların propaganda çalışmalarında söylediklerinden çok, adaylar ve parti seçim çalışmalarına yapılan sözlü ve fiziksel saldırılarla ilgiliydi.

Sosyal demokrat SPD seçim stratejisini ‘’barış’’ ve ‘’ihtiyat’’ olarak belirlerken, koalisyonun bir diğer ortağı Yeşiller partisi ise, Almanya ve Avrupa’da ‘’sağa kayma’’ tehlikesi ve iklim sorunlarına odaklandı.

AfD daha önceki seçimlerin aksine, öze ilişkin olmasa da bir bütün olarak AB karşıtlığı yerine, ulusal çıkarları temel alan bir AB, bu olmazsa bu zemindeki Avrupa ülkelerini kapsayacak bir birlik gerektiği tezine ağırlık verdi.

Bunda özellikle İtalya’da başbakanlığı yürüten faşist Meloni’nin AB ve AB dış politikalarını karşısına almadan yürüttüğü faşizan iç siyasetin AB ve AB’nin egemen ülkeleri Almanya ve Fransa’yı rahatsız etmemesi de etkili oluyor. Fransa’da Le Pen çevresinin de aynı politikayı, Fransa'yı erken seçimlere götürtecek kadar başarıyla uyguladığı bu son seçimle kanıtlandı.

AB Parlamentosu seçiminin gerçek kaybedeni: Barış

Almanya’da çok farklı sloganlarla seçime katılan partiler, dış politikada gerek Rusya-Ukrayna savaşında gerekse Filistin’de savaşı destekleyen pozisyonlarıyla ortaklaşıyorlar. NATO ise zaten tartışma dışı.

AfD ise Rusya’ya yönelik ambargoya Almanya'nın çıkarları adına karşı çıkarken, diğer başlıklarda NATO politikalarına ve Almanya’nın silahlanmasına diğer partiler gibi açık destek veriyor.

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık AfD’nin hanesine yazılırken, AfD göçmenlerle ilgili yaptığı çoğu açıklama sonucu faşist-ırkçı damgası yerken, benzeri açıklamaları yapan ‘’kabul gören’’ düzen partileri ‘’hatalı’’ açıklama yapmış oluyorlar.

AfD’nin bu seçimlerdeki en büyük başarısı aldığı oy oranından çok, gençlerden aldığı destekte yatıyor.

Düzen, devlet kurumları, medyası ve üniversiteleriyle sağa kayarken, polis ve ordu içinde neredeyse her gün ‘’gizli’’ ama ‘’örgüt olmayan’’ bir yapılanma açığa çıkarken ve bu işe karışan kamu görevlileri çoğu zaman basit bir kınamakla görevlerini sürdürürlerken, asıl AfD’nin güçlenmesine şaşıranlara şaşmak gerekiyor.

Almanya’da çok açık bir savaşa hazırlık dönemi yaşanıyor, geniş kitleler, emekçiler ve orta sınıflar olarak kodlanan küçük burjuvalar ekonomik durumlarının bozulmasından endişeli ve çok uzun on yıllardan sonra gelecekten umudunu kesmiş durumdalar.

Ekonomik ve sosyal sorunları emekçi bir eksende gündemine almayan, ‘’büyük uykudan’’ silkinip kalkarak, düzeni karşısına alarak yola koyulamayan bir sol, geniş kitlelerin arayış içinde faşistlerin peşine takılmaya hazırlandığı bir dönemde, sadece büyük bir hata yapmış olamayacak, aslında çok büyük bir fırsatı da kaçıracak.

Bütün zorluklara rağmen, Almanya’nın kaderini tekrar faşistlere bırakmamak için bir şans var. Son bir sanş…

                                                             /././

Avrupa’da ibre sağa ve aşırı sağa kaydı (Yücel Özdemir-Evrensel)

27 Avrupa Birliği ülkesinde yaklaşık 350 milyon seçmen Avrupa Parlamentosu’nun 720 üyesini belirlemek için sandık başına gitti. 6 Haziran’da başlayan ve 9 Haziran pazar gününe kadar devam eden seçimlere katılım oranı ortalama olarak yüzde 52 oldu. Katılım oranı Doğu Avrupa ülkelerinde düşük kalmaya devam ederken Batı Avrupa ülkelerinde kısmen arttı.

Seçimler öncesinden yapılan kamuoyu araştırmalarında aşırı sağ ve muhafazakar partilerin seçimden avantajlı çıkacağı ve bundan sonra Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğu elde etmenin daha karmaşık olacağına dikkat çekiliyordu. Gerçekten de seçim gecesi açılan seçim sonuçları ülkeden ülkeye farklı olmakla birlikte genelde muhafazakar ve sağ partilerle aşırı sağcıların seçimlerden kazançlı çıktığını ortaya koyuyor.

Açıklanan sonuçlara göre, orta sağ ve muhafazakar partilerin içinde olduğu Avrupa Halk Partisi (EVP) 720 sandalyenin 184’ünü kazanarak açık arayla birinci oldu. EVP 2019’daki seçimlere göre sandalye sayısını 8 arttırdı. EVP liste başı adayı Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, seçim akşamı yaptığı açıklamada seçim sonuçlarını “Aşırı sol ve aşırı sağcılara karşı bir barikat inşa edeceğiz” şeklinde değerlendirdi.

LEYEN’İN PAZARLIĞI

Ancak von der Leyen’in yeniden komisyon başkanlığı için aşırı sağcı gruplar ile bağlantılı olduğu ifade ediliyor. Bunların başında da İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin yaptığı İtalya’nın Kardeşleri partisi geliyor. Sosyal demokrat, yeşil ve liberal partiler bir süredir Meloni ile von der Leyen arasındaki yakınlaşmayı eleştiriyor. Von der Leyen’in başını çektiği liste birinci olmasına rağmen Alman hükümeti kendisini AB Komisyonu başkanlığına önermeyebilir. EVP ve aşırı sağ ve popülist partilerin desteğini almayan bir ismin AP’de komisyon başkanı olması ise mümkün görünmüyor. Bu nedenle pazarlıklar devam edecek gibi görüyor.

Sosyal & Demokrat (S&D) AP’deki milletvekili sayısını 139 olarak korumayı başarırken Liberaller (Renew) 23, Yeşiller 19, Sol 1 ve bağımsızlar 17 sandalye kaybetti.

Buna karşılık içinde Fransız aşırı sağ Ulusal Birlik (Marine Le Pen), Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), Hollanda Özgürlük Partisi gibi aşırı sağcı partilerin üyesi olduğu “Kimlik ve Demokrasi” (ID) grubu sandalye sayısını 9 arttırarak 58’e çıkardı. Buna daha önce bu fraksiyona üye Almanya için Alternatif (AfD) partisinin kazandığı 15 sandalye de eklendiğinde, kazanılan yeni sandalye sayısı 24’e kadar çıkıyor. Dolayısıyla aşırı sağ, İslam ve göçmen karşıtı partilerin kazandığı sandalye sayısı görünenden de fazla. Bunun başlıca nedeni ise ID grubuna üye partilerin Fransa ve Avusturya’da birinci, Almanya ve Hollanda'da ikinci, Belçika ve İspanya gibi ülkelerde üçüncü olması.

Marine Le Pen’in liderliğini yaptığı Ulusal Birlik partisinin sandıktan birinci çıkması üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron erken seçim kararı aldı. Seçimlerden aşırı sağcı partinin birinci çıkması bekleniyor.

Bir diğer aşırı sağcı grup olan Avrupa Muhafazakarlar ve Reformcular (EKR) grubu ise beş yıl öncesine göre sandalye sayısını 4 arttırdı.

Sol sosyal demokratların içinde yer aldığı Sol Grubu ise bir üye kaybıyla ancak 36 sandalye kazanabildi. Daha önce Avrupa Parlamentosuna 5 milletvekili gönderen Almanya Sol Partisi bu kez üç milletvekili gönderebildi. Seçilenler arasında Türkiye kökenli Özlem Alev Demirel de var. Sol Parti’den ayrılan siyasetçilerin kurduğu ulusalcı sol çizgideki Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ise ilk kez katıldığı seçimlerde yüzde 6,2 oy alarak meclise 6 milletvekili gönderebildi. Yeni kurulan bir partinin aldığı bu yüksek oy oranı BSW’nin önümüzdeki Almanya seçimlerinde de benzer çıkışlar yapabileceğini gösteriyor. BSW’nin AP’de Sol Grubu’na katılması beklenmiyor. Bunun yerine Boyun Eğmeyen Fransa (La France Insoumise) ile birlikte ayrı bir grup kurması bekleniyor.

AVRUPA’NIN SİYASİ MANZARASI

Seçim sonuçları, kıta Avrupa’sında siyasi ibrenin sağ-muhafazakar, aşırı sağ, göçmen ve mülteci düşmanlığına kaydığı açık olarak görülebiliyor. Genelde aşırı ağın Fransa ve İtalya gibi Akdeniz ülkelerinde yüksek olduğu görülüyor. Bunda göçmen, mülteci ve İslam düşmanlığının rolü belirleyici. Almanya, Hollanda, Belçika gibi orta Avrupa ülkelerinde ise bu kesimlerin ikinci sıraya düştüğü görülüyor. Kuzey Avrupa ülkelerinde ise aşırı sağcılar istedikleri başarıyı elde edemediler. İsveç, Finlandiya, Danimarka gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat, sol ve yeşil partiler çoğunluğu almayı başardı. Keza Romanya, Polonya, Bulgaristan, Yunanistan, Çekya’da aşırı sağcılar fazla varlık göstermediler.

Avrupa Parlamentosunun bileşimi, ülkelerin nüfusuna göre oluştuğu için en fazla milletvekilini en fazla nüfusu olan ülkeler gönderiyor. Almanya, Fransa, İtayla, İspanya ve Polonya’dan gönderilen toplam milletvekili sayısı 367’yi buluyor. Bu dört ülkedeki siyasi dengeler bu nedenle AP’deki grupların durumunu da etkiliyor.

İBRENİN SAĞA KAYMASI NE ANLAMA GELİYOR?

AP seçimleri özgülünde Avrupa’da siyasi dengelerde ibrenin sağa kaymasının bir birbiriyle bağlantılı belli başlı birkaç nedeni bulunuyor. Bunların başında artan ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle göçmenler ve mültecileri hedef göstererek yerli emekçiler arasında milliyetçilik kolayca körüklenebiliyor. Sorunların kaynağının kapitalist sistemde değil, genel olarak göçmenlerde olduğu basit bir şekilde işleniyor. En çok da mülteci ve İslam düşmanlığı bu konuda kısa sürede tepkilerin oluşmasına yol açabiliyor.

Hayat pahalılığı, enflasyon, yüksek enerji fiyatları gibi konularda Ukrayna savaşının etkisi da açık olarak görülüyor. Bu nedenle savaşın bitirilmesi, Rusya ile diyaloğa geçilmesi söylemlerini kullanan aşırı sağ partiler bu nedenle de destek alabiliyor. Almanya, Fransa, Avusturya, Macaristan’daki sağ partilerin Rusya yanlısı söylemler kullandığı da biliniyor.

Bir diğer önemli neden de yükseliş içinde olan partilerin ülkelerindeki sermaye sınıflarının bir bölümünün eğilimini yansıtmaları, onların desteğini alması. Dünya çapındaki rekabette AB’nin değil ulusal çıkarların daha fazla önce çıktığı günümüzde, AB’ye yönelik eleştiriler de bu partilerin oy almasının bir diğer nedeni. Geleneksel muhafazakar (EVP) ile EKR ve ID fraksiyonlarının ayrıldığı en önemli noktalardan birisi bu. Muhafazakarlar genel olarak AB’deki entegrasyon sürecinin güçlenerek devam etmesini savunurken, aşırı muhafazakar ve aşırı sağ popülist partiler AB’nin ulusal devletlerin üzerinde olmaması gerektiğini savunuyorlar. Bu nedenle de mevcut koşullarda anlaşmalar zor görünüyor. Dolayısıyla farklı görüşler olmakla birlikte en büyük fraksiyon olan EVP’nin sosyal demokratlar, yeşiller ve liberallerle çalışmaktan başka şansı bulunmuyor. Parlamento çoğunluğu gerektiren bazı gerici konularda ise hepsinin işbirliği yapması söz konusu. Tıpkı bir süre önce çıkarılan yeni mülteci sisteminde olduğu gibi. Göç, iltica ve mülteciler ulusal solculardan aşırı sağcılara kadar geniş bir kesimim ortak paydası haline gelmiş durumda.

                                                               /././

AP seçimleri: Aşırı sağ oy patlaması mı yaptı, mevcut durum ne kadar değişti, Yeşiller neden kaybetti?(Buse Söğütlü-T24)

Şu an için gözler AB’nin en üst ve prestijli pozisyonu olan AB Komisyonu Başkanlığı’nda; çünkü yeni ismin üstlenmeyi tercih edeceği liderlik rolü, Avrupa’nın siyasi gidişatını belirleyebilir

Avrupa Birliği’nin ana yasama organlarından Avrupa Parlamentosu’nun (AP), 27 üye ülkede yaklaşık 400 milyon seçmeni ilgilendiren seçimleri geride kaldı. 9 Haziran akşamı itibarıyla gelen ilk sonuçlarla beraber genel olarak aşırı sağ oylarının artış gösterdiği görüldü. Hatta bloğun motor ülkelerinden biri olan Fransa’da Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen’in öncülüğündeki aşırı sağcıların birinci çıkmasıyla Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, erken seçim ilan etti. Belçika’da da Başbakan Alexander De Croo istifa edeceğini duyurdu. Almanya’da 2021 seçimlerinde birinci parti olan Sosyal Demokratlar, üçüncülüğe geriledi ve aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) ülkede ikinci parti oldu.

Seçim öncesi yapılan anketlerde aşırı sağın oy artıracağı öngörülse de 9 Haziran akşamı açığa çıkan siyasi görünüm, aşırı sağdaki oy patlamasına işaret etmiyor gibi görünüyor. Parlamentonun en çok sandalye sayısına sahip üyeleri Almanya ve Fransa’da aşırı sağ oylarında yükseliş yaşansa da seçimin açık ara kaybedeni Yeşiller. Ancak 720 sandalyeli AP’de merkez sağ ve merkez sol koltuklar yüzde 64’ü oluşturuyor.

Şimdi, yaklaşık 6 aylık sürede AB'nin yürütme organı Komisyon ve karar alma organlarından Konsey'in yapısı da şekillenecek. Ancak şu an için gözler AB’nin en üst ve prestijli pozisyonu olan AB Komisyonu Başkanlığı’nda. Çünkü yeni ismin üstlenmeyi tercih edeceği liderlik rolü, Avrupa’nın siyasi gidişatını belirleyebilir.

Parlamentodaki dağılım Komisyon Başkanlığı’nı etkileyecek mi, bilinmiyor. Bu şimdilik hâlâ AP’nin en kalabalık grubu olan merkez sağ Avrupa Halk Partisi'nin (EPP) adayı Ursula von der Leyen’in hangi gruplarla iş birliği yapabileceğine bağlı. Avrupa Komisyonu Başkanı’nı onaylama yetkisine sahip AP’de bunun için 361 koltuğa ihtiyaç duyuluyor; 185 sandalyeli EPP tek başına bu onayı çıkarabilecek durumda değil.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) AB Çalışmaları Merkezi Direktörü Nilgün Arısan Eralp, AP seçimlerindeki sandalye dağılımı sonrası oluşan siyasi görünümü T24’e değerlendirdi. Sandalye dağılımının genel bir değerlendirmesini yapan Eralp, sonuçların en çok etkileyeceği konunun Yeşiller’in oy kaybıyla yeşil dönüşüm projesi olacağının altını çizdi. Aşırı sağ oylarındaki en endişe verici şeylerden birinin genç oyları olduğuna işaret eden Eralp, popülist gruplar içerisinde de bir bölünme olduğunu vurguladı.

“En güçlü partiler merkez sağ ve merkez sol”

“Parti grupları bazında bakarsanız sandalye dağılımında büyük bir değişiklik olmadı. Yine en güçlü partiler merkez sağ ve merkez sol. Avrupa Halk Partisi (EPP) örneğin oyunu ve dolayısıyla sandalye sayısını biraz da artırdı. Sosyalistler ve Sosyal Demokratlar, eğer yanılmıyorsam, aynı kaldılar. Avrupa’yı Yenile Grubu (Renew), yani liberallerde az bir düşüş var” diyen Eralp, şu ifadeleri kullandı:

“Esas önemli ve Avrupa’nın yeşil dönüşüm politikalarını etkileyecek olan düşüş Yeşiller’de oldu. Bir önceki seçimlerde dördüncü parti grubuydu, şimdi altıncı oldular. Ciddi bir düşüş söz konusu. Aşırı sağ parti grupları; Muhafazakârlar ve Reformistler ya da Kimlik ve Demokrasi Grubu (ID) oy artırdı ancak Avrupa Parlamentosu içinde çoğunluk sağlayamıyorlar. Bölünmüşlük söz konusu. Örneğin son olarak özellikle Fransız Ulusal Birlik Partisi’nin lideri Marine Le Pen’in bastırmasıyla ID’den Almanya için Alternatif (AfD) atıldı. Yani dağınık durumdalar. Ancak şimdi etkili olabilmek için çeşitli yeni gruplaşmalara giderler mi, bilemiyoruz. Çünkü bağımsızlar da 100 sandalye sayısıyla azımsanmayacak bir sayıdalar. Çeşitli gruplara dağılırlar mı, bilmiyoruz. Ama yine de bu bahsettiğim denge bozulmaz gibi geliyor. Yani merkez sağ ve merkez sol, liberaller çoğunluğu elde etmiş durumdalar”

“Avrupa Komisyonu Başkanı’nın kim olacağı önemli”

Avrupa Komisyonu Başkanı’nın kim olacağının önemli olduğunu vurgulayan Eralp, “Çünkü kişiliğine bağlı olarak liderlik rolü üstlenebiliyor. Ursula von der Leyen de böyle bir pozisyondaydı. Bazılarının hiç esamesi okunmuyor ama bazıları da liderlik rolünü üstleniyor. Esasında Avrupa Birliği’nin yürütme organı. Leyen’in şansı az görünüyordu ama onun parti grubu EPP, hem Almanya’daki AP seçimlerinde hem de AP’de en güçlü grup oldular. Leyen herhalde aday gösterilecek. Ama kendisinin Komisyon Başkanı olarak atanabilmesi için AP’de 361 oy alması gerekiyor. Şu anda sosyalistler ve EPP’nin toplam sandalyeleri buna yetmiyor. Geçen sefer hem EPP hem sosyalistler hem de liberaller desteklemişti. Bu sefer liberaller destekler mi, desteklemezse von der Leyen aşırı sağcılardan oy almaya çalışır mı, bilmiyoruz” dedi.

“Yeşil dönüşümün izah edilememesi, aşırı sağ tarafından kullanıldı”

Seçim sonuçlarındaki esas vahim tablonun AB’nin motor gücü Almanya ve Fransa’daki aşırı sağ yükselişi olduğunun altını çizen Eralp, Yeşiller açısından oy kaybının ardındaki sebebin yeşil dönüşümün benimsenmemesi olduğunu vurguladı:

“Yeşil dönüşüm hem sanayi için hem Fransa, Hollanda gibi ülkelerde tarım için çok büyük maliyet artışı demek. Halklar bundan hoşlanmadı. Tam anlamıyla da yeşil dönüşümün kazandıracakları izah edilemedi. İnsanlar bir sonraki neslin ne kazanacağına değil de kendi günlük kazancına bakıyor. Bu da aşırı sağ tarafından kullanıldı”

Eralp, yeşil dönüşüm politikalarında yavaşlama görülebileceğini söyledi.

Göç: Merkez sağ, aşırı sağın söylemini benimsemek zorunda kaldı

Aşırı sağ oylarının yükselişiyle endişe duyulan göç politikalarında ciddi bir fark görülmeyeceğine işaret eden Eralp, merkez sağın aşırı sağın göç söylemini benimsemek zorunda kaldığını anlattı. Eralp, “Bu tablonun göç politikasına olumsuz bir yansıması olmaz çünkü zaten olumsuz bir politika ortaya çıktı” dedi:

“Açıkçası aşırı sağ ile merkez sağın göç politikalarında çok büyük farkı yok. Avrupa Komisyonu’nun son olarak yayımladığı ve AP’nin istemeyerek de olsa kabul ettiği göç politikası; sosyalist grubun benimsediğini öne sürdüğü değerlerden ve insan haklarından çok uzak. Yani sırf göçmenleri geri gönderebilmek için Moritanya, Libya, Tunus, Mısır, Lübnan gibi otokratik rejimlerin olduğu ülkelerle anlaşmalar yapıldı. En fazla sesi çıkan da sosyalistler oldu. Ama Hristiyan Demokratlar buna çok ciddi sahip çıkıyorlar ve aşırı sağ ile de birleşiyorlar. Bu tablonun göç politikasına olumsuz bir yansıması olmaz çünkü zaten olumsuz bir politika ortaya çıktı. Merkez sağ da aşırı sağın söylemini benimsemek zorunda kaldı”

Aşırı sağın sınırlılıkları var mı?

Aşırı sağın beraber hareket etmek konusundaki sınırlılıklarına değinen Eralp, “Göç onları birleştiriyor, yeşil dönüşümde ayrışmalar var. Faşist gruplar ya da Almanya örneğinde olduğu gibi Nazizme özenenler var. Fakat bunu tabu olarak gören ve Nazizme karşı olan aşırı sağ, popülist gruplar da var. Bir ayrım daha var, o da Rusya’ya bakış. Rusya yanlısı veya Rusya karşıtı olmak… Le Pen’in partisinin de Rusya ile ilişkileri söz konusu ama Almanya’da AfD’nin içinde Rusya için ajanlık yapanlar tespit edildi” dedi ve aşırı sağ gruplardaki ana fay hatlarının faşizm  ve Rusya’ya bakış olacağını aktardı.

Dış faktörler de etkili olacak

Seçim sonuçlarında endişe verici ve olumlu gelişmelerin aynı anda görülebildiğini aktaran Eralp,  “Motor güçlerde aşırı sağ partiler güçlendi ama Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın partisi de güç kaybetti. Böyle olumlu gelişmeler de var. Ancak popülist partiler daha çok gençlerden oy aldı, bu olumsuz bir gelişme” dedi ve sonuçların değerlendirilmesinde dış faktörlerin etkisine de değindi: 

“Bir de dış faktörlere de bakmak lazım. ABD seçimlerinde Donald Trump’ın kazanması ve Çin’le girilen ekonomik rekabet Avrupa’yı iyice zayıflatabilir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de devam ederken ekonomik ve güvenlik açısından zayıflayan, yabancı düşmanlığının da ağır bastığı bir Avrupa ile karşılaşabiliriz. Bu durum, AB’nin, Ukrayna’nın işgalinden sonra girdiği genişleme sürecini bile etkileyebilir”

Türkiye açısından sonuçları olacak mı?

Sonuçların Türkiye açısından sonuçlarına da değinen Eralp, Türkiye’nin uzun zamandır AB’nin gündeminde olmadığını vurguladı ve şunları ifade etti:

“Avrupa Birliği’nde güvenlik zafiyeti konuşulurken ve savunma gündemi konuşulurken bile Türkiye maalesef gündemde değil.

Velev ki büyük bir değişiklik oldu, Türkiye vizelerin kaldırılması konusundaki tüm kriterleri yerine getirdi; AP, sayıları gitgide artan alanda Avrupa Birliği Konseyi ile eş karar alma yetkisine ve vize o konulardan biri. Yani sosyalist grup Türkiye’de insan hakları, özgürlük ve hukukun üstünlüğü gibi maalesef acı durumumuza atıfta bulunarak bastırıp bunu engelleyebilir. Zaten bizi destekleyen parti grubu da kaldı mı? Belki bir miktar Yeşiller ve Liberaller idi. Ama Türkiye’deki demokrasi alanında gerileme, AİHM ve AYM kararlarına uyulmaması o grupların desteğini de yitirtti.

Gümrük Birliği modernizasyonu, diyoruz ve iş dünyası bunu çok destekliyor. Avrupa Birliği ile norm bazında bir ilişki olsun, diyen bizim gibi insanlar da destekliyor. Avrupa Birliği liderleri bu konuda müzakerelere başlanması için Konsey’e iletti ama Komisyon’a yetki vermiyorlar. Velev ki yetki verdiler, bu müzakereler başladı ve bitirildi ancak onay yetkisi AP’de. Bu durumda onay vermeyebilirler.

AP, AB bütçesi konusunda önemli yetkiye sahip. 2018 yılında AP, Türkiye’ye verilen fonlarda ciddi kesintiye gitmişti. Tekrar bir kesintiye gidebilir.

Şu an rüya ama velev ki müzakereler başladı ve başarıyla tamamlandı; katılım antlaşmalarının onaylanmasında da AP yetkili. Ancak bu şu anda çok uzak bir ihtimal”

                                                            /././

Yunanistan'da AP seçimleri: 'Aşırı sağın yükselişinin bedelini halk ödeyecek' (Nikolaos Stelya-duvaR)

AP seçimlerinin sonuçlarını değerlendiren Panos Kosmas, "Geçmişte aşırı sağın siyasi sponsoru olan iktidar, şimdi bunun bedelini ödüyor. Ne yazık ki, en büyük bedeli ise vatandaşlar ödeyecek" dedi.

LEFKOŞA - Yunanistan'da 9 Haziran'da gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonuçları, ülkede aşırı sağa desteğin yükseldiğini gösterdi. Helen Çözümü, Niki ve Mantığın Sesi gibi aşırı sağcı ve popülist partiler toplamda yaklaşık yüzde 17 oy oranına sahip oldu. Bu sonuçlar, aşırı sağcı partilerin Yeni Demokrasi’nin ardından ikinci sıraya yerleşmesiyle dikkate değer bir değişime işaret ediyor.

Avrupa seçimlerinin resmi olmayan sonuçlarına göre, Kiriakos Velopoulos'un liderliğini yaptığı Helen Çözümü yüzde 9,30 oranında oy aldı. Kilise çevrelerinin desteğini arkasına alan Dimitris Natsiou'nun Niki partisinde oy oranı yüzde 4,37 olurken, Aphrodite Latinoupoulou'nun liderliğindeki Mantığın Sesi yüzde 3.04 oy ile Yunanistan'dan AP'ye vekil gönderen üçüncü aşırı sağcı-popülist parti oldu. 

Söz konusu üç partinin oy oranlarının toplamı yaklaşık yüzde 17 olarak kayıtlara geçti. Buna, AP'ye vekil gönderemese de dikkate değer oy alan bir başka aşırı sağcı parti olan Prodromos Emfietzoglou'nun yüzde 1'lik oy oranı elde eden Vatanseverler partisi de dahil edildiğinde, aşırı sağ blokun oy oranı toplamda yüzde 18'i buluyor. Bu durum ise, üç aşırı sağcı partiyi Yunanistan'ın yeni partiler sıralamasında, yüzde 14,92 oy alan SYRIZA'nın üzerinde ve yüzde 28,31 oy alan Yeni Demokrasi’nin hemen arkasında ikinci sırada konumlandırıyor.

MİÇOTAKİS: AŞIRI SAĞIN YÜKSELİŞİNDEN NE YAZIK Kİ ÜLKEMİZ MUAF DEĞİL

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis, dün akşam saatlerinde aşırı sağın ülke genelinde artan etkisine değindi. Aşırı sağın, gerek Avrupa gerekse de ülkesinde güçlenmesini 'kayda değer bir gelişme' olarak ele alan Miçotakis, "Bize bir kez daha güvenen tüm Yunan kadınlarına ve tüm vatandaşlara yürekten teşekkür ediyorum. Milletvekillerimiz, aşırı sağın yükselişinin ne yazık ki ülkemizin de muaf olmadığı bir gerçek olduğu Avrupa Parlamentosu'nda ellerinden gelenin en iyisini yapacaklardır" dedi. 

UZMANLARDAN 'İKTİDAR ALTERNATİFİ' UYARISI

Miçotakis'in açıklamalarına paralel olarak seçim sonuçlarını televizyon kanallarının özel seçim programlarında değerlendiren siyasetçiler ve uzmanlar da benzer mesajlar verdi. Aşırı sağın ikinci büyük güç konumuna gelmesi, Yunanistanlı uzmanları rahatsız ederken, bazı siyasetçi ve yorumcular ülkenin en büyük partisi Yeni Demokrasi Partisi'nin (YD) oy oranındaki erozyona ve muhalefetin iktidar alternatif yaratamamasına dikkat çekti.

'ESKİDEN AŞIRI SAĞIN SPONSORU OLAN YD, BUNUN BEDELİNİ ÖDÜYOR'

Seçim sonuçlarını Efimerida ton Sintakton gazetesinde yayımlanan köşe yazısında değerlendiren Panos Kosmas, muhalefetin iktidar alternatifi yaratamamasının sonuçları üzerinde durdu. Kosmas'a göre, bu zafiyet nedeniyle dünkü seçimlerde boykot cephesi büyük bir başarı kaydetti. Kosmos, aşırı sağın bu durumu fırsata çevirdiğini belirtti. 

"Siyasi belirsizlik, toplumsal sistemden uzaklaşma ve hegemonya krizi ortamında, aşırı sağ toplamda yüzde 20'ye yaklaşıyor. Aşırı sağ, mevcut koşulları fırsata çevirerek yükselen bir siyasi dinamiğin başarı rüzgarını arkasına alıyor" yorumunda bulunan Kosmas, şöyle devam etti: "Geçmişte aşırı sağın büyük siyasi sponsoru konumunda olan iktidardaki YD, şimdi bunun bedelini ödüyor. Ne yazık ki, en büyük bedeli ise çalışanlar ve vatandaşlar, sosyal ve siyasi haklar ödeyecek."

HELEN ÇÖZÜMÜ'NDEN 'YURTSEVERLİK' MESAJI

Öte yandan Helen Çözümü'nün lideri Kiriakos Velopoulos, dün akşam elde edilen seçim sonuçları hakkında yaptığı ilk açıklamada, “Bugün ülkenin vatansever yönetim kutbu doğdu” diyerek durumu bir 'büyük altüst oluş' olarak nitelendirdi. Velopoulos, “Yunanistan'da ilk kez bir parti, yaşadığı saldırılara rağmen bir kırılma ve büyük bir geri dönüş gerçekleştirdi. Tüm Yunanları ülkede yurtsever bir yönetim için Helen Çözümü ile birlikte hareket etmeye çağırıyoruz” açıklamasında bulundu.

'NİKİ, İSTİKRARLI BİR DİNAMİZM İLE YÜKSELİYOR'

Niki'nin lideri Dimitris Natsios ise, seçim sonuçlarının ardından yaptığı açıklamada, “Yunan halkının haklarını sadece kendi topraklarımızda değil, bugünden itibaren, yarından itibaren ve Avrupa'da savunmaya canlılık, tutarlılık ve ciddiyetle devam edeceğiz” ifadelerini kullandı. Natsios, hükümeti eleştirerek, “Niki yavaş ve istikrarlı bir dinamizmle yükseliyor ve bir sonraki seçimde sayılarımızın çok daha yüksek olacağına inanıyoruz” dedi.

Mantığın Sesi lideri Afroditi Latinoopoulou da, şu açıklamalarda bulundu: “Bugünden itibaren, Avrupa genelinde Mantığın Sesi'ni tanıtacağımız için çok mutluyum. Bize oy veren binlerce insana yürekten teşekkür ediyorum ve onlara asla ihanet etmeyeceğime söz veriyorum. Boykot oranının yüksek olması beni çok üzdü. Ne yazık ki, eski siyasi sistem güvenilirliğini yitirmiştir. Ama biz buradayız, her zamankinden daha güçlüyüz ve bugün ilk büyük adımı atıyoruz.”

AP SEÇİMLERİ YENİ SİYASİ GELİŞMELERİN HABERCİSİ Mİ?

AP seçimlerinde aşırı sağın yükselişi, Yunanistan’da siyaset sahnesinde önemli bir değişimin habercisi olarak yorumlandı. Aşırı sağcı partilerin hem Yunanistan iç politikasında hem de Avrupa Parlamentosu'nda nasıl bir rol oynayacağı şimdilik merak konusu. Bu partilerin kendi aralarında uzlaşıp ortak bir cephe kurmaları şimdilik uzak bir olasılık olarak ele alınıyor. 

Yunanistan'da önümüzdeki üç yıl boyunca bir sürpriz olmaması durumunda seçim süreçleri yaşanmayacak. İktidardaki YD, bu üç yılı AP seçimlerinde yaşadığı kan kaybıyla tamamlamaya çalışacak. Yunanistanlı uzmanlar, YD'deki kan kaybının önüne geçilmemesi ve aşırı sağın güçlenmesinin sürmesi durumunda komşu ülkede kayda değer siyasi gelişmelerin yaşanabileceği uyarısında bulunuyor.

                                                       /././

AP seçimlerinde ağır yenilgi almıştı: İspanya'da hükümet ortağı Sumar'ın lideri Diaz istifa etti (Cumhuriyet)

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin İspanya'daki ayağında yenilgi alan, koalisyon hükümetinin küçük ortağı Sumar ittifakının lideri Yolanda Diaz partisindeki genel koordinatörlük görevinden istifa etti.

İspanya'daki AP seçimlerini, koalisyon hükümetinin büyük ortağı Sosyalist İşçi Partisinin (PSOE) 4 puan önünde ana muhalefetteki merkez sağ görüşlü Halk Partisi (PP) kazanırken, seçimlerde oy oranı düşen ve beklentileri karşılayamayan Sumar'dan istifa geldi.

İSTİFA ETTİ

Sol ve komünist görüşlü yaklaşık 20 siyasi partinin katılımıyla 2023 yılında kurulan Sumar'a liderlik eden Yolanda Diaz, AP seçimlerinde aldıkları yenilgide kendisinin sorumluluğu olduğunu açıklayarak genel koordinatörlük görevinden istifa ettiğini duyurdu.

"Son seçimler ayna görevi gördü. Vatandaşlar ne oy verirken ne de oy vermemeye karar verirken hata yapıyor. Bu durumda sorumluluk benim." diyen Diaz, nerede hata yaptıklarını iyi bir şekilde teşhis ederek, gereken siyasi adımları atmalarının önemine işaret etti.

Diaz, buna rağmen Başbakan Yardımcısı ve Çalışma Bakanı olarak kalmaya devam edeceğini söyledi.

NE OLMUŞTU?

Sumar, AP seçimlerinde 808 bin 142 oy almış (yüzde 4,56) ve sadece 3 parlamenter çıkarmıştı.

Bu ittifakta yer alan İspanya'nın köklü komünist partilerinden Birleşik Sol, AP'ye temsilci gönderememişti.

Sumar ilk kez katıldığı Temmuz 2023'te İspanya'daki genel seçimlerde yüzde 12,33 oranında oy almıştı.

İspanyol basınında yapılan yorumlarda, "PSOE ve Sumar ittifakının Kasım 2023'te kurduğu azınlık koalisyon hükümetinin AP seçimlerinden yara aldığı ancak şimdilik ayakta kalabileceği" belirtiliyor.

Ayrılıkçı Katalan ve Bask siyasi partilerin dışarıdan desteğini alan koalisyon hükümetinin geleceği için yıl sonuna doğru yapılacak müzakerelerde 2025 bütçesinin Meclis'ten geçirilmesi hayati önem taşırken, bütçenin kabul edilmemesi halinde erken seçimin gündeme gelebileceği görüşü ağırlık kazanıyor.

                                                          /././

Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları: 5 başlıkta bilmeniz gerekenler (medyascope)

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri beklenildiği gibi aşırı sağın oylarını artırmasıyla sonuçlandı ve bu sonuçlar kıta politikasında sarsıntıya neden oldu. Avrupalı muhafazakârlar sonuçlardan çok mutlu. 27 ülkede kullanılan 185 milyon oy neyi belirledi? İşte seçim sonuçlarının bize gösterdiği 5 kritik madde.

Dün gece sona eren Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağcı gruplar büyük kazanımlar elde etti. Fakat Avrupa’nın güç odağı merkezde kaldı. İlk sonuçlara göre merkez-sağdaki Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) en büyük grup olarak kaldı, Parlamento üzerindeki hakimiyetini sıkılaştırdı.

  • Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarında son durum: Aşırı sağ yükselişte
  • Kesin olmayan sonuçlara göre Avrupa Halk Partisi (EPP), 2019’a kıyasla 2 koltuk artırdı ve 184 milletvekili var. Bu, 720 milletvekilinin dörtte biri anlamına geliyor. Sonuçlar bize büyüyen tek grubun EPP olduğunu gösterdi. Merkez-soldaki Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı (S&D) istikrarını korudu.
  • Sahip olduğu güç açısından EPP, Avrupa Birliği (AB) politikasını belirlemek için çok önemli bir konumda. EPP grubunun lideri Manfred Weber, geçtiğimiz günlerde Politico’ya verdiği demeçte, “Biz sanayinin partisiyiz, biz kırsal kesimlerin partisiyiz, biz Avrupa’nın çiftçi partisiyiz” demişti.
  • Peki sonuçlar bize ne gösterdi? Gelin birlikte inceleyelim.
  • Aşırı sağın yükselişi
  • Anketlerde öngörüldüğü gibi, aşırı sağ partiler blok genelinde büyük kazanımlar elde etti. Fransa’da Rassemblement National (Ulusal Cephe) Partisi’nin oyların neredeyse 3’te 1’ini alması Marine Le Pen’in yerini sağlamlaştırdı. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin de İtalya’nın Kardeşleri Partisi, benzer şekilde yükselişe geçti ve seçmenlerin dörtte birinden fazlası Meloni’yi destekledi.

                                                     Giorgia Meloni ve Marine Le Pen.

Avrupa Parlamentosu’nda yelpazenin en sağındaki iki grup, Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular Partisi (ECR) ve Kimlik ve Demokrasi (ID), parlamentoda 131 sandalye kazandı. Bu gruba, Almanya’dan 15 milletvekili, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın Fidesz partisinin 10 temsilcisi, Polonya Konfederasyon Partisi’nden 6 kişi ve Bulgaristan’dan Kremlin yanlısı partisinden 3 kişi dahil değil. Meloni’nin İtalya’daki ilerleyişi, Lig Partisi’ni baltaladı ve Kimlik ve Demokrasi grubunun önde gelen partisi Lig, sandalyelerinin 3’te 2’sini kaybetti. İspanya’da Vox partisi, aşırı sağcı Alvise Pérez’in liderliğindeki yeni parti The Party is Over tarafından baltalandı. Eğer aşırı sağ, tek bir grup oluştursaydı Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) ardından parlamentodaki en büyük ikinci güç olacaktı.

Von der Leyen zafere mi koşuyor?

Dünkü sonuçlar, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in bir dönem daha görevde kalma şansının yüksek olduğunu ancak kesin olmadığını gösteriyor.

                                                                        Ursula von der Leyen.

Komisyon başkanı olmak için parlamentoda gerekli 361 oyu toplaması gereken von der Leyen, parlamentodaki siyasi grupları ikna etmesi gerekiyordu. Von der Leyen resmi olarak başkan olmasa da sonuçlar, Avrupa Komisyonu Başkanı için oldukça umut verici.

Yeşiller koltuk kaybetti: Neden?

Avrupa Birliği’nin (AB) Yeşil Mutabakat Eylem Planı (Green Deal) ile gerçekleştirmek istediği yeni dünya düzeni, beş yılın sonunda Yeşiller grubuna yaramamış gibi gözüküyor. Yeşiller grubunun 2019’da 74 koltuğu varken, bu sayı 52’ye düştü.

                                     Yeşiller, seçim sonuçlarında ciddi oy kaybı yaşadı.
Yeşillerin en önemli kayıpları, hareketin parlamentodaki gücünün yarısını oluşturan Fransa ve Almanya’yı temsil edenlerden geldi. Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerdeki küçük ilerlemelere rağmen Yeşiller grubu, 15’ten fazla vekil kaybetti ve Yeşiller, dördüncü büyük partiden altıncı büyük partiye düştü.
Renew Europe’un başarısızlığı
Beş yıllık süre zarfında parlamentoyu domine eden üç ayaklı koalisyonun üçüncü ayağı olan Renew Europe grubu da darbe alanlardan. Fransa’da seçmenlerin aşırı sağa oy vererek, ulusal hükümete yönelik hayal kırıklıklarını ifade etmesiyle Emmanuel Macron’un partisi çöktü.
                                                       Macron erken seçim kararı aldı.
Renew Europe’un İspanyol yan kuruluşu Ciudadanos tamamen ortadan kayboldu, parlamentoda sahip olduğu 7 sandalyenin tamamı EPP’ye geçti. Parlamentodaki sandalyelerin yaklaşık yüzde 14’üne sahip olan Renew, önceki dönemin çoğunu belirleyici rol oynayarak geçirdi. Artık, partinin daha küçük olması nedeniyle bu kadar fazla güce sahip olması pek olası değil. Bu, Brüksel’de Avrupa vizyonunu ilerletmek için partiyi kullanmayı ümit eden Macron için kötü haber.
Sonuçların liderler için anlamı ne?
Avrupa Parlamentosu seçimleri ikinci derece seçim. Seçim sonuçları üzerinden üye ülkelerin geleceği hakkında büyük yorumlar yapmak doğru olmayabilir fakat sonuçlar neticesinde, bazı ülkelerde liderler radikal kararlar almaya başladı.
Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Ulusal Meclisi dağıttı ve erken seçim kararı aldı. Almanya ve Macaristan gibi ülkelerde de iktidar partisinin aldığı sonuçlar, ülkede erken seçim çağrılarının artmasına neden oldu.
Danimarka’da seçimlerden kısa süre önce saldırıya uğrayan Başbakan Mette Frederiksen’in Sosyal Demokratları sandalyesini korudu. İspanya’da Başbakan Pedro Sánchez’in Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ile muhafazakar Halk Partisi’nin (PP) birincilik için yarıştığı seçimi PP kazandı.
Kaynak: Politico
(derleyen:mstfkrc)



Gazeteci Bahadır Özgür: Çeteler AKP’nin ekonomi politikalarıyla güçlendi + Marmara Denizi de Karadeniz de hasta! (EVRENSEL)

 Gazeteci Bahadır Özgür: Çeteler AKP’nin ekonomi politikalarıyla güçlendi (Cihan Çelik)

“Ekonomide Şimşek’le beraber hat değiştiriliyor. Türkiye’de ne vakit ekonomi politikalarında bir rota değişimi gündeme gelse, bunun ilk yansımalarından birini çetelere yönelik düzenlemede görürüz."

Türkiye, genel seçimlerden bu yana birçok çeteye yapılan operasyonlarla mafya-siyaset, sermaye denklemini tartışıyor. Türkiye’de mafya ve devlet arasında yıllardır süren ilişkiye ilişkin sorularımızı yanıtlayan Gazeteci Bahadır Özgür, “Bugünkü çeteler de AKP rejiminin ana kolonlarını oluşturan ekonomi politikalarıyla beraber serpilip gelişti” diyor.

Türkiye çetelerle ilgili konuda siyaset mi değiştiriyor? Bunun ekonomi politik bir nedeni var mı?

Sadece operasyonlara bakarak çetelere karşı siyasetin değiştiğini söylemek zor. Ama ilk önce sadece operasyonlara bakalım bir: İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre 486 suç örgütü çökertilmiş. Bir önceki İçişleri Bakanı döneminde 560’tı sayı. Daha eskiye gidelim. Örneğin, Sadettin Tantan zamanında bugünün beş on katı sayıda çete çökertildi. Yani Türkiye kesintisiz biçimde çete çökertiyor. Dolayısıyla operasyonlar kriminal açıdan bir şey ifade etse de burada ‘siyaset değişiyor’ diyebilmemiz için organize suçun, ‘organize’ kısmına yani siyasetle, bürokrasiyle, sermaye ile ilişkilerine dokunulması lazım. Türkiye tarihinde bugüne kadar bunu görmüş değiliz. Bu sebeple şu anki tabloyu, geçmiş 40-50 yılda sıkça rastladığımız bir tür ‘regülasyon’ olarak tanımlamak daha isabetli. Ve bu regülasyonun da genel siyaset ve ekonomideki regülasyonlarla bir ilişkisi vardır.

O da sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili. Marksist entelektüel Ernest Mandel’in harika bir tanımı var: “Organize suç ceza hukukundan muaf, medeni ve miras hukukuna tabi kapitalizmdir” der. Organize suç genelde, bürokratik/siyasi yozlaşmanın bir parçası, hukuki normların belirsizleştiği dönemlerde devletin başvurduğu rutin dışı aparatlar olarak değerlendirilir. Çetelerle malul Türkiye tarihine bakınca doğru da görünür bunlar. Ancak Mandel’in dikkat çektiği esaslı bir konu hep eksik kalır. O da sermaye birikiminin yasalarından bağımsız bir organize suç faaliyeti olamayacağıdır.

Nitekim İttihatçı Kara Kemal’in şiddetle, cinayetle kurduğu iaşe sisteminin bir despota karşı girişilen siyasi mücadeledeki belirleyiciliğinden, azınlık mallarına çökülmesine; silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’nun 12 Mart generalleriyle, bakanlarla kurduğu rüşvet ilişkilerinden, Özal’ın kaçakçılardan turizmci, tekstilci devşirmesine; siyasi cinayetlerle uyuşturucunun el ele yürüdüğü, bankalara, özelleştirmelere sıçrayan Susurluk pratiğinden bugüne… Geçmişe şöyle bir bakınca bile neyin organize suç, kimin suçlu olduğunun iyice karıştığı, istisnai değil, süreklilik arz eden bir ‘evrim şeması’ çıkar karşımıza.

Haliyle bugünkü çeteler de AKP rejiminin ana kolonlarını oluşturan ekonomi politikalarıyla beraber serpilip gelişti. Eğer siz vergi barışı diye ülkenin kapısını penceresini açarsanız, kara para da akar. Vatandaşlık için kuralsız şekilde gayrimenkul satarsanız, baronlar da gelir. Rüşveti, kayırmacılığı kurumsallaştırırsanız, bürokrasi mafyalaşır, mafya etkinliği artar. Bunu bir de tersten okuyalım. Rejimin kendisi Anayasa’yı askıya alırsa, ihale düzeni ile yandaş sermaye yaratmaya kalkarsa, Limak ağaçları katlederken jandarma gücü onun korumalığını yaparsa… Yani hepimizin bildiği gibi rejim kendini ceza yasasından muaf kılarsa, mafyalaşma da rejimin parçası olur.

"EKONOMİ POLİTİKASI DEĞİŞİNCE ÇETELERE DE AYAR VERİLİYOR"

Peki son dönemde bu operasyonların artmasına sebep olan nedir? Sadece İçişleri Bakanlığı bürokrasisinin değişmesiyle açıklanabilir mi?

Ekonomide Mehmet Şimşek’le beraber hat değiştiriliyor. Daha doğrusu Şimşek, sermayesinin acil ihtiyaçlarına dönük bir ‘rot-balans ayarı’ çekiliyor. Buna da mecburlar zaten. Türkiye’de ne vakit ekonomi politikalarında bir rota değişimi gündeme gelse, bunun ilk yansımalarından birisini çetelere yönelik bir düzenlemede görürüz hep. Şaşmaz biçimde eşzamanlıdır bu. İçerideki kaynakların yoğun paylaşımının sürdüğü ‘mutlu 10 yıl’ bitti. İktisadi politikadaki her değişim siyasette, bürokraside güç ilişkilerinin de bir yeniden tanzimini gerektirir. Bu sancılı, çatışmalı, kavgalı olur. Sürekli küçük küçük krizlerle ilerler. Güç ilişkilerinin yeniden tanziminin aşil topuğu da organize suçla ilişkili kısmıdır. Bazı siyasi aktörleri kıstırmanın, etkisiz kılmanın veya belli bir sınıra hapsetmenin en meşru ve en etkili yolu buradan geçiyor.

Tabi bütün bunların halkın beklentisinden bağımsız düşünmemek gerekir. Nitekim açık, net şekilde yaşadığı tüm sorunların bir ifadesi olarak yerel seçimde, radikal biçimde tercih değiştirdi. Tercihin temelinde de net biçimde ekonomik sorunlar var. Ama iktidar bu sorunların esas kaynağını değiştiremeyeceğinden, hatta onları daha da ağırlaştıracak bir programı uygulamak ve bunu da halka kabul ettirmek mecburiyetinde olduğundan, başka alanlarda bir esnemeye, düzenlemeye gidiyor, gitmeye çalışıyor. Şu an yegane dokunulmaz, iktidarın, ana muhalefetin, sermayenin, bürokrasinin vs. üzerinde tam mutabakata vardığı konu ekonomi politikası. Haliyle geri kalan alanların ona uyumlu şekilde tanzim edilmesi şart.

İçişleri Bakanlığı’ndaki değişim de bunun bir ifadesi. Yani bürokrasideki değişiklikler tek başına anlamı olmamakla beraber, bu genel tablo içinde çok anlamlıdır. Mehmet Şimşek ile Ali Yerlikaya ‘rot-balansın’ iki önemli aktörüdür.

"DEMİR-ÇELİK’İN YÜZDE 10’U MAFYADA"

Çeteler kullanım değerini yitirdi mi? Ayhan Bora Kaplan davasını bu bağlamda nasıl değerlendirmek lazım.

Kesinlikle hayır. Dünyanın neresinde kullanım ömrü doldu ki, bizde dolsun. Tarihin hangi döneminde bitti ki, şimdi bitsin. Off shore hesaplarında saklanan paranın, küresel GSYH’nin yüzde 10’nunu aştığının hesaplandığı bir dönemde çetelerin miadının dolması bir yana, aksine daha da işlevli hale gelmiş, ekonomik düzenin ayrılmaz bir parçası olmuşlardır. Sokaktaki torbacıdan başlayıp dünyanın en büyük konteyner şirketlerinin gemileriyle yapılan, tonlarca uyuşturucunun taşındığı küresel pazara uzanan devasa bir ticaretten bahsediyoruz. Milyarlarca dolarlık bu ticaret finans piyasalarının, bankacılık sisteminin çarklarını da sürekli yağlıyor. Lüks mallar, turizm, eğlence, futbol kulüpleri vs.. Sınırsız bir tüketimin kaynağı emekle kazanılan para mı? Uluslararası raporlarda organize suç uyuşturucu, silah, insan kaçakçılığı ile sınırlı değil ki. Egzotik hayvanlardan, orman ürünlerine kadar aklınıza gelebilecek her türlü kara ticaret harıl harıl işliyor. Geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da ‘kanlı avokado’ kampanyaları açılmıştı. Kokain kartelleri avokado talebi artınca topraklarına çöktüğü çiftçilere avokada ektirmiş ve el koymuştu. Meksika’da avokado ticaretinin büyük kısmını kokain kartelleri ele geçirmiş durumda.

Dünyanın hali buyken, Türkiye’yi siz düşünün. 2022’de yapılan ‘Demir Yumruk’ operasyonu ile demir çelik sektörünün yüzde 10’unun mafyanın elinde olduğu ortaya çıktı. Bundan büyük olay olabilir mi? İhracatçı sektörlerinizin liderinde mafya hakim olmuş. O davada birkaç tescilli çete üyesi dışında milletvekilleri, bürokratlar, fabrika sahipleri vardı. Erol Evcil gibi zaten bilinenler hariç hepsi serbest bırakıldı.

KAPLAN DOSYASINDAN KİMLER KURTULACAK KAVGASI

Dolayısıyla Ayhan Bora Kaplan davası da son 10 yılın en önemli olayı olsa da belli bir sınırda tutuluyor. 10 yıldır Ankara’da herkesin bildiği bir isim. Siyasetçilerin, üst düzey bürokratların, zenginlerin eğlenmeye gittiği mekanlara çöküp, işletti. Kamu bankalarından krediler verildi. Yargı, emniyet ile ilişkileri resmi belgelerle ortaya döküldü. Süleyman Soylu ile ilişkisi tam bir muamma. Ama bir dizi bürokratın etrafındaki güç çemberi dahi ihlal edilemiyor görünüyor. Ne yani, koskoca devlet sokak serseriliğinden gelmiş birisini mi yola getiremiyor! Elbette değil. Şu an çemberin dışında kimler kalacak kavgası yaşanıyor. Fakat rejim öylesine suçla iç içe geçti ve orada yayıldı ki, ortaya dökülmüş, alenileşmiş en açık ucunu dahi kapatamıyor, kesip ondan kurtulamıyor. Belli ki onun etrafına, üzerine kurulu ilişkiler ağı çözülmeye başlarsa, zincirleme bir reaksiyona de sebep olabilir. Bir yerde elbette sınır çekilecektir.

Devlet ve çeteler ilişkisinde Türkiye'nin dünya ile benzeşen ve ayrışan yönleri nelerdir?

Türkiye’nin suç ilişkilerinin daima bölgesel bir karakteri vardı. Ama bu karakteri adım adım büyüdü ve bu büyüme genel ekonomik ve siyasi yönle doğru orantılı oldu. Örneğin; 1990’ların “Adriyatik’ten Çin’e” mottosuyla Orta Asya ülkeleri ile kurulan ekonomik ve siyasi ilişkinin bir biçimi de organize suçtu. Hali tüccarı olarak oralara gidenler otel sahibi olarak döndü. Daha Türkiye’nin büyük sermaye grupları tek çivi çakmamışken Ömer Lütfü Topal otel-kumarhane zinciri kurmuştu. 2000’lerle beraber özellikle finansal araçların da gelişmesi, Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak daha etkin bir konuma gelme isteği, suç dünyasını da şekillendirdi. Azerbaycan’ın neredeyse sahibi sayılan SOCAR, Petkim özelleştirmesiyle pazara girerken, Azeri mafya da beraber geldi. Ya da Kazakistan’la kurulan ticaret hattından Kazak-Türk suç örgütleri de nemalandı. Neredeyse bir Avrasya suç ağı kuruldu tüm 2000’ler boyunca. Sonra Rus oligarklarla beraber Rus mafyası, Gürcü mafyası da çatışmalarını, hesaplaşmalarını dahi İstanbul’a, Antalya’ya taşıdı. Mafyanın taç giyme törenleri burada yapıldı. Latin kartellerinin uyuşturucu hattının yeni rotalarından birisi Afrika üzerinden Türkiye oldu. Balkanlar zaten eskiden beri suç ağının önemli parçası. Bir de Dubai’ye kadar uzanan uyuşturucu ve kara para hattı büyüdü. Suriye iç savaşı vb. ile suç faaliyetleri için daha büyük çaplı kontrolsün alanlar açıldı.  Kumarhanelerin burada yasaklanması ile yükselen yıldız KKTC ise Malta vb. üzerinde yoğunlaşan AB baskısı sonrasında kara para trafiğinin merkezi oldu. Türkiye-KKTC politikasındaki değişimde de bu belirleyici.

Özetle Türkiye adım adım son 40 yılda bölgesel bir suç ağının merkezi/geçiş ülkesi olmaktan, küresel çaptaki suç otobanlarının kesiştiği bir yonca kavşağına dönüştü. Sadece jeopolitik konumunun sağladığı avantajlardan dolayı değil, bizatihi siyasetinin ve ekonomisinin de böyle bir dönüşümün önünü açmasından dolayı gerçekleşti bu.

Farklı yönlerine gelince. Biz de suç örgütleri hep siyasetle, devletle uyumludur. Suç örgütü liderleri gizlenmez hatta saygın birer ‘iş insanı’ muamelesi görür. Toplum nezdinde de maalesef muteberdirler. Bakanlar, hatta cumhurbaşkanları açıkça görüşür, konuşur. Şarkıcısı, futbolcusu, bürokratı beraber fotoğraf vermeyi sever. Çoğu zaman bakanlardan, emniyet müdürlerinden daha itibarlıdırlar. Çünkü biz de suç örgütleri ile devletin güvenlik anlayışı uzun süre önce simbiyotik hale geldi. Suç örgütlerinin güçlenmesinin ardında asıl bu dinamik vardır. Ayhan Bora Kaplan’ın en büyük savunması 15 Temmuz’da vatanı koruduğudur. Bugün o gider yarın bir başkası aynı rolde itibar kazanır.

Dolayısıyla “dünyadan farkımız ne” sorusunun yanıtı, devlet anlayışında, devletin yapısında yatıyor. “Baş bir yana leş bir yana” diye başlayan tarihsel süreç bizi buralara kadar getirdi diyelim…

                                                          /././

Marmara Denizi de Karadeniz de hasta!(Özer Akdemir)

Yaz aylarının başlaması ile birlikte sıcaklıklar da hissedilir derecede arttı. Meteorolojinin verdiği bilgiye göre son bir haftadır hava sıcaklığı, mevsim normallerinin 3-10 derece üzerinde seyrediyor. Önümüzdeki hafta da “Cezayir sıcakları”nın hüküm süreceği söyleniyor. Sıcaklık, kuraklık, susuzluk ve son dönemlerde müsilaj tehlikesi...

MÜSİLAJ TEHLİKESİNE KARŞI NE YAPILDI?

Ülkemizde, küresel ısınmanın yanı sıra evsel, deniz taşımacılığı ve sanayi kirliliğinin en yoğun olarak gözlemlediği denizlerden birisi kuşkusuz Marmara Denizi. Müsilaj tehdidinin iyice kendini gösterdiği denizin, bu tehditle yeniden yüzleşmemesi için şu ana kadar atılan somut hiçbir adım yok desek yalan olmaz. Bu durum haliyle Marmara Denizi’nin birçok yönden bir sorun yumağı olmasına ve gideren ölü bir deniz haline gelmesi yolunda hızla ilerlediğini gösteriyor.

MARMARA DENİZİ GÜNÜ

Son üç yıldır 8 Haziran tarihi Marmara Denizi Günü olarak kutlanıyor. Oysa tüm araştırmalar Marmara Denizi’nin çok yoğun bir şekilde kirlilik baskısı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.

Marmara Denizi 1980’lerden bu yana artan insan kaynaklı baskılar nedeniyle belirgin şekilde zarar görüyor. Denizi çevreleyen yedi ilin en az 25 milyonluk nüfusu ve özellikle İzmit Körfezi’nde yoğunlaşan sanayi; kentsel ve endüstriyel kirlilik yaratıyor. İzmit’in yanı sıra Gemlik, Bandırma ve Tekirdağ’daki limanlar da gemicilik kaynaklı kirliliğe sebep oluyor.

Marmara Denizi kentsel ve endüstriyel kirliliğin yanı sıra aşırı avcılık ve iklim değişikliği baskısı altında. Bu nedenle deniz ekosistemi son 50 yılda telafisi mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Bilim insanlarına göre Marmara Denizi “hasta” ve ekosistemi, eski haline döndürülemeyecek şekilde zarar görmüş durumda.

BÜYÜK AVCI BALIKLARI ARTIK YOK!

Büyük avcı balıklarının Marmara Denizi’nden kaybolması, sistemin bu türleri barındıramayacak hale geldiğine işaret ediyor. Yapılan araştırmalara göre bugün Marmara’daki balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor. Bu türlerin başında, av verimi her geçen yıl azalan hamsi geliyor. 

İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsünden Prof. Dr. Nazlı Demirel bu konuyu araştıran bilim insanlarından birisi. Marmara Denizi’nin, yüz ölçümü anlamında diğer denizlerimizden çok daha küçük olmasına karşın balıkçılık anlamında verimli olduğunu belirten Demirel, 2000’li yılların sonuna kadar Türkiye balıkçılığındaki payının, Akdeniz ve Ege’den yüksek seyrettiğini aktarıyor.

Marmara Denizi ekosisteminin, temelde insan kaynaklı çevresel etkiler yüzünden, son 30 yılda önemli değişim ve dönüşümler geçirdiğini belirten Demirel kendisinin de içinde yer aldığı bir grup bilim insanı tarafından 2023 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre Marmara Denizi ekosisteminin dirençliliğinin, son 30 yılda insan kaynaklı rahatsızlıklara karşı hiç olmadığı kadar kırılgan olduğuna dikkat çekiyor.

EKOSİSTEMİN DENGE EŞİĞİ AŞILDI

Yine 2023 yılında yayımlanan bir başka araştırmada son 35 yılda Marmara Denizi’nde yaşanan değişimlere kapsamlı bir şekilde bakmaya çalıştıklarını dile getiren Demirel, “Bugün geldiğimiz noktada, Marmara’nın 40-50 yıl önceki eski haline dönebilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle de gözlenen değişiklikleri, ekosistemin denge eşiğinin aşıldığı ‘Doğrusal olmayan ekolojik rejim kayması’ olarak tanımlıyoruz” diyor.

Marmara Denizi’nde kaybolan türler arasında büyük, avcı türlerin bulunmasının ekosistemin dengesinin giderek bozulduğuna yönelik önemli bir gösterge olduğunu ifade eden Demirel, “Besin zincirinin üst basamaklarında ne kadar tür varsa, sistemin de o türleri besleyebilecek kapasitede olduğunu söyleyebiliriz. Marmara, iki tane dar boğaz ile daha büyük denizlere bağlanan ve su sirkülasyonu sınırlı olan, küçük bir deniz. Açık bir deniz olmadığı için tüm bu olumsuzluklar karşısında kendini hızlıca yenileyebilecek kapasitesi yok. Nitekim 2000’li yılların ortasından itibaren Marmara Denizi’nde balıkçılık kaynaklarının veriminde de ciddi bir düşüş yaşandı. Bugün Marmara’da, 48’i balık ve 16’sı kabuklu tür olmak üzere 64 türün avcılığı yapılıyor. Ancak avcılığı yapılan tür sayısı yıldan yıla azalıyor. Nitekim son yıllarda Marmara’daki toplam balıkçılığın yüzde 90’ını yalnızca 11 tür oluşturuyor (hamsi, istavritler, sardalya, palamut, lüfer, mezgit, tekir, kefal ve derin su pembe karidesi). Balıkçılığımızın en önemli türü olan hamsinin her geçen yıl av verimi giderek azalıyor. Çalışmalarımız şunu gösteriyor: Sardalya hariç tüm stoklar üzerinde aşırı avcılık baskısı var.”

Demirel, etkisini giderek arttıran iklim değişikliğinin tüm sorunları büyüttüğüne dikkat çekerken küresel ısınmayı sınırlandırma mücadelesinde 1.5°C eşiğinin oldukça önemli olduğunun altını çiziyor. Oysa yeni yapılan araştırmalarda bu eşik çoktan aşıldı!..

DÜNYA MARMARA DENİZİ’NDEN DERSLER ÇIKARMALI

Akdeniz’deki yabancı istilacı türler üzerine çeşitli bilimsel çalışmalar yürüten Deniz Biyoloğu Dr. Aylin Ulman ise Marmara Denizi’nin geldiği durumun dünyanın dersler çıkarmak için inceleyebileceği önemli bir örnek olduğunu söylüyor:

“Bugün birçok balık türü için geri dönülemeyecek, toparlanmalarına imkan vermeyecek bir noktadayız çünkü Marmara’nın ekosistemi tamamen değişti. Bugün deniz tamamen hasta; ne Karadeniz ne de Marmara, artık sağlıklı değil. Bir denizdeki tür sayısı arttıkça, direnci de artıyor. Ancak denizdeki biyoçeşitliliğin yüzde 80'ini yok ettiğinizde bu mümkün değil.' Karadeniz ve Marmara Denizi arasında çok yakın bir ilişki var; birinde yaşanan durum ne yazık ki diğerini de etkiliyor. Bu anlamda Marmara Denizi, küçük kararların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini göstermesi açısından tüm dünya için önemli bir örnek diyebilirim.”

Marmara Denizi ve Karadeniz'in geri dönüşü olmayan bir hastalığın pençesinde olduğunu söylüyor bilim insanları. Veriler ölü denizler olmaya bir adımları kaldığını gösteriyor. Doğanın kendini iyileştirmesini beklemek, bunun için de onu hasta eden ne varsa durdurmak ve hatta yok etmekten başka şansımız yok gibi!..

(Evrensel)

soL KÖŞEBAŞI (II) - 10 Haziran 2024 -

Fidan’ın Çin ziyaretinde konuşulmayan kriz: Türk savaş gemisinin Tayvan Boğazı’nda ne işi vardı? (Can Kuyumcuoğlu)

Hakan Fidan’ın Çin ziyaretine dair Çin kamuoyu iki büyük konuyu tartıştı. Türkiye medyası tartışmayı görmedi. Ancak bir başlık, Türk savaş gemisinin manevrası, ciddi anlam taşıyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 3-5 Haziran tarihleri arasında Çin’deydi.

Fidan’ın ziyareti tüm dünyada ses getirdi, Türkiye’de de halen tartışılmaya devam ediliyor.

Ancak Türkiye medyası, konunun Çin’de nasıl tartışıldığı kısmını hemen hiç gündeme almadı. Oysa Çin kamuoyu, Fidan’ın ziyareti sırasında yaşanan iki olayı olumsuz işaretler olarak gördü.

Bunlardan ilki, Fidan’ın Uygur bölgesi ziyareti sırasında Urumçi ve Kaşgar şehirlerini “Türk-İslam şehirleri” olarak adlandırması oldu. Çin kamuoyu, bu ifadeleri açıkça bölücü bir ima taşıdığı gerekçesiyle eleştirdi. Mesele bölücü faaliyetler yürütülen bir bölgedeki şehirleri “Türk” olarak nitelendirmekten ibaret değil. AKP döneminde iktidarın dili çok aşınmış olsa da, laik bir cumhuriyet olan Çin’de bir şehri bir dinle özdeşleştirmek de doğru kabul edilmiyor.

Ancak esas ilginç konu, Çin’de tartışılan ikinci husus. Fidan’ın ziyareti sırasında bir Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait bir fırkateyn, Tayvan Boğazı’ndan geçti.

Bu olay, tek başına bile, ciddi bir diplomatik kriz.

Tayvan, tarihsel olarak Çin’in parçasıydı. Zamanında Çin hükümetine muhalefet eden bir grup Tayvan adasına çekildi ve o günden beri emperyalizmin desteğiyle buradaki varlığını sürdürüyor.

Çin bu konuda çok hassas. Türkiye de “Tek Çin” politikasını, yani Tayvan’ı tanımayıp Çin’in parçası sayma politikasını destekliyor. Bizzat Hakan Fidan da ziyareti sırasında bu pozisyonu tekrar dile getirdi.

Ama, Çin ve Tayvan basınında yer alan bilgilere göre, Fidan Çin’deyken bir Türk askeri gemisi, Tayvan Boğazı’ndan geçti.

Tayvan Boğazı, Çin’le ada arasında. Çin, burayı kendi suları olarak gördüğü için yabancı askeri varlığı tehdit olarak algılıyor. Uzun zamandır bu boğazdan yalnızca ABD askeri gemileri geçiyordu, Çin de bunu tehdit olarak algılıyordu.

Bu durumlarda, yani bir yabancı askeri geminin Tayvan Boğazı’ndan geçmesi halinde, Çin Deniz Kuvvetleri’ne bağlı gemiler, boğazın orta şeridinin Çin’e yakın tarafından, yani sol şeritten söz konusu gemiyi takip edip gözetleme yapıyor.

Ancak Çin ve Tayvan medyasındaki haberler, Türk gemisinin geçişi sırasında yeni bir gelişme daha yaşandığını haberleştirdi: İlk kez Çin gemileri, boğazın sağ, yani Tayvan’a yakın şeridine girip Türk gemisini oradan takip etti.

Hangi Türk askeri gemisinin orada ne amaçla bulunduğuna dair TSK’dan veya Türk resmi makamlarından açıklama yapılmış değil.

Çin savaş gemilerinin Türk gemisini, üstelik “Tayvan suları”na girerek takip etmesi, Tayvan hükümetine karşı olduğu kadar, Fidan başkanlığındaki Türk heyetine de mesaj niteliği taşıyor.

Nitekim Çin kamuoyu, Türk gemisinin manevrasının ne anlama geldiğine net bir yanıt veremediği için, durumu genel bir güvensizlikle karşılıyor.

                                                             /././

Eğitimde tasarruf: Patrona kâr (Beyza Çelik*)

Kamusal eğitimden kısılan kaynaklar bugün özel okul patronlarına altın tepsiyle sunulmaktadır. AKP döneminde özel okullara destek arttı, on binlerce öğretmen özel eğitim kurumlarına mecbur bırakıldı.

Türkiye’de kamusal eğitimden uzaklaşılmasının, eğitimin özelleştirilmenin, eğitimin ticaretin konusu haline gelmesinin sonucu olarak özel eğitim kurumlarının sayısında artış görülmektedir. AKP iktidarı dönemi boyunca ülkemizde eğitimde özelleştirme politikalarının derinleştiği bir dönem olmuştur. 

Özel okullarda çalışan öğretmenlerin sayısı ise her geçen yıl artış göstermektedir. MEB’in verilerine göre 2021-2022 eğitim öğretim yılında özel okullarda çalışan öğretmen sayısı 163 bin 975 iken, bu sayının 2023-2024 eğitim öğretim yılında 200 bine ulaştığı söyleniyor. 

Eğitimden tasarruf ediliyor

Eğitim yatırımlarına ayrılan kamusal kaynaklarda tasarrufa gidilmesiyle, her alanda gericiliğin eğitim programlarına empoze edilmesiyle, okullarda sayıca fazla öğretmen açığı varken sayıları milyona yaklaşan işsiz öğretmen ordusu yaratarak eğitimin niteliğini de düşürdüler. 

Kamusal eğitim yükü devletin üstünden alınsın denilerek yıllardır özel okulların önü açıldı ve başardılar. 

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinden eğitimin niteliğinin artırılması için gerekli eğitim yatırımlarına ayrılan kaynakların oranı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 17’ler düzeyinde iken 2023’te yüzde 9,18’e kadar düştü. 2024 ise yüzde 9,16’ya gerilemiş ve 22 yıl öncesinin çok gerisinde kalmıştır.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin bütçede en büyük payın eğitime ayrıldığını söylese de bütçedeki gerileme bizlere eğitimde ticarileşmenin artarak devam edeceğini, öğretmenlerin ve velilerin üzerindeki maddi yükün artacağını göstermektedir.

Kamusal eğitimden kısılan kaynaklar bugün özel okul patronlarına altın tepsi ile sunulmaktadır. AKP döneminde özel okullara destek arttı, ataması yapılmayan on binlerce işsiz öğretmen yoğun sömürü koşullarında özel eğitim kurumlarında çalışmaya mecbur bırakıldı. Bugün de durum değişmedi.

Piyasacı ve gerici eğitim anlayışının ürünü kanun: Öğretmenlere akademi dayatması

2022 yılında "devrim niteliğinde" olarak adlandırılan Meslek Kanunu’nu öğretmenlerin karşısına çıkardılar. Yusuf Tekin Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu; "Kanun; öğretmenlerin ve yöneticilerin hak, ödev ve sorumlulukları, öğretmenlik mesleğinde kariyer, eğitim çalışanlarının şiddetten korunması, öğretmenlerin hizmet içi eğitimi gibi konuları kapsayacak" şeklinde açıklıyor.

2022 yılında yürürlüğe giren ancak 2023 yılında AYM tarafından bazı hükümleri iptal edilen bu kanunla öğretmenler başöğretmen, uzman öğretmen ve aday öğretmen unvanlarıyla çeşitli statülere ayrılmış ve öğretmenlerin önüne bu unvanları edinmek için geçirilmesi zorunlu süreçler ile yeni sınavlar veya mülakatlar konulmuştur. Yapılan düzenlemelerle yetinmeyen Yusuf Tekin, öğretmenlerin ve eğitim fakültelerinin itibarını zedeleyen bir yeniliği daha karşımıza çıkardı. Tekin, Milli Eğitim Akademisi’nin kurulacağını açıkladı. Akademinin kuruluşunun da eklendiği yeni Öğretmenlik Meslek Kanunu taslağının önümüzdeki günlerde Meclis'e gelmesi bekleniyor.

Öğretmenlik mesleğini ayaklar altına aldıkları yetmezmiş gibi Meslek Kanunu ve akademi fikirleriyle öğretmenleri de kendi aralarında ayrıştırıyor. Kanun, kapsamı içine aldığı öğretmenlerin somut ve hayati sorunlarını yok saydığı gibi öğretmenliği kariyer yarışına indirgeyen, ihtiyacı karşılamaktan uzak bir içerik taşımaktadır. 

KPSS ve mülakata girmek artık öğretmenlerin atanması için yeterli olmayacak. Akademide öğretmen adayları mesleğe başlamadan önce 550 saatlik bir eğitime tabi tutulacak ve branş fark etmeksizin tüm adaylar eğitime girecek. Üniversite eğitimi yetersiz bulunan öğretmenler akademide meslektaşları ile yarışarak mesleğe atanmak için çaba sarf edecek. Eğitim boyunca devlet memuru olarak görülmeyecek adaylar akademiye de KPSS puanıyla alınacak. Adaylar akademide başarılı olursa sözleşmeli olarak atanacak ve 3 yıl çalıştıktan sonra kadroya geçecek.

Özel okul öğretmenlerinin sorunları derinleştiriliyor

Bu akademi birçok soruyu peşinde getiriyor. Sözleşmeli olarak atanacak öğretmenlerin maaşları neye göre belirlenecek? Milli Eğitim Akademisi özel okul öğretmenlerini de kapsayacak mı? Özel okul velileri Milli Eğitim Akademisi’nde eğitim almayan öğretmenlere karşı tepki gösterecek mi?  

Öğretmenlerin talep ve ihtiyaçlarını yok sayarak hazırlanan Meslek Kanunu piyasacı ve gerici anlayışın ürünüdür. Rekabeti ve kariyerizmi içererek öğretmenleri ayrıştırmayı hedeflemektedir. Özel okul öğretmenleri başta olmak üzere öğretmenlerin tamamının en büyük sorunu yoksulluk, güvencesizlik ve meslek onurunun zedelenmiş olmasıdır.  Kanun bu sorunların hiçbirine değinmediği gibi mevcut sorunları daha da derinleştirmekte, eğitimin tüm sorunlarını öğretmenlerin sorumluluğuna yüklemektedir.

Öğretmenlerin en az kamudaki öğretmenler kadar ücret alma hakkı elinden alındı

Özel öğretim kurumlarına ilişkin ilk kanun düzenlemesi ülkemizde emek hareketinin güçlü olduğu 1965 yılında yapıldı. “625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu” isimli özel öğretim kurumlarının kuruluş, çalışma, denetim ve personel yapısına dair düzenlemeleri içeren kanunda yer alan “Öğretmen ücret ve ek ödemelerinin kamuda çalışan öğretmenlerden daha az olamayacağı”, “geciktirilen ödemelerin gün başına yüzde 1 zamlı ödenmesi”, “öğretmenin haftalık ders saatinin 30’u geçemeyeceği” ve “personel kadrosunda ders saati ücretli öğretmen sayısının sınırlanması” gibi ücret ve çalışma hakkına ilişkin mali yükümlülükler özel öğretim kurumları patronlarının emekçilere yönelik saldırısını sınırlayan düzenlemelerdi. 

Özel okul patronlarının, değiştirilmesi için sürekli çalışmalar yürüttüğü 625 sayılı Kanun, AKP’nin eğitimin piyasalaştırılmasına dair çabasıyla 2007 yılında rafa kaldırıldı. AKP, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda baştan sona yeniden düzenlediği 2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve buna ilişkin düzenlemeler ile öğretmenlerin en az kamudaki öğretmenler kadar ücret alma hakkını ve geciken ücret ödemelerinin zamlı ödenmesi zorunluluğu gibi önemli düzenlemeleri adım adım ortadan kaldırdı. Öte yandan, öğretmenlerin haftalık ders saat sınırını 40 saate çıkardı. Patronlar için kurum açılışlarını yani “özel okul yatırımlarını” kolaylaştırdı, buna karşılık denetimi azalttı. 

Öğretmenler özlük haklarını kaybediyor

Yapılan düzenlemeler özel okul patronlarının cebini doldururken öğretmenler adım adım özlük haklarını kaybediyor. 2014 yılında eğitim sisteminde başka önemli değişiklikleri de içeren 6528 sayılı Kanun ile özel okul öğretmenlerinin kamuda çalışan öğretmenlerden daha az ücret alamayacağına ilişkin düzenlemenin yürürlükten kaldırılması öğretmenleri doğrudan etkiledi. Yapılan değişiklik ile kamuda çalışan öğretmen ile özel okulda çalışan öğretmenin maaşı arasındaki fark artmaya başladı. Bugün çeşitli özel eğitim kurumlarında ücretlerin asgari ücret seviyesine, hatta kayıt dışı çalışmanın görüldüğü durumlarda asgari ücretin de altına kadar gerilediğini görmek mümkün. 

Öğretmenlerin hayat pahalılığı karşısındaki mücadelesi devam ediyor. Taban maaş uygulamasının geri gelmesini talep eden öğretmenler artık asgari ücret ya da asgari ücrete çok yakın ücretlerde çalışmak istemiyor. Emeklerinin karşılığını talep eden öğretmenlere ise cevap verilmiyor üstelik hakkı olanı talep ettiği için işten çıkarılmakla tehdit ediliyor.

Neyin tasarrufu

Yoksullaşmanın ve hayat pahalılığının artmasıyla ülke çapında hissedilen ekonomik kriz özel okul öğretmenlerinin koşullarını daha da ağırlaştırdı.

Enflasyonu düzenlemek için yapılan çalışmalarda açıklanan tasarruf paketi öğretmenleri de etkiliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “kamuda tasarruf tedbirleri”nden biri olarak kamuya 3 yıl süreyle yalnızca emekli olanlar kadar personel alınacağını açıkladı. Öğretmen ihtiyacı Yusuf Tekin tarafından 68 bin olarak açıklanmasına rağmen bu yıl yalnızca 20 bin öğretmen atanacağı duyuruldu.  

Piyasacı eğitimin ürünü olan düzenlemelerin çıktısı olarak söyleyebiliriz ki, patronlar daha az ücretle öğretmen çalıştırma eğilimi karşısında özel okullarda çalışan kıdemli öğretmenleri işsizliğe sürükleyecektir. Sonu gelmez kariyer sınavları ve komisyon değerlendirmeleri ile öğretmenlerin yaşam alanları daralacaktır. 

Açıklanan atama sayısı gösteriyor ki önümüzdeki süreçte bir milyonun üstüne çıkan atanamayan öğretmen sayısı daha da artacaktır. Bu durumdan faydalanacak özel okul patronları, maaşlarda düzenlemeye gitmeyecek, atanamayan öğretmenler aday öğretmenlik statüsü ile özel okul patronları için ucuz iş gücü olmaya devam edecek. Önümüzdeki eğitim döneminde bu döneme kıyasla daha düşük maaşlarla karşı karşıya kalma olasılığımız daha yüksek.

Yapılan düzenlemelerle patronların daha az ücretle öğretmen çalıştırma eğilimi karşısında özel okullarda çalışan kıdemli öğretmenler işsizliğe sürüklenecektir. Sonu gelmez kariyer sınavları ve komisyon değerlendirmeleri ile öğretmenlerin yaşam alanları daralacaktır. 

* Birlik Sendikası Temsilcisi 

                                                              /././

'Küçük şehirlerde yaşanan kadın cinayetleri çoğu zaman gündem dahi olmuyor' (Özkan Öztaş)

Elazığ'da sağlık emekçisi Burcu Demir, Uzman Çavuş eşi tarafından Şubat ayında katledilmişti. Burcu'nun meslektaşları ve dostları cinayeti ve sonrasında yaşananları soL'a anlattı.

Burcu Demir, Elazığ'da bir hastanede fizyoterapi teknisyeni olarak çalışırken, geçtiğimiz Şubat ayında, Uzman Çavuş olan eşi Murat Coşansel tarafından çalıştığı hastanenin bahçesinde tabanca ile öldürüldü. Murat Coşansel olayda kullandığı silahla birlikte gözaltına alındı. Olaya ilişkin dava geçtiğimiz hafta gerçekleşti.

Elazığ'da yaşanan bu cinayet Türkiye'de yaşanan kadın cinayetlerinin ne yazık ki sadece bir örneği. Ancak buradan yola çıkarak genel fotoğrafı görmek ve kadınların yaşamak için verdikleri mücadeleyi anlamakta önemli sonuçlar sunuyor.

Burcu Demir Elazığ'da katledilen bir sağlık emekçisiydi. Dostları, iş arkadaşları ve yakınları Burcu için adalet mücadelesi veriyor. Bu mücadele sadece katilin ceza alması için değil bir yanıyla da benzer örneklerin yaşanmaması adına bir caydırıcı örnek teşkil etmesi için veriliyor. 

Konuya dair soL'a konuşan SES Elazığ Şube Eşbaşkanı Derya Coşkun ve katledilen Burcu Demir'in yakını Gazeteci Suzan Demir yaşanan süreci ve gelişmeleri soL'a anlattı. 

'Taşrada yaşanan örnekler çoğu zaman yankı bulmuyor, bu da suçu teşvik ediyor'

SES Elazığ Şube Eşbaşkanı Derya Coşkun sürece dair verileri paylaşırken resmi verilerden başlıyor. Resmi verilerin buz dağının sadece görünen yüzü olduğunun altını çiziyor. Biraz da bu yüzden her birimiz için resmi rakamlar bir sonuç olmaktan ziyade "Resmi sonuçlar dahi bu sayılara ulaşıyorsa" cümlesiyle başlayan bir kavrama kılavuzuna dönüşüyor. 2023 yılında yaşanan kadın cinayeti sayısının 315 olduğunu belirtiyor Coşkun. Şüpheli biçimde ölü bulunan kadın sayısı ise 248. 

Rakamlar soğuk ve bir grafikten ibaret. Her bir kadının ayrı bir öyküsü, hayali ve geleceği vardı oysa. 

Derya Coşkun yaşanan sorunların boyutlarını ve taşradaki yansımasını şu sözlerle ifade ediyor.

"Sistematikleşen ve meşrulaştırılan şiddet mekanizması özellikle bölgede daha ağır ve çeşitli yöntem ve araçlarla sürdürülüyor. Son yıllarda, bölgede kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen kadına yönelik şiddet, taciz, istismar ve cinayetlerin artışı da bu olaylarda kolluk güçlerinin korunup kollandığını ve yeteri kadar ceza verilmediğinin göstergesi sayılabilir.

Ama benzeri sorunlar Elazığ'da biraz daha fazla yaşandı. Bunun bir çok sebebi var. Özellikte cinayeti işleyenin daha sonra pişmanlık yasasından faydalanması, onun dışında "namus" ve "onurum zedenlendi" gibi durumlarda indirim alması, daha sonra af çıkması, sonrasında ceza evinden çıkmaları tabi ki böyle olayları artırmaktadır.

Bu bölgede ne yazık ki güvenlik önlemlerin alınmadığını hepimiz biliyoruz. Eğer böyle bir olay İstanbul, İzmir ya da Ankara'da yaşansaydı konunun kamuoyuna yansıması daha farklı olurdu. Tüm basında yer alırdı. Sosyal medyaya yansıması daha farklı olurdu diye düşünüyorum. Ayrıca maalesef bu bölgede kadınların kadın haklarına bakış açısı çok farklı. Bu da bölgenin kültürel yapısıyla da alakalı."

Bir cezasızlık pratiği olarak kadın cinayetleri

Suzan Demir, gazeteci. Kuzeni Burcu Demir'in cinayetini yakından takip ediyor. Cinayetin 4 Haziran'da gerçekleşen ilk duruşmasını Elazığ'da takip eden Suzan Demir özellikle cinayetlerin cezasızlıkla sonuçlanmasına dikkat çekiyor. 

"Kadın cinayetlerinde aslında genel anlamıyla bir 'cezasızlık' pratiği olduğunu söylemek lazım. Kamuoyu baskısı olmadan elbette tahrik, iyi hal gibi kabul edilemeyecek birçok gerekçeyle erkekler daha az ceza alıyor. Tabii artık erkekler de mahkeme süreçlerinin farkında, bu farkındalık kendilerini savunurken bu cezasızlık pratiğinden yararlanmaya dönüşüyor. Kadınları koruyan kanunların da artık neredeyse işlevsizleştirilmesi onların işini kolaylaştırıyor. Bu açıdan benzeri süreçlerin birbirini etkilemesi kaçınılmaz. Ama kaçınılmaz olan bir başka şey ise kadın dayanışması. Her ne kadar tablo karanlık olsa da kadınlar birbirlerine sahip çıkıyor."

'Küçük kentlerde cendere kendisini daha çok hissettiriyor'

Suzan Demir Türkiye'nin merkez kentlerinde, büyükşehirlerde yaşanan sorunların dışında görece daha küçük şehirlerde yaşanan sorunların daha kapsamlı ele alınması gerektiğine işaret ediyor. 

"Büyükşehirlere nazaran kadınların daha küçük illerde bu cenderede sıkıştığı artık bilinen bir gerçek. Maalesef alternatifleri kısıtlı olduğu için kadınlar “aile evinden” çıkmanın yollarını evlilikte arıyor. Nihayetinde kadınlar kendilerine ait olmayan, erkeklerin bakış açısıyla inşa edilmiş “aşk ve sevginin” içinde sıkışıp kalıyor. Ama bu durum çaresiz değil, zira yerellerde kadınları koruyan alternatiflerin daha güçlü kurulması, kadınları çaresiz bırakmayacaktır. Bunun gibi daha birçok politikayla bu durumla mücadele edecek bir potansiyel var."

Katil cinayeti itiraf ediyor ama suçlu yine kadın oluyor

Burcu Demir'in katili Uzman Çavuş Murat Coşansel mahkemedeki savunmasında cinayeti işlediğini her ne kadar kabul etse de kabahati Burcu Demir'de arayan bir savunma inşa etti. Burcu Demir'in yakınları ve arkadaşları bu tür örneklerin çok yaygın olduğunu ve cinayeti işleyenlerin bu tür örneklerde pişmanlık ya da tahrik konusunda ceza indirimi almak için benzer bir kurgu ile savunma yaptıklarına dikkat çekiyor. 

Sağlık Emekçiler Sendikası Elazığ Şube Eşbaşkanı Derya Coşkun, "Burcu Demir özel bir hastanede fizyoterapi teknikeri olarak çalışıyordu. Sağlık emekçisiydi. Burcu, eski eşi Murat Coşansel tarafından katedildi. Murat Coşansel Sinop'ta çalışıyordu. Oradan taksi kiralayarak kendi silahını da yanına alarak ve öldürmeyi planlayarak 8 Şubat sabahı Burcu'nun çalıştığı servise giderek 'Tamam senden boşanmayı kabul ediyorum. Gel dışarda arabadan senin eşyalarını vereyim' deyip hastanenin bahçesine götürüyor. Bahçede konuşup daha sonra 5 el ateş ederek hastanenin bahçesinde canice Burcu Demir'i katlediyor. Mahkemelerde beklenen şekilde katil kendi savunmasını yapamadı ama nişanlısına utanmadan iftira atmaktan da çekinmedi. Katil pişmanlık yasasından yararlanmak ve ceza indirimi almak için elinden geleni yaptı" diye anlatıyor bu süreci.

Gazeteci Suzan Demir de aynı noktaya dikkat çekiyor. 

"Kuzenim Burcu Demir’i öldüren Uzman Çavuş Murat Çoşansel aslında az önce de anlattığım gibi bu cezasızlık pratiğinden yararlanmak için ilk duruşmada elinden geleni yaptı. O kadar büyük bir senaryo anlattı ki çelişkilerle doluydu. Sürekli Burcu’nun geçmişine ve ahlakına saldıran, çirkin onlarca hikâye yazdı diyebilirim.

Biz mahkeme heyetinin katil zanlısına olan tavrını olumlu bulduk. Zira çelişkileri ortaya koyan bir sorgulama oldu. Ama Savcının iddianamesindeki en büyük eksik 'Tasarlayarak öldürmekten ceza' istenmemesiydi. Avukatımız da zaten buraya dikkat çekip öyle bir ceza talep etti.

Onun dışında zaten ortada itiraf edilmiş bir cinayet var; ama katil zanlısı cinayete bir sebep koymaktan ziyade Burcu’yu canavarlaştıran bir senaryoya ihtiyaç duyuyor ve tahrik indirimi almaya çalışıyor.

'Basın cinayeti magazin malzemesine çevirerek öldürüleni itibarsızlaştırıyor'

İlk duruşmadaki tek tanığı amcasıydı, mahkeme başkanıyla arasında geçen diyalog basına da yansıdı. Sanığın amcası ifadesinde 'Ağır tahrik var, kim olsa dayanamazdı, kızlarına sahip çıksalardı böyle olmazdı' diyerek aileyi suçladı. Mahkeme başkanı da tepki göstererek 'Kim, nasıl terbiye vereceğini sana mı soracak' karşılığını verdi. Bu tavır bizim için önemliydi.

Şunu da eklemek isterim basına bu diyalog yansıdığı kadar özellikle mahkeme tutanaklarından alınan, sanığın ifadeleri de yansıdı. Hayal ürünü, somut hiçbir delile dayanmayan, ilk duruşmada da kanıtlanmamış hikâye olduğu gibi verildi. Bu elbette ilk kez olmuyor. Ama basın bunu bir magazin malzemesine çevirerek sanığı değil de adeta öleni itibarsızlaştırıyor. Ailenin yalanlamasına ufacık bir yer ayırıp uzun uzun bir katilin ifadelerine yer verip okuyucu çekmek basın etiğine uygun bir durum değil. Bunu Elazığ’ın yerel medyası da yaptı ama şu da oldu, okuyucular sosyal medyadan buna tepki gösterdi. Hikâyenin çelişkili olduğunu olayla hiçbir alakası olmayan kişiler bile görmüşken, basında etik adına hiçbir şeyin kalmaması çok korkunç bir durum. Ama şunu diyebilirim ki halkın tepkisi bu yerel medyaya örneğin geri adım attırdı ve açıklama yapmak zorunda kaldılar. Ortada aleni bir cinayet varken kadını ve onun geride kalan ailesini itibarsızlaştırmanın gazetecilikle alakası olmaz. Bu elbette dediğim gibi ilk olmadığı gibi son da olmayacak; ama halkın tepkisi bu tür durumlara geri adım attıracak, bizim yaşadığımızda olduğu gibi."

                                                             /././

'Buzlu viski' (ROSA MİRİAM ELİZALDE)

"CBS, Küba'yı ABD'nin ulusal güvenliğine tehlike oluşturmakla suçlayan sansasyonel bir rapor yayınlayarak akla hayale sığmayan sonik saldırı hikâyesini bir sonraki adıma taşıdı."

Pek tabiidir ki cevap istemeyen kişi soru sormaz.

Soğuk Savaş döneminde, uluslararası ilişkiler uzmanları, her görünüşün aldatıcı olduğu şeklindeki yaygın klişeyi benimsediler. Tüm paranoyaların olduğu gibi bunun da katı sınırları vardı ve Sovyetler Birliği ile ilgili her meselenin arkasında gizli ve gizemli bir komplonun yattığına ilişkin bir inanca dayanıyordu. 

Aşırılıklar açık bir şekilde makul sınırların ötesine geçmişti ve daima komünizmin yayılması riski vardı.

Sosyolog Manuel Castells, olağanüstü üçlemesi Bilgi Çağı'nda bu zihniyetin derhal unutulan bir örneğini ele alıyor. 1995 yılında The New York Times gazetesi, İsveç sularının Sovyet denizaltıları tarafından işgal edildiği iddiasıyla ilgili bir gizemin bulgularını yayınladı; bu olay NATO'yu yirmi yıldan fazla bir süre boyunca alarma geçirdi ve Baltık Denizi'nde düzenli olarak sualtı bombalarının atılmasına yol açtı, ki bunlar televizyondan tüm dünyaya yayınlandı.

Her şey 28 Ekim 1981 sabahı, bir balıkçının Karlskrona'daki İsveç deniz üssüne, Sovyet bayraklı bir denizaltının Stockholm'den 500 kilometre uzakta kayalıklarda mahsur kaldığı konusunda uyarıda bulunmasıyla başladı. Bu, Doğu’nun askeri birliklerinin S-363 adını verdiği Viski sınıfı bir denizaltıydı. Tarafsızlık kisvesi altında gönüllerinin nerede olduğu konusunda net olan İsveç Hükümeti ve siyasi yelpazenin önemli bir kısmı, histeriye varan kolektif bir ruh hali yaratma fırsatını kaçırmadı.

Olay hemen "buzlu viski" olarak adlandırıldı. Bu ad her Allahın günü büyük Batı basınında yer bulan sansasyonel bir kod haline dönüştü ve bugün “Havana sendromu” olarak adlandırılan meselede olduğu gibi ortaya atılan her çılgın teoriye ilginç isimler verme modasını başlattı; ancak bundan daha sonra bahsedeceğiz.

İsveç’in “buzlu viski” olayının bir kazadan ibaret olduğunu, Baltık Denizi'nde yıllarca duyduklarını iddia ettikleri komünistlere ait casusluk cihazlarının seslerinin aslında “utanç verici bir gerçekten kaynaklandığını; İsveç savunma kuvvetlerinin Rus denizaltılarını takip etmek yerine vizon avladığını ve bu seslerin oradan geldiğini (...) doğrulaması 1995 yılını buldu.

İsveç Donanması'nda 1992 yılında kullanılmaya başlanan yeni hidrofonik aletler, seslerin vizonlardan geldiğini kanıtladı. Kürkleri pek çok hanımefendinin omuzlarından sarkan bu küçük memelilerin yüzme keselerinin hareketleri sonucunda çıkan sesler, İsveç’in hassas tespit sistemleri tarafından Sovyet denizaltı sesi olarak yorumlanmıştı” (The New York Times, 12/2/1995, s. 8).

Raporda vizonların akıbetine değinilmediği gibi utanç verici komplo teorisi örtbas edildi. Elbette artık Sovyetler Birliği de yoktu.

Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelmesiyle birlike, 2017 baharından bu yana kandaki alkol seviyesinin yüksek olduğu bir döneme daha geri dönmüş olduk. 

Küba'daki ABD büyükelçiliği ajanlarının hassas kulaklarına yönelik sonik saldırılarda bulunulduğunu iddia eden Havana sendromu ortaya atıldı. Parlak Kübalı diplomat Johana Tablada'nın o dönemde AP ajansı muhabirine söylediği gibi, "Andrea, Havana sendromu diye bir şey mevcut değil, herhangi bir hastalık kaydında yer almıyor ve başından beri gerçekten Washington sendromuydu.”

Bu skandal komplo, Trump yönetiminin Küba’ya 60 yılı aşkın süredir uygulanan ablukaya 240 tane yeni yaptırım tedbiri eklemesi ve Joe Biden’ın da bu yaptırımları pandemi, savaş ve her türlü uluslararası krize rağmen sürdürmesi için bahane olarak kullanıldı; çektiği sıkıntıları hiçbir şekilde hak etmeyen bir halk bu yeni bahaneyle cezalandırılmaya devam ediyor.  
Dün bir arkadaşım, başka birinden duyduğu bir şeyi söyledi bana: "Dünya ne çok şey kaybetti! Dünya Fidel Castrolu ve ablukasız bir Küba’nın nasıl bir şey olacağını göremedi."

Havana sendromu hikayesi havalarda uçuşadursun, CBS kanalı geçen hafta sonu Küba'yı ABD'nin ulusal güvenliğine tehlike oluşturmakla suçlayan sansasyonel bir rapor yayınlayarak akla hayale sığmayan sonik saldırı hikâyesini bir sonraki adıma taşıdı: Yanki toprağındaki her taşın altında bir Kübalı casus var ve Küba Cumhurbaşkanı Miguel Díaz-Canel bu bilgileri Rusya'ya, İran'a, Venezuela'ya, Kuzey Kore'ye, Hamas'a ve siz okuyucuların bu sıralamaya eklemek isteyebileceği diğer tüm kötü adamlara aktarıyor.

Özetle, başka bir utanç verici buzlu viski olayıyla daha karşı karşıyayız; ancak bu kez Havana’nın kordon boyunda, gölgede hissedilen 40 derece sıcaklık altında.

--------------------------------

Yazar: Rosa Miriam Elizalde

Yayınlandığı yer: La Jornada

Yayın tarihi: 23 Mayıs 2024

Çeviri: Mehmet Onur Çuvalcı

"Küba Gerçeği", 2023 Şubat ayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) girişimiyle başlatılan bir yayın. Küba'da siyaset, ekonomi, yaşam, kültür gibi konularda Kübalı yazarların ürettiği makalelerin çevirilerini yayımlayan Küba Gerçeği'nde çıkan makaleler, artık soL'da paylaşılacak.

(soL)


Kısa Gündem Başlıkları (10 Haziran 2024)

 

TÜİK açıkladı: Gerçek işsizlik yüzde 27,2'ye yükseldi (T24)

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Nisan 2024'e ilişkin işgücü istatistiklerini açıkladı. Buna göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2024 yılı Nisan ayında bir önceki aya göre 18 bin kişi azalarak 3 milyon 42 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,1 puan azalarak yüzde 8,5 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,2 iken kadınlarda yüzde 11,1 olarak tahmin edildi.(https://t24.com.tr/haber/nisan-ayi-issizlik-orani-belli-oldu,1168800)

Bilkent Şehir Hastanesi çalışanları asgari ücret dayatması ve mobbinge karşı iş bıraktı (Emre Alım-soL)

Düşük ücretlere ve artan iş yüküne karşı eyleme geçen Ankara Bilkent Şehir Hastanesi çalışanları, Sağlık Bakanlığı'nın yolunu tuttu, yönetimi masaya oturttu.(https://haber.sol.org.tr/haber/bilkent-sehir-hastanesi-calisanlari-asgari-ucret-dayatmasi-ve-mobbinge-karsi-birakti-393706)

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize Güneysu’da köylüler isyan etti: ‘Bu akıl tutulmasıdır’ (Cumhuriyet)

Rize’nin Güneysu ilçesinde Petomya Deresi’nde DSİ’nin yürüttüğü Dere Islah Projesi’ne köylüler tepki gösterdi. CHP Güneysu İlçe Başkanı İrfan Karaosmanoğlu, "Hükümet bir yandan tasarruf tedbirleri açıklıyor diğer yandan Potomya Deresi’nde eski su bentlerini kırıp yenisini yapıyorlar bu nasıl tasarruf tedbiridir, bu akıl tutulmasıdır” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/akpli-cumhurbaskani-recep-tayyip-erdoganin-memleketi-rize-guneysuda-2215821)

CHP'li Sarı: Fay hattı olan bölgede siyanürlü altın madeni işletilmesine nasıl izin veriyorsunuz? (Cumhuriyet)

Balıkesir’de 16 köyü olumsuz etkileyecek altın madeni projesi Balıkesir’in 20 diri fay hattından biri olan Gökçeyazı Fay Hattı'nda yer alması tartışmaları da beraberinde getirdi. Uzmanlar 7 büyüklüğünde bir deprem uyarısında bulunurken, Balıkesir Milletvekili Serkan Sarı, ilgili bakanlığa tepki göstererek sorularını yöneltti.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chpli-sari-fay-hatti-olan-bolgede-siyanurlu-altin-madeni-2215826)

Belgrad Ormanı kıskaç altında: Talan artıyor (Birgün)
Belgrad Ormanı’nda talan artarak devam ediyor. Yurttaşlar ormana beton dökülmesine tepki gösterirken, yapılan açıklamada, "Belgrad Ormanı yoğun bir baskı altındadır. Bunun sonucunda, ormanın doğal dengesi ve ekosistemi ciddi şekilde tehlikeye girmiştir" denildi.(https://www.birgun.net/haber/belgrad-ormani-kiskac-altinda-talan-artiyor-535889)

Avrupa seçimlerinin en büyük kaybedenleri: Merkez partiler ve popülist sol (soL)

Dün sonuçlanan AP seçimlerinde aşırı sağın aldığı sonuçlar ülkelere göre farklılık gösteriyor. Merkez sağ, sosyal demokrasi ve sol popülizmse neredeyse tüm AB ülkelerinde sarsıldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/avrupa-secimlerinin-en-buyuk-kaybedenleri-merkez-partiler-ve-populist-sol-393703)

Diyarbakır’da dans eden gruba tekbir getirerek saldırdılar (Evrensel)

Diyarbakır merkez Kayapınar İlçesi Nazım Hikmet Caddesi üzerinde bulunan Tema Park’ta özel bir dans okulu, açık alanda dans etkinliği düzenledi. Ekspres Haber’de yer alan bilgiye göre dans gösterisinin başlamasıyla parka gelen yaklaşık 50 kişilik bir grup, ‘Tekbir-Allah-u Ekber’ sloganları attı. Etkinliğe katılanlar alandan ayrılmayınca tekbir getiren grup dans edenlere saldırdı. Saldırıda etkinlikteki bazı kişiler çeşitli yerlerinden yaralandı. İhbar üzerine olay yerine 112 sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Yaralananlardan iki kişi ambulansla hastaneye kaldırılırken, saldırıya uğrayanlar şikayetçi oldu.(https://www.evrensel.net/haber/520611)

Adalet Bakanı ile HSK üyeleri arasında müfettiş krizi (Alican Uludağ-DW)

Hakimler ve Savcılar Kurulu'nda (HSK) 5 Haziran'da yapılan toplantıda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile HSK üyeleri arasında müfettiş ataması gerginliği çıktığı öğrenildi. DW Türkçe'nin edindiği bilgilere göre Bakanlıktan gelen listedeki isimlere kurul üyelerinin karşı çıkarak kararnameye almaması Bakan Tunç'un tepkisini çekti. HSK üyelerinin toplantı öncesinde kurula alınacak yaklaşık 40 müfettişin isimlerini belirleyerek imza için Bakan Tunç'a gönderdiği belirtiliyor.(https://www.dwturkce1.com/tr/adalet-bakan%C4%B1-ile-hsk-%C3%BCyeleri-aras%C4%B1nda-m%C3%BCfetti%C5%9F-krizi/a-69322540)

Borçluya aslan, alacaklıya kuzu: Dağıtım şirketleri kasayı dolduruyor borcunu ödemiyor (soL)

Şirketler aydınlanırken yurttaşlar karanlığa teslim oluyor. Dağıtım şirketleri hesabını vermedikleri faturaları devletten eksiksiz tahsil ederken, elektrik iletiminden kaynaklanan borçlarını ödemiyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/borcluya-aslan-alacakliya-kuzu-dagitim-sirketleri-kasayi-dolduruyor-borcunu-odemiyor-393704

(derleyen:mstfkrc)