2 Ekim 2024 Çarşamba

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" - 2 Ekim 2024 -

 Tehdide saygı -Berkant Gültekin-

Suçun alenileştiği ve güçlüler üzerinde yasaların hükmünün kalmadığı Türkiye’de, halka gerçekleri ulaştıran gazeteciler doğal olarak hedefte. Haberciler hemen her gün mafyalar, çeteler ve parti liderleri tarafından tehdit ediliyor.

Dün Meclis’te yeni dönem açıldı ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli sezona hızlı bir giriş yaptı! Bahçeli, Sinan Ateş cinayetinde saklı tutulmaya çalışılan noktaların üzerine cesaretle giden gazetecileri, Halk TV’yi ve CHP’yi “Ayağınızı denk alın” ifadeleriyle tehdit etti. Gazeteciler Şule Aydın, Timur Soykan, Murat Ağırel ve Barış Pehlivan’a “Dört soytarı” dedi.

Çünkü Bahçeli, Sinan Ateş cinayetinin siyasi bir suikast olmadığına tüm ülkenin inanmasını istiyor. Bu nedenle MHP’li isimlerin cinayetle bağlantısının ortaya konulmasından rahatsız. O ve kurmayları, “resmi hikâye”nin kimse tarafından sorgulanmamasını sağlamak için aksi yönde konuşan, yazan herkesi susturmayı hedefliyor. Yargının dosyayı MHP’nin istediği şekilde kapatmasının önündeki tek engel de hakikatin bu çığlığı zaten.

Bu hatırlatmaya meslektaşlarımızın ihtiyacı yok ama onları diline dolayanlara karşı vurgulamakta yarar var: Şule Aydın, Timur Soykan, Murat Ağırel ve Barış Pehlivan “soytarı” değil, sadece ve sadece gazetecidir. İktidar katından hedef alınmaları da işlerini ne kadar iyi yaptıklarının kanıtıdır. Kaldı ki eğer gerçekten “soytarı” olsalardı, düzenin sahipleri tarafından tehdit edilmez, el üstünde tutulurlardı.

Böyle bir günde Meclis hiçbir şey olmamış gibi açıldı. Erdoğan Meclis’e girdiğinde ne yapacağı merak edilen CHP grubu, bütünlüklü bir tavır sergileyemedi. CHP’nin 127 vekilinin yarısından fazlası Genel Kurul’a girmezken, salonda bulunanların büyük çoğunluğu AKP’li Cumhurbaşkanı’nı ayakta karşıladı. Sadece birkaç vekil ayağa kalkmayarak tepkisini gösterdi.

CHP lideri Özgür Özel ise sabah partisini ve gazetecileri tehdit eden, kendisine de “çürük” diyen Bahçeli ile tokalaştı. Daha sonra kuliste gazetecilerin sorularını yanıtlayan Özel, partisinin Erdoğan’ı karşılama tarzını sahiplendi. Ayağa kalkarak “makama saygı gösterdiklerini” savunan Özel, “Bunda şaşırılacak bir şey yok” sözleriyle eleştirilere yanıt verdi.

Şaşırıp şaşırmama ayrı bir mesele ama muhalefetin “iktidarla mücadele” stratejisi enine boyuna tartışılmayı hak ediyor. Örneğin nedir bu “makama saygı”? Evet, karşılığı varsa anlamlı olabilir. Makamın saygınlığı, makama oturan tarafından önemsemiyor ve korunuyorsa değerlidir. Ancak kendine itiraz eden hiçbir özneye saygı duymayan, düşmanlıktan, kutuplaştırmadan beslenen, hakareti ve tehdidi siyaset yapma biçimi haline getiren bir iradeye karşı sergilenen “saygı”, boğazı kesecek bıçağı bilemekten başka bir anlam taşır mı?

CHP, ülke gerçekliğiyle uyuşmayan bir illüzyonun içinde. Her şey normalmiş gibi “normalleşmede” ısrar eden, anamuhalefet görevini baskıcı iktidarla gerilim yaşamadan yapmak isteyen, karşı mahalleye ekonomi-politik tercihleriyle değil salt “iyi niyet” gösterisiyle ulaşmaya çalışan bir çizgiden memleketin fayda görme ihtimali yok. Dileyelim ki muhalefet bunu anladığında çok geç olmasın.

                                                            /././

Raf ömrü demiri keser -Kaan Sezyum-

Bu ülkede katiller huzur içinde gazetecilere silah işareti yapar, raf ömrünü çoktan tamamlamış, belirtisi kendisi olan belirtisiz isim tamlaması sevdalısı siyasiler gazetecileri tehdit eder… Kimin hangi cüreti nereden aldığı belli belli olmasına da ülkede her şey serbest olduğu için gerçekten de atı alan aldığıyla kalıyor, Üsküdar’ı da geçmese bile at çalındığıyla kalıyor… Sonra bir yerde sucuk olarak bizlere geri dönüyor. Anlayacağınız ülkede sıradan bir gün. Gündem o kadar dinamik ve takip etmesi zor ki… Kripto para ve internet dolandırıcılığı operasyonu sonrası tutuklanan AKP Milletvekili Ensarioğlu’nun damadının jet hızıyla serbest bırakılmasına mı şaşalım derken, Ensarioğlu’nun tüm ülkeyi sarsan ve hala aydınlatılamayan Narin cinayeti üzerine “Bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var” demesi bile unutulup gidiyor. Hız budur, jetlik budur. Ülkede hayatta kalmak şansla, ölmek ise komutla zaten. Sokaklarında çetelerin uzun namlulu tüfeklerle birbirlerini tehdit ettiği videoların döndüğü yerde içişleri bakanı ise çakarlı lüks araçları yakalayıp, para cezası kesiyor. Bari ehliyete el koyaydın emojili tivit sevdalısı bakanım… Caydırıcılık desen var, cayma desen yok. Caymak yok, yola devam.


Bütün bunlar tam gaz yaşanırken, ülkenin geleceği çocuklarımızı da düşündük tabii. Leş gibi okullarda, ne olduğu belirsiz, bilimden ve gerçeklikten uzak müfredatlarla onları eğitirmiş gibi yaparken, bir de başka bir deney peşinde koşuyoruz. Bakalım bu çocuklar, yani geleceğimiz olan evlatlarımız, hem kötü eğitime maruz kalıp, hem pislik içindeki okullarına giderken, bir de aç kalsalar ne olur? Zaten yeni nesil çocukların büyük kısmı beslenemediği için, evet yani açlıktan güdük yetişiyor. Güdük dediğim de Hababam Sınıfı’ndaki gibi lakap olarak güdük değil, ebat olarak büyüyemiyorlar. Bir de üzerine kötü eğitim, ooooh gelsin mi kapkara gelecekler…

∗∗∗

Bütün bunlar olurken muhalefet de boş değil… Hem de hiç boş değil. Ülkenin vatandaşlarının umutları dev bir kıyma makinesinin içinde paramparça olurken, en özel duyguların insanı Özgür Bey de Amerika’da verilen rüşvetleri savunabiliyor. Gerçekten akıl tutulması bile değil, akıl krampı gibi. Bir yandan da öyle geniş gönüllüyüz ki, gerekirse New York’ta bile işimiz olsun diye oraların belediye başkanlarına da “Kardeş bizim işi çözersin” diye sakal atabiliyoruz. Aslında global güç böyle olunur ama yine yanlış ata oynamışız. Bizim kekomatlar “Bu belediye başkanı çok iyi, kesin ilerde başkan olur bu” diye adama yapmadıkları kıyak kalmamış. Ama başkan da biraz tabii partici çıkınca işin rengi değişmiş. Neyse kısmet işte…

Bir yandan da gerçekten her ülkede, her görevliye rüşvet verebilsek, her devlet adamını paramızla manipüle etsek gerçek bir dünya gücü oluruz. Belki de onu denemişizdir. Kim bilebilir?

Bütün bu saçmalıklar olurken hayatın olağan akışına aykırı bir haberle hayretler içinde kaldım. AKP Adana Milletvekili Ahmet Zenbilci, partisinden istifa etti. Haydaaa!  Zenbilci, istifa kararını oğlunun adının geçtiği bir adli soruşturma nedeniyle aldığını… -Neeee? …bu süreç içerisinde soruşturmanın etkin yürütülmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının en büyük beklentisi olduğunu belirtti. Hayırdır, neler oluyor? Zenbilci’nin oğlunun bir uyuşturucu dosyasında isminin geçtiği iddia ediliyor. E edilsin, sonuçta Zenbilci başka bir ülkede yaşamıyor, bir yolu bulunurdu. Bence bu işşin içinde başka bir şey var. İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu ülkede neler gördük, bir vekil evladı mı tadımızı kaçıracak? Neyse Ahmet Bey’i yine de bu ilkeli davranışından ötürü hayretler içinde kutlamaktan başka yapacak bir çare yok. Bir yandan da insan düşünmeden edemiyor, neden vekil oğulları, bakan oğulları ve hatta bakanlar hep böyle olumsuzluklarla anılıyor?

∗∗∗

Bu arada ülkemizin tüm kurumları gerçeklerle savaşmaya devam ediyor. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in, kayın biraderini ve bacanağını RTÜK’te işe aldığı iddiasıyla ilgili İsmail Arı’nın haberine ve takip eden haberlere Şahin’in talebi üzerine Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliğinin 28 Eylül tarihli kararıyla erişim engeli getirildi. Gördüğünüz gibi devlet sansürü bizi gerçeklerden korumaya devam ediyor.

Önümüzdeki hafta bambaşka saçmalıklara rağmen akıl sağlığınızı serin bir yerde sağlayın, bozulmasın. Raf ömrü geçen siyasiler için ise yapabileceğimiz bir şey yok. Rafta durmaya devam.                       

                                                      /././

Sporun milyarlarca liralık kara kutusu -Nurcan Bilge Gökdemir-

Spor Toto’nun reklam ve tanıtım harcaması 2023’te 12 milyar TL’yi aştı. Eleştiri konusu olan Spor Toto’nun bu dev harcamasındaki keyfilik Sayıştay tarafından da mahcup ifadelerle eleştirildi: Yönetmeliği güncelleseniz…

AKP iktidarları döneminde “Bütçe disiplini, gelirlerin verimli harcanması, tasarruf ilkesine uyulması, şeffaflık…” gibi kavramların kağıt üzerinde kaldığının sayısız örneğine şahitlik edildi. Cumhurbaşkanlığı’nın nereye harcandığı belli kalemlerindeki alışılmadık dev rakamlar olağanlaşırken örtülü ödenek adı altındaki harcamalar da bunlarla başa baş bir seviyeye yükseldi. Büyük bölümü halkın vergilerinden oluşan bu kaynakların ülkenin büyük bir bölümünün açlıkla karşı karşıya kalmasına neden olacak şekilde yağmacı bir anlayışla tüketilmesi tüm kamu kurumlarına, kamunun en küçük birimlerine kadar hakim oldu.

Sayıştay’ın yasal zorunluluk dolayısıyla açıklamak zorunda kaldığı denetim raporlarının her yıl daha da sığlaştığı, adet yerini bulsun türünden tespitlerle kamu kurumlarında yaşananları maskelediği artık tartışmasız bir gerçek. Ancak bu raporların satır araları hala yaşananlarla ilgili fikir verebiliyor.

Türkiye sporunun bir dönem en büyük gelir kaynağı olan Spor Toto’nun şimdi gerçek işlevini yerine getirip getirmediği sürekli tartışma konusu. Kurumun bilançolarına bakıldığında hiç gereksinimi olmamasına karşın her yıl yaptığı reklam harcamalarının büyüyerek sürekli artması dikkati çekiyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Özgür Karabat da daha önce yaptığı açıklamalarla bu reklam harcamalarına dikkati çekerek kurumun bazı kulüplere kaynak aktarıp aktarmadığı sorusuna yanıt aradı. Başta kamu bankaları olmak üzere kamu kurumlarının reklam ve ilan gideri adı altında iktidara yakın çevreleri fonladıkları biliniyor. AKP iktidarları döneminde birçok kamu kurumu neyin reklamını yaptığı, niye tanıtıma gereksinimi olduğu anlaşılmaz bir şekilde bu kalem altında büyük harcamalar yapıyor.

ADRES BELİRSİZ

Spor Toto’nun kamuya açıklanan verilerinden hareketle bu harcamaların adresini görmek mümkün değil ama reklama ihtiyacı olmayan bir kurumun bu kadar büyük bir reklam harcaması yapmasını sorgulamak vergi veren her yurttaşın hakkı.

Sadece son üç yılın rakamlarına bakıldığında bile rakamın büyüklüğü ve artış ivmesini görmek mümkün. Reklam ve tanıtım giderleri 2021 yılında 4.5 milyar TL, 2022’de 7.9 milyar TL, 2023’te ise 12.6 milyar TL…

KEYFİLİK RAPORDA

Sayıştay’ın son raporunda reklam harcamaları ile ilgili tespit “Kurumun Reklam ve Tanıtım Faaliyetleri ile İlgili Usul ve Esasların Geliştirilmesine ve Reklam Yönetmeliğinin Güncellenmesine İhtiyaç Bulunması” başlığı altında yer alıyor: “Teşkilat Başkanlığının hizmet ve faaliyetlerinin tanıtımı konusunda yapacağı her türlü duyuru ve reklam çalışmaları hakkında uyulacak usul ve esasları düzenleyen Spor Toto Teşkilat Başkanlığı Reklam Yönetmeliği, gerek yürürlükteki mevzuat hükümleri gereği, gerekse uygulamanın daha etkin takip ve kontrolü açısından güncellenme ihtiyacı içinde bulunmaktadır.”

Tespitte dile getirilen  “uygulamanın daha etkin takip ve kontrolü” gereksinimi bunun gereği gibi yapılmadığının itirafı.

YILLARDIR YÖNETMELİK GÜNCELLENMİYOR

2018 yılında yayımlanan bir KHK ile Spor Toto’dan yapılacak her türlü duyuru ve reklamlar ile bu kapsamdaki harcamalar hakkında uygulanacak usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesinin öngörüldüğü hatırlatıyor. Aradan altı yıl geçtikten sonra kuruma “Dolayısıyla Reklam Yönetmeliğinin yeni düzenlemeye uygun olarak güncellenmesi gerekmektedir” deniliyor.

Kurumun, çeşitli organizasyonlara, spor kuruluşlarına, kulüplere, sporculara, valiliklere, il özel idarelerine gençlik veya sportif amaçlı derneklere, öğrenci yurdu projelerine, gençlik ve spor il müdürlükleri, belediyeler, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşlarına reklam verebildiği biliniyor.

TEK YETKİLİ YÖNETİM KURULU

Yönetim Kurulu’nun tek yetkili olduğu bu dev harcama kalemi ile ilgili Sayıştay denetçilerinin raporlarına yazdığı uyarılar ile devam edelim:

“Ancak Kurum tarafından verilecek reklamlar ve reklam karşılığı yapılacak mali yardımlarla ilgili kriterlerin detaylandırılmamış olduğu görülmektedir. Mali yardımlar ve reklam hizmeti ile ilgili imzalanacak sözleşmelerin niteliği, formatı, mali yardım talep eden kuruluşların yükümlülüğü, bu kuruluşlardan sözleşme öncesi alınacak belgeler, sözleşme sonrası istenecek harcama belgeleri ve diğer belgeler gibi hususların ayrıntılı usul ve esaslara bağlanması önem arz etmektedir.”

BELGEYE BAĞLANMAYAN ÖDEMELER

Yapılan incelemelerde kurumun reklam giderlerinin amacına ulaşıp ulaşmadığı konusunda, özellikle spor tesisleri ve diğer inşa işleri ile ilgili olmak üzere incelemeler yaptığı, inşa edilen tesislere ilişkin hak ediş belgeleri, fotoğraflar ve diğer bazı belgeleri istediğinin görüldüğü belirtildi. Ancak, raporda keyfiliğin itirafı niteliğinde bir ifade var. Diyor ki denetçiler, “Bu konudaki takip ve denetim mekanizmasının daha etkin bir şekilde işleyebilmesi için, ‘yazılı olmadan’ uygulanan çeşitli işlem ve kuralların yazılı esaslar dahilinde yapılması gerekmektedir…”

Milyarlık harcamaların yapıldığı birimde takip ve denetimi ile görevli sadece 13 personelin çalıştığı da rapora yazılan bir başka tespit. Yeterli sayı ve nitelikte personel çalıştırılması isteniyor. Kurum ise reklam karşılığı mali yardımların işin niteliği ve günün şartlarına göre değiştiği ancak yine de bu uyarıları “dikkate alacağı” yanıtını vermekle yetiniyor.

Sözü edilen rakam milyarlar, insanların kuruş hesabı yaparak yaşamını sürdürmeye çalıştığı bir dönemde milyar liralar kolaylıkla el değiştiriyor, kime gidiyor, neye yarıyor, neyin karşılığı veriliyor, bilen yok…

                                                      /././

Madımak: hafıza, sorular ve ödevler -Şükrü Aslan-

Geçtiğimiz pazar günü Almanya’nın Köln şehrinde, Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Projesi’nin son bölümü olan Sözlü Tarih arşivi erişime açıldı. Bu programla, AABK (Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu) tarafından, katliamın 30. yıldönümü nedeniyle sürdürülen çerçeve proje tamamlamış oluyordu. Proje kapsamında belgesel, web belgesel, sanal müze ve dijital kütüphane geçtiğimiz aylarda kamuoyuna açılmıştı.

‘Sözlü tarih’ özellikle yakın dönemin siyasal-toplumsal detaylarını anlamak bağlamında çok önemli işlevler üstlenmiş bir bilimsel araştırma disiplinidir. Dünyanın değişik ülkelerinde soykırım ve etnik temizleme politika ve pratiklerinin nasıl yürütüldüğünü büyük ölçüde sözlü tarih çalışmalarından öğrenmekteyiz. Bu özelliğiyle sözlü tarih, resmi tarihe girememiş sahici olguların toplandığı ve aktarıldığı güçlü bir mecradır.

∗∗∗

Madımak da Alevilerin öyküsünün cisimleştiği hafızanın çok önemli bir mekânıdır. Bu öykü 2018’de Fransa, Sarsell’de inşa edilen Alevi Anıtı’nda yazıldığı gibi, “kültüründe şiddeti yasaklayan ama en ağır şiddetin hedefi olmaktan kurtulamayan, bir cana kıymanın büyük günah olduğuna inanan ama on binlerce canını kıyımlarda kaybeden, hiçbir toplumsal kesimi düşman olarak görmediği için silahlı örgütü olmayan ama bazı silahlı örgütler tarafından daimi olarak düşman ilan edilen” bir topluluğun ahvalini anlatır. 1970’li yıllarda Maraş’ta, Çorum’da, Malatya’da ya da biraz daha geriye gidersek 1938’de Dersim’de olan bitenler bu öykünün parçasıdır. Daha geriye gidersek Yavuz Selim’in kimseyi sağ bırakmamak üzere Anadolu’nun ücra bölgelerinde Alevileri arayıp, kırmasıdır. Madımak, bu katliam silsilesinin son örneğiydi. 21. yüzyıla ramak kala, kitle iletişim imkânlarının geliştiği bir zamanda, bütün dünyanın gözleri önünde, canlı yayında, sosyal demokratların hükümet ortağı olduğu ve bazı bakanlıkların bile etkinliklerin partneri olduğu bir dönemde gerçekleşti. Ne ilginç!

Madımak Hafıza Merkez Projesi, üzerinden otuz yıl geçen bu katliamın detaylarına ışık tutan bir çalışma olarak başladığında, ilk önemli adımı “Sözlü Tarih” kısmıydı. Çünkü diğer çıktıların asıl kaynağı, doğrudan-dolaylı tanık anlatıları olacaktı. 2022 yılı ortalarında Kelime Ata, Ozan Çavdar ve Hakan Koçak ile birlikte bu projeye başladığımızda, bu çalışmalar için hepimiz bir ölçüde deneyimliydik. Üstelik bu deneyimlerin büyük kısmı Alevilerle ilgiliydi. Yine de projeyi tamamladığımızda bizim için de ilgi çekici vak’alar ortaya çıktı. Mesela kamu görevlileri genellikle konuşmadı ve isminin geçmesini istemedi. Bir kısmı gözlerimizin önünde oldukları halde ulaşabilmek mümkün olmadı. Bu durum aynı zamanda kamunun da işin içinde olduğuna işaret ediyordu. ‘Herkesin Bildiği Sır’ vak’ası, bu kez sanki Madımak’ta karşımıza çıktı.

∗∗∗

Sözlü tarih anlatıları pek çok konu/olguyu yeniden düşünmemize de vesile oldu. Etkinliklerin Sivas merkezde yapılması, tam da etkinliklerin biraz öncesinde İslamcı çevrelerin hedefi haline getirilen Aziz Nesin’in davet edilmesi, Pir Sultan Abdal heykelinin Sivas’a dikilmesi gibi kaygı yaratan öneriler Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri içinde de tartışılmıştı. Görünüşe göre ‘iyi bir iklim’ olsa da, devlete dair kötü tecrübeleriyle yüklü Alevilerin ciddi kaygıları ne yazık ki o kaygıyı taşıyanları haklı çıkmıştı.

Projenin sözlü tarih arşivi, bu süreci anlamak açısından da yeni sorulara kapı aralıyor. Mesela etkinliklere yakın ‘Şeytan Ayetlerinin’ Aydınlık Gazetesi tarafından yayımı nasıl gerçekleşti? Yangın sırasında bir itfaiye aracı neden sadece otelin bir odasına merdivenini uzattı ve gitti? Bağlarbaşı’da katliamı kim, niçin, nasıl yaptı? gibi…

Madımak Sözlü Tarih Projesi bu soruların yanı sıra, Alevi kurumlarına yeni siyasal-toplumsal bazı görevleri hatırlatmaya da vesile oldu. Zira bu projenin çıktıları hukuktan eğitime kadar pek çok alanda yeni üretim imkânları sağladığı gibi, geçmişle ciddi bir yüzleşme, geleceği barış idealiyle kurma çabaları için de önemli bir anlama potansiyeli taşıyor. Madımak Katliamı Hafıza Merkezi Projesi, Alevi kurumların bu yeni potansiyel ve imkânı, yeni bir yaklaşımla ele almalarına yönelik davettir aynı zamanda.

                                                       /././

Komünistler oylarını katladı -İbrahim Varlı-

Oylarını dörde katladıklarını söyleyen Zirngast, “Sonuçlar FPÖ’nün yalnızlığını gösteriyor” dedi.

Avusturya’da aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) sandıktan birinci çıktığı seçimde Avusturya Komünist Parti (KPÖ-Plus) yüzde 2,4 oy alarak baraja takıldı. Üç yıl önce ülkenin ikinci büyük kenti Graz’da belediye başkanlığını kazanan, Nisan 2023’te ise büyük oy patlaması yaparak Salzburg Eyalet Parlamentosu’na giren KPÖ-Plus pazar günkü seçimde oylarını artırsa da Parlamento’ya giremedi. KPÖ Graz Sekreteri Max Zirngast, sonuçların sürpriz olmadığını söyledi.

Aşırı sağcı FPÖ’nün 2022’nin sonundan bu yana tüm anketlerde birinci sırada yer aldığını kaydeden Zirngast, “Bu nedenle sonuç pek de şaşırtıcı değildi. Ancak bunu sadece bir anket olarak değil, gerçek bir seçim sonucu olarak görmek bazı insanları şaşırttı ve şok etti. Mutlak oy ve yüzde olarak FPÖ’nün en iyi seçim sonucu olsa da, partinin 1999 ve 2017’de de benzer şekilde iyi sonuçlar aldığı unutulmamalıdır” diyor.

Seçim sonuçlarının büyük dersler barındırdığını ifade eden Zirngast, “Bu bize her şeyden önce bir şeyi gösteriyor: Başta muhafazakâr Halk Partisi (ÖVP) ve Sosyal Demokratlar olmak üzere yerleşik partilerin FPÖ’ye verecek bir cevabı yok” ifadelerini kullanıyor.

KORKULARI KULLANDILAR

Aşırı sağcıların seçimlerde bu derece oy almasının merkez partilerin zayıflığından kaynaklandığını söyleyen Zirngast, FPÖ’nün aynı zamanda toplumun korku ve endişelerini iyi kullandığını vurguladı. Zirngast bu durumu şu sözlerle açıklıyor: “Bir yandan, bu kesinlikle diğer partilerin zayıflığından kaynaklanıyor. İktidar partileri ÖVP ve Yeşiller seçimlerde Avusturya nüfusunun büyük bir bölümünün desteğini kaybetmiştir. Sosyal Demokratlar iç çatışmalarla boğuşuyor ve hiçbir yere varamıyorlar. FPÖ, son yıllardaki sosyal çalkantıları (pandemi, savaş, enflasyon) ve insanların endişe ve korkularını duygusallaştırmayı ve bunları kendi lehine kullanmayı başardı.”

Seçimin ardından gözler şimdi hükümet kurma çalışmalarında. Sandıktan çok parçalı bir tablo çıktı. Yüzde %28,8 oy alan Özgürlük Partisi’ni muhafazakar sağ Halk Partisi (OVP) %26,3, Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) %21,1, liberal NEOS, %9,2, Yeşiller 8,2 oy ile takip etmesi koalisyon hükümetini zorunlu kıldı. Avusturya’yı zorlu bir dönemin beklediğini ifade eden Zirngast, hükümet kurma sürecinin de sancılı geçeceğine şu sözlerle işaret ediyor: “Hangi hükümetin kurulacağı henüz belli değil. Ancak her türlü denklemde ÖVP anahtar konumda ve onsuz bir hükümet olmayacak. ÖVP ya FPÖ ile anlaşacak ve başbakanlığı bırakacak ya da SPÖ ve muhtemelen liberal NEOS gibi üçüncü bir parti ile koalisyon kuracak. Her iki durumda zorluklar yaşanacaktır. Her halükarda, FPÖ şu anda siyasi dizginleri elinde tutuyor ve sadece gerçekten alternatif bir güç onun gücünü dizginleyebilir. Mevcut yerleşik partiler bunu yapamaz.”

ORGANİZE OLACAĞIZ

Komünist Parti’nin aldığı oyların kendileri açısından bir başarı olduğunu kaydeden Zirngast, bu durumu şöyle temellendiriyor: “Komünist Parti 1962’den bu yana en iyi parlamento sonucunu elde etti. Son genel seçime kıyasla oylarını dörde katladı. (Komünist Partisi 2019’daki genel seçimde üzde 0.7 oy almıştı.) Son yıllarda parti olarak güçlü bir şekilde geliştik, yerel düzeyde başarılar elde ettik ve yerel meclislerde ve il parlamentolarında daha iyi yer edindik. Bir sandalye kazanma umudumuz vardı, ancak parti olarak ülke çapında %4’e ulaşamadık. Baraja takıldık. Mevcut siyasi iklimde daha çok yapılacak şeyler vardı. Partiyi aşağıdan yukarıya doğru inşa etmeye ve önümüzdeki görevlerle yüzleşmeye devam edeceğiz.”

                                                        /././

                                              Birgün - GÜNDEM

1,9 milyar TL’lik ihale aldı, kâr beyan etmedi -Mustafa Bildircin-
                                                          
Macit Haldız

Dev kamu ihaleleriyle anılan Haldız İnşaat’ın da vergi ödemeyenler listesinde olduğu ortaya çıktı. Şirket, 2021-2023 döneminde gelir beyanı dahi yapmadı. Şirketin 2021, 2022 ve 2023 yıllarında aldığı bazı kamu ihalesinin idarelere göre dağılımı şöyle gerçekleşti:    TOKİ: Kocaeli İli Körfez İlçesi İlimtepe Mahallesi 564 Adet Konut ve 16 Adet Dükkân İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi - 1,3 milyar TL (Ekim 2023)  Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İştiraki Kent Konut: Sağlıkkent Konutları İnşaatı-207,5 milyon TL (Mart 2022),  TOKİ: Kocaeli İli Körfez İlçesi Yarımca Mahallesi İlimtepe Mevkii Bin 10 Adet Konut, 24 Adet Dükkân ve Bir Adet Cami İnşaatları ile Altyapı ve Çevre Düzenlemesi İşi: 259 milyon TL (Ağustos 2021) (https://www.birgun.net/haber/1-9-milyar-tllik-ihale-aldi-kar-beyan-etmedi-563514)        ***

Madenciler yalın ayak Meclis'e yürüyor

Fernas Madencilik işçilerinin Manisa'nın Soma ilçesinden Ankara’ya başlattıkları yürüyüş devam ediyor. Ankara'nın Polatlı ilçesine doğru yürüyen işçiler, iş güvenliği ve düşük ücretleri protesto etmek amacıyla yürüyüşlerine yalın ayak olarak ediyor.(https://www.birgun.net/haber/madenciler-yalin-ayak-meclis-e-yuruyor-563469)

                                                                     ***

Şimşek’in yalanı İstanbul’da söndü.

Enflasyonun nedenini çalışanların aldığı ücret olarak açıklayan iktidar anlayışına İstanbul’dan yalanlama geldi. Şimşek’in söylemlerinin aksine İstanbul’da eylül ayı enflasyonu 5 ayın rekorunu kırdı.(https://www.birgun.net/haber/simsekin-yalani-istanbulda-sondu-563565)

                                                                     ***

MUÇEV’in Göcek liman projesi iptal
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Muğla Çevre Vakfı (MUÇEV) Turizm Ticaret Anonim Şirketi’nin Fethiye Göcek’te yapmayı planladığı “Yat Yanaşma ve Bağlanma Yeri Projesi”ni ‘’ilgili mevzuat bakımından uygun olmadığı’’ gerekçesiyle ÇED sürecini sonlandırdığını duyurdu.(https://www.birgun.net/haber/mucevin-gocek-liman-projesi-iptal-563491)

                                                                   
(BİRGÜN)

                                                                   



1 Ekim 2024 Salı

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -1/Ekim 2024-

 

Bizim program ne yana düşer usta? -Ercan Uygur-

Hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor. Ancak, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz.

Program dediğim, istikrar programı. Türkiye gibi yüksek kronik enflasyon ülkelerinde uygulanmak istenen “istikrar” programıdır. “Enflasyonu düşürme programı” veya bazen söylendiği gibi, “dezenflasyon programı” demek uygun değildir.

Çünkü, bizimki gibi ülkelerde yüksek kronik enflasyonla rayından çıkmış olan yalnızca genel ve göreli fiyatlar değildir. Yapısal sorunlar; kamu, özel ve dış dengesizlikler; eşitsizlikler hep artmıştır. Bu nedenle istikrar programında yapısal reformlar, cari denge, kamu kesimi dengesi, gelir dağılımı gibi konular da gündeme gelir.

İstikrar programında amaç, fiyat istikrarı yanında bu dengeleri de sağlayacak kalıcı genel istikrara ulaşmaktır. Başta ABD ve AB, gelişmiş batı ülkelerinde enflasyon geçici bir sorun olarak algılandığı için, enflasyonu düşürme programları vardır. Bu programlarda diğer sorunların, dengesizliklerin pek sözü edilmez.

Bu yazıda ilk amacım Türkiye’de uygulanan “programın” ne türden bir program olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Hemen belirteyim; program denilen, geçmiş bir-iki yılın gerçekleşmelerini ve gelecek üç yılın tahminlerini (kamu kesimi için hedefleri) kapsayan “Orta Vadeli Program”dır (OVP). Daha önceki yıllardan farklı bir belge değildir.

İkinci amacım, türünü de dikkate alarak, programın aksayan yanlarını, daha doğrusu genel tanıma uymayan yönlerini irdelemektir. Bu irdelemeden sonra enflasyonun ve bazı dengesizliklerin geleceği konusunda değerlendirmeler yapmaktır.

Üçüncü bir amaç da son günlerde çok gündemde olan İsrail’in uyguladığı istikrar programından söz etmek. İsrail-ABD ilişkisinin niteliğini de uygulanan programı da çok iyi açıklıyor.

Ortodoks ve heterodoks istikrar programları

İstikrar programlarını kabaca iki gruba ayırabiliriz. Birinci grupta ortodoks, ikinci grupta heterodoks programlar vardır. Türkiye’deki program hangi gruba veya türe giriyor? Soruya yanıt vermek için ortodoks ve heterodoks programları tanımlayalım.

Ortodoks istikrar programı sıkı bir maliye ve sıkı bir para politikası ile uygulanmaya başlanır. Bu programların bazılarında, ek olarak, önceden ilan edilmiş bir döviz kuru patikası da vardır. Bu patika sabit kur şeklinde de olabilir.

Bu programlarda döviz kuru nominal çıpadır. Ancak kur patikasını veya çıpasını sürdürmek için yeterli resmi döviz rezervi olmalıdır.

Bazı ortodoks programlarda ise, ek olarak, önceden ilan edilmiş bir para/faiz veya kredi patikası da vardır. Bu gibi programlarda döviz kuru dalgalanmaya bırakılabilir. Bazı programlar ise karma patikalar içerebilir; örneğin kur patikası yanında kredi patikası da yer alabilir.

Heterodoks istikrar programları, ortodoks politikaları aynen içerir. Bu programlarda ek olarak fiyatlar ve ücretler için de patikalar da vardır. Bu patikalar sabit kalabilir; fiyatlar ve ücretler dondurulabilir. Buna kısaca gelirler politikası diyoruz. 

Heterodoks programlardaki gelirler politikası için üç toplumsal taraf; hükümet, işçi sendikaları ve işveren örgütleri programın koşulları ve uygulanması üzerinde anlaşmışlardır. Bu anlaşmadan sonra fiyat ve ücret patikaları belirlenir.

Heterodoks politikaların ortodoks bölümünde genellikle kur patikası da vardır. Öyleyse heterodoks programlarda döviz kuru, ücretler, kamu fiyaları ve özel fiyatlar olmak üzere üç patika yer alabilir. 

Heterodoks istikrar programı, özellikle kronik yüksek enflasyonun olduğu ülkeler için daha uygun görülür. Çünkü hetorodoks politikalarla daha kolay, daha hızlı ve daha az maliyetle sonuç alınabilir. Nedeni şudur: 

Kronik yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde enflasyon katılığı vardır. Bu katılık iki şekilde oluşabilir. Birincisi, fiyat ve ücretlerde sıkça geriye doğru endeksleme yapıldığı görülür. İkincisi, beklentilerde katılık vardır; enflasyon beklentileri kolay düşmez.

Enflasyon beklentilerinin hızlı düşmeyip katılık taşıması uygulanan ortodoks programa güvensizliğin ifadesidir ve iki nedeni vardır.

1) Geçmişte enflasyonu düşürmek için uygulanan politikalar başarısız olmuştur, yeni programın da başarısız olacağı düşüncesi yaygındır.

2) Programı uygulayan hükümetin açıklanan döviz kuru patikasını değişik nedenlerle sürdürmeyeceği veya sürdüremeyeceği düşünülebilir. Bunun da önemli bir nedeni siyasidir; hükümet daha çok oy almak için açıkladığı sıkı maliye ve para politikalarını gevşetebilir. Bu durumda ortodoks program çöker.

İşte bu nedenlerle kronik yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde heterodoks istikrar programları tercih edilebilir. Ancak bu tercih için daha başlangıçta, uygulama başlamadan, program için toplumsal mutabakata varılmış olmalıdır.

Türkiye’de uygulanan programın türü

Yukarıdaki anlatımdan, hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Çünkü programın uygulanması için bir toplumsal mutabakat söz konusu bile olmamıştır.

Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor.

Peki, uygulanan program ortodoks mudur? Bu soruya da evet demek zor. Birkaç nedeni var.

1) Programın ortodoks olması için daha başta sıkı bir maliye politikasının olması gerekirdi. Siyasi nedenlerle böyle olmadı. Önce Mart 2024 yerel seçimlerini kazanmak için, sonra da “itibar” sağlamak için hükümet harcamaları olabildiğince arttırdı. Ortodoks politika için gerekli bir koşul olan sıkı mali politika olmadı ve yok.

2) Programın nominal çıpası döviz kurudur, ancak bir kur patikası da yoktur. Bu açıdan bir belirsizlik vardır. Bu nedenle kurun seyri konusunda çok farklı tahminler yapılıyor. Bu da önemli belirsizlik yaratıyor.

3) Döviz rezervleri yükselmiştir ama, bu rezervler oldukça istikrarsız olan portföy hareketleri ve swaplarla oluyor.

Bu eksikler bu eksikler programın maliyetini çok arttırmıştır.

1) Bir yandan mali bedel neredeyse tümüyle dar ve sabit gelirlilere yıkılmış durumdadır. Bu insanlar açlık ve yoksulluk sınırlarındadırlar.

2) Program büyük ölçüde yüksek faize ve döviz kuru baskılamasına dayanıyor. Bu politikanın sürmesi de üretimin ve istihdamın yavaşlaması anlamına geliyor.

3) Program, “itibar” ve tarikat harcamalarının kısılması yerine, eğitim ve sağlık alanlarında kısıntılar yapıyor. Bedeli çok ağır olan yapısal sorunları daha da arttırıyor. Halbuki IMF’nin ortodoks programları bile eğitim ve sağlıkta kısıntıya karşı olmaya başladı.

Kısacası, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz. İşte bu nedenle yazının başlığında “Bizim program ne yana düşer usta?” sorusunu sordum.

İsrail’de heterodoks istikrar programı

Enflasyon İsrailde 1984’te yüzde 445’e varıyor. Aynı yıl temmuz sonunda yapılan genel seçimde soldaki İşçi Partisi ile sağdaki Likud Partisi çok yakın oylar alıyorlar. Her iki tarafın da hükümet kurması zorlaşınca, bir büyük koalisyon, bir uzlaşma hükümeti kuruyorlar. Razin (2018, Bölüm 1).

İstikrar programı uygulaması için hükümete baskılar artıyor. İlginç bir baskı, daha yeni İsrail hükümeti kurulmadan, ABD’den geliyor. Reagan hükümetinin dışişleri bakanı olan George Shultz, ABD’deki İsrailli bazı iktisatçıları toplayıp İsrail için bir istikrar programı hazırlamalarını istiyor.

Schultz şöyle diyor: “İstikrarsız, zayıflamış, hatta enflasyon nedeniyle çöküntüye giden bir İsrail istemiyoruz.” Güçlü bir İsrail istediklerini belirtiyor. Fischer (1995)

İsrail hükümeti öncelikle ABD’nin ne kadar parasal yardım yapacağını merak ediyor ve Stanley Fischer’e soruyor. Fischer de soruyu Schultz’a aktarıyor. Schultz’un yanıtı: “Gerektiği kadar.” Fischer şaşırıyor ve “Parayı alıp istikrar programını uygulamazlarsa ne olacak? Koşullar veya ön koşullar yok mu?” diyor.

Schultz şöyle diyor: “Kendilerine söyle, eğer dediğin gibi parayı alıp programı uygulamazlarsa, buna benzer bir sonuç ortaya çıkarsa, beni çok üzmüş olurlar. Onlar benim ne demek istediğimi anlarlar.” Fischer (1995).

İsrail’in istikrar programı 1985’in Temmuz başında açıklanıyor. Bu program heterodoks bir programdır. Programın iki ortodoks özelliği vardır. Birincisi, başta subvansiyonlar, kamu harcamalarının hızla azaltılması, bütçe açığının bir yıl içinde sıfıra yaklaştırılmasıdır.

İkincisi, merkez bankasının bütçe açıklarını parasal genişleme ile karşılamamasıdır. Daha da önemlisi, krediler için bir üst sınır belirlenmesidir.

Programın heterodoks özellikleri de şöyledir: Birincisi, üç toplumsal taraf; hükümet, işçi sendikaları ve işveren örgütleri programın koşulları ve uygulanması üzerinde anlaşmışlardır. İkincisi, bu anlaşma çerçevesinde başta yapılan bir ayarlamadan sonra fiyatlar ve ücretler dondurulmuştur.

Benzer şekilde döviz kuru, başta yapılan bir devalüasyon sonrasında, sabitlenmiştir. Fischer (1995), ABD tarafının özellikle fiyat sabitlemesinden hiç hoşlanmadığını bildiriyor.

Büyük ABD desteği ile de olsa İsrail istikrar programını uyguladı ve 1990’lara gelindiğinde enflasyonu tek hanelere indirmiş, gelişmiş ülkeler ile benzer konuma gelmişti.

İsrail, küreselleşme sürecinden yararlanmak için gerekli koşul olan enflasyonu düşürdü, istikrarı sağladı. Razin’in (2018, Bölüm 2 ve 3) açıklamasına göre İsrail iki önemli koşulu daha sağladı.

1) İyi eğitilmiş, nitelikli işgücü yetiştirdi. Böyle bir işgücü ile yeni teknolojilere uyum sağlayabildi. “İsrail baştan beri en iyi eğitimi vermeyi amaç edinmiş bir ülkedir.”

2) Teknolojiyi öne çıkaran yatırımlara olanak ve destek sağladı.

İsrail’in son dönemde yaptıkları bu konuda yeterince açıklayıcı olmalıdır.

Kaynakça

---------------

Fischer, Stanley (1995) “Recollections of the United States Role in the Israeli Stabilization Program”.

Razin, Assaf (2018) Israel and the World Economy: The Power of Globalization. MIT Press, Boston

                                                                           /././

Dört gündür kayıp olan Rojin Kabaiş'in babası konuştu: Kızımın yurda gelmediğini geç haber verdiler, şikâyetçiyim -Candan Yıldız-

Rojin’in babası Nizamettin Kabaiş: Van Yüzüncü Yıl Yurdu, kızımın yurda dönmediğini bize ve emniyete geç haber verdi.

Kayıp çocuklar, kayıp genç kızlar…

Diyarbakır-Tavşantepe köyünde öldürülen 8 yaşındaki Narin Güran’ın aranma aşamasını hatırlayacaksınız…

“Allah nasip ederse kısa bir zamanda Narin'imize ulaşacağız" diyen İl Jandarma Komutanı’nın dediğinin tam aksi oldu. Yalan yanlış ifadeler, yanlış yönlendirmelerle zaman kaybedildi. Tam 19 gün…

Narin Güran’ın cansız bedeni bulundu.

19 gün uzun bir süre… Ve bu tür olaylarda zamanın, gerçeğin ortaya çıkması aleyhine nasıl işlediğini gördük.

Çünkü zaman ne kadar uzarsa olası delillere ulaşmak zorlaşıyor, delillerin niteliği zayıflıyor.

Narin’in kaybolduğu gün öldürüldüğü adli tıp raporuyla kesinleşti. 19 gün cansız bedeni suda bekletilen Narin’i kim ya da kimlerin öldürdüğü bir türlü bulanamıyor. Çünkü bulguların önemli bir kısmı kaybolmuş.

Zamana karşı yarışılması gereken bir olay da Van’da meydana geldi.

Rojin Kabaiş, Diyarbakır Hazrolu…

Rojin Kabaiş

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü’nü bu yıl kazandı.

Kaydını yaptırdığı üniversitenin yurdunda kalmak için 25 Eylül’de Van’a geldi. Yurda yerleşti.

Ancak 21 yaşındaki Rojin Kabaiş üniversite eğitimi için geldiği ilde üçüncü gün kayboldu.

27 Eylül akşamı saat 18.30 civarı son olarak annesiyle konuştu. Annesi kızını aradı. Rojin Kabaiş annesine üniversite kampüsü içindeki markete gideceğini söyledi.

Babası Nizamettin Kabaiş

Sonrasını kızını aramak için ailesiyle birlikte Van’a gelen, telefonda konuştuğum baba Nizamettin Kabaiş’ten dinleyelim.

“Annesi aramış, annesine marketten kahve alacağını söylemiş. Ama o gece gelmemiş yurda… Yurt bize ertesi gün saat 11:45’te haber verdi. ‘Kızınız yurda gelmemiş, haberini var mı, bir akrabanızda kalmış olabilir mi’ diye… Ben de neden geç haber verdiniz dedim. Yurt yönetiminden şikâyetçi oldum. Emniyete de geç haber vermişler.”

Baba Kabaiş’in altını çizdiği nokta önemli… Zira yurdun yönergesine göre “Yurt İşletmesinde 24 saat hizmet esastır. Bu nedenle yeteri kadar nöbetçi memur bulundurulur.”Saat 18.00 civarında yurttan çıkıp markete gittiğini söyleyen Rojin Kabaiş’in gece yurda dönmediği fark edilmedi mi? Fark edildiyse neden 10-11 saat sonra haber verildi?

Bütün bu gecikmeler, zamanın aleyhe işlemesine hizmet etmiyor mu?

Rojin Kabaiş’ten haber alınamadığı bilgisi hafta sonuna denk geldiği için soruşturma dosyasına nöbetçi savcı bakıyor.

Kamera kayıtlarına göre Rojin Kabaiş, üniversite kampüsü içinde kalan Van Gölü sahiline giderken görülüyor. Ama gidiş var dönüş yok. Dönüşe ilişkin bir kayıt yok.

Rojin Kabaiş'e ait telefon, kulaklık, pet şise ve kek

Baba Nizamettin Kabaiş, kızına ait telefon, kulaklık, plastik su şişesi ve bir adet kekin öğrenciler tarafından bulunduğunu söyledi.

“Markete gitmemiş anlaşılan, belki dönüşte alacaktı kahveyi… Oda arkadaşı müdürlerle konuşmuş. Rojin’in ‘Sahile gidelim, çakıl taşı toplayalım’ dediğini söylemiş. Ancak yorgun olduğu için arkadaşı Rojin’le gitmemiş. Kızım 19.05 gibi üniversite bahçesinde geziyormuş. Ayağında terlik, üzerinde eşofman varmış. Gittiği göl kenarının etrafı tellerle çevrili ama bir noktada tellerle, tellerin dışındaki alan arası açık. Çünkü yaz aylarında su çekildiği için oradan giriş çıkış yapılması mümkün. Zaten kızımın eşyaları da oraya yakın bir yerde bulunuyor.”

Babanın tariflediği noktanın ilerisinde bir köy varmış… Ama kimseyi zan altında bırakmak istemediğim için köyün adını şimdilik yazmayacağım.

Rojin'in yerleştiği KYK Yurdu

Baro Başkanı: Oda arkadaşlarının bile ifadesine başvurulmamış, telefon incelemesi bile daha yapılmamış

Ancak Van Barosu Başkanı Sinan Özaraz’ın dikkati çektiği şu nokta önemli.

“Etkili bir arama yok. Nöbetçi savcılık baktı dosyaya şu ana kadar. Pazartesi belli oldu asıl savcı. Başsavcılıkla görüşecektik ama ani bir işi çıktığı için görüşmemiz Salı gününe kaldı. Aramalar olay yeri ile sınırlı kalmamalı. Rojin gölün üniversite kampüsünün içinde kalan bölümü ile köyün çakıştığı noktada kaybolmuş. Şu ana kadar oda arkadaşlarının bile ifadesine başvurulmamış. Temel sıkıntı şu. Narin olayında da gördük. Bu tür olaylarda zamanla yarışıyorsunuz. Bu nedenle etkili arama noktasında eksiklik gördük. Telefon incelemesi bile daha yapılmamış.”

Rojin Kabaiş’in ailesi her gün kızının kaybolduğu bölgeye gidiyor. Baba Kabaiş, gölde aramaların akşam saatlerine kadar sürdüğünü söyledi.

Kimseyle husumetlerinin olmadığını ifade eden baba Kabaiş’e kızının sevgilisinin olup olmadığını, Diyarbakır’da herhangi biri tarafından rahatsız edilip edilmediğini de sordum.

Öyle bir durumun söz konusu olmadığını ifade etti.

Üniversiteyi bu yıl kazanan Rojin Kabaiş’ten 27 Eylül Cuma akşamından bu yana haber alınamıyor.

Zaman hızla ilerliyor.

Van Barosu Başkanı’nın ifade ettiği gibi etkili, seri ve geniş arama söz konusu olmadığında zaman Rojin Kabaiş’in aleyhine işliyor.

                                                            /././

Bahçeli ile Sinan Ateş cinayeti sanığı Demirbaş’ın cümlelerindeki benzerlik! -Candan Yıldız-

Halk TV, CHP ve dört gazeteci tehditlerin odağındaydı

Sinan Ateş cinayet davası MHP’nin tansiyonunu yükseltti. Karar duruşmasına doğru CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, isim vermeden ama herkesin malumu, MHP’li iki genel başkanı yardımcısının yargılanması gerektiğini söylemesi Devlet Bahçeli’nin de tansiyonunu çıkardı. O isimlerin kim olduğunu sağır sultan biliyor. Ateş ailesinin de işaret ettiği iki isim anlaşılan Devlet Bahçeli’nin kırmızı çizgisi…

İktidarla uyumlu muhalefet isteyen Cumhur İttifakı’nın ortağı Bahçeli Özgür Özel için daha önce “CHP'ye renk kattı ama hangi renk olduğu önemli” dedi. Rengi de belirledi, pembenin yakıştığını söyledi.  Ama ne zamanki Özel, MHP Genel Başkan Yardımcısı iki ismin yargılanması konusunda açıklama yaptı, Bahçeli için Özel birden düşman oldu. “Organize Pensilvanya operasyonu çekenlere Ülkü Ocakları ve MHP’yi çiğnetmem. Halk TV ve CHP ayağınızı denk alın. Özgür Özel, iddiaların şahsın gibi çürüktür. Kapımızın önünde baykuş öttürmeyiz. 4 soytarı muhabir ile MHP'yi sorgulayamazsınız!"

MHP lideri “Kapı önünde baykuş öttürmeyiz” derken Sinan Ateş cinayeti davasının partisi için uğursuzluk getirdiğini de kabul etmiş oldu. Gerçi baykuşla ilgili inanışlar farklı… Kimi inanışa göre bilgi ve bilgeliğin sembolü…

Bahçeli “MHP’yi sorgulatmayız” derken otoriter ve biat isteyen siyasetlerinin gerçek gazetecilik faaliyetine izin vermeyeceğini de duyurmuş oldu. MHP iktidarında gerçek gazetecilik yapılmasına izin vermeyeceğiz demek istedi.

Ama muhalefet ve basına ayar veren konuşmanın tonu bu kez daha sertti. “Kanat çırpan akbabaların kanatlarını koparmaktan” söz etti Bahçeli. Dört muhabir demesi aslında Sinan Ateş cinayetini takip eden bütün gazetecilere bir gözdağı… Bahçeli, daha önce de 154 kişilik bir listeyi yakın takibe aldıklarını duyurmuştu. Bence MHP liderinin konuşmasındaki en dikkat çeken nokta, Sinan Ateş cinayeti davasında tetikçi Eray Özyağcı’yı kaçırdığı iddia edilen, eski MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un Ankara’da kullandığı evde yakalandığı polis tutanaklarına geçtiği konuşulan, bugün tutuklu yargılanan Tolgahan Demirbaş’ın dünkü mahkeme ifadeleriyle örtüşmesi…

Sincan Cezaevi yerleşkesinde görülen dünkü duruşmayı takip eden gazeteci Barış Pehlivan Tolgahan Demirbaş’ın ifadelerini paylaştı.

 “Halk TV’de 4 tane, tek amaçları Türkiye düşmanlığı olanlar operasyon gazeteciliği yapıyor. Üzerine gidince de ‘yok, bizi hedef gösterdiler’ diyorlar. Ben bu ülkeye hizmet etmiş sporcuyum. Ülkü Ocakları’nı terörize göstermek için yapıyorlar. Ben varsayım tutuklusuyum.”

Tetikçi Eray Özyağcı da gazeteciler Barış PehlivanMurat Ağırel ve Timur Soykan’ı eli ile tetik işareti yaparak tehdit etmiş

Mahkeme başkanı Özyağcı hakkında tutanak tutularak hukuki işlem yapıldığını söylese de Özyağcı demir parmaklıklar ardında… Ama uzantıları dışarıda… Bu tehditlerden sadece MHP sorumlu değil, MHP’nin büyük ortağı AKP de en az MHP kadar sorumlu. Ortağının tehditlerinin sonuçları iktidar partisini de bağlıyor. Mesele kişisel bir mesele değil. Bu hukuk ve hukuksuzluğun mücadelesi. Gazetecilerin tehdit edildiği siyasal iklim, herkesin sorunu…

                                                   /././

Narin soruşturmasında baz verilerinden çıkan iki kişi kim? -Tolga Şardan-

Baz istasyonlarındaki HTS veri kayıtları “daraltma” uygulamasıyla analiz edildi ve olay yerinde olan ancak bugüne kadar kim oldukları bilinmeyen “iki kişi”ye ulaşıldı! Bunlar, Salim Güran’ın aracında bulunduğu ancak ağabey Enes Güran’la beraber araçtan indirilen iki genç olmasın? İddiaya göre bu iki genç, Narin’in öldürülmesinde görgü tanığı ve ağabey Enes’in arkadaşları


Dere kenarında cansız bedeni bulunan Narin Güran’la ilgili cinayet soruşturmasında 40 gün geride kaldı.

Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyü’nde 21 Ağustos öncesinde yaşananlar, henüz tam anlamıyla aydınlatılabilmiş değil.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın koordinesinde yürütülen adli soruşturma devam ediyor, yeni gelişmeler yaşanıyor.

İfadelerine başvurulanlar var. Olay yerinden halen delil toplanıyor. En son Narin’in evindeki halıya kriminal inceleme yapılmak amacıyla el konuldu.

Halıda yapılacak incelemede Narin’in yanı sıra başkalarına ait vücut sıvısı bulgusu aranacak.

O günden bugüne halının üzerinde olması beklenen izler ve emareler kalmış mıdır, ayrı konu elbette!

Büyüteç’te 17 Eylül’de “Narin’in amcasının aracında ağabeyi Enes de var mıydı, diğer iki genç nerede?” başlıklı yazıyı kaleme aldım.

Linkini bıraktığım yazıda soruşturmada elde edilen ve o gün için henüz kamuoyuna yansımamış bulguları paylaştım.

Özellikle amca Salim Güran’ın aracında bulunduğu anlaşılan ancak sonra sırra kadem basan iki kişinin akıbeti konusunda bir gelişme olmadı.

Sürpriz delil nereden çıktı?

Fakat, bu konuda yeni bilgilere ulaştım; aktarayım.

8 yaşındaki Narin’in katledildiğinin ortaya çıkmasıyla birlikte savcılık, adli soruşturmada gereken delillerin bulunması için geç de olsa harekete geçti.

Yapılan araştırmalardan birisi belki de en önemlilerinden olanı, zavallı miniğin cansız bedeninin bulunduğu günden öncesine ait şüphelilerin kullandığı cep telefonlarının sinyal bilgileri kuşkusuz.

Tek başında delil olmamakla birlikte adli soruşturmaların yön değiştirmesini ya da somutlaştırılmasını sağlayan deliller arasında HTS kayıtlarının incelenmesi ve veri analizi yapılması.

Bu çerçevede, savcılık talimatıyla gerek tutuklu gerekse serbest bırakılan tüm şüphelilerin HTS kayıtları soruşturmayı yürüten jandarma tarafından resmi olarak elde edildi ve analize tabi tutuldu.

Aldığım bilgiye göre; işte bu aşamadan sonra bu kez farklı bir işlem yapıldı.

Olayın yaşandığı bölgede ve yakınlarındaki cep telefonu iletişimini sağlayan üç firmanın baz bilgileri üzerinde “baz verileri üzerinde daraltmış analiz” yapılınca iki yeni kişinin varlığı ortaya çıktı.

Bu işlemi şöyle özetlersem daha anlaşılır olacak sanki:

Ülke genelinde cep telefonları ve internet üzerinden iletişimde servis sağlayıcı hizmetini veren üç firma var bilindiği üzere.

Bu üç firmanın da Tavşantepe Köyü’ndeki cep telefonu abonelerinin iletişimini sağlayacak baz istasyonları, yani kuleleri var.

Her üç firmaya ait istasyonların kendi içlerinde de belirli görüşme kota sayısı mevcut. Abonenin yaptığı telefon görüşmesi veya internet kullanımı sırasında sinyalleri, kendi servis sağlayıcı firmanın kotasını aşması halinde diğer boş kotaya sahip firmanın baz istasyonuna düşüyor. Böylelikle kendi servis aldığı firmanın yerine diğer şirkete ait baz istasyonunu o an için geçici olarak kullanıyor.

Mesela deprem olayları sonrasında yaşanan yoğunluk bu şekilde aşılıyor.

Narin’in katledilmesi olayı sonrasında adli kolluk görevindeki jandarma, savcılık talimatıyla aldığı baz istasyonlarındaki HTS veri kayıtlarını bu kez “daraltma” uygulamasıyla analiz etti.

İşte bu analiz sonucunda; olay yerinde olan ancak bugüne kadar kim oldukları bilinmeyen “iki kişi”ye ulaşıldı!

Şimdi geriye dönelim; 17 Eylül’deki Büyüteç’te konu ettiğim Salim Güran’ın aracında bulunduğu ancak ağabey Enes Güran’la beraber araçtan indirilen ve olayla ilgili oldukları değerlendirilen iki geç, varlıkları yeni tespit edilen iki kişi olmasın?

Bu iki genç; iddiaya göre, Narin’in öldürülmesinde görgü tanığı. Ağabey Enes Güran’ın arkadaşları.

Anne Yüksel Güran, ağabey Enes Güran

Gizli tanık iddiası

Bu arada soruşturma çerçevesinde “gizli tanık” bulunduğu iddiası gündeme geldi.

İddiayı gündeme getiren gazeteci Sözcü’nün Diyarbakır muhabiri Özgür Cebe. Gündem arasında kaynadı, ancak soruşturma kapsamında iki kişinin gizli tanıklık yaptığı iddiası var.

Hatta bu konuda, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de bir ekibini Diyarbakır’a gönderdiği biliniyor. Fakat, gizli tanık işlemleri, soruşturmayı yürüten adli kolluk olması sebebiyle Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki Tanık Koruma Şubesi’nce yürütülüyor.

Gizli tanıkların verecekleri bilgiler soruşturmanın seyrini değiştirebilecek nitelikte zannımca.

Aksi takdirde zaten gizli tanık uygulamasının geçerliliği olmaz. İfadeleri henüz kamuoyuna yansımadı. Savcılık soruşturmasının tamamlanmasıyla birlikte günışığına çıkacak cinayetle ilgili anlatımları.

Ağabeyin anlatımları ikna etmedi

Diğer yandan, Narin’in öldürülmesi soruşturması çerçevesinde tutuklanan ağabey Enes Güran’ın köye neden geldiği konusunda adli makamları ikna edemediği bilgisi mevcut.

Ağabey Güran, dosyaya giren ilk ifadesinde, her ne kadar ağabeyinin askere gidecek olması ve akrabalarının düğünü için Malatya’dan 20 Ağustos’ta köye geldiğini açıklasa da gözaltına alındığında yapılan mülakatta köye gelişi konusunda soruşturma makamlarını ikna edemedi.

Kaldı ki, ağabey Baran Güran’ın olayın çözülmesi için Diyarbakır Barosu’ndan yardım istediğini hatırlatayım.

Ayrıca, şüphelilerin tamamına DNA testi yapıldı, bilindiği üzere. DNA testlerinin sonuçları henüz kamuoyuyla paylaşılmadı. Ancak, özellikle ağabey Enes Güran’la ilgili sonucu bu satırların yazarı olarak merak ediyorum doğrusu.

Çünkü, Enes Güran’ın zaman zaman uyuşturucu kullandığı iddiası gündemde. Ayrıca, tutuklu amca Salim Güran’ın da yeğeni Enes Güran’a kimi zaman harçlık verdiği bilgisi var.

Bu bilgilerin bütünleştirilmesi, olayın aşama kaydetmesine yol açabilir.

İfadelerin sızma krizi ve iki bakanlık arasındaki soğukluk

Narin Güran’ın öldürülmesiyle çerçevesinde bir bilgi daha verip yazıyı bitireyim.

Soruşturmayla ilgili ilk andan itibaren şüphelilerin savcılıkça alınan ifadelerinin “bir şekilde” kamuoyuna yansıması iki bakanlık arasında adı konuşmamış krize neden oldu.

Hatta bu krizi, bakanlık bürokrasisinin dışında bakanlar düzeyinde düşünmek mümkün.

Şöyle ki, ilk günden itibaren ifadeler ve metinlerin, iktidar yanlısı veya muhalif medya ayrımı olmaksızın sızması İçişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nı karşı karşıya getirdi.

Gerek soruşturmanın içeriği ve ulaşacağı boyut, gerekse nasıl sonuçlanacağı bir kenara, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile Adalet Bakanı Yılmaz Tunç arasında, ben “limonilik” diyeyim, siz “kriz” diye nitelendirin ancak “soğukluk” var bir süredir.

Soğukluğun olası gerekçesi kamu güvenliğinin sağlanmasında yeknesaklığın olmaması gibi duruyor. Ama arkasında başka bir gerekçe var mı, henüz bilmiyorum.

Büyüteç’te bir önceki yazıda konu ettiğim, “polis yakalıyor, adliye bırakıyor” meselesi gibi duruyor şimdilik.

Şimdi size bir tablo aktarayım; Narin’in cansız bedeninin bulunmasıyla birlikte oluşacak toplumsal tepkide tansiyonu düşürmek amacıyla kabinenin üç önemli ismi Diyarbakır’a gitti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, kente giderek Vali Murat Zorluoğlu başta olmak üzere savcılık ve adli kolluk yetkililerinden bilgi aldı.

Sonrasında valilikte basın açıklaması yapılması gerekti. Olayın asıl muhatabı Adalet Bakanı Tunç, yapılacak açıklamanın hazırlığını yaparken iki bakanla birlikte metin hazırlığına girişti.

Valilik yetkilileri ve bakan danışmanlarının gözü önünde cereyan eden anlarda, İçişleri Bakanı Yerlikaya, diğer bakanlardan uzak kalmayı tercih etti. Tunç ve Göktaş, basının karşısına çıkacak metin üzerinde çalıştılar.

İddiaya göre, Yerlikaya ile Tunç, ifadelerin kamuoyuna yansıması konusunda karşı karşıya geldi. Yerlikaya, savcılıktan ve Ankara’dan ifadelerin medyaya ulaştırıldığını, Tunç ise jandarmadan sızdığını gündeme getirdi. Böyle bir gerginlik yaşandı valilikte.

Bu yaşananlardan sonra geçen haftaya dönelim.

İstanbul’da polis memuru Şeyda Yılmaz, hakkında 26 ayrı suç dosyası bulunan Yunus Emre Geçti tarafından şehit edildi. Hem de kendisine müdahale eden polis memurunun silahını elinden alarak.

Olay ülke genelinde infial yarattı. İki bakanlık bir kez daha karşı karşıya geldi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, üst perdeden kamuoyu paylaşımı yaparken Adalet Bakanlığı, taziye mesajları dışında sessiz kalmayı tercih etti.

Ancak ertesinde beklenmedik bir bilgi kamuoyuna yansıdı. Üstelik hem polis teşkilatını hem de Bakan Yerlikaya’yı zor durumda bıraktı bu bilgi.

Hakkında adli kontrol kararı bulunan ve polis merkezine giderek imza vermesi gereken katil zanlısı Geçti’nin son dönemde imza vermediği ve bu durumun da polis tarafından savcılığa bildirilmediği bilgisi gündeme düştü.

İçişleri Bakanlığı’nın açıklamadığı bu bilgi, nasıl olduysa iktidara yakın televizyon kanalları ile belli başlı gazetelere ulaştırıldı.

Hangi kanal üzerinden bilginin paylaşıldığını söylemeyim; siz bulun!

                                                                /././

                                                  T24 - GÜNDEM

“Erdoğan’ı ayakta karşılama” kararı CHP’yi böldü: Vekillerin bir bölümü içeri girmedi, 6 vekil ayağa kalkmadı

chp meclis
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM Genel Kurulu’nda ayakta karşılanması kararı CHP grubunu böldü. CHP’de, 127 vekilden yarısından fazlası Genel Kurul salonuna girmeyerek karara tepki gösterirken, içeri giren vekillerden 6'sı karara uymadı ve ayağa kalkmadı.(https://t24.com.tr/haber/erdogan-i-ayakta-karsilama-karari-chp-yi-boldu-vekillerin-bir-bolumu-iceri-girmedi-7-vekil-ayaga-kalkmadi,1187168)
                                                          ***

Özel'den "Genel Kurul'da Erdoğan'ı ayakta karşılama" açıklaması: Makama saygısızlık yapmadık

"Herkes girecek, ayağa kalkacak diye bir zorlamamız olmadı, ‘Biz böyle davranacağız’ diye gruba bildirilmişti"

Araştırma: CHP’nin iktidarda olmasını ve Özgür Özel’in Türkiye’yi yönetmesini ister misiniz?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Meclis Genel Kurulu'na girişi sırasında CHP grubu olarak ayağa kalkmalarına ilişkin gelen eleştirilere yanıt olarak, "Makama saygısızlık yapmayacağımızı daha önce defalarca söylemiştik" dedi.(https://t24.com.tr/haber/ozel-den-genel-kurul-da-erdogan-i-ayakta-karsilama-aciklamasi-makama-saygisizlik-yapmadik,1187182)
                                                            
(T-24)