Cumhuriyet tarihimizin en utanç verici, insanlık dışı olaylarından
biridir Asteğmen Kubilay’ın Menemen’de vahşice katledilmesi…24 yaşında
gencecik bir insan, bir Cumhuriyet çocuğu, yobaz vahşetinin kurbanı
olmuştur. Bu yüzden Kubilay, Cumhuriyet devrimlerinin sembolüdür.
Yobazlığa karşı çağdaşlığın, karanlığa karşı aydınlığın, cehalete karşı
bilimin, şeriata karşı laikliğin anıtıdır.
Kubilay’ın nasıl katledildiğini anlatmadan önce hangi devrimlerin
gerçekleştirildiğini anlatmak gerekiyor. Zira Kubilay’ın öldürülmesi bu
devrimlere karşı yobazların tepkisinin sonucudur. Cumhuriyetin ilan
edilmesini, halifeliğin kaldırılmasını, şapka devrimini, Medeni kanunla
Türk kadınının özgürleştirilmesini, Tekke ve zaviyelerin kapatılmasını,
harf devrimini hazmedemeyen yobazlar, intikamını Kubilay’dan
almışlardır. Bahaneleri de hazırdır.. ”Din elden gidiyor…”
Kubilay’ı öldüren Derviş Mehmet Kimdir?
Menemen olayının baş aktörü derviş Mehmet’le ilgili bugüne kadar
”Kubilay’ın katili” dışında pek bir şey yazılmadı. Kim olduğu, nerede
doğduğu, ne iş yaptığı konusunda bilgiler kısıtlı… Oysa derviş Mehmet’in
hayatına baktığımızda böyle vahşi bir cinayeti nasıl işlediğini
rahatlıkla görebiliriz.
Derviş Mehmet Akhisar’da doğmuş bir Girit göçmenidir. Gerçek ismi
Mehmet Bedavakidir. Menemen olayı yargılamalarında 33 yaşında olduğu
yazılıdır. Faili meçhul bir cinayete kurban olan berber Hasan’ın
oğludur. Çocukluğunda babasının yanında berberlik yapmış, sonra
meyhanecilik, bekçilik, nikah dairesi memurluğu, çiftçilik gibi çeşitli
mesleklerde çalışmıştır. Akhisar’dan Manisa’ya taşındığında iki
çocuğunun annesi olan ilk eşinden boşanır. Paşaköy’de kadı Osman kızı
Elifle ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten de Abdullah isminde bir
oğlu olur.
Kurtuluş savaşı yıllarında tahmin edeceğiniz gibi askerden kaçıp
dağlarda eşkiyalık yapmıştır. O yıllarda Manisa’da yaşayan Hacı Mustafa
isminde bir şahıs, derviş Mehmet’in eşkiyalığını şöyle anlatmaktadır :
”Mehdi benden üç yüz lira istedi. ‛Kaç defa istedi?’ Üç defa
efendim. ‛Ne için senden istiyormuş, sen o kadar zengin misin ki para
talep ediyor?’ Efendim bu adam memleketin eşkıyası idi. Bana tehdit
mektubu göndermişti” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, s. 44)
Terzi Talat isminde başka bir şahıs ise derviş Mehmet’in eşkiyalığını şöyle anlatmıştır :
”Yedi sene evvel kendisini bekçi tayin etmişlerdi. Bir akşam
dükkanımın yanından geçti sordum, para çıkıyor mu dedim, o da çete
olduğum sırada daha eyi para kazanıyordum dedi idi. ‛Kimin çetesi imiş?’
Ne çetesi olduğunu bilmiyorum. ‛Ne tarafta ve ne zamanlarda
idi.’Yunanlılar zamanında çete imiş, … Paşaköy taraflarında çetelik
yapıyormuş” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra no: 58, cilt 25, s. 51-52)
Cumhuriyet’in ilanından sonra Manisa’da bekçilik yaparken esrar
içmeme sözü vererek Alaşehirli Ahmet Muhtar’ın müridi olmuştur. 1928
yılında evlendirme dairesinde memurluğa başlamış, bir cinayet şüphesi
yüzünden azledilmiştir.
Hayatı boyunca dindar olmayan derviş Mehmet, 1930 yılının
ortalarından sonra ”mehdi” olduğunu iddia eder ve Allahın kendisiyle
konuştuğunu şöyle anlatır :
”Ben Allah’ı aşikar gördüm, ölüler bana ayağa kalkar. Çok
yakında o kadar meşhur olacağım ki, her gittiğim yerde bana secde
edecekler. İsmim her yerde yayılacak, adımı mübarek mehdi diye
anacaklar. Siz de bunu işiteceksiniz” (Yeni Asır, 16 Ocak 1931)
Kısacası, Derviş Mehmet hayatı boyunca çalıştığı hiçbir işte
tutunamayan, sürekli kimlik arayışı içinde olan, bu yüzden tarikata
giren, tarikata girdikten sonra koyu sünnileşen ve sonunda kendini mehdi
ilan edecek kadar sapıtan bir ruh hastasıdır.
Menemen olayı öncesi yapılan hazırlıklar
Asteğmen Kubilay’ı öldürenler Nakşibendi tarikatına mensup
kişilerdir. Tarikatın lideri olan şeyh Esat, tekke ve zaviyelerin
kapatılmasından sonra Erenköy’deki köşkünde gizlice toplantılarına devam
etmiştir.Kutupların kutbu anlamına gelen kutbil aktab sıfatı taşıyan
şeyh Esat, en güvendiği müritlerinden biri olan Laz İsmail’i Manisa’ya
baş halife atayarak bu bölgede örgütlenmesini istemiştir. Muradiye
camisinde hocalığa başlayan laz İsmail. özellikle işsiz gençleri iş
bulma vaadiyle kandırarak tarikata girmelerini sağlamıştır. Ayrıca şeyh
Esattan gelen para ve diğer yardımlar, müritlere dağıtılarak daha çok
mürit, tarikata kazandırılmıştır. Böylece Kubilay’ın öldürülmesi
öncesinde Nakşibendi tarikatı Manisa’da yerini sağlamlaştırmıştır.
Özellikle Serbest Cumhuriyet fırkasının kapatılmasından sonra
tarikatta devlete karşı büyük bir öfke başlamıştır. Yangın için sadece
bir kıvılcıma ihtiyaç vardır. O kıvılcımı yakacak olan kişi de
mehdiliğini ilan etmek için hazırlıklara çoktan başlamıştır bile…
Derviş Mehmet’in mehdiliğini ilan etmesi ve Kubilay’ın şehit edilmesi
1930 yılı ortasında kendisini mehdi ilan eden Giritli Mehmet, Aralık
ayının başında 7 kişilik ordusunu kurarak ”hicret”etmeye karar
vermiştir. Ordusunun 7 kişilik olması tesadüf değildir. Kur’anda geçen
ashab-ı kehf kıssasında geçen 7 kişiden etkilenmiştir. Zira yanına
aldığı köpeğe de ashab-ı kehf kıssasında geçen köpeğin ismi olan kıtmir
adını vermiştir.
Giritli Mehmet’in yanına aldığı kişilere bakılırsa 63 yaşındaki sütçü
Mehmet ve kendisi dışında kalanlar 16-29 yaş arası gençlerdir. En
küçükleri 16 yaşında olan küçük Hasan, Giritli Mehmet’in yeğenidir
Küçük Hasan
Giritli Mehmet, sütçü Mehmet ve zeki Mehmet yola çıkmadan önce
eşlerinden boşanmışlar ve 7 Aralık’ta Paşaköy’e ulaşmışlardır. Paşaköy’e
giderken geçtikleri her yerde saygıyla karşılanmışlar, resmi kurumlara
haber vermesi gereken köy muhtarları susarak adeta yaşanacak olan
katliama davetiye çıkarmışlardır. Dönemin Paşaköy muhtarı yıllar sonra
susarak isyana nasıl davetiye çıkardığını şöyle anlatmıştır :
”Efendim, ben o zaman, yani o tarihte köyün muhtarı idim. Mehdi Mehmet bu köyden evliydi. Yani Rukiye Hanım’ın
kızı vardı, kendisini çok iyi tanırım, Manisa’nın Köraköy (Karaköy)
Mahallesi’nde oturuyordu. Bu köyden evli olduğu için, köylüler gibi idi,
sık sık gelirdi. Bu Mehdi’nin kayınpederi ölmüştü. Kayınpederi ölünce
tabi ki ona kaldı mirası. Bu yüzden benim tarla komşumdu… Bunlar zaten
silahsız gezmezdi …, bunun öncesi çok havalı idi, ne yaptığını bilmez
bir adamdı. Esrar içermiş, fakat görmedim. Bu, seferberliğe gitmedi. O
zaman yaşı mı ufaktı bilmiyorum ama sakat falan değildi. Yani size şunu
söyleyeyim ki, ne ararsan bu adamda mevcut idi. Çok çirkef bir adamdı,
bu köyde bir de oğlu vardı.” (Mehmet Tatas, Menemen (Kubilay) Olayı,
Ankara, yayımlanmamış lisans tezi, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi, 1974, s.61)
7 Aralık’ta Paşaköy’e gelen Giritli Mehmet, geceyi bacanağı Ahmet’in
evinde geçirerek sabaha karşı Bozalan’a doğru yola çıkmıştır. Grup 11
saatlik yolculuktan sonra Sünbüllü köyüne geldiği gece müritlerinden
Çakıroğlu Ramazan korkup kaçmıştır. Bunun üzerine Giritli Mehmet, diğer
müritlerini tehdit ederek kaçmaya kalkışanı vuracağını söylemiştir.
Giritli Mehmet, Bozalan’a geldiğinde Sütçü Mehmet’in akrabasının
yanında kalmış, daha sonra köy içinde kendisini rahat hissetmeyerek
müritleriyle beraber Sünbüllü dağında yaptırdığı kulübede kalmıştır ve
mehdiliğini ilk kez burada ilan etmiştir.
Menemen olayına kadar geçen 15 günde Giritli Mehmet, Sünbüllü’de
kalmıştır. 15 boyunca müritleriyle beraber esrar içerek zikir çekmiş,
mehdiliğini herkese duyurmak için psikolojik olarak hazırlanmıştır.
22 Aralık’ı 23 Aralık’a bağlayan gece Giritli Mehmet ve müritleri
yanlarına 3 tüfek, 4 tabanca, yüzlerce mermi, balta, testere, kılıç,
kama alarak kayıkçı Mehmet’in kayığıyla önce Hasanlar geçidini geçmişler
ardından Menemen’e ulaşmışlardır. Menemen’e girmeden önce
cesaretlenmeleri için kendisi ve müritleri son kez esrar çekmiştir. Saat
06: 20 de sabah namazı kılınırken Müftü Camiine giren Derviş Mehmet,
cami cemaatine mehdi olduğunu söyleyerek kendisine katılmalarını davet
etmiş, akşama kadar kendisine biat etmeyenlerin ise 70.000 kişilik
halife ordusu tarafından kılıçtan geçirileceğini söylemiştir. Derviş
Mehmet’in mehdi olduğunun kanıtı ise sadece yanındaki kıtmir isimli
köpektir.
İsyancıların 23 Aralık 1930 sabahı, sabah namazında harekete başladıkları Müftü (Köseköy) Camii
Derviş Mehmet, cemaati kendisine biat etmeye davet ederken
müritlerinden nalıncı Hasan, camideki sancak-ı şerif” denilen üzerinde
“La ilahe İllallah İnna Fetahneke” yazılı yeşil bayrağı alarak camiden
belediye meydanına doğru yola çıkmışlar, belediye meydanına
geldiklerinde yeşil sancağı meydanın ortasına dikmişler, sancağın
çevresinde dönerek zikir çekmeye başlamışlardır. Derviş Mehmet meydanda
toplanan kalabalığa
“Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz?
Halife Abdülmecit sınıra geldi, sancak-ı şerif çıktı, gelin altında
toplanalım, şeriat isteyelim” diye çağrıda bulunarak şapka
giyenlerin kafir olduğunu, yakında tekrar fes giyileceğini, 70.000
kişilik halife ordusunun yolda olduğunu, Ankara’nın ele geçirildiğini
söylemiştir. Bu çağrılardan sonra yarım saatte sancak etrafında 100
kişiden fazla insan toplanarak zikir çekmeye başlamıştır.
X ile işaretli olan belediye meydanında isyancıların sancağı diktiği yer. Kubilay burada vurulmuştur
Eylemin gittikçe büyümesi üzerine ilk olarak Jandarma yazıcısı Ali Efendi olay yerine gelmiş fakat Derviş Mehmet
”sen git komutanını yolla”
diyerek yanından kovmuştur. Bunun üzerine bölük komutanı Fahri bey,
Derviş Mehmet’in yanına gelmiş, ancak o da Derviş Mehmet’in tehditleri
karşısında önlem almak için geri çekilmwek zorunda kalmıştır.
Olayın gerçekleştiği yerin krokisi
Bölük komutanı Fahri bey, 43. Alay’dan askeri yardım isteyerek olay
yerine asker yollanmasını istemiştir. Alay komutanlığı da 1. Tabur 3.
bölük komutanı yedek subay Asteğmen Hüseyin oğlu Kubilay’ı bir
müfrezeyle olay yerine yollamıştır.
1906 doğumlu olan Kubilayın gerçek adı Mustafa Fehmidir. Türk
tarihindeki Kubilay’dan etkilenerek ismine Kubilay’ı da eklemiştir.
Atak, heyecanlı, Atatürk devrimlerinin savunucusu ateşli bir gençtir.
1926 yılında Bursa öğretmen okulundan mezun olan Kubilay, askerliğinin
son döneminde 43. alaya yedek subay olarak atanır. Burada hem
askerliğini hem de zafer mektebinde mesleği olan öğretmenlik
yapmaktadır.
Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay
Alay komutanlığının emrini alan Kubilay, heyecandan yanına silahını
bile almadan yola çıkmıştır. Yanına aldığı askerler de o sırada eğitim
yaptıkları için yanlarında sadece manevra mermileri vardır. Kubilay,
olay yerine gelince asilerin üzerine tek başına yürümüş, Derviş
Mehmet’in yakasından tutup sert bir şekilde sarsarak hemen teslim
olmalarını aksi takdirde kendisi ve müritlerine ateş ettireceğini
söylemiştir. Bu kez durumun ciddiyetini anlayan Derviş Mehmet, Kubilay’ı
silahıyla ağır şekilde yaralamıştır. Yaralanan genç komutanlarını gören
askerler isyancılara ateş etmişler fakat manevra mermileri olduğu için
işe yaramamıştır. Mermilerin kendisine zarar vermediğini gören Derviş
Mehmet ”gördünüz mü bana kurşun işlemiyor” diyerek çevresindeki
kalabalığa mehdi olduğunu tamamen inandırmıştır. Bunun üzerine
isyancılar daha da cesaretlenerek Kubilay’ın üstüne saldırmışlardır.
23 Aralık 1930’da güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada ölen asiler
Yaralı genç Asteğmen Kubilay, önce belediye binasına sığınmak için
koşmuş, ancak kapının kapalı olduğunu görünce yakınlardaki Gazez
camiisine doğru koşturmuş, caminin avlusuna gelince yere düşerek
kalkamamıştır. Derviş Mehmet ve isyancılar bunun üzerine meydandaki
yeşil sancağa bağladıkları torbadan testere ağızlı bağ bıçağını
çıkartarak Kubilay’ın üzerine saldırmışlar ve Derviş Mehmet Kubilay’ın
başını gövdesinden ayırmıştır. Kafasını kesmekle kalmamış, ”kan içmek
haramdır ama bunun kanı helaldir, işte asilerin sonu böyle olur” diyerek
Kubilay’ın kanını içmiştir.Kubilay’ın kafasını kesen caniler, daha
sonra kesik başı meydandaki sancağın tepesine bir iple bağlayarak tekbir
sesleriyle meydanda dolaştırmışlardır.
X ile işaretlenmiş olan Kubilay’ın şehit edildiği yer. Soldaki Gazez camii, sağdaki Hükümet konağının arkası
Silah sesi duyulduktan sonra olay yerine ilk gelenler mahalle
bekçileri Hasan ve Şevki beydir. Çıkan çatışmada isyancılardan biri
öldürülmüş, ancak iki bekçi de isyancılar tarafından şehit
edilmişlerdir. Alay komutanlığı isyanın büyümesi üzerine daha büyük bir
birliği olay yerine yollamış, teslim ol çağrısına bana kurşun işlemez
diyerek karşılık veren Derviş Mehmet kurşuna dizilerek öldürülmüştür.
Derviş Mehmet dışında sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmette çatışmada
öldürülmüşler, yaralanan Emrullah oğlu Mehmet ve Hasan adında iki kişi
yaralı halde kaçarken yakalanmışlardır.
Şehit Kubilay’ın kesik başının konulduğu taş
Olayın tanıklarının mahkemedeki ifadeleri, vahşetin boyutunu daha net göstermektedir. Tanıklardan birinin ifadesi şöyledir:
”Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire
meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti.
İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve
şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki
silahı çevirerek zabite ateşledi. Yaralı zabit, yarasının ağırlığına
rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada
uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah diye bağırıyordu. Aradan
on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi’nin yanına gelerek, zabitin
cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki
birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan
duyduk. Yaralı gencin sesi yalvarıyordu. ‘Kesmeyin beni!’ Mehdi ise;
‘Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni
yüzükoyun yatırayım da görmeyesin… ’. Mehdi, genç ve yaralı zabiti
yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle
saçlarından tutup Kubilay’ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki
başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak ‘Gördünüz mü?
Kâfirlerin akıbeti işte budur’ diye bağırmaya başladı. Sonra, ‘Getirin
bir ip!’ diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkânına koşarak
ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar…” (Hâkimiyet-i
Milliye, “Korkunç Bir Sahne, İrtica Çetesi Kubilay’ın Başını Nasıl
Kesti.”, 29 Kanun-u Evvel (Aralık) 1930)
Emniyet müdürlüğünün hazırladığı keşif raporu (Emniyet Genel
Müdürlüğü Polis Dergisi, “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis
Arşiv Belgeleriyle Gerçekler”, Özel Sayı, No. 129, (Eylül 1998), s. 67)
Emniyet müdürlüğünden Dahiliye vekaletine Kubilay’ın
şapkasının Etnografya müzesine konması için yollanan yazı (Emniyet Genel
Müdürlüğü Polis Dergisi, “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis
Arşiv Belgeleriyle Gerçekler”, Özel Sayı, No. 129, (Eylül 1998), s.74)
Maarif vekaletinden Dahiliye vekaletine Kubilay’ın şapkasının
Etnografya müzesine teslim edildiğini bildiren yazı (Emniyet Genel
Müdürlüğü Polis Dergisi, “ (Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis
Arşiv Belgeleriyle Gerçekler”, Özel Sayı, No. 129, (Eylül 1998), s.75)
Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın Şapkası, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Arşivi, Müze Evanter No: 1177
15 Ocak 1931 de başlayan Divan-ı harp yargılamaları 24 Ocak’ta son
bulmuş, 105 sanıktan 37 si hakkında idam, 41 sanık hakkında hapis cezası
verilmiştir. İdam cezasına çarptırılan 6 sanığın cezası yaş haddinden
dolayı 24 yıl ağır hapse çevrilmiştir. diğer sanıklardan 6’sına 15 yıl
, birine 12.5 yıl, 14’üne üç yıl, 20’sine bir yıl hapis cezası verilmiş ve 27 sanık ise beraat etmiştir
Hâkimiyet-i Milliye, “Divan-ı Harbin Kararı- Karar Millet Meclisi’ne Bildirildi”, 2 Şubat 1931,Pazartesi, No. 3434, s. 1
Hâkimiyet-i Milliye, “Divan-ı Harbin Kararı”, 2 Şubat 1931,Pazartesi, No. 3434, s. 4
Divan-ı Harp Mahkemesi’nin kararı, 31 Ocak 1931’de TBMM de Adalet
Komisyonu’nda görüşülmüş veTeşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 26. maddesine
dayanarak 31 ölüm cezasından 28’ini onaylamıştır. İdamlar 3 Şubat 1931
de Menemen’de gerçekleştirilmiştir.
İsyancılardan Kerimoğlu İsmail ve Küçük Süleyman idam sehpasında.
Kubilay’ın Şehit edilmesi sonrasında tepkiler
Kubilay’ın şehit edilmesinden sonra Gazi Mustafa Kemal 28 Aralık 1930
da orduya yayınladığı baş sağlığı mesajında duyduğu üzüntüyü ve
yobazlara öfkesini şöyle dile getirmiştir:
”Menemen’deki gericilik olayında Yedek subay Asteğmen Kubilay
Bey’in görev yaparken uğradığı akıbetten ötürü, Cumhuriyet Ordusu’na
başsağlığı dilerim. Kubilay şehit olurken gericilerin gösterdiği vahşet
karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkış tutarak olayı uygun
bulduklarını belli etmeleri, bütün Cumhuriyetçiler ve vatanseverler için
utanılacak bir durumdur. Vatanı savunmak için yetiştirilen, her türlü
iç politikanın ve anlaşmazlığın dışında ve üstünde saygıdeğer bir
durumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin
vatandaşlarca yalnızca saygı ile karşılandığına şüphe yoktur…
Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkûreci
öğretmen topluluğunun kıymetli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile
Cumhuriyet, canlılığını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. ”
( Hâkimiyet-i Milliye, “Kazım ve Fevzi Paşalar İstanbul’a Gitti. Paşalar
Doğruca Dolmabahçe’ye Gittiler.”, 28 Kanun-u Evvel (Aralık) 1930)
Cumhuriyet 28 Aralık 1930
Genel kurmay başkanı Fevzi Çakmak, Atatürk’ün baş sağlığı mesajını orduya şu tamimle bildirmiştir :
“Zabit Vekili Kubilay Beyin feci bir surette vuku bulan
şehadeti münasebetile Reisicumhur Hazretlerinin ordumuza taziyetnameleri
sureti aynen yukarıya dercedilmiştir. Bütün kıtaat ve müessesatta umum
zabit ve neferler muvacehesinde merasimi mahsusa ile okunmasını tamimen
tebliğ ederim. Yüksek ordumuz hakkında her vakit ızhar buyurulan ve bu
defa da pek âli bir surette tecelli eden bu muhabbet ve hissiyatı
âliyeye karşı ordumuzun lâyezal rabıta ve şükranları Reisicumhur
Hazretlerine bizzat arzolunmuştur. Bu kahraman arkadaşımızın
şehadetinden dolayı teessürlerimi ifade ederken, bu aziz şehidin ruhunu
tebcilen zati taziyetlerimin de bütün ordu arkadaşlarıma iblâğını ayrıca
rica ederim.”(Hâkimiyet-i Milliye, “Müşür Paşa Ordunun Layezal
Rabıtasını Reis-i Cumhur Hazretlerine Bizzat Arz Etti.”, 29 Kanun-u
Evvel (Aralık) 1930)
1 Ocak 1931 tarihinde mecliste konuşan Başbakan İsmet İnönü de duyduğu üzüntüyü şu şekilde ifade etmiştir :
”Hepimiz ailelerimizde yetiştirdiğimiz çocuklardan bir kurban
vermiş olduk.Hepimiz bu kurbanda vatan için büyük ümitlerle
yetiştirilen genç ve kahraman zabitlerden vatandaş eliyle feda edilmiş
bir şehit gördük…
Meselenin dini siyasete alet ittihaz eden safhasına nazar-i
dikkatimizi tevcih etmeliyiz. Siyasette aranılan şey bir takım adamların
ve bilhassa politikacıların dini, ahar fertlerin hürriyeti aleyhine ve
devletin kanunları aleyhine bir vasıta-i taarruz olarak
kullanmamalarıdır. Memnu olan şey budur. Hadisede görüyoruz ki,
cehaletleri bir kısmının cehaleti olabilir.
Bir kısmının bilerek tasmimleriyle ve cümlesi din elden
gidiyor bahanesiyle bu adamlar mütearrız bir istikamete sevk
olunuyorlar. Bu hareketler devlet ve Cumhuriyet aleyhine fiilen tecavüze
kast mahiyetindedir.”(Hâkimiyet-i Milliye, “Başvekil Paşa İrtica
Hadisesine Dair Sual Takririne Cevap Verdi”, 3 Kanun-u Sani (Ocak) 1931)
Asteğmen Kubilay’ın şehit edilmesi dinciliğin nasıl vahşet
yarattığının açık kanıtıdır. Laiklik olmazsa neler yaşanacağını gösteren
acı bir örnektir. Düşünün… 24 yaşında bir genç vahşice katledilmiştir.
Hem de bir caminin avlusunda.. Neden? Sözde din için.. Hz. Hüseyin’in
kafasını Kerbela’da kesenler de sözde din için savaşmamışlar mıydı?
Yüzyıllar geçse de değişen bir şey yok. Bugün bile Ortadoğu’da insanlar
birbirlerinin kafasını sözde din adına kesmiyor mu? İşte bu yüzden
inadına laiklik, inadına çağdaşlık, inadına Atatürk… Kubilay, Türk
devriminin, devrimlerin savunucusu Türk gençliğinin sembolüdür ve hiç
kimse şunu unutmasın ki her Türk genci, yobazların üstüne tek başına
yürüyen bir Kubilay vardır. Kubilaylar ölmez…
TIBBIYELİ HİKMET