PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nin 2019 ödülünün şair Süreyya Berfe’ye verildiğini gazetede okuyunca iki kaynaktan bize aktarılan, Denizlere ait bir “kayıp” şiir öyküsünü anımsadım.
Öykülerden ilkini, mimar, TRT çalışanı ve şair Ersin Salman aktarıyor. 1973 yılında Kuzguncuk’ta bir meyhanede birlikte olan Onat Kutlar, Süreyya Berfe ve Salman, Denizler için birer şiir yazmaya karar veriyorlar. Şiirleri önce birbirlerine okuyacaklar ve daha sonra da yayınlayacaklar. Salman ilk şiiri yazma onurunun Süreyya Berfe’ye ait olduğunu ve “Üç Kardeş” isimli şiiri yazıp yayınladığını, kendisinin ve Kutlar’ın ise sözlerini yerine getiremediklerini söylüyor. Ne var ki, 2010 yılında dostum Mete Akalın’ın Cumhuriyet gazetesinde anlattığı öykü Salman’ın bilgisi olmadığı bir gerçeği, Onat Kutlar’ın da Denizler için bir şiir yazdığını ortaya koyuyor.
Mete, arkadaşı Onat’ın yazdığı şiiri çalıştığı şantiyeye getirdiğini ve kendisinden şiiri kopyalayıp saklamasını istediğini aktarıyor. Yıllar sonra hazırladığı bir şiir kitabına koymak için aradığı şiiri bulamayan Onat Kutlar, Mete’den ister kopyayı ama o da bulamaz. Şiir artık “kayıp”tır! Çok değerli bir aydınımız olan Onat Kutlar’ın bombalı bir saldırıda yaşamını yitirmesinin üzerinden on beş yıl geçtikten sonra, günlerden bir gün, Akalın evinde kuytu bir köşede, bir kitabın içine sığınmış olan şiiri bulur!
Onat Kutlar Denizlerin idamının engellenmesi için çalışanlardandır, Berfe de imza kampanyasına imzası ile destek verenlerden. Berfe hakkında, aldığı ödül bağlamında birçok yazı yayınlanmakta ama kimse bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiğimiz Denizler için yazılan şiiri anımsamıyor ne yazık ki… O nedenle, bu yazıyı, yakın tarihimizin en büyük adaletsizliklerinden birisi olan 12 Mart idamları üzerine yazılan şiirler arasında Süreyya Berfe’ye ait olanı sizlerle paylaşmaya ayırdık. Ve elbette sevgili Onat Kutlar’ın uzun ve duygulu şiirinden bazı bölümleri de.
“Üç Kardeş”
Eski bozkırda çınsabah
Kırıldı zeytin dalı.
Üç parça güneş
Dünya üç tane.
***
Duymaz halk avcıları
Sesini kanlı günlerin.
Üç boyutlu ufuk
Memleket üç hane.
***
Uzadı harın acım
Yankısı dağlarda.
Yırtıldı üç ak bulut
Büyüdüm üç kere.
***
Dolduysa da yüreğim
Gönlüm göçmedi.
Ağaçta üç fışkın
Dal üç tane.
“Kayıp Şiir”
…
Ölüleri öylesine gömdüler
İyi ki mayıs ve sabah erken
Keten çiçekleri getirmiş rüzgâr
Başka da kimseler yoktu
Şimdi bazen mayıs mı unutuyorum
İlmeği arkadan vuranın
Kolu bir tane değil ki
Hepsini gördüm hepsini
Ah daracık avludan geçen ses
Oğlumun boynuna dokunamıyorum
Geri gelmeyecek olanı
Nasıl bilir ve oradan vururlar
Denizin yüzü ürperiyor
Kanlı bıçağını su temizlemez
Nereye gidersen git seni tanıyorum
***
Üzülme baba, neredeyse çıkar
Şimdi dağlardan
Gelir serin bir esinti terini siler
Okşar derisini kanı temizler
Biz o rüzgârı biliriz
Rüzgâra parmaklık konur mu?
Kahırlanma baba demir kapılar
Ardından iki türkü şimdi erişir
Biri köpekler üstüne biri aslanlar
Yüzünden sular gibi geçer ölü oğlunun
Biz o türküleri tanırız
Doldurur gökyüzünü, toprağa yeter
Türküye kurşun sıkılır mı?
Unutma baba onun arkadaşları var
Çatlamış nar gibi mayıs ayında
Yazları ürperen zeytin dalları
Altın eylül ağaçları gibi genç kızlar
Alnını çiçeklerle donatırlar
Çiçeksiz düğüne gidilir mi?
Unutma baba onun arkadaşları var
Seyrek ağaçlı korularından yoksulluğun
Ve uçsuz bozkırlardan koşarak
Ölüme açılan yiğit çocuklar
Yaşamanın savaşçısı çocuklar
Tez ulaştırırlar onu güneşe
Kentlerin kanalına dolar balçığı
Güneş balçıkla sıvanır mı?
Hatırlar mısın baba, ninem anlatırdı
Serin yaz sabahlarında Sıvas’ın
Söğüt dallarında bir ak güvercin
Açarmış eski kitabın sayfalarını
Okuuu okuuu… dermiş ağzında can dili
Deniz geçen Yusuf’un sayfalarını
Hüseyin’in Battal Gazi’nin sayfalarını
Her birine Simav’dan bir zeytin dalı
Koysak bir gün okuyan olur mu?
***
Baba Hıdır İlyas kıssadan hisse söyledi
Darağacında can veren çınar bir gün anlar
Bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar
Son yoksul çocuğun yüzü gülünceye kadar
Devrimci mücadelede yitirdiklerimizin anılarına yazılan şiirler de unutulabilir, öyküler de. Ama Türkiye emekçi sınıfları devrimin tarihini yazdıklarında, onların sömürüsüz, sınıfsız bir dünya için verdikleri bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde hiçbir koşulda boyun eğmediklerini mutlaka kaydedecekler sayfalarına.
Saray yollarında ömrünü tüketenlerin, egemenlerin önünde el pençe divan duranların bu kadar bol olduğu günümüzde, onların kararlı, inançlı yaşamlarını sık sık yinelemek aynı zamanda umudu ve direnci ayakta tutmaktır.
Serpil Güvenç / SOL
ÜÇ KARDEŞ (Tam metni)
I.
Ateş sardı kör yılanın gözünü
İspinoz kuşu da ötmez oldu
Kurudu evinizin önündeki asma
Ananızın kurduğu salçalar
Soğuyor kızgın güneşte ve örtüyor
Gözyaşlarının dinmeyen buzları
Sayısız köylerini yoksul doğunun
İspinoz kuşu da ötmez oldu
Kurudu evinizin önündeki asma
Ananızın kurduğu salçalar
Soğuyor kızgın güneşte ve örtüyor
Gözyaşlarının dinmeyen buzları
Sayısız köylerini yoksul doğunun
Yüzünüzün denizinde yapraklanan kan
Şimdi ölü suların dibine çöküyor
Kinin külrengi örümcekleri
Seriyor suların ve şehirlerin
Üstüne unutuşun kefenini
Artık cellatlar sizi hatırlamıyor
Şimdi ölü suların dibine çöküyor
Kinin külrengi örümcekleri
Seriyor suların ve şehirlerin
Üstüne unutuşun kefenini
Artık cellatlar sizi hatırlamıyor
Yalnız sessizliğin çınladığı
Avlunuzun taşlarından bir ses
Soruyor belirsiz zamanlarda
“Öldün mü oğul?”
Kim biliyor bu sorunun karşılığını
Ananız kapıları kapatıyor
Kapatıyor yollarını doğunun kan
Kanın kepengini beş bezirgân kapatıyor
Avlunuzun taşlarından bir ses
Soruyor belirsiz zamanlarda
“Öldün mü oğul?”
Kim biliyor bu sorunun karşılığını
Ananız kapıları kapatıyor
Kapatıyor yollarını doğunun kan
Kanın kepengini beş bezirgân kapatıyor
Mermer sokaklarda tabutlar gibi
Abanoz renginde bir arabanın
Sıcak koltuğunda yüz ölü vizon
Kayıtsız bir kahkahayı sarıyor
Berber koltuklarında taş orkideler
Bana ne alıyor pazaryerinden
Soyulmuş kabuklarıyla çürürmüş muzlar
Abanoz renginde bir arabanın
Sıcak koltuğunda yüz ölü vizon
Kayıtsız bir kahkahayı sarıyor
Berber koltuklarında taş orkideler
Bana ne alıyor pazaryerinden
Soyulmuş kabuklarıyla çürürmüş muzlar
Kocaman hesap makinelerinden geçiyor
Rotatifin el değmemiş topları
Matbaa ananın yüksek kapıya
Besleme girdiğinde peydahladığı
Sürüyle pezevenk bağrışarak
Kirli kâğıtlarla kapatıyor
Daracık bir avlunun gerçeğini
Kanlı ve unutulmaz gerçeğini
Rotatifin el değmemiş topları
Matbaa ananın yüksek kapıya
Besleme girdiğinde peydahladığı
Sürüyle pezevenk bağrışarak
Kirli kâğıtlarla kapatıyor
Daracık bir avlunun gerçeğini
Kanlı ve unutulmaz gerçeğini
Sizin için değil artık gölgeli serin
Bir ikindi masası konuşmaları
Oralarda demirden çeneleriyle
Zamanın kahvesini öğütüp içen
Bir yudum kahveye bir yudum acı
Bir yudum kahveye koca bir deniz
Bir ikindi masası konuşmaları
Oralarda demirden çeneleriyle
Zamanın kahvesini öğütüp içen
Bir yudum kahveye bir yudum acı
Bir yudum kahveye koca bir deniz
II.
Ölüleri öylesine gömdüler
İyi ki mayıs ve sabah erken
Keten çiçekleri getirmiş rüzgâr
Başka da kimseler yoktu
Şimdi bazen mayıs mı unutuyorum
İyi ki mayıs ve sabah erken
Keten çiçekleri getirmiş rüzgâr
Başka da kimseler yoktu
Şimdi bazen mayıs mı unutuyorum
İlmeği arkadan vuran
Kolu bir tane değil ki
Hepsini gördüm hepsini
Ah daracık avludan geçen ses
Oğlumun boynuna dokunamıyorum
Kolu bir tane değil ki
Hepsini gördüm hepsini
Ah daracık avludan geçen ses
Oğlumun boynuna dokunamıyorum
Geri gelmeyecek olan
Nasıl bilir ve oradan vururlar
Denizin yüzü ürperiyor
Kanlı bıçağını su temizlemez
Nereye gidersen git seni tanıyorum
Nasıl bilir ve oradan vururlar
Denizin yüzü ürperiyor
Kanlı bıçağını su temizlemez
Nereye gidersen git seni tanıyorum
III.
Üzülme baba, nerdeyse çıkar
Şimdi dağlardan
Gelir serin bir esinti terini siler
Okşar derisini kanı temizler
Biz o rüzgârı biliriz
Rüzgâra parmaklık konur mu?
Şimdi dağlardan
Gelir serin bir esinti terini siler
Okşar derisini kanı temizler
Biz o rüzgârı biliriz
Rüzgâra parmaklık konur mu?
Kahırlanma baba demir kapılar
Ardından iki türkü şimdi erişir
Biri köpekler üstüne bir aslanlar
Yüzünden sular gibi geçer ölü oğlunun
Biz o türküleri tanırız
Doldurur gökyüzünü, toprağa yeter
Türküye kurşun sıkılır mı?
Ardından iki türkü şimdi erişir
Biri köpekler üstüne bir aslanlar
Yüzünden sular gibi geçer ölü oğlunun
Biz o türküleri tanırız
Doldurur gökyüzünü, toprağa yeter
Türküye kurşun sıkılır mı?
Unutma baba onun arkadaşları var
Çatlamış nar gibi mayıs ayında
Yazları ürperen zeytin dalları
Altın eylül ağaçları gibi genç kızlar
Alnını çiçeklerle donatırlar
Çiçeksiz düğüne gidilir mi?
Çatlamış nar gibi mayıs ayında
Yazları ürperen zeytin dalları
Altın eylül ağaçları gibi genç kızlar
Alnını çiçeklerle donatırlar
Çiçeksiz düğüne gidilir mi?
Unutma baba onun arkadaşları var
Seyrek ağaçlı korularından yoksulluğun
Ve uçsuz bozkırlardan koşarak
Ölüme açılan yiğit çocuklar
Yaşamanın savaşçısı çocuklar
Tez ulaştırırlar onu güneşe
Kentlerin kanalına dolar balçığı
Güneş balçıkla sıvanır mı?
Seyrek ağaçlı korularından yoksulluğun
Ve uçsuz bozkırlardan koşarak
Ölüme açılan yiğit çocuklar
Yaşamanın savaşçısı çocuklar
Tez ulaştırırlar onu güneşe
Kentlerin kanalına dolar balçığı
Güneş balçıkla sıvanır mı?
Hatırlar mısın baba, ninem anlatırdı
Serin yaz sabahlarında Sivas?ın
Söğüt dallarında bir ak güvercin
Açarmış eski kitabın sayfalarını
Okuu okuuu… dermiş ağzında can dili
Denizi geçen Yusuf?un sayfalarını
Hüseyin?in Battal Gazi?nin sayfalarını
Her birine Simav?dan bir zeytin dalı
Koysak bir gün okuyan olur mu?
Serin yaz sabahlarında Sivas?ın
Söğüt dallarında bir ak güvercin
Açarmış eski kitabın sayfalarını
Okuu okuuu… dermiş ağzında can dili
Denizi geçen Yusuf?un sayfalarını
Hüseyin?in Battal Gazi?nin sayfalarını
Her birine Simav?dan bir zeytin dalı
Koysak bir gün okuyan olur mu?
IV.
Baba Hıdır İlyas kıssadan hisse söylerdi
Darağacına tahta veren çınar bir gün anlar
Bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar
Son yoksul çocuğun yüzü gülünceye kadar.
Darağacına tahta veren çınar bir gün anlar
Bayrağı taşıyan düşerse onu taşırlar
Son yoksul çocuğun yüzü gülünceye kadar.
Onat Kutlar.