Duayen gazeteci Bekir Coşkun günler sonra SÖZCÜ HaftaSonu röportajı için güneşe çıktı. Nazım Hikmet’in “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” şiirini hatırlattı. “Hepimizin morali bozuk, mutlulukların üzerine çizgi çektik mecburen” dedi.
Doğaya aşık biri olarak eve kapanmak sizin için iki misli zor. Bu virüs doğanın intikamı mı?
-Böyle salgınlar hep oldu, olacak da. İnsan beyni nanometre (1 milimetrenin milyonda biri) ile ölçülen bir varlık ile başa çıkamıyorsa, biz buna dünyayı yönetenlerin aptallığı diyoruz. Bu da doğanın işi. Bir solunum cihazına karşı bin mayın üreten beyin de, doğanın eseri değilse ne?…
KİMSE SÖYLEMİYOR
Aslında siz rahatsızlığınız nedeniyle karantinada yaşıyordunuz… Bu rahatsızlık nasıl başladı ve öğrendiğinizde neler hissettiniz?
- Bir oda tavana kadar bilgisayarlarla dolu, tomografimi çektiler. İçeri girdim, dostlarım radyolog Uzm. Dr. Mehmet Ali Gürses, Prof. Mehmet Tevfik Kitapçı ve kimse yüzüme bakmıyor. Andree'nin yüzü kireç gibi. “Kanser miyim?” dedim, kimse yanıt vermedi. Gece uyumadık, Andree ağladı. Ertesi gün duyuldu. Prof. Mehmet Oral ile Prof Zülküf Önal geldi. Emin Çölaşan hastane-doktor aramaya başladı. Uğur Dündar ile Müjdat Gezen “Amerika'ya gidiyoruz” dedi. Canım gazetem, patronum Burak Akbay, Genel Yayın yönetmenimiz Metin Yılmaz “Ne gerekiyorsa yapılacak” diyorlardı. İkinci günün sabahında bilgisayarımı açtım. Rahmi Koç beyden duygusal bir mektup gelmişti özetle. “Hiçbir yere yönelme, hastanemiz var, Prof. Dr. Nil Molinas Mandel bir numaradır, seni bekliyor” diyordu. Nil Hoca dünyanın en güzel doktoruydu. “Korkma, erken teşhis, robotla seni Prof. Şükrü Dilege hoca ameliyat edecek” dedi ve başladık.
HOŞ GÖRÜNÜN VE İNCE ESPRİLERİN EFSANESİ
Bekir Coşkun ile tanışmam, Ankara'nın Babıali'si Rüzgarlı sokağa dayanıyor. Hoşgörüsü ve ince esprileri efsane ama iş başındayken titiz. Toplantıda bir muhabire “Ne var ne yok'' diye sorup “İyilik sağlık abi'' cevabını alınca “Onu sormuyorum kardeşim, haber ne var” diye sert çıkan, ama önemli haberinde aynı muhabiri ikramiye ile ödüllendiren bir yönetici… Bekir Coşkun 50 yıllık meslek hayatını, Andree'yi, hastalığını, Postal'ı ve bilinmeyenlerini anlattı…
MEMUR ÇOCUĞU GAZETECİLİĞİN EFSANESİ OLDU
1945'te Şanlıurfa'da memur bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Coşkun, Ankara'da Yüksek Gazetecilik Okulu'ndan mezun oldu. Bu fotoğrafı 20'li yaşlarından.
POSTAL ANLIYORDU BİRLİKTE AĞLADIK
Hastalığınıza teşhis konulduktan kısa süre sonra köpeğiniz Postal'ın da kanser olduğu anlaşıldı, bir bacağı kesildi. Şimdi üç ayakla yine koşuyor, havlıyor, mutlu gibi görünüyor. Bu kaderin bir cilvesi mi?
-Postal her şeyi anlıyordu sanki. Sancılarım tuttuğunda o da masanın altına saklanıp ağlıyordu. Zaten hep aynı hastalıklara yakalanıyorduk, mide ilaçlarını ikiye bölüyordum, yarısı ona, yarısı bana. Bir ay sonra o da kanser oldu, kendimi unuttum. Cunda'dan Ankara'ya getirdik. Veteriner Ateş Barut iyi bir ameliyatla ön ayağını aldı, ikimiz birlikte kemoterapiye gidiyorduk bu sefer. Üç ayakla yaşamaya alıştı, şimdi çok iyi. Ondan biliyorum ki ben de iyiyim…
ÖZLEM BİTECEK
Okuyucularınız sizinle ne zaman buluşacak?
- Yazı yazmayı çok özledim, her yazı okurlarla kucaklaşmaktır. Yavaş yavaş başlayacağım.
ANDREE'YE DOYAMADIM
Biz eşiniz Andree'yi tanıyoruz, okuyucular da yazılarınızdan biliyor. Bekir Coşkun adeta iki kişi mi?
-Her şeyi okurla paylaşırım. Ebru'yu, Tolga'yı, kedilerimizi, Pako'yu, Postal'ı, Suşi'yi, kemanlarımı, marangozluğumu, Turna Hanım'ı, tabi ki Andree'yi bilirler. Andree sevgilim. Bu hastalıkta en çok üzüldüğüm şeydi; ona doyamamıştım.
Cunda Adası'nda kıyıda tekne ile dolaşırken fırtına çıkıyor, bütün ışıklar
sönüyor ve bir sürpriz yaşıyorsunuz. Bu nasıl oldu?
- Kaptanlığın ilk günleriydi, Ayvalık koyunda gezerken kasabanın ışıkları sönmüştü, kıyıyı göremiyorduk. Andree “İmdat iste” diyordu. Yunan adalarına sürükleniyoruz sandım. Derken kıyıdaki ışıklar yandı, baktık evin önündeyiz, meğer bir yere gitmemişiz. Türkiye gibi olmuştuk işte, bu karanlıkta kayboluruz. Bize ışık lazım, Mustafa Kemal'in ışığı yandıkça korkmayın.
Muhalif bir yazar olarak çok sıkıntı çektiniz. Ülkenin durumunu nasıl görüyorsunuz?
- Andree'ye, çocuklara hiç zaman ayıramadım. Her şeyimiz yarımdı. Özel yemekleri, evlilik günlerimizi, yaş günlerini hep kaçırdım. Geceleri kabusla geçti. Mahkeme koridorlarından usandım. Evimizi kurşunladılar. Yazarların arabalarına bomba koydukları günlerde önce ben gidip motoru çalıştırıyordum, Andree kucağında Pako ile sonra geliyordu. Ama hiçbir zaman bugünkü kadar acı çekmedik. Hiçbir zaman bu günler kadar saldırı altında değildik. Türkiye hiçbir zaman, kin ve nefret içinde, demokrasiden bu kadar uzaklaşmadı. Hiç olmazsa sığınacağımız mahkemeler vardı, artık yok. Sadece okurlarımız var, yürekli, cumhuriyet sevdalısı okurlarımız. Onlar sayesinde kasabanın ışıkları yanacak.
EVE DÖNDÜM BAHÇEDE İKİ EŞEK VARDI
- Andree de benim gibi hayvan dostu. Gazeteden dönerken markete uğradım. Market sahibi ‘Eşinizin siparişleri oldu eve gönderdim' dedi. Fişe baktım 2 kasa 90 adet maydanoz. Andree'nin Türkçesi iyidir, 9 tane istemiştir dedim. ‘Yok ne kadar varsa istedi, 2 kasa gönderdim' cevabı verdi. Eve geldim bahçede 2 eşek. Maydanoz yiyorlar. Köyden kaçıp gelmişler, Andree de açlar diye maydanoz söylemiş…
KRAL DAİRESİNİN YERİNE SÖĞÜT AĞACI GÖLGESİ
- ‘Ben aslında köylüyüm. Hepimiz kentli olmak isteriz ama içimizde köylülük vardır. Kral dairesi yerine, söğüt ağacının gölgesinde yatmayı severim. Restoran yerine göl kenarında karpuz peynir yemeye bayılırım. Cumhurbaşkanı'nın uçağına binmek yerine, Sultan sazlığındaki çobanla konuşmayı arzularım. Urfa'da çocukken ağalar önde yürür, arkasından 20-30 adamı giderdi. Benim arkamdan 10-15 köpek gelirdi. Babam bana (İt Ağası) adını taktı. Eşeğim, atım vardı. Ekonomi bozuktur, terör vardır, korona vardır, bunlar düzelir. En azından umut vardır. Gelibolu ormanları, Kaz Dağları gittiği zaman geri gelmez.
Emin ÖZGÖNÜL / SÖZCÜ