27 Kasım 2021 Cumartesi

Dolar hamlesi: Yiğit Bulut'un işlemleri de incelecek mi? + Yiğit Bulut telefonundan kim adına işlem yapıyor? (SOL)



Dolar hamlesi: Yiğit Bulut'un işlemleri de incelecek mi?

Erdoğan'ın talimatıyla dolar kuru manipülasyonuna ilişkin inceleme başlatılacağı öne sürülürken, akıllara Yiğit Bulut iddiaları geldi.

Döviz üzerinden manipülasyon yapılmasıyla ilgili Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) harekete geçtiği iddia edildi.

Yandaş Sabah gazetesinde yer alan haberde "Erdoğan'ın talimatıyla kamuoyunda yaygın olarak konuşulan manipülasyon iddialarını aydınlatmak üzere çalışma başlatan kurum, manipülasyon olup olmadığını, varsa kimler tarafından yapıldığını belirleyecek" denildi.

Öte yandan söz konusu haber, akıllara Yiğit Bulut'a ilişkin gündeme gelen iddiaları getirdi.

CHP İstanbul milletvekili Aykut Erdoğdu, Erdoğan'ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut'la ilgili açıklamalarda bulunmuş, Erdoğdu'nun konuşmasını paylaşan gazeteci Mustafa Hoş, paylaşımına "Saray’ın adamları dolarla birileri adına işlem yapıyor. Bu sözler kalsın hafızada" notunu düşmüştü.

Söz konusu inceleme kapsamında Bulut ya da dolar üzerinden kârına kâr katan patronların incelenip incelenmeyeceği merak konusu.(SOL)

                                                                      ***

Yiğit Bulut telefonundan kim adına işlem yapıyor?

CHP İstanbul milletvekili Aykut Erdoğdu Yiğit Bulut'la ilgili dikkat çeken açıklamalarda bulundu.

CHP İstanbul milletvekili Aykut Erdoğdu, Erdoğan'ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut'la ilgili açıklamalarda bulundu.

Erdoğdu'nun konuşmasını paylaşan gazeteci Mustafa Hoş, paylaşımına "Saray’ın adamları dolarla birileri adına işlem yapıyor. Bu sözler kalsın hafızada" notunu düştü. 

Erdoğdu, "yürekleri hoplasın diye söyleyeyim" ifadeleriyle başladığı konuşmasında şöyle dedi:

"Yiğit Bulut'un cep telefonundan yaptığı işlemleri mutlaka birgün tespit edilecek. Sermaye kime ait, alım satımlar kime ait tespit edilecek. Kendilerini rahat hissetmesinler diye anlatıyorum. Hepsi ülkeye zarar veriyor. Şüpheli işlemlerdir. Bu hesapların kimlere, hangi şirketlere ait olduğu ortaya çıkacak. Yiğit Bulut çok hakim çünkü bu konulara. 

Aynı şüpheler Cemil Erdem için de geçerlidir. Şunu söylemeye çalışıyorum. Offshore adalarda, vergi cennetlerinde kurulan cennetlerin hissedarlık ilişkilerini ortaya çıkarmak gerekiyor. Kurulmuş bir şirketin arkasındaki ismin arkasındaki ismi belirlemek gerekiyor. Bu soygunlar azalsın diye söylüyorum. Sakın kendilerinin güvenli limanlarda olduklarını düşünmesinler. TC'yi, bu ulusu kim soyduysa mesleki tecrübeyle söylüyorum bu hakkı geri alacağız."(SOL)

TKP Genel Sekreteri Okuyan'dan 'ittifak' yanıtı: Nihayetinde bir çağrı yapmayı düşünüyoruz - SOL

 TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, ittifak tartışmalarına dair soruları yanıtladı.

Emek Partisi, SOL Parti ve Türkiye Komünist Partisi arasındaki görüşmelere dair soruları yanıtlayan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, "Aslında üç parti başka görüşmeler de yapıyor. 

Bunlar içerisinde EMEP, SOL Parti ve TKP’nin temasları belli bir olgunluğa ulaştı. En azından içerik itibariyle anti-emperyalist, sınıf karakterli, laikliğe vurgu yapan bir çerçeve konusunda yol aldık. Üç parti arasındaki farklılıklar bilinerek bu görüşmeler yürüdü, yürüyor" dedi.

Okuyan, "Bu üç parti nasıl bir siyasi zemine, çerçeveye oturması gerektiği konusunda anlaşıyor. Nihayetinde bir çağrı yapmayı düşünüyoruz" açıklamasında bulunurken, "Sağcı karakteri çok güçlü kurulacak yeni bir iktidarın aksesuarı ve halka kabul ettirilmesine yardımcı olacak rol Türkiye solunu zor durumda bırakır" ifadesini kullandı.

'Aksesuar olmak gibi şeyler TKP’nin parçası olabileceği şeyler değil'

Duvar'dan Serkan Alan'a konuşan Okuyan HDP'nin, üç partinin uzlaştığı çerçevenin bazı başlıklarında çelişen tutuma sahip olduğunu söyledi. 

“HDP’siz bir ittifak olmaz” türünden bir değerlendirmenin hiçbir şekilde parçası olmadıklarını dile getiren Okuyan, şöyle konuştu:

"Zaten geçmişte HDP’yle ittifak yapmayan bir partiyiz. Diyelim ki bizim bir çağrımız var. Biz çok net ve sulandırılması netlik nedeniyle zor olan bir çerçeve çizdiğimiz zaman bu kimi kapsıyorsa onlarla yürünür. Öte yandan da şu andaki siyaset arenasında pazarlıklar yapılıyor. İttifakların görünen yüzü var görünmeyen yüzü var. Türkiye’de seçim ve -AKP giderse- sonrasında kurulacak hükümete dair birtakım çalışmalar yapılıyor. İlkelerimizden bir tanesi, bu pazarlıkların parçası asla ve asla olmamak. Türkiye’de devrimci hareketi yeni bir restorasyon, yani bugünkü AKP’nin yarattığı tahribatı halk adına değil düzen adına onarmaya çalışan bir şeyin parçası olmayız. Düzen bürokrasisinde yer tutmak, kurulacak bir hükümette aksesuar olmak gibi şeyler TKP’nin parçası olabileceği şeyler değil. Bir çağrı yapılırken dışarıda bırakılanlar tartışılmaz, dışarıda bırakılma üzerine bir şey yapılmaz. Bu sadece nezaket nedeniyle değil. Çünkü biz topluma seslenmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla biz ilkelerimizi ortaya koyarız. Örneğin TKP bir örgütlenme hamlesi yaptığı zaman, “Beyaz tenliler gelmesin, siyah saçlılar gelmesin” gibi bir çağrı yapamaz. TKP’nin programını savunuyorum diyen, geçmişsinde halka karşı suç işlemiş olmayan herkes TKP’ye başvurabilir. Şimdi de biz ittifak ya da işbirliğinden söz ediyoruz. Bu işbirliği peşin reddiyelerle değil pozitif ilkelerle hareket etmek zorundadır. Biz henüz o ilkeleri ilan etmedik, çalışıyoruz. Şu olur mu bu olmaz mı sorusu hem bu tür bir süreç için doğru değil hem de erken. “HDP’siz bir ittifak olur mu” diye sordunuz. Olur tabii ki."

‘Üslup olarak bizi rahatsız eden şeyler var' 

Eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın sola yaptığı çağrıya ilişkin, “Üslup olarak bizi rahatsız eden şeyler var” diyen Okuyan, "Neden var? Öz hakiki sol gibi kavramlar geçiyor. “Beni de solcu görmüyorlar” falan diye. Türkiye’de kimin solcu olduğu kimin başka bir süreçte olduğu gibi durumlar ithamlarla, yaftalarla değil hayatın gerçekliğinde ortaya çıkar. Türkiye Komünist Partisi için geçmişte kimin ne dediğini ortaya döksek, bize nezaket ziyaretinde dahi bulunamazlar. Bunları bu şekilde gündeme getirmenin bence anlamı yok. Ama asıl içerikle ilgili olarak, örneğin “Türkiye solu birleşse, kendi grubunu kursa, kurulacak yeni hükümette bürokraside yer tutsa” gibi söylemler var. Bu söylem az önce söylediğim tehlikeli olan, yani Türkiye solunu bir günahın ortağı yapma tehlikesini barındırıyor. Bu amaçla yazılmıştır demiyorum ama objektif olarak buna hizmet eder. Sağcı karakteri çok güçlü kurulacak yeni bir iktidarın aksesuarı ve halka kabul ettirilmesine yardımcı olacak rol Türkiye solunu zor durumda bırakır" ifadesini kullandı

"Şu çok kritik" vurgusunda bulunan Kemal Okuyan, sözlerini şöyle sürdürdü: "TKP, Türkiye'de sosyalist hareketin bağımsız, başka büyük güçlere sığınmadan, onların gölgesinden kurtularak ayağa kalkması gerektiğini düşünüyor. Bunun Türkiye'deki siyasi ve ideolojik dengeleri baştan aşağıya değiştireceğini söylüyor. Bunun önünde sürekli engellemeye dönük bir faaliyet var. Bu tabii ki bizi rahatsız ediyor, biz önlemimizi alıyoruz. Türkiye'de solun içine dönük ideolojik ve siyasi müdahalelerin bir bölümü oldukça yıkıcı. Sol ne zaman bağımsız bir kimlikle hareket etmeye kalksa ya küçümseniyor ya da ‘Sizin oyunuz kaç, gücünüz ne' deniliyor. Oy hesabı yapılıyorsa Türkiye solu kendi başına bırakılsın. Yani çok net söylüyorum. Türkiye solu ne olursa olsun her zaman bir ağırlıktır. Türkiye solunun yardımı olmadan, zamanında Ergenekon operasyonlarının kazığı atılamadı. Türkiye solunun bir kısmının yardımını aldı AKP. ‘Yetmez ama evet'te de benzer bir şey oldu. Türkiye tarihinde sol, vicdandır, akıldır. O yüzden de her şey oy değildir. Başka güçlerin gölgesine girerek o vicdan ve aklımızı yitiriyoruz. Türkiye'de bu iktidarın gitmesi gerekiyor. Bu görevi yerine getirecek, bir yandan da Türkiye'de işçi sınıfını, emekçi halkın ihtiyacını karşılayacak bir tutum alınması gerekiyor. Biz burada parti olarak sorumlu davrandığımızı, sekterlikten uzak bir tutum aldığımızı düşünüyoruz. Ama ilkelerimizi bir kenara koymaya niyetimiz gerçekten de yok."

(SOL)

KISA KISA (2) - 27/11/2021


(1)-Diyanet, 4-6 yaş için anaokulu açıyor, Eğitim Bir-Sen okulöncesi din dersi istedi

Diyanet, tepki çeken “4-6 yaş grubu Kuran kurslarının okul öncesi zorunlu eğitimden sayılmasına” yönelik hedefine benzer bir adım atıyor. Gaziantep’te 4-6 yaş için Diyanet anaokulu açılacak ve dini eğitim de verilecek. Milli Eğitim Şûrası öncesi Eğitim Bir-Sen de okul öncesinde din dersi talep etti. Bu kapsamda 22 Kasım’da Gaziantep Valiliği, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve Gaziantep İl Müftülüğü’nün de katılımı ile protokol imzalandı. Protokole ilişkin duyuru ise “Cami ve 4-6 Yaş Diyanet Anaokulu” ifadeleri ile yapıldı. Protokole ilişkin imza töreninde, söz konusu anaokulunda okul öncesi eğitimin yanı sıra dini eğitim de verileceği vurgulandı. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan temsilci bulunmaması ise dikkat çekti.(CUMHURİYET) 

                                                                                  ***

(2)-Mahkeme, Sungurlu Barajı'nın ÇED raporunu iptal etti

İstanbul 12. İdare Mahkemesi, Kocaeli’nin Kandıra ilçesinde yapılması planlanan Sungurlu Barajı Projesi ÇED Raporu’nu iptal etti.

Mahkeme, sunulan bilirkişi raporunda barajın; toprağa, tarıma, su kaynaklarına verebileceği zararlara dikkat çekildiğini ve bu ÇED raporunda da bazı eksik değerlendirmeler olduğunu aktardı ve projenin devamı için gereken ÇED raporunu yürürlükten kaldırdı.

Mahkeme dosyasına konu olan bilirkişi raporu, özetle şu çarpıcı detaylara dikkat çekmişti:(1)Baraj gölü ve çevresindeki yerleşimlerde yaşayanların nerelere yerleştirileceği, sosyal ve ekonomik kayıplarının nasıl karşılanacağı konusu belirgin değil. Bölgede tarımsal faaliyetler ile geçimini  sağlayan nüfusun ekonomik kayıplarının nasıl karşılanacağı da açık değil. (2)Sular altında kalacak bitki örtüsü, tarım arazileri  ile flora ve fauna kaybı ve kesilecek ağaçların sayısı, doğal-çevresel sürdürülebilirliği zedeleyecek.(3)HES  ile ülke bütçesine yıllık enerji faydası olarak 3.222.000 TL sağlanacak. Bu rakamı, tarım ve ekosistem üzerinde gerçekleşebilecek tahribatın ölçülemez etkileri ile karşılaştırmak mümkün değil.(4)Su akışının kesintiye  uğramasıyla ekolojik sürekliliğin bozulmasına neden olacak. En belirgin etkiyi üreme alanlarına geçişleri baraj  tarafından engellenen balık türleri yaşayacak.(5)Barajın inşaat faaliyetleri sırasında da baraj sahasındaki fauna ve flora olumsuz etkilenecek.(6)ÇED raporu; su kaynakları açısından, baraj aks yeri, gölalanı, kaya ocağı, depo sahaları ve kırma eleme tesisi ile sınırlı tutulmuş. Projenin su kaynakları bakımından Sungurlu Deresi’nin denize boşaldığı noktaya kadar etkileri olabili ve bu etkiler yeterince değerlendirilmemiş.(7)ÇED raporunda, baraj gölü ve çevresine ait tarım arazisi ile ilgili toprağa ilişkin veriler yetersiz, gerçekle uyumsuz ve eksik.(EVRENSEL)

                                                                                ***

(3)-Yandaş Eğitim Bir Sen Sendikası'nın öğretmenlere hediyesi bakanlığın çıktı

Çorum’da 24 Kasım Öğretmenler gününde Eğitim Bir Sen Sendikası'nın okullara hediye olarak dağıttığı çikolataların paketlerindeki etiketler kaldırılınca, Türkiye Cumhuriyeti Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Çorum Belediyesi amblemlerinin yan yana veya üst üste kullanıldığı görüldü.(YENİÇAĞ)

                                                                               ***
(4)-Valilik izin vermedi: Erdoğan'ın dolduramadığı meydanı Kılıçdaroğlu'na kapattılar

Mersin Valiliği, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen aylarda dolduramadığı Cumhuriyet Alanı'nda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun miting yapmasına izin vermedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçim sürecini Mersin’de 4 Aralık’ta yapacağı mitingle başlatacağını duyurdu. CHP Mersin İl Başkanlığı Kılıçdaroğlu’nun mitingi için kent merkezinde bulunan Cumhuriyet Alanının tahsis edilmesini Mersin Valiliği'nden talep etti. CHP’nin bu talebine yanıt vermeyen valilik, CHP il başkanının ısrarlı soruları üzerine yanıt verdi ve alanın CHP mitingine açılmayacağını bildirdi.(ABİDİN YAĞMUR-BİRGÜN)

                                                                                         ***
(5)-AKP kayyumu AKP’nin izinde

Kayseri Develi Kaymakamı Sinan Aslan’ın, Van İpekyolu Kaymakamı ve İpekyolu Belediyesi Kayyumı olarak görev yaptığı dönemde, belediyeye 27 kişiyi usulsüz olarak işe aldığı ileri sürüldü. İsminin açıklanmasını istemeyen yurttaşlar, “İpekyolu, kayyum Aslan yönetimindeyken, yakın çevresindeki kişilerin çocukları, eşleri işe alındı. Belediyeler, torpille ve mülakatsız işe alımlarla doldu” dedi.Yurttaşlar, Aslan’ın, Beyaz TV’de eski bir program sunucu olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Öğretim Üyesi Oğuz Han Öztay’ı belediyede basın ve halkla ilişkiler müdür vekili olarak atadığını, TÜGVA Edremit İlçe Temsilcisi Doğan Nurses’i de başkan yardımcısı olarak görevlendirdiğini söylediler. Yurttaşlar, Nurses’in halen başkan yardımcılığı görevine devam ettiğini, bunun yanısıra belediyede iki müdürlüğü de yürüttüğünü de kaydetti. Sinan Aslan’ın yakın çevresinden liyakatsiz olarak işe aldığı iddia edilen isimler şöyle: “Oğuz Han Öztay’ın YYÜ’den arkadaşı Öğretim Görevlisi Metin Öndeş’in oğlu Muhammed Bilal Öndeş, Oğuz Han Öztay’ın arkadaşı Tayyar ÖzçiçekYazı İşleri Müdürü Ceren Arat’ın kardeşi Soner Arat, Ceren Arat’ın kuzeni Ezgi Arat, 19. dönem Van Milletvekili Mustafa Kaçmaz’ın yeğeni Uğur Kaçmaz, Sinan Aslan’ın koruma şoförü Hüseyin Karakuş’un oğlu Hamza Bilal Karakuş, Van TSO üyesi Veysel Durmaz’ın kızı Tuğbanur Durmaz, Belediye Başkan Yardımcısı Sait Çakırtaş’ın kızı Rabia Çakırtaş, Belediye Başkan Yardımcısı Birol Duman’ın oğlu Muhammed Semih Duman.”(İlayda Kaya-Cumhuriyet)

                                                                     ***
(6)-Felaketten bile rant yarattılar

Kastamonu’da ağustos ayındaki sel felaketinde zarar gören yollar ile Çatalzeytin Köprüsü, eski AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı İsmail Keleş’in şirketine yaptırıldı. Karayolları, AKP’li Keleş’in şirketine 110 milyon TL ödedi.

SARIOSMANOĞLU İNŞAAT

Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, Karayolları Genel Müdürlüğü, 23 Eylül’de “Devrekâni-Çatalzeytin Yolu İle Bozkurt Yolu Sel Hasarları Yapım İşi ve Çatalzeytin Köprüsü Yapım İşi” adı altında bir ihale düzenledi. Pazarlık usulüyle düzenlenen ihale tam 110 milyon 275 bin TL’ye Sarıosmanoğlu İnşaat’a verildi.Ticaret Sicili Gazetesi’nde yer alan bilgilere göre de Sarıosmanoğlu İnşaat Şirketi’nin en büyük ortağı İsmail Keleş. Aynı zamanda AKP’nin eski Trabzon İl Başkan Yardımcısı ve il genel meclisi üyesi de olan İsmail Keleş, 24 Haziran 2018 seçimlerinde Trabzon'da AKP’li yöneticilerle birlikte sokakları gezerek Erdoğan için oy istemişti.(İsmail Arı-BİRGÜN)                              ***

(7)-Konu Ensar olunca kurallar teferruat

Yozgat’ta el konulan cemaat yurdu bir süre KYK yurdu olarak kullanıldı, ardından “Doluluk 100 öğrencinin altına düştü” denilerek Ensar Vakfı’na devredildi. Ama Ensar’ın yurdu 80 kişilik kontenjanla hizmet veriyor.

İktidarın, kendisine yakın vakıf ve derneklere sağladığı ayrıcalıkların bir yenisi daha gün yüzüne çıktı. Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) bünyesindeyken "Talep yok" denilerek kapatılan öğrenci yurdunun Ensar Vakfı’na devredildiği öğrenildi. CHP Yozgat Milletvekili Ali Keven, “Bakanlık elindeki binayı neden Ensar’a devreder? Bu öğrencilerin devlet yurdunda okumaya hakkı yok mu?” diye sordu.Yozgat Boğazlıyan’da bulunan ve Gülen yapılanmasına ait olan yükseköğrenim öğrenci yurdu, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişiminden kısa bir süre sonra kapatıldı. Gençlik ve Spor Bakanlığı'na devredilen yurt, KYK yurdu olarak yeniden hizmete açıldı. TÜGVA’ya ait olduğu iddia edilen ve kamuoyuna sızdırılan "Yurt Talep Listesi" isimli dosyada da ismi geçen yurdun kapısına, "Öğrenci sayısı 100'ün altına düştü" denilerek kilit vuruldu.Kapatılan yurt, 2018 yılının sonunda Ensar Vakfı’na devredildi. Ensar’ın, 100 kişinin altına düştüğü gerekçesiyle kapatılan yurdu, 80 öğrenci kapasitesiyle kız yurdu olarak işlettiği ortaya çıktı.(Mustafa Bildircin-BİRGÜN)

                                                                                 ***

(8)-Beyaz Yürüyüş’te hekimler hepimiz için yürüdü!

Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) çağrısıyla, “Emek bizim söz bizim” sloganıyla İstanbul’dan başlatılan Beyaz Yürüyüş bugün Ankara’da sona eriyor.

23 Kasım’da İstanbul’dan yola çıkan; 24 Kasım’da Kocaeli, 25 Kasım’da Bursa, 26 Kasım’da Eskişehir’de basın açıklamaları ve yaptıkları ziyaretlerde taleplerini dile getiren hekimler, bugün Ankara’da düzenleyecekleri Beyaz Forumla Beyaz Yürüyüş’ü tamamlayacak. Kocaeli’nde yapılan basın açıklamasında, TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı amaçlarını; “Emeğimizin karşılığını vermiyorlar, vermeyecekler bizler yaşamdan yana bir mücadelede her gün yüzlerce insanı yitirmek istemiyoruz. Beş dakikaya sığmayan sağlık hizmetiyle karşı karşıya kalan ve bir aynı hastanın 252 kez hastanelere başvurmak zorunda kalmasına karşı mücadele ediyoruz. Hastalarımızın nitelikli sağlık hizmeti alabilmesi için mücadele ediyoruz. Bizim taleplerimiz sadece sağlık emekçilerinin, hekimlerin değil tüm toplumun talepleridir” diyerek dile getirmişti.(İhsan Çaralan-Evrensel)

SOL (KISA KISA - 27/11/2021)

 


(1)-Antalya'da sokak ortasında kadına bıçaklı saldırı

32 yaşındaki kadın eşinin erkek kardeşi tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Hastaneye kaldırılan kadının durumu ağır.

Ali D. aldığı bıçak darbeleriyle yere yığılan Naciye D.'yi darp ederek saçından sürükledi. Genç kadını görenler durumu 112 Acil Çağrı Merkezi’ne bildirdi. Bölgeye polis ve sağlık ekibi sevk edildi.

5 yerinden bıçak darbesi aldığı belirlenen ve durumunun ağır olduğu öğrenilen Naciye D., ambulansla Serik Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Gözaltına alınan Ali D. ise polis merkezine götürüldü. 

(2)-Liseliler gerici öğretmene karşı imza kampanyası başlattı: Kız-erkek oturulmasını yasakladı

Ankara Reha Alemdaroğlu Anadolu Lisesi’nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Ali E.’nin gerici söylem ve davranışları öğrenciler tarafından tepkiyle karşılandı.

Ali E.’nin derslerinde kız ve erkek öğrencilerin yan yana oturmasına izin vermediğini,  kıyafetlerine ve koridorda beraber durmalarına karıştığını, iki arkadaşın birbirine sarıldığını gördüğünde gerici söylemlerde bulunduğunu aktaran Reha Alemdaroğlu Anadolu Lisesi öğrencileri okullarında böyle bir öğretmen istemediklerini dile getirerek bir imza kampanyası başlattılar.

(3)- Kadın işçiler isyan etti: ‘Çalışırken ölüyoruz’ 

Mersin’de paketleme işi yapan 300 kadın işçi aldıkları yevmiye ücretinin azlığına, iş güvenliği önlemi alınmadan çalıştırılmalarına ve bu sırada arkadaşlarını kaybetmelerine isyan etti. Kadın işçiler Mersin Toptancı ve Sebze Meyve Hal Kompleksi önünde eylem yaptı.

Sabahın erken saatlerinde Hal Kompleksi önüne gelen kadınlar, ağır çalışma koşullarından şikâyet ederek, ciddi bir yıpranmayla karşı karşıya kaldıklarını ve sağlıklarının da tehdit altında oluğunu söyledi. 

Edinilen bilgiye göre, kadınlar hiçbir güvencenin olmadığı şartlarda çalıştırılırken, iş güvenliği önlemi, denetim ya da sigorta girişleri de yok.

Öte yandan işçilerin ağır şartlara rağmen yevmiyelerinin 140 TL civarında olduğu öğrenildi.

(4)- Yedi gün yoğun bakımda kalan işçiyi tehdit edip sahte ifade hazırladılar

15 metre yükseklikten düşüp 7 gün yoğun bakımda kalan işçinin çalıştığı firma, işçi hakkında sahte ifade hazırlattı ve işçiyi tehdit etti.

Gaziantep’te yaklaşık 15 metre yükseklikteki bir işyerinin çatısından düşen işçi ağır yaralandı. Olay sonrasında hastaneye kaldırılan işçi, 7 yoğun bakımda kaldı. Belden aşağısını kullanamayan işçi şimdi ise çalıştığı firmanın dava açılmaması yönündeki tehdidi ile mücadele ediyor.

Düşüş nedeninin inşaattaki iş güvenliği eksikliklerinden dolayı yaşandığını aktaran Çatal, “Oraya bir merdiven daha atıp inşaatın çatısına çıkmam gerekiyordu. Merdiveni alıp çıkmak isterken dengemi kaybettim. Ayağımın altındaki kısım plastikmiş. Orası kırılınca kendimi bir anda aşağıda buldum. Oradan sonrasını hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda hastanedeydim. 6 gün yoğun bakımda yatmışım. 7’nci gün gözümü açtım. Yere çakılınca sol kolum kırıldı. Belimde çok sayıda kırık var. Sol baldırımda kırık var. Kaburgamda kırık var. Şu anda belden aşağısını kullanamıyorum” ifadesini kullandı.

'Ben ifade yazıldığı tarihte uyanık bile değildim'

Yoğun bakımda tedavi gördüğü esnada adına sahte emniyet ifadesi düzenlendiğini aktaran Çatal, ifadenin işyeri sahibinin işine geleceği şekilde düzenlendiğini vurguladı. İfadede firmanın isminin geçirilmediğini paylaşan Çatal, “İmza benim değil sahte imza atmışlar. Ben ifadede yazılan tarihte uyanık bile değildim. Polisleri de kullanıp adıma sahte ifade hazırlamışlar. Olayın ardından patronlar hastaneye dahi gelmediler. Ben canımın derdindeyken bana tehdit mesajı atıyorlar. Mesajda ‘Bize dava açma. Şikayetçi olmazsan bir sene sana bakarız. Ama dava açarsan biz de sana dava açarız. Hastaneye senin için ödediğimiz parayı fazlasıyla senden alırız’ yazıyor. Benim 2 tane çocuğum var. Kiracı bir insanım. Bir kazancım olmazsa ailemin nasıl geçimini sağlayacağım. Şuan yardıma muhtaç bir haldeyim. Yetkililerden yardım bekliyorum” diye konuştu.

Firma tehdit etti

Çatal’ın babası Ahmet Çatal ise olayın ardından firmanın kendilerine yardım etmek yerine tehdit ettiğini belirterek, “Hastane parasını bizden çıkaracaklarmış. Oğlum orada sigortalı da çalışmıyordu. Sigortasını yapmamışlardı. Orada hiçbir güvenlik önlemi yok. İnşaat da kaçakmış. Şu an tek tesellimiz oğlumuzun canının sağ olmasıdır. Oğlumun adına sahte ifade hazırlamışlar. Biz dava açıp hakkımızı arayacağız. Ben yetkililere sesleniyorum. Bunlar nasıl sahte ifade hazırlıyor” ifadesini kullandı.

(5)- Pompalı tüfekli saldırgan Çiçek Pasajı'nda ateş açtı: 'Tüm mekanı korkuya boğdu'

İstanbul Beyoğlu, İstiklal Caddesi’nde meydana gelen olayda gece geç saatlerde Çiçek Pasajı'na gelen bir kişi pompalı tüfekle havaya ateş açtı.

O esnada Çiçek Pasajı’nda bulunan müşterilerden biri, sosyal medyadan yaptıkları paylaşımlarda olay anını anlatarak, “Elinde pompalıyla ne yaptığı belli olmayan bir adam tüm mekanı korkuya boğdu. Tek el açılan ateşle yüreğimiz ağzımıza geldi! Ülkenin çivisi çıktı. Eli silahlı insanlar keyfince davranıyorlar” dedi.

(6)- İzmir'de 22 yaşındaki kadın sokak ortasında bıçaklandı

İzmir'in Konak ilçesi Basmane Meydanı'ndaki gar binasının önünde kimliği henüz belirlenemeyen bir erkek tarafından bıçaklanan A.Y. caddenin karşısına geçerek bir lokantanın önünde yere düştü.

Çevredekilerin haber vermesi üzerine olay yerine 112 Acil Sağlık ve polis ekipleri sevk edildi.

Sağlık ekiplerinin olay yerindeki ilk müdahalesinin ardından Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan 22 yaşındaki A.Y'nin hayati tehlikesinin bulunduğu öğrenildi. 

'Türk Dünyası' neden şimdi ortaya çıktı? - Erhan Nalçacı / SOL

 'Türk Dünyası Haritası' emperyalist dünyada sonu gelmeyen tehlikeli bir macera olmasının yanında Türk patronlar semirirken Türk ve her halktan emekçinin sömürüldüğü bir coğrafya hayalini sunuyor.

14 Kasım’da Bahçeli’nin Erdoğan’a hediye ettiği, kendisinin üzerine çalışıp çizdirdiği söylenen 'Türk Dünyası Haritası' görülüyor.

On gün kadar önce Bahçeli Cumhurbaşkanlığını ziyaret ettiğinde Erdoğan’a bir “Türk Dünyası Haritası” hediye etti.

Ama ne harita, Balkanlardan Orta Asya’nın tamamına, oradan Sibirya’ya ve Çin’in Uygur bölgesine kadar en az on bağımsız devletin sınırlarını ortadan kaldırıyor!

Karşı taraf ciddiye alsa savaş çıkar.

Kürt milliyetçileri zaman zaman beş ülkenin içinden bir “Kürt Dünyası Haritası” yayınlıyorlar, bundan pek farkı yok.

Peki, neden şimdi bu harita çıktı ortaya?

Cumhur Cephesi yönetme krizine girdiği için dikkat mi dağıtmak istiyor? 

Belki de, ama bu çok basit bir açıklama olurdu. Aksine Türkiye sermayesinin Orta Asya’daki uzun vadeli ve AKP sonrası siyasi oluşumlar tarafından da devralınacak bir yönelimine dikkatimizi vermeliyiz. 

Daha önce bu konuya değinmiştik, bütünlük açısından okuyucu göz atabilir. Şu anda Orta Asya çok büyük bir emperyalist rekabete sahne oluyor. Dünyanın başlıca üretim merkezi haline gelen Çin’de üretilen metalar Yeni İpek Yolu üzerinden Orta Asya’yı kullanarak dünyaya dağılacak. Aşağıdaki haritadan güzergâhı hatırlayabiliriz.


Yeni İpek Yolu’nun Çin’den çıktıktan sonra Kazakistan, Özbekistan, Hazar Denizi, Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye güzergâhını kullanan Doğu-Batı Orta Hattı görülüyor. Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’ndan sonra söz konusu hattın Azerbaycan, Ermenistan, Nahçıvan üzerinden (kırmızı ile işaretlenmiş) daha da kısalması söz konusu. Haritada görülen hat aynı zamanda enerji koridorlarını da kapsıyor.

Ama hiçbir yolun kapitalizmde masum olmadığını biliyoruz, her yeni yolun etrafına sermaye yığılır. Bu yol hattı boyunca ucuz emek gücünün sömürülmek üzere sunulacağı serbest bölgeler şimdiden inşa ediliyor.

Yapısal krizindeki kapitalizme bir canlılık katacağı düşünülen bu yol hattı boyunca birikecek sermayeyi askeri olarak da korumak gerekiyor.

Rekabet de burada başlıyor. Gerilim içindeki ittifaklar diğerlerine karşı hamle yaparken aynı zamanda birbirlerine karşı da pozisyon kolluyorlar. Örneğin, henüz Orta Asya devletlerinde askeri üssü olmayan Çin’in Afganistan ile gerilim yaşayan Tacikistan’da polis üssü açacak olması muhtemelen Rusya’nın hoşuna gitmedi.

ABD ise 2000’ler boyunca Orta Asya’da sürekli geriledi. Özbekistan ve Kırgızistan’daki renkli devrim girişimleri fiyaskoyla sonuçlandı. ABD’nin beşinci kolu Gülen Tarikatı Orta Asya’da çok etkiliydi, ancak 2016’da malum duvara tosladı. Şimdi ABD’nin kullanabileceği hemen hiçbir askeri üs kalmamış gözüküyor. ABD sürekli bir faaliyet içinde bir gedik açabilmek için. Dün Kırgızistan’daki kim bilir kaçıncı sivil darbe girişimi de muhtemelen bu faaliyetin sonucudur.

Bölgede ekonomik olarak Çin hegemonyası söz konusuyken askeri olarak güvenliği başlıca eski Sovyet Cumhuriyetlerinden gelen bağlarını kullanan Rusya tarafından sağlanıyor. 

İşte böyle bir pozisyonda Türkiye sermaye sınıfı Orta Asya seferine çıkmış gözüküyor. Hem kendi çıkarları hem de yeri gelince ABD ve NATO’ya elde ettiği pozisyonları pazarlık masasında sunmak için.

İki hafta kadar önce Yassıada’da Türk Konseyi’ne üye ve gözlemci ülkelerin siyasi liderleri toplandı ve birliğin adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştiğini bu vesile ile öğrendik. Teşkilata üye ülkeler Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan ve Türkiye iken, Türkmenistan ve -ne alaka demeyin- Macaristan gözlemci ülke olarak katılıyor.

Zirve sonucunda 121 maddelik bir bildiri yayınlandı. Vakti olan bakabilir, bu kapsamlı bildiri sermaye hegemonyasında geniş çaplı bir siyasi birliğe işaret ediyor. İçinde askeri konular yok ancak Türkiye’nin buradaki devletlerle birçok ikili askeri anlaşma imzaladığı ve yürüttüğü biliniyor. Bu durumun özellikle Rusya tarafından giderek artan bir kaygı ile izlendiğini söylemeye gerek yok.

Türkiye sermaye sınıfı daha yola çıkarken 19. yüzyılın başındaki milliyetçilik dalgası içinde ve Balkanlardaki kayıplardan sonra gözünü doğuya, Türki nüfusların yaşadığı yerlere dikmişti.  Buna son veren, çeşitli salınımlardan sonra Bağımsızlık Savaşı içindeki Ankara’nın Bolşeviklerin İngiliz emperyalizmine karşı vereceği destek karşılığında Turancılıktan vazgeçmesi oldu. Turan peşinde koşan maceracılar ise İngiliz emperyalizminin işbirlikçisi konumuna düştüler.

Sonuçta “Türk Dünyası Haritası” emperyalist dünyada sonu gelmeyen tehlikeli bir macera olmasının yanında Türk patronlar semirirken Türk ve her halktan emekçinin sömürüldüğü bir coğrafya hayalini sunuyor.

Tabi ki bölgede ne Rus sermayesinin hegemonyasını ne de ulusları ayıran sınırları mutlaklaştırmak gibi bir niyetimiz var. Bu geniş coğrafyanın bütünleşmesi emekçi sınıfların iktidarında eşitlik ve özgürlüğün bayrağı altında yaşanacak.

Erhan Nalçacı / SOL

26 Kasım 2021 Cuma

BİRGÜN(KISA KISA GÜNDEM - 26/11/2021)

26 KASIM 2021

Başkanın ülküsü dolandırıcılık / Mustafa BİLDİRCİN

Osmanlı Ülkü Ocakları Federasyonu Genel Başkanı Turgut Başdaş hakkında, “Organize suç örgütü kapsamında nitelikli dolandırıcılık suçu” işlediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulduğu ortaya çıktı. Suç duyurusuna konu iddiaya göre Başdaş, beraberindeki iki kişi ile birlikte 84 yaşındaki A.İ. isimli kadının imzasını taklit ederek yüksek bedelli senetler düzenledi ve yaşlı kadına yönelik icra takibi başlattı.

                                                                      ***

Diyanet'in aile içi şiddete karşı çözümü: Fabrika ve kahvehane sohbetleri-BİRGÜN

Diyanet İşleri Başkanlığı, aile içi şiddete yönelik başlattığı yeni bir projeyi açıkladı. Proje kapsamında, fabrika ve kahvehane sohbetleri gerçekleştirilecek. Açıklamada, Diyanet İşleri Başkanlığının Kadına Yönelik Şiddette Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla Kur'an ve sünnet rehberliğinde "Ailenin Korunması ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde Toplumsal Farkındalığın Sağlanması" projesini hayata geçirdiği belirtildi.Proje kapsamında, fabrika ve kahvehane sohbetleri gerçekleştirilecek, bu sohbetlerde "Şiddet İnsan Onuruyla Bağdaşmaz" konulu sunum yapılacak.

                                                                                 ***

Ruhsat bile yokken göreve başlamışlar (Nurcan Gökdemir)

Şehir hastanelerinde yeni bir rant kanalı tespit edildi. Tahsis ve ruhsat süreçleri bile tamamlanmadan göreve başlatılan müşavir firmalara, 1850 güne varan süre uzatımları için fazladan milyonlarca lira ödeme yapıldı. Sayıştay raporu, şehir hastanelerindeki bir usulsüzlüğü daha ortaya çıkardı. Buna göre, kamu özel işbirliği modeli ile inşa edilen hastane projelerinde çok sayıda müşavir firma, daha arsa tahsisi ile ruhsat süreçleri tamamlanmadan ve yüklenicilere yer teslimi yapılmadan yıllar önce işe başlatıldı ve bu firmalara milyonlarca liralık fazla ödeme yapıldı.

                                                                              ***

Bakanlık, İBB'nin teklifini 8 aydır bekletiyor (BİRGÜN)

İBB, Devlet Arşivleri tarafından kullanılan Kağıthane’deki araziyi Maliye Hazinesi’ne devretmeyi teklif etti. 

Çevre Şehircilik Müdürlüğü teklifi 8 aydır inceliyor. T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’nın 14 Ekim 2019 tarihli yazısı üzerine İBB tarafından, İstanbul Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüne 28 Temmuz 2020 tarihinde bir yazı yazıldı. 

Söz konusu arazinin, 573 milyon 530 bin 253 TL bedel üzerinden, İBB’nin ve bağlı kuruluşlarının vergi borçlarından mahsup edilmesi ve kalan bedelin İBB’ye ödenmesi şartıyla Maliye Hazinesi’ne devredilmesinin uygun olacağı bildirildi. Devir talebine cevap verilmemesi üzerine İBB, 11 Mart 2021 tarihinde bir yazı daha yazarak, gerekli işlemlerin başlatılmaması halinde, Devlet Arşivleri Başkanlığı tarafından kullanılan arazi için tazminat talebinde bulunulacağı bildirildi. 

Akabinde 15 Eylül 2021 tarihinde ecrimisil(kira) ihbarnanesi ile, tahsis süresinin sona erdiği 2019 yılı sonundan, 31 Ağustos 2021 tarihleri arası için 16 milyon 217 bin 989 TL kira bedeli tahakkuk ettirildi. Durum bu aşamadayken İBB Meclisi’nde çoğunluğa sahip AKP Grubu geçtiğimiz ekim ayında, söz konusu arazilerin Devlet Arşivleri Başkanlığı’na 25 yıl bedelsiz tahsis edilmesi yönünde karar çıkarttı. İmamoğlu bu kararı veto etti. Meclis bugün kararı yeniden görüştü. AKP’nin çoğunluk oyu ile Meclis kararında ısrar edildi. Kesinleşen Meclis kararı için İBB’nin sadece, konuya yargıya taşıma hakkı bulunuyor.

                                                                             ***

Tuncel Kurtiz bizi hep yüreklendirdi.(Işıl Çalışkan)

Tuncel Kurtiz’in sürgün yıllarından filmlerin ilk kez izleyiciyle buluşacağı Gezici Festival’in yolculuğu yarın başlıyor. Direktör Emre, Kurtiz’in aynı zamanda festivalin en büyük destekçilerinden biri olduğunu söylüyor. 26’ncı Gezici Festival yarın ilk durağı olan Ankara’da başlıyor. Bu yılki rotasında sırasıyla Ankara, Sinop ve Kastamonu’daki sinemaseverlerle buluşacak festivalin programında Dünya Sineması, Kısa İyidir, Türkiye Sineması gibi klasikleşen bölümler yer alacak. Festivalin yola çıkış hikâyesini sorduğumuz Başak Emre, “Gezici Festival’in yola çıkışındaki amacımız sineması olmayan, kültür sanata uzak şehirlere gitmek, oradaki izleyicilerle sinemacıları, dünya ve Türkiye sinemasının son örneklerini buluşturmaktı. 2013 yılında hayata veda eden Tuncel Kurtiz’in Gezici Festival’in 25 yılı doldurmasındaki önemine değinen Emre, “Tuncel Kurtiz yorulduğumuz, zorlandığımız, artık yapmasak mı dediğimiz anlarda bizi hep yüreklendirdi. ‘Devam edeceksiniz, çok önemli bir iş yapıyorsunuz’ derdi. 







Soğuk Savaş ve sosyalizmin kadın cephesi(I-II) - FERİDE E. TETİK / SOL(Gelenek)

 (I)Soğuk Savaş ve sosyalizmin kadın cephesi-FERİDE E. TETİK / SOL(Gelenek)(06/07/2021)

Reel sosyalizmin sadece sosyalist ülkelerdeki kadınlara ne verdiği değil, aynı zamanda dünya kadın mücadeleleri tarihine kattıklarının cevabı olarak da bu dönemi unutmamamız gerekiyor.


Soğuk Savaş, genel olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD ve Sovyetler Birliği merkezli iki kampın1 birbirleri ile direk askeri çatışmalar yerine politik, iktisadi, ideolojik, kültürel, teknoloji gibi farklı alanlarda mücadele etmesi olarak tanımlanabilir. Çoğu zaman ihmal edilen, hatta unutturulmaya çalışılan bu mücadele alanlarından bir tanesi de kadın meselesidir.  Reel sosyalizm sürecinde, sosyalist ülkeler kadın başlığında kadın meselesinin ne olduğu dâhil, her konuda neredeyse bir ‘savaş’ verdiler.

Soğuk savaş döneminin aslında oldukça ‘sıcak’ mücadele alanlarından biri olan kadın başlığında, Sovyetler Birliği odaklı kadın dayanışma ve mücadele ağları, adeta bir ‘kadın cephesi’ oluşturmuştu. Reel sosyalizmin sadece sosyalist ülkelerdeki kadınlara ne verdiği değil, aynı zamanda dünya kadın mücadeleleri tarihine kattıklarının cevabı olarak da bu dönemi unutmamamız, yok sayılmasına izin vermememiz gerekiyor. Giriş niteliğindeki bu yazıda, soğuk savaş döneminde sosyalizmin kadın cephesi ve bu cephenin en önemli uluslararası aktörü ve emperyalist kamp için en büyük tehdidi olan (bugün TKP Komünist Kadınların da üyesi bulunduğu) Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu’nu ele alacağız.

Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu (UDKF)

“Yakın Doğu’ yu ya biz örgütleyeceğiz ya da komünist kadınlar...
Bu kadar, (bize para aktaramayacak kadar- ç.n.) maddi sıkıntıda olmanız ne kadar korkunç”2

Uluslararası kadın hareketinin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürecini belirlemekte kilit bir rol oynayan UDKF, resmi üyelik sayısına göre 1945 sonrasının en büyük uluslararası kadın organizasyonudur.3 Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden altı hafta sonra ve savaş henüz Asya’da devam ederken, 29 Kasım 1945’de Paris’te düzenlenen UDKF kuruluş kongresinde 40 ülkeden 850 delege ve 181 organizasyonu bir araya gelmiştir. Kurucu kadrosundan birkaç isme kısaca göz atmanın UDKF’ ye dair net bir fikir vereceğini düşünüyorum. İlk Genel Başkanı, Marie Curie’nin öğrencisi ve çalışma arkadaşı Fransız Komünist Partisi Üyesi Bilim insanı Eugenie Cotton4; Kurucu Genel Sekreteri ise Auschwitz ve Ravensbruck toplama kampından sağ çıkabilen az sayıda tutsaktan biri olarak Nazilere karşı Nürnberg mahkemelerinde tanıklık yapmış Fransız komünist fotoğrafçı Marie Claude Vaillant- Couturier’dir. Diğer kuruculardan, Dolores Ibarru, İspanyol Komünist Partisi kurucu ve Merkez Komite Üyesi, İspanyol İç Savaşı’nda La Passionara olarak tanınır. Franco faşizmine karşı yaptığı ünlü radyo konuşmalarında ‘No Passaran’ haykırışı ile bilinen komünist hatip, ardından sürgüne gittiği Sovyetler Birliği’nde, tek oğlunu Kızılordu saflarında Stalingrad’ı savunurken kaybetmiştir. Edwarda Orlowska, 1920 yılında komünist gençlik örgütü üyesi olarak girdiği mücadelede 1934’de komünist parti faaliyetlerine katıldığı için bir dönem tutuklanmış, Polonya İşçi Partisi Kadın Seksiyonu Başkanı; Tsola Dragoycheva ise 1920’lerden itibaren Bulgaristan Komünist Partisi silahlı kanadında da yer almış, idam cezasından gebe olduğu için kurtulmuştur. Sovyetler Birliği’nde sürgünde geçirdiği yıllardan sonra ülkesindeki direniş hareketine katılmış, atıldığı toplama kampından sağ kurtarılmış Bulgaristan Komünist Partisi Politbüro üyesidir.  Ana Pauker, 1935’de komünist faaliyetleri gerekçesi ile Romanya’da 10 yıl hapse mahkûm olup 1941’de mahkûm değişimi ile Sovyetler Birliği’ne gitmesi sayesinde Nazi soykırımından kurtulmuş, Romanya’nın (ve dünyanın) ilk kadın Dışişleri Bakanıdır. Henüz 1930’larda komünist parti üyesi olan Kata Pejnovic ‘Yugoslavya Ulusal Kurtuluş için Antifaşist Konsey’in tek kadın üyesi, aynı zamanda Antifaşist Kadınlar Birliği’nin başkanıdır, üç oğlu ve eşi faşistlerce katledilmiştir. Klavdia Yakovlevna Fomicheva ikinci dünya savaşı Sovyetler Birliği Kahramanlık nişanı sahibi savaş pilotu ve filo komutanı, Nina Vasilevna Popova, Sovyetler Birliği Antifaşist Kadın Komitesi (daha sonra Sovyetler Birliği Kadın Komitesi adını alır) üyesi, iki Lenin nişanı, bir Stalin Barış Nişanı sahibi ve diğer faaliyetlerinin yanı sıra 1956 yılı SBKP Merkez Komite aday üyesidir.  Chrysa Hatzivasileiou sağcı gazetelerin haklarında “Kana Susamış Sırtlanlar! Kadın Formundaki Canavarlar” diye başlık attığı Yunan İç Savaşı partizan saflarındaki kadınlardan, Yunanistan Komünist Partisi Politbüro üyesidir. UDKF, bu kadınların elinde ve bu atmosferde şekillenmiştir.5 Amerikan propagandasının “erkek parti liderlerinin kuklaları” olarak tanımladığı bu kadınların özgeçmişi, kukla mı yoksa özne mi olduklarına dair bir açıklamaya, bence, mahal bırakmamaktadır.

UDKF sadece Avrupa merkezli bir organizasyon değil, kuruluşundan itibaren farklı ülke ve bölgelerden organizasyonlara da açık bir örgüttür. Kuruluşunda Hindistan, Cezayir, Arjantin, Kolombiya, Mısır, Lübnan, Uruguay, Avusturya ve Avustralya delegeleri de hazır bulunmuştur. UDKF’nin kuruluş prensipleri, antifaşizm, kadın hakları, çocukların refahı ve barış olarak dört başlıkta özetlenebilir.6 Üyelik yapısı bireyler değil organizasyonlar temellidir ve temel yayın organı altı dilde üç aylık periyotlarla yayınlanan “Bütün Dünyanın Kadınları” (Women of the Whole World) isimli dergi ve “Haber Bültenleri”dir. Broşürlerle birlikte özellikle inceleme, araştırma ve bulgu raporları da yayınlamaktadır. UDKF 1945-1989 dönemleri arasında 9 Kongre7 gerçekleştirir. Bu Kongreler, katılan delegelere ülkelerindeki kadınların durumları ile ilgili bilgi sunma şansı vermenin yanı sıra, farklı ülkelerdeki kadınların durum ve deneyimleri ile ilgili bilgi edinme ve özgül koşullar kadar ortak sorunları tespit edip mücadele hattı çizme şansı da vermektedir. Temsilcilerin ülkeleri ile ilgili güncel sosyoekonomik raporları, farklı ülkelerden kadınların durumu üzerine bilgi aktarımları ve değerlendirmeleri ile kadınlar arasında bir bilgi ağı kurulur. Birbirlerini tanımayan milyonlarca kadının arasında oluşan bu bağ, sosyalizmin kadın cephesinin en önemli silahıdır. UDKF’nin bu bilgi toplama/ üretme merkezi olma özelliği özellikle ABD kaynaklı propaganda sisini dağıtma ve kadın meselesinin ne olduğunun netleşmesinde önemli bir rol oynar. Ayrıca Federasyon, kongrelerin yanı sıra konferanslar, bölgesel seminerler, araştırma komisyonları, imza kampanyaları ve ziyaretler de düzenleyerek kadın hakları gündemini sürekli canlı tutmuş, bir diğer deyişle, soğuk savaşın içerisine “kadın meselesini” dâhil etmiştir.   

UDKF her zaman “Kadın Hakları, Çocukların Refahı ve Barış”ı ön planda tutmuş olsa da, inceleme kolaylığı açısından, soğuk savaş dinamikleri ile paralel olarak öne çıkan mücadele başlıklarına dayalı bir dönemlendirme yapabiliriz. 1960’lı yıllara kadar süren ilk dönemde Antifaşizm, Kadın Hakları ve Barış, 1960 ve 1970’li yılları kapsayan ikinci dönemde ise Anti Emperyalizm, Ulusal Bağımsızlık ve Gelişme/Kalkınma vurgusunun arttığını görürüz. Bu yaklaşım, BM Uluslararası Kadın Yılı’nın (ve müteakiben BM Kadın On Yılı8 konferanslarının) ana gündemi olacaktır. Yine inceleme kolaylığı açısından, 1970 sonrasını BM Kadın On Yılı’na yönelik çalışmalar ve bu çalışmaların altyapısının öne çıktığı bir dönem olarak tarif etmek doğru olacaktır.

Anti-faşizm, Kadın Hakları ve Barış

Federasyon kadın hakları için verilen mücadelenin yanı sıra ABD’nin, Güneydoğu Asya’ya yönelik askeri müdahaleleri, Federal Almanya’nın Nazilerden arındırılması konusunda yavaş davranılması, Yunan İç Savaşı’nda faşist güçlere verdiği destek, Kore savaşı ve İspanya’da Franco rejimine yönelik tutumu sebebi ile eleştirilmesinde önemli rol oynamıştı.9 Son tahlilde kadın mücadelesinde de iki sınıf var ve Soğuk Savaş bağlamında ilerici, sosyalist, anti-emperyalist ve anti-faşist kadınları bünyesinde toplayan, kadın eşitlik ve özgürlüğünün ancak sosyalizmde olabileceğine dair güçlü bir duruş sergileyen UDKF, Sovyetler Birliği tarafındadır. Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesine (HUAC) göre UDKF “kadın hakları için bir şeyler yapıyormuş gibi bir sis perdesi ardına gizlenerek ‘masum kadınları’ komünist etki alanına çekmeyi amaçlayan politize bir örgüt” tür. Hem düzenlediği ‘Barış’ kampanyalarında Sovyetlerin siyasi savaşında özel bir kol olarak hizmet etmek hem de “ABD ve diğer demokratik ülkeleri silahsızlanma ve hareketsiz kılmaya çalışarak onları komünistlerin dünyayı fethetme gizli emelleri karşısında yardımsız bırakma amacı taşıyor”dur.10

UDKF, Yunan İç Savaşı sonrası Nazi işbirlikçilerine dokunulmamasına rağmen, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan, toplama kampları ve hapishanelerde esir tutulan partizanlar için maddi ve siyasi destek sunar.111954’e kadar devam eden yargılamalarda, baskı ve işkence gören, idama mahkûm edilen komünistler için BM nezdinde çalışmalar yürütür. Yunanistan’da erkeklerle birlikte savaşan kadın komünistlere politik ve maddi yardım kadar kadınların oy hakkı ve siyasi mahkûmların af talebi doğrultusunda da çalışmalar yapmıştır.12 1947 yılında İspanya’daki hapishanelere uluslararası hukuk uzmanları ile birlikte bir ziyaret düzenlemiş, kamuoyunu bu başlıkta bilgilendirmeye çalışmış ve Franco karşıtı protesto kampanyaları örgütlemiştir. Kore Savaşı’nda, Kore Demokratik Kadınlar Ligi’nin daveti üzerine, Kore’ye ABD askerlerinin sivil halka karşı işlediği suçları belgelemek için 17 ülkeden 21 kadının oluşturduğu bir araştırma bulgu komisyonu (fact-finding commission) gönderir. Kuzey Kore’de ABD’nin ısrarla “sadece askeri noktaları hedeflediğini” iddia ettiği yıllarda, toplu mezarları, işkenceleri, çocuk ve kadınlara karşı işlenen insanlık dışı suçları, tamamen yıkılan sivil yerleşim birimlerini henüz bombardımanlar sürerken canlı ve detaylı olarak belgelemiştir.13 Araştırma sonucunu ‘Suçluyoruz’ başlıklı bir rapora dönüştürerek üye organizasyonları aracılığı ile dünya çapında dağıtımını örgütler. Federasyon, benzer şekilde Fransa’nın Vietnam’a saldırılarını protesto etmiş, Fransız anneleri çocuklarını savaşa yollamamaya davet eden kampanyalar düzenlemiş ve ardından Federasyon’a bağlı Fransız Kadınlar Birliği’ne dönük baskılar sebebi ile 1951 yılında merkezini Paris’ten Doğu Berlin’e taşımak zorunda kalmıştır. Vietnam’ın bağımsızlık savaşında ve özellikle Kore’de, ABD Karşıtı faaliyetlerde bulunmakla suçlanan, UDKF’nin ABD kolu Amerikan Kadın Kongresi (CAW)14 de baskılar sonucu kapanmak zorunda kalır. UDKF, bu faaliyetlerinden dolayı ABD ve İngiltere’nin girişimleri ile 1954 yılında BM Kadının Statüsü Komisyonu’ndaki Danışma statüsünü15 kaybeder (fakat 1967 yılında bu konumu tekrar kazanacaktır).

Federasyon, faşizme, diktatörlüğe ve emperyalizme karşı verdiği mücadeleyle kapitalist/emperyalist kampın canını fazlasıyla sıkmayı, özellikle kadın başlığında da onlara sıkıştırmayı başarmıştır. 1953’de İspanya’ya bir askeri üs kuran ve Franco ile karşılıklı askeri ve ekonomik işbirliği anlaşması imzalayan,  BM kurullarında Yunan faşistlerinin uyguladığı baskı ve zulmün gündeme geldiği her başlıkta onları savunan ABD,  “Suçluyoruz” raporuna herhangi resmi bir cevap vermemesine rağmen otuz kadar kadın örgütünü “Birleşmiş Milletler için Birleşmiş Kadınlar” adı altında toplayarak barış kampanyalarının aslında Sovyetler Birliğinin işine yaradığı ve Suçluyoruz raporunun “tamamen komünist işi”, “Barış” ın ise komünist propaganda olduğuna dair bir durum raporu yayınlatacaktır.16  ABD’nin ne Kadın Hakları ne de Barış adına hiçbir şey duymak istemediği, bunları komünist ajitasyon olarak damgalayıp takibe aldığı yıllardır.

1948 Budapeşte Uluslararası Kadınlar Kongresi sonucu ortaya çıkan Barış Manifestosu “Marshall planı yardımı ile onlar (ABD) ülkelerin bağımsızlıklarına el koyacak ve halkları Amerikan savaş üreticilerinin emrine sokacak. Dünyanın bütün kadınları bilmeliler ki Marshall planı Avrupa’ya yardım planı değildir, yeni bir savaş hazırlığında halkları ekonomik ve politik olarak hizmetkâra dönüştürme planıdır. Bu ülkelerin hükümetleri Amerikan emperyalistlerine askeri üsler verecek… Barışı korumak için bir arada duralım, Saldırganların kirli planlarını kitlesel gösteriler, protestolar, imza kampanyaları ile teşhir edelim ve barışa olan sevgimizi gösterelim.17” UDKF nin Barış savunuculuğu pasifizmi reddeder ve kadınları kurban olarak değil mücadeleci karakterleri ile tanımlar. UDKF Başkan Vekillerinden Nina Popova 1949 Moskova UDKF Konsey toplantısında yaptığı konuşmada bu ayrımı şöyle tanımlar: Bizim barış hareketimizin pasif bir reddedişle en ufak bir ilişkisi yoktur. Tam tersine UDKF daha derin ve etkili bir aktif mücadele halindedir. Ulusal örgütlerimizin görevi barış için mücadele programının uygulanmasında her türlü kitlesel ve emek eylemliliklerinde aktif görev almaktır.18 Eugenie Cotton ise, kadınlar açısından barış ve emperyalizm ilişkisini “Barışla ilgili birçok organizasyon var. Fakat biz barışla ‘kadın’ olarak, kadınların argümanları açısından ilgileniyoruz. Bu sebeple, insan olarak çok uzun süredir onurları aşağılanan biz (kadınlar-ç.n), emperyalizmin sömürgeleştirdiği insanların aşağılanmasını çok daha iyi anlıyoruz19” olarak tarif etmektedir.

UDKF’nin temel prensiplerinin arasında “Kadın Hakları” nın hangi bağlamda ele alındığına değinmekte, bugüne ışık tutması açısından da fayda var. Federasyonun ilk dokümanlarından birinde kadın hakları “anne olarak: korku, sefalet ve savaşın olmadığı bir dünyada çocuk sahibi olmak, hükümetler tarafından kamusal hizmetler ve yeterli barınmanın sağlanması. İşçi olarak: kadınların her sanayi ve meslek dalında çalışabilmesi ve kadının ucuz işgücü olarak sömürülmesine son vermek için eşit işe eşit ücret prensibinin hayata geçirilmesi, mesleki eğitim için erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmak, çalışma şartlarının iyileştirilmesi.  Vatandaş olarak: erkeklerle yasal eşitlik, tam demokratik ifade özgürlüğü, oy verme ve topluluklara üye olma hakkı, ulusal ve uluslararası organlarda, yargı ve yönetim organlarında yer alma” hakları olarak tanımlanır.20 Federasyon kadın haklarını somut her adımında, her kampanya ve her kararında net bir çerçeve ve bir öncelik olarak ortaya koymaktadır.

1953 Kopenhag Kongresi21 ve 1963 Moskova Kongresi

1953 UDKF Kopenhag Dünya Kadınlar Kongresi, 67 ülkeden, 613 delege ve 1300 misafirin katılımı ile gerçekleşmiş, kongre sonucunda oldukça ilerici, bir nevi sosyalist prensiplerin özünü yansıtan “Kadın Hakları Deklarasyonu” kabul edilmiştir. Bu deklarasyonda, eşit işe eşit ücret, kadınların çalışma ve eğitim hakkı, kreş ve anaokulları için ihtiyaç, kadın ve çocukların korunma hakkı, doğum izni, oy verme ve siyasi haklar, seçimlerde yer alma, yasal haklar, köylü kadınların toprak edinme hakkı, evlilikte mülk edinme ve çocukların velayetinde erkeklerle eşit haklar, kadınların siyasi katılım hakları tanımlanmıştır. Bu deklarasyon hem kongre katılımcıları tarafından evlerine bir mücadele programı olarak taşınacak, hem de ileriki yıllarda, 1963 Moskova Kongresi kararları ile birlikte, bugün İstanbul Sözleşmesinin de kaynağı olan, BM CEDAW22 antlaşmasının temelini oluşturacaktır.

Bu yıllarda sosyalist blok ülkelerinde eşit işe eşit ücret, kadınlar için yasal eşitliğin sağlanması, kadın istihdamı, çocuk ve annelerin korunması ve desteklenmesi politikaları başarıyla uygulanmaktadır. Ev işlerinin kollektifleştirilmesi adımları atılmış, kadın eğitimi ve uzmanlaşması, kürtaj, barınma, sağlık, ücretli tatil, annelik ve doğum izni, kreş, emeklilik haklarını kazanmış ve tüm bu başlıklarda dünya tarihinde görülmemiş adımları atmış durumdalar. Artık kadın hakları bayrağı sosyalist ülkelerin elinde, öyle ki 1953 Kopenhag Kongre sonuç raporu, İskandinav ülkelerini annelik izni ya da küçük yaşta çocuğu olan kadınlar için özel yasaları olmadığı için eleştirir ve Polonya’yı örnek gösterir.23 Bugünün İskandinav ülkeleri hayranlarına, bunu anlatmakta fayda olduğu kanaatindeyim.

1963 UDKF Moskova Kongresi ise, uzaya çıkan ilk kadın olan Sovyet Kozmonot Valentina Tereşkova’nın yerkürenin çevresinde 48 tur attığı uzay görevinden dönmesinden birkaç gün sonra gerçekleştirilmiş ve kongrenin onur konuğu Valentina Tereşkova olmuştur. Söz konusu uzay görevinde bir de erkek kozmonot da gönderilmesine rağmen bu görev, sıradan bir işçi olan yetim Tereşkova ve onun “kadın uzay gemisi” dediği Vostok-6’sı ile özdeşleşir, planlı bir hamledir. 113 ülkeden 1543 kadının katıldığı Moskova kongresinde (yaklaşık 200 milyon kadın temsil edilmektedir) Tereşkova, kadın başlığında sosyalizmin başarısının canlı kanıtı24ve henüz ABD’de kadın astronot yokken, kadın başlığında Sovyet sisteminin en büyük zaferidir.  Tereşkova’nın neredeyse uzay görevinden döner dönmez UDKF kongresine katılmasının dünya kadınları için ne anlama geldiğini, Kongre katılımcısı Sovyet gazeteci Anna Karavaeva’nın kongreyi anlattığı satırlarından okumak gerekiyor:    

“(Konferansta- ç.n.) Onu görmek, bizim tatlı kahramanımızı, özgür olan ve özgür olma yolunda olan tüm ülkelerden kadınları umut ve morallerini yükseltti. Bu bir kadının yüreğinde büyüyebilen büyük kanatlardır, bu bir kadın özgür ve gururlu olunca yapabileceği şeydir”25

1963 yılında Sovyet kadınlarının, sosyalizme ve kendilerine inanmak için, Tereşkova dışında da sebepleri vardı. Kongre açılışında yaptığı konuşmada Kruşçev, Yüksek Sovyet Meclisinde 360, yerel Sovyet meclislerinde ise iki bini aşkın kadın temsilci bulunduğundan bahseder. Yüksek eğitimdeki uzmanların yarısı, doktorların üçte biri, öğretmenlerinse yarısı kadındır. Bu kongrede sosyalizmde kadınlar için ‘gökyüzünün bile bir sınır olmadığı’ dosta düşmana gösterilir. Yeryüzünde ezilen halkların ve özellikle kadınların mücadelesinde ise sınır, sömürü ilişkileri ve serbest pazar ekonomileridir. 1969 UDKF Helsinki Kongresi, “İstihdamda Kadın ve Kadın Hakları” başlığı ile toplanacaktır. Bu sınırları yıkma mücadelesinde, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yönelik kalkınmacılık/gelişme vurgusunun öne çıktığını görürüz.

Anti-Emperyalizm, Ulusal Bağımsızlık ve Kalkınma

1960’lı yıllar ulusal kurtuluş savaşlarının pek çok halkı sömürgecilikten kurtardığı yıllardır, üçüncü dünya ülkeleri ve “bağlantısızlar” gibi ülke topluluklarının ağırlıklarını hissettirmeye başladığı bu dönemde UDKF sömürgeciliği mahkûm eden, “sömürgecilik karşıtı kampanyalar başlatan ve emperyalizme karşı mücadeleyi kadın meselesinin bir parçası olarak gören tek kadın kuruluşudur”.26 Diğer uluslararası kadın örgütlerinin “iç meseleler” olarak addedip görmezden geldiği yahut sadece “kınamak” ve ateşkes çağrısı yapmak dışında suya sabuna dokunmadığı yıllarda, Federasyon sömürge sisteminden kadınlar ve çocukların nasıl etkilendiğine dair araştırmaları, incelemeleri, yayınları ve ziyaretleri aracılığı ile sömürgelerdeki kadınlar ile bağlar oluşturmakta, UDKF kongreleri, bölgesel konferanslar ve yayınları aracılığı ile sömürgelerden/ya da yeni bağımsızlığını kazanmış ülkelerden gelen kadınların bir araya gelmesini sağlayıp, ortak mücadele stratejileri kurulmasında, kendilerini ifade etmelerinde bir platform görevi görmektedir. Aynı zamanda hükümetler üzerinde kamuoyu baskısı yaratarak insan hakları başlığında da Avrupa devletlerini adımlar atmaları için de zorlar. 1953’de üye örgütlerinin %23’ü Afrika, Asya, Latin Amerika’daki ulusal organizasyonlardan oluşurken, 1987’ye gelindiğinde Batı Avrupa dışındaki ülkelerden üye organizasyonların oranı %73 olduğunu belirtmek gerekiyor.27

Federasyonun uluslararası önemini vurgulamak için aktarıyorum, Ekim 1970 tarihinde ABD’nin askeri varlığının Vietnam’dan çekildiği barış antlaşmasında Vietnam Demokratik Kadın Ligi davetlisi olarak UDKF de hazır bulunmuştur.28 1976’ da Şili’de insan hakları ihlalleri ile ilgili düzenlenen UNESCO yönetim kurulu toplantılarına, UDKF özel olarak davet edilmektedir.29 Elbette Federasyon, 1970’lerde siyahi aktivist, komünist ve Kara Panterler üyesi Angela Davis için dünya çapında gerçekleştirilen kampanyaların da bir parçasıdır.

Yazıyı uzatmak pahasına, burada bir parantez açarak sosyalizmin kadın cephesinin, Sovyetler Birliği dışında önemli bir bileşeninin de, Doğu Blok’u ülkeleri kadın örgütleri olduğuna değinmekte fayda var. Bence tümü ayrı ayrı incelenmesi gereken ilişkiler ağına örnek verebilmek adına iki örneğe, DFD (Demokratik Almanya /Demokratik Kadınlar Birliği) ve CBWM (Bulgaristan Kadın Hareketi Konseyi)ne değinmek istiyorum. DFD, özellikle gelişmekte olan ülkeler ve eski koloniler ile karşılıklı ziyaretler organize ederek, delegasyonlar arası ilişkiler kurmuş, yardımlaşma ve ortak inisiyatifler geliştirmiş, uluslararası kadın siyasi etkileşimlerinde aktif görev almıştır. DFD, 1963 yılında en az 26 (15 Asya ve 11 Güney Amerika) kadın örgütü ile temas etmiş, 14 yıl sonra bu sayı ikiye katlanmıştır. 1947-1972 arası DFD, Afrika, Asya ve Latin Amerika dan 382 kadın temsilciyi ağırlar ve oraya 56 temsilci ziyareti düzenler. Gine Ulusal Kurtuluş Hareketi Kadın Seksiyonunun bir yetimhane için talep ettiği dikiş makinelerinin gönderiminden, Küba’ya dikiş-nakış/moda dergisi göndermeye kadar çeşitlilik gösteren yardımlaşma faaliyetlerinde bulunur. Öyle ki bu faaliyetler için ayırdıkları bir yardımlaşma bütçeleri vardır.30 Benzer şekilde Bulgaristan Kadın Hareketi Konseyi (CBWM) özellikle BM Kadın On Yılında geliştirdiği ilişkiler ile Afrika kadın örgütleri kadroları için eğitimler düzenlemiş, Zambiya’daki mülteci kamplarında kalan kadın ve çocuklara yardımda bulunmuştur. Birleşik Ulusal Bağımsızlık Partisi Kadınlar Liginin (UNIP-LW) talebi üzerine Zambiya’da kreş ve çocuk bakım evleri inşasından, kreşlerin dekorasyonuna, oyuncak kalitesine kadar destek ve uzman yardımı sunmuştur. Buna kısa vadede Bulgaristan’dan eğitimci göndermek ve Zambiyalı öğretmen adaylarına çocuk gelişimi, pedagoji ve psikoloji eğitimi sağlamak da dahildir.31 Sovyetler Birliği ve Küba gibi, Bulgaristan da üçüncü dünya ülkelerinden gelen kadın öğrencilere burs sağlamıştır. Ve elbette Küba var. 1970’lerde Havana, sadece Latin Amerikalı kadın aktivistler için bir eğitim merkezi olmaktan çıkıp UDKF’nin bölge ile ilgili arşiv, araştırma ve örgütlenme merkezi haline gelmiş ve Latin Amerika odaklı seminer ve konferanslar Küba Kadın Federasyonu ev sahipliğinde gerçekleşmiştir.

Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı

Bir dönem, kadın meselesinde şu an BM Kurullarını etkisine alan liberalizmin etki alanı ve ‘eşit fırsatlar’, peşinde koşan kadın dernekleri dışında da, bir mücadele vardı.32 Başka bir yazıda ele alınması gerektiğini düşünüyorum, “Kadın eşitlik ve özgürlüğü” dahil her konuda meydan okuyan komünist kadınların faaliyetleri, bugün her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da BM Kadın On Yılı’nın da itici gücü, mimarı ve örgütleyicisi olmuştur. BM Uluslararası Kadın Yılı’nın ana temasının “Eşitlik, Barış ve Gelişim/Kalkınma” olması tesadüf değil, aksine bu mücadelenin sonucudur.

UDKF komisyondaki sosyalist ülkelerin de desteği ile BM Kadının Statüsü Komisyonundaki Danışman Statüsünü kullanarak 1975 yılının Uluslararası Kadın Yılı ilan edilmesi için öneride bulunur. 1975 yılının BM Uluslararası Kadın Yılı ilanı ile ABD komünistlerin Doğu Berlin’de uluslararası bir kadın konferansı düzenlemesinin önünü kesebilmek için, BM Kadın On Yılı konferanslarının düzenlenmesini desteklemek zorunda kalmış bu süreçte ülkesindeki feministleri ‘göreve’ çağırmıştır.

ABD’nin kadın hakları adına ne ulusal ne de uluslararası alanda ortaya koyacak hiçbir şeyinin olmadığı bu yıllarda, 1975 UDKF Berlin Dünya Kadınlar Kongresi, 139 ülkeden katılan delegelerle toplanır. Bu kongrede, BM Dünya Kadın On Yılı’na yönelik hazırlıklar ele alınmış, “siyonizme, ırkçılığa, emperyalizme ve yeni sömürgeciliğe” karşı mücadele kararları oybirliği ile alınmıştır. Kadın On Yılı için ülkelere ve BM’ e “kadınların ekonomik, toplumsal ve politik” haklarının sağlanması, kadınlara eğitimde ve uzmanlaşmada eşit haklar tanınması anneliğin toplumsal bir işlev olarak tanınması çağrısı yapılmıştır. İKD Birinci Olağan Genel Kurul Çalışma Raporuna göre, bu kongreye Türkiye’den “bir burjuva kadın örgütü olan Türkiye Kadınlar Birliği gözlemci olarak katılmış ama kararların duyurulması ve yaşanır hale getirilmesi için çalışan Avrupa’daki emekçi kadınların örgütü olan Avrupa Türkiyeli Kadınlar Federasyonu olmuştur”. Kongrenin konukları arasında, Şili Eski Devlet Başkanı Salvador Allende’nin eşi Hortensia Bussi de Allende ve Angela Davis de vardır.

1975  Berlin Kongresine ABD, 1975 Greater Cleveland Vakfı, 1976 Rockefeller Vakfı sponsorluklarında düzenlenen seminer ve konferanslar gibi toplantılarla karşılık vermeye çalışır. ABD First Leydisi Betty Ford katılımı ve desteği ile düzenlenen Greater Cleveland Konferansında “tüketici olarak kadın”, “sendikalarda kadın”, “etnisite”, “kürtaj”, “tecavüz” başlıklı oturumlar düzenlenmiş, konferansın resmi tanıtımına göre “apolitik ve çok etnisiteli bir konferans” olarak gerçekleştirilmiştir. 1976 Wellesley College’de yapılan ‘Kadın ve Kalkınma’ konferansı katılımcıların kendi ifadesi ile “üçüncü dünya ülkelerinden gelen kadınların, çokuluslu şirketler vs gibi politize şeylerden bahsederek ‘kız kardeşlik ruhunu’ böldükleri” toplantılar olmakla sınırlı kalır.33 BM Kadın On Yılı Konferanslarında ise, ABD delegasyonu her seferinde ‘boynu bükük” ayrılacaktır.

Soğuk Savaş biterken

UDKF 1987 Moskova Kongresinin, soğuk savaşın son kongresi olmasının yanı sıra bizim için bir diğer özelliği de Tarihsel TKP /İlerici Kadınlar Derneği’nin (İKD) katılımcılar arasında bulunması ve temsil edilmesidir. 1987 Moskova Dünya Kadınlar Kongresi’ni hazırlamak için oluşturulan genel bir organizasyon komitesi dışında her ülke ayrı bir ulusal hazırlık komitesi oluştururken, Türkiye ile ilgili bu görev İKD’ ye verilir.34 Kongrenin ana sloganı ‘2000 yılına kadar nükleer silahların yok edilmesi için, Barış, Eşitlik Haklar ve Gelişme Yolunda İleri’ olarak belirlenmiştir. Gorbaçov’un ‘yeniden yapılanmada, biz, Sovyet kadınların girişimciliğini geliştirmelerini, azami serbest olabilmelerini istiyoruz” dediği yıllardır. Gorbaçov’un “Her şeyi konuşalım- Her şeyi eleştirelim” doktrini burada da kendini gösterir ve ‘Sosyalizm ve Kadın’ paneli gerçekleştirilerek sosyalist ülkelerden gelen kadınlar ‘sorunlarını’ dile getirir. Bugünden bakınca, sadece nükleer silahsızlanma kampanyalarının bir unsuru olarak değil aynı zamanda Sovyet sisteminin ideolojik zayıflamasının bir sonucu olarak okuyorum, “Barış ve Adalet için Dindar Kadınlar” başlıklı bir oturum düzenlenerek ilk defa bir UDKF Dünya Kongresinde din üzerine bir forum yapılır.

Düzenlenmesinden birkaç sene sonra Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’un sona ereceği katılımcıların aklına gelmiş midir? Sanmıyorum fakat UDKF Sosyalist Blok ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ile hem üye hem de güç kaybetmiş bulunuyor. 1994’de UDKF merkezi, ‘Rönesans’ adını verdiği süreçle São Paulo’ya taşınmış bulunmaktadır. Ne yazık ki UDKF’nin bir internet sitesi bulunmuyor ve ne yazık ki UDKF ile ilgili herhangi bir kaynak bulmak da çok zor. Türkçe bir kaynak ise neredeyse hiç yok.

Sonuç Yerine

Soğuk Savaşta komünist kadınlar ‘Merkezine kadın sorununu koyan bir halk cephesi’35, daha net bir tanım gerekirse ‘sosyalist bir kadın cephesi’ kurdular. Bu cephe, uluslararası arenada kadınlar için bir dönüm noktası olan Birleşmiş Milletler (BM) Kadın On Yılı’nın ilanı ve CEDAW’ın kabulüne götüren dayanışma ve yoldaşlıktır. Bu cephe, BM Kadın On Yılı Konferanslarında Sovyet delegasyonunu temsil eden Valentina Tereşkova’dır. Tereşkova’yı, 1963 Moskova Dünya Kadınlar Kongresi’nde “Bu yaptığın, kadınların güneşi zapt etme mücadelesinde yeni bir merhaledir” diyerek selamlayan Honduras delegesi Silvia Hernandez’dir. Bu cephe, Anti Faşist Direniş hareketlerinden gelen kadınlar, Vietnam, Mozambik, Nijerya, Endonezya, Kore vs ulusal bağımsızlık savaşlarının verildiği her yerde ülkeleri ve hakları için mücadele eden kadınlardır. Oğullarının Vietnamlı kardeşlerini öldürmek için Fransız hükümetince askere alınmasını engellemeye çalışan Cezayirli kadınlar, Endonezya’dan askeri birliklerin çekilmesi için ülkelerinde gösteriler örgütleyen UDKF üyesi Hollandalı kadınlardır. Endonezya’da çok eşliliğin yasaklanması ve kadınların evlilik hakları için UDKF Kopenhag Dünya Kadın Kongresi -Kadın Hakları Deklarasyonu’nu köy köy örgütlemeye çalışan ve ardından Diktatör Suharto tarafından katledilen, Endonezya Kadın Ulusal Birliği (GEWANI) üyesi kadınlardır. Sudanlı kadınlar için okuma yazma kursları düzenleyen Sovyet Kadınlar Meclisi üyesi, Özbek Zhuhra Rahimbabaeva’dır. Zambiya bağımsızlık savaşçılarına maddi ve ayni yardımda bulunan Bulgaristan Kadın Hareketi Konseyi (CBWM), Gana, Mozambik ve diğerleri için seferber olan Demokratik Alman Kadın Birliği (DFD)’nin çabalarıdır. Ülkelerinde düzenlenecek olan 1948 UDKF Budapeşte Kongresi etkinliklerine katkı sunmak için gönüllü olarak fazla mesai yapan Macar kadınlardır. Yunanlı komünistlerin kendileri ele geçerlerse faşistler zorla “yeniden eğitim” yurtlarına götüremesin diye, kuzey sınırından gizlice çocuklarını emanet ettikleri Bulgar kadınlarıdır. İspanya’da Franco faşizmine, Şili’de cuntaya, Portekiz’de Salazar’a, Filistin’de siyonizme karşı mücadelede birleşen kadınlardır. Hepsi ayrı ayrı ilham verici, hepsi ayrı ayrı öğretici, hepsi ayrı ayrı önemli ve bir araya geldiklerinde sosyalizmin kadın cephesidirler. Tümünü burada saymak mümkün değil, kısaca özetleyelim: Sosyalizmin kadın cephesi, anti-faşist ve anti-emperyalist dayanışma bayrağı altında genç ulus devletler, ulusal bağımsızlık hareketleri ve az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar, ülkelerinde kapitalizme ve gericiliğe karşı kadın hakları için mücadele eden ilerici güçler, komünist kadınlar ve sosyalist ülkelerdeki kadınların dayanışmasının bileşimidir.

Ne yazık ki Doğu Berlin’ de olan temel UDKF arşivleri ve dokümanları Demokratik Almanya’nın dağılması ile kaybolup, dağılmış ve akıbeti bilinmiyor. Bu sadece basit bir ihmalkârlık değil, aynı zamanda bir inkâr, bir unutturma çabasıdır. Birkaç iyi niyetli ama oldukça taraflı liberal/feminist tarihçi, akademisyenin36 genelde ülke bazlı yapmış olduğu sınırlı çalışmalar dışında, konu ile ilgili kapsamlı bir çalışma- en azından henüz- bulunmuyor.  Öyle ki 2013’de Budapeşte’de yapılan Uluslararası Kadın Kongresi, kendisini 1913’de yapılan Uluslararası Kadın Süfrajet Birliği kongresinden sonra Macaristan’da gerçekleşen “ilk uluslararası kadın etkinliği” olarak tanımlayıp37 1948 UDKF Budapeşte Uluslararası Kadın Kongresi’nin adını anmıyorlar bile…

Her şeye rağmen unutturamayacakları tek bir şey var “bir dönem bu kavgada kadın haklarının gerçek temsilcisi sosyalist ülkelerdi”38 ve o bayrağı tekrar ele alacağımız günleri sınıf mücadeleleri belirleyecek…

KAYNAKÇA

Pandemi sürecinde iş-ev-çocuk üçgenine hapsolmuş bir anne olarak, kaynak temin etmemde ve yazım sürecindeki destekleri için, iki aydınlık yüzlü kadına, Evrim Gökçe ve Tuğba Eryiğit’e teşekkür ederim.

-Cserhati, Eva (2015), Report on the International Women’s Congress, Aspasia, Vol 9.

-de Haan, Francisca (2012) “The Women’s International Democratic Federation (WIDF): History, Main agenda and Contributions,1945-1991”, Women and Social Movemements” (WASI) Archive.

-(2017) “Continuing Cold War Paradigms in Western Histography of Transnational Women’s Organisation: The case of the Women’s International Democratic Federation”, Women’s History Review,19(4).

-Donert Celia (2016) “From Communist Internationalism to Human Rights: Gender Violence and International Law in the Women’s International Democratic Federation Mission to North Korea 1951, Contemporary European History, 25,2.

-Fechnter, Clara (2021) “East-West Women’s Encounters in the Global History of the Cold War: The Anti Imperialism of Women’s Activism”, Global Histories, Vol 6 (2) .

-Ghodsee, Kristeen (2015) “Socialist Internationalism and State Feminism during the Cold War: The Case of Bulgaria and Zambia”. Clio. Women, Gender, History, (41).

    ----(2010) “Revisiting the United Nations Decade for Women: Brief reflections on Feminism, Capitalism and Cold War Politics in the Early Years of the International Women's Movement”, Women's Studies International Forum,Volume 33, Issue 1,

-Grabowska, Magdelena (2017) “Beyond the Development Paradigm: State Socialist Women’s Activism, Transnatonalism and the Long Sixties” in Women Activism and Second Wave Feminism, London: Bloomsbury Academic, 147-172.

-Gradskova, Yulia (2019) “Women’s International Democratic Federation, The Third World and the Global Cold War from the Late 1950s to the mid 1960s”, Women’s History Review, 2019.

-İliç, Melanie (2011) Soviet Women Cultural Exchange and Women’s International Democratic Federation in Reassessing Cold War Europe.

-Kadnikova, Anna “The Women’s International Democratic Federation, World Congress of Women, Moscow 1963: Women’s Rights and World Politics during the Cold War”, MA thesis submitted to Central European University-Department of Gender Studies.

-McGregor, Katharine (2012) “Indonesian Women, WIDF and the Struggle for Women’s Rights, 1946-1965”, Indonesia and Malay World, 40.117.

-(2016): Opposing Colonialism: the Women's International Democratic Federation and decolonisation struggles in Vietnam and Algeria 1945–1965, Women's History Review, DOI: 10.1080/09612025.2015.1083246 .

-Pieper Mooney, J. E. (2013). “Fighting Fascism and Forging New Political Activism: The Women's International Democratic Federation (WIDF) in the Cold War” in De-Centering Cold War History: Local and Global Change (pp. 52-72), Taylor and Francis.  Doi:10.4324/9780203083277

-Rockefeller Foundation, Wellesley Conference 1976,  http://feministarchives.isiswomen.org/50-isis-international-bulletin/isis-international bulletin-april-1977/654-women-and-development-the-wellesley-conference

-Poulos, Margarite (2017) “Transnational Militancy in Cold War Europe: Gender, Human Rights and the WIDF during the Greek Civil War”, European Review History, 24:1.

-(2001) “From Heroines to Hyenas: Women Partisan during the Civil War”, Contemporary European History.     

-Tarakçıoğlu, Baysan Tülin (1989), Moskova Dünya Kadınlar Kongresi, Gerçek Sanat Yayınları bkz https://www.tustav.org/kütüphane/kadın-hareketi-kutuphanesi/   

  • 1.Ağustos 1947’de Kominform’un ilk toplantısında Andrei Zidanov ABD’nin ‘emperyalist kampın’, Sovyetler Birliği’nin ‘demokratik kampın’ başında olduğu yeni dünya düzenini iki kamp teorisi ile açıklamıştı. ‘Faşizm, sömürgecilik, emperyalist yayılmacılık ve savaş emperyalist kampın; emek için mücadele, barış, demokrasi ve ulusal bağımsızlık sosyalist kampın’ temel özellikleridir.
  • 2.Dönemin diğer önemli uluslararası kadın örgütlerinden birisi de kendisini “politik olarak tarafsız” olarak tanımlayan burjuva kadın örgütü IAW (International Alliance of Women-Uluslararası Kadın Birliği)’dir. Söz konusu cümle IAW eski başkanının (UDKF kuruluş konferansına kendi deyişi ile “antikomünist haçlı seferi neferi” olarak katılmasının ardından) Nobel komitesi ile maddi destek istemek için yaptığı görüşmeyi eşine aktardığı mektuptan alıntıdır. (Kaynak de Haan, 2017: 552)
  • 3.A.g.e: 548.
  • 4.Marie Curie’nin kızı, Nobel ödülü sahibi Fransız Fizikçi Irene Curie de UDKF üyesidir.
  • 5.Ne yazık ki, çok az sayıdaki dağınık kaynaktan benim toparlayabildiklerim bu isimler oldu. Ülkelerden birer isme yer vermeye çalıştım fakat şüphesiz bu değerli insanların tümü ayrı ayrı incelenmeyi hak ediyorlar.
  • 6.De Haan,2012:10.
  • 7.Bu kongreleri derli toplu bir yerde bulmak mümkün değil fakat Gradskova’nın notlarında sıraladıkları: 1945 Paris Uluslararası Kadın Kongresi, 1948 Budapeşte Uluslararası Kadın Kongresi,1953 Kopenhag Dünya Kadın Kongresi, 1958 Viyana UDKF 4. Kongre, 1963 Moskova Dünya Kadın Kongresi, 1969 Helsinki Dünya Kadın Kongresi ve UDKF 6. Kongre, 1975 Berlin UDKF 7.Kongre, 1980 Prag Dünya Kadınlar Kongresi ve 1987 Moskova Dünya Kadınlar Kongresi ve UDKF Kongresi. Bu kongrelerden uluslararası kadın örgütleri ve UDKF üyesi olmayan örgütlerin katılımına açık olanlar, Dünya Kadın Kongresi olarak tanımlanmaktadır. Federasyon ayrıca, Dünya Anneler Kongresi (1955 Lozan), Uluslararası Kadın Günü ilanının 5. Yıldönümü için Uluslararası Toplantı (1960 Kopenhag), Çocukları Korumak için Uluslararası Konferans (1952 Viyana), Çocukların Problemleri Dünya Kongresi (1966 Stockholm) ve Barış ve Silahsızlanma için Avrupa Kadın Toplantıları (1960 Salzburg ve 1962 Viyana) gibi konferans ve kongreler de düzenlemiştir.
  • 8.BM Kadın On Yılı; 1975-1985 arasında, kadınları temel alan politika ve meselelerin BM’ in odağında bulunduğu 1975 BM Uluslararası Kadın Yılını Mexico City konferansını takiben ilan edilen Kopenhag (1980) ve Nairobi (1985) konferanslarını kapsayan on yıldır. 1972 yılında BM Kadının Statüsü Komisyonundaki gözlemci konumunu kullanarak UDKF, ana teması kadın hakları ve eşitliği olan bir Uluslararası Kadın Yılı ilan edilmesini önerir. Komisyonda Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerin ağırlığını koyması ile de 1975 yılı Uluslararası Kadın Yılı ilan edilir.
  • 9.Gradskova: 3.
  • 10.de Haan, 2012:5.
  • 11.Sadece 1948 yılında idam edilen 3000 partizanın içinde 160 kadın vardır aktaran Poulos, 2017.
  • 12.A.g.e syf.19.
  • 13.Donert: 314.
  • 14.Amerikan Kadınlar Kongresi (CAW), UDKF’ nin ABD kolu olarak Mart 1946 yılında kurulduğunda bir yıl içinde 250 bin üyeye ulaşmasına rağmen 1950 tarihinde Anti Amerikan Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından hedef gösterilmesi ve baskılar sonucu faaliyetlerine son verir.
  • 15.(de Haan:16)UDKF, 1947 yılından itibaren Birleşmiş Milletler ECOSOC (Ekonomik ve Sosyal Konsey) Kadının Statüsü Komisyonu Danışma kurulundadır. Danışma Kurulu statüsü sayesinde toplantılara gözlemci olarak katılabilmekte hazırlanan rapor ve çalışmaları elde edebilmektedir. Bu statü 1969 yılında B kategorisinden (“Consultative” statü) “A statüsüne (“Advisory” statü) yükseltilmiştir. (Günümüzde bu statüsünü Category 1 olarak devam ettirmektedir). UDKF aynı zamanda UNESCO ve UNICEF için de aynı statüye sahiptir ayrıca ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) özel listesindedir.
  • 16.Donert: 314.
  • 17.Amerikan Kadınlar Kongresi Raporu- Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi, 1950.
  • 18.Aktaran İliç:162.
  • 19.Aktaran Poulos,2001:492.
  • 20.Grabowska:150.
  • 21.McGregor (2016:4)1953 yılı UDKF Yürütme Kurulu içerisindeki 27 kadın temsilcinin arasında Türkiye’yi de sıralıyor. Muhtemelen Tarihsel TKP üyelerinden olduğunu düşündüğüm bu yürütme komitesi üyesini, tespit edemedim yahut detaylı kaynaklara ulaşamadım. Aşağıda değineceğim gibi, UDKF merkez arşivinin artık ortada olmaması sebebi ile sadece birkaç kurum ve kişisel arşivde olması muhtemel az sayıdaki dağınık kaynağı dijital olarak elde etmek şimdilik mümkün gözükmüyor.
  • 22.Birleşmiş Milletler (BM) düzeyindeki 8 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW), özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan tek sözleşmedir. Uluslararası kadın hakları yasası olarak da kabul edilen CEDAW, sözleşmeye taraf olan ülkelerde kadın haklarının güvence altına alınmasını ve geliştirilmesini hedefler, sözleşmeyi imzalayan devletlerin kadınlara yönelik ayrımcılığın tüm biçimlerini önlemek, kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet ilişkilerini ve toplumsal cinsiyete dayalı yargıları değiştirmek üzere taahhütlerde bulunmasını sağlar. (www. kadinininsanhaklari.org)
  • 23.Grabowska:152.
  • 24.Tereşkova, UDKF içinde 1969 yılından itibaren Başkan Vekillerinden biri olarak aktif görev de alacaktır.
  • 25.aktaran Kadnikova:55.
  • 26.Fechnter:56. Bu UDKF’nin daha önce bu başlıkta bir şey yapmamış olduğu anlamına gelmiyor. 1947 Prag Konsey toplantısında “Sömürge ve Yarı sömürgelerde Kadın ve Çocukların Durumu” ve ABD’de “Afro Amerikalı kadınlara yönelik ayrımcılığa karşı Kararlar” gibi çalışmaları her zaman yapmakla birlikte, vurgu ağırlığı bu dönemde daha fazlalaşmıştır.
  • 27.Fechnter: 52. Ayrıca UDKF, 1949’da yeni bağımsız olan Endonezya, Hindistan, Malaya ve Burma’ya inceleme gezileri, yine aynı yılın son aylarında Çin’de Tüm Çin Demokratik Kadın Federasyonu ev sahipliğinde düzenlenen Tüm Asya Kadınlar Konferansı, 1946-1950 yılları arasında Arjantin, Şili, Brezilya, Uruguay’a inceleme komisyonları, Endonezya, Hindistan, Pakistan, Burma ve Sri Lanka’dan kadınların bir araya geldiği 1958 Asya Afrika Kadın Konferansı ve 1961 AAPSO (Afrika Asya Halkları Dayanışma Örgütü) konferansı, 1961 Küba, Meksika, Brezilya, Mali, Gine, Gana, Nijerya’ya bilgi edinme ziyaretleri, 1954 Rio de Janerio, 1959 Santiago de Chile Latin Amerika konferansları gibi konferans, araştırma ziyaretleri ve bölgesel toplantılarıyla örgütlenme ve etki alanını genişletmeye devam etmiştir.
  • 28.Mooney:64
  • 29.Gradskova, 2020. Değinmeden geçmemek gerekiyor, UDKF ilkeleri içinde ve kadın başlığı paralelinde, diğer alanlar ve kurumlarda gerçekleşen çalışmaların da içindedir. 1949’dan itibaren 1 Haziran’ı Uluslararası Çocuk Günü olması için çağrı ve çalışmalar yapmıştır. Benzer şekilde 1979’ u BM Uluslararası Çocuk Yılı ilan edilmesinde görev almış aynı zamanda Dünya Barış Konseyi, Uluslararası Anneler Komitesi ve Birleşmiş Milletler içinde de çeşitli faaliyetler göstermiştir. UDKF, aynı zamanda özellikle ‘eşit işe eşit ücret’ başlığında, BM kadar ILO (Uluslararası Emek Organizasyonu) içinde de ciddi bir lobi faaliyeti gerçekleştirmiştir. (Grabowska:158)
  • 30.Fechtner,2021.
  • 31.Ghodsee,2015.
  • 32.A.g.y, 2010.
  • 33.Wellesley Conference
  • 34.Tarakçıoğlu:36. Ne yazık ki Türkçe yazılmış, içinde UDKF geçen sadece iki- üç belge bulabildim. İKD çalışmalarının aslında UDKF programı ile paralel yürüdüğünü bu metinlerden çıkarmama rağmen, bu belgelerde UDKF ye sadece değiniliyor.
  • 35.“Merkezine kadın sorununu koyan halk cephesi” tanımı Erik S. McDuffie ait, aktaran De Haan, 2018: 231.
  • 36.Bu sınırlı sayıdaki çalışmalar genelde feminizmin tarih ve kapsamını genişletme amacıyla Sosyalist Blok’ta feministler ve feminist hareket bulma çabası ile ilerliyor. Feminizmin bir “burjuva ideolojisi” olarak tanımlanıp kesinlikle reddedildiği Sovyet Blok’una bakarken, “en azından kadın eşitliği başlığında hakkını teslim eden” çok az sayıda araştırmacı (Ghodsee, Grabowska gibi) bulmak mümkün.
  • 37.Cserhati:3.
  • 38.Grabowska:150.                                   ***
(II)Soğuk Savaş ve sosyalizmin kadın cephesi-FERİDE E. TETİK / SOL(Gelenek)(25/11/2021)

Komünist kadınlar pazar ekonomisi ve emperyalizme diz çöktürecek mücadele pratiği ve örgütlülüğe sahiptiler, BM kurullarında verdikleri mücadele de, bu pratiğin doğal sonucudur.


“Merkezi planlı ekonomilere sahip ülkelerde kadınlar birçok alanda daha fazla ilerleme kaydetmiştir. Bu ülkelerdeki kadınlar, toplumsal ve ekonomik gelişmeler ve barış silahsızlanma detant uluslararası işbirliği için aktif mücadele de dahi olmak üzere, ülkelerindeki kamusal hayatın tüm diğer alanlarında aktif olarak yer almıştır. Ulusal mekanizmaları hâlihazırda yeterli finansal kaynak aktarımı ve vasıflı çalışanlara sahip merkezi planlı ekonomiye sahip ülkelerde; kadınların istihdam, sağlık eğitim ve politik katılımında yüksek oranlara erişilmiştir.”1 

Bir Birleşmiş Milletler (BM) dokümanında bu satırları okumak, BM’nin otuz yılı aşkın bir süredir mutlak olarak emperyalizmin denetimine girdiği ve emperyalist çıkarların bir aracı haline geldiği bugün, bize şaşırtıcı gelebilir. Oysa soğuk savaş döneminde, BM kurul ve komisyonları kadın mücadelesi açısından da önemli bir sahne, kadınlar adına kazanımların edinildiği bir platformdu. 1980 BM Kopenhag Dünya Kadın Konferansı sonuç dokümanından alınmış olan yukarıdaki paragraf; BM kurullarının akılcılığı sebebi ile değil, bir mücadele sonucu sonuç bildirgesinde yer almıştır.

Resmi tarih okumaları, bu mücadeleye değinmez. BM Uluslararası Kadın Yılı ilan etme önerisinin BM Kadının Statüsü Komisyonu’ndan geldiğini, Genel Kurul onayı ile sürecin başladığını beyan eder; bu sonuca götüren yolu ve özneleri değerlendirmeye almaz. 1975 yılı BM tarafından Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan edilmiş; aynı yıl düzenlenen Birinci Dünya Kadın Konferansını takiben Genel Kurul tarafından BM Kadın On Yılına (1975-1985) çevrilen "Eşitlik, Kalkınma ve Barış" üst başlığına sahip bu süreçte, üç konferans -Mexico City (1975), Kopenhag (1980) ve Nairobi (1985)- düzenlenmiştir. BM Kadın On Yılı’nın en önemli milatlarından birisi (aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi’nin ana dayanaklarından biri olan) BM CEDAW2’ın kabulüdür.

BM Kadın On Yılı, sosyalizmin kadın cephesinin mücadelesi ile kazanıldı. 1960 ve 1970’li yıllarda BM tarafından kadınlar için atılan adım ve edinilen kazanımlar, ya Sovyetler Birliği ya da UDKF (Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu)3 inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Yazıya, buradan başlamak gerekiyor. Sosyalist ülkelerden gelen kadınlar, BM Kadın On Yılı boyunca düzenlenen tüm konferans ve komisyonlarda yer aldılar. Yalnızca konferans gündem ve sonuç dokümanlarına bakmak dahi, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’tan gelen kadınların bu konferanslara sosyalizmin kadın programı ile gittiğini ve o platformu örgütlediklerini anlamak için yeterli olacaktır. 

Bu yazı, soğuk savaş sürecinde komünist kadınların ‘haklarını teslim etme’ çabasının bir parçası olarak değil; uluslararası arenada kadın haklarının öne çıkmasında ve şekillenmesinde oynadıkları rol ve bu başlıkta bir milat sayılan kazanımları elde etmekte sosyalizmin kadın cephesinin etkisine işaret etmek için yazılıyor. 

BM Uluslararası Kadın On Yılı 

BM Kadının Statüsü Komisyonu4 1946 yılında kurulmuş olmasına rağmen, 1960 sonlarına kadar kadın meselesinin BM kurulları içerisinde önceliğe sahip olmadığını görürüz. Dünya Çalışma Örgütü (ILO), BM Çocuk Fonu ve Dünya Sağlık Örgütünün bu başlıklarda yapmış olduğu çalışmalarda kadınlara değinilmiş olsa da, anlamlı kazanımlar elde edilememiştir. Bu başlıkta “miladı gerçekleştiren BM Kadın On yılıdır”.5

Stephenson gibi bazı kaynaklar, “Uluslararası Kadın Yılı talebinin ABD ve bir dereceye kadar Birleşik Krallık ve Batı Almanya’daki kadın hareketlerinin ‘baskısı’ ile kurulduğunu” iddia ediyor.6 Amerikalı feminist Betty Friedan anılarında, kendisinin bizzat BM Genel Sekreteri Kurt Waldheimer’la görüşüp bir uluslararası kadın yılı düzenleneceğinden emin olduğunu belirtiyor.7 BM’nin kendi resmi sayfasında bu durum “1972 yılında BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun kuruluşunun 25.yılı olması sebebi ile 1975 yılının Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan edilmesi UDKF adına Romanya temsilcisi tarafından önerilmiştir” denerek yer almaktadır.8 Yine BM belgelerine göre ECOSOC 59.oturumunda konuk olarak yer alan IAW (Uluslararası Kadın İttifakı) Başkanı Miss. Ginsberg STÖ’lerin öneminde değindiği konuşmasında Komisyon’a Uluslararası Kadın Yılı kutlanmasını önerenin UDKF olduğunu dile getirmiştir.9 Kimin önerdiği bu kadar önemli mi? Önemsiyorum, çünkü bunun bir irade beyanı, bir şeylere işaret etme ve bir kavgaya davet anlamına geldiğini düşünüyorum. Öneri, Sosyalist Blok’tan gelmeseydi de yine dönüştüren, ileri çeken, örgütleyen komünist kadınlar olacaktı, bundan kuşkum yok fakat bu inisiyatifin alınması ve hayata geçirilmesi için gerekli yetenek ve sorumluluğa sadece komünist kadınlar sahiptiler. Bunu, daha da önemsiyorum. 

BM Uluslararası Kadın Yılı kararı, 1971 yılında UDKF büro toplantısında alınmış, 1972 yılında BM Kadının Statüsü Komisyonu’na Romanya Sosyalist Cumhuriyeti temsilcisi Florica Paula Andrei resmi olarak başvuruda bulunmuştur.10

Mexico City Konferansı (1975)

BM Uluslararası Kadın Yılı ilanını müteakip bir Dünya Kadın Konferansı düzenlenmesi yönünde de, bir karar alınmıştır. Uluslararası Kadın Yılında gerçekleşen tek etkinliğin aynı yıl Berlin’de gerçekleşecek olan UDKF11 Dünya Kadın Kongresi olmasından duyduğu kaygı ile ABD, BM Kadının Statüsü Komisyonu temsilcisi Pat Hutar aracılığıyla BM sponsorluğunda bir dünya kadın konferansı düzenlenmesini önerir.

Çeşitli kaynaklar bu öneri karşısında Sovyet temsilcisinin ilk etapta bir tereddüt yaşadığından bahsediyor. Burada bu tereddüde dair bir parantez açmak istiyorum, Sovyetler Birliği temsilcisi Tatiana Nikolaeva’nın ilk etapta “bunun mali külfetini, kadın meselesinin nükleer silahsızlanma kadar önemli olmadığı, kadın meselesinin sadece kadına değinerek değil ırkçılık, ayrımcılık ile mücadele ile çözüleceğini dile getirerek karşı çıktığını” ve “Kadın konusunun ayrı bir başlık olarak değil BM Genel Kurul kanalı ile gündemleşmesinin önemini, enerjinin ve kaynakların DEDAW gibi araçların uygulanması için yapılacak çalışmalara aktarılması gerektiğini” öne sürdüğünü aktarıyor.12 Kişisel olarak, UDKF’nin düzenlediği 1975 Berlin Dünya Kadın Kongresinin gölgede kalması kaygısı ile ilk tereddüdü yaşadıklarını düşünüyorum. Kadın sorununda sadece ‘kadınlara ait’ sorunlara daraltılarak değil, bu sorunu var eden sosyo-ekonomik koşullarla ele alındığı zaman adım atılabileceğini belirtebilmek için dile getirmiş olmalı. Her şartta, bu tereddüdün sebebine baktığımız zaman Sosyalist Blok’un bu konuda özgüveninin tam olmadığını, bu konuya ağırlık vermediğini, Batı ile yarışma fikrinde elinin aslında ne kadar güçlü olduğunu ‘farkında olmamasının’ yattığını da düşünebiliriz. Sovyet sistemi, kadın başlığındaki kazanımlarını yeterince propaganda edememiştir. Uzayda, silahlanmada, teknolojide yarışırken esas yarışın insanca bir yaşam, kadın eşitliği ve özgürlüğü olması gerekirdi. Dünyanın geri kalanı ile kıyaslandığı vakit yanına dahi yaklaşılamayan bir çıta teşkil ederken; bu konuda yarış açmakta tereddüt yaşanmasını perspektif eksikliğine bağlıyorum. Sovyetler Birliği temsilcisinin dile getirdiği bu itirazların ardından, ABD Büyükelçisi John Scali “BM tarafından bir dünya kadın konferansı düzenlenmesinin ABD için büyük bir dış politika zaferi olacağını” müjdeliyor.13 Neyse ki kısa zaman içinde konferansa dair bu tereddüt aşılmış, komünist kadınlar gerekli inisiyatifi almışlardır. 

ABD’nin bu telaşını da önemsiyorum. İsrail Filistin çatışması, Güney Afrika’da apartheid rejimi, Başkan Allende’nin Şili’de katledilmesi ve Vietnam savaşı hala gündemde ve 1960’lı yıllardan itibaren BM Genel Kurulda çoğunluğu yeni özgürlüğüne kavuşmuş ülkeler- den oluşurken ABD, uluslararası bir kadın konferansında komünist kadınların antikapitalist bir duruş ile gündemi ele geçirmesinden korkmaktadır. Konferans henüz netleşmeden, konferansa katılacak ABD delegasyonu için ‘münasip’ kadın gündemlerini ortaya koyma işine girişir.14

Dahası var, ABD’de bulunan Yale ve Princeton gibi üniversiteler 1969 yılında nihayet kadın öğrenci kabul etmeye başladığında, Sovyetler Birliğinin uzaya gönderdiği ilk kadının dünyanın çevresini dolaşıp gelmesinin üzerinden altı yıl geçmişti. Mexico Konferansı’nda Sovyet Delegasyonu’nun başında, uzaya çıkan ilk kadın (aynı zamanda Sovyet Kadın Komitesi ve UDKF Başkan Yardımcısı olan) Valentina Tereşkova vardır. Tatiana Nikolaeva gibi dış politikada çok daha deneyimli kadın figürler varken, uzaya çıkan ilk kadın ve Sovyetler Birliği Ulusal Kahramanı Tereşkova’nın Sovyet Kadın Delegasyonu’nun başında olması bir meydan okumadır. Ülkesinde en yoksul ailelerin %43’ü bekâr annelerden oluşurken çocuk bakım desteğine Nixon’ın “bu aileyi zayıflatır” diyerek karşı çıktığı ABD’nin, Tereşkova’nın karşısına çıkarabileceğini düşündüğü ilk isim ABD First Leydi’si Betty Ford olacaktır. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi “Meksika ve diğer uluslararası toplantılarda deneyimledik ki Sovyet ve Kübalılar özellikle anti Amerikan konuşma ve önergelerde olayları etkilemekte hakim duruma geçebiliyorlar15 diyerek buna kesinlikle karşı çıkar. Doğru bir karar, böylece ‘First Leydi’lerinin dünya âleme rezil olmasını engellemiş olurlar. Betty Ford Mexico Konferansına, “Kocamın dediği gibi kadın hakları çok önemlidir” minvalinde bir mesaj göndermekle yetinecektir.16

Sosyalizmin kadın kazanım ve hakları karşısında ABD’nin eli her zaman güçsüz olmuştur. New York Times “Kocaları eve bakabilecek kadar kazanamadığı için Sovyet kadınları çalışmak zorundalar” diyerek kadın istihdamının neden yüksek olduğunu kendince açıklıyorken, Sovyet kadınlarının rujsuz, makyajsız, saçı başı dağınık dolandığından17 bahseden pespaye bir propagandadan umut beslemektedirler. 1954’te ABD’de yayımlanan Look dergisi “Rus kadınlarının her şey olma şansı var, kadınsı (feminine) olmak hariç” diye yazıyordu. 1973 yılında 26 Ağustos gününün Kadın Eşitliği Günü ilan edilmesi önerisini ABD Kongresi Temsilciler Meclisi “peki o gün erkekler ne yapacak? Eve gidip karılarına yemek mi hazırlayacak?” diyerek her yıl değil bir kereye mahsus olarak kabul eder. 1970 başlarına kadar siyahi ve beyaz çiftlerin evlenmesinin yasak olduğu ABD’de; ortalama kadın işçi, ortalama erkek çalışandan % 58 daha az kazanmaktadır.18 Ülkesindeki siyahi kadınların toplumun eğitim ve sağlık durumu en düşük grubu olduğu ABD, dünyayı etkilemek için kesenin ağzını ne kadar açarsa açsın19 henüz 1918’ de kadın erkek eşitliğini anayasal olarak tanıyan Sovyet sistemini ve sosyalizmin kadın cephesini aşamayacaktır.  

23 Haziran- 4 Temmuz arasında Mexico City’de gerçekleşen konferansa 133 ülke ve resmi delegasyonlarda 2 binden fazla kişi katılım göstermişti. Resmi delegasyonların %73’ü kadındır.20 Konferansın resmi amacı karşılıklı ‘diyalog ve anlayış’ geliştirmek olarak ifade edilse de başlangıçtan itibaren iki kampın arasında önemli farklar var. ABD’nin çizdiği ‘münasip kadın gündemleri’ çerçevesi, Sosyalist Blok için kadının ikincil konumunun sebebi değil, semptomlarıdır.21 Sosyalist ülkelerden gelen kadınlar için kadınların ezilmesinin sebebi, patriyarka ya da sadece kadınla erkek arasındaki sistemik eşitsizlik değil; sömürü, emperyalizm, sömürgecilik, şiddet ve ülke gelirlerinin halka değil silahlanmaya ayrılmasıdır.22 Liberal kamp, kadın eşitsizliği söz konusu olduğunda özetle aynı durumdaki erkeğe göre kadının durumuna odaklanırken, Sosyalist Blok temel eşitsizlik nedeni olarak sosyal grup ve sınıflar arasındaki ilişkiyi temel almaktadır. BM’deki sosyalist ülke temsilcileri kadının özgürleşmesi ile emperyalizm, ırkçılık ve kapitalist sömürü mekanizmaları arasındaki bağı gündeme getirmekte kararlıdır. Kapitalist kamp için kadın gündemleri, kadın eşitliğinin önündeki yasal engeller, istihdamda kadına yönelik ayrımcılık, (örneğin cam tavan) yahut kadınların siyasette temsiliyken, Tereşkova “Sovyetler Birliğinde kadınların eşitliği sağladığını, konferansa diğer kadınlara destek olmak için” geldiklerini söylüyordu. Sosyalist Kamp konferansta özellikle Barış, nükleer silahsızlanma, Ortadoğu’da barış, Güney Afrika’daki apartheid, emperyalizm ve sömürgeciliği gündemine almıştır.23 Ghodsee’nin tanımı ile ‘kadınlar için’ mi yoksa ’kadınlar hakkında’ mı bir toplantı düzenleneceği aslında meselenin özünü teşkil ediyor.24 Konferansın kadınların bir araya gelip ‘kadınlara özel konulara’ mı yoksa ‘dünya meseleleri üzerine kadınların konuşmalarına’ mı sahne olacağı da buna dâhildir. Bu soru bir yönü ile ideolojik bir mücadeleye işaret ediyor.  

Konferans basınına, Küba Delegasyon Başkanı Vilma Espin “biz taleplerinin tümünü zaten elde etmiş bir ülkeyiz. Burada yapacağımız şey diğer kadınlara deneyimimizi aktarmak ve bu yönde yardımcı olmak. Kadınlar halkın bir parçasıdır ve siyasette söz sahibi olmadıkça değiştiremezsiniz”25 derken, İsrail First Leydi’si Leah Rabin de bir basın demeci gerçekleştirir. Demecinde “Kadınlar dünya meseleleri hakkında daha fazla söz sahibi olurlarsa daha fazla savaş olmayacaktır” diyen Rabin, gazetecilerin son Ortadoğu savaşında İsrail hükümetinin başında bir kadın olduğu hatırlatması üzerine ama “o tek değildi… Biz demokratik bir ülke olduğumuz için, 18 -19 erkeğe danışmak zorunda kaldı“ diyerek cevaplıyor.26 Bu iki demeç, konferanslara dair iki kutbun farklı yaklaşımlarını da gösteriyor. 

Batıda kadınlar hala eşit işe eşit ücret, istihdamda, eğitimde cinsiyet ayrımcılığına karşı ve ekonomik bağımsızlıkları için mücadele ederken, Sosyalist Blokta kadınlar anayasal bir hak olarak buna sahipti. Ücretsiz kreş, çocuk bakım merkezleri, kolektif yemekhaneler, annelik ve doğum izinleri vs. vardı. Kadınlar işsizliği tanımıyor, eğitim ve vasıf edinmekte destekleniyor, çalışıyor hatta ücretsiz yaz tatili yapabiliyorlardı. Hem ekonomik hem siyasi hayatta aktif olarak varlardı, Sovyetler Birliği’nde doktorların %70, sanayi uzman ve yöneticilerinin % 40, mühendislerin ise % 40’dan fazlası kadınlardan oluşurken;27 ABD’nin konferansları ekonomi-politik gündemlerden uzak tutmak istemesi elbette doğal karşılanmalıdır. Batıda kadınların eşitsizliğin temelini değil sadece sonuçlarını sorgulamaları, hele üçüncü dünya ülkelerine baktıkları zaman ırkçılık, sömürgecilik ve Yeni Ekonomik Dünya Düzeni ile kadın sorununu birleştirememeleri istenen bir durumdur. Ellerinde kadın hakları adına sadece 1880’lerin süfrajetleri bulunan ABD’nin Konferans delegasyonu, Sovyet hemcinsleri ile değil sosyalizmin kadın programı ile karşı karşıyadır. ‘Kadının kendi sosyo-ekonomik durumundaki bir erkekle eşitlenmesi’ ile sınırlı bir eşitlik anlayışı karşısında Sovyet Bloğu, kadının ikincil konumunun altında yatan ekonomi-politik sebepleri ortaya koyan bir eşitlik tanımı ile oradadır. 

Mexico Konferansı sonucu kabul edilen deklarasyon ve Dünya Eylem Planı28 kadınların eşit eğitim, istihdam, barınma ve aile planlama haklarına ulaşabilmesi için on yıllık bir çerçeve plan sunar. Eylem Planı’nda saptanan dokuz ana faaliyet alanı: Uluslararası işbirliği ve barış, siyasal katılım, eğitim, istihdam, sağlık ve beslenme, aile, nüfus, konut ve diğer toplumsal sorunlardır. Eylem Planı aracılığıyla BM’ye üye bütün devletlere, ilk kez kadın sorunlarına yönelik çözümler üretecek ulusal ve uluslararası mekanizmalar oluşturma çağrısı yapılmıştır. 1975-1980 arasındaki dönemde okuryazarlık ve eğitim, kırsal alanlardaki kadınlar için teknik ve meslek eğitim, ilköğretimin zorunlu hale getirilmesi, istihdam ve altyapının geliştirilmesi, sağlık ve beslenme eğitimi, hijyen, aile planlaması, evlilik ve vatandaşlık hakları gibi maddeler karar altına alınmıştır. Eylem Planı, “Çocuk bakım merkezleri/kreşler ve çocuklar için tesislerin, çocuğun evde aldığı bakım ve eğitime destekleyici olduğu, aynı zamanda kadın erkek eşitliğini sağlamada hayati önem taşıdığını”(madde 20), ev işleri ve çocuk bakımının toplumsallaşması gerektiğini (madde 16), barınma hakkını yazılı hale getirmiştir. Hükümetler ebeveynlerin her ikisi ya da biri çalışan çocuklar ve özelikle tarımda çalışan kadın ve eğitimlerine devam etmek isteyen ebeveynler için çocuk bakım merkez ve tesisleri oluşturmaya çağrılmaktadır. 

Pinochet’nin  (Şili) Ulusal Kadın Sekreterliği’ne yaptığı konuşmasında “kadınlar anne oldukları andan itibaren maddi şeyler anlamında talepte bulunmaz. O kadın hayatının amacını, yegane hazinesini ve hayallerinin nesnesini çocuğunda arar ve bulur”29 dediği Şili’de kadınların durumu da Mexico konferansı sonuç belgeleri önerge ve kararlar kısmında yer almıştır (madde 34). Mexico Konferansı sonucunda oluşan Deklarasyon, kadın meselesinde Sovyet politikasının siyasi yönlerini ihtiva etmektedir diyebiliriz.30 Deklarasyon Şili otoritelerini siyasi idam, işkence, zulüm, baskı uygulamaya temel özgürlük ve çalışma hakkını alma gibi insan hakları ihlallerine son vermeye çağırmaktadır. Metinden alıntılıyorum, “(Şili’de-ç.n.) Kadın ve çocuklar başta olmak üzere rehin alınan akrabaları ile tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması” talebi yer alır. Yine aynı metinde Vietnam halkına yardım için çağrı (madde 33) yapılmış ve Filistinli ve Arap kadınlar başlıklı maddede de (madde 32) “Tüm devlet ve uluslararası organizasyonlar siyonizm, işgal, yabancı baskı ve saldırganlığa karşı savaşan Filistinli ve Arap kadınlar ve halklarına maddi ve manevi yardımlarını arttırması için” çağrıda bulunulmuş, “kendi kaderini tayin hakkı, bağımsızlık ve özgürlük için savaşan Filistinli savaşçıların işgal güçlerince keyfi olarak hapse atılmasının sonlandırılması talebi” aynı metinde yer almıştır. Konferans konukları arasında Filistin Kurtuluş Örgütü, Angola Halk Kurtuluş Hareketi, Angola Kurtuluşu için Ulusal Cephe, Afrika Ulusal Konseyi gibi ulusal kurtuluş hareketleri temsilcileri de resmi davetli olarak gözlemci statüsünde bulunmaktadır.31 BM Kadın On Yılı konferans sonuç dokümanları soğuk savaşı anlamak ve özellikle Sovyet dış politikasını özetlemek için de okunabilecek kaynaklardır. Gerçekleşen tartışmalar ve bir bütün olarak sonuç deklarasyonu da, Sovyet dış politikasının özüne sahiptir. Deklarasyon, siyonizmi ırkçılık olarak tarif eder ve bir bütün olarak ABD dış politikasını ve ABD askeri müdahalelerini eleştiren bölümler vardır. 29.maddede ülkelere yapılan dış müdahaleler kınanmış ve ulusal bağımsızlık hakkından bahsedilmiştir. Sosyalist Blok ve üçüncü dünya ülkeleri delegeleri, sonuç deklarasyonunda “kadının kurtuluşunun dünyadaki toplumsal ve iktisadi eşitsizliklere karşı savaşla ve özellikle sömürgecilik, neo kolonyalizm, ırk ayrımcılığı, siyonizm, apartheid’a karşı savaşla sağlanabileceğini” hep birlikte dile getirmişlerdir.32 Konferansta Sovyet delegasyonu gelişmekte olan ülkeler için bir çekim merkezidir.

Mexico Deklarasyonu 89 lehte, 3 karşıt ve 18 çekimser oyla kabul edilir. Bu, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok için kesin bir zaferdir. Demokratik Almanya Dış İşleri Bakanlığı; “ABD, Büyük Britanya ve Federal Almanya’nın cinsiyet eşitliğini sosyo-ekonomik bağlamından koparma çabalarının tam bir başarısızlıkla sonuçlandığını” rapor eder. SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) Merkez Komite raporuna göre, Mexico Konferansı Dünya Eylem Planı temel insan ve kadın haklarını barış, uluslararası güvenlik, barış içinde bir arada yaşama, anti-emperyalizm, ırkçılık karşıtlığı ve ulusal bağımsızlık ile bağdaştıran ilk BM dokümanı olarak sosyalist diplomasi için bir zaferdir.33 Sosyalist Blok bir bütün olarak sonuç metnini çekincesiz (şerh koymadan) kabul etmiş; ABD ise Eylem Planını kabul ederken Deklarasyona karşıt oy kullanmıştır. 

Mexico Konferansı ve sonuç dokümanlarında, kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılması için bir sözleşme oluşturulması çağrısında bulunulmuştur. 1967 tarihli DEDAW34 manevi ve siyasal güce sahip olsa da bir sözleşme niteliği taşımadığından, devletler açısından bağlayıcı bir yükümlülük getirmemişti. 1972'de Kadının Statüsü Komisyonu DEDAW’a bağlayıcı bir güç kazandıracak bir sözleşme hazırlama olasılığını değerlendirmeye başlamıştır. Burada da komünist kadınları görürüz. 1972 yılında Sovyetler Birliği temsilcisi Tatiana Nikolaeva CEDAW için ilk önergeyi vermiş, 1974 yılında ilk taslağı iletmiştir.35

Mexico Konferansı’ndan sonra birçok ulusal hükümet yeni yasalar geçirir, ülkelerindeki kadınların durumuna dair istatistik ve veri toplar, kadın departmanları kurar. Kadınların miras, velayet vs gibi medeni hakları için yasal düzenlemelere gitmek zorunda kalırlar. Birçok ülke Mexico konferansının yarattığı uluslararası baskı sayesinde 1980’de CEDAW’ı imzalamak zorunda kalır. 

Kopenhag Konferansı 1980 

Mexico’daki ilk konferansta yaşadığı hezimetin ardından ABD, bu sefer meseleyi daha ciddiye almak zorunda kalır. ABD’nin amacı Kopenhag’ta düzenlenecek olan İkinci Dünya Kadın konferansında herhangi bir ‘politik’ karar alınmasını önlemektir. Temsilciler Meclisi Dış ilişkiler Komitesi, Dışişleri Bakanı Edmund Muskie’ye bir mektup yazarak “uluslararası konferansın siyasileşmesi ABD çıkarlarına ve katılımcı diğer ülkelerin çıkarlarına hizmet etmiyor. Yaklaşan ara konferans (Kopenhag konferansı kastediliyor-ç.n.) düşünülünce böyle bir politizasyon dünya çapında kadın haklarının ilerlemesine aykırıdır”36 diyerek meramını dile getirir. Muskie’nin cevabı ise “ABD delegasyonunun sadece kadınlara ait meselelere odaklanması ve diğer ülkelerle de bu yönde lobi yapmaları talimatını verdiği” şeklindedir. ABD kadın meselesini sömürü ilişkileri tartışmasından uzak tutmakta kararlıdır; sadece kadın erkek eşitliği tartışılacak, bunun oluştuğu iktisadi ya da jeopolitik bağlam tartışılmayacak ve bunu yapma girişimi “alakasız komünist ajitasyon”37 olarak tanımlanacaktır. (Bunun önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum çünkü bu tavrı kadın eylemlerinde çoğu zaman organizasyon komitelerinin ‘sakın ha siyasi pankart ve döviz yer almasın’ yaklaşımında da tecrübe etmekteyiz. Kadın meselesini sömürü sisteminden ayrı ele alma çabası sadece basmakalıp bir ‘kadınları bölmeyin’ çağrısı değil, liberal yaklaşımın siyasetle kadını karşı karşıya koyma çabasıdır. Kadın meselesinin ne olduğunu tanımlamak da verilmesi gereken bir mücadeledir ve bu eylemlere erkekli mi/ erkeksiz mi, pankartlı mı/ pankartsız mı gelineceği liberalizmin şekle dair geliştirdiği bir hassasiyet değil, ait olduğu sınıfın içgüdüsü ile verdiği bir reflekstir) 

BM Kadın On Yılı İkinci Konferansı, ilan edilen on yıllık dönemin ilk yarısındaki gelişmeleri gözden geçirmek için 1980 yılında 145 ülkeden 1500’ü aşkın resmi delege ile Kopenhag'da düzenlenir. Bu konferansın sonuç dokümanı “BM Kadın On Yılı Dünya Konferansı Raporu: Eşitlik, Kalkınma ve Barış” ile birlikte bir "Eylem Programı" kabul edilmiştir. Bu metinde kadın aile dışında da ele alınmış ve ‘Barış’, kadına yönelik ayrımcılık’ın sona erdirilmesi ile birlikte değerlendirilmiştir. 1975 Mexico Konferansı’nda aile bireylerinin eşitliği ve güvenliğinin temini bağlamında ele alınan kadına yönelik şiddet, Kopenhag’da daha çok kadın ve çocukların korunması için bir sağlık sorunu olarak yaklaşılmıştır. Kopenhag’da kadınların miras hakkı, velayet, vatandaşlık ve evlilikte mülkiyet hakları ele alınır. Ayrıca mülteci ve göçmen kadınlar, genç kadınlar ve engelli kadınlar gibi grupların, acil çözüm gerektiren özel durumları ve ihtiyaçları olduğu yaklaşımını benimseyen konferans bu başlıkları da sorun alanları içine dâhil etmiştir. Dünya Eylem Programı’nda kadınlarla ilgili veri ve istatistik çalışmalarının önemi, sömürgecilik, ırkçılık ve yabancı ülke işgali altındaki kadınların durumu ele alınmıştır. Bildirge kararları arasında ayrıca; Şili, El Salvador, Lübnan Namibya, Güney Afrika’da kadınların durumu, Bolivya, Angola Halk Cumhuriyeti’ne yönelik Güney Afrika saldırganlığının kınanması, Sahrawi kadınlarına destek, Nikaragua’nın yeniden kurulması için uluslararası destek, kayıp ve ortadan yok edilen insanların durumu, içilebilir su, Apartheid sisteminde uluslararası şirketlerin rolü vb. maddeler ile 1985’de düzenlenecek olan bir sonraki Kadın Konferansı ve CEDAW da yer almıştır. Özellikle yazının girişinde alıntıladığımız, Konferans sonuç bildirgesi ‘Tarihsel Perspektif’ bölümü, konjonktüre dair Sovyet dış politikasını özetlemiş, ‘Kadın Eşitsizliğinin Kökenleri’ bölümü kadınların ezilmişliğinin cinsiyete bağlı ve sınıfsal olduğu ifade edilerek ekonomi-politik ve sosyo-ekonomik tahlillere yer vermiştir. Hükümetlere kadınlar için istihdam, sağlık, eğitim başlıklarında görev ve sorumluluklar tanımlamış, onları kadınlarla ilgili istatistikler toplama ve gelişim planlarını periyodik olarak izleme ile görevlendirmiştir.

Siyonizmin yine ırkçılıkla aynı paragrafta yer almasını engelleyemeyeceğini anlayan Amerikan Senatosu ve Temsilciler Meclisi henüz konferans sürerken alelacele iki karar geçirir. Bu kararla Kopenhag’daki ABD delegasyonuna siyonizme atıfta bulunan hiçbir dokümanı onaylamamaları ve ‘apolitik bir toplantı olması gereken bu konferansı politize etmeye çalışan her girişimi kınamaları’ talimatını verir.38 

Kanada delegasyonu konferans sonuç bildirgesine karşıt oy vermesine sebep olarak, “konferansın amacının kadın erkek eşitsizliği ile ilgilenmek olmalı iken bazı delegasyon üyelerinin cinsiyet eşitliğini tehdit eden ve hatta ona uzak basmakalıp global politik halkada kalmasını” gösterir. Onlara göre konferans, “amacından saptırılmış ve kadın sorununu küçümseyen bir grup delegasyon tarafından politize” edilmiştir. ABD delegasyonu ise konferansı ‘politik polemiklerle dolu trajik ve talihsiz bir konferans’ olarak tanımlar ve ‘birkaç ülke delegasyonunun, “kadınların kendilerine ait sorunlarına kendilerine ait yöntemleriyle” yaklaşmasını engelleyerek, kendi ideolojik çıkarları için kadınlara boyun eğdirdiğini, delegasyon olarak bundan dolayı hayal kırıklığı yaşasalar da dünya kadınlarının tam ve gerçek bir eşitliği için çalışmaya devam edeceklerini dile getirir.39 Kopenhag Konferansında Arap İsrail savaşları sonrası mülteci kadınlar için toplanan fonların Filistin Kurtuluş Örgütü Kadın Seksiyonuna kanalize edilmesi anlamına gelen maddeye sadece dört ülke karşı çıkar.40

Sonuç metni 94 lehte, 22 çekimser ve 3 karşıt oyla yürürlüğe girer. ABD kadın hakları adına oluşturulan bir BM metnine bir kez daha karşıt oy kullanmıştır. Kopenhag konferansının ardından BM sisteminde Çocuk Haklan Sözleşmesi’nden sonra en geniş katılımlı sözleşme olma özelliğini taşıyan CEDAW, üye ülkelerin imzasına açılır. Sosyalist Blok ülkelerinin tamamının imzalamış olduğu sözleşmeyi 64 ülke konferans sırasında imzalamış; ABD ise törenle imzalamasına rağmen yürürlüğe sokmamıştır. 

Nairobi Konferansı (1985)

1985’e gelindiğinde jeopolitik iklimin oldukça değiştiğini görürüz. Afganistan hükümetinin çağrısı üzerine Sovyetler Birliği’nin Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ne müdahalesi gerçekleşmiş, Reagan ve artan muhafazakâr politikalar, İngiltere’de Thatcher dönemi neoliberal dalga, özelleştirmeler, serbest piyasa ekonomilerinde yaşanan büyük ekonomik krizlerle dünya oldukça zor durumdadır. Dünyada gelir dağılımındaki eşitsizlikler büyümüş, gelişmekte olan ülkelerde gittikçe artan ve yer yer derinleşen ekonomik krizler kadınları daha da olumsuz etkilemiştir. Kadınların durumu pek çok açıdan kötüleşmiş, Kadın On Yılı’nın başındaki iyimser hava kaybolmuştur. Nairobi Konferansı’nda yoksullaşma başlıca kadın sorunlarından biri olarak tanımlanmaktadır. Yoksulların %70 i kadındır. 

Nairobi Konferansı’na, 15-26 Temmuz 1985 tarihlerinde Nairobi'de BM Kadın On Yılı’nın gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi için 157 ülkeden 2002 resmi delege, 60 resmi BM delegesi ve 162 de danışman statüsündeki STÖ katılımı ile gerçekleşmiştir. O güne kadar gerçekleşen BM konferansları arasında en fazla medya gözlemcisinin bulunduğu konferanstır.41 Bildirgenin "Kadının İlerlemesi İçin Nairobi Geleceğe Yönelik Stratejileri Yıl 2000" kısmında kadınların toplumsal ve siyasi katılımı, istihdam sağlık toplumsal hizmetler ve çevre sorunları ele alınmıştır. Konferans dokümanında kadınların gelişiminin/kalkınmanın insancıl ve ileri bir sistemin yerleşmesi için önkoşul olduğu vurgusu yer alır. Kadınlar artık genel BM amaçlarının çeperinde değil merkezi roldedir.42

Bildirgenin değerlendirmeler bölümü dünyadaki iktisadi durumu tanımlarken 1980’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin tüm ülkeleri etkilediğini fakat merkezi planlı ekonomilerin bu süreçte istikrarlı bir büyüme sergilediğini dile getirmektedir.43 Özellikle bekâr anneler, sendika üyeleri, hizmet sektöründe çalışanlar, istismar ve şiddete uğramış kadınlar, yaşlılar, göçmen ve mülteci kadınlar, siyasi özel gruplar olarak kategorize edilmiştir. Kadınlar için iş sağlığı ve güvenliği, kız çocuklarının okullaşması, salgın hastalıklara karşı aşılama sistemi ve aşılamanın önemi de metinde yer almaktadır. Mexico ve Kopenhag Konferansları’nda fuhuşun tamamen ortadan kaldırılması talep edilirken Nairobi’de sadece zorla fuhuş yaptırmanın yasaklanması ve tüm kadınlarla eşit haklardan faydalanmaları karara bağlanmıştır. Ayrıca “Geleceğe Yönelik Stratejiler” kapsamında ise kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet, insan ticareti, silahlı çatışmalarda kadının maruz kaldığı şiddet gibi kadına yönelik şiddetin farklı biçimleri ortaya konularak kapsamlı şekilde ele alınmıştır.

ABD, Mexico ve Kopenhag’tan sonra Nairobi konferansı için özel olarak hazırlanır. Konferansın lojistik ve barınma masraflarına ‘yardımcı’ olan ABD, Kenya hükümeti ile yakın ilişkisini kullanarak konferansta söz sahibi olmaya çalışır. Bu sefer, ABD delegasyonunun başında Başkan Ronald Reagan’ın kızı, Maureen Reagan da bulunmaktadır. ABD daha önce yaşadığı hezimetin tekrarlanmasını engellemek adına konferans sonuç dokümanının Mexico Konferansında olduğu gibi bütün halde değil, madde madde onaya sunulmasını Kenyalı konferans temsilcileri aracılığı ile sağlar. Metinde ağırlıklı olarak barış, silahsızlanma ve kalkınma vurgusu görürüz. Tüm şerhlere rağmen metne özünü veren yine Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’tur. Sovyet delegasyonu ve Sosyalist Blok’un tek şerhi bile yokken, ABD 11 maddede şerhe sahiptir. Bu şerhler ve itirazlar arasında Filistinli kadınların hakları, kreş ve doğum izni, Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı ekonomik yaptırım, eşit değerde işe eşit ücret uygulaması gibi maddeler vardır.44 ABD doğum izni ve kreş konusunda koyduğu itirazı, “kadın erkek eşitliğinden bahsediliyorsa o zaman erkekler gibi davranmalılar yoksa patronlar kadınları işe almak istemez” diyerek açıklamıştır.45

Konferansta ABD delegasyonu sadece hayal kırıklığına uğramamış aynı zamanda kalpleri de kırılmıştır. O kadar ki, ABD Temsilciler Meclisine verdikleri raporda sonuç dokümanına Filistinli kadınlar için şerh koyduklarında kendileri ile dalga geçildiğini rapor ederler.46 Konferans metninde yer alacak olan “hem var olan mücadelelerde hem de kurtuluştan sonraki ulus inşa sürecinde oynayacakları önemli rollere hazırlanabilmeleri için Ulusal Kurtuluş Hareketleri kadın seksiyonlarına eşit fırsat, eğitim ve öğrenim şansı sunulabilmesi için desteklenmelidir” (paragraf 259) gibi maddelerin yanı sıra, konferansın tansiyonunun en fazla yükseldiği başlık, siyonizm tanımının apartheid, ırk ayrımcılığı tanımları ile birlikte yer alması olmuştur. ABD delegasyonunun metinde siyonizm kelimesinin geçmesi, bazı Afrika ve Arap ülkeleri de metinde geçmemesi halinde toplantıyı terk edecekleri tehdidinde bulunmaları üzerine toplantı çıkmaza girer. Konferans sırasında düzenlenen özel bir oturumla ABD, Sovyetler Birliği, Filistin, Kenya, BM Genel Sekreterliği ve bazı batı Avrupa ülkeleri bir araya gelerek nihayetinde metne siyonizm yerine “ırk ayrımcılığının her türlüsü” ifadesi kullanılmasında anlaşırlar. ABD’nin tüm bu süreçte en büyük başarısı budur. Maureen Reagan dönüşte gazetelere bu büyük başarıyı şöyle anlatır:“(Konferanstan-ç.n.) içinde siyonizm geçmeyen bir metin ile döneceğimi söylemiştim ve öyle döndüm”.47

Nairobi sonrası gerçekleşen 1995 Pekin Dünya Kadın Konferansı, Sosyalist Blok’un yıkılmasından mütevellit artık ABD’li First Leydi’lere açılmıştır. Kadın meselesi artık ekonomi politik başlıklara temas bile ettirilmeden ele alınacaktır, Ev içi şiddet, doğum izni, cinsel taciz ve istismar, cam tavan ve genel olarak kadın erkek ilişkilerindeki yapısal eşitsizlik ele alınır. Kadın meselesinden artık sistem değil, patriyarka sorumludur. Konferansın yıldızı Hillary Clinton’ın Madeleine Albrigth ile birlikte katıldığı toplantıda karşılarında yalnızca Küba, Vilma Espin, yer alacaktır.

Yetenek ve sorumluluk

BM resmi dokümanları ve birkaç akademisyenin çalışmaları dışında BM Kadın On yılına dair araştırmalarda bazı ülkelerin, “tarih yazımında” karşımıza çıkmaması, komünist kadınların adlarının anılmaması rastlantı değildi. Sadece tarihi ‘meşrebine göre okuma’ yahut hafıza kaybından bahsetmiyoruz; açık bir gizleme, üstünü örtme çabası var. 

“Kimse bunu itiraf etmezdi ve elbette ABD delegasyonundan kimse bunu söylemezdi ama sosyalist bloktaki kadınlar en azından yasal bağlamda kesinlikle daha eşitlik sahibi idiler” (BM Kadın On yılı konferansları ABD Delegasyon üyesi A. Fraser48

Sosyalist Blok’tan gelen kadınlar komünistti, “yoksulluk ve adaletsizlik doğuran kapitalizmi ortadan kaldırma yetenek ve sorumluluğuna”49 sahiptiler. Bunu yapacak gücü, sosyalist hükümetlerinden ve UDKF50’den aldılar. 1975 yılında gerçekleşen BM ECOSOC 59. oturumunda Moğolistan temsilcisi Olzvoi “Sosyalist bir toplumda kadın hakları sadece dillendirilmez aynı zamanda hayata da geçirilir” diyor ve ülkesinden örnek veriyor “Bu yüzden Moğolistan’da kadınların %44’ü orta ve lise eğitimi almıştır, üniversite hocalarının %22 si ve sağlık emekçilerinin %70’ ten fazlası ve parlamentonun %30’u kadınlardan oluşuyor”. 

Sosyalizmin çözülüşünün bir kaybedeninin de, üçüncü dünya ülkeleri kadınları olduğunu bugün çok daha net görüyoruz. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlar yoksulluğun, temel insani ihtiyaç ve haklarına ulaşamamanın, ayrımcılığın emperyalist saldırganlığın, çokuluslu sömürünün karşısında verilen mücadelede en önemli destekçilerini kaybettiler. Sosyalist Blok kadın örgütleri BM Kadın On Yılı konferanslarından çok daha önce UDKF ve ulusal kadın örgütleri aracılığı ile Üçüncü Dünya ülkeleri kadın örgütleri ile temas halindeydiler51. Mexico City’deki konferans sırasında Mozambik’in bağımsızlık haberi konferans salonuna ulaştığında, toplantıda bulunan Afrikalı kadınların kutlamalarına Sosyalist Blok’tan gelen kadınlar da davet edilmişti. Tüm kıtadan Afrikalı kadınlar, Portekiz’e karşı bağımsızlık savaşını yürüten Mozambik Kurtuluş Cephesi’ni (FRELIMO) Sosyalist Blok ülkelerinin desteklediğini biliyorlardı. Karşılarında ise, Rodezya’da, Gana’da, Güney Afrika’da apartheid rejimini destekleyen ABD ve Birleşik Krallık vardı. Emperyalizm falan gibi politize mevzuları araya sokarak ‘kızkardeşlik ruhunu bölmekle’ suçlanan bu kadınlar sadece emperyalist ülke ve liberal kız kardeşlerin tadını kaçırmadılar, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluk ve görevi de yerine getirdiler. Sovyet Bloğundan teknik, askeri ve finansal yardım almak isteyen Üçüncü Dünya Ülke liderleri kadın meselesini önemsemek zorundaydılar. Bu ülkelerle, Çekoslovakya’nın ticaret ve sanayi altyapısını geliştirmek için yaptığı anlaşmalar, Polonya’nın gemicilik ve denizcilik alanında, Bulgaristan’ın tarım ürünleri desteği, Demokratik Almanya’nın sendikal aktivist ve gazeteciler için düzenlediği eğitim ve örgütlenmeler, Sovyetler Birliği’nden çeşitli alanlarda gelen danışmanlık ve uzmanlık yardımları ve bir bütün olarak Sosyalist Blok ülkeleri kadın örgütlerinin destek ve dayanışması da sona erdi. Soğuk savaşın bitimi ile Batının artık Afrika ülkelerine yaptığı ‘insani yardım’ı devam ettirmek için bir sebebi kalmamıştır. 

Komünist kadınlar adaletsizlik ve yoksulluğu yaratan pazar ekonomisi ve emperyalizme diz çöktürecek mücadele pratiği ve örgütlülüğe sahiptiler, BM kurullarında verdikleri mücadele de, bu pratiğin doğal sonucudur. Konferanslarda, ABD’nin paçalarının tutuşması bunun en iyi göstergesidir. BM Kadın On yılı Konferanslarında ABD delegasyon üyelerinin kendi sözleri ile ‘hayal kırıklığına uğramaları’, bu görevin başarı ile yerine getirildiğini gösteriyor. Sosyalist Blok’tan gelen kadınlar, genç ulus devletler, ulusal bağımsızlık hareketleri ve az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar ve ülkelerinde kapitalizme ve gericiliğe karşı kadın hakları için mücadele eden ilerici güçlerle birlikte bir tarih yazdılar. Kadın hakları ve mücadeleleri tarihini “onlarsız” yazma çabası, soğuk savaş bitse bile ideolojik mücadelenin devam ettiğini gösteriyor. Komünist kadınlar, dünya çapında kadınların durumunu geliştirmek için benzersiz bir katkı koydular. Ülkelerindeki ve dünyadaki kadın eşitlik ve özgürlüğü bayrağını taşıma görevi, komünist kadınlar için sosyalizme içkindi. Sosyalizmin kadın cephesi, bu bayrağı sosyalizmin kadın programına yaslanarak taşıdı.

 Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden çekilmesinin ardından, gericiliğin “sırada CEDAW var52” demesinden, bu tarihi aslında unutmadıklarını görüyoruz. 

Bu görev hala komünist kadınlarındır... 

Kaynakça

-Baldez, Lisa (2014) Defying Convention. U.S. Resistance to the U.N. Treaty on Women’s Rights. Cambridge University Press, 

-Bonfiglioli, Chiara (2016) “The First UN World Conference on Women (1975) as a Cold War Encounter: Recovering Anti-imperialist, Non-aligned and Socialist Genealogies” Filozofija i drustvo. XXVII (3), DOI: 10.2298/FID1603521B.

-Bravo Rosa & Todaro Rosaldo (1985) “Chilean Women and the UN Decade for Women” Women’s Studies International Forum. 8(2). 

-De Haan, Francisca (2018) “The Global Left Feminist. From Copenhagen to Moscow and New York” içinde The Routledge Handbook Of The Global Sixties. Between Protest and Nation-buildin, editörler Chen Jian, Martin Klimke, Masha Kirasirova vd.(London:Routledge) 

-Donert, Celia (2014) “Whose Utopia? Gender, Ideology, and Human Rights at the 1975 World Congress of Women in East Berlin”. 68-87, https://doi.org/10.9783/9780812208719.68

-Ghodsee, Kristen (2010) “Revisiting the United Nations Decade for Women: Brief Reflections on Feminism, Capitalism and Cold War politics in the Early Years of the International Women's Movement”. Women's Studies International Forum 33

-(2015) “Socialist Internationalism and State Feminism during the Cold War: The Case of Bulgaria and Zambia”. Clio. Women, Gender, History Volume 41(1). 

-(2018) Second World Second Sex: Socialist Women Activism during the Cold War. NY: Duke University Press.

-Griffiths, Martha W.(1974) “International Women’s Year is Just the Beginning”. American Bar Association Journal, 6(10).

-Popa, Raluca (2009) “Translating Equality between Women and Men Across Cold War Divides: Women Activists from Hungary and Romania and the Creation of International Women’s Year.” içinde Gender Politics and Everyday Life in State Socialist Eastern and Central Europe ed. Shana Penn & Jill Massino. New York: Palgrave Macmillan. 

-Stephenson, Carolyn M.(1982) “Feminism, Pacifism, Nationalism and the UN Decade for Women”. Women's Studies International Forum, 5(314). 

-Tinker, I. & Jacquette, J.(1987) “UN Decade for Women:Its Impact and Legacy”. World Development.15(3)

-West L.& Landau N.(1980) “UN Mid- Decade for Women”. Journal of Our Backs. 10(9)

-Whitaker, Jennifer Seymour (1975) “Women of the World: Report from Mexico”. Foreign Affairs. Vol.54(1).

-Zinsser, P.J.(2002) “From Mexico City to Kopenhag to Nairobi. The UN Decade for Women 1975-85”. Journal of World History. 13(1).

  • 1.Aktaran Ghodsee:2010, s.7 Orijinal kaynak BM Kopenhag Konferans Sonuç Dokümanı A/CONF.94135, “Report of the World Conference of the United Nations Decade for Women:Equality,Development and Peace, 14-30 July 1980”, Tarihsel Perspektif Bölümü, Gelecek için Dersler başlığı B bendi Madde.22” (Burada BM konferans doküman çeviriler ve yazıda editoryal destekleri için Nihan Yiğit ve Hande Gündoğdu’ya teşekkür ederim.)
  • 2.CEDAW (Convention on the Elimination of all forms of Discrimination Against Women-Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi, 1967 yılında ilan edilen DEDAW deklarasyonunun sözleşmeye dönüştürülmesi ile oluşturulmuş ve 1979 tarihinde kabul edilmiştir. CEDAW kadın haklarının başyapıtı olarak kabul edilmekte olup, kadınların politik ve medeni hakları, evlilik yaşı, annelik ve hamilelik izni, bu izinlerin kadınların işlerini kaybetme korkusu olmadan ve maliyeti kamu tarafından karşılanacak şekilde düzenlenmesi vb. maddeleri içeren ilk metin ve uluslararası yasa niteliğindedir.
  • 3.UDKF için bkz. Feride E.Tetik “Soğuk Savaş ve Sosyalizmin Kadın Cephesi”, Gelenek 157, Ağustos 2021.
  • 4.BM Kadının Statüsü Komisyonu (yazıda kısaca Komisyon), BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) çatısı altında bir alt komisyon olarak 1946 yılında kurulmuştur. Komisyon, 25 yıldır BM çatısında yer alsa da çalışmaları evlilik yaşı, evlilik durumunda vatandaşlık hakları ve kadınların oy verme ve seçilme hakları ile ilgili birkaç sözleşme ile sınırlı kalmıştır.
  • 5.Zinsser, s.140.
  • 6.Stephenson, s.293.
  • 7.Aktaran Bonfiglioli, s.530.
  • 8.Ayrıca BM Uzmanı Hindistanlı Akademisyen J. Devaki “UDKF danışman statüsünü kullanarak Kadının Statüsü Komisyonu’nun 25. Yıl dönümünün Uluslararası Kadın Yılı ilan edilmesi için başvurmuştur”. Aktaran: Popa, s.63.
  • 9.Bkz. ECOSOC 59. Oturum- 1975 Mexico Konferansı Değerlendirmeleri Bölümü E/SR.1975. https://digitallibrary.un.org/record/825008?ln=fr
  • 10.De Haan, s.237; Popa (2009). Ayrıca bazı kaynaklar Florica Paula Andrei’nin Finlandiya Temsilcisi Henri Sipila ile birlikte başvurduğuna da işaret etmektedir.
  • 11.Ghodsee (2018)s.139 ve Baldez’e göre (s.74), aynı yıl uluslararası bir kadın konferansı düzenlenmesi önerisi de UDKF yönlendirmesi ile yine Romanya Sosyalist Cumhuriyeti temsilcisi tarafından yapılmıştır.
  • 12.Baldez, s.75; Ghodsee (2010),s.5; Olcott, s.42
  • 13.Baldez, s.76.
  • 14.Ghodsee (2010), s.4.
  • 15.A.g.e., s.5
  • 16.https://www.fordlibrarymuseum.gov/library/document/0126/1489978.pdf. İlgili bölüm şöyle: “...Uluslararası Kadın Yılı Ulusal Komisyonumuzu ilan etme münasebetiyle, kocamın dediği gibi, kadın haklarının güvenceye alınması arayışı tüm cinsiyetleri kısıtlayıcı klişelerden özgürleştirir. Ruhların özgürleşmesi tüm ülke ve bireyler için yeni olasılıklar açar…”
  • 17.https://www.racked.com/2017/8/28/16164052/cold-war-makeup
  • 18.Griffiths, s.1237
  • 19.1973 yılında ABD Kongresi, ekonomik büyümeyi hedefleyen programlara kadınların da entegre edilmesini şart koşan Dış Yardım Kanunu (Foreign Assistance Act) çıkarır.
  • 20.BM Kadın On Yılı’nda gerçekleşen tüm konferanslarda eş zamanlı yürütülen ve STÖ’ler, Uluslararası Kadın Örgütleri, NGO’lar, sendikalar ve çeşitli kadın gruplarının katıldığı paralel kadın forumları da gerçekleşmiştir. Kadın On Yılı boyunca resmi delegasyon toplantılarına paralel olarak (Mexico City’de altı bin, Kopenhag’da sekiz bin ve Nairobi de on üç bin katılımcı) oldukça ses getiren bu kadın forumlarında UDKF de yer almış, kendi düzenlediği oturumlar dışında üye örgütleri delegeleri önemli oturumlarda temsilciler bulundurmuştur.
  • 21.Bu turnusol bile birçok kadını saflarımızın dışına itmiştir. Mexico City’e ‘feminist’ bir cevap olarak 1976’da Brüksel’de düzenlenen kadına karşı suçlar tribünaline gönderdiği mesajında Simone de Beavoir “Kadınların siyasi partiler ve kendi uluslarınca erkek toplumlara entegre edilmeye yönlendirildiği Mexico City’nin aksine siz burada kadınların bu toplumda tabi oldukları baskıları kınamak için toplandınız” demektedir. Kaynak: Bonfiglioli, s.529.
  • 22.Ghodsee (2010), s.4.
  • 23.Kadın, erkek ve çocuklar için hesaplanamaz eziyet ve zarar veren pratikler doğurduğundan; kadınlar ve erkekler birlikte sömürgecilik, yeni-sömürgecilik, emperyalizm, yabancı işgal ve tahakküm, siyonizm, apartheid, ırk ayrımcılığı, işgal ve bu işgalin tanınması gibi pratikleri birlikte ortadan kaldırmalıdır”(Mexico City Deklarasyonu Madde 26).
  • 24.Ghodsee (2018), s.2. 1970 yılında Romanya’da dahi kadın mühendislik öğrenci oranı %43, tarım toplumu olarak bilinen Bulgaristan’da %23 iken, 1976 yılında ABD’de kadın mühendislik öğrencileri oranı %3.4.
  • 25.https://www.newspapers.com/image/?clipping_id=10875189&fcfToken=eyJhbGc…, Ames Daily Tribune,08 Jul 1975,p.6
  • 26.Röportajda “She was not absolute… she had to consult with 18 or 19 men, since we are a democratic nation”olarak geçiyor. https://www.nytimes.com/1975/06/19/archives/international-womens-year-w…
  • 27.Whitaker,s.178 ve Sovyetler Birliği’nde 1967 mühendis kadın oranı için https://time.com/5630567/kitchen-debate-women/
  • 28.Bkz. “Declaration of Mexico on the Equality of Women and Their Contribution to Development and Peace 1975” ve “A World Plan of Action for the Implementation of the Objectives of International Women’s Year” BM dokümanı https://digitallibrary.un.org/record/586225 E/CONF.66/34.
  • 29.Bravo &Todaro, s.114.
  • 30.Yazının kapsamına girmiyor fakat not etmekte fayda var. INSTRAW (Kadının İlerlemesi için Uluslararası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü) bu konferansta kurulmuştur. INSTRAW'ın amacı cinsiyet eşitliğini ve kadının güçlenmesini araştırma, eğitim ve toplumu bu konularda bilgilendirmek suretiyle geliştirmektir. Mexico Konferansı’nın bir başka sonucu, konferanstaki kadın örgütlerinin taleplerini karşılamak üzere, UNIFEM (BM Kadın için Kalkınma Fonu)'in kurulmasıdır. UNIFEM, kadınların insan haklarını, siyasete dahil olabilmesini ve ekonomik statüsünü geliştiren programlar için kadınlara finansal ve teknik destek sağlamak amacıyla kurulan bir BM fonudur.2010 yılından itibaren UN Women (BM Kadın) a dönüştürülmüştür ve 2020 yılından itibaren Küba Yürütme Kurulu üyesi olarak yer almaktadır. Türkiye ise katkı sunan ülkeler (Contributing States) statüsündedir.
  • 31.M Dokümanı https://digitallibrary.un.org/record/586225 E/CONF.66/INF.2
  • 32.Bonfiglioli, s.524.
  • 33.Donert,s.76.
  • 34.DEDAW için BM Kadının Statüsü Komisyonunda ilk girişimi başlatan yine Sovyetler Birliği, Macaristan ve Polonya temsilcileri olmuştur. Polonya Temsilcisi Dembinska’nın hazırladığı ilk taslak, devletlere kadın haklarını ilerletme konusunda sorumluluk veren, görev almaya zorlayan bir taslak iken sözleşmeye dönüşmesi, CEDAW ile gerçekleşmiştir. Bkz. Baldez,s.32-62. Ayrıca DEDAW için 1953 UDKF Kopenhag Dünya Kadınlar Kongresi Kadın Hakları Deklarasyonunun itici bir güç olduğu hakkında bkz. Feride E. TETİK “Soğuk savaş ve sosyalizmin kadın cephesi”, Gelenek157.
  • 35.Kaynak: “Commission on the Status of Women –Report on the 25th Session”,14 Jan-1 Feb 1974, Madde 71. www.undocs.org/E/CN.6/589 Sovyetler Birliği’nin önermiş olduğu ilk taslak sözleşme aynı adres E/CN.6/AC.1/L.2)
  • 36.Ghodsee (2010), s.6.
  • 37.A.g.e.
  • 38.Ghodsee (2010), s.7.
  • 39.Report of the World Conference of the UN Decade for women: Equality, Development and Peace,14-30 July 1980 Madde 363, BM dokümanı A/CONF 9135.
  • 40.West & Landau, s.1.
  • 41.Report of the World Conference to review and appraise the achievements of the UN Decade for Women Equality,Development and Peace,15-25 July 1985, Nairobi.
  • 42.Zinsser,s.158.
  • 43.BM dokümanı https://digitallibrary.un.org/record/586225, A/CONF.116/28 Madde 23.
  • 44.A.g.e.
  • 45.Tinker & Jacquette, p.422-423.
  • 46.Ghodsee (2010) s.8.
  • 47.Ag.e. s.9
  • 48.Ghodsee (2010),s.5
  • 49.A.g.e, s.4
  • 50.Tüm bu tarihe bakarken UDKF içinde Sovyet önderliğine karşı geliştirilen itirazlara da bakmak gerekiyor, yazının sınırlarına girmediği için sadece not etmekle yetiniyorum. Özellikle 1970’li yıllarda, Yugoslavya ve Batı Avrupa sol grup ve örgütleri kadın gruplarından gelen bu itiraz UDKF’nin fazlasıyla Sovyet dış politikası belirleniminde olduğu, kadın başlığını geri plana attığı şeklindedir. UDKF dergisine yönelik İtalyan temsilcilerin “Pravda”dan farkı olmayacaksa biz neden dergi çıkarıyoruz eleştirisi değerlendirmeye alınmalıdır. Bu durum, BM Kadın On Yılı Konferansları söz konusu olduğunda uluslararası diplomasinin sahnesi olduğu için anlaşılabilir fakat genel olarak Sovyet dış politikasının “barış” dışında bir vaat ve açılımda bulunmadığı bu yıllarda sosyalist kadın hareketi de gittikçe kadın başlığında silahsızlanma ve barış’ı telaffuz etmeden cümleye başlayamaz olmuştur. Örneğin sonuç metnine cinsiyetçilik ifadesinin (sexism) eklenmesi önerisine ne ülkelerinde ne dillerinde böyle bir kelime olmaması sebebi ile Sovyet delegasyonunun itiraz etmesi pek anlaşılabilir değil; BM Kadın Konferans metinlerinde ağırlıklı vurgunun barış olması, sosyalist mücadelenin gittikçe kadın konusunda sabırsız ve kayıtsız bir görünümüne sahip olmasına neden olmuş. Dünyanın kaynadığı yıllarda bakılan yerin dış politika olması bunu anlaşılır kılsa da, elinde çok daha fazlası varken “biz kadın sorununu çözdük” tavrı, Batı’da ikinci dalga feminizmi etkisindeki kadın hareketinin kavranıp, ileri çekilmesine de engel olmuş, barış açılımı ise özellikle dünyada hâlihazırda barış hareketinin yükseldiği yıllarda kadın perspektifi için bir tekrardan öteye gitmemiştir.
  • 51.Buraya ayrı bir yazıda değerlendirilmesi gereken soğuk savaş sırasında sosyalist blok ve üçüncü dünya ülkeleri kadın örgütleri ilişkisine sadece değinmekle yetiniyorum. BM Kadın On Yılı konferanslarına dair de gerçekleştirdikleri ön toplantı, bölgesel konferans ve eğitimlerin yanı sıra sosyalist ülke kadın örgütleri dayanışma bütçelerinden yardımlarda bulunmuştur. Örneğin Mexico City konferansına Aeroflot, Jatair, Balkanair gibi sosyalist ülke havayolları Afrika ve Asya’dan katılan delegeleri ücretsiz taşımış, Bulgaristan Kadın Örgütü (CBWM) bu ülkelerden gelen yüz delegenin konaklama ve çeşitli masraflarını üstlenmiş. Sadece bir örnek olarak, kadın başlığında Bulgaristan- Zambiya işbirliği için bkz. Ghodsee (2015) ve (2018).
  • 52.https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/cedaw-33834.ht…