29 Nisan 2022 Cuma

Bakanlara ‘Vahşi’ soruları - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile fotoğrafı olan Kazak suç örgütü lideri Vahşi Arman, geçen yıl İstanbul’da Rus ve Azerbaycanlı iki iş insanını kaçırıp işkenceyle paralarına çökmüş. Türkiye’de yeraltı dünyasındaki rolünü sağır sultanın duyduğu Vahşi Arman nasıl suç işlemeye devam edebildi? Nasıl kaçtı?






















 Fotoğraf: Vahşi Arman, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile otel koridorunda böyle görüntülenmişti.

Yaklaşık 1 yıl önce…

Sedat Peker’in ifşaları dünyanın mafyasının Türkiye’de konumlandığını ortaya koyuyordu. Kara para oluk oluk Türkiye’ye akıyor ve Rus, Azerbaycanlı, Özbek, Kazak mafya grupları çökülen otellerin, mülklerin çevresinde ellerini kollarını sallayarak koruma ordularıyla geziyordu.

Onların başında Sedat Peker’in yakın dostu Azerbaycanlı suç örgütü lideri ‘Lotu Quli’ lakaplı Nadir Salifov vardı. Onun karanlık ve skandal ilişkilerini, suç örgütünün Türkiye’deki kanlı geçmişini daha önce bu köşede anlattık. 2020’de Antalya’da öldürüldü ve Azerbaycan kabul etmediği için İstanbul Büyükçekmece’de defnedildi. Hatta burada bir anıt mezarı var.


Arman Dikiy, Nadir Salifov’un en yakınındaki isimlerdendi.


SUÇ BİRLİĞİ ALBÜMÜ

Nadir Salifov’un en yakınındaki isim; ‘Vahşi’ lakaplı Arman Dikiy’di. Uzun ismiyle; Arman Dzhumageldiev. Dövüş sporlarında şampiyonluğu olan Vahşi Arman’ın Nadir Salifov’un sağ kolu olduğu konuşuluyordu. Sosyal medya hesaplarından birlikte verdikleri pozları sık sık paylaşarak güç birliğini ilan ediyorlardı.

2014’te Azerbaycan’da cezaevinde olan Nadir Salifov’un adamlarının Edirne’de girdiği çatışmada polis Hüseyin İmrağ hayatını kaybetmişti. Ama yıllar sonra Nadir Salifov, Bodrum’da çökülen Paramount Otel’de Ukrayna mafyasıyla dalaşıp havaya ateş açıyor, polis müdürleri gelerek olayın üstünü örtüyordu.

Arman Dikiy ise Boğaz’da tekne ile gezerken havaya ateş açtığı görüntüleri sosyal medya hesabından paylaşıyordu.

Kazakistan ve Özbekistan’da suç dünyasında yükselişi konuşulan Arman Dikiy, 2019’da Türkiye’deki faaliyetlerine hız vermişti. Instagram’da 378 bin takipçisi olan Vahşi Arman’ın paylaşımlarında özel uçakla geldiği Türkiye’den bol bol fotoğraflar, videolar vardı.

KAFTAN MESAJLARI

Elbette Türkiye’de ‘Turancılık’ sloganlarının bütün kapıları açtığının farkındaydı. Suç örgütü lideri Sedat Peker’e kaftan hediye ederken “Tüm Türk yurtlarındaki gençler, Barış Pınarı Harekatı’na katılmak için sadece işaret bekliyor” demişti.

Sedat Peker, Arman Dikiy’in kendisine kaftan hediye ettiği fotoğrafı 15 Ekim 2019’da paylaşmıştı.

Sedat Peker’in tasfiye edilmesinden sonra Arman Dikiy’in yeraltı dünyasındaki yeni

 dönemi işaret eden kaftan hamlesini ise gazeteci Bahadır Özgür gözler önüne sermişti. 

Bu kez cezaevinden özel afla çıkartılan suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’ya kaftan hediye

edip poz veriyordu. Yanlarında ise Nadir Salifov’dan sonra suç örgütünün lideri olan 

kardeşi Namık Salifov vardı.


Vahşi Arman ve Nadir Salifov’un kardeşi Namık Salifov, Alaattin Çakıcı’yı ziyaret ederek kaftan hediye etmişti.

Üstelik Bahadır Özgür haberinde 2014’te Edirne’de polis Hüseyin İmrağ’ın hayatını kaybettiği çatışmada Namık Salifov’un da olduğuna dair görüntüleri paylaşmıştı.

Haberin tamamı için:

https://www.gazeteduvar.com.tr/cakicinin-kaftani-ve-avrasya-suc-agi-makale-1536525

Vahşi Arman’ın albümündeki en dikkat çekici fotoğraf ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile çekilendi.


Arman Dikiy ile Çavuşoğlu’nun fotoğraflandığı otelin sahibi Ziyatdin Kassanov’du. Gazeteci Bahadır Özgür, Ziraat Bankası’nın Kassanov’a verdiği krediyle nasıl zarara sokulduğunu yazmıştı.
Yazının tamamı için: https://www.birgun.net/haber/vahsi-arman-cavusoglu-fotografinin-perde-arkasi-372652

Türkiye’de yeraltı dünyasında önemli bir aktör olan Vahşi Arman, Ocak ayında Kazakistan’daki hükümet karşıtı gösteriler sırasında gündeme geldi.

Arman Dikiy’in Kazakistan’da otelde, adamlarıyla birlikte gözaltına alındığı görüntüler yayınlanmıştı.

Sosyal medya hesabından gıda yardımlarının videolarını paylaşan Arman Dikiy ve adamlarının silahlarla sahnede olduğu öne sürülüyordu. Onun Kazakistan istihbaratındaki bir grubun adamı olduğunu öne sürenler de vardı. Olaylar yatıştıktan sonra kelepçelenmiş ve yaralı haldeki görüntüleri yayınlandı. Tutuklandı. Bazıları daha sonra serbest bırakıldığını ve Dubai’ye kaçtığını iddia ediyor ama o günden sonra sosyal medya hesabından paylaşım yapmadı, halen ortalıkta görünmüyor.

Ama Türkiye’de suç geçmişinin izleri devam ediyor.

BAKIRKÖY’DE İŞKENCE EVİ

Sabah gazetesinde geçen hafta yayınlanan haber, çok kısa ve yukarıda özetlediğimiz geçmişten uzak olduğu için dikkat çekmedi. Emir Somer imzalı habere göre; Arman Dikiy’in çetesi geçen yıl İstanbul’da Rus iş insanı E.K. ve Azerbaycanlı iş insanı D.A.’yı kaçırdı. Bakırköy’deki bir rezidansta alıkoydukları iki adama günlerce işkence yaptılar. Dubai’de bulunan 1 milyon dolar ve kripto paralarına öldürme tehdidiyle el koydular. Yapılan operasyonda Arman Dikiy’in adamı olan Kazak ve Çeçen 8 kişi gözaltına alındı. İşkencede kullanılan aletler baskınlarda ele geçirildi. İki adamı rezidansa götüren A.J. de Arman Dikiy ile bağlantılıydı. Arman Dikiy’in bu olaydan sonra Türkiye’den kaçtığı iddia edildi.

Şimdi Mevlüt Çavuşoğlu’na sormak gerekiyor.

‘Vahşi’ lakaplı, İstanbul’da iş insanlarını kaçırıp mallarına çöken Arman Dikiy ile ne zaman, hangi vesileyle tanıştınız? Sizi tanıştıran kimdi? Sizden bir talebi oldu mu? Suç örgütü liderleriyle bağlantısını dünya aleme ilan eden yabancı mafya lideri Türkiye’de suç işlemeye nasıl devam edebildi?

Tabii ki bu soruların asıl muhatabı; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.

Süleyman Soylu’nun bu olaylar zincirine dair halen yanıt vermediği sorular da akılda.

Sedat Peker ifşalarında Nadir Salifov’un 2018’de İstanbul’da gözaltına alındığını ancak eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın devreye girmesiyle tutuklanmadığını ve sınır dışı edildiğini öne sürmüştü. PekerNadir Salifov’un sınır dışı kararına rağmen Mehmet Ağar tarafından Azerbaycanlı iş insanı Mübariz Mansimov’u öldürtmek için Türkiye’ye sokulduğunu iddia etmişti.

Sedat Peker’in ifşaları üzerine TRT’de açıklamalar yapan Süleyman Soylu ise Nadir Salifov ile ilgili şöyle demişti:

“Dünyanın 12 mafyasından birisi. Gözaltına aldık. Birçok insan geldi, gitti, şöyle olsun böyle olsun diye.”

Yani Süleyman Soylu hatırlı kişilerin Nadir Salifov’un serbest kalması için uğraştığını anlatmıştı. Ancak bu kişilerin kimliğini halen açıklamadı. Aynı Sedat Peker’den 10 bin dolar maaş alan siyasiyi açıklamadığı gibi.

Yine de sormaya devam edelim:

Nadir Salifov hakkındaki bilgileri TRT ekranında anlatırken sosyal medyada yakınlıklarını sergileyen Vahşi Arman’dan haberiniz yok muydu?

Vahşi Arman, nasıl İstanbul’da insanları kaçırıp rezidanslarda işkence yapabilecek kadar rahat hareket ediyordu? Türkiye’den elini kolunu sallayarak nasıl gitti? Onun için de devreye giren hatırlı kişiler oldu mu?

Timur Soykan / BİRGÜN










28 Nisan 2022 Perşembe

KISA KISA GÜNDEM (28 NİSAN 2022)

 


1-Ankara Büyükşehir Belediyesi'nden flaş TOGO Kuleleri kararı. Rant iddialarıyla gündeme gelmişti (Yeniçağ)

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan açıklamada rant iddialarıyla gündeme gelen TOGO Kuleleri hakkında Belediye Encümeni toplantısında yıkım kararı alındığı duyuruldu...
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ankara-buyuksehir-belediyesinden-flas-togo-kuleleri-karari-rant-iddialariyla-gundeme-gelmisti-536596h.htm)







2-Vatandaş boş baklavayla idare ederken, AKP'li belediyenin baklava ihalesi yine AKP'li bir isme gitti(Yeniçağ)

AKP'li belediyenin yüz binlerce liralık baklava ihalesi, yine AKP'li bir isme gitti.(
GEÇMİŞTE DE BİRÇOK İHALE ALMIŞ) Ümraniye Belediyesi’nin baklava ihalesini alan Oviya Gıda Unlu Mamuller firmasının üç ortağından biri Hakkı Şanlı. Firmayı 2010 yılında kuran Hakkı Şanlı, 2015 seçimlerinde AKP’den İstanbul 1. Bölge’den milletvekili aday adayı oldu. AKP Hakkı Şanlı’yı 19. sıradan milletvekili adayı gösterdi ancak kazanamadı. Hakkı Şanlı’nın, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre birçok şirketi bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Üsküdar Belediyesi’nden 714 bin TL bedelle “su böreği” ihalesi alan Şanlı’nın şirketi, geçtiğimiz yıllarda da AKP’li belediyeden aynı ad altında birçok ihale almıştı.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/akpli-belediyenin-yuz-binlerce-liralik-baklava-ihalesi-yine-akpli-bir-isme-gitti-536586h.htm)

3-TRT’nin zararı nasıl 3 milyar TL’lik kâra dönüştürüldü? (Sözcü)

TRT'nin bandrol ücreti ve faturalardaki TRT payını satışa konu ürünlermiş gibi yansıttığı ortaya çıktı. Böylece 2020 yılında 1,6 milyar TL olan brüt satış zararı 2,2 milyar TL'lik brüt satış kârı olarak gösterildi. Aynı yöntem 2021'de de uygulanarak 3 milyar TL brüt satış kârı gösterildi.   
Ayrıca TRT’nin 2020’de elde ettiği iddia edilen 2,2 milyar TL brüt satış kârı rakamının doğru olmadığı, TRT’nin 2020’de 1 milyar 671 milyon TL’lik brüt satış zararı elde ettiği görüldü. Vergi Uzmanı Dr. Ozan Bingöl, TRT’nin gelir tablosunun muhasebe ilke ve uygulamalarının çok ötesinde hazırlandığını belirtti. Bingöl, TRT’nin gelir tablosunda vergi benzeri bu tür gelirlerin sanki TRT'nin üretip sattığı hizmet veya ürün gibi dikkate alınmasını eleştirdi.(https://www.sozcu.com.tr/2022/ekonomi/trtnin-zarari-nasil-3-milyar-tllik-kara-donusturuldu-7103225/)

4- Maçoğlu'ndan tepki: Dersim'de itfaiye biriminin elektriğini kesmeye çalıştılar(SOL)


Dersim'de Fırat Aksa adlı elektrik şirketi belediyenin itfaiye biriminin elektriğini kesmeye çalıştı. Belediye Başkanı Maçoğlu, 'Malum şirketi Dersim halkıyla birlikte mahkum edeceğiz!' dedi. 
Dersim'de belediyenin itfaiye ekiplerinin bulunduğu birimin elektrikleri kesilmeye çalışıldı. Duruma tepki gösteren Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu, "Belediyemiz itfaiye biriminin elektriğini zorla kesmeye gelen görevlilere, belediye personelimizce müsade edilmemiştir. 24 saat esasıyla çalışan, acil durumlara müdahale eden itfaiye biriminin elektriğini kesmeye kalkan bir anlayışı anlamamız mümkün değil" derken, "Kamu kurum ve kuruluşlarını birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Kamunun bünyesinde, temel bir hak olan elektrik hizmetini özelleştirerek kamu kurumlarını çalışmaz hale getiriyorlar. Malum şirketi Dersim halkıyla birlikte mahkum edeceğiz!" ifadesini kullandı.

5-Avrupa’da en fazla gökdelene sahip şehir İstanbul oldu (SOL)


Yüksek Binalar ve Kentsel Habitat Konseyinin paylaştığı Şubat 2022 verilerine göre Türkiye, gökdelen sayısıyla Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. En fazla gökdelene sahip şehirse İstanbul oldu. 
Yüksek gökdelenlerin çoğu zaman şehrin silüetini bozduğuna dair tartışmalar yaşanırken, yenileri yapılmaya devam ediyor. Şubat 2022 verileri, yüksekliği 150 metreden fazla olan gökdelenleri kapsıyor. Bu verilere göre; Türkiye, yüksekliği 150 metreden fazla olan toplam 67 gökdelene ev sahipliği yapıyor. İstanbul ise 48 adet yapımı tamamlanmış gökdelen bulunuyor. Rusya’da 150 metre yükseklikte 51 gökdelen yer alıyor. 150 metreden yüksek bina sayısında İngiltere 33 gökdelen ile üçüncü sırada bulunuyor. Almanya’da 20, İspanya’da 13, Polonya’da 12, Hollanda ve İtalya’da 6, Avusturya’da 3 tane 150 metreden yüksek gökdelen yer alıyor.İstanbul 48 gökdelenle ilk sırada yer alırken onu Moskova’da 46 ve Londra 30 gökdelen ile takip ediyor. Ankara 11 gökdelen ile altıncı sırada İzmir ise ilk 10’da kendine yer buldu.

6-Mahkeme gerekçeli kararını açıkladı: 'Erdoğan'ın diploması sahte' demek suç değil (SOL)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diplomasının sahte olduğu yönündeki paylaşım nedeniyle yargılanan Genco Erkal'a ilişkin mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı.

İstanbul 16. Asliye Ceza Mahkemesi, sanatçı Genco Erkal’ın, sosyal medya mesajlarıyla Cumhurbaşkanı’na zincirleme hakaret suçundan yargılandığı davada verdiği beraat kararının gerekçesini açıkladı. t24'ten  Gökçer Tahincioğlu'nun haberine göre, gerekçeli kararda, Cumhurbaşkanı’nın diplomasının sahte olduğuna yönelik iddialarla ilgili paylaşımların daha önce bölge adliye mahkemeleri tarafından suç olarak nitelendirilmediği belirtilerek, “bu haliyle istinaf mahkemesi kararları da göz önüne alındığında diploma sahteliğine ilişkin söylemlerin tek başına somut bir fiil veya olgu isnadı veya sövme niteliği taşımadığı, hakaret teşkil etmeyeceği anlaşılmıştır” denildi. Kararda, Erkal’ın, “Başkanlık sistemi yetmez, Türk usulü çobanlık sistemi olsun" paylaşımı için de “Paylaşımda, yönetim sisteminin eleştirildiği, doğrudan Cumhurbaşkanına yönelik herhangi bir söylemin bulunmadığı, çobanlık mesleğinin bir kişiye yöneltilmesinin başlı başına hakaret suçunu oluşturmayacağı” yorumu yapıldı.

7- Mahkeme; İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un CHP'li Veli Ağbaba ve Özgür Özel hakkında açtığı tazminat davalarını reddetti (Cumhuriyet)

İstanbul Anadolu 17. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Ankara 36. Asliye Hukuk Mahkemesi; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un “İstanbul Kuzguncuk’taki Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait bir araziyi kiraladığı ve üzerinde peyzaj düzenlemeleri yaptığı” yönündeki haberler üzerine yaptıkları açıklamaları gerekçe göstererek CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel hakkında açtığı tazminat davalarını reddetti.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/mahkeme-iletisim-baskani-fahrettin-altunun-chpli-veli-agbaba-ve-ozgur-ozel-hakkinda-actigi-tazminat-davalarini-1930788)

8-Danıştay Savcısı İstanbul Sözleşmesi'nin feshi kararının iptalini talep etti! (BİRGÜN)

Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı açılan davaları bugün esastan görüştü. Danıştay Savcısı, mütalaasında sözleşmeden çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu belirtti. Heyet kararı daha sonra açıklayacaklarını bildirerek duruşmayı bitirdi.(https://www.birgun.net/haber/danistay-savcisi-istanbul-sozlesmesi-nin-feshi-kararinin-iptalini-talep-etti-385885)

9-İçkiye yeni zam: Yüzde 40’a varacak!(BİRGÜN)

Sene başında ÖTV zammı yapılan içkilere Mayıs ayında da ‘maliyet zammı’ gündemde. Zamların yüzde 40’a varacağı belirtiliyor.
Zammın, ramazan bayramının sonrasında raf fiyatlarına yansıyacağı bekleniyor.Mey Diego firmasının attığı mesaj paylaşan Türkiye Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, "15 Mayıs 2022 tarihinde tüm ürünlerde zam geçişi olacaktır. Zam oranı rakı, votka ve viskilerde yüzde 15 ile yüzde 20, şaraplarda ise yüzde 35 ile yüzde 40 oranında geçmesi beklenmektedir” dendiğini belirtti.(https://www.birgun.net/haber/ickiye-yeni-zam-yuzde-40-a-varacak-385913)








10-Almanya Federal Meclisi Ukrayna'ya ağır silah gönderilmesini onayladı(duvaR)

Bundestag, Ukrayna'ya aralarında eski Sovyet yapımı ağır silahların olduğu askeri desteğin gönderilmesi önerisine onay verdi. Hükümete öneri kapsamında olan söz konusu karar, bir ilk niteliği taşıyor. 
Hükümeti oluşturan Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti ile ana muhalefetteki Hrıstiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin meclis gruplarının sunduğu teklif, 586 milletvekilinin lehte oyuyla kabul edildi. 100 milletvekili teklife ret oyu verirken 7 milletvekili de çekimser oy kullandı.(https://www.gazeteduvar.com.tr/almanya-federal-meclisi-ukraynaya-agir-silah-gonderilmesini-onayladi-haber-1562710)



Fransa seçimleri üzerine spekülatif düşünceler + ‘Çöle çevirirler adına barış derler’ - Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

 


Fransa seçimleri üzerine spekülatif düşünceler 

Fransa da başkanlık seçimlerinin 2. turunda, “yeni-faşist” Le Pen oy oranını 2017’de yüzde 33.8’den 2022’de de yüzde 41 yükseltti. Macron (merkez sağ) oyların yüzde 55.8’ini alarak ikinci kez seçildi. “Büyük bir tehlike atlatıldı, ya Le Pen kazansaydı!” diyerek rahatlamak olanaklı, “Büyük bir fırsat kaçtı” diye düşünmek de var tabii. 

KAÇAN FIRSAT ÜZERİNE…

İlk turda sekiz aday yarıştı. Macron, Le Pen, sırasıyla oyların yüzde 27.85’ini ve 23.15’ini alarak ikinci tura kaldılar. Solun en büyük parçası, Baş Eğmeyen Fransa/Birleşik Cephe grubunun adayı Melenchon ise oyların yüzde 21.95’ini aldı; Le Pen’i eleyerek ikinci tura kalma şansını yalnızca yüzde 1.2 oy farkıyla kaçırdı. Solun diğer adaylarının payları sırasıyla, Jadot (Ekoloji ve Yeşiller) yüzde 4.36, Roussel (Komünist Partisi) yüzde 2.28, Hidalgo (Sosyalist Parti) yüzde1.75, Poutou (Yeni AntiKapitalist) yüzde 0.77, Arthoud (İşçi Kavgası) yüzde 0.56 oldu. Sol partilerin adaylarının oy toplamı yüzde 9.78 ediyor. 

Sol, seçimlere grup çıkarlarıyla, liderlerinin fantezileriyle değil de seçim pratiğinin doğasına uygun biçimde yaklaşarak sonuç alması en olanaklı aday üzerinde oylarını yoğunlaşarak girmiş olsaydı, ikinci tura Le Pen değil Melenchon kalacaktı. Melenchon ikinci tura kalsaydı, sol en azından iki kazanım elde edebilecekti. Birincisi, uzun bir süredir ilk kez varlığıyla “fark yaratmış” siyasi bir başarıya imza atmış olabilecekti. İkincisi, Melenchon’un kaybetmesi durumunda Macron “başarısını” faşist partilere borçlu olacaktı. Faşist partiler de orta sınıfların ve işçi sınıfının nefret nesnesini iktidara taşımış olmanın yükü altına kalacaktı. Macron, “Merkez olma iddiasını kaybederken Faşist hareketin popülist cilası dökülecekti. İşçi sınıfı ve orta sınıflar açısından siyasi manzara, uzun yıllar sonra ilk kez sınıf çıkarlarını öne çıkaracak yönde sadeleşecekti. 

Böylece sol hareket, haziranda yapılacak genel seçimlere moral kazanmış, faşist hareketin kültür savaşlarına karşı, “hepiniz aynısınız” söylemiyle, emekçi sınıfların ve küçük işletmelerin sınıfsal çıkarlarını savunarak gidebilecekti.

Bu fırsatlar nasıl kaçtı? Neden I. turda  Melenchon’u yetersiz bularak oy vermeyenler, II. turda “ya muhafazakâr Macron ya faşist Le Pen” tuzağına düşerek büyük sermayenin adayına oy vermek zorunda kaldılar? Bu soruların üzerinde dikkatle durmak gerekiyor.

BİR YENİSİ GELİYOR

Fransa genel ve yerel seçimleri meclisin bileşenini, yeni başbakanı, yerel yönetimlerin bileşimini belirleyecek. Böylece Fransa’yı yönetecek siyasi denklem oluşacak. Sol, güçlerini birleştirebilir, seçimlere ortak adaylarla gidebilirse, en güçlü grubunun lideri Melenchon’u başbakanlığa taşıyabilecek bir meclis aritmetiği oluşturabilir. 

Melenchon’un başbakan olması, Macron’u “cohabitation”a (ortak yaşamaya) zorlayarak sola, halk sınıflarının sorunlarını hafifletecek kazanımlar elde etme fırsatı verebilir. Böylece sol kendini yeni bir gelişme hattı üzerinde bulabilir.

Bir olasılık daha var: Macron, faşist partilerin tutsağı olur, “cohabitation”da ayakta kalabilmek için faşist partilere yeni tavizler vermeye başlar. Böylece Macron, daha da sağa kaymaya, ekonomik sorunların üzerini kültür savaşlarıyla örtebilmek için Le Pen’in ırkçı, milliyetçi görüşlerinin, politikaların, amaçladığı anayasa reformunun önünü açmaya başlayabilir. Bu senaryo içinde Macron’un, “süreç olarak faşizmin” bir “yararlı salağı” konumuna düşme olasılığı bile var. 

Türkiye’de de solun Fransa başkanlık seçimlerinden çıkarması gereken dersler var: Faşist tehlikeyi, seçim pratiğinin getirdiği olanakları ve bunların sınırlarını görmek grup çıkarlarını, teoride sekterliği aşarak antifaşist güçleri birleştirmek için çabalamak gerekiyor.                                                                                       ***

‘Çöle çevirirler adına barış derler’ 

Romalı tarihçi Tacitus, imparatorluklar için “Sahte gerekçelerle yakarlar, yıkarlar, çöle çevirirler adına barış derler” diyordu. 

İmparatorluklar sürekli genişlemek zorundadır; “barış”, sürekli savaş demektir. İmparatorluk dinozora benzer, uzun yaşar, yavaş ölür, ölürken kuyruk darbeleriyle etraflarını yakıp yıkar.

Bu betimlemelerle (“barış”ın yanına “demokrasi”yi ekleyerek) ABD hegemonyasının tarihi, “tek kutuplu dünya” “tek süper güç” savlarının içindeki “imparatorluk” refleksi, “sürekli genişleme” çabası, birbirini izleyen savaşlar arasında bir paralellik kurabiliriz.

‘BARIŞA GİDEN YOL’

Kosova savaşı sırasında, ABD Dışişleri Bakanı, M. Albright’ın kimi sözleriyle bu “paralelliği” destekleyebiliriz. 

“Eğer güç kullanmak zorunda kaldıysak, Amerika olduğumuz içindir. Biz vazgeçilmez ulusuz… Uzağı (herkesten-EY) daha iyi görürüz.” (…) “Hep sözünü ettiğiniz o muhteşem orduya sahip olmanın ne anlamı var eğer kullanamayacaksak.” (…) “Bütün yaptığımız barışa giden yolu bulmak içindir.”

Bu adı konulmamış “imparatorluk”, eski SSCB coğrafyasında, IMF ve Dünya Bankası eliyle genişlemeye çalıştı. Rusya ekonomisini yangın yerine döndürdü. Bu yangının içinden Putin rejimi doğdu. Ancak, genişleme SSCB’nin uydu (bağımlı) ülkelerini NATO içine alma çabalarıyla, Putin rejiminin kuşkularını, korkuları doğrular yönde ilerlemeye devam etti. Bu adı konulmamış “imparatorluk”, 11 Eylül 2001 “olayından” sonra “terörizme karşı küresel savaş” kavramıyla resmileşti. “Barışa giden yol” da şimdi “demokratikleştirmeden” geçiyordu. ABD ordusu küreselleşmenin “çatlaklarını” kapatacak, bir “barış ve demokrasi” dönemi başlayacaktı. 

Afganistan ve Irak sahte gerekçelerle hedef alındı, asker sivil ayırımı yapılmadan (CNN’in canlı yayını eşliğinde) yakılıp yıkıldı, milyona yakın insan öldü, milyonlarcası yerinden yurdundan oldu; “demokrasi ve de barış” gelmedi ama Şii-Sünni savaşı, IŞİD geldi... 

YAKIP YIKMAYA DEVAM

İmparatorluk projesinin askeri-diplomatik fiyaskolarına ek, 2008 finansal krizi ABD’yi, “ekonomik modeli örnek alınan ülke” statüsünden çıkardı. “Uzağı görme” iddiası da iflas etmişti. 

Yeni “durum” içinde ABD’nin imparatorluk projesi çökerken, Çin “süper güç” düzeyine yükseldi. Rusya’nın toparlanma süreci, nüfuz alanları edinme sürecine dönüştü. Yeni imparatorluk projeleri şekillenerek “büyük güçler” dışında kalan ülkelerin topraklarında, “kaynak savaşları” havzalarında, jeostratejik noktalarda birbirlerine sürtünürken, maliyeti, riskleri hızla artan doğrudan müdahale eğilimi, yerini vekâlet savaşlarına bırakmaya başladı. Yakıp yıkmanın biçimi de değişti. Şimdi emperyalist müdahale, hedef aldığı ülkedeki etnik, dini cemaatler arasındaki dengeleri, mutabakatları bozuyor, bir iç savaşı tetikliyor, “demokrasiye, barışa giden yolu”, uzaktan dengeleme yoluyla “arıyor”. 

“Eğer dış müdahale (uzaktan dengeleme) olmasaydı” diye başlayarak “soğukkanlı” ve “realist” bir bakışla şöyle bir bilanço çıkarabiliriz: Libya’da, iç savaşı Kaddafi kazanacaktı, demokrasi gelmeyecekti ama “barış” yeniden, çok daha az can ve mal kaybıyla kurulabilecekti. Bugün Libya’da hâlâ kaos var; çok taraflı vekâlet savaşları yaşanıyor. Bu yıkıma bir de göçmenler, göçerken denizde ölenler, Avrupa’da yeni faşist hareketler eklendi. 

Suriye’de Esad rejimi, demokratik muhalefete önce biraz taviz verecek, sonra ayaklanmayı bastıracak, başkaldıranları cezalandıracak, “barışı” yeniden kuracaktı. Sonunda, ölenlerin sayısı, yüzlerle ifade edilecekti, yüz binlerle değil. Ülkenin yakılıp yıkılması, milyonlarca göçmen, IŞİD canavarı da cabası. Dahası dış müdahale, çatışmaları ülkenin demokratik muhalefetini uyum sağlayamayacağı bir düzeye taşıdı. Hem bir devrimci demokratik kuşak yok oldu, hem de muhalefet, dersler çıkarmasına, daha sonra yeniden başlamasına olanak verecek bir yenilgi deneyiminden yoksun kaldı. 

Emperyalist rekabetin sunak taşında şimdi Ukrayna halkı var. “Dinozor’un kuyruğu” başka hangi ülkelere çarpacak? Cevabı ararken, imparatorlukların sürtüşme noktalarındaki ülkelere, imparatorluklar arasında denge kurmayı hayal eden “liderlere” bakabiliriz.

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

Gezi turuncu değil kırmızıydı + Stratejik saflaşmanın ana ölçütü - Mehmet Ali Güller / CUMHURİYET

 


Gezi turuncu değil kırmızıydı 

Gezi, bu topraklardaki devrimci geleneğin, isyan ve direniş kültürünün 21. yüzyıla taşınmasıdır. Namık Kemal’lerden Mustafa Kemal’lere, Nâzım Hikmet’lerden ve Deniz Gezmiş’lerden Ali İsmail Korkmaz’lara ulaşan bir gelenektir...

Bu gerçeği Türkiye’de en iyi anlayanların başında da Saray yönetimi gelmektedir. Öyle olduğu için de Gezi’yle boğuşmaktadırlar.

İKTİDARIN GEZİ’YE DÖRT KUMPASI

1. Gezi’yi Osman Kavala üzerinden Soros’la irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Soros’un asıl temsilcisi Can Paker ve akrabası olan Barlasgiller ailesi Saray’ın “entelijansiya” takımında... Kaldı ki Kavala’ya kinleri Sorosçuluktan değil, Kavala’nın AKP-FETÖ kumpası günlerinde, Balyoz sanığı Çetin Doğan’ın kızı Pınar Doğan ve damadı Dani Rodrik’in “kumpasın belgelerini ve gerçekleri” duyurabilmeleri için toplantı düzenlemesi nedeniyleydi. 

2. Gezi’yi Henri Barkey üzerinden CIA ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Barkey, Kemalizm karşıtlığı konusunda, ilk günden itibaren akıl hocalarıydı... 

3. Gezi’yi PKK ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar: Oysa Gezi günlerinde, PKK’yle açılım yapan kendileriydi. Dahası HDP, o zamanki adıyla BDP, AKP’den de önce Gezi’de “darbe gören” siyasi partiydi! Demirtaş“Gezi’de hükümeti devirmeye çalıştıklarını gördük ve mesafe koyduk” deyince, sık sık MİT’le görüşmekte olan Öcalan devreye girmiş ve Demirtaş’lara “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” mesajı göndermişti! (Öcalan’ın AKP gümrüğünden geçen o açıklaması sonrası Taksim’e Öcalan posterleri ve PKK flamaları doluştu, hükümet de yol verdiği bu işi daha sonra “Gezi-PKK ortaklığı” diye kullanmaya çalıştı!)

4. Gezi’yi, FETÖ ile irtibatlandırarak lekelemeye çalıştılar. Güya FETÖ’cü polisler, halkı kışkırtmak için bilerek Gezi’deki gençlere sert davranmış ve iş büyümüştü. Oysa polisin o sert müdahalesi sonrası “Emri ben verdim” diyen de, daha sonra “Polis, Gezi’de kahramanlık destanı yazdı” diyen de kendileriydi.

Kısacası, Gezi’yi Sorosçu turuncu eylem gibi göstermeleri mümkün değildir. Zira turuncu eylemlerin iki tipik özelliği vardır; eylemcilerin bir bölümü silahlıdır ve eylem Amerikancılık zeminindedir. Oysa Gezi’de eylemcilerin elinde yan yana geldikleri diğer eylemcilerin avuçları vardı ve eylem sloganlarında görüldüğü gibi antiemperyalistti. Yani turuncu değil kırmızıydı.

SARAY MUKTEDİR GÖRÜNME PEŞİNDE

Verilen “cezaları”, hukuk dışılığı üzerinden tartışmaya gerek yok, tablo ortada: Daha önce suç bulunamadığından ceza verilememiş bir dava için yeniden mahkeme kurup ağır ceza vermek, hukukun değil, siyasetin konusudur. Kaldı ki Saray cezaları, kamu vicdanı nezdinde ceza değil, madalyadır. 

O nedenle konunun hukuk boyutunu değil, esası olan “Gezi’ye cezanın” siyasetini konuşmalıyız. Bu cezalar, seçim atmosferine girilmiş Türkiye’de, oyları eriyen ve tabanı erozyona uğrayan Saray’ın “muktedirlik” gösterisi gereğidir. AKP hükümeti bu cezalarla Gezi’ye katılan milyonlarca yurttaşın iradesini tehdit etmektedir; krizle boğuşan ve AKP’nin ekonomi politikalarına eleştiriler dile getirmeye başlayan burjuvaziye Kavala örneği üzerinden “çok konuşma” sopası göstermektedir, bir türlü ele geçiremediği TMMOB’yi sindirmeye çalışmaktadır; sıradan vatandaşta “Zengin Kavala’yı zindanda çürüten bize ne yapmaz” duygusu uyandırmayı amaçlamaktadır... 

Fakat 2013 Mayısı’nda ağaçları savunan bir avuç genci ezerek halkın hak arama iradesini önleyebileceklerini sanarak nasıl yanıldılarsa, bugün de yanılmaktadırlar.

TMMOB’nin örnek yöneticisi Mücella Yapıcı başta olmak üzere hepimiz Gezi’deydik, yine Gezi’deyiz... Gezi, bir mekânın değil, bir mücadelenin adıdır ve her yerdir.

                                                             ***

Stratejik saflaşmanın ana ölçütü 

İster Kuzey-Güney, isterse Batı-Doğu, ister gelişmiş-gelişen devletler, isterse ezen-ezilen uluslar çelişmesi temelinde bakılsın; küresel düzeyde ve stratejik düzlemde saflaşmanın esas ölçütü Çin-Rusya işbirliğine karşı tutumdur. 21. yüzyılın birinci yarısının turnusol kâğıdı budur.

İşte Fransa’nın cumhurbaşkanı adayı Le Pen’in sözleri: “Gelecekte güvenliğimizin başına gelebilecek en kötü şey Çin ve Rusya’nın yarı-birleşmesi, bu iki ülke arasında parasal, ekonomik ve askeri olabilecek bir blokun oluşturulmasıdır. Bu, belki de 21. yüzyılda Fransa ve Avrupa’nın güvenliğine yönelik en büyük tehdit olacak.”

Le Pen’in sözleri şu bakımdan önemli: Çin-Rusya işbirliği, Rusya’nın Ukrayna harekâtından sonra artık bir varsayım olmaktan çıktı, 1945 dünyasının tabutuna çiviler çakan bir gerçekliğe dönüştü. Dolayısıyla şimdi Çin-Rusya işbirliğine karşı tutum, nasıl bir dünya arzu edildiğini belirliyor.

ANTİ-PUTİN’CİLİK, LE PEN’CİLİK

Batı açısından asıl tehlike olarak Çin-Rusya işbirliğini gören anlayış, sadece Le Pen’in değil, Amerikan hâkim sınıfının Trump’ın da içinde olduğu kanadı başta olmak üzere Batı’daki pek çok siyasetçinin esas görüşü. Hatta sadece siyasetçilerin değil, devletlerin de egemen görüşü. Biden yönetimi de Ukrayna savaşı boyunca Çin’in Rusya’ya desteğini ve Çin-Rusya işbirliğini kesmeye ağırlık verdi. Çin’i yaptırımlara zorlamak, bunun somut ifadesidir.

Zira en iyi emperyalist devletler bilmektedir: Çin-Rusya işbirliği, ekonomi, siyaset, güvenlik ve uluslararası hukuk alanlarında adım adım yeni bir dünya düzeni inşa etmeye çalışıyor.

Stratejik düzlemdeki bu ana saflaşmayı esas almayan bir tür solculuk, nasıl Putin’in ve Rusya’nın kapitalist olmasından hareketle Ukrayna’da yanlış çizgiye düştüyse, diğer tür bir solculuk da NATO karşıtı sözleri üzerinden Le Pen’ciliğe savruldu. (Oysa Fransa’da NATO karşıtlığı zaten yükselen değer, nitekim Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri de o değerin siyasete yansımasıydı zaten.)

UKRAYNA SAVAŞININ İKİ SONUCU

Batı basını üzerinden “Putin tuzağa düştü, Putin yanlış Ukrayna hamlesiyle ABD ile AB’yi birleştirdi, NATO ülkelerini işbirliğine itti” şeklinde propagandalar ne kadar yapılırsa yapılsın, emperyalist merkez şu gerçeğin farkında: Ukrayna krizi; 1) Çin-Rusya işbirliğini kesemedi, tersine Çin-Rusya-Hindistan işbirliğini geliştirdi, 2) Transatlantik ilişkileri restore edemedi, tersine Avrupa’yı böldü.

Almanya ve Fransa liderliğindeki Batı Avrupa’nın ABD’den bağımsız Asya ile yürütmek istediği ilişkinin ABD tarafından bu denli kabul edilemez görülmesinin arkasında işte bu küresel saflaşma var. O nedenle Avrupalı ülkelerin siyasetçilerinin Çin-Rusya işbirliğine karşı nasıl tutum aldıkları, diğer tüm siyasetlerinin üstünde ve belirleyici olandır.

Aynı durum ülkemiz için de geçerlidir.

AKP’NİN MANEVRASI

Ukrayna krizini ABD’yle işbirliğinde fırsata çevirme hesabı yapan iktidar, yeni pozisyonlar almaya başladı:

- Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Suriye’ye asker taşıyan Rus uçaklarına hava sahasını kapattıklarını” duyurdu!

Çavuşoğlu“ABD, Türkiye’nin S-400’ü Ukrayna’ya vermesini önermedi. Bizim taleplerimiz ortada zaten, onların bize teklif ile gelmesi lazım” diyor.

- AKP Sözcüsü Ömer Çelik“Türkiye’nin sınırları NATO’nun, AB’nin sınırları anlamına geliyor. (…) Bazıları hadlerini aşarak Türkiye’nin NATO üyeliğini tartışmaya çalıştı” diyor. Ki yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “NATO’ya kayıtsız şartsız bağlıyız” demiş, Çavuşoğlu “NATO’nun birliğini, Türkiye’nin savunması öneminde gördüğünü” açıklamış, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “NATO’nun güvenliğinin tam merkezindeyiz” demişti.

Bitirirken önemle belirtelim: NATO’culuk, yukarıda özetlediğimiz stratejik düzeydeki küresel saflaşmada, son örneği Macaristan’da görüldüğü üzere iç siyasetlerde de kaybediyor!

Mehmet Ali Güller / CUMHURİYET