30 Haziran 2023 Cuma

Asgari ücret artışı ve kârlar - Korkut Boratav / soL

 

'Karar günü 483 dolara denk gelen net asgari ücret, hafta sonunda 452 dolara inerek bu iddiayı erkenden doğruladı.'

Asgari ücretler ve enflasyon

1 Temmuz 2023’ten itibaren ücretli nüfusun yaklaşık yarısında asgari ücretler yüzde 34 artacaktır. Aylık net asgari ücretleri 14.302 liraya çıkaran iktidar, malum söylemini tekrarladı: “İşçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz…” Muhalif medya ise “erimeye başladı bile” iddiasını vurgulamaktadır. Karar günü 483 dolara denk gelen net asgari ücret, hafta sonunda 452 dolara inerek bu iddiayı erkenden doğruladı.

Sonucu belirleyecek bir değişken ihmal ediliyor: Asgari ücret ödeyen işyerlerinde kârlar nasıl seyredecek? Olası gelişmeleri temsil eden üç basit senaryoya göz atalım:

İlk senaryoya göre asgari ücret artışları kârları eritir; fiyatlara fazla yansımaz. Enflasyon etkilenmeyecek, reel ücretler artacak; toplam hasılada kârların payı aşınacaktır. Bu durum şirketlerin dağınık, rekabetin yoğun, güçlü emek örgütlerinin iktidarı etkilediği bir ortamda söz konusudur. Elbette AKP Türkiye’si değil… 1970’li yıllarda Batı’da emek lehine sonuçlanan ücret-fiyat çekişmesi akla geliyor. Neoliberalizme yol açan gelişmelerden biri…

İkinci senaryoda kârlar ücret artışlarına ayak uydurabilir. Fiyatların, “maliyet + kâr” kuralına göre oluştuğu üretim kolları yaygındır. İşgücü dahil, tüm maliyetlere eklenen belli bir kâr katsayısı (“mark-up rate”) asgari ücret artışlarına da uygulanır. Enerji gibi ithal girdilerinin ve pahalılaşan dövizin de tetiklediği, arz kaynaklı bir maliyet enflasyonu yaşanmaktadır.  Kâr katsayısı, artan ücretler sonrasında da sabit kalırsa sermaye ve emeğin net hasıladan payları değişmez. 1990’lı yılların Türkiye’sini hatırlatan bir durum…

Son senaryoya göre, şirketler, asgari ücret artışlarını fazlasıyla telafi edebilirler. Bu olanak, tekelleşmenin, “oligopolcü” işletmelerin etkili, ayrıca talep esnekliğinin düşük olduğu üretim kollarında söz konusudur. Şirketler ücret ve diğer maliyet artışlarını kâr katsayılarını (sermayenin payını) artırmak için bir fırsat olarak kullanmaktadır.

'Kârların sürüklediği enflasyon' keşfediliyor

Dünya ekonomilerinde 2020 sonrasında Covid-19’la başlayıp Ukrayna savaşının da eklediği bir dizi şok yaşandı. İşgücü, enerji, mineral, tahıl piyasalarından başlayan, tedarik zincirleri içinden yayılan bir enflasyon yaygınlaştı. Arz ve maliyet kaynaklı bu enflasyona, Batı merkez bankaları, faiz artışları ile tepki gösterdi. İşsizliği artırarak enflasyonu frenleme yöntemi, solcu iktisatçıların sert eleştirileri ile karşılaştı.

Bu arada fiyat hareketlerini ayrıştıran bir dizi araştırma kârların sürüklediği bir enflasyonun varlığını tespit etti.1 Arz kaynaklı şoklar, kâr katsayılarının artırılması için bir fırsat olarak kullanılırsa bir maliyet enflasyonu başlayabiliyor. Geçen yüzyılın ikinci yarısında enflasyonu sınıflar-arası mücadele perspektifi içinde inceleyen iktisat yazını (örneğin Michal Kalecki) yeniden keşfedildi.

Temmuz’daki asgari ücret artışları sonrası için öngördüğüm üçüncü senaryo, Türkiye’de de kârların sürüklediği bir enflasyonu varsaymaktadır. Son yılların bölüşüm bulgularına da bu açıdan bakabiliriz.

Türkiye’den tespitler

Emek ve sermaye arasında bölüşümün değişmesi toplam talebi (tüketim ve yatırım harcamalarını) nasıl etkiler? Bu soru, maliyet değil, talep enflasyonu alanına girer.  Bölüşüm değişikliklerinin efektif talep düzeyine yansıyarak fiyat hareketlerini etkilemesi, süreci başlatan “arz” etkenlerinden ayrıştırılmalı; ayrıca incelenmelidir.

Bu konuda Ferguson ve Storm’un ABD enflasyonuna ilişkin bulguları önemli: “Kâr artışlarını da içeren arz kaynaklı enflasyona bir toplam talep sorunu da eklendi. Fakat bu talep artışı, kamu harcamalarından değil, nüfusun en zengin yüzde 10’unun servetlerinde gerçekleşen benzersiz kazançlardan beslendi. Yüksek ABD enflasyonunun nihaî nedeni büyük ölçüde 2020-2021’deki aşırı gevşek para politikalarının eşitsiz (servet) etkileridir” (INET, Ocak 2023).

ABD’de 2020-2021’de izlenen “aşırı gevşek para politikaları”nın bir benzeri, Türkiye’de 2016 sonrasında, ucuz faizlerle şirketlere astronomik kredi aktarılarak uygulandı.  Batı’da tespit edilen kârların sürüklediği bir enflasyon, Türkiye’de de gerçekleşti mi?  Aşağıdaki tablo bu soruya ışık tutmak amacını taşıyor.

                                         Enflasyon ve Net Milli Gelirde Brüt Artık, %’ler

TÜİK’in yayımladığı TÜFE endeks sayılarının 2015 sonrasının 12 aylık ortalamaları (yüzde değişimler olarak) ilk sütunda veriliyor. İkinci sütun, ücret-dışı gelirlerin net millî gelirdeki payını (yüzdeler olarak) içeriyor. Bulgular soL Haber, 10 Mart 2022’de yayımlanmış, açıklanmıştı.

Brüt artık, sermayenin payını, dolayısıyla artık değerin piyasa fiyatlarıyla toplamını (kârları da) içermektedir.

Tablo, Türkiye’de TÜFE enflasyonu ile kârları da içeren brüt artığın payı arasındaki bağlantıya ışık tutuyor.

2016’yı izleyen altı yıl içinde brüt artığın net millî gelirdeki payı sürekli artmış, sadece 2019’da (%52,9→% 51,3) gerilemiştir. İstisnaî yıl, ortalama enflasyonun da önceki yıla göre hafiflediği (%20,3→%11,8) 2019’dur.

Türkiye’de enflasyonla kârların seyri arasında istisnaî değil, nedensel bir bağlantı en azından bir başlangıç hipotezi olarak önerilebilir. Farklı üretim kollarında kâr katsayıları (“mark-up oranları”) hareketlerinin enflasyona katkıları bu bağlamda önemlidir; ayrıca araştırılmalıdır.

Parasal genişlemenin servet ve gelir dağılımına etkisi

Ferguson ve Storm’un ABD’deki “aşırı gevşek para politikalarının sonuçları” üzerinde yukarıdaki tespitleri şu bağlantıları içeriyor: Parasal genişleme, servet dağılımının en üst dilimlerinde benzersiz varlık kazançlarına, sonra da gelir akımlarına dönüşmekte; talep enflasyonunu da beslemektedir.

Genişleyici maliye ve para politikaları arasında önemli bir fark var: Bütçe açıkları (örneğin artan kamu harcamaları) doğrudan gelir akımlarıdır. Parasal genişleme ise ilk aşamada servetleri (finansal yükümlülüklerden başlayarak) etkileyecektir. Finansal yükümlülüklerin varlık artışlarına, sonra da gelir akımlarına dönüşmesi, aşamalı bir süreçtir; ayrıca izlenmelidir.

ABD’de 2008 ve 2020 sonrasında yüksek tempolu finansal   genişleme süreçlerinin servet dağılımını nasıl kutuplaştırdığı belirlendi. Örneğin finansal rant artışları, satış (“realised capital gains”) yoluyla dev şirketlerin kârlarına dönüşmüş; gelir dağılımı istatistiklerinde de kayda geçmiştir.

Saray iktidarının son yedi yıla damgasını vuran Türkiye’deki ucuz faizli kredi pompalamasının, brüt artık payında 11 puana yakın artışa refakat ettiği tabloda algılanıyor. Nedensel bağlantıların ayrıntıları ayrıca belirlenmelidir.   Finansal yükümlülükler (krediler) servet türlerine dönüşürken Saray’ın yarattığı olanaklar, kimlere, nasıl aktarıldı? 128 milyar dolarlık TCMB rezervinin, şirket ve rantiyelerin döviz varlıklarına dönüşmesi, sıradan bir örnektir.

Kesintisiz artan bir enflasyonun üretken büyük sermaye için artık değer oranını yükselten olanaklar yarattığı biliniyor. Farklı üretim kollarında kâr katsayılarını seyrini izlediğimizde ayrıntılara ulaşacağız.

İktisatçıları yoğun bir araştırma gündemi bekliyor.

Korkut Boratav / soL

  • 1.Yakın dönemden bazı örnekler: Mike Konczal ve Niko Lusiani 2021’de ABD’de şirket kâr katsayılarındaki artışı Roosevelt Institute’ta yayımlanan bir makalede inceliyor. Isabella M. Weber ve Evan Wasner, Review of Keynesian Economics’te büyük şirketlerin fiyatları belirleme gücünü yorumluyor. Servaas Storm, Thomas Farguson, Mark Lavoie, Michalis Nikiforos ve Simon Grothe, (INET, Ocak ve Haziran 2023’te) kârların sürüklediği enflasyon modelini kuramsal ve bulgular açısından tartışıyor. Adam Tooze, Chartbook 217 blogunda ABD ve Avro Bölgesi enflasyonlarına, kâr, ücret ve dolaylı vergilerin katkılarını karşılaştırıyor.

29 Haziran 2023 Perşembe

Heykel düşmanı zorba anlayış - Işıl Çalışkan / BİRGÜN

 AKP iktidarı sanatı hedef alıyor. Son örneği Feshane’deki “Ortadan Başlamak” adlı sergi oldu. Sanatçılar baskılara boyun eğmeyeceklerini söyleyerek “Sanat böyle zorluklarla, zorbalıklarla engellenecek bir şey değil” dedi.


İktidarın hedefinde sanatı ve sanatçılar var. 2002 yılında iktidar olan AKP, gücünü eksik gördüğü kültür ve sanat alanına yasaklama, sansür ve baskılarla karşılık veriyor. 

Fahrettin Altun’un 2018’de sarf ettiği “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” sözleri ile AKP’li Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılında “Kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor” ifadeleri İktidarın kültür alanında yürüttüğü savaşın örneklerinden birkaçı.

Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’nin 23 Haziran’da açılışını yaptığı Art İstanbul Feshane’deki ‘Ortadan Başlamak’ isimli serginin hedef gösterilmesi tepkilere neden oldu.


Serginin Yeni Şafak, Sabah  gibi yandaş basın organlarının yanı sıra sosyal medyada bazı kullanıcılar tarafından hedef gösterilmesi üzerine LGBTİ propagandası, cinsel içerikli tabloların bulunduğunu iddia eden bir grup gerici Feshane’de açıklama yaptı. Sergi, saldırı girişimi nedeniyle geçici süreliğine ziyarete kapatıldı.

AKP iktidarının eserleri ve heykelleri hedef alması ilk değil. 2006 yılında Kars’ta heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan ve Erdoğan’ın “ucube” dediği “İnsanlık Anıtı”nın yıkılması büyük yankı uyandırmıştı. Bursa’nın Nilüfer ilçesinde Vietnamlı sanatçı Van Hoang Huynh’un "Özgür Olmak" adlı heykelin kafasının koparılması ve esere tam üç kez saldırılması da örnekler arasında. Yakın zamanda da İzmir’deki bir metro istasyonunda bulunan “Müzisyen” adlı ahşap heykel de müstehcen olduğu iddiasıyla Serdar Kelça adlı saldırgan tarafından iki kez kırılmıştı.  

SANAT DÜŞMANI TAVRIN TEZAHÜRÜ


BirGün’e konuşan Aksoy, Feshane’deki hedef gösterilen sergiye ilişkin, “Gerici, sanat düşmanı bir tavrın tezahürü” dedi ve ekledi: “El ele tutuşan adamdan porno dersi çıkarmak falan bunlar çok komik şeyler. Bir sanat kültürümüz yok. AKP iktidarı da sanat kültürünün yok olmasını sağlamak için elinden geleni yapıyor. Şimdi de ideolojik olarak bir şeyler tutturmaya çalışıyorlar. Kendilerinin yapamadıklarını başkalarına çamur atarak engellemeye çalışıyorlar. Gerici, sanatçı düşmanı bir tavrın tezahürü gibi bir şey bu. Tayyip Ankara’daki Resim Heykel Müzesi’ne geldiği zaman korumalar nü kadın resminin önünde duruyor, üstünü kapatmaya çalışıyor. Bakış açısı tam da budur, ne desek boş.” 

Heykeltraş Mehmet Aksoy, heykeli yıkıldığı zamanki hislerini şu ifadelerle paylaştı: “Heykelimin yıkıldığını gördüğüm zaman çocuğum öldürülmüş gibi oldum. Bu durum AKP iktidarına ne sağladı? Hiçbir şey. Tam tersine bütün dünya onları Taliban gibi gördü. Onlar da çok rahatsız değiller gerçi Taliban gibi görünmekten. Taliban’la nasıl konuştuklarını biliyoruz nihayetinde.”

Bu yıkımın kendisini daha da hırslandırdığını ifade eden Aksoy, “Heykelin demek ki bir sözü, etkisi var ki yıkmak istiyorsun diye düşündüm ve hırslandım. Barışın duyulması, barışın içselleştirilmesi, savaş karşıtı olması bir heykelle mümkün demek ki. İnsanlar Kars’a gittiğinde hâlâ o tepeye çıkıyorlar, burada insanlık anıtı vardı diye. Sanat böyle zorluklarla, zorbalıklarla engellenecek bir şey değil. Onun farkında değiller. Bu AKP’nin sanata bakışının eğriliğini gösteriyor” sözlerini kaydetti.

ONLARIN HEYKELLERİ YÜREKLER ACISI

İktidarın estetik anlayışının sorunlu olduğuna vurgu yapan Aksoy, şunları kaydetti: “15 Temmuz Şehitleri için Saray’a yaptırdıkları heykele bakın, yürekler acısı. Bu zevksizliği, kültürsüzlüğü gösteriyor. Her konuda bir yüzeysellik var. Heykel günahtır, bunları yapan cehennemlik olacaktır bunlar hepsi palavra. Fetvalarla yönetiliyoruz. Bir adam sakal bırakıyor, cübbe giyiyor kafasına bir takke geçiriyor. Başlıyor konuşmaya. Ondan sonra her şey ters düz olabilir. Bunlar hep aklın, mantığın ve bilimin gösterdiği ilerici tavra karşıt bir duruşları var. Bütün mesele soru sormaktan başlar. Ne söylerse inanacaksın. E yalan söylüyor… Buradan kâr ediyorlar zaten. İnsanları bilinçsiz bırakıp sanattan anlamasın, düşünmesin. Ve bana oy versin. Bunun için her şey yapılıyor.”


Küratör İbrahim Karaoğlu ise yasakçı zihniyetin insan bedenini yalnızca cinselliğe indirgediğini ifade etti. Karaoğlu, “Güzel sanatlar fakültelerinde nü modeller yasaklanıyor. Oysa insan bedenini binbir biçimde görmeyen, görme biçimlerini çeşitlendirmeyen bir sanat öğrencisi yaratıcılığını geliştiremez. Yasakçı zihniyet, insan bedenini yalnızca cinselliğe indirgeyerek, tek bir görme biçimi üzerinden görüyor; o da cinsellik. Ama Kur’an kurslarında, tarikat yuvalarında kız ve erkek çocukların istismar edilmesine, daha çocukken zorla evlendirilmelerden hiç utanmıyorlar” ifadelerini kullandı. 

SANAT, ÖZGÜRLÜĞÜN VE UMUDUN TEMSİLCİSİ

Sanatın özgürlüğün ve umudun temsilcisi olduğuna vurgu yapan Karaoğlu, şu ifadeleri kaydetti: “Bedeni estetik, ironik ya da metamorfoz üzerinden tanımlayan sanat; onlara göre sapkın. Cinsellik, çıplaklık, bedenin dilini özgürce yansıtan resimler, heykeller, bale ve dans sanatı da yasaklanmalı diye düşünüyorlar. Görselliği okumayı, kendi öznel anlayışlarıyla gerçekleştirip, herkesi de bu sapkın anlayışla okumaya zorluyorlar. Sanat özgürlüğün ve umudun en yüksek biçimidir. Yasaklarla okunup değerlendirilemez. Sanat iyiliği, özgürlüğü ve umudu taşır içinde. Sanatı kendi sapkınlıklarının savaş ve kargaşa aracı olarak kullanmak isteyenler hep yanıldılar tarih boyunca.

On bin yıllık bir tarihsel süreçte kavimler kapısı olan bu ülkenin dağarcığı, kültür mücevherleriyle doluydu; hâlâ da dolu. Birbirini bütünleyen kültür katmanlarının varsıllığı insanı odak almasından ve yüceltmesinden dolayıdır. Yeryüzünün en güzel heykelleri bu ülkenin müzelerindedir binlerce yıldır. Ve o kalıtlar, insanlık tarihinin de onurudur. Kim ne derse desin, sanat umudun en yüksek biçimidir.”

                                                                           ***

‘Sanat zevki’ tartışılan iktidar heykelleri

21 yıl boyunca AKP’li belediyelerin ‘şehrin simgesi’ diye adlandırdığı çok sayıda heykel tartışmaların odağı oldu. Bir nesne veya şehirde üretimi yapılan bir meyve sebzenin devasa boyutlardaki heykelleri, şehirlerin girişlerine ya da merkezine yerleştiriliyor. Şanlıurfa’nın Harran İlçe Belediyesi tarafından 15 Temmuz Anıtı’nda yer alan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tanka eliyle ‘dur’ işareti yaptığı heykeli. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından havalimanı kavşağında yapılan karpuz içinde çocuk ve kadayıf tepsisi taşıyan adam heykelleri bunlardan birkaçı.

İşte AKP döneminde yapılan ‘sanat zevki’ tartışılan heykeller:


Işıl Çalışkan / BİRGÜN

LC Waikiki (DOSYA) - Evrensel

 


Sömürü çarkında LC Waikiki örneği: Büyük zenginliğin ardındaki gerçek 

(Murat UYSAL-EVRENSEL)

                                                                        Fotoğraf: Fırat Turgut - Evrensel

İstanbul Esenyurt’ta bulunan LC Waikiki depolarında işçilerin sorunları katmerleşiyor. Artan sorunlar istifalara, işten atmalara neden oluyor ancak LC Waikiki, ayrılan işçilerin yerini doldurmakta zorluk çekmiyor; eski, deneyimli işçilerin yerine deneyimsiz, genç işçiler alınıyor. Bu döngü bir yandan LC Waikiki’ye biriken işçi tazminatlarından kurtulmak, işçiyi daha ucuz ve esnek çalıştırmak gibi getiriler sağlarken, diğer yandan, çalıştığı yeri bir geçiş durağı olarak gören, mücadeleden uzak bir işçi profili de yaratılıyor.

MİLYARDER PATRONA DEVLET DESTEĞİ

50 bine yakın çalışanıyla Türkiye’nin giyim tekellerinin başında gelen LC Waikiki’nin patronu Mustafa Küçük 1,4 milyar dolar değerindeki servetiyle Türkiye’nin en zengin 16. kişisi. Küçük, dünya genelinde ise 2 bin 76. sırada bulunuyor. Fakat LC Waikiki’de işçi ücretleri asgari ücret seviyesinde. Daha eski işçiler ise asgari ücretin 300-400 lira fazlasına çalışıyor. LC Waikiki’de işçi alımları İŞKUR üzerinden yapılıyor. Başvurular doğrudan fabrikadan yapılabilse de hemen orada girişin İŞKUR üzerinden yapılması sağlanıyor. Bu yöntemle hem ücretin bir kısmı ve sigorta gibi işçi haklarının önemli bir bölümü devlete ödetiliyor hem de patrona, hiçbir gerekçe göstermeden işçiyi istediği gibi işten atma özgürlüğü tanıyan “6 aylık deneme süresi” tanınıyor.

GÜNLÜK HEDEFLER SÜREKLİ ARTIYOR

Maliyeti azaltan bu teşvikin patron için bir avantajı da çok rahat bir şekilde işçiler üzerinde baskı olarak kullanılabilmesi. Depoda her işçinin önüne üretim hedefi konuluyor. Market sepetlerine benzeyen sepetlerle, ağırlığı 20-25 kiloya kadar çıkabilen paketleri okutan işçiler, bu paketleri ya depodaki raflara yerleştiriyor ya da raflardan alıp başka yerlere taşıyor. Bugün LC Waikiki depolarındaki günlük hedef işçi başına en az 500 paket. Ancak çalışmaya devam etmek isteyen, işten atılmaktan korkan, bu sebeple takım liderinin gözüne girmek isteyen 6 aylık deneme süresi kapsamında olan işçiler için bu hedefe ulaşmak yeterli değil.

                                                                              Arşiv | Fotoğraf: Unsplash

Henüz 30’una gelmemiş 8 senelik Depo İşçisi Emir bu işçilerin 1000, 1500 paket yaptıklarını anlatıyor: “Nasıl yapıyorlar anlamıyorum. Ben buraya girdiğimde bu hedef 180 paketti. Zamanla arttı, bugün 500’e dayandı ama yapılıyor, daha fazlası da yapılıyor. Sonuç ne? Sonuç meslek hastalığı, çok değil birkaç sene sonra bel fıtığı, boyun fıtığı çıkıyor. İş göremez hale geliyorlar. Ağrıdan sancıdan işe gelemeyenler oluyor. 1700 paket yapan bir işçi var, depoda gerine gerine yürüyor. Bir gün yüzüne karşı, ‘Söyleyelim de seni Mustafa Küçük’e ortak yapsınlar’ dedim...”

İŞÇİ ARKADAŞINI AZARLIYOR

Daha fazlasını yapmak daha fazla kazanmak anlamına gelmiyor. Prim alabilmek için işçilerin takım olarak hedefi aşmış olması gerekiyor. Takım hedefi aşsa da hedefin altında yapanlar hem takım liderleri hem de mesai arkadaşları tarafından azarlanıyor. Çünkü kendi hedefinin fazlasını yapan işçi, kendi hedefinin altında kalan ancak takım hedefi aştığı için prim almaya hak kazanan arkadaşının cebinde kendi emeğinin olduğunu düşünüyor. LC Waikiki patronu bu yolla işçileri birbirine rakip etmeyi de aşarak birbirine düşman haline getiriyor ancak tam tersi örnekler de yok değil. Takım halinde çalışan işçiler birbirlerini ikna ederek takım olarak ortalama 500 paketi tamamladıktan sonra daha az çalışıp hedefin çok az üzerinde işle günü bitirebiliyor. Buna karşı da patron belli zaman aralıklarıyla vardiyaları değiştirerek işçilerin takım halinde hareket etmelerini engelliyor. Patronun bu hamlesi ilk bakışta ileri işçilerin dağıtıldıkları takımlarda da “Hedefin çok az üzerinde işle günü bitirme” fikrini örgütlemek için bir avantaj gibi dursa da depodaki örgütlülük hiç olamadığı kadar düşük olduğu için işçiler, arkadaşlarını mücadeleye ikna etmekte zorlandıklarını söylüyor.

PRİM ALABİLMEK İÇİN ÖLÜMÜNE ÇALIŞMA

Prim LC Waikiki işçilerinin en önemli ek gelir kaynağı. Şartları sağladıkları takdirde aldıkları ücretin yüzde 35’i kadar prim alabiliyorlar. Ancak şartlar yalnızca takım halinde günlük 500 paket ortalamasını yakalamaktan ibaret değil. İşçi ay içerisinde izin kullandıysa, ay sonunda prim alamıyor. İşçi bir yakınını kaybettiğinde izin alırsa kaybettiği yakını birinci dereceden yakını değilse yine primi kesiliyor. Düğün için izin aldığında yine birinci dereceden bir yakını evlenmiyorsa kullandığı izin priminin kesilmesine neden oluyor. Fazla mesaiye kalmayı reddetmek de rapor almak da primin kesilmesi demek. İşçilerin prim alabilmesi için ay boyunca bilfiil çalışması, fazla mesailere kalması, herhangi bir ceza almaması gerekiyor. Emir bir günde 1700 paket yapmış işçinin takım şefinden izin alırken yaşadığı sıkıntıyı anlatıyor: “Muhtemelen o da paket rekorunu elinde tuttuğu için bir ayrıcalığı olacağını düşünüyordu ancak umduğu gibi olmadı. Primi kesilmeden izin almak istedi, vermediler” diyor.

LC WAİKİKİ’DE BİR "KÜÇÜK" ERDOĞAN

Depoda işçilerin aracılığıyla işe başlayanların sayısı az değil. Eğer bir işçinin referansıyla işe alınan işçi depoda 6 ayı doldurursa onu işe aldıran işçiye 1000 lira prim veriliyor. Emir, bu şekilde çalışmaya başlayan işçilerin depodaki koşullarının kendilerine söylendiği gibi olmadığını görünce işten ayrıldığından söz ediyor. Emir ayrıca LC Waikiki’de koşulların önceden bugünkü kadar ağır olmadığını da söylüyor. Emir, bir dönem iyi koşullarda, görece iyi ücretlere çalışan eski işçilerin bugün gidişata ses çıkarmamasını da eski koşulların yeniden gelebilme umuduna bağlıyor.

“Mustafa Küçük hastaymış yerine Vahap Küçük bakıyormuş. Mustafa Küçük zamanında her şey çok daha iyiymiş. O zaman LC Waikiki çalışılacak bir yermiş. Mustafa Küçük sayesinde iş sahibi olmuşlar, yuva kurmuşlar ama Vahap Küçük yani kötü patron döneminde şartlar daha kötü olmuş, ücretler düşmüş. Mustafa Küçük’ün depoda olanlardan haberi yokmuş, o iyiymiş de çevresi kötüymüş...”

LC Waikiki işçileri arasında geçen bu sözler, ülke ekonomisindeki kötü gidişatı kabul edenlerin Erdoğan’ı aklarken kullandığı cümleleri hatırlatıyor. Mustafa Küçük’ün ve o dönemki koşulların geri geleceği umudu da AKP’ye oy veren işçilerin AKP’nin ilk dönemindeki günlerin geri geleceğini umması gibi...

MAKSAT KÂRINDAN KAYBETMEMEK

Bugün LC Waikiki’nin yönetim kurulu başkanlığını yapan Mustafa Küçük’ün ağabeyi Vahap Küçük ise giderek ağırlaşan koşulların nedenine dair ipucunu genel seçimlerden önce 2 Mayıs’ta Dünya gazetesine verdiği röportajda veriyor. Küçük, Mısır’da 40 mağazalarının bulunduğunu, pazarı kaybetmeme adına orada üretip satma noktasına geldiklerini anlatıyor. “Enflasyon ile döviz artışı aynı oranda gitmediği takdirde rekabet etme şansını kaybediyorsun. Üretim gücü, hükümetlerin alacağı politikaya bağlı. Halen yerli tedarik yüzde 70, yurt dışı yüzde 30. Bundan sonrası konjonktüre bağlı. Böyle giderse yerli yüzde 60’a da düşer. Bugün dolar kurunun olması gereken seviye 23-25 TL” diyor.

Küçük, bunları seçime iki hafta kala dolar henüz 19 lira seviyesindeyken söylüyor. Rekabet edebilmek adına üretimin Mısır’a kayabileceğinden söz ediyor. Peki ama neden? Bahadır Özgür, Birgün gazetesinde çıkan 6 Haziran tarihli yazısında Mısır’da 35 büyük Türk tekstilcinin faaliyette olduğunu söylüyor. Çin menşeli Oppo da Türkiye’deki fabrikasını kapatarak Mısır’a taşındı. Özgür yazısında, “ABD pazarına girişin yolu Mısır çünkü. 120 milyar dolarlık ABD hazır giyim ithalatından Türkiye geçen yıl 1 milyar dolar, Mısır 1.2 milyar dolar pay aldı. Bunun iki sebebi var: İlki; Mısır-İsrail-ABD arasında ‘Ortadoğu bölgesel barışı’ gerekçesiyle 1990’lı yıllarda kurulmaya başlanan nitelikli endüstri bölgeleri. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da vaadi olan bölgelerin sayısı 15’i aştı. Belli oranda İsrail tedariği kullanılan ürünlere ABD sıfır gümrük uyguluyor. Türkiye’ye yüzde 30’ları aşıyor. İkincisi; Sisi, kamuda uygulanan asgari ücret düzenini, Dünya Bankasının isteği ile 2021’de özel sektöre yaydı. Mısır lirasını yüzde 25 devalüe etti. Toplam işçilik maliyeti Türkiye’de 600 doları bulurken, Mısır’da 150-175 dolar” diyor.

Yani LC Waikiki patronu rekabet edebilmek için üretim maliyetini olabildiğince düşürmeyi, kârını artırmayı amaçlıyor.

İşçilerin anlattıkları ile ilgili görüşmek istediğimiz LC Waikiki yetkilileri ise açıklama yapmak istemedi.

"DAHA NE OLMASI GEREKİYOR AKILLANMALARI İÇİN?"

Leyla 10 seneye yakın bir süredir LC Waikiki depolarında çalışan bir işçi. İşçilerin depodaki bugünkü koşullarını kendi gözüne de batan örneklerle anlatıyor. Leyla LC Waikiki deposunda sendikalaşma mücadelesinde aktif rol almış, bu mücadelede kazanım elde edememiş olsalar da depodaki kötü koşullara ses çıkaran, çevresinde insan biriktirebilen bir işçi ancak seçimlerden sonra yaşadığı yılgınlık sözlerine, “Daha ne olması gerekiyor akıllanmaları için?” sorusuyla yansıyor.

Geçen hafta açıklanan asgari ücrete sevinen işçilere sitem ediyor, 11 bin 402 lira olan asgari ücretin işçilere faydası olmayacağını söylüyor: “Artık zamma sevinemez olduk, asgari ücrete zam gelir gelmez yemeye, içmeye, pazara da zam geliyor. Asgari ücrete ne kadar zam yapıyorlarsa daha fazlasını alıyorlar cebimizden. Benim asıl korkum bu saatten sonra her şeyin daha kötü olacağı. Bunlar bugüne kadar doları tuttu, zaten asgari ücreti hızlıca açıklamalarının nedeni de doları daha fazla tutamamaları, yarın öbür gün dolar fırlayacak, o zaman işte cebimizden çıkacak para bu asgari ücret zammından fazlası olacak.”

"ÇOK ŞÜKÜR BUGÜN EKMEĞE PARA VERMEYECEĞİZ"

Vahap Küçük’ün kârından kaybetmemek uğruna işçiyi mahkum ettiği yaşam koşullarını Leyla şöyle anlatıyor: “Yeni giren işçi asgari ücret (8 bin 500) alıyor, benim gibi senelerdir burada çalışan işçi ise 9 bin 200 gibi bir para alıyor. Yani anlayacağın aramızda bir fark yok, LC Waikiki’de işçiler asgari ücrete çalışıyor. Herkes şikayet ediyor ama tek başına ediyor, yoksa mümkün değil zaten asgari ücretle geçinmek. Uykusundan kısıp ek işe gidenler var, yemekhanede cebine ekmek, meyve dolduran var. ‘Çok şükür bugün ekmeğe para vermeyeceğiz’ diye mutlu oluyorlar. Yakalandıkları zaman ise ceplerine koydukları fazladan ekmekler yüzünden azar yiyorlar. LC Waikiki işçisinin durumu bu, asgari ücrete ne kadar zam gelirse gelsin bizim hesap değişmiyor.”

Leyla’ya kıyasla daha genç bir işçi olan Emir depo dışında iletişim kurduğu çevrelerin de etkisiyle daha umutlu bir işçi. Kötü gidişatı hem kendi hayatında hem de çalışma koşullarında hissediyor. Emir örgütlü bir işçi ancak onun gibi genç işçilerin geneli açısından bu örgütlülükten söz etmek güç. Genç işçiler bugün çalıştıkları yerlerde kendilerini kalıcı olarak görmüyor, içerisinde bulundukları hayattan bir şekilde kurtulmayı düşlüyor. Bu hayal bireysel bir kurtuluşla sınırlı olduğu için “örgütlenme”, “birlik” ve “mücadele” gibi kavramlara kolay ikna olmuyor. Ancak genç işçilerin bu tutumu, yaşamları boyunca işçi sınıfını oluşturacakları, sınıfın öznesi olacakları gerçeğini örtmüyor.

Yaşamın tadını çıkarmak isteyen ancak içinde bulundukları koşullar nedeniyle hayattan şikayet eden genç işçilerle karşı karşıyayız. İçinde bulundukları durumdan kurtulmak isteyen bu genç kuşağın çıkış yolunda gösterdikleri ilk refleks ise bir işten çıkıp başka bir işe girmek.

Bu işçileri mevcut koşullarını bulundukları yerlerden başlayarak değiştirmeye ikna etmek, daha çok bilen, daha deneyimli, mücadele birikimi de olan Leyla gibi işçilere ulaşmak ve o yılgınlığı dağıtmak önemli bir yer tutuyor.

                                                              /././

LC Waikiki’nin kuralı: Sus, boyun eğ, çalış...(İşten çıkarılan bir LC Waikiki işçisi- İstanbul)

En çok yakınılan konulardan biri adaletsiz ücret dağılımlarıydı. Hepimizin yaptığı iş aynıyken herkes aynı maaşı alamıyordu.

Merhaba sevgili Evrensel okurları.

Ben birkaç gün öncesine kadar LC Waikiki’de çalışan bir işçiydim. Yapılan mobbingler ve haksızlıklardan dolayı birçok arkadaşımız şikayetçiydi. Eski personelde yaptıkları işlerden dolayı bel fıtığı gibi meslek hastalıklarının oluşması, yöneticiler klimalı odalardayken işçilerin yazın kan ter içinde, kışın da soğukta çalışması sürekli dile getiriliyordu. Yaptığımız LC Waikiki’nin en ağır işlerinden biriydi.

En çok yakınılan konulardan biriyse adaletsiz ücret dağılımlarıydı. Hepimizin yaptığı iş aynıyken herkes aynı maaşı alamıyordu. Biz de cuma günü yapılan toplantıda şikayetimizi dile getirdik. Toplantıda buraya operatör olarak girdiğimizi ama bize operatör parasını iki yıl sonra alabileceğimizi söylediklerini, işin ağır olduğunu ve alın terimizin karşılığını alamadığımızı, yoğun ve fazla mesaili çalıştığımız için bedenen ve psikolojik olarak çürüdüğümüzü, şartların bizi zorladığını söyleyerek, ücret iyileştirmesi yapılmasını istedik.

Bu konuyu tartışırken bizim bölümün yöneticisiyle başka bir bölümün yöneticisi bana “Sen bu bölümün sözcüsü müsün?” diye karşılık verince ben de “Hayır kendi hak ve taleplerimi iletiyorum” dedim. Peşinden “Sen insanları kışkırtıyorsun yönetime karşı. Yemekten sonra yanımıza gel” deyip toplantıyı bitirdiler. Yemekten sonra takım lideri bana “Seni idari binaya bekliyorlar” diyerek iş akdimin feshedildiğini söyledi. İnsan kaynaklarına gittiğimdeyse hiçbir şekilde beni dinlemeden performans yetersizliğinden dolayı çıkışımın verildiğini söylediler. O sırada insan kaynakları yetkilisi “İnsanları örgütleyip yönetime karşı ayaklandırıyorsun” dedi. Ama ben çok iyi biliyorum ki performans yetersizliği bir bahaneydi. Kendilerinin yaptığı adaletsizliğe karşı yapılan herhangi bir itirazda insanları susturmaya çalışıyorlar.

                                                                /././

Bir grup LC Waikiki işçisi: İş, ekmek, özgürlük diyerek alanlarda olalım (Bir grup LC Waikiki işçisi- Esenyurt-İstanbul)

Tüm bu yaşadığımız sorunlara karşı, insan onuruna yaraşır bir hayatı yaşamak için örgütlenme ve mücadele etmeye, omuz omuza 1 Mayıs'a katılmaya, hak aramaya çağırıyoruz.

LC Waikiki’de çalışan işçiler olarak, tüm işçi kardeşlerimizi taleplerimizi haykırmak için birlikte hareket etmeye mücadele ve dayanışma günümüz olan 1 Mayıs’a çağırıyoruz.
Hangi talepler için mi alanlara çıkacağız? İş yerlerimizde yaşadığımız sorunlara karşı; eklem, bel ve boyun hastalıklarına karşı, düzensiz ve güvencesiz çalışmaya karşı, en küçük sıkıntıda tutanak baskılarına karşı alanlarda olacağız.
AKP’nin 21 yıllık iktidarı boyunca ülkede neler yaşadığımızı düşünelim. Bizler emeğini satarak yaşamaya çalışan işçileriz. Sendikasız çalışmaya zorlanan, depreme dayanıksız evlerde barınmaya mecbur bırakılan, gıda ihtiyacını yeterince karşılayamayan, bir tatil planı yaparken bile ekonomik koşullardan dolayı günlerce kafa yoranlar...
Çalıştığımız iş yerlerinde düşük prim ve zorunlu fazla mesai dayatmalarına mecbur bırakıldığımız, hakkımızı istemek için üç beş kişi bir araya geldiğimizde gözlerin üzerimize döndüğü, hatta provokatör olarak yaftalandığımız, grev hakkını kullanmak istediğimiz zaman grev yasaklarının ilk dakikada kapımıza çarptığı bir düzende yaşıyoruz.
Tüm bu yaşadığımız sorunlara karşı, insan onuruna yaraşır bir hayatı yaşamak için örgütlenme ve mücadele etmeye, omuz omuza 1 Mayıs'a katılmaya, hak aramaya çağırıyoruz. İş, ekmek, özgürlük diyerek alanlarda olalım.(14/04/2023)

(derleyen:mstfkrc)



28 Haziran 2023 Çarşamba

İstismarcı koruyanlar ortaya çıkacak mı? - Timur Soykan / Birgün

 

Siverek’teki çocuk istismarında isitismarcıyı korumak için baskı yapan, bazı gazetecilere haber sildirenler kim? Bu vicdansız ‘abiler’ ortaya çıkarılmayacak mı?

                                 Yetim, ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı. (Fotoğraf: Twitter)

Şanlıurfa’nın Siverek ilçesine bağlı Camikebir Mahallesi’nde yaklaşık 15 gün önce 75 yaşındaki Hüseyin Ç. kendisine ait kahvehanenin önündeydi. Kahvehanenin önünde duvar vardı ve yoldan görünmüyordu. Yaşlı adam yoldan geçen henüz 2-3 yaşlarındaki Suriyeli bir kız çocuğunu yanına çağırıp kucağına aldı. Kimsenin kendisini görmediğini zannediyordu ve çocuğa cinsel istismarda bulundu. Oysa karşıdaki apartmanda yaşayan bir kişi, sapık adamı fark etmişti ve o anları cep telefonuyla kaydetti.

Bu iğrenç olayın görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasından sonra Hüseyin Ç. tutuklandı. Siverek Kaymakamlığı da bir açıklama yaparak soruşturmanın sürdüğünü belirtti. Ancak olayın üzerinin örtülmesi için birileri devreye girdi. Soruşturma için gizlilik kararı alındı. Hüseyin Ç.’nin yakınlarının demans ve alzheimer raporu almaya çalıştığı iddia edildi. Bu sırada olayı haberleştiren gazetecilere de tehditler başladı. Haberler yerel internet sitelerinden silindi. Siverek Haberleri’nin instagram hesabından olayla ilgili haber silindikten sonra şu açıklama yapıldı: "Değerli Siverek Haberleri takipçilerimiz. Yayınladığımız Siverek’teki taciz videosunu gelen tehditlere rağmen kaldırmadık. Ama araya giren ve kıramadığımız abiler nedeniyle videoyu kaldırmak zorunda kaldık. Biz biziz diyen Siverek’teki gazeteciler bile baskılara dayanamayarak videoları kaldırdılar. Biz de ancak bu kadar dayanabildik. Takdir siz Siverek halkınındır."

Bu sırada haberi yayınlayan Şanlıurfa’daki deneyimli gazeteci Mehmet Yetim, önceki akşam evine giden polislerce gözaltına alınarak Siverek Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. Geceyi nezarethanede geçiren Mehmet Yerim adına Twitter adresinde yapılan açıklamada şöyle denildi:

"Şu anda Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğünde gözaltındayım.

Yapmış olduğum şey masum bir çocuğun hakkını korumak için mesleğimi icra etmektir.

Şayet bundan dolayı gözaltına alınmışsam bu bana madalyadır.

Binlerce insanın paylaştığı bir şeyi paylaştığım için üstelik gazetecilik mesleğini icra etmeme rağmen çocuğumdan ayrı uyuyacaksam helali hoş olsun."

Mehmet Yetim kısa süre önce Menzil tarikatının Sanlıurfa’daki kaçak Kuran Kursunda 12 yaşındaki Abdülbaki Dakak’ın ölümünü Türkiye’ye duyurmuştu. Mehmet Yetim’in avukatı İbrahim Halil Aydın, bu haberden sonra gazeteciye yönelik tehditlerin arttığını belirterek "Mehmet Yetim, soruşturmanın gizliliğini ihlal ile suçlanıyor. Oysa haberi paylaştığı sırada gizlilik kararı bile yoktu. Tamamen hukuksuz bir uygulama. Evi, adresi, işleri belli olmasına karşın akşam evinden gözaltına alındı. Siverek’e götürülüp bir gece nezarethanede tutuldu. Siverek’e götürülmesi de hukuksuz. Gazeteci üzerindeki baskı Menzil Cemaatinin Kursunda çocuğun ölümünü haberleştirdikten sonra çok artmıştı. Çocuğa yönelik cinsel istismarı haber yaptığı için bu eziyetin yapılması akıl almaz" dedi.

Mehmet Yetim, yurt dışına çıkış yasağı şartıyla serbest bırakıldı. 

Bu sırada Hüseyin Ç.’nin daha önce de işyerinin yakınında çocuklara yönelik cinsel istismarda bulunduğuna dair ihbarlar yapıldığı öne sürüldü.

Peki bu sapığı korumak için baskı uygulayan, bazı gazetecilere haber sildirenler kim? Çocuğu korumayı değil sapığın yanında durmayı seçen bu vicdansız ‘abiler’ ortaya çıkarılmayacak mı? Onlara yardım eden siyasiler ya da bürokratlar kimler?

***

BAĞIMSIZ GAZETECİLİĞE DEVAM

Mehmet Yetim, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada dün serbest bırakıldığını duyurdu. Yetim, “Malum olduğu üzere yapmış olduğum bir paylaşım dolayısıyla dün gözaltına alınmıştım. Bugün Siverek Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğum ifade sonrası serbest kaldım. Tarafsız ve Bağımsız Gazeteciliği sürdüreceğim” ifadelerini kullandı.

Timur Soykan / Birgün



MERDAN YANARDAĞ (DOSYA)


Merdan Yanardağ tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi (soL)
 

TELE1'de yayınlanan programındaki açıklamaları nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan ve gözaltına alınan Merdan Yanardağ, tutuklanma istemiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gazeteci Merdan Yanardağ’ın televizyon programında Abdullah Öcalan ile ilgili yaptığı açıklamaları gerekçe göstererek "suçu ve suçluyu övmek” ve “terör örgütü propagandası yapmak” gerekçeleriyle resen soruşturma başlattı.

Merdan Yanardağ, sözlerinin bağlamından koparıldığını anlattığı ve yayınlanmayan görüntüleri yeniden yayınladığı bir özel yayına katıldı. Yanardağ, yayın esnasında kanalın ofisine gelen polis memurları tarafından yayın sonrasında gözaltına alındı ve ifadesi alınmak üzere Terörle Mücadele ekipleri tarafından Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

Gözaltı süresi uzatılan Yanardağ, bugün Çağlayan Adliyesi'ne sevk edildi.

Adliyeye götürülen gazeteci Yanardağ, karar için bekletiliyor. Bekletilmesinin gerekçesi olarak ise dosyaya bakan savcının öğleden sonra adliyeye gelmesi gösteriliyor. Yanardağ'ın avukatları ve meslektaşları, kararın öğle saatlerinden sonraya kalmasına tepkili.

İfade işlemleri sona erdi

Savcının ifade işlemlerini öğleden sonra yapacağını açıklamasının ardından Yanardağ’ın öğlen saatlerinde ifade işlemleri sona erdi.

Yanardağ'ın, savcılıkta işlemlerinin sona ermesinin ardından tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.

                                                              /././

Gazeteci Yanardağ'a gözaltıya tepki yağdı: 'Merdan Yanardağ serbest bırakılsın' (soL)

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın kırpılarak servis edilen yayındaki sözleri nedeniyle gözaltına alınmasına tepki yağdı.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ hakkında, geçen hafta yayınlanan 4 Soru 4 Cevap programında AKP’nin Abdullah Öcalan ile yeni bir çözüm süreci hazırlığında olduğu görüşünü anlatmak için kullandığı sözlerin hedef gösterilmesi üzerine “Terör örgütünü övme” suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Yanardağ, bugün yayın esnasında kanalın ofisine gelen polis memurları tarafından yayın sonrasında gözaltına alındı, ifadesi alınmak üzere Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.

Gözaltına alınmadan önce yaptığı yayında Yanardağ, TELE1’e kumpas kurulduğunu belirterek “Geçen hafta salı günü yani 6 gün önce 4 Soru 4 Yanıt programında yaptığım değerlendirme 6 gün sonra bulunuyor. TELE1’e, bana ve bizim üzerimizden Türkiye’nin demokratik kamuoyuna ve güçlerine yönelik bir saldırı ve kumpasa dönüştürülmeye çalışılıyor” ifadelerini kullandı.

Yanardağ’ın gözaltına alınmasına büyük tepki toplandı. O tepkiler şöyle:

Ne olmuştu?

Yanardağ’ın AKP’li Galip Ensarioğlu’nun ‘çözüm süreci’ sözlerini eleştirdiği programdan bir bölüm, yine AKP milletvekili Mehmet Ali Çelebi tarafından sosyal medyada paylaşılmıştı. Yanardağ, Çelebi’nin paylaşımı sonrası sosyal medyada hedef haline gelmişti. Çelebi’nin yayınladığı videoda Yanardağ şunları söylüyor: “Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritin hukukta hiçbir yeri yoktur. Kaldırılması lazım. Ailesi ve avukatı ile bile görüşemiyor. Böyle bir infaz düzeni olabilir mi? Abdullah Öcalan; çok kitap okuyan, siyaseti doğru okuyan, doğru gören, çözümleyen son derece zeki bir kişidir.”

Ancak Çelebi’nin yayınladığı video, tüm programın sadece küçük bir kısmı.

                                                            /././

Kemal Okuyan'dan Yanardağ'ın tutuklanmasına tepki: 'İntikam, şantaj, sindirme girişimi' (soL)

Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına tepki gösteren TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan 'Bu kararın Yanardağ’ın söyledikleriyle ilgisi yok' dedi.

Abdullah Öcalan ile ilgili sözleri çarpıtılarak hedef gösterilen gazeteci Merdan Yanardağ tutuklandı.

Yanardağ’ın tutuklanmasına bir tepki de Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan'dan geldi. 

Tutuklama kararının Yanardağ'ın hedef gösterilen açıklamaları ile ilgisinin olmadığını kaydeden Okuyan, ''İntikam, şantaj, sindirme girişimi. İşte AKP adaleti!'' dedi.

Okuyan, paylaşımında şu ifadelere yer verdi:

''Merdan Yanardağ’ın tutuklanması, bir kez daha “saçma” ve “anlamsız” bir şikayetin ciddi bir hak ihlaline dönüşmesidir. Kuşkusuz bu kararın Yanardağ’ın söyledikleriyle ilgisi yok. İntikam, şantaj, sindirme girişimi. İşte AKP adaleti!''

                                                     /././

Sözleri çarpıtılarak hedef gösterilmişti: Merdan Yanardağ tutuklandı(soL)

Öcalan ile ilgili sözleri nedeniyle hedef gösterilen gazeteci Merdan Yanardağ tutuklandı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gazeteci Merdan Yanardağ’ın televizyon programında Abdullah Öcalan ile ilgili yaptığı açıklamaları gerekçe göstererek "suçu ve suçluyu övmek” ve “terör örgütü propagandası yapmak” gerekçeleriyle resen soruşturma başlattı.

Yanardağ, sözlerinin bağlamından koparıldığını anlattığı özel yayın esnasında kanalın ofisine gelen terörle mücadele polisleri tarafından gözaltına alındı. Geceyi Vatan Emniyet Müdürlüğü'nde geçiren Yanardağ, savcılıktaki ifade işleminin ardından tutuklama istemiyle Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi. Mahkeme, Yanardağ’ın tutuklanmasına karar verdi.

Okuyan: İntikam, şantaj, sindirme girişimi

Yanardağ’ın tutuklanmasına tepki  Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan'dan geldi. 

Tutuklama kararının Yanardağ'ın hedef gösterilen açıklamaları ile ilgisinin olmadığını kaydeden Okuyan, ''Merdan Yanardağ’ın tutuklanması, bir kez daha “saçma” ve “anlamsız” bir şikayetin ciddi bir hak ihlaline dönüşmesidir. Kuşkusuz bu kararın Yanardağ’ın söyledikleriyle ilgisi yok. İntikam, şantaj, sindirme girişimi. İşte AKP adaleti!'' dedi.

Ne olmuştu?

Yanardağ’ın AKP’li Galip Ensarioğlu’nun ‘çözüm süreci’ sözlerini eleştirdiği programdan bir bölüm, yine AKP milletvekili Mehmet Ali Çelebi tarafından sosyal medyada paylaşılmıştı. Yanardağ, Çelebi’nin  paylaşımı sonrası sosyal medyada hedef haline gelmişti. Çelebi’nin yayınladığı videoda Yanardağ'ın cümleleri montajlanmış ve sadece “Abdullah Öcalan’a uygulanan tecritin hukukta hiçbir yeri yoktur. Kaldırılması lazım. Ailesi ve avukatı ile bile görüşemiyor. Böyle bir infaz düzeni olabilir mi? Abdullah Öcalan; çok kitap okuyan, siyaseti doğru okuyan, doğru gören, çözümleyen son derece zeki bir kişidir” ifadeleri seçilmişti.

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin de TELE 1 hakkında inceleme başlattıklarını belirtmişti.

Yanardağ, Şahin’e verdiği yanıtta AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’na dikkat çekerek şöyle yanıt demişti: “Ebubekir Bey, kimseyi öven yok. Tam tersine, Apo’yu öven ve yeni bir çözüm sürecinin yolunu döşeyen AKP milletvekili Galip Ensarioğlu’nun çözüm sürecine ilişkin açıklamalarını eleştiren bir program var. Seçim sürecindeki gibi, montaj videolara dayanarak bahane aramayın.”

'AKP’nin övgülerine ilişkin ironik bir eleştiri yaptım'

Yanardağ gözaltına alınmadan önce canlı yayında şunları söylemişti:

''Ben hiçbir terör örgütünü övmedim, hiçbir terör örgütü liderini de övmedim. Böyle bir kastım da niyetim de yok. O programda AKP milletvekili Galip Ensarioğlu’nun yeni bir çözüm süreci başlatma ve kendi iktidar alanları daralmış olan AKP’ye yeni bir alan açma çabası olduğunu dile getirdim. 6 gün önce dört soru 4 yanıt programda benim sorulara verdiğim yanıtlardan biri de Ensarioğlu’nun çıkışıydı.

Gündemdeki bu konu üzerine ben de yorumlarımı ortaya koydum. Esas olarak neyi söyledim; bir AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatmak istediğini, Apo’ya bir af hazırlığı içinde olduğunu fakat Öcalan tecritte olduğu için bizim yürüyen pazarlığı bilmediğimizi, demokratik ülkelerde infaz yasalarında bu tip katı tecritlerin uygulanmadığını belirten bir değerlendirme yaptım. Ve esas olarak AKP’nin yeni dönemde hem bir af hazırlığı hem de Abdullah Öcalan üzerinden Türkiye’de siyaseti düzenleme girişimini eleştirdim. Bir daha altını çiziyorum; ben yurtsever ve sosyalist bir gazeteciyim. Hiçbir terör eylemini savunmayacağım gibi övmem de mümkün değildir. Övme yok, tam tersi AKP’nin övgülerine ilişkin ironik bir eleştiri var, göreceksiniz.''

                                                                     /././

Tutuklanan gazeteci Merdan Yanardağ’dan ilk mesaj: 'Korkmuyoruz, susmayacağız!' (soL)

Yanardağ karar sonrası gönderdiği mesajda 'Korkmuyoruz. Ne olursa olsun, özgür basın susmayacak' dedi.

Gazeteci Merdan Yanardağ tutuklama kararı sonrası ilk açıklamasında ‘Susmayacağız' mesajını verdi.

Oğlu Alp Yanardağ’ın TELE1’de açıkladığı mesaj şöyle: “Seçim döneminde başlayan montaj kumpaslarının devamını yaşıyoruz. Her şey aslında önceden planlanmış, programdan 6 gün sonra; bayram arifesinde montaj video ortaya çıkarılmış ve Nöbetçi Hakimlik tarafından tutuklama kararı verilmiş… Korkmuyoruz. Ne olursa olsun, özgür basın susmayacak. Gerçekleri aynı kararlılıkla yansıtmaya devam edeceğiz.”

'Bu suçu işlemedim reddediyorum'

Kararın ardından Çağlayan Adliyesi önünde açıklama yapan avukatları da Yanardağ'ın hakkındaki suçlamayı reddederek, ''Bu bir demokrasi ve hukuk mücadelesidir. Durmak yok, biz bu mücadeleye devam edeceğiz. Bunca senelik meslek hayatımda durduğum yerde ne bir teröristi ne de bir terör örgütünü destekledim. Bu suçu işlemedim, reddediyorum'' dediğini aktardı.

                                                                /././

Hüseyin Aygün: Yanardağ’ı CHP’li dönek bir milletvekiliyle, İYİP sözcüsü içeri aldırdı (soL)

Hüseyin Aygün, gazeteci Merdan Yanardağ'ın tutuklanmasında AKP'li Mehmet Ali Çelebi ve İYİP Sözcüsü Kürşad Zorlu'nun rolüne dikkat çekti.

Abdullah Öcalan ile ilgili sözleri çarpıtılarak hedef gösterilen gazeteci Merdan Yanardağ tutuklandı.

Yanardağ’ın tutuklanmasına tepki gösterenlerden biri de CHP eski milletvekili Hüseyin Aygün oldu.

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın tutuklanma sürecini hatırlatan Aygün, Yanardağ'ın hedef gösterilmesinde AKP'li Mehmet Ali Çelebi ve İYİP Sözcüsü Kürşad Zorlu'nun açıklamalarına dikkat çekti.

Aygün, sosyal medya paylaşımında şu ifadelere yer verdi:

''Tıpkı Demirtaş’ı, İmralı ve Kandil’in tutuklatması gibi.. Merdan Yanardağ’ı da CHP’li dönek bir milletvekiliyle, İyi Parti sözcüsü içeri aldırdı. Bu ülkede iktidar, A’dan Z’ye, tepeden tırnağa değişecektir. Bu zor işe, muhalefetin tümden değişmesiyle başlanacaktır..”

                                                              /././

Merdan Yanardağ: Cımbızlanarak yapılan montaj ve video üzerinden linç kampanyası yapıldı (soL)

'Terör örgütü propagandası yapmak' suçlamasıyla tutuklanan gazeteci Merdan Yanardağ, hâkimlikteki ifadesinde, 'Cımbızlanarak yapılan montaj ve video üzerinden linç kampanyası yapıldı' dedi.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Sulh Ceza Hakimliği'nde verdiği ifadesinde “2-3 dakikalık bir bölüm kesilmiş ve sanki ben durduğum yerde Öcalan’la ilgili bir program yapıp onun tecritinin kaldırılması ve serbest bırakılmasına yönelik bir program yapmışım gibi bir kampanya yapıldı" dedi.

“Terör örgütünü övme” suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılan Yanardağ, dün yayın esnasında kanalın ofisine gelen polis memurları tarafından yayın sonrasında gözaltına alınmıştı. Savcılıktaki ifade işleminin ardından bugün tutuklama istemiyle İstanbul 7’nci Sulh Ceza Hâkimliği'ne sevk edilmişti. İstanbul 7’nci Sulh Ceza Hâkimliği’nde Hakim Ramazan Çiçek’e ifade veren Yanardağ, "terör örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla tutuklanmıştı. 

Hakim Çiçek, Yanardağ’ın "üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin olduğunu" öne sürdü. Delillerin henüz tam olarak toplanmadığını savunan Çiçek, Yanardağ’ın kaçma ve saklanma şüphesini uyandıran somut olguların bulunduğunu, bu nedenle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını iddia etti.

Diken'den Canan Coşkun'un haberine göre; Yanardağ, hâkimlikteki ifadesinde şunları söyledi:

'AKP Milletvekili Ensarioğlu’nun yaptığı konuşmasını değerlendirdim'

“Anayasa’nın teminat altına aldığı basın ve ifade özgürlüğü kapsamında beyanlarda bulundum. Programdan önce AKP milletvekili Galip Ensarioğlu’nun yaptığı konuşmasını değerlendirdim ve yorumladım. Bu demeçte ileri sürdüğü görüşleri eleştiren bir pozisyondayım. Sanki o görüşleri eleştirmiş değil de destekleyip ileri taşımış kişi olarak buraya getirildim.

Sosyal medyada trollerin siyasal sebepler nedeniyle toplumu kin ve düşmanlığa sevk edecek bir kampanya yürütüldü. Benim bir terör örgütünü ve liderini övdüğüm öne sürüldü. Hükümetin bir af hazırlığında olduğunu belirten bir konuşma nedeniyle bunun bir önceki gibi hüsranla sonuçlanabileceğini açıkladım. İroni yaptığımın esas göstergesi olarak programda güldüm. 

Tecrit kavramı da milletvekilinin konuşmasında geçmektedir. Kandil’de Selahattin Demirtaş nedeniyle tecrit uygulanıyor. Hukuken tecrit konuşmasının suç olmadığını düşünüyorum, ama suç olduğu varsayılsa dahi çözüm süreci başlatılacaksa dahi bunun nasıl olacağın kapsamını herkesin bilmesi gerektiğini belirttim ve ‘Abdullah Öcalan siyasetçiler tarafından bir siyaset yöntemi olarak kullanılıyor’ dedim. ‘Madem öyle kaldırın tecriti, biz de ne dediğini öğrenelim. Avukatları ve ailesiyle görüşsün, biz de öğrenelim’ dedim. Bunu kaldırmayıp bunun yerine kendileri konuşmaktadır. 

'2-3 dakikalık bir bölüm kesilmiş'

Daha sonra ayın 26’sına kadar bir şey olmadı. Program ayın 20’sindeydi. Her akşam saat 20:00’den itibaren bu programı yaparım ve programda beş konu üzerinde dururum. Oradan 2-3 dakikalık bir bölüm kesilmiş ve sanki ben durduğum yerde Öcalan’la ilgili bir program yapıp onun tecritinin kaldırılması ve serbest bırakılmasına yönelik bir program yapmışım gibi bir kampanya yapıldı. Seçim öncesinde de ‘Af çıkarılacak ve Abdullah Öcalan serbest bırakılacak’ şeklinde muhalefet suçlandı. 

Milletvekili konuşmasında esas olarak Selahattin Demirtaş’ı ve Kandil’i suçlamıştır. ‘O halde niye bunu suçladınız’ diye durumu sorguladım, kamuoyuna bilgi verdim. ‘Suçu ve suçluyu övme’ veya ‘terör örgütünü övme’ niyetim yoktur. Felsefi inançlarım dünya görüşüm nedeniyle terör eylemlerini, eylemleri gerçekleştiren örgütleri övmem mümkün değildir. Programdaki her şeyi ben söyledim, reddetmiyorum. Sadece milletvekilinin sözleri nedeniyle ironi yaptım.

‘Yakında sayın Öcalan da demeye başlarlar’ denen bölümde ‘Abdullah Öcalan da yıllardır çok okuyor, filozof olmuştur’ şeklindeki deyimler de iktidara yakın medyanın daha öne kullandığı kavramlardır. Bir tanesini Hilal Kaplan kullanmıştı. Yakın bir gelecekte tüm bunları kullanacaklarını öngörmekteyim. Benimki sadece gazetecilik faaliyetidir. 

'Linç kampanyası yapıldı'

Benim Duran Kalkan ile bağlantım yok, böyle bir konuşma yapıp yapmadığından haberim yok. PKK yürütme kurulu üyesi olduğunu sorgum sırasında öğrendim. Kendisinin görev tanımını bilmiyordum. Gazeteci olarak takip edilip haber yapılabilir. Bu konuşmadan haberim olmadan tecrit konusunda paralel bir şey söylediğim iddia edilmektedir ve bu iddia art niyetlidir. Basın ve ifade hürriyetine, insanların düşüncelerini ifade etmelerine esas olarak soruşturma dosyasına doğru olmayan bir tutumdur. 

Anayasal ve mesleki haklarımı kullanarak kamuoyunu bilgilendirme ve aydınlatma görevini yerine getirmeye çalıştım. Suç işlediğimi düşünmüyorum. İşim ve sabit adresim vardır. Konumum bellidir. Karartılabilecek bir delil yoktur. Yayın bandı ortadadır. Değiştirilecek bir delil de yoktur. Bir televizyon kanalının genel yayın yönetmeniyim. Ayın 20’si ve 26’sı arasında toplumda infial olmadı. Reytinglere bakılırsa yaygın izlenen program olduğu anlaşılmaktadır. Cımbızlanarak yapılan montaj ve video üzerinden 25’ini 26’sına bağlayan gece bir linç kampanyası yapıldı. Güdümlü bir operasyon olduğu anlaşılmaktadır. Kaçma şüphesi söz konusu olamaz, serbest bırakılmayı talep ediyorum.”

(derleyen:mstfkrc)