New York Belediye Başkanı Adams'ın rüşvet dosyasında Türkiye bağlantılı yeni bilgiler: Rüşvet ‘küçük’ ve alan Türkler olmayınca rüşvetçilik sorun değil midir? -Cansu Çamlıbel-
Sezgin Baran Korkmaz da Adams’dan nemalanma furyasına katılmak için epey girişimde bulunmuş. Korkmaz, Adams’ın kampanyasına en az 50 bin dolar verme taahhüdünde bulunuyor. Adams ve danışmanı Korkmaz’ın bağışına nasıl kılıfına uyduracaklarını düşünmeye başlıyorlar. Ancak iş uzuyor ve o süreçte Korkmaz hakkında iki ülkede de iddianame hazırlanınca parayı almaktan vazgeçiyorlar
New York Belediye Başkanı Eric Adams’ın yolsuzluk ve rüşvet almakla suçlandığı iddianame nihayet beş gün önce kamuoyuna açıklandı. ‘Nihayet’ diyorum çünkü Adams’ın 2021’deki seçim kampanyasına Türk hükümetinden ve Türk iş insanlarından yasa dışı bağış kabul ettiğine dönük soruşturmanın derinleşmekte olduğunu zaten biliyorduk. Federal Soruşturma Bürosu (FBI), Eric Adams’ı Brooklyn Belediye Başkanı olduğu 2013-2021 dönemden beri yakın takibe almış. Adams’ın ve ekibinin bu süreçteki dijital ayak izleri soruşturmayı kolaylaştırmış. Ancak yine de bir ya da birkaç itirafçı olmasaymış, New York Güney Bölgesi Savcılığı'nın (SDNY) iddianameyi bu kadar berrak bir akışla ve gün saat vererek yazması mümkün olmayabilirmiş.
New York Belediye Başkanı Eric Adams'ın Türkevi'ne ziyaretinden, 2023
57 sayfalık iddianameden benim anladığım, işlerin buraya gelmesini sağlayan şey Adams’ın iddia edilen rüşvet ve bağışları almasını sağlayan danışmanının itirafçı olmaya karar vermesi olmuş. Muhtemeldir ki savcılık kendisine bir ‘uzlaşma’ teklifi götürmüştür ki yine muhtemeldir ki yaşı genç olan bu kişi ‘ötmeyi’ tercih etsin. İddianamede adı geçen Türklerle mesajlaşmalarını savcılığa teslim edenin bu danışmanın bizatihi kendisi olduğu anlaşılıyor. Eric Adams, soruşturma sürerken önce telefonunun şifresini unuttuğunu öne sürmüş, sonra da telefonu resmi makamlara teslim etmeyi reddetmişti.
İddianameyi analiz etmeye başlamadan önce bir hususu hatırlatmak gerekiyor.
ABD’deki 5 Kasım başkanlık seçimine sadece haftalar kala ülkenin en önemli şehirlerinden birinin Demokrat Belediye Başkanı hakkındaki soruşturmanın bu noktaya gelmesinin iki sebebi olabilir. Ya yargı içindeki Demokratlar ‘yolsuz’ olduğunu bildikleri Adams’dan kurtulmaya çalışıyor ya da yargı içindeki Cumhuriyetçiler, Trump dönemine hazır olduklarının sinyalini veriyor.
Eski New York Başkonsolosu Reyhan Özgür
İddianamede Türkler ‘unindicted conspirator’
Öncelikle söylenmesi gereken, şu anda davanın tek sanığının Eric Adams olduğu. Yani adı geçen Türkler şu an ‘sanık’ konumunda değil ama Amerikan kanunlarına göre hepsi ‘unindicted conspirator’ (organize suça iştirak etmiş ama hakkında resmi suçlama henüz yapılmamış kişi). Dolayısıyla ABD’ye giriş yaptıkları takdirde büyük olasılıkla en azından ifadelerinin alınması istenecektir.
Savcılığın konuyu Türk hükümetiyle bağlamasını sağlayan faktör ise Eric Adams’ın Türkiye’nin eski New York Başkonsolosu Reyhan Özgür ile kurduğu ilişki. Reyhan Özgür, Ağustos 2024’te normal görev süresini tamamlayarak Türkiye’ye dönmüş. Zaten Özgür, şu an ABD topraklarında olsaydı dahi Viyana Sözleşmesi’nin diplomatlara sağladığı dokunulmazlık nedeniyle herhangi bir yargılamaya tabi olmazdı. Ancak şunu da hatırlatmak lazım ki tüm diplomatik ilişkilerin esaslarını belirleyen Viyana Sözleşmesi, ev sahibi ülkeye konuk ülkenin diplomatını ‘persona non grata’ (istenmeyen kişi) ilan etme yetkisi de veriyor.
Reyhan Özgür’ün Eric Adams’ın 2021’deki seçim kampanyasına bağış desteği sağlamak için New York’taki Türkleri koordine ettiği ve Adams’a bedavaya çok lüks Türkiye gezileri organize ettiği iddia ediliyor. Özgür’e atfedilen en önemli rol, Türk Konsolosluğu’nun da içinde bulunduğu Türkevi binasının iskân izni almasını hızlandırmak için Adams’a yapılan maddi jestleri bir baskı aracı olarak kullanmış olması.
Herhangi bir konsolosun, Türk devletine ait bir binanın ruhsat ya da izinlerinin hızlı çıkması için belediye başkanı nezdinde girişimde bulunması yaptığı işin görev tanımında olan bir şey. Amerikan kanunları açısından bunu sorunlu kılansa Adams’ın Türkevi’ne hızla yangın ruhsatı verilmesi için New York İtfaiyesi yetkililerine baskı yapması ve hatta onları işten atmakla tehdit etmiş olması. Adams’ın baskısı üzerine ilk önce “Onay yetişmez, binada 60 kalem eksik tespit ettik” şeklindeki rapor veren itfaiye, bir tür ara belge hazırlamak zorunda kalıyor.
Türk diplomatı ‘al-ver’ potasına sokan o cümle
Türk diplomat Reyhan Özgür’ün 5 Eylül 2021 ile 10 Eylül 2021 arasındaki beş gün içinde Eric Adams’ın kendisi ve danışmanıyla defalarca görüştüğünü anlıyoruz. O görüşmelerden birinde Özgür danışmana “Türkiye onu destekledi, şimdi Türkiye’yi destekleme sırası onda” diyor. Zaten savcıların Türk hükümetinin Eric Adams ile ilişkiyi bir ‘al-ver’ ilişkisi olarak ve rüşvet verdiklerinin bilinci içinde organize ettiğini öne sürmesinin temel dayanaklarından biri de bu cümle.
İddianamede yok ama biliyoruz ki Reyhan Özgür’ün paniğinin sebebi Ankara’nın kendisine yaptığı baskı. Çünkü sadece iki hafta sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu için New York’a geldiğinde Türkevi’nin açılışını yapmak istiyor. Nitekim Erdoğan 20 Eylül 2021’de yangın testlerini henüz geçememiş olan binayı törenle açıyor ki bu kadar detaya o da bugüne kadar belki vakıf değildi. Vakıfsa bile ancak konsolosu takdir etmiştir heralde. Kendi ülkesinde bir talimatla ‘şak’ ve ‘tak’ diye istediğini yaptırabilen bir lider için, başka bir ülkede kendi yaptıklarının çok küçük bir versiyonunun ‘yasadışı’ olarak görülmesi çok da bir şey ifade etmiyor olabilir.
THY New York Müdürü’nün bu rahatlığı nereden?
Öte yandan, Eric Adams Türkevi’nin açılmasının önündeki belge engelini kaldırmanın rahatlığıyla belgenin verilmesinden sadece dört gün sonra, 14 Eylül 2021’de danışmanından Gana’ya kasım ayında yapacağı ziyareti THY ile planlamasını talep ediyor. Zaten iddianameden anlıyoruz ki Adams 2015 yılından beri Türk Hava Yollarını kendi uçak şirketi gibi kullanabiliyor. ABD yasalarında kamu görevlilerine belirlenen harcama limitinin altında kalacak bir bilet kestiriyor, sonra nasılsa THY New York Ofisi’nin eski müdürü Cenk Öcal ‘gerekeni yapıp’ Adams’ın biletini ‘business class’a yükseltiyor. Öcal’ın Adams’ın aracısı Abbasova ile planlama yaparken sergilediği rahatlık ve transatlantik bir uçuş için sadece 50 dolarlık fatura kesmeyi teklif edebilmesinin ne anlama geldiğini görmek için savcı olmaya gerek yok. Belli ki Öcal’a en yukardan “Eric Adams ne isterse halledin” şeklinde bir talimat verilmiş.
Yıllarca süren bu ilişki dinamiği sayesinde Türkiye sadece Türkevi’nin erken hizmete açılmasını sağlamıyor. Adams’ın 24 Nisan 2022’de Ermeni Soykırımı'nı anma niteliğinde bir mesaj yayınlaması engelleniyor.
Adams’ın Gülencilerin ABD’deki toplantılarına katılması da engelleniyor. Tüm bunlar ‘diplomatik başarı’ sayılabilecekken bir siyasetçi ‘satın alınarak’ yapıldığı için ABD devletinin arşivlerinde ‘suç’ kategorisinde istifleniyor. Çünkü Adams’ın ‘Türkiye’ye sempatisini’ satın alanlar yasaları ihlal edip etmediklerine dair delil bırakıp bırakmadıklarını pek de umursamıyor.
Ölçek küçükse rüşvet, rüşvet değil midir?
Bazılarınız Türkiye’yi ve Türkiye’nin bayrak taşıyan havayolunu temsil edenlerin, Eric Adams’a yaptıkları toplamda belki birkaç yüz bin doları ancak bulan ‘siyasi yatırımın’ devede kulak olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Dolandırıcılıkla suçlanan bir iş adamının devletle sorunlarını çözmek için 10 milyon Euro talep edebilen ekran yüzleri tanıdınız. Dolayısıyla da memleketteki rüşvet borsasıyla kıyaslarsanız ABD’deki Adams davasını ‘hafif’ bulabilirsiniz, doğaldır. Ancak ölçek ‘küçük’ diye Adams skandalını yok saymak, Türkiye’de alıştırılmaya çalışıldığımız her türlü kanunsuzluk ve yolsuzluğu artık normalleştiriyor oluşumuzun semptomu olabilir maalesef.
Şöyle sorayım; ABD’nin İstanbul Başkonsolosunun bir İstanbul belediye başkanı adayının kampanyasına maddi destek sağlamak için çeşitli organizasyonlar yaptığı ortaya çıksaydı onu da milletçe hafife alır mıydık?
Öte yandan yine Adams iddianamesinden anlıyoruz ki Türkiye’de kaç türlü karanlık işe karıştığını saymakta zorlandığımız Sezgin Baran Korkmaz da Adams’dan nemalanma furyasına katılmak için epey girişimde bulunmuş. Ocak 2019’da New York belediye başkanlığı için yarıştığı kampanyasına bağış toplama hedefiyle İstanbul’a giden Eric Adams, Hürriyet gazetesinde yazar olduğunu bu soruşturmaya kadar bilmediğim Arda Sayıner isimli kişi tarafından Sezgin Baran Korkmaz ile tanıştırılıyor. Bu arada iddianamede ‘Businessman 1’ olarak kodlanan Enver Yücel’i de Adams’la tanıştıranın Sayıner olduğunu son iki günde yaptığım görüşmeler sırasında öğrendim. Sayıner’in gazeteci mi, PR’cı mı, influencer mı, komisyoncu mu olduğunu çözemedim!
SBK’nın Adams’a 50 bin dolarlık bağışı havada kalmış
SBK’ya dönersek… Başkonsolos Reyhan Özgür, “Kendisi hem ABD’de hem de Türkiye’de şüpheli işlerle anılıyor” diyerek Adams’ın Korkmaz ile yapması planlanan görüşmeyi engellemeye çalışıyor. Ancak Adams uyarıya kulak asmıyor ve Korkmaz ile de görüşüyor. Bu arada, Korkmaz konusunda yerinde bir uyarı yapan Reyhan Özgür’ün, Amerikalı bir siyasetçinin bağış toplamak için Türkiye’ye gitmesinin kendisinin bizatihi ‘yasadışı’ olması konusunda da bir uyarıda bulunmak yerine geziyi kolaylaştırmak için çabalaması dikkate değer. Çünkü bu husustaki ABD yasaları gayet açık; Amerikan vatandaşı olmayan kişiler Amerikan siyasetçilerinin siyasi kampanyalarına 1 dolar dahi bağış yapamaz.
Sonuçta Sezgin Baran Korkmaz, o gezi sırasında vuku bulan görüşmede Adams’ın kampanyasına en az 50 bin dolar verme taahhüdünde bulunuyor. Bunun üzerine Adams ve danışmanı ABD vatandaşı olmayan Korkmaz’ın yapacağı bağışı nasıl kılıfına uyduracaklarını düşünmeye başlıyorlar. Ancak iş uzuyor ve o süreçte Korkmaz hakkında iki ülkede de iddianame hazırlanınca Eric Adams parayı almaktan vazgeçiyor. Hatta iddianameye göre Adams, o tarihlerde ABD’ye gelen ve kendisiyle görüşmek isteyen Korkmaz’a randevu vermiyor.
SBK Linkedin hesabındaki o fotoğrafları neden sildi?
İddianamedeki olay örgüsünü, o tarihlerde çıkan haberlerle paralel biçimde ve dijital ortamda bulabildiğim detaylarla birlikte okumaya çalışırken enteresan bir detaya denk geldim. Sezgin Baran Korkmaz’ın Linkedin hesabında paylaştığı fotoğraflar arasında Brooklyn Belediye Binasında çekilmiş iki kare vardı. Beş sene önce, yani 2019’da yüklenen iki karede de Korkmaz tek başınaydı. Belli ki ocak ayındaki o ilk temastan sonra Korkmaz New York’a giderek Adams ile görüşmüştü. Görüşmüş olmasa fotoğrafların altına neden “Brooklyn Belediye Başkanı’na misafirperverliğinden dolayı teşekkür ederim” yazmıştı? Ya da belki Sezgin Baran Korkmaz ‘nasılsa görüşürüm’ umuduyla makamına kadar gitmiş ama Adams ile görüşememiş ama görüşmüş havası yaratmak için binanın içinde tek başına çektirdiği fotoğrafları yayınlamıştı.
İddianamenin Amerikan basınına bomba gibi düştüğü gün (25 Nisan) Sezgin Baran Korkmaz’ın o fotoğrafları Linkedin sayfasında duruyordu, hatta iki gün daha durmaya devam etti. Ancak 28 Eylül’de o fotoğraflar birden buhar olup uçtu. Sezgin Baran Korkmaz, apar topar sosyal medya hesaplarında bir temizliğe girişmişti. Neyse ki Korkmaz’ın beş yıl önceki o Linkedin paylaşımı silinmeden alınan bir ekran görüntüsüne ulaşmayı başarmıştım!
SBK duruşmasını neden erteletmeye çalışıyor?
SBK dosyasını Türkiye’de yakından takip eden kaynaklarım da Korkmaz’ın sosyal medya hesaplarında yaptığı temizliği fark etmişti. Dahası, Korkmaz’ın avukatları kasım ayında yapılacak duruşmanın dört ay daha ertelenmesi için Utah’taki mahkemeye tam da Adams’ın iddianamesinin açıklandığı 25 Eylül tarihinde dilekçe vermişti.
ABD’deki hukuki süreçlerde yapılan hamlelerin ne anlama geldiğini iyi bilen kaynaklarıma göre, Sezgin Baran Korkmaz’ın hem Adams davasında hem de başka davalarda savcılarla iş birliği yapıyor olması kuvvetle muhtemeldi. Her fırsatta ABD’deki Kingstonlar davasında ‘itirafçı’ olmadığını söyleyen Korkmaz’ın hem Adams davasında hem de belki başka davalarda itirafçı olduğunu düşünmelerinin sebebi ise Korkmaz’ın Fatih Altaylı yayınında sergilediği rahat tavırlar ve yeni iş kurmak için özgürce para harcayabildiğini açıklamasıydı. Hukukçu kaynaklarım, Korkmaz’ın Adams davası kapsamında yapabileceği itirafların ‘fındık fıstık’ düzeyinde kalacağını, bu rahatlığın sebebinin başka bir dosyada itirafçılıktan kaynaklanıyor olabileceğine inanıyor.
Maryland’deki Diyanet Merkezi’ne bağışla ilgili söylentiler
SBK’nın Türkiye’deki dosyasının taraflarına ve hatta Ankara’ya kadar ulaşan bazı söylentilere göre Korkmaz kendi davasının savcılarına, 40 yıl hapis cezası alan ortağı Lev Aslan Dermen’in Maryland’de 2016’da açılan Amerika Diyanet Merkezi’ne 1 milyon dolar bağış yaptığı yönünde bazı deliller vermişti.
Son günlerde duyduklarımın ne kadarının doğru ne kadarının spekülasyon olduğunu orta vadede öğreniriz diye düşünüyorum. Ne de olsa ABD yargısının elindekileri peyderpey, zamanlamasını çoğu zaman günün siyasi atmosferine denk getirerek kamuoyuna açıkladığını Zarrab davasından beri biliyoruz. Açıklanan iddianamelerin gizli tutulan pek çok eki var, gizli eklere dahi eklenmeyen gizli ifadeler var, onlar yeni soruşturmalara dönüşüyor. Hele de o dosyaların içinde Erdoğan Türkiye’si gibi Amerikan kamuoyunun antipatisini zaten çekmiş olan ülkelerin nüfuzlu kişilerine değen taraflar varsa, ABD yargısı ‘zamanlama’ mevzusunu adeta bir silah gibi kullanabiliyor.
‘Bağışçılığı’ kendi dönemlerinde Türkiye içindeki siyasetin de görkemli bir sütunu haline getiren AKP hükümetinin ABD’deki Adams skandalını ‘bundan bir şey çıkmaz’ havasında izlediğinden neredeyse eminim. Ancak kendileri de biliyor ki içinden Sezgin Baran Korkmaz geçen ve henüz varlığını dahi bilmediğimiz başka dosyalar çok ‘can sıkıcı’ olabilir.
/././
Devlet, çalışanların maaşlarından bu yıl yaklaşık 10 milyar lira fazla vergi aldı…-Murat Batı-
Hesaplamada kullanılan “asgari ücret” hatalıdır. İşveren ile devlet lehine ama çalışanın aleyhine olan bu yazılı olmayan uygulama nedense bir teamül haline gelmiş. Normal bir uygulamaymış gibi sorgulanmadan uygulanmakta.
Ücretli çalışan sayısı yaklaşık 26 milyon civarındadır. Bunların bir kısmı kamuda bir kısmı ise özel sektörde istihdam edilmektedir. Bu kişiler ister kamuda isterse özel sektörde çalışsın sundukları emek karşılığı aldıkları ayni ve nakdi bedele ücret adı verilir. Ücrete ilişkin vergileme esasları ise Gelir Vergisi Kanunu m.61 ila m.63’te düzenlenmiştir. Kanun’un bazı maddelerinde de istisna gibi muhtelif düzenlemeler de bulunmaktadır.
Buna göre alınan ücretlerden (brüt) önce SGK işçi kesintisi (yüzde 14) ardından işçi işsizlik fon kesintisi (yüzde 1) yapılır. Kalan tutar ise vergi kesintisinin yapılacağı tutardır. Hani derler ya maaş elimize geçmeden vergi kesiliyor, işte o söylenen kesintinin yapıldığı tutardır ki buna da matrah deniliyor.
Bu matrah üzerinden kesilecek vergi ise tek ve düz bir oran değil, halk arasında vergi dilimi şeklinde ifade edilen bir tarifeyle vergi hesaplanır. Buna literatürde dilim usulü artan oranlı tarife denilir.
Bu tarife, aşağıda da görüldüğü üzere Gelir Vergisi Kanunu (GVK) m.103’te düzenlenmiştir. Normal koşullarda ücretliler için bu tarife aşağıda da göreceğiniz üzere yüzde 15’lik orandan başlar ve yüzde 40 dahil oranda sona erer. Alınan ücret tutarına göre uygulanan vergi oranları da değişiklik gösterebilmektedir.
Buna göre her ay alınan maaştan SGK işçi kesintisi ve işçi işsizlik fonu kesintisi yapıldıktan sonra kalan tutar bu tarifeye tabi tutulur. Her yıl 1 Ocak'tan itibaren alınan ücretler toplanarak (kümülatif) tarifeye tabi tutulur ve böylece alınan maaşa bağlı olarak yıl içinde üst dilim(ler)e geçilebilmekte.
Ancak hesaplanan (kesilen) bu vergi, ödenecek vergi değildir. Bu vergiden ayrıca asgari ücrete kadar gelir ve damga vergisi istisnası olduğu için asgari ücret tutarı üzerinden hesaplanan gelir vergisi çalışanın maaşından yapılan vergi kesintisinden mahsup edilerek daha az vergi ödememizi dolayısıyla elimize daha fazla ücret geçmesini sağlamaktadır.
Bu oldukça yerinde bir uygulama. Hatta bu yolla 2024 yılında Hazine 590 milyar lira vergi alacağından vazgeçmiştir.
İyi de sorun nerede?
Buraya kadar her şey güzel lakin hesaplamada kullanılan “asgari ücret” hatalıdır. İşveren ile devlet lehine ama çalışanın aleyhine olan bu yazılı olmayan uygulama nedense bir teamül haline gelmiş. Normal bir uygulamaymış gibi sorgulanmadan uygulanmaktadır.
Şöyle ki, asgari ücrete kadar gelir vergisi istisnasını düzenleyen Gelir Vergisi Kanunu m.23/18’inci bentte "asgari ücrete kadar olan ücret” ifadesi bulunmaktadır.
Ancak ülkemizde asgari ücret aylık değil günlük hesaplanır. Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesi asgari ücreti; “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti..” olarak tanımlamıştır.
Örneğin 2024 yılında uygulanacak asgari ücret tutarını Resmi Gazete’de ilan eden Asgari Ücret Tespit Komisyonu, Kararında da aylık değil günlük tutarı ilan etmiştir. Kararda “işçinin bir günlük normal çalışma karşılığı asgari ücretinin: 01.01.2024 - 31.12.2024 tarihleri arasında 666,75 TL” olduğu yazılmış. Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararında geçen günlük tutar da brüt tutardır. Önceki tüm asgari ücret ilanlarında da aylık değil günlük ilan edilmiştir.
Buna göre sadece asgari ücret geliri elde edenlerin ücretleri hem gelir hem de damga vergisinden istisna edilerek herhangi bir vergi ödemelerinin önüne geçilmiştir. Ayrıca asgari ücretten fazla gelir elde eden ücretlilerin de net asgari ücrete kadar olan ücretleri hem gelir hem de damga vergisinden istisna edilmiştir.
Ancak istisna edilen tutar esasında SGK matrahı üzerinden hesaplanan tutardır; gerçek asgari ücret değil. Ve bu durum hem fazla gelir ve damga vergisi ödenmesine hem de SGK ve iş mevzuatı açısından ciddi hak kayıpları doğurmaktadır.
Asgari ücret aylık ya da yıllık değil günlük ödenen bir bedeldir. Yapılan hesaplamalara bakıldığında her ay 30 gün olarak dikkate alınmaktadır. Çünkü 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88’inci maddesi uyarınca her ay 30 gün olarak dikkate alınmaktadır. Yani SGK matrahı ile brüt ücret aynı algılanmaktadır. Bu yazılı olmayan kural çalışana ciddi hak kayıpları yaratmaktadır.
Buna göre 2024 yılı için açıklanan brüt asgari ücret 20.002,50 TL’dir ama bu tutar gerçekte SGK matrahıdır, aylık brüt asgari ücret tutarı değildir. 2024 yılında 31 gün ile biten ay sayısı 7’dir. Yani 7 ay 31 gün ile bittiği için bu yedi ayda çalışanların maaş bordrolarında -özellikle vergi yönüyle- hata yapılmaktadır.
Şöyle ki GVK m.23/18’de yer alan “ödemenin yapıldığı ayda geçerli olan asgari ücretin aylık brüt tutarından işçi sosyal güvenlik kurumu primi ve işsizlik sigorta primi düşüldükten sonra kalan tutarına isabet eden ücretleri” fıkrası uyarınca gelir vergisinden istisna edilecek tutar “…aylık brüt tutarından…” ifadesi gereği “brüt asgari ücrete” isabet eden tutardır, “SGK matrahına” isabet eden tutar değildir.
Bu nedenle asgari ücretten fazla ücret alan herkes fazla vergi ödemektedir. GVK m.23/18’de yer alan “…aylık brüt tutarından…” ifadesi gereği “brüt asgari ücrete” isabet eden tutarın istisna edilmesi gerekmektedir. Ancak uygulamada nedense aylık 30 güne isabet eden yani SGK matrahı kadar olan kısım istisna edilmektedir.
Gelir vergisi açısından istisna edilen tutar her ay için 17.002,12 TL’dir. Oysa asgari ücretin gerçek tutarı doğru saptansa -2024 yılında 31 gün ile biten ay sayısı 7 olduğundan- ortalama 709 TL’ye yakın yıllık fazla gelir vergisi ödenmemiş ve dolayısıyla da çalışanın cebinden aynı tutar eksilmemiş olacaktır. 2024 yılında yaklaşık 26 milyon ücretli çalışan var ve bunun yarıya yakını asgari ücretli olduğunu ve kalanının ise asgari ücret üstü ücret aldığını varsayarsak; 709 lirayı asgari ücretin üstünde ücret elde eden kişi sayısıyla çarparsak 2024 yılında yaklaşık 10 milyar lira fazladan gelir vergisi alınmış olacaktır.
Özetle GVK m.23/18’de düzenlenen asgari ücret istisnası tutarını SGK matrahı gibi düşünüp eksik istisna yapılıp dolayısıyla da fazla vergi alınmaktadır. Bu durumun tez elden düzeltilmesi gerekmektedir.
/././