Türkiye'deki iktidarlar Avrupa'daki işçilerin sorunlarının çözümünü dinde gördü.
İslamcıların Almanya başta olmak üzere Avrupa ’daki yükselişini tam olarak anlamak için öncelikle şu soruların yanıtlarını bilmemiz gerekiyor:
“- Avrupa ’da en az 50 yıllık bir geçmişi olması nedeniyle çok geniş alana yayılmış, tüm kurumlarıyla işçiler arasına yerleşmiş, var olan kuruluşlarını daha da etkinleştirmiş ve her yaşta yüzbinlerce insanımızı etkilemeyi başarmış Türkiye kökenli İslamcı akımların yükselişindeki etkenler nelerdi?
- İslamcılar Avrupa ’yı adım adım arşınlarken Türk devleti ta başından bu yana nasıl bir gaflet gösterdi?
- Federal Almanya’da İslamcı oluşumların başlaması ile birlikte Türkiye’deki gruplaşmaların bu ülkeye de sıçraması sonucu, önce beraber olan dini kuruluşların kendi aralarında baş gösteren bölünmelerde neler rol oynadı ?
- Tüm Avrupa'da çocuk , ergen, yaşlı binlerce Türkiye kökenli insan dini yayınlar okur hale getirildi ?
- Özel , devlet yardımları yanında öğrenci başına yılda binlerce Avro yatılıokul paraları alan , ayrıca Türk işadamlarından maddi bağış kabul eden cemaatler vurgunu nasıl vurdu? Özellikle işçileri adeta nasıl haraca bağladı?
- Çoğu mağdur tanıklar neler söylüyor?”
Yumurta sevk eder gibi işçi sevki!
Yumurta sevk eder gibi işçi sevki!
Dizide bu bağlamlarda refrerans alınacak usta gazeteci yazar Metin Gür’ün yıllara varan çalışması “Avrupa’da İslamcı Örgütler-Türkiye Kökenli” de (Evrensel Basım Yayın) işçi-gurbet-İslamcı düzlemlerinde derinleşiyor.
Türkiye kökenli İslamcı kuruluşların Almanya’ya gelişlerine ve yayılışlarına kaynaklık eden olaylara odaklanılan inceleme, Türkiye’den, Federal Almanya’ya yumurta sevk eder gibi işçi sevk edilmesinin anımsatılmasıyla başlıyor. İş ve yaşam koşullarının baskısı altında olan işçilerin çektiği sıkıntılar, Köln’de ünlü Dom Kilisesi’nde kılınan bayram namazı, Ford Fabrikası’nda çalışan işçilerin domuz ahırında yıllarca kalışları, tanıkların dilinden aktarılıyor.
Koşutunda Türk İslam kuruluşlarının gelişimi ortaya konulurken çeşitli haber ve söyleşiler eşliğinde, eğitim kılığında din adına yapılan siyasal beyin yıkamanın ayrıntıları masaya yatırılıyor. İslamcıların gelişimleri ortaya konulurken kendi aralarında bölünüşleri de genişçe irdelenen bir diğer başlık.
Evet, her şey, İslamcıların deyişiyle “gâvur toprakları”na 1961’de gelinmesiyle başladı. Türkiye’den Federal Almanya’ya resmi işgücü göçünün kapısı, her iki ülke tarafından 30 Ekim 1961’de imzalanan “İşgücü Anlaşması” ile açıldı. Açılış o açılıştı!
Almanya ekonomik nedenlerle Türkiye’den gelen birinci kuşak işçileri karşılarken, bu işçilerin geleceği için düzenlenmiş iki sayfa Türkçe-Almanca Çalışma Mukavelesi’nin dışında hiçbir plan yoktu.
Öyle ki işçiler için, sadece önlerini görecek kadar, yarı tutsak muamelesi yapılarak bir yıl olmadı en çok iki yıl kalış zamanı biçilmişti. Olur da işçi gereksinimi baş gösterirse de çözüm “basit”ti; Türkiye satıcı, Almanya alıcıydı! Nasılsa gelenler geri gider, yenileri aynı koşullarda gelirdi! Bu durum ikili anlaşmalarda da yarı açık yarı kapalı şekilde yer aldı.
Uzun vadede evdeki hesap çarşıya uymadı. Üzerlerinden silindir gibi geçen zaman gösterdi ki Türk işçisi rakipsizdi. Kalifiye, genç ve sağlıklıydı. Aza kanaat edip çok çalışıyor, iyi üretiyordu. Bu özellikleri nedeniyle Türk işçilere Hollanda, Belçika, Fransa ve Avusturya’dan da büyük talep oluşması şaşırtmadı. İş ve İşçi Bulma Kurumları dolup taşıyordu. Haftada iki kez İstanbul-Sirkeci Garı’ndan kara trenle Münih’e özel işçi seferleri başlamıştı.
Uyum-İslam hattı
Uyum-İslam hattı
Yıpratıcı yılların ardından birinci nüfus kök salmış, ikinci, üçüncü kuşağa doğru yol alınmıştı. Türkiye’de “Alamancı”, Almanya’daki Türkler arasında “gurbetçi”, Almanlar tarafından önce “Gastarbeiter” (misafir işçi), daha sonra “Auslaender” (yabancı) sayılan Türklerin şu anki konumu ise artık “Mitbürger”di (hemşeri). Pek çoğu artık birer işverendi de. Her iki ülke ekonomisinde hatırı sayılır bir yere sahipti üstelik.
Fakat o anlara kolay gelinmedi. Zira sadece uyum konusu değil, İslam konusu da vardı! Bu durumdan “ince ince” hesaplarla nemalanmayı becerecek başta devlet olmak üzere muhtelif grup ve cemaatlerin harekete geçmesi hiç de uzun sürmeyecekti.
Metin Gür, “Avrupa’da İslamcı Örgütler-Türkiye Kökenli” adlı çalışmasında, tam bu noktada “devreye giren” İslamcıların yükselişini tüm süreçleriyle büyüteç altına alıyor.
Avrupa’da en az 50 yıllık bir geçmişi olması nedeniyle çok geniş alana yayılmış ve her yaşta yüz binlerce insanı etkileyen Türkiye kökenli İslamcı akımların ipliğini pazara çıkarmak, yıllarını almış Gür’ün. Hepsini tanıkları ve belgeleriyle okuyoruz, hiçbir şey havada değil!
Türk devleti, sorunların çözümünü dinde gördü
Türk devleti, sorunların çözümünü dinde gördü
Bir anlamda devletin gafletiyle başlıyor okuma. Şöyle ki: Türkiye’de iktidar olan her parti, Almanya ve Avrupa’daki işçilerin tüm sorunlarının çözümünü birinci derece dinde gördüğü için, dini kullanmaya, zaten siyasallaşmış Diyanet’i etkisi altına almaya özen gösterir. Kimi oy için, kimi rant için Avrupa yollarına düşer. Kimileri de Türk milliyetçiliği ile adımlar Avrupa’yı.
Dolayısıyla tüm kurumlarıyla işçiler arasına yerleşen İslamcılar Avrupa’yı adım adım arşınlarken onları bir güzel destekleyen Türk devleti hatasının farkına vardığında artık “geçmiş olsun”dur. İslamcılar ortalıkta fink atmaktadır!
Dolayısıyla tüm kurumlarıyla işçiler arasına yerleşen İslamcılar Avrupa’yı adım adım arşınlarken onları bir güzel destekleyen Türk devleti hatasının farkına vardığında artık “geçmiş olsun”dur. İslamcılar ortalıkta fink atmaktadır!
Dönemin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in, 1994’te Federal Almanya’da “Türk Kimliği” konulu bir dizi konferans vermek amacıyla Köln’de bulunduğu sırada Metin Gür’e yaptığı saptama itiraf gibidir:
“Almanya’daki, Avrupa’daki vatandaşlarımıza şimdiye kadar daha çok hacı, hoca göndererek morallerini takviye etmeye çalıştık. Ama onların aklına, bilincine, bilgisine yardımcı olacak kaynakları sağlamalıydık.”
Camiler para basıyor!
Camiler para basıyor!
1968-1970 arasında Federal Almanya’daki cami sayısı üçü geçmez. O dönemde siyasal İslamcı akımlar çok ağır gelişir. Berlin, Münih ve Aachen kentlerinde kurulan ve minaresi olan cami dernekleri vardır. Berlin hariç, bunlar da, Mısırlı Müslüman Kardeşler’in, bu kökten gelerek Federal Almanya’da okuyan öğrencilerin aktif olduğu camilerdir.
O yıllarda, çoğunlukla Türkiye’nin dini inançların etkisinin yüksek olduğu yoksul, kırsal yörelerinden gelen Türkler, ibadetlerini kaldıkları işçi yurtlarında, kimi fabrikaların tahsis ettiği salonlarda yapar.
O yıllarda, çoğunlukla Türkiye’nin dini inançların etkisinin yüksek olduğu yoksul, kırsal yörelerinden gelen Türkler, ibadetlerini kaldıkları işçi yurtlarında, kimi fabrikaların tahsis ettiği salonlarda yapar.
Bugün ise Federal Almanya’nın her köşesinde camiler var. Arsalar alınıp lüks camiler yapılıyor, eski ardiyeler, iflas etmiş fabrikalar onarılarak cami haline getiriliyor. Bu amaçla harcanan paralar yüz milyonlarca Mark ve Avro’yla ifade ediliyor.
Helal domuz!
Helal domuz!
Camilerin giriş bölümlerinde meyve, sebze, zeytin, ekmekten tutun CD’ye kadar her şey satılıyor. Cami hocaları “Faiz almak, fazla kâr etmek haramdır” dese de bu anlayış buralarda geçerli değil. Cami üyesi olmak kimi sıradan vatandaş için kârlı bir bağlılık değilse de, işini bilen için çoktan köşeyi dönmenin, zengin olmanın bir yolu olmuş.
Yöntem ise hemen hiç şaşmıyor! Gözü açık olan zevat, bir bakkal dükkânı açıyor mesela; biraz da camide tanındı mı, cemaat oraya “din kardeşimiz” deyip akın etmeye başlıyor. Bir de cami hocasıyla arayı bulmuşsa cuma günü duyurusunun yapıldığı bile vaki. Bu nedenle Almanya’da camilerin açtığı bakkalların müşterisi bol! Tatil, bayram bakmıyorlar, cumartesi, pazar da açıklar.
Bu bakkallardan bazılarında “helal et” adı altında Arjantin’den, Avustralya’dan gelen dondurulmuş etler satıldığı biliniyor! Hatta 2000 Kasımı’nda, Helal Gıda Sertifikası olan İtikat adındaki İslamcı firmanın sucuk, salam ve sosislerinden domuz eti çıkmasının kopardığı gürültü hâlâ hafızalarda.
İslam kuruluşları ilk Köln’de bölünde
Bu bakkallardan bazılarında “helal et” adı altında Arjantin’den, Avustralya’dan gelen dondurulmuş etler satıldığı biliniyor! Hatta 2000 Kasımı’nda, Helal Gıda Sertifikası olan İtikat adındaki İslamcı firmanın sucuk, salam ve sosislerinden domuz eti çıkmasının kopardığı gürültü hâlâ hafızalarda.
İslam kuruluşları ilk Köln’de bölünde
İncelemesinde Almanya’da Türkiye kökenli işçilerin göç tarihinde en önemli kentin, Ford otomobil fabrikası (12 bin 550 Türk işçisiyle sayısal anlamda zirvededir), cam fabrikası, kablo fabrikası, traktör fabrikası ve çikolata fabrikasıyla, 60’ların başından itibaren on binlerce işçiye ekmek kapısı olan Köln olduğunu vurguluyor Metin Gür.
Aynı saptamayı İslamcı kuruluşların Avrupa’daki kaderi için de yapıyor. Zira ilk mescidin açıldığı kent de Köln, Çalışma Bakanlığı’nca, din hizmetlerini de sürdürmek için, ilahiyat ve yüksek İslam enstitüsü mezunu olanlardan “Sosyal Hizmet Ataşesi” adı altında uzmanları yolladığı kent de. Ünlü Köln Dom Kilisesi’nde bayram namazı kılınan kent de...
Türkiye kökenli İslam kuruluşlarının ilk bölünmeleri de burada başlamış. Tüm Avrupa’da aynı çizgide İslamcı kuruluşların oluşmasına öncülük eden, Almanya’da konuşlu Türkiye kökenli üç büyük İslam kuruluşu; İslam Kültür Merkezleri Birliği (İKMB), İslam Toplumu Milli Görüş (İGMG) ve Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) genel merkezleri Köln’de bu nedenle.
Almanya’dan İşçi ve İslam Manzaraları
‘Soyduranlar Müslüman, soyanlar da Müslüman!’
- Cemil Kurtman… 21 yıl maden işçiliği yapmış. 84’te Milli Görüşçü olmuş. Dişinden tırnağından biriktirdiğini İslamcılara kaptırmış. Oraya buraya aidat ödemekten bir hal olmuş!:
“Bizim Yeşil Cami ile bir problemim yoktu. Ama bazı olaylar canımı sıkıyordu. Bir partiye süvari parası, bilmem ne parası!.. Sonra bir holding meselesi çıktı. 500, 1000 artık ne verirsen. 250 Mark’tan aşağı yoktu. Süvari parasının ne anlama geldiğini vallahi bilmiyordum. Partiye yardım parası.. Herhalde anlaşılmaması için böyle dediler.
Milli Görüş Genel Merkezi’ne üye yaptılar, dayanışma parası ödedim, Milli Gazete’ye abone yaptılar sonra. Genel merkeze üç ayda bir 60 Mark veriyordum. Toplantılara git gel bunlar da hep paraydı.
Salonlarda holdinglerin reklamları oluyordu. Bir hoca ağabeyimiz vardı. ‘Holdinglere yardımcı olun’ diyordu. İyi, tamam yardımcı olduk. 1993’te Kombassan’a 64 bin Mark verdim. Kâr olarak hiçbir şey almadım. Kanal 7 için para verdim. Güya bunlar İslamcı, Milli Görüşçü. Soyduranlar Müslüman, soyanlar Müslüman!
‘Şimdi Milli Görüşçü değil, elhaümdülillah Müslümanım’
‘Şimdi Milli Görüşçü değil, elhaümdülillah Müslümanım’
Şimdi Milli Görüşçü değil de, elhamdülillah Müslümanım. 2000’de holding meseleleri çıkınca bunlarla manevi bağları değil de maddi bağları kopardım. Ta 60’lardan beri burada Türk devleti suçludur. Çünkü öteki ülkeler Almanya’ya işçi gönderirken papazlar da yolladılar. Türk hükümetleri bunu çok geç yaptılar.
Erbakan’ın çok hoşuma giden ama sonu hiç hoşuma gitmeyen bir sözü var: ‘Ver deyince vereceksin, ol deyince olacaksın!’ Bize de ‘Ver!’ dediler verdik, ‘Ol!’ dediler olduk. Onları Allah’a havale ediyorum.
Erbakan’ın suçsuz olduğuna kesinlikle ve kesinlikle imanım gibi inanmıyorum!.. 1986 ya da 87’de Köln’de Milli Görüş Genel Merkezi’nde bir feniğin hesabını soran adam, başta Harun Ataç olmak üzere Osman Yumakoğulları’nın, Mehmet Ali Cengiz’in holding patronu olmalarına bu kadar müsaade eden bir adam manevi olarak ‘Ben suçsuzum’ diyorsa vallaha bu çok çok ağır bir söz.”
‘Tayyip için ağlayan Müslümanlar soyuldu’
‘Tayyip için ağlayan Müslümanlar soyuldu’
Bu arada Tayyip Erdoğan’ı MSP’nin, RP’nin içinde iken 84’ten bu yana tanıdığını söylüyor Cemil Kurtman. Ve açıyor ağzını yumuyor gözünü:
“Zamanında gerçek Tayyip’ler bizdik. Onun İstanbul belediye başkanı olabilmesi için bütün Avrupa’dan, Almanya’dan para toplandı. Hiç gitmediyse bizim Yeşil Cami’den 35 bin Mark para gitti; bu inşallah geleceğin de başbakanı olur gibilerden... Ben 800 Mark verdim.
Şimdi gerçek Tayyipçiler sahtekâr oldu, sahte Tayyipçiler de hakiki Tayyipçi oldu. İşin en acı tarafı bu. Niye? Tayyip Erdoğan Bolu’da mı bir yerde trafik kazası geçirince, Milli Görüş teşkilatlarında bütün cemaat camilerde Kuran okudu, dua etti. Ya ağlayanlar, sızlayanlar! Onun için ağlayan sızlayan Müslümanlar soyuldu.
Şimdi gerçek Tayyipçiler sahtekâr oldu, sahte Tayyipçiler de hakiki Tayyipçi oldu. İşin en acı tarafı bu. Niye? Tayyip Erdoğan Bolu’da mı bir yerde trafik kazası geçirince, Milli Görüş teşkilatlarında bütün cemaat camilerde Kuran okudu, dua etti. Ya ağlayanlar, sızlayanlar! Onun için ağlayan sızlayan Müslümanlar soyuldu.
Tayyip Hannover’e geldiğinde, holdinglere çarpılan bir grup olarak derdimizi anlatmak için gittik. Toplantı salonuna zorla girdik. Derdimizi anlatmak şöyle dursun, bir süre sonra bizi dışarı attılar.”
‘Dernekler yokken Alevi, Sünni, Kürt ayrımı da yoktu!’
‘Dernekler yokken Alevi, Sünni, Kürt ayrımı da yoktu!’
- Rıza Yıldız... Yozgatlı. 1971’de gittiği Fransa’da, bir atölyede işçilik yapmış. Allah’ın adını dilinden düşürmeyen bir din simsarının Almanya’ya götürmek vaadiyle işçilerin epey bir parasını çarptığına şahit olmuş. Sonra Almanya’ya istek yaptırtıp Wuppertal’e bahçe işçisi olmuş. O dönemde kentte cami ya da mescit yokmuş. 30 kişi gibi bir cemaatle yurtlarda veya ardiyelerde kılmışlar namazlarını. Kısa sürede sayı seksene ulaşınca, yer yetmez olmuş. Aynı dönemde o bölgede cami açma dönemi başlamış. Tarikatlar kente el atınca kısa sürede sosyal hayatta işin rengi değişmiş!
Aynen şunları söylüyor Yıldız:
“Dernekler olmadan önce insanlar hep gidip gelirlerdi. Anadolu halkı, Alevi, Sünni, Kürt ayrımı yoktu. Hanımlar börek çörek yaparlardı, bizde ocakbaşı sohbet yapardık. Otururduk, yenilir içilirdi; hanımlar bir yerde, aynı odanın içinde.
Bana göre, camiler ve dernekler kurulduktan sonra insanlar birbirinden koptu. Sonra da bir kirli el geldi, herkesin camiye gitmesini mecbur eder gibi Wuppertal’de bir gelişme oldu.
Buraya ilk önce Milli Görüş ve Kadiri tarikatı el attı. Özellikle tarikatlara bağlı camilerde kadınların, kızların başlarını zorla kapatma baskısı olduğunu söyleyebilirim. Bu tip davranışlar 77-80’li yıllarda başladı. Ondan önce birbirimize bağlılık ve güven vardı. O güven ortamı kalmadı.”
Buraya ilk önce Milli Görüş ve Kadiri tarikatı el attı. Özellikle tarikatlara bağlı camilerde kadınların, kızların başlarını zorla kapatma baskısı olduğunu söyleyebilirim. Bu tip davranışlar 77-80’li yıllarda başladı. Ondan önce birbirimize bağlılık ve güven vardı. O güven ortamı kalmadı.”
Cumhuriyet
9 Ağustos 2013