22 Eylül 2013 Pazar

Mal Bu, Malzeme Bu! - Mine Kırıkkanat.

Geçen cuma günkü Cumhuriyet’in 3. sayfa manşeti, Türkiye’de artık kanıksamış olmamız gereken, ama kanıksayamadığımız bir dehşet haberiydi:“Adana’da katliam”.
18 yaşında bir genç kız, hem kendinden 10 yaş büyük, hem de evli ve iki çocuk babası bilmem kime kaçmış, hamile kalmış. Eh, hiç hoş bir durum değil. Hangi baba olsa isyan eder. Uygar bir adamsa, kızını reddeder, ömür boyu konuşmaz, acısını içine gömer, hatta üzüntüden ölebilir. Uygar değilse, katliam yapar.
Bizim ellerdeki “erkek” ve “baba” figürü, geniş genelinde ikinci şıkka uygun olduğundan, bu genç kızın babası da geleneği bozmamış; hem kaçan kızını, hem kaçtığı adamı, üstüne komşusu ve komşunun oğlunu da öldürüp, kendisi de intihar etmiş.
Erkeğin, kadın vajinasını namus zulası olarak kullandığı bir toplumda, dehşet mehşet; ama Adana’daki katliam, gerekçesi anlaşılana kadar olağan kabul edilebilir. Olağandışılık, gerekçesinde:
Baba, kızını kaçtı diye değil, kaçtığı adam evli ve iki çocuklu diye de değil; kızına karşılık istediği 20 bin lira başlık parasının tamamı değil de 15 bini ödendi diye yapıyor katliamı. Derdi ne kızının, zaten ne de kendi namusu. Evladının satışından alacaklı olduğu 5 bin lira.
İster para, ister namus odaklı olsun, bu ülkede her gün, her gerekçeyle atılan dayaklara, işlenen cinayetlere, yapılan katliamlara; ekleyin cinsel içerikli suçları ve kafadan çok genital organların konuştuğu siyasal tartışmaları...
Memleket malı bu.
***

Bu malı, böyle biçimlendirmek için elbet özel bir malzeme ve özenli bir eğitim gerek. Onu da zaten sağlaması gereken kurum, Milli Eğitim Bakanlığı mebzul miktarda sağlıyor.
MEB, benim kulağımda şiir yankısından çok yabancı dilden çevrilmiş nesir etkisi bırakan devrik tümce yazarı Cahit Zarifoğlu’nun adına, salt İslamcı şair olduğu gerekçesiyle okul açıyor. Bakan Nabi Avcı, ikinci sınıf çocuklarına yazarın Afganistan’a Sovyet müdahalesi konulu “Ağaç Okul” şiir kitabını dağıtıyor:
“Uzak ülkelerden Müslüman çocuklar rica ederim savaşmaya gelin. Ablam gelinliğini çıkardı çeyizinden sargı yaptı mücahitlerin yaralarına. Siz de oradan rica ederim savaşmaya gelin. Harçlıklarınızı hiç olmazsa mermi alalım diye yollayın bize. Babam nişan yüzüğünü bile götürdü mermiler getirdi. Rica ederim, siz de oradan bir şey yapıp savaşmaya gelin.”
Böyle şiir düzenin, şair düzeni de şöyle oluyor:
“Adı Gülbeddin Hikmetyar, liderimiz bizim. Allah adıyla konuşur, Allah için savaşır en önde. Ona zor değil kafasını kırmak zalimlerin, daha çocukken başladı bu işe. Az yer, az uyur, örgütleyicidir, azimli gerçekçidir. Seviyoruz tüm ülke gibi biz küçük mücahitler de onu.”
***

Peki, Sovyet işgali olmayan Türkiye’de kime cihat açmalı, çocuklar? MEB, onun malzemesini de okullara “tavsiye ettiği” Ömer Asım Aksoy’un, açıklamaları özünden beter Atasözleri Sözlüğü’*yle tamamlıyor:
“Tarlayı düz al, kadını kız al.
On beşindeki kız ya erde gerek ya yerde.
Erkeğin şeytanı kadın.
Gelin olmayan kızın vebali amcasının oğluna.
Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün…”

Yukarda verdiğim mal ve malzeme örneklerine, ekleyin görüp yaşadıklarınızı, sonuç açık: Bireysel cinnetten toplumsal cinnete geçmeye çeyrek var.
Ve bizler, ülkenin bu mal ve bu malzemeyle karılan vahşi geleceğine inat; hâlâ uygar çocuklar yetiştirmeye çalışıyor, o güzel çocukların insanca bir yaşam sürmesi için çabalıyoruz.
Başarabilir miyiz?
Bilmiyorum.
*Odatv.com
G NOKTASI
Alman ordusunun 1915’ten 1945’e kadar kullandığı çelik miğferlere“Stahlhelm” denir ve çeşitli versiyonları vardır. Almanlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk askerleri için bu miğferlerin “namaz kılarken alnı secdeye değebilsin” diye siperliksiz olan M18 tipini üretmişler, ama sadece 1500 adedini müttefik Osmanlı ordusuna teslim edebilmişlerdir. Yenilince teslimi yasaklanan 5000 adet M18 (M harfinden Müslüman tipini anlayınız), 1919 yılındaki Berlin ve Münih ayaklanmalarını bastıran Freikorps birliklerine dağıtılmıştır.
Dünkü Yurt gazetesinin haberine göre, meğer TSK’nin 1976’dan beri kullandığı Amerikan miğferleri bizim askerlerin antropometrik kafa kalıbına uymuyor, dengesiz duruyor, öne düşüyor, baş ağrısı yapıyormuş. TSK, şimdi miğfer kalıplarını Türk antropometrik kafa ölçülerine göre yeniden düzenliyormuş.
Bence hiç zahmet etmesinler, NATO’ya bağlı bir ordunun kafasında “milli”miğfer zaten durmaz!
TSK, arasın tarasın, Almanya’nın Osmanlı’ya teslim edebildiği 1500 adet Müslüman tipi Stahlhelm’lerden birini bulup kalıbını çıkarsın. Çünkü çelik miğfer tasarımında hiçbir ordu, Almanların eline su dökemez.
2013 Türkiye’sindeki kafaların, gelişe gelişe 1918’deki kafaya eriştiği düşünülecek olursa, Yeni Osmanlı askerlerinin kafasına, zaten “alnı secdeye değecek” biçimde tasarlanan M18 miğferi cuk oturur. 

“Adem’den bu yana çok az sayıda iki ayaklı erkek adını hak etti.”
MARGUERITE YOURCENAR

Mine Kırıkkanat

22 Eylül 2013 - Cumhuriyet

15 Eylül 2013 Pazar

TV Kanallarında Ekonomi Programları- ÖZTİN AKGÜÇ

Hemen hemen her TV kanalının, farklı isimler altında da olsa ekonomi programı var. Rakamlar, grafikler, şekiller, sunucular; çoğu zaman programlara çağrılan akademisyenler, işadamları, borsacılar, bankacılar, uzman diye tanıtılan kişilerle de süsleniyor, çekici belki de etkili hale getirilmeye çalışılıyor.
Kişi böyle bir programı izlerken ne bekler? Gelişmeler hakkında bilgi edinmek, gelişmelerin nedenlerini öğrenmek, geleceğe ilişkin öngörüleri açıklamaları dinlemek, belki bu öngörüler, açıklamalar ışığı altında geleceğe dönük kararlar almak.
Bu tür programlar, kendilerinden beklenen işlevleri ne ölçüde yerine getiriyor? İzleyicilere yarar sağlıyor mu? Bu tür soruların yanıtları farklı olabilir.
Bilgi verirken ne öz ne ayrıntı, bu konuda sağlıklı bir ayırım yapılmalı, bazı rakamlar saklanır ya da geri plana itilirken detaya boğulunmamalıdır. Nesnel davranmama, yanlı tutum daha rakamlar verilmeye başlanırken bile gözlemlenmektedir. Bazı çevrelerin, hükümetin hoşuna gitmeyecek rakam ve bilgiler ya verilmemekte ya da üstünkörü geçiştirilmekte, buna karşın olumlu görülebilecek veriler, bilgiler vurgulanmakta hatta abartılmaktadır. Olumsuz bir veri ya da rakam geldiğinde, olumsuzluk geleceğe ilişkin iyimser bir yorumla dengelenmektedir.
Ekonomimizde BİST (Borsa İstanbul) çok önemli yer tutuyormuş gibi, borsadaki gelişmelere geniş yer ayrılıyor. Bakıyorum fiyatlar hakkında bilgi veriliyor, ancak işlem hacmine değinilmiyor ya da ayrıntılı bilgi verilmiyor. Borsadaki gelişmeleri, bir öncü gösterge olarak kabul eder ve kanıtlarsanız, bu bilgilerin geleceğe ilişkin tahminler açısından bir değeri olur. Ayrıca işlem hacmindeki gelişmelerle destekli bir fiyat hareketi analiz açısından anlamlıdır.
Ekonomide reel ilişkiler, bu bağlamdaki gelişmeler ışık tutucudur. Parasal gelişmeler, çoğu ekonomistin vurguladığı gibi bir peçedir. Bu peçeyi kaldırıp ardındaki gelişmeleri görmek, açıklamak gerekir.
Ekonomiyi bir bilim olarak kabul ediyorsanız, neden-sonuç ilişkisini, illiyet bağını kurmamız gerekir. Nedenleri irdelemeden, açıklamadan yalnız sonuçlar üzerinde durmak yeterli olmuyor. Kaldı ki sonuçlar da ancak nedenlerine göre değerlendirilebilir. Aynı sonuç nedenine göre başarı olarak görülebileceği gibi başarısız olarak da nitelendirilebilir.
Geleceğe ilişkin tahminler, öngörüler yapılırken bunların gerek nitel, sayısal gerek kuramsal dayanakları da verilmelidir. Ekonomideki olumsuz gidişin her açıdan görünür hale geldiği günümüzde, bazı çevrelere şirin gözükmek en azından istenmeyen kişi durumuna düşmemek ve karamsarlık boyutlarını dağıtmak için, bazı programlarda geleceğe ilişkin olumlu tahminler ortaya atılıyor. TL değer yitirirken, borsa düşerken, TCMB’nin rezerv kaybı büyürken, bilançolar bozulurken Türkiye büyüme açısından diğer ülkelerden ayrışıyor. Diğer gelişmekte olan ülkelerde büyüme hızı düşerken Türkiye’de büyüme hızlanacak imajı yaşatılmaya çalışılıyor. Niçin Türkiye ekonomisi bu yıl geçen yıllara göre daha hızlı büyüyecek?
Bunun nedenlerini üretim ve harcamalar açısından ortaya koymak, desteklemek gerekir. Özel tüketim harcamaları mı artacak? Özel kesim yatırım harcamaları mı hızlanacak? Kamu harcamaları mı genişleyecek? İhracat hızlı artarken, ithalat mı azalacak? Ne olacak da Türkiye ekonomisi 2013 yılında daha hızlı büyüyecek? Nedenlerinin açıklanması gerekiyor.
Diğer bir konu fiyat artış hızı... Fiyat artış hızının yılın son çeyreğinde durağanlaşacağı hatta düşeceği ileri sürülüyor. Niçin? Ulusal parasının değeri kısa sürede yüzde 15 azalmış, piyasa faiz oranı nerdeyse katlanmış böyle bir ekonomide fiyat artış hızı niçin yavaşlasın? Kaldı ki geçen yıl, yılın son iki ayında fiyat artış hızı sırasıyla yüzde 0.58 ve yüzde 0.38 gibi çok düşük düzeylerde kalmıştı. Bu yıl özellikle yılın son aylarında baz etkisinin de olumsuz olacağı kesin.
Bir ekonomi programının bilgi verme, açıklama, olaylar arasında ilişki kurma, geleceğe dönük sağlıklı öngörülerde bulunma açısından yararı olmalıdır. Programlara konuk olarak işadamları, akademisyenler, uzmanlar, yöneticiler katılıyor. TV’lerdeki diğer programlarda olduğu gibi, ekonomi programlarında da icazetli, onaylanmış konukların katılımcıların seçildiği izlenimi ediniliyor. İcazetli, onaylı olmayan katılımcıların, konukların bir bölümü de TV kanalının genel eğilimine ters düşmemeye, programı yöneteni zor durumda bırakmamaya özen gösteriyor. Sonunda ortaya, gerekli niteliklerden yoksun programlar çıkıyor.
Öztin Akgüç.

15 Eylül 2013 - Cumhuriyet

Putin ve Rusya'dan Sevgilerle-Nilgün Cerrahoğlu

Putin’in ‘Rusya Irak savaşındaki Rusya değil aman ha…’ tutumunu çeşitli meclislerde söylediğim zaman kaba tabir ile tiye alınmıştım” diye yazıyor Ankara’dan Yeşin A. isimli okurum; “Bugün (Putin’den Obama’ya Balans Ayarı) yazınızı okudum. Elinize, aklınıza sağlık diyorum da başka bir şey demiyorum.”
Okuruyla-yazarıyla bizler; Rusya’nın Irak savaşındaki Rusya olmadığını fark ediyoruz da; neo-Osmanlıcılık hayallerinin peşine düşerek havalanan Ankara bunu hiç fark etmiyor…
Üç gün öncesinde bile Rusya’nın sunduğu “savaşsız çözüm” önerisine burun kıvıran, “savaşsız çözüm cinayettir” anlamına gelen tespitlerde bulunan, bunun Suriye’deki ölümleri artıracağını iddia eden, ha desen Suriye’ye tek başına girmeye hevesli görünen Davutoğlu sonunda hidayete erdi! 
Ankara hiç savaş istememiş!
Baktım dün Kanada Dışişleri Bakanı John Baird’le görüşmesi ardından düzenlediği basın toplantısında, ayakları yere değmiş; “Biz savaş istemiyoruz!” diye konuşuyor.
“Bölgemizde hiçbir müdahaleyi doğru bulmuyoruz” diyor.
Aa! Çevir kazı yanmasın!
O “şahin” Davutoğlu gitmiş ve yerine bir “güvercin” gelmiş.
Ankara’nın ayılıp neden sonra kendine gelmesi için, Rusya’nın arka arkaya Akdeniz’e savaş gemilerini indirmesi; Başbakan Erdoğan’ın bizzat katıldığı St. Petersburg zirvesinde Putin’in “savaşsız formül”ünü Obama’ya iletmesi yetmedi; Rus liderin dünyanın gözleri önünde bir de “New York Times” (NYT) sayfalarından ABD Başkanı’na ayar çekmesi gerekti.
Sözde ABD kamuoyuna hitaben yazılan mektup uluslararası camiaya duyuru niteliğinde...
“Rusya’dan Bir Tedbir Çağrısı” başlığıyla, aba altından hafifçe sopa gösteren başlıkla yayımlanan metin; açık bir uyarı değeri taşıyor.
“Biz Suriye hükümetine değil, uluslararası hukuka kol kanat geriyoruz”mesajıyla Putin; dünya düzeninin bekçiliğini bundan böyle salt ABD’ye bırakmayacaklarını çeşitli veçhelerle ima ediyor ve ABD “tek taraflılığına”meydan okuyor; Washington’a kısaca had bildiriyor!
Putin’in NYT mektubu ya da resmi ifadeyle “yorumu”, Suriye konusunun sınırlarının çok ötesine gidiyor. 
Konjonktür nasıl değişti?
Her şeyden önce sevgili okurumuzun hatırlattığı gibi “Putin, Rusya’nın Irak savaşındaki Rusya olmadığını” döne döne vurgulamış oluyor.
Irak savaşı döneminde “11 Eylül şartları” geçerliydi. Bugün o dünya yerinde yeller esiyor. Putin’in mektubunun bu arada 11 Eylül’ün 12. yıldönümüne de denk gelmesi, manidar sayılıyor.
Irak savaşı günlerinde Putin, dünya sahnesinde oldukça yeniydi. Moskova, 90’la damga basan Sovyet imparatorluğunun dağılma travmasından yeni çıkıyordu. İçerde “yasa ve düzen”, dışarda “Rusya’nın kaybedilen onurunu tekrar kazanmayı” vaat ederek iktidara gelen Putin’le Ruslar sil baştan özgüven yeniledi. Önemli bir enerji gücü haline gelen ve ekonomide yüksek büyüme hızları kaydeden Rusya’da bu yıllarda “emperyal güç iddiaları”tazelendi.
Kaybedenler Cameron, Erdoğan
Putin mektubuyla şimdi Rusların Akdeniz ve Ortadoğu jeopolitiğine geri dönüşlerine tanık oluyoruz.
Obama’nın Suriye politikasındaki zigzagları ve kararsızlıkları, Ruslara bu tarihi fırsatı altın tepsi içinde sunmuş oluyor.
Beyaz Saray’ın Suriye politikasındaki gelgitleri sonunda, İngiltere BaşbakanıCameron dahi son kertede gol yedi.
İngiliz parlamentosunda Suriye müdahalesi için yapılan oylamada beklenmedik şekilde vetolanarak iyot gibi ortada kaldı ve ağır yara aldı.
Merkez üssü Suriye olan 7.4 ölçeğinde, çok şiddetli bir jeostratejik deprem yaşanıyor özetle.
Bu depremde Londra ile beraber Ankara da çok ağır hasar yaşayan merkezler arasında sıralanıyor.
Davutoğlu ve Erdoğan’ın “bölgesel hegemonya” iddiaları buhar olup uçarken TC Dışişleri Bakanı, düne dek yaptığı savaş çığırtkanlığını umulmadık bir U-dönüşüyle geri alarak, “Biz zaten hiç savaş istememiştik ki!” noktasına savruluyor.
Eh ne demişler? Başkasının gömleğiyle gerdeğe girilmez… 
İran’a da atıf var
Rusların strateji satrancındaki hamleleri, yalnız Suriye’yi içermiyor: Putin’in“Rusya’dan sevgilerle” yolladığı mektubunda İran’ın nükleer sorununun “çok taraflı çözümüne” de atıfta bulunuluyor.
Suriye’ye “ABD tarafından yapılacak bir olası saldırının” sakıncaları sıralanırken “İran’ın nükleer sorununun çok taraflı çabalarının çözümüne”çıkaracağı engellere de gönderme yapılıyor.
Başka deyişle Putin bu konuda da “tek taraflı ABD paradigmalarının” artık geçerli olmadığını ele güne bildiriyor.
Putin’in mektubu/makalesi, özetle çok ciddi bir paradigma değişikliği ve uluslararası sistemde yeni bir eşik.
Yeni Osmanlıcılık düşleri kuranlara geçmişler olsun!
Nilgün Cerrahoğlu.

15 Eylül 2013 - Cumhuriyet

Rantsal dönüşüm - Leyla Tavşanoğlu

Rantsal dönüşüm

Şehir planlama uzmanı Görgülü, planlamanın yerini kentsel dönüşüm aldığını söylüyor
Kentsel dönüşüm planlamanın yerine ikame edilmiştir. İstanbul planında ne üçüncü köprü, ne üçüncü havaalanı var. Çünkü Ankara’dan dayatılıyor.
Bu bir TOKİ yasasıdır. Yapılanlar insan haklarına, mülkiyet haklarına, anayasal ilkelere, her şeye aykırı.
LEYLA TAVŞANOĞLU

Şehir planlama uzmanı Prof. Zekai Görgülü, hepimizi ilgilendiren kentsel dönüşümün büyük sorun olduğuna dikkat çekiyor. Şehir planlarının yerini bugün kentsel dönüşümün aldığını vurguluyor. Büyükşehir belediyelerinin artık en düzgün planları yapsalar da siyasi kararların Ankara’nın iki dudağının arasında olduğunun altını çiziyor. Kentsel dönüşüm denilen olgunun insan hakları, mülk edinme hakkı ve anayasaya aykırı olduğunu önemle belirtiyor.

- Kentsel dönüşüm depreme dayanıklı kentleşme gerekçesiyle ortaya çıktı. Ancak daha sonra özellikle yüksek rant sağlanan projelere öncelik verildiği görüldü. Bu çelişkiyi nasıl karşılıyorsunuz?
Z.G.- Kentsel dönüşüme kavram olarak baktığınızda kentsel mekânın yeniden üretim süreci gibi değerlendirilen bir kavram ya da olgu olduğunu görüyorsunuz. Kentsel dönüşüm her zaman olduğu gibi Batılı ülkelerde ortaya çıktı. İngilizcesi “urban transformation”. Ama literatürde bu kavrama çok rastlamazsınız. Çünkü daha çok bunu oluşturan alt başlıklar vardır. Batı’da sanayi devriminden sonra kentler ciddi nüfus hareketleriyle karşı karşıya kalıyorlar ama bunu çabuk aşabiliyorlar. Sonrasında da bu kentler durağan nüfus yapılarına ulaşıyorlar. 

- Peki, Batı’da kentsel dönüşüm daha çok kentlerin nerelerinde uygulandı?
Z.G.- Daha çok çöküntü dediğimiz eski merkez alanlarında. Oralarda konut alanları da vardı. Böyle alanlar bizde de var. Daha çok terk edilmiş eski sanayi, liman, üretim, depolama alanlarında kentsel dönüşüme başladılar. Küreselleşmeyle birlikte giderek sanayisizleşmeyle boşalan bu tür alanlarda böyle bir modeli yürürlüğe soktular. Ama bunu yaparken küreselleşmenin getirdiği birtakım anlayışlarla hareket ettiler. Örneğin sürdürülebilirlik, katılım gibi tüm toplum kesimlerinin ortak kararları ve mutlaka kent planına dayanarak kentsel dönüşüm projelerini gündeme getirdiler.
Başta Batılılar da hatalar yaptılar. Bu kavramları gereği gibi hayata geçirmediler. Batı örneklerine baktığımızda en büyük sorun da kullanıcının başlangıçta dışlanmasıydı. Ama sonradan bu yaptıklarının yanlış olduğunu gördüler ve birtakım ilkeler oluşturdular. Bu ilkelerin içinde demin değindiğim kavramlar kesinlikle yer aldı. Bununla birlikte doğru bir alan tanımı, doğru bir projelendirme süreci, doğru bir finansman ve uygulama modeli ve toplumsal alanın tümünü kavrayacak biçimde bir anlayış da bu ilkelere dahil edildi.
O nedenle Batılılar, “Çok küçük bir kentsel dönüşüm projesi bile oluşturacaksanız bunun en kısa zamanı üç yıldır” derler. 

- İyi de, Türkiye’deki kentsel dönüşüm modellerinde bu saydığınız ilkeler uygulanıyor mu?
Z.G.- Bunların hiçbirisi uygulanmıyor. Kentsel dönüşümde bir alana bir kentin planının bütünü içinde müdahale ediyorsunuz. Bu plan kararları sizin ne tür müdahaleler yapacağınızı belirlemek durumundadır. Bizim gibi ülkelerde bağımlı kentleşiliyorsa ve kentleşme paradigmaları dışarıdan ithal ediliyorsa iş güdümlü olmaya başlıyor. 1950’li dönemler kentlerin dönüşümüyle tanıştığımız dönemdir. Çünkü o dönem gecekondulaşma dönemi. İkinci evrede dışarıdan kente göç edenler işi öğrendiler. Üçüncü evrede kalıcılık oldu. Bunlara örnek Fikirtepe, Gültepe, Çeliktepe gibi eski gecekondu alanları. Dördüncü evredeyse biz kentsel dönüşümle karşılaştık. Bu 2000’li yılların dönemi. Önceki kentsel dönüşüme baktığımızda göç, sanayi, gecekondu sarmalı vardı. Bugünkü sarmala baktığımızda kentsel toprak, kentsel rant ve kentsel dönüşüm olduğunu görüyoruz. İstanbul’u özellikle örnek aldığımızda son 60 yılın dönüşümünün ne olduğunu çok kolaylıkla görebiliyoruz. 
TOKİ’nin elinde 800 bin konut fazlası var
Yakın zamanda bu iş patlar. Çünkü balon gibi şişti. Bu yapılan kentsel dönüşüm filan değil. Eski yap-sat’ın başka bir versiyonu haline geldi.
- İyi de, dar gelirli grupların ellerindeki taşınmaz varlıklar alınıyor. Kentsel dönüşüm adı altında yerlerine gökdelenler dikilip yüksek gelir gruplarına peşkeş çekilmesi nasıl bin anlayıştır sizce?
Z.G.- Günümüzde kentsel dönüşüm planlamanın yerine konulmuştur. Bunun başlangıcı da 1980’lerdir. Ama bu artık günümüzde çok acımasız ve sert bir biçimde sürüyor. Hiç planlamadan söz edildiğini duyuyor musunuz? Kent, imar planı küçük ya da büyük parçalar halinde imarcılığı bile aratan şu kadar kat sayı, şu kadar inşaat alanı lazım diye iş yapılıyor. Çünkü o sermayeyi tutmaları gerekiyor.
Bu sarmalı sürdürmeleri gerekiyor. Çünkü para birikimi elde ediyorlar. Bir kere kentsel dönüşüm anlayışının başta söylediğimiz kavramlarla, olgularla hiçbir ilgisi yok. Geçmişte var olan güdümlenen aktörler günümüzde rol değiştirdiler.

- Peki, bu aktörleri kim güdümlüyor?
Z.G.- Bunları devlet güdümlüyor. Günümüzün başat aktörlerinden birisi girişimci. Çünkü o da para kazanacak. Öbürü de mal sahibi. Toprağı ele geçirmek için en iyi mal sahibi toprağın mülkiyetine sahip olmayan kişidir. Bu kişiler de o gecekondu alanlarında oturanlardır.
Peşkeş çekilme faaliyetleri varoşlardaki alanlarda başladı. Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in yaptığı protokol yolunu bir düşünün. O bahçeli gecekondular yerle bir edildi. Yerlerine garip, çok katlı binalar çıktı.
O topraklar çok kolay alındı. Çünkü hepsi tapuya geçmiş değildi. Kentsel dönüşüme tapu dağıtma sözü verilerek başlandı. Bugün devlet kentsel sermayeyi dağıtan aygıt görevini üstlendi. Bunun yasal tabanını da torba yasalar çıkararak oluşturdu. Bu kentsel dönüşüm faaliyetlerinde bir kurum çok önemli oldu. Bu TOKİ (Başbakanlık Toplu Konut İdaresi). Bugün artık TOKİ eşittir kentsel dönüşüm.

- E, hani Robin Hood’luk yapacaklardı? Hani varlıklı kesimden alıp dar gelirli gruplara konut sağlayacaklardı?
Z.G.- Robin Hood’luk olmadı. TOKİ’yle tabii ki kentsel dönüşüme gidilmedi. Bir sürü kentimizde dağ başlarında bile konutlar yapıldı. Bunlara ihtiyaç olup olmadığına da bakılmadı. Şu anda TOKİ’nin elinde 800 bin civarında konut fazlası olduğu biliniyor.
Bakın, yakın zamanda bu iş patlar. Çünkü balon gibi şişti. Bu yapılan kentsel dönüşüm filan değil. Eski yap-sat’ın başka bir versiyonu haline geldi. Buna kentsel dönüşüm demek kentsel dönüşüm kavramına çok ciddi biçimde haksızlık etmek olur. 

- Bu kentsel dönüşüm yasasına zaten TOKİ yasası diye isim takmadılar mı?
Z.G.- Artık buna TOKİ yasası diyorlar. Diyelim ki mülk sahibi mülkünün kentsel dönüşüm çerçevesinde elinden alınmasına karşı çıkıyor. Üçte iki çoğunluk yetiyor, evini elinden alırım, elektriğini, suyunu keserim, sen ancak bedel konusunda dava açabilirsin, tehdidiyle karşılaşıyor.
Bu yapılanlar insan haklarına, mülkiyet haklarına, anayasal ilkelere, her şeye aykırı. Diyelim ki binada depreme dayanıksızlık sorunu var. O zaman bunu oturur, insanlarla birlikte yaparsınız.
Son zamanlarda kentsel dönüşümün başladığı yerlerde törenler yapılıyor. Bu alanların çoğu özel değil, kamu mülkiyetinde olan alanlar. Bu kavramsal olarak da, bilimsel olarak da, pratikte de kentsel dönüşüm olamaz.
Bu kentsel topraklardan elde edilen birikimi sürdürme çabasının bir başka modeli. Bu modelde bütünüyle planlamadan vazgeçiliyor; bunun yerine kentsel dönüşüm ikame ediliyor. Bütün bunlar yapılırken yeşil yok ediliyor. Her tarafta koca koca binalar çıkıyor. Bir yandan birikimi arttırmak ya da onun devamlılığını sağlamak gibi bir çaba varken planlama yok ediliyor. 
İstanbul dehşet dönüşümü yaşıyor
- Yani üçüncü havaalanı, üçüncü köprü ve bunların çevresinde oluşturulacak yeni yerleşim yerleri de tamamıyla plansız mı?
Z.G.- Ben şu soruyu sorarım. Bunları hangi plan söylüyor? İstanbul planında acaba bunlar var mı? Tabii ki yok. O zaman bütün bu yapılanlar hem sermaye hem mekân hem de sosyal yapı dönüşümüdür. Dehşet bir dönüşüm bu. İstanbul artık şişti, daha fazla nüfus gelmesin, deniyor. Ama siz bu tür kararlar aldığınız zaman İstanbul’a nasıl nüfus gelmez? Öyle bir gelir ki... Böylece siz eskinin İstanbul taşı toprağı altın anlayışını sürdürüyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir plan yapıyor. O planın içinde ne o yeni yerleşim yerleri, şehirler, ne o üçüncü köprü, ne o yeni havaalanı var. Çünkü Ankara’dan dayatılıyor. Dolayısıyla kentsel dönüşüm denilen olgu planlamanın yerine ikame edilmiştir. Kent içinde siyasi irade acımasız bir yaptırım müessesesine dönüşmüştür. Bu tavır da Ankara için gerek ve yeter şart olmuştur. Bugün planlama yapıyorsanız koşul Ankara’nın vereceği karardır. 
Yüksek gelirlilerin talepleri
- Anlaşıldığı kadarıyla kentsel dönüşüm inşaat sektörünü geliştirerek ekonominin lokomotifi haline getirdi. Ama dünyada ekonominin lokomotifi inşaat sektörüdür anlayışıyla davranan ABD, Avrupa ülkelerinde sektör çöktü. O zaman Türkiye, TOKİ’nin elinde 800 bin fazla konut olduğunu bile bile acaba neden hâlâ inşaat sektörünü lokomotif yapmakta ısrar ediyor da başka sektörlere yönelmiyor? Günün birinde ekonomi bu nedenle çatlayabilir mi? Z.G.- Bir kere ekonomi çatlayabilir. Yüksek gelir gruplarının piyasada oluşturduğu bir talep mekanizması var. Bu talep mekanizması hiçbir zaman TOKİ’nin yaptığı konutlara yönelik değil. Çünkü TOKİ daha çok düşük gelir gruplarına konut yapma söylemiyle çalışıyor. TOKİ yüksek gelir gruplarının taleplerini kontrol etmek için kendi elindeki kamu arazilerini hasılat paylaşımı denilen bir modelle girişimcilere vermeye başladı. Bunların önemli bölümü toplu konut şirketleriydi. 
Kente göç önlenmeli
- Peki, Batı’da?
Z.G.- Batı’da zaten bizdeki gibi aşırı konut sorunu ve benzeri olgular yok. Doğu Almanya’da, iki Almanya’nın birleşmesi sırasında benzeri olaylar yaşanmıştı. Ama işin nereye gittiğini fark edip geri adım attılar. Oralarda da büyük rantlar elde eden bir kesim oldu. Ama onlar zaten kent merkezlerinde gerçekleşen rantlar oldu.
Türkiye’ye bakalım. İlk etapta depremden sonra inşaat şirketleri Beylikdüzü gibi kentin çeperleri dediğimiz alanlara gittiler. Ama o kadar çok gittiler ki kentin yeni çöküntü alanları oraları olmaya başladı. 

- Peki, çözüm ne?
Z.G.- Doğru dürüst planlama yapılması lazım. Kente göçü engellemek için insanların bulundukları yerde istihdam edilmelerine olanak sağlamak gerekiyor.
PORTRE
PROF. DR. Zekai Görgülü
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisans ve doktora derecelerini aynı üniversiteden aldıktan sonra Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’ne asistan olarak girdi. Mimarlık Fakültesi Dekanlığı, Türkiye Dekanlar Konseyi Başkanlığı, Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Ulusal ve uluslararası alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Sivil toplum kuruluşları içinde aktif olarak yer alıyor.
Leyla Tavşanoğlu.
15 Eylül 2013 - Cumhuriyet

İlk darphane Söğüt'te-Cumhuriyet Portal

Osmanlı sikkeleri üstüne bir araştırma yayımlamakta olan Atom Damalı’nın önemli buluşu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun beylikler dönemindeki ilksikkesinin Bilecik’in Söğüt ilçesindeki “ilkdarphanede” basıldığıortaya çıktı. Osmanlı Beyliği döneminde Osman Gazi ve Orhan Gazi sikkelerinde “darp yerinin” varlığı bilinmiyordu. Osmanlı sikkeleri konusunda 9 ciltlik bir ansiklopedik araştırma yayımlamaktaolan Atom Damalı, Osmanlıların ilk darphanesinin Söğüt ilçesinde olduğunu saptadı.
Kendisiyle araştırmaları ve bu buluşu hakkında konuştuk.
- Bildiğimiz kadarıyla Osmanlı sikkeleri kitap çalışmanız uzun yıllardır devam ediyor.  Çalışmalarınızı anlatır mısınız?
- Memnuniyetle! Osmanlı sikkeleriyle ilgili araştırmalarımız ve kitap çalışmamız 10 yıldır sürüyor. Amacımızı şöyle özetleyebilirim: Tüm Osmanlı sikkelerinin dökümlerini çıkartmak; sikkeleri inceleyerek tiplerine göre sınıflandırmak; darbedilen sikkelerden yola çıkarak dönemlerindeki Osmanlı piyasa yapısı ve ekonomisi hakkında veritabanı oluşturmak; tarih araştırmacılarına, tarihsel olayların en önemli kanıtları olan sikkelerle ilgili gerçek bilgiler sunabilmek…
Bunun için başta Türkiye’de olmak üzere, onlarca farklı ülkede, dünyanın en önemli müzeleri ve bilebildiğimiz tüm özel koleksiyonculardaki Osmanlı sikkelerini inceledik, resimledik ve şu ana değin 7 cildi yayımlandı, ortaya 9 ciltte tamamlanacak, uluslararası nitelikte önemli başvuru kitapları dizisi çıktı.
Önemli sonuçlar
- İlk 7 cildinizi biliyorum. Çok ayrıntılı bilimsel çalışma... İstediğiniz sonuçlara ulaşabildiniz mi?
- Haklısınız, akıllı bir insanın girişeceği bir proje değildi! Bunun için konuya büyük ilgi, sevgi ve özveri gerekiyordu ki o da bende vardı. Ancak çalışma ortaya çıkmaya başladıktan sonra hiç beklemediğim bir ilgi gördüm. Projeye başta tanıdığım en önemli Osmanlı sikkeleri uzmanıBilhan Akçasar olmak üzere yurtiçinden ve dışından onlarca uzman büyük destek verdi. Bu da önemli sonuçların ortaya çıkmasına olanak sağladı.
Araştırmalarınızda yeni bulgulara erişebildiniz mi?
- Bu araştırma ile Osmanlı tarihini ilgilendirecek birçok yeni bulguyla karşılaştık. Bunlardan bana çarpıcı gelen ikisi hakkında bilgi vereyim. 17. yüzyıl süresince peş peşe savaşlara giren Osmanlı Devleti’nin ekonomisi, savaşlarda önemli yenilgi ile karşılaşmamasına rağmen yüzyıl sonunda dibe vuruyor. O kadar ki hazinede kıymetli maden kalmamasından dolayı, yüzün üzerinde darphanesi olan imparatorluğun darphanelerinin hepsinin kapısına kilit vuruluyor!
Ancak tarihimizde Lale Devri olarak bilinen dönemde belli bir süre barışın sürmesi dahi, Osmanlı ekonomisinde inanılmaz toparlanma yaratıyor ve belki de en zengin ve güzel Osmanlı sikkelerinin darbedildiği bir süreç yaşanıyor. Burada, benim aldığım ders, bir devletin savaşması için gerçekten çok önemli nedenler olması şartıdır.
İlk sikke
- Tarihle ilgili değişik fikir verecek sikke bulgularına rastladınız mı?
- Çalışmamız sırasında ortaya çıkan, hem de projenin bütün yorgunluğunu unutturacak kadar heyecan veren çok önemli bir bulgumuz var... Osmanlı tarihinde bugüne kadar üzerinde darp yeri yazılı ilk sikkenin Bursa sikkesi olduğu düşünülmekteydi. Orhan Gazi’ye ait Hicri 724 tarihli bu sikkeden önce darbedilen Osman Gazi ve Orhan Gazi sikkelerinde darp yeri bulunmadığına inanılmaktaydı. Ancak araştırmalarımızda durumun böyle olmadığını gördük.
İlk Osmanlı başkenti Söğüt’ün isminin Osmanlı Devleti’nin daha ileri yıllarında konduğunu, Orhan Gazi döneminde Söğüt yerleşimi için,“söğüt ağacının” Arapça ismi olan “Safsaf” ve Farsça ismi olan “Bid” denildiğini ortaya çıkardık. Sikkeleri tekrar incelediğimizde Söğüt’ün o dönemdeki adı olan “Bid” yazılı bir sikkeyle karşılaştık. O dönemlerde Anadolu’ya egemen İlhanlı ve Selçukluların da zaten Farsçadan etkilendikleri göz önünde tutulursa, sikke üzerinde “Bid (Söğüt)” darp yeri isminin kullanılmasının doğal olduğu kararına vardık.
Tarihi veriler
- Bu görüşünüzü doğrulayacak tarihi veriler de var mı?
- Olmaz mı? Ben tarihi yorumların ancak belgelere dayanarak yapılması gereğine inanıyorum. Osmanlı şehir tarihleriyle ilgili önemli çalışmaları olan İbrahim Hakkı Konyalı’nın makalelerinde Söğüt’le ilgili ayrıntılı bilgiler verilmekte olup bir çalışmasındaki Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud’un Söğüd’ün temliki konusunda Osman Bey’e gönderdiği 683 tarihli Farsça kaleme aldığı “menşurda (berat)” ise “Söğüt” adı “Bid” olarak kullanılmıştır.
Bu sikkenin üzerinde dua var. Ön yüzünde günümüz Türkçesi ile “Rahman ve Rahim olan Allah. Osman oğlu Orhan, Allah, onu aziz yardımı ile galip kılsın”, arka yüzünde ise “İnananların Emiri İmam Mustansır Bi’llah” yazılı. Ancak Osmanlı sikkeleri üzerinde Kuranıkerim’den alıntılar sadece ilk dönemlerde oldu. Fetret devrinden sonra bu uygulama kaldırıldı, yalnız Sultan’la ilgili unvanlar ve onun gücünü gösteren cümleler kullanıldı.
- Bu durumda Osman Gazi’nin ilk sikkesinden sonra özellikle bu sikke, Osmanlı’nın olağanüstü sikkeleri arasına giriyor, demek mi? Bu sikke nerede?
- Haklısınız. Bence, bu sikke Osman Gazi sikkesinden sonra Osmanlı tarihinin en önemli ikinci sikkesidir. Sikke, Türkiye’de önemli bir müze koleksiyonunda olmasına karşın, henüz müzenin bu konuda bilgisi bulunmuyor. İzninizle müzenin adını şimdilik vermeyeyim. Belki sikkelere fazla önem vermeyen birçok müzemiz bu heyecanla sikkeleri üzerinde yeniden araştırma yapılmasına ön ayak olurlar...
Cumhuriyet Portal
15 Eylül 2013

1 Eylül 2013 Pazar

Bu Ülkeyle Baş Edemezsin! - Orhan Bursalı

Bu ulusla, bir ulusla savaşacak kadar kimse büyük olamaz...
Bugün 1 Eylül... İnsanlar İstanbul’u ve bütün Türkiye’yi el ele saracaklar, kucaklayacaklar, bağırlarına basacaklar birbirlerini... Haritaya bakıyorum, müthiş güzel bir el ele görüntüsü, uzaydan... Marslılar kıskanıyor, uzaylılar şüphesiz, vallahi billahi de dünyaya özel gezilerle geliyor, bu görüntüyü kaçıracak kadar aptal değiller!
Türkiye, duyuyor musun!
Hey feldmareşallığa soyunan, bu ülkeyle baş edemezsin... Suriye halkının üzerine bomba yağdırmak için çırpınıp dururken ve ABD’yi ikide bir kışkırtırken Yeni Osmanlı tayfan ile birlikte, Türkiye Barış Günü’yle yanıt veriyor...
Bu ülkeyle, bu insanlarla, bu milletle, bu halkla baş etmek zor!
Bu ülkeyi her şeyiyle, ruhuyla, bütünlüğüyle, doğasıyla yiyip bitirmeye çalışırken iktidarın, bu insanlar ortalığa güzellik saçıyor... Yok etmeye çalıştığın her şeyi yerlerine koymak için harekete geçiyorlar...
Arkanı dönüyorsun, kırık dökük gri merdivenlerini gökkuşağınaboyuyorlar...
Sabaha karşı boyacılarınla, belediyenle baskın düzenliyor, merdivenleri griye çeviriyorsun... Milletin alaya aldığını görünce bu kez gelip kendince renklendiriyorsun...
Derken, Duran Adam gibi, renkli merdivenler Ankara’da patlak veriyor...
Gezi ruhu bu kez gökkuşağı merdivenleriyle pardon diyor!
***
Biliyorsun ki, renkli merdivenler değil orada gördüğün: Hadi git artık seni istemiyoruz... Doğru okuyorsun!
Yana döneceksin ki, bu kez önünde Gezi müziği çalan renk ahenk dev bir balon karşında...
Patlatsan mı tutuklasan mı, yoksa ne?..
Rüyamda gördüm, millet avuç içi kâğıtları sağa sola yapıştırıyor, üzerinde tek cümle, tek sözcük, neyi ne kadar sevdiklerini anlatan... Önünde sağında solunda, duvarlarda reklamlarda... Bir tık, tamam. Hey ne oluyor diye uyanıyorum...
Kusura bakma, bu milletle baş etmek zor... Orayı kirletiyorsun, burayı süpürüp temizliyorlar...
“Sıcak sonbahar” korkusu yaşıyorsun... Güya protestolar seni apansız yakalayacak da, önlem almaya başlamışsın...
Renkli merdivenlere bir baksan!.. Bu millet her gün bir protesto, direniş yaratıyor da farkında değilsin...
***
Sopa gösteriyorsun! 
İzmir’de “Gezi”ci gençlere yazılan iddianameye bakıyorum, oturup yazmışsın bir güzel! Hepsi senin ifaden, söylemin, cezan, mantığın, isteğin...
Sokak serserileriymiş...
“Gezi Meydan Muharebesi”ni Türkiye ölçeğinde kaybettin...
Feldmareşal apoletini tam takacaktın ki, topun, tüfeğin, TOMA’n, mermin, biber gibi kimyasal gazların fayda etmedi... İki seksen yerdesin...
Milletin duvarı önünde feldmareşal apoletin eriyip aktı gitti... Nereye diye sorma...
Şimdi Suriye’de çizmelerini geçirdin ayağına, komutan ceketini, şapkanı tutmasalar giyeceksin...
Müslüman kanını durduracakmışsın, öyle duyduk...
Binlerce Müslüman kanı akıtarak...
Biliyoruz ki orada uluslararası teröristlere verdiğin silahların öldürdüğü Suriyelinin çetelesini tutmuyorsun, ama bu millet tutuyor...
Helikopterine bin yarın, şöyle önce İstanbul’un üzerinde bir uç, sayamayacağın kadar el ele yüz binlerce insan, işte tutulan çetele üzerindeki öldürülen, bombalanacak, bombalanmasını istediğin, bu millete gösterdiğin sopaların uzandığı insanları, sayıları işaret ediyor.
***


Bu millet büyüktür...
Arkasında 30 Ağustos’ta sopaladığın insanları var eden Büyük Zafer, Kurtuluş Savaşı, Büyük Kuruluş, bir “ulus” olarak yeniden varolma, bir büyük dil, bir büyük tarih, Atatürk ve şanlı arkadaşları, şehit subayları erleri... Şanlı direnişler var...
Oralarda pişerek bu millet büyüdü, büyüdü, büyüdü...
Taksim oldu, Türkiye oldu, ODTÜ ormanı oldu; Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş oldu...
Milletine karşı, bir millete karşı savaşan kimse muharebe kazanamamıştır.
Buna kalkışanlar hep yok olmuşlar, milletler ise hep var olmuşlar.
Tarihe bak...
Bu ülkeyle, bu milletle baş edemezsin!

Orhan Bursalı
1 Eylül 2013 - Cumhuriyet

AKP'nin işi gücü rant - Cumhuriyet Portal

Bakanlar Kurulu tüm mesaisini, Kanal İstanbulhavalimanı gibi dev inşaat projelerine harcadı.
S Bilişim Danışmanlık’ın ‘Türkiye’de Siyasi İstikrar BakanlıkPerformansları X’ raporuna göre 2013 yılının ilkyarısında alınan Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ını imar ve gayrimenkuleilişkin kararlar oluşturdu.
AKP hükümetinin art arda açıkladığı dev projeler, enerji yatırımları ve kentsel dönüşüm, son yıllarda Bakanlar Kurulu’nun gündeminde imar konusunu bir numaralı gündem maddesi haline getirdi. Özellikle inşaat eksenli büyüyen Türkiye ekonomisi kabinenin de gündemini şekillendiriyor. Hükümet son yıllarda üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, İzmir-İstanbul otoyolu, Marmaray, nükleer santral inşası, Gezi Parkı yayalaştırma projesi gibi dev projelere başladı. Bu projeleri hızla hayata geçirmek için de Bakanlar Kurulu neredeyse tüm enerjisini bu alandaki kararları çıkarmada harcadı.
2013’ün yılının ilk yarısında alınan Bakanlar Kurulu kararlarının yüzde 60’ını imar ve gayrimenkule ilişkin kararlar oluşturdu.
S Bilişim Danışmanlık’ın “Türkiye’de Siyasi İstikrar Bakanlık Performansları X” 2013 yılı ara raporuna göre 2013 yılının ilk yarısında Bakanlar Kurulu 346 karar aldı. Bu kararların 206’sını, yani yüzde 59.54’ünü imar kararları oluşturdu. 2012’de de Bakanlar Kurulu’nun aldığı 618 kararın 253’ü imara ilişkin kararlardan meydana geldi.
İmara ilişkin kararların özellikle 2012 sonrasında Bakanlar Kurulu’nun gündeminde ağırlıklık kazanması dikkat çekiyor. 2009’da kararların sadece yüzde 5’i imar ve gayrimenkullere ilişkinken bu oran 2010’da yüzde 17’ye, 2011’de yüzde 23’e, 2012’de ise yüzde 41’e fırladı.
Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü ve diğer altyapı yatırımlarındaki artış ve kentsel dönüşüm kararları, özellikle “acele” kamulaştırma kararlarının son yıllarda önemli ölçüde artmasına neden oldu. 2010’da bu yönde 19 karar alınırken, 2011’de 28, 2012’de 176, 2013’ün ilk 6 ayında 145 karar alındı.
Alınan imar ve gayrimenkul kararlarını, acele kamulaştırma, afet işleri, vakıf taşınmazlarının tahsisi, kamulaştırma, altyapı ve kentsel dönüşüm, riskli alan belirleme ve toplulaştırma kararları oluşturdu.
Cumhuriyet Portal

30 Ağustos 2013

Vurgunun şifreleri - Cumhuriyet Portal

AKP’li 10 ilçe belediyesinin denetim komisyonu raporlarında çarpıcı iddialar

İstanbul'da AKP’li ilçe belediyelerinin 2012 yılındaki icraatlarını denetlemek üzerekurulan denetim komisyonlarının raporlarına düşülen muhalefet şerhleri  iddiasından geçilmiyor. Muhalefet şerhlerinde “ihale evrakı gizleniyor, doğal afet olmuş gibi ihaleye çıkılıyor, ihaleler adrese teslim yapılıyor, belediye meclis üyeleri ihale alıyor, yaklaşık maliyeti verenle ihaleyi alan firmalar hep aynı, deprem yardımının teslim tutanağı yok, ihaleden önce işi alan şirketler faturalar kesiyor, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne borçlar mali tabloda gözükmüyor” iddiaları “isim isim, firma firma” yer alıyor. İstanbul’daki 10 ilçe belediyesinin denetim komisyonu raporlarına düşülen muhalefet şerhlerindeki yolsuzluk iddiaları özetle şöyle:
yolsuzluk
Bahçelievler
ADRESE TESLİM İHALELER
Belediyenin aşina olduğu firma!- Yaklaşık maliyeti 18 milyon 586 bin TL olan sözleşme bedeli 18 milyon 579 bin TL olan 33 aylık Güvenlik Hizmeti İhalesi’ne 23 firma istekli olmuş. Bunlardan dördü ihaleye teklif sunmuş. İhaleye teklif sunan firmalardan Şark Özel Güvenlik Ltd. Şti. evrakının fotokopi olması nedeniyle, UMUT Özel Güvenlik Ltd. Şti.-BELPA Ltd. Şti. birim cetveli fiyatı cetveli olmadığından, VİP Özel Güvenlik ihale yasaklısı olduğundan değerlendirme dışı bırakılmış, geçerli teklif olarak Yavuz Güvenlik Ltd. Şti.’nin teklifi kabul edilmiş ve ihale onun vermiş olduğu teklifle 18 milyon 579 bin 748 TL ile Yavuz Güvenlik’e verilmiştir. Yavuz Güvenlik belediyenin aşina olduğu firmalardan biridir. Yavuz Güvenlik’in sahiplerinin kurduğu iki şirket 2012 yılı içinde 5 milyon 100 bin TL tutarında iki ihale daha almıştır. İhalelerin hepsinde benzer yöntem izlenmiştir. 
Kağıthane
YÜZDE 45’E ULAŞAN KIRIM 
Büyük kamu zararı şüphesi - Yapılan büyük ihalelerin çok yüksek oranda yüzde 45’e varan kırımlarla ihale edildiği görülmektedir. Bu işlerin yapım ve imalat aşamasının nasıl denetlendiğine ve iş kabullerinin doğru yapılıp yapılmadığına dair geniş şüphelerimizin oluştuğunu, eğer burada bir kayırma var ise ciddi bir kamu zararı oluştuğunu düşünmekteyiz. İhalelerin hak ediş incelemelerinin bağımsız yeminli müşavirler tarafından yapılmasının ciddi yarar getireceğini düşünüyoruz.
Sancaktepe
İBB’YE OLAN BORÇLAR ‘KAYIP’
Mali tablolarda eksilikler - Sancaktepe Belediye Başkanlığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne olan borçlarının her ay düzenli olarak mahsuplaşma yoluyla ödendiği görülmüştür. Ancak Sancaktepe Belediye Başkanlığı’nın İBB’ye olan borçlarının mali tablolarda görülmediği anlaşılmıştır. Bu durum mali tabloların doğru ve güvenilirliğini ortadan tamamen kaldırmaktadır. (31.12.2012 itibarıyla 8 milyon 507 bin TL’lik bakiye.)
Güngören
FAHİŞ FİYAT VE AYNI FİRMALAR
Aynı firmalar- Yaklaşık maliyet hesaplamasında gerekli özen gösterilmediği, aynı firmalardan ve fahiş fiyatlarla alımlar yapıldığı, ihalelerde rekabet ortamının oluşmadığı, Kamu İhale Kanunu’nun ilkelerine uyulmaması sebebiyle..
Gaziosmanpaşa
İhalede ‘danışıklı dövüş’ yaptılar
Firmalar anlaştı: Parklara çocuk oyun grubu, fitnes aleti ve kauçuk zemin alım ihalesinin yaklaşık maliyet oluşturmak üzere piyasa araştırmasında 3 firmadan teklif alınmış. Teklif veren Global Park 1 milyon 300 bin TL, Doğa Park 1 milyon 275 bin TL, Umut Turizm 1 milyon 320 bin TL fiyat vererek 1 milyon 298 bin TL yaklaşık maliyet oluşturulmuş. Açılan ihaleye 3 firma girmiş, bunlardan yüksek fiyatlı ilk firma elenmiş, diğer ikisi Global Park (1 milyon 203 bin) ve Doğa Park (1 milyon 135 bin+KDV) firmaları olup, ihaleyi Doğa Park almış, ancak ihaleyi aldığı halde sözleşmeyi imzalamaya gelmemiş ve ihale ikinci düşük teklif veren Global Park’a verilmiş. Birincisi aynı firmaların yaklaşık maliyet teklifi verip aynı zamanda ihaleye girmeleri, ihaleyi kazandığı halde imzalamaya gelmeyerek ihalenin diğer firmaya verilmesi, iki firmanın arasında karşılıklı anlaşma olduğunun açık göstergesidir.
Çekmeköy
Afet olmuş gibi!
Kamu zararı oluştuğu açık - Kamu ihalelerinde suiistimale en açık düzenleme 4734 sayılı kanunun 21/b maddesinde öngörülen istisnai alım yöntemidir. Bu maddeye göre doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması halinde idarenin davet edeceği en az üç firma ile ilansız ihale olarak yapılması öngörülmüştür. 2012 yılı içerisinde Çekmeköy Belediyesi’nce bu maddeye göre 2 adet ihale yapılmıştır. Bu hizmetlerin alımı aşamasında “can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya idare tarafından önceden öngörülemeyen” hangi durumlar olduğu anlaşılamamaktadır. Açık ihaleler ile 21/b kapsamında yapılan ihaleler karşılaştırıldığında açık ihalelerdeki kırım oranlarının 21/b kapsamındaki ihalelerde düştüğü, rekabet ortamının iyi oluşturulamadığı ve idarenin sadece yasanın zorunluluklarını yerine getirdiği görülmektedir. Bu yöntemle yapılan ihalede kamu zararının oluştuğu açıktır.
EYÜP
ŞİRKETLER TEKLİFTEN ÖNCE FATURAYI KESMİŞ
*Yaklaşık maliyeti belirleyenle ihaleyi kazanan hep aynı firmalar - Eyüp Belediyesi uygulamalarında hem yaklaşık maliyeti belirleyen, hem ihaleye giren, dolayısıyla ihaleyi kazanan firmaların hep aynı olduğu görülüyor. Sadece 3 firmanın katıldığı bir ihalede yaklaşık maliyetin öğrenilmesinin ne kadar kolay olacağı ortadadır. Görüşümüze göre Eyüp Belediyesi’nin pazarlık usulü ile ihalelerinin yapılış biçiminde çok temel bir sorun vardır ve bu sorun mutlaka çözülmelidir. İhalelerde gizlilik ve kamu yararı ilkelerini koruyan yeni düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
* Deprem yardımının teslim tutanağı yok - 25 yevmiye No’lu evrakla deprem yardımı olarak Van-Erciş’e gönderilmek üzere Erzincan Has Bakliyat-Ertürk Saltabaş’tan alımı yapılan kuru gıda malzemelerinin teslim tutanakları, çıkış kayıtları yoktur. Ayrıca kime, nerede ve ne zaman teslim edildiği belli değildir.
* Formaliteyi tamamlamak için sonradan dosyaya! - 2394 yevmiye No’lu Ankara Yayınevi Organizasyon ve Danışmanlık Hizmetleri’nden 22-d’ye göre yapılan mal alımı ile ilgili olarak; fatura, tekliflerin verilmesinden 1 gün önce kesilmiş olup, satışın yasal prosedür uygulanmadan yapıldığı anlaşılmıştır. Formaliteyi tamamlamak için de sonradan teklifler dosyaya konmuştur. Yeşil alanlara dikim, ağaç ve bitki alımı ile ilgili olarak 3 Mayıs 2012 tarihinde fatura kesilmiş olan malzemelerin depodan çıkış fişlerinin 2-3 ay öncesine ait olduğu görülmüştür. Tüm bunlar alımın ve teslimlerin usulsüz olduğunu göstermektedir. Muayene ve Kabul Komisyonu tutanağı olan malzemelerin alınmadan teslim alınmış gibi evrak düzenlendiği, ürünlerin depoda bulunamamasından anlaşılmıştır.
* İleriyi gören başkan yardımcısı - Yurtdışı gezisi ile ilgili olarak başkan yardımcısı Şengül Kocabaş’a yapılan ödeme usulsüzdür. Çünkü; Belediye Meclisi’nce yurtdışı gezi kararı 01.10.2012 tarihinde verilmiş, gezinin 02-09.10.2012 tarihleri arasında yapılacağı belirtilmiştir. Oysa ki Kocabaş biletini 27.09.2012 tarihinde almış ve gruptan ayrı olarak, meclisçe belirtilen tarihten önce 01.10.2012 tarihinde yurtdışına çıkmıştır.
Pendik
Başkana 11 danışman 
* Belediye meclis üyeleri ihale alıyor - Pendik Belediyesi iştiraki olan PENYAPSAN A.Ş. 2012 yılı ile ilgili olarak 1’i pazarlık, 10’u açık olmak üzere 11 adet ihale almıştır. Bu ihalelerin toplam bedeli 27 milyon 738 bin 998 TL’dir. Belediye meclis üyesi Selahattin Turhanın meclis üyesi olduğu döneme ait 5 ayrı ihalenin toplam bedeli ise 8 milyon 239 bin 340 TL’dir. Belediye meclis üyelerinin kendi belediyelerinden ihale almaları mümkün değildir.
* Danışmanlar cenneti! - Pendik Belediyesi gerçek anlamda başkan danışmanları cenneti. Büyükşehir Kanunu’nun 20. maddesi, başkan danışmanlarının sayısını “nüfusu 2 milyondan fazla olan büyükşehirlerde 10, diğer büyükşehirlerde ise 5” olarak sınırlamıştır. Ancak Pendik ilçe belediyesi olmasına rağmen yıl içinde bir ara sayıları 11’i bulan başkan danışmanları cenneti haline dönüştü. 2012 yılında araç, telefon ve diğer giderleri hariç başkan danışmanları için yapılan harcama 713 bin 810 TL’dir. (Şerh: Süleyman Tarık Balyalı)
Küçükçekmece
İHALE EVRAKI GİZLENİYOR
* Denetimin şeffaf yapılması engellendi - İstenilmesine rağmen 2012 yılı içerisinde ihale ile satışı yapılan belediye yerlerine ait evraklar, belediye birimleri tarafından komisyona teslim edilmemiştir. Yapılıp yapılmadığına dair bir bilgi de bildirilmemiştir. Bu durum denetimin şeffaf ve gerçekçi bir şekilde yapılmasını engellemiştir.
* İşçiler ihale ediliyor! - Her ne kadar kâğıt üzerinde güvenlik hizmetleri ihale edilmiş gibi görünse de, fiili uygulamada, işçiler ihale edilmekte, güvenlik şirketleri yalnızca işçilerin sigorta primleri ve ücretlerini yatırmakta, işin sevk ve organizasyonu kamu kurumlarınca yapılmakta, işçilere emir ve talimatı kamu kurumları vermekte, işten çıkarma da dahil olmak üzere işçilere ilişkin tüm işverenlik yetkileri kamu kurumlarınca kullanılmaktadır. Bu personelin alımı özellikle siyasi olarak kullanılmakta, taşeronlarca siyasi nitelik taşıyan adaylara ayrıcalık tanınmaktadır.
Cumhuriyet Portal
1 Eylül 2013