Komprador ve компрадор
Son telefon muhabbetinde Trump, Erdoğan’a aslında ne demiş? Beyaz Saray açıklamasına göre Trump her zamanki gibi ABD ile Türkiye arasındaki stratejik ortaklığın önemini yinelemiş. İşbirliğimiz sürsün, stratejik müttefikimizsiniz!
Ve komprador zaten işbirlikçi demektir ve komprador burjuvazi emperyalizmin işbirlikçisidir ve komprador iktidar emperyalizmin işbirlikçisidir.
Komprador terimi, önceleri yabancı bir firma adına kendi ülkesinde
ticari işlem yapan ve bunun sonucunda zenginleşen tüccarları nitelemek
üzere kullanılmaktaydı. Zamanla ‘işbirlikçi’ anlamını kazandı ve
bilhassa Çin devrimi sürecinde ülkenin yabancılarca sömürülmesine
katılan kişiler böyle anıldı. Böylece devrimci literatürde
emperyalistlerle işbirliği yapan yerli kapitalistlere komprador
denilmeye başlandı. Rusya, Çin, Avrasyacılık filan gündeme gelince aklıma bu kompradorluk terimi geldi işte…
Çin’dekine benzer bir milli demokratik devrim süreci olabilir düşüncesiyle, elli yıl kadar önce bizde de emperyalizme karşı mücadelede müttefik olarak ‘milli’ burjuvazi arayanlar olmuştu ve bu yüzden milli olmayanlara da komprador denilirdi.
Günümüzde emperyalizm o kadar küreselleşti ki bırakın milli burjuvaziyi milli süpermarketçiyi bile bulamazsınız!
Şimdi Trump elbette bizimkilere kompradorumuzsunuz demiyor, ortağımız-müttefikimiz diyor ve işbirliği derken kompradorluğu anlatıyor. Saray cenahında kafalar karışık, bir yandan Trump övgüleri bir yandan NATO sövgüleri. Kompradorluk şimdi zor zanaat. Başlıktaki Rusçasıyla ‘компрадор’ olsa bile! Üstelik ‘компрадор’ olunca antiemperyalist de olmuyorsun.
Gerçi emperyalizm ile kompradorlar, yani yerli ve ‘milli’ işbirlikçileri arasında tam bir uyum her zaman için geçerli olmamıştır. Menderes, Demirel, bir nevi Ecevit, bilhassa Evren, hatta Özal ve şimdi Erdoğan, bel bağladıkları güçlerle bazen sıkıntıya düşmüşlerdir.
Basitçe söylenirse, emperyalizm işi bittiğinde veya yeri geldiğinde işbirlikçisini posası çıkmış bir limon gibi kenara atmaya çalışır. Ama bu kadar basit değildir, çünkü işbirlikçinin görece özerkliği vardır, en azından kendini kurtarmak için diklenmeye kalkışır.
Tabii ki gönüllü işbirliği her iki tarafın da memnuniyetine ve menfaatine dayanır. Ama işbirliğinde bir yanda güçlü bir yanda güçsüz varsa, yeri gelir güçlü olan lehine zoraki işbirliği de dayatılır ve elbette buna artık işbirliği değil boyun eğdirme denir.
Bağımlılık işte budur. Ve mecburiyetten işbirlikçilik bağımlılık yaratır, tiryakilik misali…
Menderes ne yaptı? Başı sıkışınca Sovyetlere yanaşmaya bile kalkıştı. Demirel bazen işbirliğini beceremedi, 12 Mart ve 12 Eylül ‘mağduru’ oldu. Ecevit diklense ve sonunda IMF’ye boyun eğse de, işbirlikçi TÜSİAD’ın bir gazete ilanıyla tepetaklak oluvermişti. Kenan Evren aslında dört dörtlük bir işbirlikçilik yapmıştı ama onun da miadı dolmuştu. Düşünebiliyor musunuz, Özal bile bir noktadan sonra yetersiz hale gelmişti.
Erdoğan macerasını birlikte yaşıyoruz.
Ve hepsinde de işbirliği tıkandığında, taze kan icap ettiğinde hep ABD hep NATO hep CIA devredeydi. Şimdi iki kelime, Suriye ve Sarraf, ABD’nin bu tıkanıklığı açacak anahtarları.
Trump bu arada telefon muhabbetinde ‘Suriye’deki ortaklarına’ verdiği askeri yardımlardan söz etmişti, çünkü orada sadece Türkler değil Kürtler de ABD ortakları, müttefikleri ve yani işbirlikçileri; bu durumda işbirlikçiliğin milliyeti, milli olanı yok, sonuçta bir nevi kompradorluk kategorisinde ortaya çıkıyor bu türden işbirlikçilik.
Ayrıca Saray cenahından “biz artık komprador değiliz, компрадор olduk” imaları yapılsa da Soçi’de olduğu gibi yine tatminkâr bir sonuç yok. Saray’ın Afrin kaygısı Rusya tarafından niye dikkate alınsın ki? Yani Rusya gönüllü şekilde Kürtleri tek başına ABD işbirlikçisi olarak mı bırakacak? Ayrıca Suriye’de Kürtler (özellikle Barzani dersinden sonra) ABD yanı sıra Rusya’yı da yedek ‘müttefik’ olarak görmez mi?
Son telefon muhabbetinde Trump, Erdoğan’a aslında ne demiş? Beyaz Saray açıklamasına göre Trump her zamanki gibi ABD ile Türkiye arasındaki stratejik ortaklığın önemini yinelemiş. İşbirliğimiz sürsün, stratejik müttefikimizsiniz!
Ve komprador zaten işbirlikçi demektir ve komprador burjuvazi emperyalizmin işbirlikçisidir ve komprador iktidar emperyalizmin işbirlikçisidir.
Çin’dekine benzer bir milli demokratik devrim süreci olabilir düşüncesiyle, elli yıl kadar önce bizde de emperyalizme karşı mücadelede müttefik olarak ‘milli’ burjuvazi arayanlar olmuştu ve bu yüzden milli olmayanlara da komprador denilirdi.
Günümüzde emperyalizm o kadar küreselleşti ki bırakın milli burjuvaziyi milli süpermarketçiyi bile bulamazsınız!
Şimdi Trump elbette bizimkilere kompradorumuzsunuz demiyor, ortağımız-müttefikimiz diyor ve işbirliği derken kompradorluğu anlatıyor. Saray cenahında kafalar karışık, bir yandan Trump övgüleri bir yandan NATO sövgüleri. Kompradorluk şimdi zor zanaat. Başlıktaki Rusçasıyla ‘компрадор’ olsa bile! Üstelik ‘компрадор’ olunca antiemperyalist de olmuyorsun.
Gerçi emperyalizm ile kompradorlar, yani yerli ve ‘milli’ işbirlikçileri arasında tam bir uyum her zaman için geçerli olmamıştır. Menderes, Demirel, bir nevi Ecevit, bilhassa Evren, hatta Özal ve şimdi Erdoğan, bel bağladıkları güçlerle bazen sıkıntıya düşmüşlerdir.
Basitçe söylenirse, emperyalizm işi bittiğinde veya yeri geldiğinde işbirlikçisini posası çıkmış bir limon gibi kenara atmaya çalışır. Ama bu kadar basit değildir, çünkü işbirlikçinin görece özerkliği vardır, en azından kendini kurtarmak için diklenmeye kalkışır.
Tabii ki gönüllü işbirliği her iki tarafın da memnuniyetine ve menfaatine dayanır. Ama işbirliğinde bir yanda güçlü bir yanda güçsüz varsa, yeri gelir güçlü olan lehine zoraki işbirliği de dayatılır ve elbette buna artık işbirliği değil boyun eğdirme denir.
Bağımlılık işte budur. Ve mecburiyetten işbirlikçilik bağımlılık yaratır, tiryakilik misali…
Menderes ne yaptı? Başı sıkışınca Sovyetlere yanaşmaya bile kalkıştı. Demirel bazen işbirliğini beceremedi, 12 Mart ve 12 Eylül ‘mağduru’ oldu. Ecevit diklense ve sonunda IMF’ye boyun eğse de, işbirlikçi TÜSİAD’ın bir gazete ilanıyla tepetaklak oluvermişti. Kenan Evren aslında dört dörtlük bir işbirlikçilik yapmıştı ama onun da miadı dolmuştu. Düşünebiliyor musunuz, Özal bile bir noktadan sonra yetersiz hale gelmişti.
Erdoğan macerasını birlikte yaşıyoruz.
Ve hepsinde de işbirliği tıkandığında, taze kan icap ettiğinde hep ABD hep NATO hep CIA devredeydi. Şimdi iki kelime, Suriye ve Sarraf, ABD’nin bu tıkanıklığı açacak anahtarları.
Trump bu arada telefon muhabbetinde ‘Suriye’deki ortaklarına’ verdiği askeri yardımlardan söz etmişti, çünkü orada sadece Türkler değil Kürtler de ABD ortakları, müttefikleri ve yani işbirlikçileri; bu durumda işbirlikçiliğin milliyeti, milli olanı yok, sonuçta bir nevi kompradorluk kategorisinde ortaya çıkıyor bu türden işbirlikçilik.
Ayrıca Saray cenahından “biz artık komprador değiliz, компрадор olduk” imaları yapılsa da Soçi’de olduğu gibi yine tatminkâr bir sonuç yok. Saray’ın Afrin kaygısı Rusya tarafından niye dikkate alınsın ki? Yani Rusya gönüllü şekilde Kürtleri tek başına ABD işbirlikçisi olarak mı bırakacak? Ayrıca Suriye’de Kürtler (özellikle Barzani dersinden sonra) ABD yanı sıra Rusya’yı da yedek ‘müttefik’ olarak görmez mi?
Deniyor ki Saray anketlere bakarak siyasi söylem oluştururmuş. Bu
durumda işi daha da zor. Çünkü son anketlerde halkımız NATO’dan
çıkılarak Rusya ile çok boyutlu bir ittifaka gidilmesine sıcak
bakıyormuş ama Rusya ile kapsamlı ittifaka evet diyenlerin önemli bir
kısmı AB üyeliğine de artan ölçüde olumlu yaklaşmaya başlamışmış! Lahana
turşusuyla perhiz yapmak da halkımızın bir tercihi oluyor.
En iyisi YSK anketlerde de devreye girsin ve Saray’ın hoşuna giden sonuçlar, resmi anket sonuçları olarak açıklansın.
MELİH PEKDEMİR / BİRGÜN