“O kadar karanlık bir dönemden geçiyoruz ki
insanın sadece aynı noktada inatla durmaya devam etmesi bile cesaret
olarak algılanabiliyor, öyle gözükebiliyor.”
Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen İzmir Uluslararası Tiyatro Festivali’nin 8 Aralık’taki açılışında “Cesaret” ödülü verilen Doç. Dr. Süreyya Karacabey’in kurduğu bu cümle düşündürücü.
DTCF’nin durumu
Türkiye Cumhuriyeti eğitim tarihinde övünülesi bir kurum olan Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nin Tiyatro bölümünden bir OHAL KHK’si ile ihraç edilen Karacabey, çok metin bir tavırla bugünlerin nasıl olsa geçeceğini söylese de, üç veya dört harfli birtakım kısaltmalarla hayatların tarumar edildiği bugünlerin yaşanmakta olmasını kabullenmek, sineye çekmek çok zor.
Koskoca DTCF Tiyatro Bölümü’nde neredeyse ders verecek hoca kalmadı, hepsini uzaklaştırdılar. Vardığımız nokta bu… Fikir ve ifade özgürlüğünden yana tavır alan akademisyenler kadar tiyatro eğitimi de cezalandırıldı. Karşısındakini aşağılamak için “tiyatro yapıyorsun” demenin âdetten olduğu bir kültürel vasatta, tiyatro eğitim kurumlarına reva görülen bu cezalandırmaya da şaşırmamak gerekiyor belki de.
Süreyya Hoca’nın söylediği gibi, yerimizi koruyarak, aynı noktada inatla durmayı sürdürmenin de bu ülkede ayrı bir önemi olduğuna inanıyorum. Çünkü Türkiye, yalanın çok fazla egemen olduğu, her şeyi bastırdığı, pozisyonların şimşek hızıyla ve çok yüzsüzce değiştirildiği, üstelik bundan dolayı ne siyasal, ne toplumsal, ne ahlaksal, hiçbir hesap sorma ile karşılaşılmayan bir ülke haline geldi. Baskı da görse yerinde durmaktan vazgeçmeyen inatçı kimlikler bugün her zamankinden daha değerli.
Sağ olsunlar, TAKSAV beni de “Onur” ödülüne layık görmüş. Tören, avucumun içi gibi bildiğim, hatta kimsenin bilmediği bölmelerini keşfettiğim bir sahnede yapılıyor: İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Konak sahnesi… 2013’te “Son Çığlık” oyununu yönetmiştim orada.
Sorun sadece iktidarda mı?
İşin aslı, siyaset bu memlekette her şeyi, sanatı da tiyatroyu da öyle ezip pestilini çıkardı ki, birtakım uyanıklar durumdan vazife çıkarıp pozisyon almak için çok uygun bir ortamı yakaladılar. Ve ne ilginçtir ki, söz konusu şahıslar siyasi yelpaze açısından bakıldığında, çeşitli, hatta zıt taraflarda olabiliyorlar. Ama nerede boy gösterirlerse göstersinler, ortak özellikleri var: Tiyatroyu deli gibi sevmiyorlar, öyle sevene deli diye bakıyorlar. Emeğe hiç saygıları yok, kendi küçük dünyalarını ve çıkarlarını tehlikede gördükleri anda insanı mümkünse itibarsızlaştırmaya çalışıyor, buna fırsat bulamazlarsa doğrudan ekmeğiyle oynuyorlar. Kul hakkı da yiyorlar, sanatçı hakkı da. Şunu da eklemeliyim: 51 yıllık sanatçıyım, tiyatroyu gerçekten aşk ile sevdim ve kendimi adayarak yaptım. 3,5 yılını cezaevinde, 14 yılını yurtdışı, 14 yılını da yurtiçi sürgününde geçirdiğim bu uzun yılların ışığında, söz ettiğim “uyanık” zihniyetin sadece son dönemle ilgili olmadığını, çok daha genel bir problem oluşturduğunu biliyorum. Bu dönem olsa olsa yeni “kamuflaj olanakları” sunmuştur, hepsi o.
Böyle bir ruh hali içindeyken TAKSAV tarafından hatırlanmak bana iyi geldi, kendilerine teşekkür ediyorum.
Ayşe Emel Mesci / CUMHURİYET
Toplumsal Araştırmalar, Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen İzmir Uluslararası Tiyatro Festivali’nin 8 Aralık’taki açılışında “Cesaret” ödülü verilen Doç. Dr. Süreyya Karacabey’in kurduğu bu cümle düşündürücü.
DTCF’nin durumu
Türkiye Cumhuriyeti eğitim tarihinde övünülesi bir kurum olan Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nin Tiyatro bölümünden bir OHAL KHK’si ile ihraç edilen Karacabey, çok metin bir tavırla bugünlerin nasıl olsa geçeceğini söylese de, üç veya dört harfli birtakım kısaltmalarla hayatların tarumar edildiği bugünlerin yaşanmakta olmasını kabullenmek, sineye çekmek çok zor.
Koskoca DTCF Tiyatro Bölümü’nde neredeyse ders verecek hoca kalmadı, hepsini uzaklaştırdılar. Vardığımız nokta bu… Fikir ve ifade özgürlüğünden yana tavır alan akademisyenler kadar tiyatro eğitimi de cezalandırıldı. Karşısındakini aşağılamak için “tiyatro yapıyorsun” demenin âdetten olduğu bir kültürel vasatta, tiyatro eğitim kurumlarına reva görülen bu cezalandırmaya da şaşırmamak gerekiyor belki de.
Süreyya Hoca’nın söylediği gibi, yerimizi koruyarak, aynı noktada inatla durmayı sürdürmenin de bu ülkede ayrı bir önemi olduğuna inanıyorum. Çünkü Türkiye, yalanın çok fazla egemen olduğu, her şeyi bastırdığı, pozisyonların şimşek hızıyla ve çok yüzsüzce değiştirildiği, üstelik bundan dolayı ne siyasal, ne toplumsal, ne ahlaksal, hiçbir hesap sorma ile karşılaşılmayan bir ülke haline geldi. Baskı da görse yerinde durmaktan vazgeçmeyen inatçı kimlikler bugün her zamankinden daha değerli.
Sağ olsunlar, TAKSAV beni de “Onur” ödülüne layık görmüş. Tören, avucumun içi gibi bildiğim, hatta kimsenin bilmediği bölmelerini keşfettiğim bir sahnede yapılıyor: İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Konak sahnesi… 2013’te “Son Çığlık” oyununu yönetmiştim orada.
Sorun sadece iktidarda mı?
İşin aslı, siyaset bu memlekette her şeyi, sanatı da tiyatroyu da öyle ezip pestilini çıkardı ki, birtakım uyanıklar durumdan vazife çıkarıp pozisyon almak için çok uygun bir ortamı yakaladılar. Ve ne ilginçtir ki, söz konusu şahıslar siyasi yelpaze açısından bakıldığında, çeşitli, hatta zıt taraflarda olabiliyorlar. Ama nerede boy gösterirlerse göstersinler, ortak özellikleri var: Tiyatroyu deli gibi sevmiyorlar, öyle sevene deli diye bakıyorlar. Emeğe hiç saygıları yok, kendi küçük dünyalarını ve çıkarlarını tehlikede gördükleri anda insanı mümkünse itibarsızlaştırmaya çalışıyor, buna fırsat bulamazlarsa doğrudan ekmeğiyle oynuyorlar. Kul hakkı da yiyorlar, sanatçı hakkı da. Şunu da eklemeliyim: 51 yıllık sanatçıyım, tiyatroyu gerçekten aşk ile sevdim ve kendimi adayarak yaptım. 3,5 yılını cezaevinde, 14 yılını yurtdışı, 14 yılını da yurtiçi sürgününde geçirdiğim bu uzun yılların ışığında, söz ettiğim “uyanık” zihniyetin sadece son dönemle ilgili olmadığını, çok daha genel bir problem oluşturduğunu biliyorum. Bu dönem olsa olsa yeni “kamuflaj olanakları” sunmuştur, hepsi o.
Böyle bir ruh hali içindeyken TAKSAV tarafından hatırlanmak bana iyi geldi, kendilerine teşekkür ediyorum.
Ayşe Emel Mesci / CUMHURİYET