16 Aralık 2017 Cumartesi

İngiliz zırhlısından ülke yönetmek - IŞIK KANSU

Saray’dakinin epeydir tek derdi, tasası Lozan Antlaşması oldu. Yerli yersiz, zamanlı zamansız Lozan’ı eleştiriyor, yenilenmesini istiyor, değiştirilsin diye üsteliyor.
Durup dururken “Musul, Misak-ı Milli’deydi, Lozan ile vazgeçtik” diyor sözgelimi.
Kim veriyorsa bu akılları ona, tam bir bilmezlik örneği. 


Oysa, cesur yurtseverliği yüzünden aramızdan alınan Uğur Mumcu, Musul’un nasıl elimizden çıktığını ta 1992’de yazmıştır:
“Kurtuluş Savaşı’nı yürüten lider kadrosu, Batı’da Yunan ordusu ile savaşırken, 6 Mart 1921 günü ‘Koçgiri Ayaklanması’ ile karşılaştılar. Bu ayaklanmanın bastırılmasından sonra Hakkâri çevresinde yaşayan Nasturiler, İngiliz uçaklarının desteğinde 7 Ağustos 1924 günü ayaklandılar. Nasturi Ayaklanması, 28 Eylül gününe kadar sürdü. Aynı günlerde Erzurum’da Şeyh Sait Ayaklanması hazırlıkları tamamlandı. Ayaklanma, 1925 yılı Şubat ayında başladı, bu ayaklanma da bastırıldı. Bu ayaklanmalar sonunda Musul, Türkiye’nin elinden alındı.
Bu ayaklanmaların bir tek galibi vardı. O da İngiltere’ydi!”

 

Saray’daki; Atatürk’e, Lozan kahramanı İsmet İnönü’ye söylemedik söz bırakmazken, bugün Diyarbakır meydanında; İngilizleri arkasına alıp gerici isyan çıkaran, Cumhuriyet’e karşı ayaklanan işbirlikçi Şeyh Sait’in heykeli yükseliyor. 

Kafa, aynı kafa çünkü... 


Anımsayınız: Bundan bir önceki AKP’li Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’yi ziyaret eden İngiliz Kraliçesi ile görüşmek için İstanbul limanına demirleyen İngiliz “MMS Illustrious” uçak gemisine çıkmıştı.
İstanbul’un işgali sırasında Boğaz’daki İngiliz zırhlılarına “Geldikleri gibi giderler” diyen Atatürk’ün bağımsızlık anlayışı ile uğraşmaları ezelden ebede mayalarına yerleşmiş bir kere. Üstlerinden atamıyorlar.


‘Politika meselesi’ olarak Kudüs
 
Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” kitabında, 1. Dünya Savaşı sırasındaki Kudüs’ü anlatırken bu kentin “Ortodoks Petersburg, Protestan Berlin, dinsiz Paris, Katolik Roma ve Anglikan Londra’nın politika meselesi” olduğunun altını çizdikten sonra şu betimlemeyi yapar:
“Filistin’in yeni kasabaları ve köyleri Yahudi eseridir. Köylerinde akşamları smokin giyen İngiliz Yahudisi muhtarlık eder. Müslüman Araplar ise, bu efendilerinin hizmetindedirler. Üzümü Arap gündelikçi sıkar ve şarabını semiz Yahudi içer.”
Falih Rıfkı, Müslümanlarca kutsal toprakları savunmak için gönderilen on binlerce Anadolu çocuğunun “iskorpitten çürüyüp düşen ağızlarının yaraları içinde kavrulmuş çekirge çiğnemeye çalışarak” savaştıkları dönemde Arap çöllerindeki durumu şöyle anlatır:
“Aşiretlerin bulunduğu çöller içine henüz paradan büyük Allah girmemiştir. Para uğruna yapılan her şey, Allah uğruna yapılmış gibidir.”
Arap şeyhleri, emirleri, Osmanlı altınını ceplerine atar, yemeğini yer, atlarını çalıp İngilizlere satarken Anadolu’dan gönderilen Ahmet’ler, Falih Rıfkı’nın deyimiyle “Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi” görüyor, evlerinden, yurtlarından çok uzak çöllerde çürümüşlerdir.
 


Geçmişten ders almayı bilmeliyiz. 

Biz, mazlumluktan kurtulmak için dünyaya “bağımsızlık savaşı” ile örnek olmuş bir ulusuz.
Putin’in, Papa’nın, Trump’ın “politika meselesi”nden bize ne?
Onlarla her alanda ortaklık kuran Arap şeyhleri, kralları, prensleri düşünsün...


Işık Kansu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder