Ali Sirmen gerek yazılarıyla gerek konuşmalarıyla, her olağanüstü
dönemde girdiği askeri cezaevleri, yattığı hapislikleri ve
karşısındakileri kırıp geçiren (büyük bir ciddiyetle yaptığı)
esprileriyle gerçek bir Babıali efsanesidir.
Ali Sirmen’in anılarından oluşan “Bir Eski Cumhuriyet İçin” adlı söyleşi kitabı İmge Yayınlarından geçtiğimiz yaz çıktı. Kısa sürede ikinci baskıyı da yaptı. Ümit Aslanbay’ın özenli bir çalışma ile kitaplaştırdığı eser, gazetecilik açısından bir başyapıt niteliğine sahip bulunuyor.
Özellikle gazetecilik koşulları ve nitelikleri bakımından 2000’li yılların yerlerde sürünen mesleğimizin eskiden nasıl yapıldığını okuyup anlamak için Ali Sirmen kitabı büyük bir görevi yerine getiriyor.
Tabii Türkiye’de fikir insanı olmanın zorunlu bir devamı niteliğine sahip hapislik koşulları bakımından ülkenin nereden, nereye geldiğini de anlamak için iyi bir kıyaslama imkanı sunuyor.
***
Ümit Aslanbay soruyor, Ali Sirmen de bütün samimiyetiyle anlatıyor…
-Sizin de yargılandığınız Madanoğlu Davası var. Cezaevine giriş süreciniz nasıl başladı?
-“Akşam gazetesindeydim, Madanoğlu Davası nedeniyle arandığımı duydum. Emniyet Müdürlüğüne telefon ettim, beni arıyor muşsunuz? Yoo aramıyoruz diye cevap geldi. Sonra gelin dediler, gittim Sirkeci’deki Sansaryan Han’a… İstanbul Emniyet Müdürlüğü oradaydı. Gözaltına alındım. Ama dava Ankara’da. Bizi Ankara’ya nasıl sevk edeceklerini bilmiyorlar. Biz otobüsle gidelim, parasını biz veririz dedik. Kabul ettiler. Sivil polislerle birlikte yola çıktık. İçimizden şu geçiyor, bir daha İstanbul’a ne zaman döneceğimiz belli değil. Bir veda yemeği yesek de öyle gitsek. Polislere söyledik, kabul ettiler. Pendik’te indik, bir balıkçı lokantasına girip içkili balıklı bir İstanbul’a veda yemeği yedik polislerle birlikte…”
Ankara’da tutuklu olarak Askeri Bando Mızıka Okulunda bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a Davutpaşa Kışlasına getiriliyorlar. Dayanışma en üst düzeyde sürüyor. Mesela Yaşar Kemal sıklıkla ziyarete geliyor. Ali Sirmen o günleri şöyle anlatıyor:
-“Yaşar Kemal, Noel Baba gibiydi, her seferinde eli kolu dolu gelirdi. Ziyaretçilerimiz koğuşlara kadar gelirdi. Bir seferinde iki kiloluk Neskafe getirmişti. Annem geldiğinde ona kahve yaptım. Şaşırdı, oğlum siz burada bizden iyisiniz dedi. Bir gün de Beyti’den kebaplarla gelmişti Yaşar Kemal.”
Bu dönem yakın tarihimizde “12 Mart Faşizmi” olarak geçiyor. Askeri cezaevi olarak kullanılan 1970’lerin Davutpaşa kışlası ile 2000’lerin “sivil” Silivri Cezaevini kıyaslayınca, yeni rejimin niteliği konusunda bir isimlendirme yapabilmek mümkün değil!..
***
Ali Sirmen’in Akşam gazetesi yılları zengin anılarla dolu… Gazete sahibi işadamı Malik Yolaç’ın da ara sıra gazetede imzasız başyazıları yayınlanıyor. Bu yazılardan biri için dava açılıyor. Yazı İşleri Müdürü Doğan Koloğlu da haliyle sorumlu olarak mahkumiyet alıyor.
Bundan sonrasını Ali Sirmen anlatsın:
-“Esas sürpriz mahkemede ortaya çıkıyor. Malik Yolaç, Doğan Koloğlu’nu işten atmıştı. Bu koşullarda dahi Doğan, Malik Yolaç’ın adını vermedi. Söz konusu başyazıyı patronum Malik yazdı demedi. Kısa süre hapis yattı, çıkınca da Erol Simavi, onu (Doğan Koloğlu) Hürriyet’te işe aldı.”Şimdilerde hapishaneye konulmuş meslektaşları aleyhinde savcıları geride bırakan suçlama yazıları kaleme alan “gazetecileri” görüp, okuyunca eski gazetecilerin masal kahramanları gibi görünmelerine şaşırmamak gerekiyor.
Ali Sirmen de o kahramanlardan biri olarak mesleğini aynı çizgide sürdürüyor. Sirmen bizlere ister istemez “vay canına” dedirtiyor:-Bir zamanlar gazetecilik ve hapislik neymiş!
Nazım Alpman / BİRGÜN
Ali Sirmen’in anılarından oluşan “Bir Eski Cumhuriyet İçin” adlı söyleşi kitabı İmge Yayınlarından geçtiğimiz yaz çıktı. Kısa sürede ikinci baskıyı da yaptı. Ümit Aslanbay’ın özenli bir çalışma ile kitaplaştırdığı eser, gazetecilik açısından bir başyapıt niteliğine sahip bulunuyor.
Özellikle gazetecilik koşulları ve nitelikleri bakımından 2000’li yılların yerlerde sürünen mesleğimizin eskiden nasıl yapıldığını okuyup anlamak için Ali Sirmen kitabı büyük bir görevi yerine getiriyor.
Tabii Türkiye’de fikir insanı olmanın zorunlu bir devamı niteliğine sahip hapislik koşulları bakımından ülkenin nereden, nereye geldiğini de anlamak için iyi bir kıyaslama imkanı sunuyor.
***
Ümit Aslanbay soruyor, Ali Sirmen de bütün samimiyetiyle anlatıyor…
-Sizin de yargılandığınız Madanoğlu Davası var. Cezaevine giriş süreciniz nasıl başladı?
-“Akşam gazetesindeydim, Madanoğlu Davası nedeniyle arandığımı duydum. Emniyet Müdürlüğüne telefon ettim, beni arıyor muşsunuz? Yoo aramıyoruz diye cevap geldi. Sonra gelin dediler, gittim Sirkeci’deki Sansaryan Han’a… İstanbul Emniyet Müdürlüğü oradaydı. Gözaltına alındım. Ama dava Ankara’da. Bizi Ankara’ya nasıl sevk edeceklerini bilmiyorlar. Biz otobüsle gidelim, parasını biz veririz dedik. Kabul ettiler. Sivil polislerle birlikte yola çıktık. İçimizden şu geçiyor, bir daha İstanbul’a ne zaman döneceğimiz belli değil. Bir veda yemeği yesek de öyle gitsek. Polislere söyledik, kabul ettiler. Pendik’te indik, bir balıkçı lokantasına girip içkili balıklı bir İstanbul’a veda yemeği yedik polislerle birlikte…”
Ankara’da tutuklu olarak Askeri Bando Mızıka Okulunda bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a Davutpaşa Kışlasına getiriliyorlar. Dayanışma en üst düzeyde sürüyor. Mesela Yaşar Kemal sıklıkla ziyarete geliyor. Ali Sirmen o günleri şöyle anlatıyor:
-“Yaşar Kemal, Noel Baba gibiydi, her seferinde eli kolu dolu gelirdi. Ziyaretçilerimiz koğuşlara kadar gelirdi. Bir seferinde iki kiloluk Neskafe getirmişti. Annem geldiğinde ona kahve yaptım. Şaşırdı, oğlum siz burada bizden iyisiniz dedi. Bir gün de Beyti’den kebaplarla gelmişti Yaşar Kemal.”
Bu dönem yakın tarihimizde “12 Mart Faşizmi” olarak geçiyor. Askeri cezaevi olarak kullanılan 1970’lerin Davutpaşa kışlası ile 2000’lerin “sivil” Silivri Cezaevini kıyaslayınca, yeni rejimin niteliği konusunda bir isimlendirme yapabilmek mümkün değil!..
***
Ali Sirmen’in Akşam gazetesi yılları zengin anılarla dolu… Gazete sahibi işadamı Malik Yolaç’ın da ara sıra gazetede imzasız başyazıları yayınlanıyor. Bu yazılardan biri için dava açılıyor. Yazı İşleri Müdürü Doğan Koloğlu da haliyle sorumlu olarak mahkumiyet alıyor.
Bundan sonrasını Ali Sirmen anlatsın:
-“Esas sürpriz mahkemede ortaya çıkıyor. Malik Yolaç, Doğan Koloğlu’nu işten atmıştı. Bu koşullarda dahi Doğan, Malik Yolaç’ın adını vermedi. Söz konusu başyazıyı patronum Malik yazdı demedi. Kısa süre hapis yattı, çıkınca da Erol Simavi, onu (Doğan Koloğlu) Hürriyet’te işe aldı.”Şimdilerde hapishaneye konulmuş meslektaşları aleyhinde savcıları geride bırakan suçlama yazıları kaleme alan “gazetecileri” görüp, okuyunca eski gazetecilerin masal kahramanları gibi görünmelerine şaşırmamak gerekiyor.
Ali Sirmen de o kahramanlardan biri olarak mesleğini aynı çizgide sürdürüyor. Sirmen bizlere ister istemez “vay canına” dedirtiyor:-Bir zamanlar gazetecilik ve hapislik neymiş!
Nazım Alpman / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder