R.T. Erdoğan, ünlü (!) sarayında, “15 Mart” günü topladığı lise öğrencilerine yaptığı konuşmada, “Dil Devrimi’ adı altında, tatsız, tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutuna sokularak, milletimizin medeniyeti ile arasındaki bağ zayıflatılmaya, koparılmaya çalışılmıştır” demiş.
Ne var ki değerli dostlar, şu söylemi oluşturan “19” sözcüğün, “11”i Türkçe, “7”si Arapça, biri Farsça; demek neredeyse “yüzde 58”i (%58) Türkçe...
Ardından gelen, “Aslında damarlarımız kesilmiştir”de de, Türkçe oranı “%66”.
Sürdürürsek, “Tarihle olan bağımız kesilmiştir” vurgusunda da bu oran “%75”.
“Dil Devrimi”ne bu denli karşıysan bu Türkçe oranların anlamı ne?
Yanıt vermeyeceğine göre “dil” konusunda yaşananlara şöyle bir değinerek, biz versek diyorum değerli dostlar, umarım katılırsınız...
Türk dilinin, iki büyük olay yaşadığı konunun uzmanlarınca onaylanır; ilki dilimizin “%65”e varan oranda yabancı -özellikle Arapça, Farsça-sözcüğü içine alması, böylece Türkçe olmaktan uzaklaşması, ötekisi de yine özüne dönmesi, benliğine kavuşması.
Türklerin İslam dinini kabul edip Orta Asya’dan, Batı’ya doğru göç etmeleriyle birlikte yabancı sözcükler de akın akın dilimize girmeye başlamış, bu durum yüzyıllarca sürmüştü.
Osmanlı döneminde, Türkçe konusunda bir iki kıpırdanış görülmüşse de başarılı olamamış, ancak “Büyük Millet Meclisi”nin açılıp, “Kurtuluş Savaşı”nı yürütecek olan “Hükümet”in kurulması ve “İlk Hükümet Programı”nda, “Türkçe” sorununun da yer almasıyla somut bir adım atılacaktı.
“Dil Devrimi”nin yapıtaşı olan “Yazı Devrimi”, “1928”de gerçekleştirilince, sıra Türkçe’nin yeniden yaşama geçirilmesine gelir.
Peki, bu nasıl olacaktı?
1932 yılına gelindiğinde çözüm için ilk adım, sivil bir kurum, “Türk Dil Kurumu” oluşturularak atılır. Kurumun üyeleri, Anadolu’ya dağılarak yaşayan, unutulmak üzere olan, kaybolan sözcükleri, deyimleri derledi topladı; cilt cilt “Tarama Sözlüğü” oluşturuldu.
Bir süre sonra, belirli bir aşamaya gelince, yüzde doksanı Arapça olan yasa dilinin, “Medeni Kanun” bölümünün Türkçeleştirilmesine başlanır; neredeyse “yüzde yüz” Türkçe olarak yeniden düzenlenir; artık kapı açılmıştır, yürüyüş sürdürülür.
Peki, bu arada öteki diller, özellikle yoğun alıntı yaptığımız Arapça ve Farsça ne durumdaydı?
Anımsanacağı gibi, Araplar, “sekizinci yy”da “Aristo” çevirilerine başladıklarında, karşılaştıkları pek çok kavrama, Arapça karşılıklar “yaratma” çabası içinde oldular, neredeyse “iki yüzyıl” boyunca.
“20. yy”da, “Batı tekniği”nin getirdiği sayısız kavrama, sözcüğe de, kurdukları “Arap Dil Derneği”, bir bir “Arapça” karşılıklar bulur, “mikroskop” için “michâr”, “teleskop”a “mikrab”, ilk örneklerdir.
Ayrıca, günümüzdeki uluslararası adların kimilerini de Arapçalaştırmaktan çekinmemişlerdir: Posta’ya “berîd”, telgrafa “berkîye”, radyoya “mizya”, istasyona “mahatta”, asansöre “mîsad” gibi...
Farsçada da, bu süreç yaşanmıştır; bu dilde de, bisiklete “düçerha”, istasyona “istagâh”, gazeteye “rûzname”, kültüre de “ferhenk” gibi karşılıklar üretilerek, “dil bilinci” içinde bir dönem, Erdoğan’a göre bir “cinnet dönemi” yaşamışlardır; sanırım yer yer de sürdürmekteler...
Kuşkusuz, Batı’da da bu olgu, bu bağlamda gelişti; “Alman Dil Derneği” ve çalışmaları en bilinenlerdendir; özellikle Macarca’nın öyküsü, Türkçe yönünden ilginçtir; Macarca da, iki dilin, “Latince” ve “Almanca”nın yoğun saldırısına uğramıştı; “Macarca” erimeye başladığı gibi, ‘Macarlık’ da tükeniyordu...”
Bu durum yaygınlaşınca, Macarlar -bir bakıma-“yeniden bir dirilişle”, daha “19. yy”da, yabancı “on bin” sözcüğü dillerinden söküp attılar; böylece “Almanlaşmak”tan kurtuldukları bilinir.
Bizim için de dikkate alınacak bir durum... Ne ki Erdoğan’a göre, Macarlar, bir “cinnet dönemine” girmiş olmuyorlar mıydı?
“15 Mart” günü Erdoğan, tabelalardaki “alıntı” sözleri de eleştirdi; haklı; bu konuda öneri de sundu: “İnternet Kafe” yerine “Kıraathane”... Eh, dört dörtlük bir öneri; çünkü, “kıraat”, Arapça, “hane”de Farsça... Ne demişler, “olursa ancak böyle olur!”...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Ne var ki değerli dostlar, şu söylemi oluşturan “19” sözcüğün, “11”i Türkçe, “7”si Arapça, biri Farsça; demek neredeyse “yüzde 58”i (%58) Türkçe...
Ardından gelen, “Aslında damarlarımız kesilmiştir”de de, Türkçe oranı “%66”.
Sürdürürsek, “Tarihle olan bağımız kesilmiştir” vurgusunda da bu oran “%75”.
“Dil Devrimi”ne bu denli karşıysan bu Türkçe oranların anlamı ne?
Yanıt vermeyeceğine göre “dil” konusunda yaşananlara şöyle bir değinerek, biz versek diyorum değerli dostlar, umarım katılırsınız...
Türk dilinin, iki büyük olay yaşadığı konunun uzmanlarınca onaylanır; ilki dilimizin “%65”e varan oranda yabancı -özellikle Arapça, Farsça-sözcüğü içine alması, böylece Türkçe olmaktan uzaklaşması, ötekisi de yine özüne dönmesi, benliğine kavuşması.
Türklerin İslam dinini kabul edip Orta Asya’dan, Batı’ya doğru göç etmeleriyle birlikte yabancı sözcükler de akın akın dilimize girmeye başlamış, bu durum yüzyıllarca sürmüştü.
Osmanlı döneminde, Türkçe konusunda bir iki kıpırdanış görülmüşse de başarılı olamamış, ancak “Büyük Millet Meclisi”nin açılıp, “Kurtuluş Savaşı”nı yürütecek olan “Hükümet”in kurulması ve “İlk Hükümet Programı”nda, “Türkçe” sorununun da yer almasıyla somut bir adım atılacaktı.
“Dil Devrimi”nin yapıtaşı olan “Yazı Devrimi”, “1928”de gerçekleştirilince, sıra Türkçe’nin yeniden yaşama geçirilmesine gelir.
Peki, bu nasıl olacaktı?
1932 yılına gelindiğinde çözüm için ilk adım, sivil bir kurum, “Türk Dil Kurumu” oluşturularak atılır. Kurumun üyeleri, Anadolu’ya dağılarak yaşayan, unutulmak üzere olan, kaybolan sözcükleri, deyimleri derledi topladı; cilt cilt “Tarama Sözlüğü” oluşturuldu.
Bir süre sonra, belirli bir aşamaya gelince, yüzde doksanı Arapça olan yasa dilinin, “Medeni Kanun” bölümünün Türkçeleştirilmesine başlanır; neredeyse “yüzde yüz” Türkçe olarak yeniden düzenlenir; artık kapı açılmıştır, yürüyüş sürdürülür.
Peki, bu arada öteki diller, özellikle yoğun alıntı yaptığımız Arapça ve Farsça ne durumdaydı?
Anımsanacağı gibi, Araplar, “sekizinci yy”da “Aristo” çevirilerine başladıklarında, karşılaştıkları pek çok kavrama, Arapça karşılıklar “yaratma” çabası içinde oldular, neredeyse “iki yüzyıl” boyunca.
“20. yy”da, “Batı tekniği”nin getirdiği sayısız kavrama, sözcüğe de, kurdukları “Arap Dil Derneği”, bir bir “Arapça” karşılıklar bulur, “mikroskop” için “michâr”, “teleskop”a “mikrab”, ilk örneklerdir.
Ayrıca, günümüzdeki uluslararası adların kimilerini de Arapçalaştırmaktan çekinmemişlerdir: Posta’ya “berîd”, telgrafa “berkîye”, radyoya “mizya”, istasyona “mahatta”, asansöre “mîsad” gibi...
Farsçada da, bu süreç yaşanmıştır; bu dilde de, bisiklete “düçerha”, istasyona “istagâh”, gazeteye “rûzname”, kültüre de “ferhenk” gibi karşılıklar üretilerek, “dil bilinci” içinde bir dönem, Erdoğan’a göre bir “cinnet dönemi” yaşamışlardır; sanırım yer yer de sürdürmekteler...
Kuşkusuz, Batı’da da bu olgu, bu bağlamda gelişti; “Alman Dil Derneği” ve çalışmaları en bilinenlerdendir; özellikle Macarca’nın öyküsü, Türkçe yönünden ilginçtir; Macarca da, iki dilin, “Latince” ve “Almanca”nın yoğun saldırısına uğramıştı; “Macarca” erimeye başladığı gibi, ‘Macarlık’ da tükeniyordu...”
Bu durum yaygınlaşınca, Macarlar -bir bakıma-“yeniden bir dirilişle”, daha “19. yy”da, yabancı “on bin” sözcüğü dillerinden söküp attılar; böylece “Almanlaşmak”tan kurtuldukları bilinir.
Bizim için de dikkate alınacak bir durum... Ne ki Erdoğan’a göre, Macarlar, bir “cinnet dönemine” girmiş olmuyorlar mıydı?
“15 Mart” günü Erdoğan, tabelalardaki “alıntı” sözleri de eleştirdi; haklı; bu konuda öneri de sundu: “İnternet Kafe” yerine “Kıraathane”... Eh, dört dörtlük bir öneri; çünkü, “kıraat”, Arapça, “hane”de Farsça... Ne demişler, “olursa ancak böyle olur!”...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET