Merkez Bankası’nın web sayfasını açınca hemen görünen iki cümle 16 Mayıs’tan kalma:“Piyasalarda gözlenen sağlıksız fiyat oluşumları yakından takip edilmektedir.Gelişmelerin enflasyon görünümü üzerindeki etkileri de dikkate alınarak gerekli adımlar atılacaktır.”
Bu kısa açıklamanın üzerinden bir hafta geçti. Dolar 4.65’i gördü.
Sayfada kolayca görünen diğer metin ise 30 Nisan 2018 tarihli Enflasyon Raporu.
Orada da bu yıl sonunda enflasyona dair yüzde 8.4 tahmini duruyor.
Tek hanede ısrar eden bu tahminin imkânsızlığı da artık ortada.
Özel sektör bilançolarındaki tahribat onarılması güç eşiklere taşınırken diğer yandan da tüketici güveni düşüyor.
Gerçekten Merkez Bankası’na göre, TL’deki bu değer kaybı bile henüz adım atılmasını gerektirecek düzeyde olmayabilir mi?
TL’deki korkutucu değer kaybının enflasyonu nasıl etkileyeceğini ölçmemesine imkân var mı?
Peki, dışardan umursamazlık gibi görünen bu tepkisizlik hali nedir?
Yaşanacak tahribatın derinleşeceği, yayılacağı biline biline Merkez Bankası’nın kıpırtısız kalışının izahı artık açık: Banka’nın Beştepe’den yönetilmesi. Geçen hafta Merkez Bankası Başkanı’nı AKP bayrağı altında gösteren fotoğraf bir süredir “de facto” konuşulan bu olguyu, resmi olarak da belgeliyordu.
***
Merkez Bankası’na, siyasi otorite karşısında bağımsızlık kazandıran yasal düzenleme, 2001 krizinin ardından tüm topluma ödetilen ağır reçetenin içinde özel yasayla geldi.
Banka bağımsızlığı, eğer koşulları varsa, gerektiğinde faiz artırımına gitmekten kaçınmamayı daha doğru anlatımla “korkmamayı” gerektiriyor. Fakat bugün gelinen noktada, faiz artırımından başka rasyonel seçeneği görünmeyen Merkez Bankası, bu zorunlu adımı atamıyor.
Banka bağımsızlığı, eğer koşulları varsa, gerektiğinde faiz artırımına gitmekten kaçınmamayı daha doğru anlatımla “korkmamayı” gerektiriyor. Fakat bugün gelinen noktada, faiz artırımından başka rasyonel seçeneği görünmeyen Merkez Bankası, bu zorunlu adımı atamıyor.
Bu seyretme halini “korku”dan başka gerekçeyle izah etmek zorlaşıyor.
Korku dediğiniz çeşit çeşit. Kaybedileceklerin ağırlığına ve atfedilen öneme göre iktidarın ayrı, bürokrasinin ayrı, kurumların ayrı, kişilerin ayrı korkuları var.
***
Olası faiz artırımının, mali piyasalara yansımaması imkânsız.
Kredi faizlerinde artış ise reel sektör, sanayi üretimi üzerinde baskı demek. Üretimin yavaşlamasının, başta istihdam olmak üzere olası sonuçları ise bilen biliyor.
Kredi faizlerinde artış ise reel sektör, sanayi üretimi üzerinde baskı demek. Üretimin yavaşlamasının, başta istihdam olmak üzere olası sonuçları ise bilen biliyor.
Hasılı, AKP ve Beştepe zaviyesinden bakıldığında seçim ortamında, faiz artırımının istenmemesini, dahası garip garip teoriler dillendirilmesini anlamak bir parça kolaylaşıyor.
Tabii bu bizler için geçerli. Memleket dertlerine kafa yoranlar için yani.
Yoksa toplumun azımsanmayacak kesimi, TL’deki değer kaybının dış güçlerin oyunu olduğuna inanmaya hazır. (Medya neden devşirildi, satın alındı)
Bütün mesele ise bu sürecin daha ne kadar götürülebileceği.
***
Seçimde kaybetme korkusuyla Merkez Bankası’na zorunlu adımları attırmayan irade, bütün topluma ve ülkeye zarar veriyor.
Banka ekranına konulan iki cümlelik “adım atma” mesajları, kanamalı bir hastayı ameliyata almak yerine, yarasına üstten pansuman yapıp evine göndermeye benziyor.
Bu nedenle Merkez Bankası’nın 7 Haziran’daki Para Politikası Kurulu toplantısı öncesinde karar alıp almayacağı konusu giderek yaşamsal hale geldi.
Bu yaşamsal önem de neredeyse saat başı artıyor.
Enflasyonun etkilerini giderek ağır hissettiğimiz bugünlerde TL’deki değer kaybının günlük hayatımıza etkileri sanılandan daha ağır olabilir.
Daha sözleşmeleri döviz üzerinden imzalanmış, devletin taraf olduğu Hazine garantili Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projelerini hiç saymıyoruz üstelik.
Çiğdem Toker / CUMHURİYET