Yunanistan’da görülmemiş,duyulmamış bir yangında çocuklar, kadınlar, erkekler, binlerce ağaç, binlerce hayvan, binlerce börtü böcek cayır cayır yanarken “Oh olsun” diyenlere söylenecek bir çift sözüm var. İnsanoğlunun en değerli özelliği merhametli olmak sizleri terk etmiş. Yanan ağaçlar, soluksuz kalan çocuklar sizlere sadece dayanılmaz bir keyif veriyor.
Oysa biz merhametli bir ülkeydik, ne oldu bize? Yıllardır sağ iktidarlar ruhumuzdan merhameti çaldı. Bizleri birer tüketim robotuna çevirdiler, asıl ölüm bu; merhametini yitirmiş bir ülke! Kendimizi yeniden hatırlamamız gerek, şimdi size bir belgesel filmden söz edeceğim. Tahsin İşbilen’in yaptığı “Asya Minör Yeniden” adlı belgesel. Şöyle; İkinci Dünya Savaşı zamanları Almanlar, Yunanistan’ı işgal etmiş, adalar birer birer Almanların eline geçiyor ve her türlü zulüm başlıyor. Kim itiraz ediyor kurşunu yiyor, çocuklar ve kadınlar aç, öylece bekliyorlar. Adalardan Samos Adası, en direnişçi ada, partizanı en çok ada ve çare yok partizanlar, çocuklar ve kadınlar derme çatma teknelerle kendilerini Türkiye’nin karasularına atıyorlar. Kimileri Karaburun’a çıkıyor, kimileri Aliağa’ya, kimileri Kuşadası’na. Geldikleri ülke savaşa girmese de savaş nedeniyle yiyeceği içeceği kıt bir ülke ama gelenler komşudan gelmiş, buyursun gelsinler. Son ekmekler kardeşçe paylaşılıyor, evler açılıyor, yataklar seriliyor ve yaklaşık 3 bin Yunan mültecisi yaşama şansına kavuşuyor. Belgeselde konuşanlar çok güzel hikâyeler anlatıyorlar. Birini anlatmadan geçemeyeceğim. Gece vakti su alan bir sandalla yirmi partizan denize açılmış; ay yok, deniz karanlık ama partizanlar Türkiye kıyılarına yaklaştıklarını hissediyorlar ve hep bir ağızdan Enternasyonal’i söylemeye başlıyorlar. Deneyimli bir partizan onları uyarıyor: “Yapmayın arkadaşlar, tedbiri elden bırakmamamız gerek.” Partizanlar seslerini daha da yükseltip yanıt veriyorlar: “Yapma bre Yorgo artık özgür topraklardayız! Özgür!” Sonra onları karşılayan Türk balıkçılara da şarkıyı öğretiveriyorlar.
Bir hikâye daha var ki, bu beni ağlatıyor. Komşudan gelenlere evini açan bir ev sahibi, evde ne varsa sofraya koyuyor ama açlıktan titreyen hiçbir Yunanlı yemeğe geçmiyor. Lanet olsun uydurulan hikâyelere, ev sahibi bir süre sonra onların yemekler belki zehirlidir diye uzak durduğunu anlıyor, bunun üstüne ev ahalisine “haydi yemeğe başlayın!” diye adeta emir veriyor. Yunanlılar biraz mahcup yemeğe uzanıyorlar.
Bir de “bitlerimiz birbirine karıştı” diye bir söz var. O zamanlar hem Anadolu hem de gelen mülteciler bit içinde, misafirlere en güzel yataklar yapılıyor ama bitler birer ikişer bembeyaz çarşafların, yastıkların üstünde dolaşmaya başlıyor. O zaman Yunanlı bir direnişçi gülerek Türk dostuna sarılıyor ve “artık bitlerimiz birbirine karıştı biz kardeş olduk” diyor. Ve ikisi de gülerek bir şarkıya başlıyorlar.
Bir zamanların merhametli ülkesini düşünürken birden aklıma Suriye’den savaştan kaçıp ülkemize sığınan mültecilerden yoğun bir nefret duymamıza neden olan ne diye düşündüm. Bu böyle çok kez tanık oldum. Bence bu nefreti körükleyen, bizim merhametimizi en çok çalan AKP iktidarı oldu. Çünkü ironik bir biçimde her Suriyeliyi gördüğümüzde, farkında olmadan Tayyip Erdoğan’ın savaş politikası aklımıza geliyor ve en kolay Suriyeli mülteciyi suçluyoruz. Kaç kez, onlara şöyle bağırıldığını duydum: “Git Tayyip sana baksın!”
Öfkemiz başka bir yöne kaydı, merhametimiz kilitlendi. Şimdi yeniden merhametimizi geri almak zorundayız. Bir kız çocuğuna uzattığınız bir bebek bile önemli. Şimdi organize olup komşuya en azından bir geçmiş olsun mesajı iletmeliyiz. Çünkü 1999 depreminde onlar bizim yanımızdaydı. Bunu ne çabuk unuttuk, ne çabuk içimizdeki ırkçılık şaha kalktı. Barbarlar gibi sadece kötülük haykırıyoruz!
Unutmayın bizi dünya Asya Minor olarak bilir yani Türkçesi biz Anadolu’yuz!
Işıl Özgentürk / CUMHURİYET
Not: “Asya Minor Yeniden” filmini YouTube’dan izleyebilirsiniz.
Oysa biz merhametli bir ülkeydik, ne oldu bize? Yıllardır sağ iktidarlar ruhumuzdan merhameti çaldı. Bizleri birer tüketim robotuna çevirdiler, asıl ölüm bu; merhametini yitirmiş bir ülke! Kendimizi yeniden hatırlamamız gerek, şimdi size bir belgesel filmden söz edeceğim. Tahsin İşbilen’in yaptığı “Asya Minör Yeniden” adlı belgesel. Şöyle; İkinci Dünya Savaşı zamanları Almanlar, Yunanistan’ı işgal etmiş, adalar birer birer Almanların eline geçiyor ve her türlü zulüm başlıyor. Kim itiraz ediyor kurşunu yiyor, çocuklar ve kadınlar aç, öylece bekliyorlar. Adalardan Samos Adası, en direnişçi ada, partizanı en çok ada ve çare yok partizanlar, çocuklar ve kadınlar derme çatma teknelerle kendilerini Türkiye’nin karasularına atıyorlar. Kimileri Karaburun’a çıkıyor, kimileri Aliağa’ya, kimileri Kuşadası’na. Geldikleri ülke savaşa girmese de savaş nedeniyle yiyeceği içeceği kıt bir ülke ama gelenler komşudan gelmiş, buyursun gelsinler. Son ekmekler kardeşçe paylaşılıyor, evler açılıyor, yataklar seriliyor ve yaklaşık 3 bin Yunan mültecisi yaşama şansına kavuşuyor. Belgeselde konuşanlar çok güzel hikâyeler anlatıyorlar. Birini anlatmadan geçemeyeceğim. Gece vakti su alan bir sandalla yirmi partizan denize açılmış; ay yok, deniz karanlık ama partizanlar Türkiye kıyılarına yaklaştıklarını hissediyorlar ve hep bir ağızdan Enternasyonal’i söylemeye başlıyorlar. Deneyimli bir partizan onları uyarıyor: “Yapmayın arkadaşlar, tedbiri elden bırakmamamız gerek.” Partizanlar seslerini daha da yükseltip yanıt veriyorlar: “Yapma bre Yorgo artık özgür topraklardayız! Özgür!” Sonra onları karşılayan Türk balıkçılara da şarkıyı öğretiveriyorlar.
Bir hikâye daha var ki, bu beni ağlatıyor. Komşudan gelenlere evini açan bir ev sahibi, evde ne varsa sofraya koyuyor ama açlıktan titreyen hiçbir Yunanlı yemeğe geçmiyor. Lanet olsun uydurulan hikâyelere, ev sahibi bir süre sonra onların yemekler belki zehirlidir diye uzak durduğunu anlıyor, bunun üstüne ev ahalisine “haydi yemeğe başlayın!” diye adeta emir veriyor. Yunanlılar biraz mahcup yemeğe uzanıyorlar.
Bir de “bitlerimiz birbirine karıştı” diye bir söz var. O zamanlar hem Anadolu hem de gelen mülteciler bit içinde, misafirlere en güzel yataklar yapılıyor ama bitler birer ikişer bembeyaz çarşafların, yastıkların üstünde dolaşmaya başlıyor. O zaman Yunanlı bir direnişçi gülerek Türk dostuna sarılıyor ve “artık bitlerimiz birbirine karıştı biz kardeş olduk” diyor. Ve ikisi de gülerek bir şarkıya başlıyorlar.
Bir zamanların merhametli ülkesini düşünürken birden aklıma Suriye’den savaştan kaçıp ülkemize sığınan mültecilerden yoğun bir nefret duymamıza neden olan ne diye düşündüm. Bu böyle çok kez tanık oldum. Bence bu nefreti körükleyen, bizim merhametimizi en çok çalan AKP iktidarı oldu. Çünkü ironik bir biçimde her Suriyeliyi gördüğümüzde, farkında olmadan Tayyip Erdoğan’ın savaş politikası aklımıza geliyor ve en kolay Suriyeli mülteciyi suçluyoruz. Kaç kez, onlara şöyle bağırıldığını duydum: “Git Tayyip sana baksın!”
Öfkemiz başka bir yöne kaydı, merhametimiz kilitlendi. Şimdi yeniden merhametimizi geri almak zorundayız. Bir kız çocuğuna uzattığınız bir bebek bile önemli. Şimdi organize olup komşuya en azından bir geçmiş olsun mesajı iletmeliyiz. Çünkü 1999 depreminde onlar bizim yanımızdaydı. Bunu ne çabuk unuttuk, ne çabuk içimizdeki ırkçılık şaha kalktı. Barbarlar gibi sadece kötülük haykırıyoruz!
Unutmayın bizi dünya Asya Minor olarak bilir yani Türkçesi biz Anadolu’yuz!
Işıl Özgentürk / CUMHURİYET
Not: “Asya Minor Yeniden” filmini YouTube’dan izleyebilirsiniz.