Türkiye ile ABD arasında yaşanan gerilim; ABD’nin elindeki ekonomik, politik, diplomatik ve teknolojik gücü kullanarak Türkiye’ye çullanması; Türk ekonomisinin yapısal sorunlarından da yararlanarak Türkiye’ye düşmanca davranması, ABD emperyalizminin bölgesel ihtiyaçlarından, ABD’nin nesnel koşullarından ve ABD – Türkiye ilişkilerindeki yapısal bozukluktan bağımsız değildir. İki ülke arasındaki ilişkiler sorunludur, çarpıktır, dengesizdir.
Bir kez daha yineleyelim; emperyalizm kapitalizmin en ileri aşamasıdır. Devlet şeklinde örgütlenmiş haydutluktur. Emperyalizmde sistem gelişmiş, merkez, ileri kapitalist ülkelerin yararına, öteki herkesin zararına çalışır. Diğer ülkelere baskı; siyasi, iktisadi, askeri, kültürel, teknolojik araçlarla yapılır. Ve emperyalist merkezler arasında çelişki esastır. Güney Amerika’da, Afrika’da, Asya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle “mazlum milletler” coğrafyasında olanlar bunun kanıtıdır.
TARİHTEN DERS ÇIKARMANIN ÖNEMİ
Tarihimize bakalım: Osmanlı Devleti’nin son 200 yılı, emperyalist baskı altında geçmiştir. Cumhuriyet kurulmadan önceki son 100 yıl, Osmanlı’nın Afrika’dan, Asya’dan, Ortadoğu’dan çekilişinin tarihidir. Önemli düşünürlerimizden Niyazi Berkes, “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz” adlı çalışmasında bu sorunun yanıtını arar. Büyük tarihçimiz İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun 100 Yılı” kitabında anlattığı dönem, yoksul halkımızın Yemen Türküsü ile ağıt yaktığı yıllar, işte o asırdır. Osmanlı Devleti; toprak vermiş, siyasi ödünler vermiş, iktisadi tavizler, idari imtiyazlar vermiş, ama yine de tasfiye edilmiştir. Batıya ödün vere vere, Batıya daha bağımlı hale gelmiştir. Sonunda da yıkılmıştır. Dönem, emperyalist Avrupa güçlerinin, Osmanlı’nın Hristiyan tebaasını (misal Ermenileri, Rumları) kullandığı, Osmanlı Balkanlarını ve Ortadoğu’sunu karıştırdığı, Arap tebaasını, Kürt tebaasını, merkezi otorite aleyhine kışkırttığı dönemdir. Emperyalizm, Milli Mücadele’den başlayarak Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı da aynı araçları, aynı yöntemleri kullanmıştır.
Belirtmek gerekir; devletler arasında dostluk olmaz. Kimse, kimseye bedava iyilik yapmaz. Karşılığını ister mutlaka. Harbi Umumi (1914 – 1918) devam ederken, 1916 yılında İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes – Picot Antlaşması ile bölüşülen Osmanlı, gerçekte mali açıdan çok daha önce Batılı emperyalistlerin güdümüne girmiştir. 1838’de İngilizlerle imzalanan Balta Limanı Antlaşması ile Londra’ya büyük ödünler verilmiş, iç piyasa ardına kadar açılmış, denetim yitirilmiştir. Kırım Harbi (1853 – 1856) nedeniyle 1854 yılında alınan ilk dış borç, katlanarak büyümüştür. 1881’de Muharrem Kararnamesi ve Düyunu Umumiye ile Batıya mali açıdan tam olarak bağlanan, vergi toplamayı bile Batılı ülkelere bırakan Osmanlı, yüzyılın sonunda parasına egemen değildir. Borçlarını ödeyememektedir.
İKTİSAT VE İSTİKLAL BİRBİRİNDEN AYRILMAZ
Büyük önderimiz Atatürk’ün şu sözlerini anımsayalım; henüz Lozan’ın imzasından ve Cumhuriyet’in ilanından önce, 1923’te, İzmir İktisat Kongresi’nde söylemiştir:
“Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda rol oynarlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya yaşamıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir. Tarihin ve deneyimin belirlediği bu gerçek, bizim milli yaşamımızda ve milli tarihimizde de tamamen belirmiş bulunmaktadır. Gerçekten Türk tarihi incelenirse, bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi sorunundan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veya mağlubiyetler, yokluk ve felâketler, bunların hepsi meydana geldikleri dönemlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve ilişkilidir. Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu düzeye eriştirebilmek için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir”.
Atatürk’ün sözleri ışığında, günümüzde Türkiye’nin izlediği politikaları yorumlarsak, her konuda olduğu gibi, iktisatta da Cumhuriyet’in ekonomi politikalarından uzaklaşmanın ağır bedelini ödediğimizi görürüz. Karma, planlı, milli, kalkınmacı, ithal ikameci ekonomi politikalarından uzaklaşmanın sonuçları ağırdır. İktisat ve sanayide geri kalan Türkiye’nin toplumsal yapısı, teknolojik ilerlemesi, demokratik gelişimi de yara almıştır. Bünyesi, emperyalist saldırılara, dış dayatmalara karşı zayıf düşmüştür. ABD ve Avrupa kaynaklı çullanışlara karşı direnci azalmıştır.
EMPERYALİZME KARŞI ÇIKMAK İÇİN
ABD; Türkiye’nin İsrail’le, Suriye’yle, Ermenistan’la, İran’la, Irak’la, Rusya’yla, Çin’le ilişkilerinde, Ankara’nın ABD taleplerine göre davranmasını istemektedir. Uzun yıllar boyunca da Türkiye, belli dönemler hariç (misal; İsmet Paşa’nın ABD Başkanı Johnson’a karşı çıkışı, Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle yaşanan gerilimde Türkiye’nin ABD üslerini kapatması, 1 Mart tezkeresinin reddi gibi), ABD politikalarına pek de karşı çıkmamıştır. Bu nedenle, ABD’nin PKK terör örgütüne ve uzantılarına (PYD, YPG gibi) verdiği desteğe bile yüksek sesle itiraz etmemiştir. ABD’nin, Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmazlıklarda (sözde soykırım iddiaları, Kıbrıs meselesi, Ege’de Yunanistan’la yaşanan gerilimler vb) hep karşı tarafın yanında olmasına ses çıkarmamıştır. 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında ABD ile yaşanan gerilimde bile Türkiye, ABD’ye çok sert tepki vermemiştir. Hatta gidip ABD’den 11 milyar dolarlık sivil uçak almıştır.
Türkiye; NATO bağımlılığını sorgulamalıdır. Çünkü bu sadece iki ülke ilişkilerinde bir dengesizlik kaynağı değildir, aynı zamanda Türkiye’nin bölge ülkelerine daha fazla güven vermesinin önünde de engeldir. Türkiye; ABD’nin iç siyasetimize karışmasını önlemelidir. ABD destekli Kürt açılımı, Ermeni açılımı bir daha gündeme gelmemelidir. Türkiye; komşularıyla ilişkilerini geliştirmeli, ABD’nin İran ve Suriye’ye yönelik hamlelerine karşı çıkmalıdır. Türkiye; ABD’nin Karadeniz’de bayrak göstermesine, Gürcistan ve Ukrayna’yı NATO üyesi yapmasına itiraz etmelidir. Kıbrıs ve çevresinde ABD kaynaklı oyunlara karşı uyanık olmalıdır. Irak ve Suriye’nin bölünmesine karşı, bu ülkeler ve diğer bölge ülkeleriyle işbirliği yapmalıdır.
Sözün özü: Emperyalizmle mücadele etmek ve Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek için, öncelikle Kuvayı Milliye geleneğini ve Cumhuriyet Devrimi’ni sahiplenmek gerekir.
Barış Doster / Odatv.com