23 Mart 2022 Çarşamba

Bir savaş fotoğrafının izinde: Marianna Vishegirskaya’ya ne oldu? - Orhan Gökdemir / SOL

 

Mariupol'da bombalanan doğum hastanesinde savaşın sembolü olan bir fotoğraf üretildi. O fotoğrafta hamile bir kadın yıkıntılar arasından kaçmaya çalışırken görülüyordu. Bu haber o fotoğraf üzerinedir.

Ukraynalı fotoğrafçı Evgeny Maloletka, Mariupol'daki bir doğum hastanesinin Rus askerleri tarafından bombalanmasının fotoğraflarını yayınladığında Mart ayı başıydı.  Fotoğrafta, hamileliğinin son günlerini yaşayan bir kadının Rus bombardımanı sonucu yıkıldığı iddia edilen bir binadan kurtarılırken görülüyordu. Tabii aynı kadının başka fotoğrafları da vardı. Büyük bir hızla Dünya medyası tarafından paylaşılan fotoğraf ve videolarda kadın enkaza dönen hastanenin merdivenlerden battaniye sarılmış aşağı inerken görülüyordu. Merdivenden inmiş, sonra sedye ile alandan uzaklaştırılmıştı.

Gazeteciler, bu kadının iki yıl önce Mariupol'daki kocasına taşınan 29 yaşındaki Marianna Vishegirskaya olduğunu hemen tespit etti. Hamile kadın Ukrayna’da ünlüydü. “Influencer”dı, sosyal medya üzerinden pazarlama yapıyordu. Evlenmeden önce sosyal ağlarda “Podgurskaya” ve “Giks” adlarını kullanmıştı.

Rus medyası da kadını tanıyordu, daha önce bu tür işlerde modellik yapmışlığı vardı. Fotoğrafçı Evgeny Maloletka da Batı basının önde gelen temsilcisiydi. Onlara göre bir prodüksiyon ürünüydü fotoğraf, ortalıkta bombalanan bir hastane yoktu.

Bu fotoğrafa dayanarak Ruslar savaş suçu işlemekle suçlanıyordu. Ruslar ise doğum hastanesinin boşaltıldığını ve Ukraynalı faşistler tarafından bir askeri üs olarak kullanıldığını söylüyordu. Bu iddia basın tarafından dillendirilmekle kalmadı, Rusya'nın BM Büyükelçisi ve Rusya'nın Londra Büyükelçiliği, görüntülerin ve yaşananların "sahte haber" olduğunu öne sürdü. Kısa zaman sonra Londra Büyükelçiliğinin bu yöndeki paylaşımı Twitter şirketi tarafından silindi. Twitter Büyükelçiliğin yalan bilgi yaydığı ve savaş suçunun üzerine örtmek istediği kanısındaydı.

Ukrayna tarafı ise bambaşka şeyler anlatıyordu. Rus askerlerin kuşatması altındaki Mariupol kentine bir haftayı aşkın süredir gıda, su ve elektrik sağlanamıyordu. Acil durum jeneratörleri ise sadece ameliyathanelerde kullanılıyordu. Doğum yapmak üzere aynı hastanede bulunan blogcu Mariana Vishegirskaya, hava saldırısından bir gün sonra Veronika adını koydukları bir kız çocuğu dünyaya getirmişti.


Bu olaydan iki gün sonra, 12 Mart’ta, Associated Press bir fotoğraf daha servis etti. Mariana Vishegirskaya, bombalı saldırıdan kurtulduktan sadece iki gün sonra kızını dünyaya getirmiş ve kucağına alabilmişti. Üstelik Mariana’nın üzerinde hâlâ o gün Mariupol’deki hastaneden kaçarken giydiği pijaması vardı. Mariana yatakta uzanırken kızları eşi Yuri’nin kucağındaydı. Mutlu aile fotoğrafının altında şöyle yazıyordu: “Mariana’nın kızı Veronika da savaşın başından beri sığınaklarda, bodrum katlarında, bombalardan korunmaya çalışılan doğum hastanelerinde hayata merhaba diyen savaş bebeklerinden biri oldu…” Mariana Vishegirskaya tek fotoğrafla savaşın sembolü haline gelmişti. Üstelik olay dramatik başlamış mutlu sonla bitmişti.

Hikayedeki boşluklar

Mariana Vishegirskaya, moda ve güzelliğe odaklanan Ukrayna asıllı bir blogcu. Instagram hesabının 100 bin civarında takipçisi vardı. Sosyal medyada “@gixie beauty” kullanıcı adını kullanıyordu. Zaten hesabında hamileliğini gösteren fotoğrafları da vardı. Mariana ve kocası ailecek “blogcu”ydu. Koca, @vyshemirskij adıyla Instagram'da aktifti.

Hikayesinin bilinen kısmına göre 9 Mart’taki saldırıdan sağ kurtulmuş ve 11 Mart 2022 Cuma günü bir kız bebek dünyaya getirmişti.

Hastaneden kaçış fotoğrafına bakanlardan bazıları, Mariana’nın yaralarının aslında makyaj olduğunu iddia etti.

Rusya'nın Londra büyükelçiliğine göre “güzellik blogcusu Marianna”nın fotoğrafı “propagandacı” bir Associated Press muhabiri tarafından çekilmişti. Her şey bir mizansenden ibaretti. 8 Mart Salı günü, doğum hastanesinin çalışanlarından biri bir röportajda “Azov”un personeli ve hastaları binadan dışarı çıkardığını söylemişti. 5 Mart'ta Azak militanlarının doğum hastanesinin bahçesinden ateş açtığını belirten haberler vardı.

Üstelik kadının bombalamadan sonra ufak tefek yaraları olduğu görülüyor ve kalçasında bir ezilme olduğu söyleniyordu. Fakat bu aşamada hikâye bambaşka bir şekle büründü. Ufak tefek yaraları olan kadın bebeğini doğurduktan sonra ölmüş, bebeği de hayatını kaybetmişti. Halbuki doğum fotoğrafında kadın da babasının kucağındaki çocuk da çok sağlıklı görünüyordu.

Asya Dolina işkembesinden bildiriyor!

Ölüm haberini ilk verenlerden biri (@ukrpravda_news) adlı bir Ukrayna merkezli haber portalıydı. Fakat portalın haberinde tuhaflıklar vardı. Haber sitesi haberin kaynağını şöyle bildiriyordu: “Amerika'nın Sesi muhabiri Asya Dolina Facebook'ta yazdı…”

Asya Dolina gerçekten Facebook hesabında böyle bir şey yazmıştı ama orada bir kaynak belirtmiyordu.














Biyografisindeki “VOA” bağlantısını görenlere göre o bir muhabirdi ve böyle bir habere ulaşması doğaldı. Haliyle Asya Dolina’nın Facebook’da yazdıkları inanılmaz bir hızla yeryüzüne yayıldı. O kadın ve bebeği ölmüştü!












Fakat Asya Dolina bir muhabir değildi. VOA adına sosyal medya raporları hazırlıyordu. Ayrıca Instagram'da kozmetik ürünler pazarlıyor ve tabii ABD'de yaşıyordu! Ukraynalıların Ukrayna’da ulaşamadığı habere Amerika’daki bir pazarlamacı ulaşmış, VOA bağlantısı, onun bu uydurma haberini doğru kabul etmek için yeterli görünmüştü. Bu, aslında bir paralı askerin yalanının nasıl habere dönüştürüldüğünün tipik örneğiydi.

Bu haberin kaynağı olan yalanı üreten Asya Dolina adlı Instagram şahsiyeti, haber umulmadık bir biçimde yayılıp haberin kaynağı merak edilmeye başlanınca hesabını gizledi. (https://www.instagram.com/asya.dolina/) Belli ki bir “blogcu” olduğunun öğrenilmesini istemiyordu. 






Evgeniy Maloletka'nın hikayesi

Fotoğrafı çeken Evgeniy Maloletka Ukraynalı bir serbest foto muhabiri. Kariyerine 2009 yılında yerel haber ajansları UNIAN ve PHL’de başlamış. Başkent Kiev'deki bir çocuk kanseri merkezinde bir fotoğraf projesinde bir ay çalışmış. Fotoğraflar bir yardım etkinliğinde açık artırmayla satılmış. 2014’teki Maydan olaylarının içinde. Hatta olaylar sırasında yaralanmış. 2015 yılında New York'ta Eddie Adams Workshop'a katılmak üzere seçilmiş, Amerika’ya gitmiş ve orada eğitilmiş. Ardından fotoğraflarının alıcıları çoğalmış; TIME, The New York Times, The Washington Post, Der Spiegel, Newsweek, The Independent, El Pais, The Guardian, The Telegraph’da fotoğrafları yayınlanmış. Son işi The Associated Press'te.

Evgeniy Maloletka “@EMaloletka” rumuzuyla Twitter’dan da yayın yapıyor. Fakat bu çok tartışılan fotoğrafı ile ilgili hiçbir yayın yapmış, hiçbir haber paylaşmamış. İlgili fotoğraf sadece bir paylaşımının içinde diğer pek çok fotoğrafının arasında seçilebiliyor. Bu da aslında 16 Mart tarihli bir AP haberi. Haberde onunla birlikte Mstyslav Chernov ve Lorı Hınnant imzaları var. (https://apnews.com/article/russia-ukraine-war-mariupol-descends-into-de…) Haberde şöyle deniyor, “Mariana Vishegirskaya, saldırı başladığında doğum hastanesinde doğum yapmayı bekliyordu. Alnı ve yanağı kan içindeydi, eşyalarını plastik bir torbaya koydu ve puantiyeli pijamalarıyla enkaz dolu merdivenlerde ilerledi. Harap hastanenin dışında, iri mavi gözleriyle çatırdayan alevlere hareketsizce baktı.”

Vishegirskaya 16 Marttaki AP haberine göre hayatta. Evgeniy Maloletka da bu kadar önemli hale gelen fotoğraftaki kadının öldüğünü ileri sürmüyor veya söylemiyor.

Salı günü Vishegirskaya’ya ait olduğu iddia edilen bir video daha yayınlandı.

Videoda kahramanımıza benzeyen biri Mariupol'da insani yardım dağıtımında yardım alırken görülüyordu.

O fotoğrafın çekilmesinin üzerinden 12 gün geçti. Hakkında binlerce haber üretildi, milyonlarca paylaşım yapıldı. Rus vahşetinin sembolüydü artık o fotoğraf. Fakat kahramanı öldü mü hayatta mı onu bile bilemiyoruz. Hakkında üretilen haberlerin hiçbirinin sağlam bir dayanağı yok. Zaten buna ihtiyaç duyan da yok. Savaşta haberin tek bir amacı var; gerçeği mümkün olduğunca karartmak!

Orhan Gökdemir / SOL

TARİHTE BUGÜN (23 MART)

     


OLAYLAR:

      1781 - Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni Uranüs keşfedildi.


      ÖLÜMLER:
Kaynaklar: www.tarihtebugun.org, https://tr.wikipedia.org/


22 Mart 2022 Salı

Ormanları sadece odun deposu olarak görmekten vazgeçin! - Yusuf Yavuz / SOL

 

Son dört yılda endüstriyel odun üretiminde yüzde 78’lik artışın yaşandığı Türkiye’de ormanlardan yapılan dikili satış ise aynı dönemde yüzde 227 arttı.

Türkiye’nin sahip olduğu ormanlar, 23 milyon hektarlık alanı kaplıyor. Ancak ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 28’ini oluşturan ormanların son yıllarda büyük orman yangınlarına maruz kalmasının yanında madencilik ve enerji projeleriyle de tahrip edilmesi geleceği tehdit ediyor. Türkiye’nin son dört yılda ormanlardan odun üretiminde yüzde 78’lik bir artışa gitmesi ise bir başka endişe kaynağı olarak görülüyor.

Türkiye Ormancılar Derneği’nin yaptığı açıklamada, “Ülke ormanlarımızın giderek artan ölçekte odun üretime konu edilmesi, boşluklu kapalı ormanların giderek artmasına, üretim ormanlarının da üretme gücünün düşmesine ve bunun sonucunda ormanların bozulmasına yol açmaktadır” denildi.

Ülke ormanlarından verilen amaç dışı kullanım izinlerinin 750 bin hektarı bulduğuna işaret eden Türkiye Ormancılar Derneği (TOD), yangınlar ve söz konusu izinler nedeniyle tehdit altında olan ormanların bir başka sorunu olan odun üretimindeki artışa dikkat çekti.

2017-2021 döneminde ormanlardan odun üretimi yüzde 78 arttı

21 Mart Dünya Ormanlar Günü nedeniyle kapsamlı bir değerlendirme yapan Türkiye Ormancılar Derneği, “Ülkemizde, 23,1 milyon hektarlık bir alan kaplayan ormanlarımızdaki ağaçlar 1,7 milyar m3 kadar servete sahiptir. Bu ağaçlarımızın büyümesi sonucunda ormanlarımızda yıllık olarak 47,6 milyon m3 kadar bir artış gerçekleşmektedir. Ülkemizin odun hammaddesi ihtiyacı da artım olarak adlandırılan bu miktardan karşılanmaktadır. Fakat sadece son dört yıl içinde (2017-2021) 15,5 milyon m3’ten, 27,7 milyon m3’e çıkan endüstriyel odun üretiminde yüzde 78,7’lik bir artış yaşanmıştır. Yakacak odun miktarı da dâhil edildiğinde yıllık odun üretimi miktarı 31,9 milyon m3’e ulaşmış ve ormanlarımızdaki yıllık artımın yüzde 67’si kesilir hale gelmiştir. Üstelik bu üretimin de yüzde 82’si, ülkemiz ormanlarının tamamından değil yaklaşık 9,7 milyon hektarlık bir kısmı olan ekonomik fonksiyona sahip ormanlardan gerçekleştirilmektedir. Ülke ormanlarımızın giderek artan ölçekte odun üretime konu edilmesi, boşluklu kapalı ormanların giderek artmasına, üretim ormanlarının da üretme gücünün düşmesine ve bunun sonucunda ormanların bozulmasına yol açmaktadır” bilgisini paylaştı.

Yıllık artımdan fazla üretim yapılınca odun serveti azaldı

Son yıllarda yıllık olarak gerçekleşen odun üretiminin planlanan odun üretimini (eta) oldukça aşması ve odun üretiminin yıllık artış oranının yıllık cari artımdaki artış oranının 30 katından fazlasına ulaşmasının, yıllık cari artımın artış oranında aşırı düşüşe neden olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şöyle denildi:

Bu gidişle yıllık cari artımdaki değişim kısa bir süre sonra negatif bir seyir izleyecektir. Diğer yandan yıllık cari artımdan (3,4 m3/hektar) daha fazla üretim (3,6 m3/hektar) yapılan ekonomik fonksiyona sahip ormanlarda aşırı odun üretimi nedeniyle, yıllık artımdan fazla üretim yapılmakta olduğu için, odun serveti azalmaya başlamıştır. Ülke ormanlarının getirildiği bu hale rağmen; ülke ormancılık endüstrisinin ülke ormanlarından beklentileri şiddetlenerek artmaktadır.

Döviz yükselince tomruk ithalatı azaldı, ülke ormanları sektöre kurban edildi

Özellikle tomruk, ahşap ve odun esaslı levha sektörleri kapasitelerini, arz talep ilişkilerini ve ülke orman ekosistemine verilecek zararları gözetmeden hızla arttırmaktadır. Bunun nedeni; 2018 yılından sonra Türk lirasının döviz türleri karşısında değerini hızla yitirmeye başlaması ve odun hammaddesi ithalatına bağlı olarak plansız şekilde üretim kapasitesini arttırmakta olan, başta odun esaslı levha sektörü olmak üzere, orman ürünleri sanayisine ucuz hammadde sağlama isteğidir. Bu sektörlerin ucuza hammadde sağlaması ve kazancını arttırması için, ülke ormanları kurban edilmiştir. Diğer yandan biyokütle enerji üretim tesislerinde odun yakmaya yönelik girişimler de ülke ormanları için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Türkiye Afrika'daki gibi kendi ormanlarına zarar veriyor

Diğer yandan; Türk lirasının döviz karşısında değer kaybetmesiyle birlikte tomruk ve kereste odununun 2015 yılında 40 bin ton olan ihracat miktarının 2021 yılına gelindiğinde artarak 354 bin tona çıkması, buna karşılık 2015 yılında 1,4 milyon ton olan ithalat miktarının da 2021 yılında 316 bin tona düşmüş olması ülkedeki odun üretimi ve tüketimindeki yanlış politikaları kanıtlar niteliktedir. Türkiye 2 bu tür uygulamalarla son yıllarda tıpkı Güney Amerika ve Afrika kıtasındaki ülkeler gibi odun üretimi amacıyla kendi ormanlarına kalıcı zararlar verecek şekilde yüklenmektedir. Türkiye ormancılığının görevi; ormanlarımızdan veriminin üstünde kesim yapıp, hesapsızca kurulmuş olan sanayiyi desteklemek değildir. Türkiye ormancılığının asıl görevi; dağlık arazi yapısına uygun olarak ormanların yetişmesini, yetiştirilmesini, toprakların korunmasını ve sellerin önlenmesini sağlamak; yıllık artımın elverdiği ölçüde ve sürdürülebilir bir çerçevede odun hammaddesi üretmektir.

2019'daki 36 bin hektar orman kaybının 33 bin hektarı ormancılık faaliyeti kaynaklı

Aşırı odun üretiminin orman ekosistemlerine ve ülke ormancılığına verdiği bu zararların, Dünya Kaynakları Enstitüsü'nün (World Resources Institute) Küresel Orman Değerlendirmesi raporlarında Türkiye ile ilgili verdiği bilgilerden test etmenin de mümkün olduğuna değinilen açıklamada, “Enstitü linklerinde yer alan grafiklere göre; Türkiye orman örtüsündeki kayıplar, ülkedeki aşırı odun üretimine paralel olarak 2018 yılından sonra hız kazanmıştır. Ayrıca örnek vermek gerekirse bu rapora göre; 2019 yılında 36,1 bin hektar olan Türkiye ormanlarındaki orman örtüsü kaybının 33,8 bin hektarının ormancılık faaliyetleri sonucu meydana geldiği görünmektedir. Kısacası silvikültür ve amenajman esaslarına göre değil de piyasanın isteklerine göre miktarı belirlenen odun üretiminin orman ekosistemi üzerinde yarattığı kayıplar, biz göremesek bile uydular aracılığıyla tüm dünya tarafından görülmektedir. Bu nedenle son yıllarda piyasanın isteklerine göre aşırı şekilde arttırılan ve orman ekosistemlerinde aşırı şekilde bozulmasına hatta ormansızlaşmaya yol açan odun üretimi modelinden bir an önce vazgeçilmelidir” denildi.

Ormandan tek beklenti ekonomik gelir olmamalı

Ülke orman ürünleri endüstrisinin gelişmesinin tüm toplumun yararına olduğu, ancak ülke orman ekosistemlerine zarar verecek şekilde bir gelişme sağlamaya çalışmanın da akıl dışı olduğu kaydedilen açıklamada, şöyle denildi:

Orman ürünleri endüstrisi yapacağı kapasite artışını, hammaddeyi sadece ülke ormanlarından sağlayacak planlamalar yerine ithal hammaddeyi işleyerek, işlenmiş ürünü hem ülke gereksinimi için kullanacak hem de ihraç edecek katma değer üretimine yönelik planlara dayandırmalıdır. Odun kökenli ürünlerin ithalat ve ihracatıyla ilgili hedef ve politikalar, belli şirketleri memnun etmekten çok, orman kaynaklarımızın kapasiteleri de göz önünde tutularak topluma hizmet edecek hale getirilmelidir. Bunun için her şeyden önce şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışı gereklidir. Bu kapsamda üretim/tüketim dengesi dikkate alınarak tomruk, kereste ile lif ve yonga odunu ithalatı teşvik edilmeli, bu tür ürünlerin ihracatı ise kesinlikle teşvik edilmemelidir. Ormancılık çalışmalarının tek beklentisinin ormandan sağlanacak gelir olmadığını, aksine orman ekosistemlerinin varlığının sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması olduğunu sadece ormancılar değil tüm kamuoyu bilmektedir.

Ekonomik büyüme için ormanların gözden çıkarılması kabul edilemez

Ormancılık etkinliklerinin koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılması gerekirken, ormanların korunması yerine, ‘ekonomik büyüme’ için gözden çıkarılması hedefinin iktidarlar tarafından ortaya konulması kabul edilemez bir durumdur. Ormanlarımız için büyük bir yıkım getirecek bu tür girişimlerin bir an önce durdurulması, ancak ormancılık meslek örgütleri, medya, doğa koruma örgütleri ve halkın yoğun ilgi ve mücadelesiyle sağlanabilecektir. Günümüzde ormanlarımız, hem iklim değişikliğine bağlı olarak şiddetlenen aşırı hava olaylarının önlenmesi, hem de 2053 yılı için konulan net sıfır karbon emisyonu hedefinin sağlanması için artan bir öneme sahiptir. Kamu yararı ve ekonomik gerekçelerle ormanlarımızı ormancılık dışı uygulamalara açarak ve sürdürülebilir olmayan aşırı odun üretimi yaparak, ormanlarımızı ve geleceğimizi kaybettiğimizin bir an önce farkına varılmalıdır.”

Sektörün hammadde ihtiyacını ucuza karşılama isteği

Türkiye Ormancılar Derneği’nin konuyla ilgili hazırladığı raporda ise odun üretimindeki aşırı artışın ahşap esaslı levha sektörünün hammadde gereksiniminin daha ucuz şekilde karşılanması isteğinden kaynaklandığı iddiası anımsatılarak, “Bu iddiaya göre; yanlış kapasite planlanması ve 2018 yılından beri süregelen Türk Lirası aleyhindeki kur değişimleri nedeniyle bu sektörün, ithal hammadde fiyatlarında yaşanan aşırı artıştan daha az etkilenmesi ve karlarının azalmaması için ülke odun üretiminin plansız ve hesapsız şekilde artırılması yoluna başvurulmuştu” denildi.

Üretimi artırmak için yönetmeliğe aykırı emirler veriliyor

Son yıllarda odun üretimini artırmaya yönelik kurum içinde bölge ve işletme müdürlükleri ile şefliklere yönelik yukarıdan aşağıya dikte edildiği görüşüne de yer verilen raporda, tüm teşkilatın bu rakamların gerçekleşmesine odaklandığına değinilerek, şöyle denildi:

“Önceki dönemlerdeki üretim programlarının iki buçuk katını bulan üretim hedeflerinin gerçekleştirilmesi işi, işletme şefleri için ağır çalışma temposunu gerektirmektedir. Plan yapımında temel alınacak işletme amaçlarının belirlenmesiyle ilgili ilke ve ölçütlerin değiştirilmesi yanında; ara ve son hasılat etalarının artırılabilmesi için özellikle son dört yıl için bir başka kontrol mekanizması da oluşturulmuştur. Buna göre; ‘statülü alanlar hariç; plan ünitesinde ekonomik fonksiyonlu normal kapalı ormanlık alanlar toplamının, plan ünitesi toplam alanın yüzde 60’ından aşağı olmayacağı; ara hasılat etasının, ekonomik fonksiyonlu 2-3 kapalı ormanlarda, bu alanlardaki yıllık artımın yüzde kırkından; plan ünitesi toplam etasının ise, toplam yıllık artımın yüzde altmışından aşağı olmayacağı…’ şeklinde yönetmelik ve tebliğlerde yeri olmayan emirler verilmektedir. Bu yetmediği için, diğer yandan etaların plan değişiklikleriyle artırılması yoluna gidilmektedir.

Mevzuat ve planlar hükümsüzleştiriliyor

Orman kanununun 26. Maddesi gereğince, devlet ormanlarında yapılacak üretim, bakanlıkça tespit olunacak esaslar dairesinde ve amenajman planlarına göre yapılır. Bakanlığın tespit ettiği esaslar ise, 2008 de yenilenmiş bulunan Amenajman Yönetmeliğinde (Ekosistem Tabanlı Fonksiyonel Planlama Orman Amenajman Yönetmeliği) ortaya konulmuştur. Gelinen son durum bu yasal düzenlemelerle uyumlu değildir. Bu tür uygulamalarla hem mevzuat hem de planlar hükümsüzleştirilmektedir. Dikte edilen üretim hedeflerin gerçekleştirilmesi, planlı ormancılık anlayışıyla örtüşmesi mümkün değildir. Bu nedenle, öncelikle mevzuatın bu yanlış uygulamalara uydurulması sağlanmıştır.

Sırada milli park ormanlarından odun üretimi var

Ülkedeki odun üretimini artırmak için başvurulan bir diğer yöntemin de üretim dışı bırakılmış olan milli parklarda odun üretimi planlamalarına başlanması olduğuna değinilen raporda, şu bilgilere yer verildi: “Eldeki bilgilere göre; Köprülü Kanyon Milli Parkı’nda 9.477 m3 , Termessos Milli Parkı’nda 176 m3 , Beyşehir Milli Parkı’nda 5.703 m3 , Kızıldağ Milli Parkı’nda 9.520 m3 ve Kovada Milli Parkı’nda 948 m3 yıllık odun üretimi için eta (yıllık kesim) verilmiştir. Beyşehir Gölü Milli Parkı ve Kızıldağ Milli Parkı Amenajman Planları 2021 yılında onaylanmıştır. Bu alanların sınırlarında yapılan değişiklikler ile ilgili orman işletmesinin üretim ormanları milli park alanına dâhil edilmiş, ancak ilave edilen alanları da içeren ve bu alanlarla ilgili plan karar ve hükümlerini içeren Uzun Devreli Gelişim Planı (UDGP) revizyonu henüz yapılmamıştır. Bu alanların amenajman planlarında son hasılat etasının belirlenmiş olması çok olumsuz bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Üretim ormanı değil de, korunan alan olarak yönetilmekte olan bu alanların odun üretimi mantığı ile planlatılmış olması korunan alan yönetimi anlayışına hem hukuki, hem de bilimsel açıdan uygun değildir. Ekosistem çeşitliliğinden gen çeşitliliğine kadar tüm canlı unsurların henüz daha tam olarak bilinmediği milli parklar ülkemiz orman alanlarının yüzde 4’ü (907.500 hektar) kadar bir alanı kaplamaktadır. Milli parklar içinde yer alan ormanların toplam orman alanına oranı ise sadece yüzde 1,3 (304.000 hektar)’tür.

Dikili satışlarda son 4 yılda yüzde 227 artış yaşandı

Türkiye’de aşırı odun üretimine paralel olarak dikili satışların da artırıldığı bilgisine yer verilen raporda, “2017 yılında toplam odun satışı içindeki dikili satışların oranı yüzde 21 iken; bu oran 2021 yılında yüzde 40,3’e yükselmiştir. Satılan dikili gövde miktarı ise, 2017 yılında 4.087.000 m3 iken; 2021 yılında 13.361.000 m3’e ulaşmıştır. Dikili satış artış oranı dört yılda yüzde 227’ye ulaşmıştır. Daha çok, orman içi ve kenarında köylerde iş gücünün yeterli olmadığı, orman kooperatiflerinin güçlü olmadığı yörelerde uygulanan dikili satış uygulamaları genellikle ormanlar üzerinde olumsuz etkiye sahiptir” ifadelerine yer verildi.

Ormanlar levha ve enerji sektörü arasında çekişme konusu

Ormanların kaynak olarak görüldüğü MDF ve Yonga Levha Sektörü ile Biyokütle Enerji Tesisleri arasında yaşanan çekişmelere de değinilen raporda ayrıca şu görüşlere ver veriliyor: “Farklı iki sektör arasındaki çekişmeyi ortaya koyan bu ifadeler ormanlarımızı bekleyen tehlikeyi de haber vermektedir. Çünkü, biyokütle santrallerinin bu şekilde önünün kapatılmış olması, bu sektörün orman ürünlerinden daha fazla yararlanmak için yeni yollar keşfetmesini zorunlu hale getirmektedir. Mersin Erdemli’de 2021 yılının yaz aylarında yapılan yoğun Ardıç kesimleri de bunlardan biridir. Erdemli ilçesi Güzeloluk yaylasında yapılan ardıç kesimleri kamuoyunun gündemine yoğun şekilde gelmiştir.

Kesilen ardıç ağaçları biyokütle santraline satıldı

Bu sahadan kesilen Ardıç odunlarının önemli bir bölümünün endüstriyel odunlar vasıf değişikliği yapılarak, Karaman’daki bir biyokütle santraline satıldığı ve bu santralin deposunda stoklandığı kayıtlara geçmiştir. Türkiye Ormancılar Derneği Bilim Kurulu bu konuda hazırladığı ve kamuoyuyla paylaştığı bilgi notuna göre; yukarıda bahsedilen kanunda yer alan biyokütlenin yeni tanımına göre; ‘endüstriyel odun dışındaki orman ürünleri’ ibaresinde yer alan orman ürünlerine ardıç ağaçları girmemektedir. Çünkü ardıç ağaçları endüstriyel odun verebilmektedirler. Bu durumda da biyokütle santrallerinde ardıç odunlarının da yakılması yasaya aykırıdır. Türkiye Ormancılar Derneği; ardıç ağacıyla başlatılan bu uygulamanın diğer ağaç türlerinde de devam ettirilmeye çalışılması durumunda hem ormanlarımızdaki ağaç servetinin azalacağını, hem orman ekosistemleri daha da fazla zarar göreceğini, hem de biyokütle tesisleri orman ürünleri sektörünün hammaddesini kullanır hale geldiği için orman endüstrisi sektörünün hammadde temininin zora gireceği tespitini yapmıştır.

Biyokütle santralleri ormanlardaki baskıyı artıracak

Bu bakımdan biyokütle santrallerinde endüstriyel odun kullanımının önünü açacak uygulamalar, ormanlar üzerinde var olan baskıyı çok daha fazla artıracaktır. Ardıç ağacıyla başlayan bu uygulamanın diğer ağaç türlerinde de devam ettirilmeye başlanması ihtimal dâhilindedir. Bu kapsamda ormancılık örgütünün makiler hakkında yaptığı yeni düzenlemelerin, biyokütle santrallerinde maki, ağaç ve ağaççıklarının yakılmasının önünü açacağına ilişkin kuşkuları artırmaktadır.

Yusuf Yavuz / SOL

İyi ve kötü otokratlar - İbrahim Varlı / BİRGÜN


Nasıl yani, otokratın da iyisi mi olurmuş? Egemenlerin işine yarıyorsa otokratın da diktatörün de, despotun da iyisi oluyormuş! Yaşayarak görüyoruz. Şaşırtıcı değil. Buradaki temel kriter “kullanışlı” olup olmadıkları, işe yarayıp yaramadıkları. Yakın tarihte bunun pek çok örneği var. Suharto’lardan, Marcos’lara, Somoza’lardan, Pinochet’lere,  Stroessner'lerden Duterte ve Iván Duque’lere gelenek değişmez…

Ukrayna işgali de bu durumun turnusolü oldu. Cepheye asker (ülke) toplayan Batı ittifakı, gönüllülerin yanında zorunluluktan “problemli” isimleri de sarılmaya başladı. Haliyle savaş ABD’nin yanında en çok da otokrat, totaliter liderlere yaradı.

Geçen hafta Ankara’ya gelen Alman Şansölye Olaf Scholz’un ziyaretini yorumlayan Frankfurter Rundschau gazetesinin “Gute und schlechte Autokraten-İyi ve kötü otokratlar” tespiti Batı’nın bu “ikiyüzlü” politikasına da ayna tutuyordu.

Şimdilerde Batılı başkentlerden VarşovaBudapeşte ve Ankara’ya yapılan sonu gelmeyen seferler, ziyaretlerdeki övgüler, rafa kaldırılan, halının altına süpürülen eleştiriler "iyi otokrat" mevhumunun yeniden tedavüle sokulduğunun işareti. İktidar cenahında ve yandaşlardan gelen "Rusya-Ukrayna krizi Brüksel'i Ankara'ya yanaştırdı" söylemleri bu durumun sağlaması bir anlamda. Avrupa Parlamentosu tarafından katılım müzakerelerinin askıya alınmasıyla birlikte kopma noktasına gelen Türkiye-AB ilişkileri yeniden ısınmaya başladı. Dört yıl aradan sonra Brüksel'de yapılan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu'nda karşılıklı olarak sarfedilen "Ukrayna hepimiz için uyarı, birbirimize ihtiyacımız var" sözleri gelinen noktayı gösteriyor.

KIYMETE BİNEN KÖTÜLER

Ukrayna’daki savaş dünyayı birbirine yaklaştırıyor mu?” sorusuyla başlayan Augsburger Allgemeine’den Christian Grimm de bu mevzuya odaklanıyor. Buradaki dünya elbette ki, Garp Cephesi yani Batı ittifakı. Grimm, sert eleştirilere maruz kalan Orbán, Kaczynski ve Erdoğan gibi liderlerin Ukrayna’yı destekledikleri için nasıl yeniden “kıymete bindiklerini” kaleme alırken şöyle diyor: Putin işgal emrini vermeden önce Viktor Orbán ve Jaroslaw Kaczynski Avrupa Birliği’nin kötü adamlarıydı. Recep Tayyip Erdoğan, bu devletler kulübüne katılma ihtimali olan bir kötü adamdı. Ancak Ukrayna üzerindeki savaş birdenbire bu üç politikacıyı da parlattı. Şimdi Macaristan Başbakanı Orbán, kendisine Rus bombalarından kaçan tüm Ukraynalıları kabul etmek istiyor. Aynısı, Polonya siyasetinin gizli aktörlerinden Kaczynski için de geçerli. Erdoğan da Rus donanması için boğazları kapatıyor. NATO üyeleri olarak, üç ülke de Putin’e karşı ittifakın müttefikleridir.”

Batılı liderlerin Ankara’ya çıkarma yapması, Macar ve Polonya yönetimlerinden övgüyle bahsedilmesi, geçmiş eleştirilerin halının altına süpürülmesi hepsi tabloyu netleştiriyor.

Rusya’nın işgali şimdiden mevcut küresel jeopolitik dengeleri sarsmaya başladı. Çökmeye yüz tutan Avrupa Birliği, ABD’nin arkasında hizalanırken merkez-çevre ilişkileri de yeninden dizayn ediliyor. Çevre ülkelerle -Polonya, Macaristan ve Türkiye- olan karmaşık ilişkilerde bu durum somut biçimde görülüyor.

Avrupa’nın yaptırım üstüne yaptırım uyguladığı Orban ve Kaczynski ile iplerin koparıldığı Erdoğan Rusya’nın hamlesi sonrası önemli avantajlar elde etti. Nasılsa olağanüstü günlerden geçiliyor, “demokratik değerler” daha az hale gelebilir. Yaklaşım bu!

DEĞİŞEN DENGELER

1) Çok kutuplu dünyaya doğru: Garp cephesi içinde yarılma işaretleri veren Ukrayna savaşı yeni bir dönemin kapılarını aralıyor. Putin’in işaretini bundan 15 yıl önce, 2007’deki Münih Güvenlik Konferansı’nda, verdiği “çok kutuplu” dünyanın fiili adımı atılmış oldu. İki kapitalist merkezin çatışmasının askeri, ekonomik, politik ve de toplumsal sonuçları yakın zamanda görülecektir. Lavrov’un ifadesiyle “ABD’nin kasabanın şerifi” olduğu tek kutuplu dünyanın sonuna gelindi.

2) Yeni hegemonik aktörler: Siyasi tarih de göstermiştir ki çağları başlatan savaşlar olmuştur. Her yüzyılda bir yeni aktörler boy vermiştir. ABD artık eskisi gibi tek başına hegemonya kurabilecek durumda değil.

3) ABD-AB ayrışması: Washington yönetimi Rusya karşıtlığı üzerinden tüm Batı’yı arkasına dizse de ABD ile Avrupa arasında ciddi sorunlar var. Ukrayna savaşı bu sorunları bir süreliğine olsa da gizleyecek Atlantik güçleri arasında da çıkar çatışması söz konusu.

4) Paylaşım rekabeti: Rusya Ulusal Diplomasi Akademisi’nden Prof. Dr. Oleg İvanov’un dün BirGün’de çıkan söyleşisinde de belirttiği üzere dünya geçen yüzyıldan da karmaşık olacak. Hegemonya, paylaşım, nüfuz çatışmasının yol açtığı krizler birbirini takip edecek.

İbrahim Varlı / BİRGÜN