5 Mayıs 2022 Perşembe

TARİHTE BUGÜN (5 MAYIS)

     


     OLAYLAR:



      
       ÖLÜMLER:

Küresel stagflasyon + Bazı rejimlerle uzlaşılamaz - Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

 


Küresel stagflasyon 

Dünya ekonomisine ilişkin tartışmalar, artık “stagflasyon (durgunluk + enflasyon) riski” konusundan “Ne kadar kötüleşecek?”, “1970’lere mi dönüyoruz” gibi sorulara kaydı. Ukrayna savaşının katkısıyla artan belirsizlikler, şirket gelirlerine, piyasalara yansıyor. New York, Londra, Frankfurt, Paris, Tokyo’da borsalar yıl başından bu yana genel bir gerileme eğilimi sergiliyorlar. Gelişmiş ülkelerde en dinamik şirketleri izleyen MSCI indeksi, Kasım 2021’den bu yana yüzde 50’den fazla geriledi.

DURGUNLUK VE ENFLASYON

Küresel büyüme hızının (Dünya Bankası) 1961-2020 arasında yıllık ortalaması yüzde 3.3. Bu oran 61-71 arasında yüzde 5.3 olmuş ve 1971-81, 82-92, 93-2003 dönemlerinde, sırasıyla, yüzde 3.4, yüzde 3 ve yüzde 3.16 olarak şekillenmiş. Kısacası, dünya ekonomisinin yıllık ortalama büyüme hızı 70’lerden günümüze, yüzde 3 olarak kabul edilen, resesyon sınırı bölgesinde kalmış; büyük finansal krizden sonra 2008-2020 döneminde, yüzde 2 ile resesyon sınırının altına inmiş: 1970’lerden bu yana, bazen resesyona dönüşen bir “uzun durgunluktan” daha doğrusu bir yapısal krizden söz etmek gerekiyor.

Bu dönemler boyunca dünya ekonomisinde (48 ülkenin) enflasyon oranlarının 1960’larda ortalama yüzde 5’in altında seyrettiği (ABD yüzde 1.9, Avrupa yüzde 3.8) 1970’lerde artmaya başladığı 70-80 arası yüzde 10’un üstüne çıktığı, 1979’da ABD merkez bankası faizleri artırmadan önce, 74, 75 ve 80’de yüzde 12-13 düzeyine ulaştığı görülüyor. Faizler artmaya başladıktan sonra dünya ekonomisi büyüme oranları geriledi, 80’lerin ve 90’ların başında yüzde 2’nin altına indi. Hızla artmaya başlayan faizler 1970’lerdeki stagflasyona son verdi ama dünya ekonomisini de kimi zaman resesyonla kesilen bir kalıcı durgunluk içine itti; çevre ülkelerde sert bir borç krizini tetikledi.

Neoliberal-küreselleşme, bu stagflasyon döneminin sonunda başladı. O nedenle bir diğer tartışma da Gary Gerstle’nin, Financial Times da “Hemen bir ‘klasik’ olmaya aday” övgüsüyle tanıtılan Neoliberal Düzenin Yükselişi ve Düşüşü” (2022) başlıklı kitabındaki konular üzerinde yaşanıyor. Neoliberal döneme daha yakından bakanlar, 1990’lardan bu yana teknoloji alanında, mali piyasalarda hızlanarak, kapitalizmin geleceğini tehdit eder düzeye ulaşan bir tekelleşme eğilimine dikkat çekiyorlar. Finansal piyasalarda gelişme özellikle çarpıcı: ABD’de 1990’ların başında 40’tan fazla banka, finansal kuruluş varken şirket birleşmeleri sonunda bu sayı dört kuruluşa inmiş (Citicorp, JP Morgan-Chase, Bank of America, Wells Fargo - Hearn & Meager, Stakeholder capitalism: next Frontier, Nisan 2022 sf.19)

‘TÜM KORKULARIN TOPLAMI’ 

Tüm korkuların toplamı”, “70’lere mi dönüyoruz” sorusuyla ilgili: Stagflasyonla, petrol krizi, Vietnam yenilgisi, askeri darbeler, gelişmekte olan ülkelerde biriken büyük borç yükü, merkez ülkelerde işçi hareketleri, hızla artan yüksek faizler ile başlayarak sermayeye büyük serbestlik getiren “neoliberal dönem” yine stagflasyon, bir savaş, artmaya devam eden büyük bir borç sorunu ile mi kapanıyor? 

Nauriel Roubini, siyasi (gelir dağılımı), jeopolitik (büyük güçler) etkenlerden kaynaklanan korumacılık eğilimlerinin, gelişmiş ülkelerde yaşlanmaya başlayan nüfusun ve göçmenlere karşı tepkilerin emek piyasası üzerindeki olumsuz (ücret artışlarını sınırlamak zorlaşıyor) etkilerinin, iklim değişikliği krizinin, artmaya devam eden pandemi risklerinin, siber güvenlik sorunlarının da stagflasyon etkisi yaptığına işaret ediyor. Milyarder yatırımcı, yazar Ray Dalio, artık bir “imparatorluk döneminin” kapandığına inanıyor. Dalio, The Changing World Order başlıklı kitabında (2021), hem uluslararası hem ülke içi çatışmaların artmaya başladığını, “sağ ve sol popülizmin” yine yükselmeye başladığını düşünüyor. Belirsizlikler hızla artıyor.

                                                                     ***

Bazı rejimlerle uzlaşılamaz

Bazı rejimlerle uzlaşılamaz. Bu rejimler demokratik yollardan değişime, ellerindeki devlet makinesini, ekonomik kaynakları sonuna kadar kullanarak direnirler.

SUU KYI’NİN İBRET VERİCİ ÖYKÜSÜ

Myanmar da askeri rejim karşısındaki “demokratik muhalefetin” lideri Nobel ödüllü Aung San Suu Kyi’ye (76) geçen hafta, basına kapalı bir duruşmada, 2021’deki askeri darbeden sonra verilen beş yılık cezaya, altı yıl daha eklendi.

Suu Kyi, siyasi yaşamına, 1980’lerin sonunda cuntaya karşı öğrenci hareketinin, yeni kurulan Demokrasi İçin Ulusal Birlik (NLD) partisinin fiili başkanı olarak başlamıştı. Suu Kyi seçimlerden önce tutuklanmış ama NLD oyların yüzde 81’ini almıştı. Cunta seçim sonuçlarını tanımadı, Suu Kyi de sonraki 20 yılın 15 yılını ev hapsine geçirmek zorunda kaldı. 

Siyasi yaşamı boyunca Suu Kyi, askeri rejime karşı “demokratik”, barışçı, sık sık uzlaşarak ilerlemeye çalışan bir mücadele yürüttü.

Suu Kyi, 1991 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü, on bir yıl sonra milletvekili seçilerek, esas olarak cuntanın aracı olan meclise girdi.

Budist nüfusun egemen olduğu Myanmar’da cunta, 2015 Kasım seçimlerinden önce, büyük çoğunluğu Rohingya Müslümanı olan 800 bin kişinin oy verme hakkını kaldırdı. Yaklaşık 4 milyon seçmenin dışlandığı seçimleri NLD kazandı. Nisan 2016’da Suu Kyi, Devlet Danışmanı adıyla, cuntanın “vesayeti” altında (gerçek vesayet böyle oluyor) bir hükümet kurmayı kabul etti.

Rohingya Müslümanlarının toplumsal hak ve özgürlükler mücadelesini güvenlik güçleri şiddetle bastırmaya başlayınca, “Devlet Danışmanlığı” kurumunun aslında, cuntanın “fallusunu” örtmeye yarayan bir incir yaprağı olduğu da anlaşıldı. Cuntanın demokratik yollarla değiştirilebileceğini savunarak sürekli uzlaşma arayan Suu Kyi, pratikte rejimin devamına katkıda bulunuyor, rejimin karakterine uygun gerçek bir mücadelenin başlamasını önlüyordu.

UZLAŞMADAN SUÇ ORTAKLIĞINA

Sürekli uzlaşarak, sonuç vermeyen siyasi pratikleri biteviye muhalefete dayatarak, salt Budist nüfusa dayanarak ilerleme çabaları, sonunda Suu Kyi’yi rejimin suçlarına ortak olma noktasına getirdi.

Kendisi de Budist olan Suu Kyi’nin, rejimin Rohingya Müslümanlarına yönelik soykırım politikaları tüm dünyada tepki çekmeye başladıkça, bu politikaları meşrulaştıran açıklamalar yaptığı görülüyordu. Örneğin, 2017-18 yılında Birleşmiş Milletler Myanmar’ı “soykırım” yapmakla suçlayan bir rapor yayımladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden görevliler Bangladeş’e giderek Rohingya sığınmacılar arasında araştırma yapmaya başladı. Soykırım söylentileri artar, kanıtlar birikirken, Gambia hükümeti İslam İşbirliği adına, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulundu. 

Tüm bunlar olurken, Suu Kyi soykırım iddialarını yalanlamayı seçiyordu. Suu Kyi’nin Nobel Barış Ödülü’nün geri alınması için uluslararası bir kampanya başladı. Oxford kenti, Suu Kyi’ye vermiş olduğu “Freedom of City” ödülünü geri aldı. Suu Kyi, Aralık 2019’da Lahey’e Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne geldi ve tüm soykırım iddialarını reddetti.  

2020 Kasım seçimlerinde NLD oyların büyük çoğunluğunu aldı ama cuntanın da uluslararası alanda, tüm siyasi sermayesini tüketmişti olan Suu Kyi’ye gereksinimi kalmamıştı. Cunta seçim sonuçlarını kabul etmedi. Suu Kyi ve NLD’nin önde gelen liderleri tutuklandı. Generaller “incir yaprağını” atarak doğrudan yönetmeye başladılar.

Sonuç olarak, bazı rejimlerle uzlaşılamıyor, uzlaşma çabası, göz yumma siyaseti iflas ediyor. Dinci- etnik ayrımcılığı yadsıyan bir laikliği benimsemeden, rejimin koyduğu sınırlar delinmeden demokratik bir muhalefet inşa edilemiyor. Şimdi Myanmar’da muhalefetin kimi kesimlerinin, rejime karşı farklı yöntemlerle ve araçlarla bir direniş başlatmaya hazırlandığı söyleniyor...

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet



Kaftancıoğlu: Başıma ne gelirse gelsin...+ CHP’DEN YENİ BELGELER GELİYOR - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 Kaftancıoğlu: Başıma ne gelirse gelsin...

Canan Kaftancıoğlu 1 ay kapalı cezaevinde, 12 ay 10 gün de açık cezaevinde yattıktan sonra 3 yıl sürecek denetimli serbestlikle tahliye olabilir.  Ağır ceza mahkemesi kararını verdi, istinaf mahkemesi onadı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hapsin kesinleşmesini talep etti. Eğer başsavcılığın dört ayrı suçtan 8 yıl 2 ay 20 gün hapisle cezalandırılmasına dair isteği Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından uygun görülürse, sonuç ilk cümlemdeki gibi olacak. CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu infaz kanunu gereği toplam 13 ay 10 gün hapiste kalacak. 

Kimse “olmaz” diyemiyor. Gezi kararı yapabileceklerini bir kez daha gösterdi. 

Çünkü Türkiye seçime gidiyor. Çünkü AKP, yargıyı siyasi maşa gibi kullanıyor. Çünkü Kaftancıoğlu, İBB seçiminin kazanılmasında kilit rol üstlendi. 

Son olarak TİP milletvekili Ahmet Şık, gazeteci İrfan Aktan’a bu ihtimalden bahsetti; “Canan Kaftancıoğlu’nu tutuklayacaklar” dedi. 

Kaftancıoğlu’nu aradım. Ve “Hapse girmeyi bekliyor musunuz” diye açıkça sordum. Şu yanıtı aldım Kaftancıoğlu’ndan: “Toplumu bir anksiyete haline düşürmeyi doğru bulmuyorum. Evet, burası Türkiye, her şey olabilir. Ama bunları düşünecek bir zamanım yok. Örgütlü mücadeleye inanıyorum. Benim başıma ne gelirse gelsin, partimin İstanbul örgütünün mücadeleye devam edeceğini biliyorum.” 

Kaftancıoğlu’nun yıllar önceki paylaşımlarından dolayı hapse girmesini isteyen talep, 1 yıldan fazladır Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin önünde duruyor. Yani verilecek son kararın eli kulağında. 

Kaftancıoğlu demedi lakin, ben konuşmamızdan onun da olası kötü sonuca hazır olduğunu hissettim. Keşke yanılsak...  

CHP’DEN YENİ BELGELER GELİYOR


Ensar ve TÜRGEV’in ortak kuruluşu... 

Kasasına 2014’ten 2019’a kadar “bağış” adı altında on milyonlarca dolar para girişi var. 

Manhattan’ın göbeğinde yaptıkları 21 katlı lüks öğrenci yurdunun inşaatı dört yıldır devam ediyor. 

Evet, ABD’deki TÜRKEN Vakfı’nı anlatıyorum. 

Duydum ki, CHP’nin ABD Temsilcisi Yurter Özcan o vakıfla ilgili yeni belgeler açıklayacakmış. Özcan’ı aradım ve o belgelerin içeriğini sordum. Bol soru işaretli şu yanıtı aldım: 

Önceki yıllarda açıkladığım belgelerin devamı geliyor... 

Son vergi beyannamesine göre TÜRKEN Vakfı ne kadar bağış topladı? 

ABD Vergi Dairesi belgelerinde yer alan yeni bağışların kaynağı kim? 

Tek kalemde verilen astronomik bağışın sahibi kim? 

Vakfın toplam varlıkları nasıl astronomik rakamlara ulaştı? 

Yönetim kurulunda yer alan önemli isimler kim?” 

CHP’li Özcan telefonu kapatırken şu iddiada da bulundu: 

“Misyonu burs ve öğrencilere yurt sağlamak olan bu vakfın, son vergi beyannamesine göre verdiği burs sıfır dolar!” 

Bakalım, kısa süre sonra açıklanacak belgeler nasıl tartışma yaratacak...

Barış Pehlivan / Cumhuriyet

Gezi’de gaz yiyen büyükelçi - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 


Günler birer birer geçiyor. Geriye bakıp "yıllar" diyorsun. Damlayı görmeden suyu okuyorsun.

BAE, İsrail, Suudi Arabistan derken, sırada Mısır ve Suriye var. İhvancılar’ın yayınlarını durdurup, Rabia’yı unuttuk bile. Gelgelelim, Suriye gelince pek de kolay değil. Öyle ya Esad düşman ilan edilmiş, yüzbinlerce insan öldürülmüş, milyonlar toprağından göç etmiş.

Peki biz bu noktaya nasıl geldik? Hayır, "Esad mı haklı cihatçı muhalifler mi" diye, geride kalmış meseleleri sormuyorum. Türkiye, nasıl oldu da Suriye ile bu kadar kanlı bıçaklı oldu? Suriye krizine neden mesafe koyamadı?

Yanıt arayanların elini kolaylaştıran bir kitap çıktı. "Büyükelçinin Gözünden Suriye", Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon tarafından yazılmış. Hayır, yanlış anlaşılmasın. Önhon, Hükümete başkaldıran bir "monşer" değil. Aslında Dışişleri’nin kararlarını beğenmese dahi uygulayan bir bürokrat. Suriye ile özellikle son 30 yıllık ilişkinin canlı tanığı olması, anılarını önemli kılıyor.

Gelelim konuya… 

SURİYE İLK SÜRTÜŞME

Kitabın 116 sayfalık bölümünü okuyunca, Öcalan’ın Şam’dan çıkışı ve Adana Mutabakatı’yla Suriye ilişkilerinin mükemmele yaklaşma hikayesini okuyoruz. Bunda da aslan payının Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ait olduğunu anlıyoruz.

Gelgelelim, 117. sayfada durum değişiyor: "Suriye rejimiyle ilişkilerimizde gerginlikler başlıyor, Dışişleri Bakanı Muallem’le yaptığım tatsız görüşme."

Bölüm, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallem’in, 11 Mayıs 2011 günü, Büyükelçi Önhon’u, saat 10.20’de aratarak, 40 dakika sonra, acilen Bakanlığa çağırmasını anlatıyor:

"Muallem, önceki görüşmelerimizin aksine, samimiyet göstermedi ve hal hatır sormadan doğrudan konuya girdi. Başbakan Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Suriye’deki gelişmelerle ilgili bir dizi mülakat ve açıklamayı, özellikle Halepçe, Hama ve Humus’a yaptıkları atıfları gündeme getirdi. Söz konusu atıflarla neyin amaçlandığını, Suriye’nin operasyonlarda kimyasal silah kullandığına dair herhangi bir kanıta mı sahip olduğumuzu sordu."

"Halepçe" ile kastedilenin, Irak’taki kimyasal silahlı katliam olduğunu hatırlatalım…

Muallem buna rağmen görüşmede, ilişkileri bozmak istemediklerini, Suriye’nin Türkiye’de seçim malzemesi yapılmamasını beklediklerini söylemiş.

"Muallem’in tam olarak hangi açıklamadan söz ettiğini anlamamıştım" diyen Önhon, şöyle devam ediyor:

"Büyükelçiliğe döndüğümde konuyu araştırdım ve Muallem’in 10 Mayıs’ta (2011) Kanal 7’de yayınlanan Başkent Kulisi programında Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalardan söz ettiğini anladım."

Türkiye, o günlerde, bir ay sonraki seçimlere hazırlanıyordu. Erdoğan, Esad’a karşı açıklamalarını istikrarlı bir şekilde sertleştiriyordu. Örnek olsun, 15 Mayıs’ta Rize’de de aynı tonda sürdürdü.

Nitekim, bundan sadece 11 gün önce, 29 Nisan 2011’de 252 kişilik ilk Suriyeli sığınmacı grubu Türkiye’ye girmişti. Muallem’in görüşmesinden sadece bir gün sonra ise, 12 Mayıs’ta ilk kez, Şam’da Türk Büyükelçiliği’nin önünde, Esad yanlıları protesto gösterisi yaptı.

Peki Arazide Neler Oluyordu?

TÜRKİYE SINIRINDA İLK KATLİAM

3 Haziran’da, Türkiye sınırına sadece 40 kilometre uzaklıktaki Cisr El Şugur’a, yüzlerce cihatçı, saldırıda bulundu. 120 Suriye güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.

Önhon, olayların ardından bir heyetle kasabaya gitmiş:

"Kasabanın papazı, teröristlerin bir kısmının Türkiye’den geldiğini ve silahlarının da Türkiye’den getirildiğini ileri sürdü. (…) Bina içinde ve bahçede çok sayıda fişek kovanı olduğu, bunların tamamına yakınının başta MKE olmak üzere, Türkiye menşeili olduğunu gördük."

Önhon, Suriyeli askerlerin gömüldüğü toplu mezarların da gözlerinin önünde açıldığını anlatıyor.

Sığınmacılar, Cisr El Şugur’un sonucu mu yoksa sebebi mi?

Önhon, 22 Haziran’da Muallem’in sözlerini şöyle aktarıyor:

"Türkiye’deki sığınmacı çadırları ordunun Cisr El Şugur’a girmesinden bir hafta önce kurulmuştur. Silahlı gruplar da Cisr El Şugur’daki vatandaşları göç etmeye zorlamıştır. Zorla göç ettirilen vatandaşlarımıza geri dönmeleri çağrısında bulunuyoruz. Cumhurbaşkanı Esad, sığınmacıların dönüşleri için garanti vermiştir. Türk dostlarımızın, bu kişilerin geri dönmeleri için işbirliği yapmalarını temenni ediyorum." 

ERDOĞAN-GÜL ÇATLAĞI

Sonrası…

Türkiye’de ÖSO’nun ve SUK’un (Suriye Ulusal Konseyi) kuruluşu, Esad’ı devirme söylemleri, Emevi Camii’nde namaz hayalleri… Önhon, her olumlu sinyalin ardından, Erdoğan’ın kürsüden Esad’a "men dakka dukka (eden bulur)" dediğini anımsatıyor.

18 Ağustos 2011’de MGK toplantısına bizzat katılan Önhon, bu konuda bir çatlağı da aktarıyor:

"Toplantıda Cumhurbaşkanı Gül, reformların Esad önderliğinde teşvik edilmesi gerektiğini, Başbakan Erdoğan ise Esad’ın kredisini tükettiğini … (belirtti)."

Suriye’ye giden kimi CHP’lilerin "AKP’nin borazancısı" diye eleştirdiği Önhon, Suriye rejimini eleştiriyor. Ancak yine Önhon’un notları, Suriye muhalefetindeki terör izini de yabancı devletlerin parmağını da açıkça gösteriyor.

İşin daha da ilginç bir noktası var…

GEZİ’NİN ORTASINA DÜŞEN ELÇİ

Suriye muhalefetinin Esad’a alternatif iktidar toplantıları (SUKO) için İstanbul’a gelen Önhon, 30 Mayıs 2013 akşamı Taksim’de bir otelde kalmış:

"Bir anda, parkın caddeye bakan duvarlarından insanlar aşağı atlayıp benim durduğum tarafa doğru koşmaya başladılar. Arkalarından da polisler geliyordu. Bunları izlerken, benim olduğum yöne gaz bombaları düşmeye başladı. Gözlerim yanmaya ve yaşlar akmaya başladı. İlk şoku atlatınca ben de aşağı doğru koştum, otelin önüne gelip beni bekleyen araca kendimi attım. Beni öyle görünce eli ayağına dolaşan şoförün verdiği şişedeki suyu yüzüme çarptım. Ama o an için en yanlış işmiş. Gözlerim daha da kötü oldu."

AKP, Esad’a dış destekli terör bağlantılı muhalefeti kabul ettirmeye çalışırken, kendi ülkesinde Gezi’deki barışçıl gösterilere en sert müdahaleyi yapıyordu. "Allah’ın sopası yok" derler ya, Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi, Taksim’de gaz yiyerek bunlara tanıklık etti:

"VIP otobüsüne İçişleri Bakanı Muammer Güler bindi. Ona da olanları anlattım. Hayretler içinde kaldı. Gaz bombası kullanıldığından bilgisi olmadığını söyledi. Yaşananlar hakkında yüz yüze bilgi aldığı ilk görgü tanığı benmişim."

Geçen hafta Esad, insan öldürenler hariç, bütün terör suçlularına af çıkardı. Öte yandan aynı hafta Erdoğan destekli yargı, barışçıl protestolara müebbetlik ceza verdi. Suriye’yle yeni sayfa açmaya hazırlanırken, yaşananlar demokrasi aynasının nasıl durduğunu gösteriyordu.

Şair Emerson, "günlerin bilmediğini yıllar öğretir" diyor. Peki öğrenmeyi reddedene zamanı nasıl anlatacaksınız?

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

Uyuşturucu kıskacında Türkiye (IV+V) - Murat Ağırel / YENİÇAĞ

 


Kimler hangi ülkelere kaç tır muz gönderdi?

Narkotik ve uyuşturucu operasyonlarıyla ilgili bu bölümde işin Türkiye ayağında işlemlerin nasıl götürüldüğünü aktaracağım.

Önceki yazılarımda Türkiye'ye gelen kokainlerin buradan TIR'larla hangi şirketler ve hangi isimler tarafından Orta Doğu ve Avrupa'ya dağıtıldığını belirtmiştim.

5 dolarlık muz kutusu için 30 dolar fatura kesilerek bu paralar Dubai üzerinden Ekvador'a gönderilerek (ufak bir komisyon karşılığında) sisteme dahil edilerek uyuşturucu parası yani kara para aklanıyordu.

Devam edelim...

Buradaki kokainlerin alıcısını ve bağlantılarını bulmak için aslında çok basit bir dizi işlem gerekiyor. Bunlar Emniyet için birkaç saatlik iş bile değil.

Burada bir isim çok önemli.

Adını kapatarak (rumuzlu) yazacağım: F.R.N.

Bu isim hakkında bir önceki yazımda da bahsetmiştim.

Geçmiş yıllarda düzenlenen operasyonda konteynerde kokain bulunması, şimdi kapatılmış olan EVERFRESH şirketinde oldu. 2010 yıllarında X-Ray aracılığıyla kontrol uygulaması da başlamamıştı.

EVERFRESH, Derince limanına muz konteyneri getirip gümrüklemeden, konteynerlerin mühürleri bile açılmadan deposuna alıyordu. Depoda tahliye sırasında kokain dolu bir torba bulundu. İşçiler ve refakatçi gümrük memuru fark edince olay nasıl olduysa firmanın ihbarcı olduğu bir olaya çevrildi.

Firmanın sahibi 2020 sonuna kadar Fahri Konsolos olan F.R.N idi. Artık Türkiye'de yaşamadığı bilgisini aldığım Lübnan asıllı F.R.N, NA Plus adlı bir yerin CEO'su gözüküyor.

1997 yılında Peter Kellner ve Linda Rottenberg tarafından merkezi New York'ta kurulan dünyanın dört bir yanından, farklı kültürlerden ve alt yapılardan gelen girişimci ve iş insanlarını ortak bir hedef için birleştiren, etkin girişimcileri destekleyen uluslararası bir ağ olan Endeavor Derneği yönetiminde bulunduğu bilgisi de var.

Kafa karıştırmadan anlatayım...

2013 yılında dünya muz pazarının lideri Dole'nin Türkiye temsilcisi Ever Fresh Gıda, Halkbank'tan çektiği krediyi ödeyemeyince davalık oldu.

Halkbank Gebze Ticari Şubesi, 29 Eylül 2011 tarihinde Türkiye muz pazarının lider firması Ever Fresh Gıda'ya büyük hissedarı F.R.N.'nin kefaletiyle 3.5 milyon dolar kredi kullandırdı. Geçen zaman içinde kredinin geri ödemesinde sorunlar başladı. Ekonomik sıkıntı yaşayan şirket, kredi taksitlerini ödememeye başladı. 10 Mayıs 2013 tarihinde hem şirkete hem de kefili F.R.N'ye noter kanalıyla ihtar çeken banka, faiziyle 3 milyon 788 bin TL'lik birikmiş alacağının ödenmesini ihtar etti.

Davalar açıldı tazminat ve icra taleplerine itirazlar yapıldı. Süreç sakız gibi uzatıldı.

Anlayacağınız F.R.N adı bankalar için şüpheli konumuna düştü.

Öyle ki bir ülkenin fahri konsolosu olarak Türk vatandaşı olmayan birini seçmesi çok çok istisnai bir durum.

Ayrıca F.R.N ile daha önceki yazımda açıkladığım Mersin Fresh Freeze şirketindeki Ismael Sakalaki arasındaki bağlantıların incelenmesi ve soruşturulması gerekiyor.

Bunu şu yüzden söylüyorum. Belgeleyemediğim için yazamadığım firma isimleri arasındaki ilişkilere bakılırsa aslında tüm yakalanan şirketlerin bir çember gibi birbiri ile bağlantısı var.

Ama nereye baksam F.R.N ismi karşıma çıktığı için yazıyorum. Ekvador'da ise S.-Frutadeli ve Ahmed Ben Khadra/Generation ve Extra Golden Fruit şirketlerine bağlanıyor. Khadra bağlantılı şirketleri bulmak için yapılması gereken tek şey Generation ve Extra Golden Fruit firmalarından Türkiye'de kime fatura kesildiğidir.

Generation ve Extra Golden Fruit firmalarını da unutmayın...

Ben size karteli anlatıyorum.

Üstelik Ahmed Ben Khadra'nın Türkiye'de kurduğu şirket ETC FRUIT'in Mersin'de yapılan kaçak et operasyonunda suçüstü yakalandığını bir önceki yazımda anlatmıştım.

Et kaçakçılığı öncesi ve sonrasında Ahmed Khadra'nın konteynerlerinde defalarca kokain bulundu. Bazıları paravan şirketleri adına bazıları ise ortak olduğu şirketi adınaydı. Ortak olduğu şirket nedeniyle tutuklandı. Büyük bir vekâlet ücretiyle tahliye edildi ve Miami'ye gitti.

Tekrar asla dönmedi.

Dahası da var...

Son operasyonda yakalanan Özşimşekler şirketinin 4 yıl önce gümrük müfettişi tarafından yapılan rutin incelemelerinde yurt dışına yaptığı 70 milyon dolarlık fazla transfer tespit edildiği iddia edildi.

Müfettiş sadece gümrük işlemleri için inceleme yaptığından gümrük vergisi kaçakçılık cezası düzenledi ve savcılığa suç duyurusunda bulundu. Şirket bu fazla ve yersiz transferi açıklayamadığı halde önce müfettiş değiştirildiğine dair bilgiler mevcut

Daha sonra tekrar atanan 2. müfettiş de değiştirildi. Para cezası ve ağır cezada açılan dava düştü.

Bu durum bize dışa dönük operasyonların biraz da içe dönük olması gerektiğini gösteriyor.

Serbest bölgede kurulu Fresh Freeze şirketine dönersek...

Bu firma adına gelen bir gemide tesadüfen kokain bulundu. Gemi direkt olarak firmaya gelmesine, nihai alıcı bu firma olmasına, gemideki muzlar tescilli kendi markaları olmasına rağmen olay kapatıldı.

Sonrasında takip eden 2 haftada gemilerde aynı firmanın muzlarında kokain bulundu. Çünkü gemiler haftalık çıkıyordu ve sizin bunları Türkiye'ye indirmekten başka çareniz yoktu.

Türkiye'de Lübnan asıllı bir lider var ve Suriye asıllı kişiler de bu olaylarda ağırlıklı çalışıyor.

ABD, Lübnan ve Suriye bağlantılı hatta Venezuelalı Bakan El Aissami'yi uyuşturucu kaçakçılığı ile suçluyor.

Tesadüf olamayacak kadar çok bağlantı var...

Öyle ki önceki yazılarımda adını andığım S.M., Dubai/İspanya/İtalya-Libya-Türkiye (Derince ve Mersin) Cezayir'de de kokainden yakalandı.

Paravan şirketlerin bulunması ve ilişkilerin ispatı için kayıtlara bakmak, para transferlerini izlemek yeterli.

Ticaret Bakanlığı son 10 yılda, Mersin'den hangi ülkelere ne kadar Ekvador muzunun transit gittiğini açıklarsa herkes her şeyi anlayacak.

Kimler, hangi ülkelere kaç TIR muz gönderdi?

Kendi limanı varken, Mersin'e gelen muzları üstüne nakliye ödeyerek alan ülkelere ne demeli?

Üstelik bu konuda en çok canı yanan yerli muz üreticileri... Gelen Ekvador muzları neredeyse bedava satılıyor. Çünkü amaç muz satmak değil!

Buyurun size Türkiye'nin "Narcos'u" ve ortaya çıkan tablosu.

                                                                    ***

Kokainin rotasını takip için konteynere GPRS koyulmuş

Yakalanan uyuşturucu miktarı 61 kilogram. Az gibi görülebilir ama başka bir olay var.

Muz kolileri içerisinde saklanmış 52 paket içinden çıktı bu uyuşturucular. Alıcı ve gönderici bilgilerini vermeden önce yine aynı limanda yakalanan rekor miktardaki kokainden tekrar bahsetmek zorundayım.

Zira yazı konumuz yine aynı isimlere çıkıyor.

Hatırlarsanız Ekvador Puerto Bolivar Limanı'ndan yola çıkan Liberya bayraklı gemide "uyuşturucu var" diye ihbar gelmişti. Bunun üzerine geminin liman sahasına girdiği andan itibaren yani 16 Haziran 2021 günü Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ekipleri, konşimentosunda 21 ton muz beyan edilen konteyneri, X Ray cihazında kontrole sokuyor.

Konteynerde kuşkulu ağırlık tespit edilince bu sefer narkotik köpeği ile de inceleme yapılıyor. Narkotik köpeği de tepki verince bu sefer konteyner arama hangarına alınıyor. Burada yapılan ayrıntılı aramada muz kolileri arasındaki çantalar ve boks torbaları içinde 1 ton 300 kilo kokain ele geçiriliyor.

Bakın bu miktar bir seferde yakalanan en büyük miktar.

Aynı zamanda Türkiye'de binlerce operasyon sonucu yakalanan kokain miktarı yaklaşık 1,5 ton. Yani Mersin'de tek seferde neredeyse bir yılda yakalanan kokain ele geçirildi.

Uyuşturucu kaçakçıları işi sağlama almak, kokainin rotasını takip etmek için konteynerin orta kısmına 2 adet uydu takip sistemi GPRS cihazı koymuş.

1 ton 300 kilo kokainin içinde bulunduğu muzun ithalatçısı Mersin Serbest Bölgesi'nde faaliyet gösteren Öz Şimşekler Gıda adlı bir firma. Malın göndericisi RASTODER Slovenya merkezli gıda şirketi. Muzların markası DERBY. Çıkış limanı ise Ekvador.

Mersin Serbest Bölgesi'nde faaliyet gösteren şirketin sahipleri Nimet Ş., Halil İbrahim Ş. ile Mesut S., Rojbin S. ve Erdal Ş. yakalandı.

Yazı konusu olan ve yeni yakalanan kokain ile bağlantısına gelince...

Yakalanan 60 kiloya ait bilgilere ulaştım.

Konteyner numarası SZLU 916659-3.

Gemi adı MSC NAISHA III Gemisi.

Liberya Bandıralı kokainlerin çıktığı muzları gönderen firma NoboaTrading CO.

Çıkış ülkesi Ekvador-Guayaquil limanı.

Alıcı Öz Şimşekler Gıda!

Yani daha önce yakalanan 1,3 ton kokainin geldiği firma. Firma halen iş yapmaya devam ediyor. Meğer daha önce tutuklanan Nimet Ş.'nin oğlu B.Ş. aynı şirket üzerinden bu işi devam ettirmiş. Şimdi o da yakalanan kokain operasyonunun sonucunda tutuklandı. Bu olayın dosyası da 1.3 ton operasyon dosyası ile birleştirildi.

Akıl alır gibi değil. Bütün aile efradı Türkiye'nin en büyük miktarlı kokain yakalaması nedeni ile tutuklu olacak, sen aynı şekilde iş yapmaya devam edeceksin.

Tam da bu yüzden kafamda oturmayan kısımlar var.

Ayrıca firmanın Serbest Bölge üyeliği de devam ediyor. İddiaya göre işleri oğul değil bir başkası idare ediyor. Hatta Ekvador Gümrük Muhafaza Müdürlüğü'nün ve Mersin Narkotik'in başarılı operasyonları sonrasında bu rotayı kullananlar çözüm yolları aramaya başladılar.

HalkTV'de program arkadaşlarım ile birlikte Mersin'in borçsuz belediyesi Mezitli Belediyesi'ne bir söyleşi için gittik. Söyleşi sonrası fırsat bu fırsat diyerek Timur Soykan ile birlikte muz üreticilerini ve ithalatçılarını gezdik.

Duyduklarımız karşısında kulaklarımıza inanamadık.

Mersin'de bazı Büyükelçilik temsilcileri ile birlikte yurt dışından gelen sözde muz satıcıları Mersin'de yerleşik muz ithalatçılarını geziyorlar. Bir esnaf bu durumdan şüpheleniyor ve kendisine gelen kişileri araştırıyor. Söylediklerinin doğru olmadığı sonucuna ulaşıyor. Bahse konu gelen firmanın kayda değer bir muz ticareti yok. Tahmin ve iddialar, durumu kontrol etmek için gelen kişiler olduğu yönünde.

Artık işleyişler de değişti

Yurt dışı firmaları Mersin'deki alıcıları yurt dışı merkezli şirketler olarak gösteriyor. Mesela ETC (GENERATIONS) alıcısını Extra Golden Fruit CO olarak değiştirdi. Daha önce de birçok kez kokain yakalanan muzların göndericisi S.M. da alıcısını Calfux SA olarak değiştirmiş. Yine S. M.'nun zaman zaman kullandığı Panama merkezli bir başka şirket daha var. Lefinar S.A.

Bunun yapılma sebebindeki amaç herhangi bir yakalama durumunda Türkiye'de bulunan kişilere yansımaması. Yakalandığında yurt dışı firma yakalatmış olacak. Yakalanmaz ise yurt içi firmalara fatura edilecek iddiası var. Üstelik kokain yakalanması durumunda gümrük ve narkotik muhatap bulamayacak, perde arkası aydınlatılıncaya kadar da asıl sorumlular delilleri karartacak, değiştirecek ve belki de yurt dışına kaçacak.

Elbet bunları resmî kurumlarda biliyor ve takip de ediyordur.

Ancak ülkemizi yolgeçen hanı gibi gören bu uyuşturucu madde tacirlerine karşı mücadele kararlı şekilde devam etmeli. Yalnız bu yakalanan uyuşturucu maddelerin arkasında bulunan asıl kişiler, yurt dışı bağlantıları deşifre edilmeli.

Yurt dışı yasağım olmasa yurt dışına çıkıp bu kartelleri ve bağlantılarını araştırıp rota üzerindeki tüm istasyonları araştırmak istiyordum.

İlk önce de Kolombiya'dan Türkiye'ye gelmek üzere olan ve yakalanan kokainin izini sürmek ile başlayacaktım.

Şimdilik buradan bağlantıları ve ilişkileri çözmekle yetineceğiz.

Fakat sorun şu... Türkiye uyuşturucu kaçakçıları için bir üs haline gelmiş durumda. Ne olursa olsun da bundan vazgeçmiyorlar. Türkiye'den de iş birliğine girenler var, yurt dışında da yönlendirenler var.

Mesele bunlara müsaade edilip edilmeyeceğidir.

(Devam edecek.)

Murat Ağırel / YENİÇAĞ


4 Mayıs 2022 Çarşamba

RSF Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 180 ülke arasında 149. sırada - EVRENSEL

 

Ülke, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'ne yine gazetecilere yönelik baskılarla girdi. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 180 ülke arasında 149. sırada.


3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'ne Türkiye yine gazetecilere yönelik soruşturma, yargılama, gözaltı ve tutuklamaların gölgesinde girdi.

Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün her yıl açıkladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada yer aldı. Basın özgürlüğü mücadelesi, geçen yılki raporda 153'üncü sırada olan ülkeyi dört sıra yukarı taşıdı.

2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülkeden 8’inde özgürlük durumu “iyi”, 40’ında “tatmin edici”, 62’sinde “sorunlu”, Türkiye’nin de aralarında olduğu 42 ülkede “kötü”, 28 ülkede ise “çok kötü” kategorisinde yer aldı.

Endekste 2005 yılında 98’inci sırada yer alan Türkiye, 2010 yılında 138, 2015’te 149, 2020’de 154’üncülüğe gerilemişti.

"ERDOĞAN'IN OTORİTERLİĞİNE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN HİÇE SAYILMASI EŞLİK ETTİ"

Endeskte Türkiye ile ilgili şu değerlendirme yer aldı:

"Recep Tayyip Erdoğan’ın aşırı yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanlığına ve otoriterliğine, basın özgürlüğünün hiçe sayılması ve yargı sistemine müdahaleler eşlik etti. Yargı, Erdoğan’ın talebi üzerine tutuklamalar yapsa da bazı hakimler ‘aşırıya kaçan baskıya’ ses çıkarmaya başladı: Bazı gazeteciler, ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’, ‘örgüt üyeliği’ veya ‘örgüt propagandası’ gerekçelerine dayandırılan keyfi kovuşturmalarda beraat etti. Gazetecilere yönelik tutuklamanın yerini adli kontrol aldı. Temmuz 2021’de gazeteciler, AFP fotomuhabiri Bülent Kılıç’ın şiddet görerek gözaltına alınmasının ardından, olağanüstü hal ilanından sonra ilk kez kitlesel eylem yaptı. Son iki yılda Türkiye’de iki gazeteci öldürüldü: Ses Kocaeli gazetesi sahibi Güngör Arslan 19 Şubat 2022’de; Bursa Rahmet FM çalışanı Hazım Özsu da Mart 2021’de uğradıkları silahlı saldırılar sonucu yaşamlarını yitirdiler. Cinayet zanlıları tutuklandılar."

İLK SIRADA NORVEÇ, SON SIRADA KUZEY KORE YER ALDI

Norveç’in ilk sırada yer aldığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nin ilk onunda dokuz Avrupa ülkesi ile birlikte Orta Amerika ülkesi Costa Rica da yer aldı. Eski Sovyetler Birliği üyesi Estonya ise 4. sırada bulunuyor.


Avrupa'da sıralama sonuncusu olan Bulgaristan'ın (91) yerini Yunanistan (108) alırken Almanya (16), Fransa (26) ve İngiltere (24) listenin üst sıralarında yer aldı.

Raporda, İngiltere’nin iki yıllık prosedür sürecinin ardından Wikileaks kurucusu Julian Assange’ın ABD’ye (42) iadesinin önünü açması da not edildi. RSF, gazeteci olmamakla birlikte gazeteciliğe katkıda bulunduğu gerekçesiyle Assange'ın iadesine "bu tür katkılar adına kötü bir ilk örnek oluşturmaması için" karşı çıktığını kaydetti.


28 ülkede medya özgürlüğü durumunun “çok kötü” kategorisinde yer aldığı RSF Endeksi’nde, Ukrayna’ya işgal girişiminde bulunan Rusya 155. sırada yer alırken Çin (175), Myanmar (176), Türkmenistan (177), İran (178), Eritre (179) ve Kuzey Kore (180) son sıralardaki ülkeler oldu.


ENDESK NASIL HAZIRLANIYOR?

RSF Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke değerlendirmeye alınıyor.

Çeşitli indikatörler kullanılarak, gazetecilere ve medyaya yönelik ihlaller niceliksel hesaplamaya dönüştürülüyor.

Çalışmanın ikinci ayağında, RSF'nin seçtiği, gazeteciler, akademisyenler ve insan hakları savunucularından oluşan yüzlerce medya özgürlüğü uzmanının 123 soruya verdiği yanıtları temel alan niteliksel bir araştırma yapılıyor.

Basın Özgürlüğü Endeksi'nin alt kategorilerinde, her ülkede gazetecilerin ve medyanın politik durumu, yasal durumu, ekonomik durumu, sosyal durumu ve güvenlik durumu incelenerek 0-100 puan arasında bir değerlendirme puanı hesaplanıyor. Bu kategorilerden elde edilen ortalama puan, ülke sıralamasını ortaya çıkarıyor.

Basın özgürlüğünde en iyi puan 100, en kötü puan 0 kabul ediliyor.

EVRENSEL


Fikri Sönmez 37. ölüm yıl dönümünde anılacak: Ne yaptıysa halkı için halkıyla yaptı - BİRGÜN

 

Ordu Fatsa’nın devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez 37. ölüm yıl dönümünde anılacak. “Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla birlikte yaptım” diyen Terzi Fikri adını altın harflerle tarihe yazdırdı.

Bundan 37 yıl önce bugün, 4 Mayıs 1985 tarihinde, cezaevinde yaşamını yitiren Ordu Fatsa’nın devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez anılacak. “Terzi Fikri” lakaplı Sönmez, halk komiteleriyle birlikte yönettiği ilçeyi sadece 9 ay gibi kısa bir sürede bambaşka bir hale büründürdü. “Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla birlikte yaptım” diyen Sönmez halkçı yerel yönetim uygulamalarıyla Türkiye tarihine geçti.

Devrimci Yol’cu “Terzi Fikri”, 1979’da bağımsız aday olarak girdiği seçimlerde belediye başkanı olarak seçildi. İlçeyi halk komiteleriyle yöneten Sönmez, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve sağcı medyanın hedef göstermesi sonrası 12 Eylül Askeri Darbesi’nin lideri Kenan Evren’in yönettiği ‘Nokta Operasyonu’ ile 11 Temmuz 1980’de gözaltına alındı. Bundan birkaç ay sonra gerçekleşen darbe koşulları altında cezaevinde tutulan ve işkence gören ‘Terzi Fikri’, 4 Mayıs 1985 günü, 47 yaşındayken cezaevinde kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.

Devrimci, halkçı, kamucu yönetimi bugün dahi hala konuşuluyor. Sönmez'in çalışmaları, bir sosyalist yerel yönetim deneyimi olarak görüldü ve yerli ve yabancı birçok araştırmaya da konu oldu.

ŞU FATSA’NIN YOLLARI

1970’li yıllarda Fatsa’da yürütülen mücadeleyi anlatan “Şu Fatsa’nın Yolları” belgesel filminin Fikri Sönmez’in 37’nci ölüm yıldönümünde özel bir gösterimi yapılacak. Nurşen Bakır’ın yönetimindeki belgesel saat 20.00’de SOL Kültür TV’nin YouTube kanalı üzerinden yayınlanacak. 7 Mayıs Cumartesi günü ise SOL Parti Fatsa İlçe binasının önünden Sönmez'in Kabakdağı'ndaki mezarı başına yürünülecek. Burada bir tören gerçekleştirilecek.

FİKRİ SÖNMEZ KİMDİR?

1938’de Fatsa’ya bağlı Kabakdağı köyünde doğdu. Yoksul bir çocukluk geçirdi. İlkokul sonrası bir terzinin yanında çırak olarak çalışmaya başladı. 1960’larla birlikte Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu ve aktif siyasete başladı. TİP’in Fatsa’daki örgütlenmesi için çalıştı. Dev-Genç’le birlikte 6. Filo’ya karşı eylemlerde yer aldı. 1972’de THKP-C davasından yargılandı. Mahir Çayan ve yoldaşlarının Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçışı sonrası Karadeniz’e geçmelerine yardımcı olmakla suçlandı. 2 yıl kadar tutuklu yargılandıktan sonra 1974’te afla serbest kaldı.

Karadeniz bölgesindeki emekçilerin ve köylülerin içerisinde mücadele yürüttü. 1978-79’da “Fındıkta sömürüye son” mitinglerini örgütleyen isimlerden biri oldu. 1979’da Fatsa’da, CHP, AP ve MSP’nin iki katı oy alarak bağımsız belediye başkanı seçildi. Fatsa’yı halk komiteleriyle yönetmeye başladı.

1980 Mayıs-Temmuz ayları arasında 50’nin üzerinde kişinin katledildiği Çorum Katliamı sırasında Başbakan Süleyman Demirel tarafından “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” ifadeleriyle hedef gösterildi. 11 Temmuz 1980’de başlatılan “Nokta operasyonu” ile gözaltına alındı. Hürriyet, operasyondan 2 gün önce “Fatsa’ya nokta operasyonu” başlığıyla harekâtı duyurdu. Operasyon sırasında asker ve polislere, yüzleri maskeli faşistler tarafından yardım edildi. Birçok devrimcinin evleri, bu faşistler tarafından ihbar edildi. Sönmez’in hayatının geri kalanı cezaevi koşullarında, işkenceyle geçti. 4 Mayıs 1985’te kalp kriziyle yaşama veda etti.

BİRGÜN