31 Ağustos 2023 Perşembe

İçki yasağı kararı (30/Ağustos/2023)

 


GELİŞMELER;

(I) İstanbul’da açık alanda alkollü içki yasağı: Valilik’ten skandal ‘ekseriyetle’ gerekçesi!(BİRGÜN)

Mafyanın kanlı hesaplaşmalarının, çete saldırılarının ve daha birçok güvenlik sorununun muhatabı olan İstanbul’da Valilik bambaşka bir konuya eğildi. “Güvenlik ve asayiş bakımından, kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları”nı ileri süren İstanbul Valiliği, kentteki açık alanlarda alkollü içecek tüketimini yasakladı.


İstanbul Valiliği, yurttaşların park, piknik yeri, mesire alanı ve plaj gibi halka açık alanlarda içki tüketmelerini yasakladı.

İstanbul Valisi Davut Gül imzası ile ilgili yerlere gönderilen kararda, “Alkol satışı ve tüketilmesi ruhsatı bulunan işletmelerin dışında park, piknik ve mesire alanı, sahil bandı, plaj vb alanlarda çevrenin rahatsız edilmemesi, olumsuz görüntülerin oluşmasına mahal vermemek amacıyla alkoş satışı ve tüketilmesinin önlenmesi, bahsi geçen yerlerde emniyet/jandarma ve zabıta birimleri tarafından sorumluluk alanlarında etkin bir şekilde denetimlerin yapılarak asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan verilmemesi, Kanun, Yönetmelik ve Genel Emir hükümlerine uymayan kişiler ve işletmeler hakkında yasal işlem yapılması, hususlarında konunun sıralı/sorumlu amirler ve yerel yönetimlerce titizlikle takip edilmesi ve uygulamada herhangi bir aksaklığa meydan verilmemesi hususu ilanen tebliğ olunur” ifadeleri kullanıldı.

Karar gereği halka açık alanlarda içki tüketenlere 617 lira para cezası uygulanacak ve alkol kullanan kişinin sarhoş olması halinde, kişinin sarhoşluğu geçene kadar kontrol altında tutulacak.

SKANDAL GEREKÇE: HALKIN HUZURUNU BOZANLAR ALKOLLÜYMÜŞ!

T24’ten Eray Görgülü’nün haberine göre, 17 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanan “Alkol Satışı ve Alkollü İçeceklerin Tüketimi” başlıklı genelgede, yasağın gerekçesi ile ilgili, olaylara karışan şahısların çoğunlukla alkollü olduklarının tespit edildiği öne sürüldü.

Davut Gül imzalı genelgede “İlgili makamlara yapılan şikayetlerde, ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından, kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları, umuma açık park, plaj, sahil ve benzeri alanlarda alkol alan şahısların çevreye rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebep oldukları tespit edilmiştir” ifadelerine yer verildi.

SHOW TV HABERİN VİDEOSUNU KALDIRDI!

Söz konusu haber, dün akşam yayınlanan Show TV Ana Haber Bülteni’nde işlendi. Haberin videosu Show Ana Haber’in Youtube kanalına da yüklendi. Ancak bu sabah izlenebilir olan video, daha sonra ‘gizlendi.’

İlgili video daha sonra, Show Ana Haber'in tek parçalık kaydından da kaldırıldı.

VALİLİK AÇIKLAMA YAPACAK

BirGün'ün ulaştığı Valilik kaynakları, söz konusu kararı doğrularken konu hakkında açıklama yapılacağını bildirdi.

                                                             /././

Alkollü içki yasağına İstanbul Valiliği’nden açıklama: Gerekçe 'kadınların huzuru!' (BİRGÜN)

İstanbul’da açık alanlarda içki yasağına İstanbul Valisi Davut Gül’den açıklama geldi. Vali, kararın eski olduğunu, kendilerinin ise eski kararı hatırlattığını söylerken gerekçelerinden birinde de ‘kadınların huzuru’ bahanesine sığındı. İstanbul Valiliği de, konuyla ilgili resmi açıklama yaptı.

İstanbul’daki açık alanlarda içki tüketiminin yasaklanmasına dair genelgenin kamuoyuna yansıması ardından İstanbul Valisi Davut Gül’den açıklama geldi. Vali Gül, yeni yasak getirmediklerini savundu, karara kadınları gerekçe gösterdi. İstanbul Valiliği de resmi açıklama yaptı.

Yasak kararının büyük tepki toplamasının ardından gazeteci Nevşin Mengü, İstanbul Valisi Davut Gül ile konuştu.

Mengü, Vali Gül’ün açıklamalarını şöyle aktardı:

Sayın Gül, yeni yasak getirmediklerini, mevcut yasaları hatırlattıklarını söyledi.Vali Gül, yaptığı ilçe ve muhtar ziyaretlerinde bazı kişi ve grupların yüksek düzeyde alkol alarak çevreye rahatsızlık verdiğinin çokça iletildiğini söyledi.

Kadınların da İstanbul'da korkmadan gece geç saatlerde dahi park ve sahillerde rahatsız edilmeden vakit geçirmesinin hakkı olduğunu hatırlattı. Bu genelge ile buna da dikkat çekmek istediklerini belirtti.

VALİLİK’TEN RESMİ AÇIKLAMA

Öte yandan İstanbul Valiliği’nin resmi internet sitesinde, söz konusu karar hakkında bir basın açıklaması da yapıldı.

“Valiliğimizce alınan alkol kullanım ve satışına ilişkin yeni bir uygulama kararı bulunmamaktadır.

Bununla birlikte; 17.08.2023 tarihinde yayımladığımız genelgeyle, 4250 sayılı kanunla belirlenen alkol satış ve kullanım alanlarına ilişkin uygulama yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin gerekliliğini ilgili kurumlara (Kaymakamlık ve Belediyeler) hatırlatmış bulunmaktayız” denen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

İstanbul Valiliği olarak bu hatırlatma genelgesini yayımlamamızda, İlçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan, sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur.

Hatırlatma genelgemizde özetle kanunla belirlenmiş;

- 18 yaş altı çocuklara alkol satışının yapılmaması,

- Ruhsatlı Alkol satışı yapılan Lokanta ve Restoranlar dışında 22.00 – 06.00 saatleri arasında Perakende alkol satışının yapılamayacağı,

- Sarhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesi,

- Alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (Park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda)

- Bahsi geçen yerlerde emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin etkin denetimleriyle asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan vermemesi

Hususlarında ilgili birimler talimatlandırılmıştır.

Kamuoyuna Saygıyla Duyurulur.

                                                               /././

İstanbul Valiliği’nden içki yasağında geri adım: Kafa karışıklığı oldu, onu kastetmedik (BİRGÜN)

İstanbul Valiliği, halka açık alanlarda içki tüketilmesinin yasak kapsamında değerlendirdiği ve yurttaşların büyük tepkisi çeken genelgede geri adım attı. Herhangi bir yasak kararının söz konusu olmadığını kaydeden İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Emin Gökçegözoğlu, cezai yaptırımın sadece 'çevreye rahatsızlık verenler' için uygulanacağını bildirdi. Valilik genelgeye ilişkin yaptığı ilk açıklamada ‘kadınların huzuru’ bahanesine sığınmıştı.

İstanbul Valiliği, park, piknik yeri, mesire alanı ve plaj gibi halka açık alanlarda içki tüketilmesinin yasak kapsamında değerlendirdiği tepki çeken genelgede geri adım attı. 

"Halka açık alanda, parklarda, plajlarda içki tüketiminin yasaklandığı" şeklinde ifadelerin yer aldığı tartışma yaratan genelgeye ilişkin açıklama yapan İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Emin Gökçegözoğlu, "kendi halinde" içki tüketenlere yönelik bir yasak kararı olmadığını söyledi. 

T24'ten Gözde Yel'e konuşan Gökçegözoğlu, "Parka gidip iki bira içen vatandaşla değil bizim meselemiz. Genelgede kafa karışıklığı ortaya çıktı. Burada kastedilen sarhoşluktan dolayı çevreye rahatsızlık veriyorsa, şikâyet varsa polis buna uygulama yapacak" ifadelerini kullandı.

"GENELGEDE BİR YASAKLAMA SÖZ KONUSU DEĞİL"

Gökçegözoğlu'nun, "Halka açık alanlarda çevreye zarar verilmediği takdirde de içki tüketimi yasaklandı mı, cezai yaptırım uygulanacak mı" sorusuna verdiği yanıtın tamamı şöyle:

"Biz, yayımladığımız genelgede, kamu kurumlarına, 'kanunlardan kaynaklanan sorumluluğunuzu yerine getirin' diye bir hatırlatma yapıyoruz. Yani, 'toplumun huzurunu bozacak şekilde davranışlara sebep veriliyorsa buna müdahale edin' deniliyor.

İçki yasağı için kanun gerekli. Bizim yeni bir kararımız yok. Kendi halinde içkisini içen vatandaşa herhangi bir yaptırım uygulanmıyor. Genelgede bir yasaklama söz konusu değil. 

Vatandaşı rahatsız edecek, parklarda, çocukların olduğu ortamda alkol tüketmek tabii ki hoş karşılanmıyor ama bu uygulama şikâyet ve sarhoşluktan dolayı çevreye zarar vermeye yönelik yapılacak. 

Vatandaş parka gitmiş, iki bira içiyor, bu değil bizim meselemiz. Genelgede kafa karışıklığı ortaya çıktı. Burada kastedilen sarhoşluktan dolayı çevreye rahatsızlık veriyorsa, şikâyet varsa polis buna uygulama yapacak. 

Vatandaş gitmiş Maçka Parkı'nda, Caddebostan'da ya da herhangi bir yerde arkadaş grubu ile ufak tefek bir şeyler yiyip içiyor, bunlarla bizim bir meselemiz yok. Ancak çevreye rahatsızlık veriliyorsa uygulama yapılacak."

NE OLMUŞTU?

İstanbul Valisi Davut Gül’ün 17 Ağustos 2023'te yayımladığı, "Alkol Satışı ve Alkollü İçeceklerin Tüketimi" başlıklı genelgesinde, kolluk güçlerine, "alkol satışı ve tüketilmesi ruhsatı bulunan işletmeler dışında halka açık deniz ve sahil kenarlarında, plaj, park, piknik ve mesire alanlarında alkollü içki satışı ve tüketilmesinin önlenmesi" talimatı verilmişti.

Tepki çeken genelgeye ilişkin açıklama yapan İstanbul Valisi Davut Gül, ‘kadınların huzuru’ bahanesine sığınmıştı. 

                                                                   /././

CHP'li Özgür Özel: Bu yasağı tanımıyoruz, laikliği savunuyoruz (BİRGÜN)

CHP Grup Başkanı Özgür Özel, İstanbul Valiliği'nin alkol satışıyla ilgili genelgesine ilişkin, "Bu bir hatırlatma metni değil, açıkça genelgeyle getirilen bir yaşam tarzı ayrıştırmasıdır. Yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine çok net ve cesaretle sahip çıkacağız. Yok hükmünde olan bu yasağı tanımıyoruz, anayasayı, laikliği ve tüm yaşam biçimlerine saygıyı savunuyoruz" açıklamasını yaptı.

CHP Grup Başkanı Özgür Özel, İstanbul Valiliği'nin alkol satışıyla ilgili genelgesine ilişkin, "Bu bir hatırlatma metni değil, açıkça genelgeyle getirilen bir yaşam tarzı ayrıştırmasıdır. Yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine çok net ve cesaretle sahip çıkacağız. Yok hükmünde olan bu yasağı tanımıyoruz, anayasayı, laikliği ve tüm yaşam biçimlerine saygıyı savunuyoruz" açıklamasını yaptı. 

İstanbul Valiliği, içki tüketimine ilişkin bir genelge yayımlamış ve halka açık alanlarda içki tüketiminin yasaklandığını duyurmuştu. Valilik daha sonra "Bu hatırlatma genelgesini yayınlamamızda, ilçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan, sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur" açıklamasını yapmıştı.

CHP Grup Başkanı Özgür Özel, konuya ilişkin bu akşam Twitter hesabından yaptığı açıklamada genelgenin yaşam tarzı ayrıştırması olduğunu belirtti. Özel'in açıklaması şöyle: "Bu bir hatırlatma metni değil, açıkça genelgeyle getirilen bir yaşam tarzı ayrıştırmasıdır. Yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine çok net ve cesaretle sahip çıkacağız. Yok hükmünde olan bu yasağı tanımıyoruz, anayasayı, laikliği ve tüm yaşam biçimlerine saygıyı savunuyoruz."

Bu bir hatırlatma metni değil, açıkça genelgeyle getirilen bir yaşam tarzı ayrıştırmasıdır.

Yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine çok net ve cesaretle sahip çıkacağız.

Yok hükmünde olan bu yasağı tanımıyoruz, anayasayı, laikliği ve tüm yaşam biçimlerine saygıyı savunuyoruz. https://t.co/SzhQccvRQC

— Özgür Özel (@eczozgurozel) August 30, 2023

                                                                  /././

Sol Parti'den içki yasağı açıklaması: Yürütülen şeriat provalarına karşı laikliğe sahip çıkıyoruz (BİRGÜN)

SOL Parti İstanbul İl Örgütü, içki yasağına yönelik tartışmalarla ilgili açıklama yaptı. Açıklamada yaşam tarzına gerici müdahalede bulunulduğu vurgulanırken “Yürütülen şeriat provalarına karşı laikliğe sahip çıkıyoruz” denildi.

SOL Parti İstanbul İl Örgütü, içki yasağına yönelik tartışmalarla ilgili açıklama yaptı. Açıklamada yaşam tarzına gerici müdahalede bulunulduğu vurgulanırken “Yürütülen şeriat provalarına karşı laikliğe sahip çıkıyoruz” denildi. 
Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Ülkemizi uluslararası uyuşturucu çetelerinin merkezi haline getiren, İstanbul Sözleşmesini uygulamayıp kadına yönelik şiddeti teşvik eden, on binlerce genci, kadını ve kız çocuğunu tarikat cemaat ağı içerisinde istismar edenlerin aldığı bu kararın karşısındayız.”

Temel hak ve özgürlüklere yönelik genelge olamayacağı, konunun kanunlarla ilgili olacağı vurgulanan açıklamada “Bu karar, idari bir karar değil, siyasal İslamcı faşist iktidar blokunun laikliğe ve yurttaşların yaşam tarzına yönelik doğrudan bir saldırdır. Bu saldırının karşısında hayatın her alanında laik, eşit ve özgür bir yaşam için mücadele etmeye devam edeceğiz!” denildi. 

Açıklamada genelgenin iptaline yönelik hukuki girişimde bulunulacağı belirtildi ve yurttaşlara karara karşı birlikte durma çağrısında bulunuldu. 

                                                                 /././

Valilik suyu bulandırıyor: İçki yasağı mevcut yasada yok, karar eski değil yeni (soL) 

İstanbul’da açık alanlarda içki yasağına İstanbul Valisi Davut Gül’den açıklama geldi.


İstanbul’da açık alanlarda içki yasağına ilişkin İstanbul Valisi Davut Gül konuştu.  Vali Gül kararın eski olduğunu ve kendilerinin sadece eski kararı hatırlattığını öne sürdü ve kararın gerekçelerinden birinin de ‘kadınların huzuru’ olduğunu iddia etti.

Vali'nin eski diyerek hatırlattığı genelge 17 Ağustos tarihinde kurumlara gönderilen yeni bir genelge. Henüz kamuya duyurulmayan karar, bugün T24'ten Eray Görgülü'nün konuyu belgeleriyle haberleştirmesi üzerine ortaya çıktı. Eski hiçbir karar ve genelgede alkollü içkilerin tüketiminin açık alanda yasaklandığına ilişkin bir ibare yoktu.

Fakat buna rağmen Vali Gül, gazeteci Nevşin Mengü'ye verdiği demeçte yeni yasak getirmediklerini, mevcut yasaları hatırlattıklarını söyledi. Mevcut yasada, alkollü içkinin açık alanda tüketimine dair bir yasaklama yok.

Gül'ün ifadelerini aktaran Mengü şunları söyledi:

"Vali Gül, yaptığı ilçe ve muhtar ziyaretlerinde bazı kişi ve grupların yüksek düzeyde alkol alarak çevreye rahatsızlık verdiğinin çokça iletildiğini söyledi. Kadınların da İstanbul'da korkmadan gece geç saatlerde dahi park ve sahillerde rahatsız edilmeden vakit geçirmesinin hakkı olduğunu hatırlattı. Bu genelge ile buna da dikkat çekmek istediklerini belirtti."

Valilik resmi açıklama yaptı

Öte yandan İstanbul Valiliği’nin resmi internet sitesinde, söz konusu karar hakkında bir basın açıklaması da yapıldı.

“Valiliğimizce alınan alkol kullanım ve satışına ilişkin yeni bir uygulama kararı bulunmamaktadır.

Bununla birlikte; 17.08.2023 tarihinde yayımladığımız genelgeyle, 4250 sayılı kanunla belirlenen alkol satış ve kullanım alanlarına ilişkin uygulama yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin gerekliliğini ilgili kurumlara (Kaymakamlık ve Belediyeler) hatırlatmış bulunmaktayız” denen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

İstanbul Valiliği olarak bu hatırlatma genelgesini yayımlamamızda, İlçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan, sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur.

Hatırlatma genelgemizde özetle kanunla belirlenmiş;

  • 18 yaş altı çocuklara alkol satışının yapılmaması,
  • Ruhsatlı Alkol satışı yapılan Lokanta ve Restoranlar dışında 22.00 – 06.00 saatleri arasında Perakende alkol satışının yapılamayacağı,
  • Sarhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesi,
  • Alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (Park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda)
  • Bahsi geçen yerlerde emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin etkin denetimleriyle asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan vermemesi

Hususlarında ilgili birimler talimatlandırılmıştır.

Kamuoyuna Saygıyla Duyurulur."

Ne olmuştu?

“Güvenlik ve asayiş bakımından, kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları”nı ileri süren Valilik, açık alanlarda içkiyi yasakladı.

Davut Gül imzalı genelgede “İlgili makamlara yapılan şikayetlerde, ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından, kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları, umuma açık park, plaj, sahil ve benzeri alanlarda alkol alan şahısların çevreye rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebep oldukları tespit edilmiştir” ifadelerine yer verildi.

İlgili karar, İBB’ye, ilçe kaymakamlıklarına, ilçe belediye başkanlıklarına, il emniyet müdürlüğü ve il jandarma komutanlığına gönderildi.

Karar gereği halka açık alanlarda içki tüketenlere 617 lira para cezası uygulanacak.

                                                                    /././

Özgür Aybaş'tan 'alkol yasağı' tepkisi

Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, İstanbul’daki açık alanlarda içki tüketiminin yasaklanmasına tepki gösterdi.

İstanbul'da halka açık yerlerde alkol tüketiminin yasaklandığı duyuruldu. Valiliğin kurumlara gönderdiği yazıya Cumhuriyet ulaştı. O yazıda, "olay çıkartanların ekseriyetle alkollü olduğu" ifade edildi.

Söz konusu karara tepki yağarken, bir tepki de Türkiye Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş'tan geldi.

Valiliğin bir gerekçe olarak "kadınların huzuru"nu öne sürmesini eleştiren Aybaş, "Kadınların huzuru için çenenizi kapatın sesinizi kesin yeterli" ifadelerini kullandı.

Öte yandan İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklama şu şekildeydi: 

"Bununla birlikte; 17.08.2023 tarihinde yayımladığımız genelgeyle, 4250 sayılı kanunla belirlenen alkol satış ve kullanım alanlarına ilişkin uygulama yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin gerekliliğini ilgili kurumlara (Kaymakamlık ve Belediyeler) hatırlatmış bulunmaktayız.   

İstanbul Valiliği olarak bu hatırlatma genelgesini yayımlamamızda, İlçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan, sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur. 

Hatırlatma genelgemizde özetle kanunla belirlenmiş;

- 18 yaş altı çocuklara alkol satışının yapılmaması, 

- Ruhsatlı Alkol satışı yapılan Lokanta ve Restoranlar dışında 22.00 – 06.00 saatleri arasında Perakende alkol satışının yapılamayacağı,

- Sarhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesi,

- Alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (Park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda)

- Bahsi geçen yerlerde emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin etkin denetimleriyle asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan vermemesi

Hususlarında ilgili birimler talimatlandırılmıştır."

                                                         /././

Cumhuriyet alkol yasağının ayrıntılarına ulaştı: 'Olay çıkartanlar ekseriyetle alkollü' (Can Uğur-Cumhuriyet)

İstanbul'da halka açık yerlerde alkol tüketiminin yasaklandığı duyuruldu. Valiliğin kurumlara gönderdiği yazıya Cumhuriyet ulaştı. O yazıda, "olay çıkartanların ekseriyetle alkollü olduğu" ifade edildi. Kararın tepki yaratması üzerine İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada, "Valilikçe yeni bir karar alınmadığı, mevcut yükümlülüklerin kurumlara hatırlatıldığı" belirtildi.

İstanbul Valiliği halka açık yerlerde alkol tüketimini yasakladı. Karar kamuoyunda ilk olarak bir televizyon kanalında verilen haberle duyuruldu. Ardından ise internet siteleri söz konusu haberi yayımladı. Ancak valiliğin internet sitesinde söz konusu yasağa ilişkin herhangi bir açıklama yayımlanmadı. Haberle ilgili ulaştığımız valilik yetkilileri ise açıklama yapacaklarını söylemekle yetindi. 

Cumhuriyet, Valilik tarafından ilgili kurumlara gönderilen o yasak metnine ulaştı. Metinde yer alan ifadeler ise oldukça çarpıcı. Valilik tarafından gönderilen yazıda kentte asayiş sorunlarının genellikle alkolden kaynaklandığı iddia edildi.

Söz konusu yazıda şunlara yer verildi:

"İlgili makamlarda yapılan şikayetlerde ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları umuma açık park, plaj, sahil, vb. Alanlarda alkol alan şahısların rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebek oldukları tespit edilmiştir."

İSTANBUL VALİLİĞİ'NDEN AÇIKLAMA

Kararın gündem haline gelmesi ve tepki çekmesi üzerine İstanbul Valiliği tarafından bir açıklama yapıldı. "Valiliğimizce alınan alkol kullanım ve satışına ilişkin yeni bir uygulama kararı bulunmamaktadır" denilen açıklamada, şöyle denildi: 

"Bununla birlikte; 17.08.2023 tarihinde yayımladığımız genelgeyle, 4250 sayılı kanunla belirlenen alkol satış ve kullanım alanlarına ilişkin uygulama yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin gerekliliğini ilgili kurumlara (Kaymakamlık ve Belediyeler) hatırlatmış bulunmaktayız.   

İstanbul Valiliği olarak bu hatırlatma genelgesini yayımlamamızda, İlçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan, sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur. 

Hatırlatma genelgemizde özetle kanunla belirlenmiş;

- 18 yaş altı çocuklara alkol satışının yapılmaması, 

- Ruhsatlı Alkol satışı yapılan Lokanta ve Restoranlar dışında 22.00 – 06.00 saatleri arasında Perakende alkol satışının yapılamayacağı,

- Sarhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesi,

- Alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (Park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda)

- Bahsi geçen yerlerde emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin etkin denetimleriyle asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan vermemesi

Hususlarında ilgili birimler talimatlandırılmıştır."

                                                         /././

İstanbul’daki 'alkol yasağı'nın ayrıntılarını Av. Celal Ülgen anlattı: ‘Siyasi iktidarın gizli ajandası uygulanıyor’(Beste Çelik-Cumhuriyet)

İstanbul Valiliği tarafından alınan karar ile halka açık alanlarda, park, piknik yeri ve plaj gibi yerlerde alkollü içki tüketimi yasaklandı. Kararın ayrıntılarını Avukat Celal Ülgen, Cumhuriyet TV’de anlattı. Kararda “alkollü bireyin ayılma süreci”nde belirsizlik olduğuna dikkat çeken Ülgen, uygulamanın aslında iktidarın gizli ajandasının gereğiyle yapıldığını söyledi.

İstanbul Valiliği, açıkladığı son karar ile halka açık deniz ve sahil kenarlarında, plaj, park, piknik ve mesire alanlarında alkollü içki içmenin yasak olduğunu duyurdu. Avukat Celal Ülgen, kararın ayrıntılarını Cumhuriyet TV’de dile getirerek perde arkasında yatan nedenleri sıraladı.

“İPTALE TABİİ BİR İDARİ İŞLEM”

Kararın iptal edilebilir nitelikte olduğunu vurgulayan Ülgen, “Söylenen şey aslında açık alanlarda, piknik alanlarında ya da ağaç altlarında alkol tüketilmesinin Türkiye’de bir asayiş sorunu yarattığı, bu asayiş sorunu nedeniyle, hatta biraz daha ileri giderek kadınların özgürlüğü için bu kararın alındığı ileri sürülüyor. Böyle bir gerekçe, aslında bir gerekçesizliktir. İdari işlemlere mutlaka sebep ve amaç unsurunun yerinde olması lazım. Bu nedenle bu idari işlemin iptale tabii bir işlem olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

“SİYASİ İKTİDARIN GİZLİ AJANDASI UYGULANIYOR”

Ülgen, kararın perde arkasında yatan neenleri dile getirerek, “Bu siyasi iktidarın gizli ajandasındaki kurallardan birisi bütün ülkede içki yasağını tamamen uygulamak. Gizli ajanda, AKP ileri gelenleriyle yaptıkları bir program. Türkiye’yi bir İslam devleti haline getirmek, şeriat kurallarını egemen kılmak, bir gün hilafeti tekrar getirmek, saltanatı tekrar ilan etmek gibi unsurlar yer almaktadır” dedi.

“ÖZGÜRLÜK İHLALİ VAR”

Valiliğin kararının iktidardan bağımsız olmadığının altını çizen Ülgen, “İçki ruhsatı olan yerlerin dışında, açık alanlarda, piknik alanlarında içki içmeyi yasaklamak bir hak ihlali olarak yorumlanabilir. Çünkü burada bir özgürlük ihlali var. Bugüne kadar açık alanlarda içki içilmesinden kaynaklanan bir sorun ortaya çıkmamıştır. İstanbul Valiliği yukardan aldığı talimatı uygulayarak böyle bir yasaklama yapıyor" diye konuştu. 

“SARHOŞLUĞUN GEÇTİĞİNİ NASIL ANLAYACAKSINIZ?”

Halka açık alanlarda alkol tüketenlere uygulanacak cezai yaptırımları dile getiren Ülgen, “Bu kabahatler kanunu kapsamında 617 lira para cezası uygulanacak. Daha önemlisi, ‘Alkollü olan kişiler alkol içerken yakalandıkları takdirde ayrıca sarhoşluğu giderilinceye kadar alıkonulacak’ deniliyor. Peki sarhoşluğunun geçtiğini hangi evrede ve ne zaman anlayacaksınız ya da bunu kim takdir edecek? Böyle bir absürt karar olmaz. Bu öznel bir karar olacak. Uygulamasını polis, zabıta ve jandarmaya bırakıyor. Alkol tüketimi gördüklerinde ‘Sen sarhoşsun, ayılana kadar seni tutuyorum’ diyecek. Alkollünün ayılması sürecinin nasıl tanımlanacağını merak ediyorum” diyerek karardaki belirsizliklere dikkat çekti.

“TARİKATLARI MEMNUN ETMEK AMAÇLANIYORSA...”

Önümüzdeki dönemde benzer kararlar verilebileceğini vurgulayan Ülgen, “İçki konusunda belli tarikatları memnun etmek gibi bir amaç varsa elbette bu konuların devamı gelecektir. İleriki dönemde bayanların kolsuz elbiseyle dolaşmasının yasaklandığını görebiliriz” açıklamasında bulundu.

                                                       /././

İstanbul Valiliği'nden alkol yasağı hamlesi... Prof. Dr. Metin Günday: Yaşam tarzına müdahale (Can Uğur-Cumhuriyet)

İktidarın seçimlerden sonra seküler yaşam tarzına müdahalesi sürüyor. İstanbul Valiliği, hatırlatma genelgesi yayımlayarak park, piknik alanları, sahil bandı, plaj gibi yerlerde alkol tüketilmemesini istedi. Uymayanlara 617 TL para cezası verilecek, kişi sarhoşluğu geçene kadar kontrol altında tutulacak. Hukukçular, “Bu, yaşam tarzına müdahale” dedi.

Mafya, çete hesaplaşmalarının, uyuşturucu krizi ve daha birçok güvenlik sorununun yaşandığı İstanbul’da valilik, “açık alanlarda alkol yasağını” gündeme getirdi. İstanbul Valiliği, geçen günlerde kurumlara gönderdiği yazıyla halka açık yerlerde alkol tüketiminin yasaklandığı duyurdu. Cumhuriyet’in ulaştığı o yazıda,  “Olay çıkaranların ekseriyetle alkollü olduğu” savunuldu. Metinde, “İlgili makamlarda yapılan şikâyetlerde ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları umuma açık park, plaj, sahil, vb. alanlarda alkol alan şahısların rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebep oldukları tespit edilmiştir” ifadelerine yer verildi.

Karar gereği halka açık alanlarda içki tüketenlere 617 TL para cezası uygulanacak ve alkol kullanan kişinin sarhoş olması halinde, kişinin sarhoşluğu geçene kadar kontrol altında tutulacak. Genelge, 30 Mart 2005 tarihli 5326 sayılı kabahatler kanuna dayandırıldı ancak o dönemde de kanunun içeriğinin net olmadığı eleştirileri gündeme yansımıştı.

‘HATIRLATMA GENELGESİ’

Kararın gündem haline gelmesi ve tepki çekmesi üzerine İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada, “Valilikçe yeni bir karar alınmadığı, mevcut yükümlülüklerin kurumlara hatırlatıldığı” belirtildi.

“Valiliğimizce alınan alkol kullanım ve satışına ilişkin yeni bir uygulama kararı bulunmamaktadır” denilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:  

“17.08.2023 tarihinde yayımladığımız genelgeyle, 4250 sayılı kanunla belirlenen alkol satış ve kullanım alanlarına ilişkin uygulama yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin gerekliliğini ilgili kurumlara (kaymakamlık ve belediyeler) hatırlatmış bulunmaktayız. İstanbul Valiliği olarak bu hatırlatma genelgesini yayımlamamızda, ilçe ziyaretlerimizde muhtarlarımızdan  sosyal medya ve bireysel olarak vatandaşlarımızdan gelen, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen asayişi bozucu olaylara ilişkin şikayetler etkili olmuştur. 

Hatırlatma genelgemizde özetle kanunla belirlenmiş; 18 yaş altı çocuklara alkol satışının yapılmaması, ruhsatlı alkol satışı yapılan lokanta ve restoranlar dışında 22.00 - 06.00 saatleri arasında perakende alkol satışının yapılamayacağı, sarhoşluk sebebiyle halkın huzurunu bozacak şekilde hareket edilmemesi, alkol satışı ve tüketilmesi; ruhsatı bulunan işletmeler dışında yapılmaması. (park, piknik ve mesire alanları, sahil bandı, plaj vb. alanlarda), bahsi geçen yerlerde Emniyet, jandarma ve zabıta birimlerinin denetimleriyle asayişi, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacak olaylara meydan vermemesi hususlarında ilgili birimler talimatlandırılmıştır.”

‘YAŞAM TARZINA MÜDAHALE’

İdare hukukçusu Prof. Dr. Metin Günday, kararı Cumhuriyet’e değerlendirdi. Kararın yurttaşların yaşam hakkına müdahale olduğunu belirten Günday, “Yurttaşları evlere kapatmak istiyorlar. Bu yaşam tarzına müdahaledir. Hukuken hiçbir dayanağı yok. Anayasaya baktığımızda devlet, gençleri kötü alışkanlıklardan korumak için gerekli önlemler alınması gerektiğini söylüyor. Bununla ilgili alınacak önlemler hukuka uygundur. Bu da 18 yaşından küçük olanlara içki satışının yasak olması gibi maddeleri kapsıyor” dedi. 

Kararda atıf yapılan 4250 sayılı yasada içki tüketimine ilişkin bir maddenin olmadığını ifade eden Günday, “Böyle bir yasak genelgeyle değil kanunla koyulabilir” diye konuştu. 5326 sayılı kabahatler kanununun 35. maddesinde sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişilere yaptırım uygulanabileceğini hatırlatan Günday, “Ancak sahilde ya da parkta içki içen insanların kamu düzenini tehdit ettiği söylenemez. Bunun ucu genel bir içki tüketme yasağına kadar gider” ifadelerini kullandı.

(derleyen: mstfkrc)


Afrika'da bir batıcı hükümet daha devrildi: Gabon'daki darbenin arkaplanı - BURCU GÜNÜŞEN / soL-Özel

 Afrika'da Nijer'in ardından Gabon'da da asker yönetime el koydu. Petrol ve uranyum zengini Gabon'da 56 yıldır iktidarı elinde tutan Fransa dostu Bongo ailesinin iktidarı darbeyle sonlanmış gözüküyor.

Afrika'da batı yanlısı iktidarlara karşı bir darbe de Gabon'da Fransa yanlısı hükümete karşı bu sabah yapıldı.

Petrol ve uranyum zengini ülkede 56 yıldır süren Fransa müttefiki Bongo ailesinin iktidarı, bu sabah seçim sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından askerin yönetime el koymasıyla sona ermiş gözüküyor.

Seçim sırasında kesilen internet darbe sonrası açıldı

Gabon'da hafta sonu yapılan genel seçimlerde yolsuzluk iddialarının ardından hükümet 3 gündür "yalan haberlerin yayılmasını engellemek" gerekçesiyle interneti kesmişti.

Seçim akşamıysa tepkilerin önüne geçmek için sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Bu sabah askerin yönetime el koyduğunu ilan etmesinin ardından ülkede internet hizmeti yeniden kullanıma açıldı.

Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz asker yönetime el koydu

Gabon seçim kurulu bu sabaha karşı Cumhurbaşkanı Ali Bongo Ondimba'nın üçüncü kez seçildiğini ilan etti. Seçimlere katılım oranı yüzde 56,65 olarak açıklandı. İtiraz edilen resmi sonuçlara göre Bongo, oyların yüzde 64,27'sini aldı.

Ancak seçim sonuçlarının ilanının hemen ardından ulusal televizyon binasına giren askerler yönetime el koyduklarını, seçimlerin iptal edildiğini ve ülke sınırlarının kapatıldığını duyurdu.

Darbe açıklaması için kamera karşısına geçen kolluk kuvvetlerinin içinde Cumhuriyet Muhafızları, "yeşil bereliler" olarak bilinen Cumhurbaşkanı Muhafız Alayı, normal ordu ve polis teşkilatından yetkililer bulunuyordu.

Yapılan açıklamada, "Savunma ve güvenlik güçleri olarak Kurumların Geçiş ve Restorasyon Komitesi'nde (CTRI) birleştik. Gabon halkı adına mevcut rejime son vererek barışı savunmaya karar verdik" denildi.

Öte yandan Başkent Libreville'de silah seslerinin duyulduğu belirtiliyor.

Sabah saatlerinde Cumhurbaşkanı Ali Bongo Ondimba'nın nerede olduğuna dair bir bilgi bulunmuyordu. Daha sonra Ali Bongo'nun askerler tarafından ev hapsinde tutulduğu ortaya çıktı. Bongo, konutundan çektiği ve sosyal medyada paylaşılan video mesajla destekçilerinden yardım istedi. Bongo mesajında "Bu insanlar beni alıkoydu. Oğlum bir yerde tutuluyor, eşim yanımda değil. Ben de konutumdayım ama neler olduğunu bilmiyorum. Dostlarımıza, dünyaya söylüyorum, bir şeyler yapın, ses çıkarın. Teşekkürler" ifadelerini kullandı.

Bongo ailesinin yarım asrı aşan iktidarı

Darbe, 56 yıllık Fransa dostu Bongo ailesi iktidarının sonu anlamına gelebilir.

2019 yılında Ali Bongo Ondimba'nın 2. kez cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine de ülkede bir darbe girişimi olmuş, ancak daha sonra girişim bastırılmıştı.

64 yaşındaki Ali Bongo Ondimba, devleti 41 yıldan fazla yöneten ve Fransa'nın yakın müttefiki olan babası Ömer Bongo Ondimba'dan 2009'da görevi devralmıştı.

'Yeni sömürgeciliğin karikatürize edilmiş uç örneği'

Afrika'daki sömürge karşıtı bağımsızlık mücadelelerinin zirve yaptığı 1960'lı yıllarda Gabon'da da Fransa karşıtı hareket güçlüydü. Gabon, 1960 yılında kağıt üstünde bağımsızlığını elde etti. 1964 yılında ordunun içinden bağımsızlıkçı bir grup darbe yaparak dönemin devlet başkanını tutukladı. Ancak Fransız askeri birlikleri müdahale ederek, Fransa yanlısı devlet başkanı ve diğer tutukluları serbest bırakıp tekrar iktidara getirdi. "Diğer tutuklular"dan biri, bugün devrilen başkanın babası Ömer Bongo'ydu. Bongo, Fransızlar'ın müdahalesinden iki yıl sonra başkan yardımcısı, 1967'de de devlet başkanı oldu.

Fransa'nın sömürgecilik dönemindeki egemenliği Gabon'da kendi getirdiği hükümetlerle "bağımsızlık" sonrası da böylece devam etmiş oldu. Fransız gazeteci Pierre Péan 1983'te Gabon'u "yeni sömürgeciliğin karikatürize edilmiş uç bir örneği" diye niteliyordu.

Petrol zengini Gabon aynı zamanda dünyada bilinen uranyum kaynaklarına sahip 5. ülke. Fransa'nın 1960'ta Cezayir çöllerinde test ettiği nükleer bombalar için gerekli uranyum da Gabon'dan sağlanmıştı. Büyük demir ve manganez yataklarıyla ve bol kereste kaynaklarıyla ülke Fransa için her zaman önemli oldu. 

'Gabon'suz Fransa yakıtsız arabaya benzer' 

Ömer Bongo'nun "Fransa'sız Gabon, sürücüsüz bir araba gibidir. Gabon'suz Fransa da yakıtsız araba gibidir" dediği belirtilir.

Baba Bongo, benzetmesinde haksız değildi, zira Fransa'nın iç politikasına da çoğu zaman kendisi benzin sağlıyordu.

Fransa'da 1981 yılındaki başkanlık yarışında iki sağcı rakip vardı: Valéry Giscard d'Estaing ve Jacques Chirac.

Bongo, bu yarışta Chirac'ın kampanyasını büyük miktarda para vererek finanse etmişti. D'Estaing bunu öğrenince Bongo'yu aramış, "rakibimin kampanyasını destekliyorsun" demişti. "Bir süre ölü gibi sessiz kaldı," diye anlatıyor D'Estaing, "sonra 'Ah, demek biliyorsun' dedi. Kabul etmesi çok sıradışıydı".

AB'den ilk açıklama: 'Avrupa için büyük sorun'

Gabon'da askerlerin yönetime el koymasının ardından Avrupa Birliği'nden (AB) gelen ilk tepki "Bu Avrupa için büyük mesele" sözleri oldu.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, bugün Toledo'daki toplantıda AB savunma bakanlarının Gabon'daki durumu ele alacaklarını bildirdi.

Borrell, Gabon'da askerin yönetime el koymasına ilişkin "Eğer doğrulanırsa bu, tüm bölgedeki istikrarsızlığı artıracak bir başka askeri darbedir" ifadelerini kullandı.

Borrell "Orta Afrika Cumhuriyeti'nden başlamak üzere, sonra Mali, daha sonra Burkina Faso, şimdi Nijer ve belki de Gabon... Bütün bir bölge çok zor bir durumda... Ve kesinlikle bakanların orada neler olduğu ve bu ülkelere ilişkin politikamızı nasıl geliştirebileceğimiz üzerine derin düşünmeleri gerekiyor" diye konuştu.

AB Dış Politika Şefi Borrell "Bu Avrupa için büyük mesele" diye ekledi.

Çin darbeyi kınamadı, Bongo'nun can güvenliğinin sağlanmasını istedi

Gabon'da askerlerin yönetime el koymasının ardından Çin Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, tüm taraflara diyalog çağrısında bulunuldu ve Cumhurbaşkanı Bongo'nun can güvenliğinin sağlanması istendi.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Vang Vınbin yaptığı açıklamada ülkesinin Gabon'daki durumu yakından takip ettiğini söyledi.

Gabon'daki tüm taraflara "ülkenin ve halkın temel çıkarları doğrultusunda hareket etme, farklılıkları diyalogla çözme ve normal düzeni mümkün olan en kısa sürede yeniden sağlama" çağrısı yapıldı.

Bakanlık sözcüsü ayrıca tüm tarafları "Cumhurbaşkanı Bongo'nun kişisel güvenliğini garantiye almaya, ulusal barış ve istikrarı korumaya" davet etti.

Afrika'da arka arkaya darbeler

Gabon'daki askeri darbe başarıya ulaşırsa bu, son 2 yıldır Afrika'da Batı yanlısı iktidarlara karşı yapılan 5. darbe olacak.

Afrika'da son iki yılda Çad, Mali, Gine, Sudan, Nijer, São Tomé ve Príncipe, Gambia ve Burkina Faso'da darbe girişimleri gerçekleşti. Mali, Sudan ve Burkina Faso'da bu darbe girişimleri başarılı olurken, son askeri darbe de Temmuz ayında Nijer'de yaşandı.

Mali, Burkina Faso ve Nijer'in en önemli ortak özelliği, Fransa başta olmak üzere Batı'nın ekonomik ve siyasi nüfuzunun etkisi altında olmasıydı. Batı'nın ve Batı yanlısı Afrika ülkelerinin birliği ECOWAS'ın Nijer'e karşı askeri müdahale tehdidiyse devam ediyor.

BURCU GÜNÜŞEN / soL-Özel


30 Ağustos 2023 Çarşamba

İBB'nin kaçak yapı yıkımına polis engeli + İBB'nin kaçak bina yıkımına engel: İstanbul Valiliği'nden olaya ilişkin açıklama (BİRGÜN)

 İBB'nin kaçak yapı yıkımına polis engeli 

İBB ekiplerinin Zeytinburnu'nda bulunan kaçak plaza yıkım işlemi, mahkeme kararına rağmen polis müdahalesi ile durduruldu. Yıkım işlemi İstanbul Valiliği'nin devreye girmesiyle engellendi.

İstanbul'un Zeytinburnu ilçesindeki Seyitnizam Mahallesi’nde bulunan yeşil alana kaçak olarak inşa edilen satış ofisinin yıkımına bir kez daha engel olundu. Mahkeme kararları İBB lehinde olduğu halde İstanbul Valiliği devreye girdi, polisin müdahalesi ile yıkım durduruldu.  

2003 yılında Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından kamuya bırakılan Zeytinburnu Seyitnizam Mahallesi'nde bulunan yeşil alana çok katlı bir plaza inşa edildi. İBB İmar Müdürlüğü ekipleri 2021 yılında kaçak yapıyla ilgili tespitte bulundu. Kaçak yapının yıkımı için Encümen kararı alındı. Bunun üzerine Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı devreye girerek kaçak yapıyla ilgili plan değişikliğine gitti. 

DAHA ÖNCE DE ENGELLENMİŞTİ

İBB İmar Müdürlüğü, 775 sayılı Gecekondu Kanunu'na uygun şekilde işlem başlattı. Kaçak yapıyı satış ofisi olarak kullandığı öğrenilen Akzirve Turizm İnşaat Gayrimenkul Yatırım Ticaret Anonim Şirketi, işlemi mahkemeye taşımıştı. 

Mahkeme İBB lehinde karar vererek, bakanlığın plan değişikliğini iptal etti ve 775 sayılı kanuna göre yapılan işlemi hukuka uygun buldu. Kaçak yapının yıkımı önünde yasal engel kalmadı. İBB ekipleri Mayıs ayında yıkım için harekete geçti. 

MAHKEME SÜREÇLERİ İBB LEHİNE SONUÇLANDI

Ancak bu sefer de kaçak yapı sahipleri mahkemeye başvurarak yürütmeye durdurma kararı aldırdı. İBB yürütme durdurma kararına da itiraz etti. Bir üst mahkeme İBB’nin başvurusunu haklı bularak kararı kaldırdı. 

VALİLİK VE KAYMAKAMLIK DEVREYE GİRDİ

Bu sabah yıkım için yeniden harekete geçen İBB ekiplerinin karşısına bu kez polis çıkarıldı. Mahkeme hükümleri açık olduğu, İBB lehinde karar verildiği halde İstanbul Valiliği mahkeme sürecinin devam ettiği gerekçesiyle Zeytinburnu Kaymakamlığı'na resmi bir yazı göndererek işlemin durdurulmasını istedi. 

İSTANBUL VALİSİ İMZASIYLA YAZI GÖNDERİLDİ

İBB İmar Müdürlüğü ve zabıta ekipleri polisle karşı karşıya geldi. Ekipler, yıkım işlemini gerçekleştirmek için beklerken, Akzirve Turizm İnşaat Gayrimenkul Yatırım Ticaret Anonim Şirketi adına 12. İdare Mahkemesi'ne başvuru yapıldı. Mahkeme karar vermek için süre isterken, bu kez de İstanbul Valisi Davut Gül devreye girdi. Bizzat valinin imzasıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü ve ilgili taraflara resmi yazı gönderilerek, yapının hazineye intikal ettiği, Akzirve'nin yapıyı kiralamak için müracaat ettiği, talebin değerlendirildiği gerekçe gösterilerek, herhangi bir işlem yapılmaması istendi. İBB ekipleri valilik yazısı üzerine yıkımı gerçekleştiremedi.

                                                                 /././

İBB'nin kaçak bina yıkımına engel: İstanbul Valiliği'nden olaya ilişkin açıklama

İstanbul Valiliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) Zeytinburnu'nda yeşil alan üzerinde kaçak olarak yapıldığı gerekçesiyle bir yapıyı yıkma girişiminin engellenmesiyle ilgili olarak, "Zeytinburnu ilçesi, Merkezefendi Mahallesi’nde bulunan 3284 ada, 59 parsel sayılı bin 880,02 metrekare yüzölçümlü taşınmaz 17 Haziran 2022 tarihinde Hazine'ye devredilmiştir. Söz konusu taşınmazın üzerinde bulunan yapı da bu kararla birlikte kanun gereği kamu mülkü hüviyeti kazanmıştır” açıklamasını yaptı.

Zeytinburnu'nda Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından 2003 yılında kamuya bırakılan 3284 ada, 59 parsel sayılı bin 880,02 metrekare yüzölçümlü taşınmazın yıkımı için İBB ekipleri harekete geçmiş ancak İstanbul Valiliği ve Zeytinburnu Kaymakamlığı devreye girerek yıkımı durdurmuştu. Bununla ilgili olarak İstanbul Valiliği yazılı bir açıklama yaptı. Valililik açıklamasında, söz konusu mülkün kanun gereği kamu mülkü hüviyeti kazandığını, yıkım kararının uygulanmasının, telafisi mümkün olmayan kamu zararına sebebiyet vereceği yönünde değerlendirme yapıldığı belirtildi.

"BİNA HAKKINDA HUKUKİ SÜREÇ DEVAM ETMEKTEDİR"

Valillik açıklaması şöyle:

“Zeytinburnu ilçesi, Merkezefendi Mahallesi’nde bulunan 3284 ada, 59 parsel sayılı bin 880,02 metrekare yüzölçümlü taşınmaz 17 Haziran 2022 tarihinde Hazine'ye devredilmiştir. Söz konusu taşınmazın üzerinde bulunan yapı da bu kararla birlikte 4706 sayılı kanun (Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun) gereği kamu mülkü hüviyeti kazanmıştır.

İBB Zabıta Daire Başkanlığı, mülkiyeti Hazine'ye ait olan ve gençlik merkezi olarak kullanılması planlanan bu bina hakkındaki yıkım kararını tarafımıza bildirmiştir.

İstanbul Valiliği olarak, bu yapı hakkındaki yıkım kararının uygulanmasının, telafisi mümkün olmayan kamu zararına sebebiyet vereceğini değerlendirmekteyiz. Ayrıca, Gençlik Merkezi olarak kullanılması planlanan bina hakkında hukuki süreç de devam etmektedir.

Yasal süreçleri dahi tamamlanmadan alelacele yapılacak yıkım uygulamasıyla yaşanabilecek kamu zararının önüne geçebilmek için, yıkım işleminin yapılmaması yönünde ilgili birimlerimiz talimatlandırılmıştır.”

(BİRGÜN)

Büyük Zafer’i anlamak - Sinan Meydan / Cumhuriyet

 

Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramı; bugün, “Başkomutanlık Meydan Muharebesi”nin ve “Büyük Zafer”in 101. yıldönümü… 

Büyük Zafer, gerçek anlamda vatan kurtaran bir zaferdir. Bu zafer sayesinde Türk milleti özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşmuştur. Tam bağımsız ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti bu zaferin eseridir. Büyük Zafer, sadece Türk ulusunu bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşturan ulusal ölçekte bir zafer değil, aynı zamanda bütün mazlum uluslara özgürlük ve bağımsızlık yolunu açan uluslararası ölçekte bir zaferdir.

BÜYÜK ZAFER’İN SIRRI

Her şeyden önce Büyük Zafer, büyük bir aklın eseridir. Zaferin temelinde bilimsel düşünce biçimi vardır. “Milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda meselelerinde de birer namuskâr mütehassıs, faal birer âlim olmaları lazımdır” diyen Atatürk, 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere yaptığı konuşmada, kazandıkları zaferin sırrının “orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmek” olduğunu söylemişti. (Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), C.14, s. 44AtatürkNutuk’ta da Büyük Zafer’in “her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış ve yönetilmiş bir hareket” olduğunu belirtiyor. 

Atatürk, zafere giden yolda, dört yıl boyunca, akıllı stratejilerle çok büyük güçlüklerin üstesinden gelmeyi başardı. 

HAKLI, HALKLI VE ÖRGÜTLÜ MÜCADELE

Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkar çıkmaz yerel ve bölgesel direnişleri ulusal boyutta örgütlü bir halk direnişine dönüştürmeye çalıştı. Bunun için davasının haklılığına (Müdafaa-i Hukuk) ve halklılığına (Kuvayı Milliye) güvendi. Gücünü haklı olmaktan ve halka dayanmaktan aldı. “Herhalde âlemde hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir” derken buna vurgu yapıyordu.

AKILLI TAKTİKLER

Atatürk, kendi ifadesiyle, halife-padişahın ihanetini bilmesine karşın, geleneksel, dinsel bağlarla bu makamlara bağlı insanların mümkün olduğunca Kurtuluş Savaşı’na cephe almalarını önleyebilmek için -belirli bir aşamaya kadar- halife padişaha doğrudan cephe almadı, onun yerine saray hükümetinin işbirlikçi sadrazamı Damat Ferit’i hedef aldı. 

Bir taraftan karşısındaki düşman cephesini /blokunu (İngiltere, Fransa, İtalya) dağıtmaya ve zayıflatmaya çalışırken diğer taraftan kendi cephesini güçlendirdi. Bu bağlamda 1921’de Sovyet Rusya ve Fransa ile anlaştı, İtalya’nın da çekilmesiyle İngiltere’nin yalnız kalmasını sağladı. 

KURTARICI KARARLAR

Atatürk, Temmuz 1921’de Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nde yenilen Türk ordularını, daha fazla kayıp vermemek ve yeniden toparlamak için Sakarya Nehri’nin doğusuna, Ankara yakınlarına kadar geri çekmeye karar verdi. 

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında, çok kritik bir aşamada, 5 Ağustos 1921’de olağanüstü yetkili başkomutan oldu; vatanın ve milletin tüm sorumluluğunu üzerine alıp ordunun başına geçti. 

7/8 Ağustos 1921’de ordunun eksiklerini tamamlamak için zorunlu iç borçlanma olarak adlandırılabilecek Tekâlifi Milliye Emirlerini yayımladı. O koşullarda en gerçekçi seçenek, yoksul da olsa halka gitmek; olabildiği kadar, kendi kaynaklarına, kendi gücüne dayanmaktı.

AKILLI STRATEJİLER

TBMM orduları, 23 Ağustos-13 Eylül 1921 arasında, Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” stratejisiyle Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazandı. Başkomutan, daha önce görülmemiş biçimde “hat savunması” yerine “alan savunmasını” yaparak sayıca daha az bir kuvvetle çok daha güçlü düşmanı durdurmayı başardı. 

Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Meclis’teki muhaliflerin bir an önce düşmana saldırma isteğine karşı çıktı. 4 Mart 1922’de Meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada “Yarım hazırlıkla, yarım önlemle yapılacak saldırı hiç saldırı yapmamaktan daha kötüdür” dedi. Bu kritik aşamada “duygularımızla” ve “tutkularımızla” değil “aklımızla” hareket etmemiz gerektiğini belirtti. Atatürk, aynı konuşmasında düşmana saldırmak için verilmiş kesin kararı uygulamadan önce “üç savaş aracı” diye adlandırdığı Meclis’i, milleti ve orduyu hazırlamak zorunda olduğumuzu belirti. O; milletin, Meclis’in ve ordunun oluşturduğu cepheye “iç cephe” adını veriyordu: “Temel olan iç cephedir. Bu cephe bütün yurdun, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir; ama bu durum hiçbir zaman bir milleti bir ülkeyi yok edemez. Önemli olan, ülkeyi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren iç cephenin düşmesidir…” Büyük Zafer’in başarısı, Atatürk’ün “üç savaş aracı” dediği “milleti”, “meclisi” ve “orduyu” iyi hazırlamasında ve “iç cepheyi” olabildiğince sağlamlaştırmasında gizlidir. 

MECLİS ISRARI

Atatürk, yıkıcı muhalefete rağmen asla Meclis’ten vazgeçmedi. 5 Ağustos 1921’de Atatürk’ü olağanüstü yetkili Başkomutanlığa getiren bu meclis, üç aylık sürelerle bu yetkiyi yenileyecekti. Büyük Taarruz öncesinde, 5 Mayıs 1922’de, Meclis’teki muhaliflerin etkisiyle Atatürk’ün başkomutanlık yetkileri yenilenmedi. Ertesi gün Atatürk Meclis’e geldi. Normal koşullarda başkomutanlığı hemen bırakabileceğini belirterek şunları söyledi:

Ama önlenemeyecek bir kötülüğe yol açmamak zorunluluğu karşısında kaldım. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için bırakmadım, bırakmam ve bırakmayacağım.” Atatürk’ün bu açıklamasından sonra Başkomutanlık Kanunu yeniden oylandı ve kanun 3. kez uzatıldı. 

Büyük Taarruz öncesinde Atatürk’ün, başkomutanlık yetkisini elinden almayı başaramayan muhalif 2. Grup, bu sefer de Atatürk’ün Meclis üzerindeki etkisini azaltmak için 8 Temmuz 1922 tarihli bir kanunla bakanların ve Bakanlar Kurulu Başkanının, Meclis Başkanı (Atatürk) tarafından gösterilecek adaylar arasından değil de doğrudan doğruya Meclis tarafından gizli oyla seçilmesini sağladı. Atatürk, Meclis’teki muhalif baskıya karşı Meclis’i susturmayı değil, ikna etmeyi tercih etti, asla Meclis’ten vazgeçmeyi düşünmedi. 

ZORUNLU BİR SAVAŞ

Atatürk, 16 Mart 1923’te şöyle demişti: “Savaş zorunlu olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, savaş bir cinayettir.”  (Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923, s.1) İşte Kurtuluş Savaşı, Türkiye için “millet hayatının tehlikeye maruz kaldığı” bir savaştır. Bu savaş Türk milleti için “haklı” ve “meşru” bir savaştır. Buna rağmen Atatürk, Büyük Taarruz öncesinde bir kere daha süngüden önce diplomasiye dayandı. Bu kapsamda önce Mart 1922’de Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyi (Tengirşek), Temmuz 1922’de de İçişleri Bakanı Fethi Beyi (Okyar) Avrupa başkentlerine gönderip savaşsız antlaşma yolunu aradı. Ancak bakanların Paris ve Londra’daki görüşmeleri sonuçsuz kaldı. Fethi Bey, Paris ve Londra görüşmelerinden sonra hükümete verdiği raporda şöyle diyordu: “Milli amaçlarımızın elde edilebilmesi ancak askeri hareketlerle mümkün olabilecektir. Başka incelemeye başka yoruma gerek yoktur.” 

BARIŞIN ANLAMI

Türk milleti bir an önce “barış” istiyordu. Atatürk, gerçek barışın ancak “tam bağımsızlık”la mümkün olacağını biliyordu. Lozan görüşmelerinin tıkandığı günlerde, 30 Ocak 1923’te Şark gazetesine verdiği demeçte “Barış istiyorum dediğim zaman bilinmelidir ki bağımsızlık ve hâkimiyet istiyorum” demişti. (ATABE, C.15, s. 43) 2 Şubat 1923’te İzmir’de halka şöyle seslenmişti: “Arkadaşlar, barış istiyoruz, fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın anlamı budur. Bunu istemeye hakkımız ve gücümüz vardır. On sene, yirmi sene, elli sene sonra aşağı görülerek ölmektense, hiç korkmayınız, kalp ve vicdanımız açık olarak bugün ölelim ve tarih bizi böyle yazsın.” (ATABE, C. 15, s. 86-87) Atatürk, düşmanı yenmeden, emperyalizmin merhametine sığınarak sağlanan barışın gerçek barış getirmeyeceğini biliyordu. Bu nedenledir ki İtilaf Devletleri’nin, Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Sevr Antlaşması’nın biraz yumuşatılmış şekli olarak 22 ve 26 Mart 1922’de TBMM’ye sundukları barış tekliflerini, tam bağımsızlığa aykırı bularak reddetti. TBMM, 5 Nisan 1922’de İtilaf Devletleri’ne sunduğu karşı teklifte dört ay içinde işgal altındaki bütün Türk topraklarının boşaltılması halinde belirlenecek bir kentte barış görüşmeleri yapılabileceğini bildirdi. İtilaf Devletleri bu teklife 15 Nisan 1922’de olumsuz yanıt verdiler. 

TAARRUZ PLANI 

Atatürk, Büyük Taarruz hazırlıklarını büyük bir gizlilik içinde yürüttü. 23 Temmuz 1922 akşamı Ankara’dan ayrılıp Akşehir’deki Batı Cephesi Karargâhı’na gitti. 28 Temmuz 1922’de, bir futbol maçı bahanesiyle ordu ve bazı kolordu komutanlarını da Akşehir’e çağırdı. 28/29 Temmuz gecesi komutanlarla taarruzun ayrıntılarını konuştu. Bu görüşmeler sırasında 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın planı çok riskli görüp itiraz etmesi üzerine Başkomutan Atatürk, bütün sorumluluğu üzerine aldığını söyledi. Her duruma yönelik senaryoların oluşturulduğu ve gerekli önlemlerin alındığı belirtilerek 2. Ordu komutanı da ikna edildi. 

Büyük Taarruz Harekât Planı, riskli ancak kesin sonuç almaya yönelik bir plandı. Eskişehir-Afyon hattındaki Yunan ordusu yaklaşık 225 bin insan, yaklaşık 420 top, 50 uçağa sahipken;  Türk ordusu, yaklaşık 208 bin insan, 320 top ve 10 uçağa sahipti. Düşman karşısında kuvvet üstünlüğüne sahip olmayan  başkomutan, düşmanın en stratejik kanadına Afyonkarahisar’ın güneyinden tüm gücüyle saldıracaktı. Buradaki Türk 1. Ordusunun 40 km’lik genişlikteki taarruz bölgesine 10 gün içinde, gizlice, gece yürüyüşleriyle yaklaşık 100 bin asker yığıldı. Böylece asıl taarruz noktasında Türk ordusu Yunan ordusuna karşı ezici bir üstünlük kurdu. Asıl muharebe alanı olarak Afyonkarahisar-Altıntaş-Dumlupınar üçgeni seçilmişti. Plana göre Nurettin Paşa’nın komutasındaki 1. Ordu Afyon’un güneyinden düşmana saldıracaktı. Bu sırada Yakup Şevki Paşa’nın komutasındaki 2. Ordu düşmanın güneye kuvvet kaydırmasına engel olacaktı. Fahrettin Altay Paşa’nın süvari kolordusu da Ahır Dağları’nı aşıp düşman üzerine akacaktı. Kocaeli Grubu ise Geyve Boğazı’ndan Gemlik’e kadar olan bölgeyi savunacaktı. Atatürk, Afyon’un güneyinden yapacağı taarruzu gizlemek için kuzeyden İzmit ve Eskişehir yönünden taarruz edecekmiş gibi beklenti yaratmıştı. Düşmanın gafil avlanma nedenlerinden biri de buydu. 

TAARRUZ VE SONUCU 

Başkomutan, 17 Ağustos 1922 akşamı cepheye hareket etti. Bu gidişi gizlemek için 21 Ağustos 1922’de Çankaya’da çay ziyafeti vereceğini duyurdu. 20 Ağustos 1922 tarihli gazeteler Atatürk’ün yarın Çankaya’da çay ziyafeti vereceğini yazarken, Atatürk Akşehir’deki Batı Cephesi Karargâhı’nda taarruzun son hazırlıklarını yapıyordu. 

26 Ağustos 1922, sabah 05.30’da Kocatepe’de Başkomutan Atatürk’ün başlattığı Büyük Taarruz, beş gün içinde başarıya ulaştı. Atatürk’ün Nutuk’taki anlatımıyla, “26/27 Ağustos günlerinde, iki gün içinde Afyonkarahisar’ın güneyinde 50 km ve doğusunda 20-30 km uzunluğundaki güçlendirilmiş düşman cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde imha ettik. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Buna Başkomutan Savaşı unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak ettik. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikopis de tutsaklar arasındaydı. Demek, tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu.” 

Daha sonra Atatürk’ün, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emri doğrultusunda Türk orduları İzmir’e doğru kaçan Yunan ordularını kovalamaya başladı. 9 Eylül’de İzmir, 18 Eylül’de Anadolu düşmandan temizlendi. 400 bini aşkın asker-subayın karşı karşıya geldiği savaşta Türk ordusu 2 bin 543 şehit, 9 bin 976 yaralı olmak üzere -101 esir hariç- toplam 12.519 kayıp verdi. Buna karşılık -çeşitli kaynaklara göre- Yunan ordusunun kaybı -20 bin civarında esir hariç-  yaklaşık 120 bin kişiden fazlaydı. Bu nedenle Büyük Zafer, dünya tarihinin en kesin sonuçlu zaferlerinden biridir. 

GERÇEK ZAFER

Atatürk için Büyük Zafer’in büyüklüğü tam bağımsız, ulusun egemen olduğu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yolunu açmasından kaynaklanır. Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra şöyle demişti: “Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı vasıtadır. Gaye, fikirdir; zafer, bir fikrin istihsaline hizmeti nispetinde kıymet ifade eder. (…) Her büyük meydan muharebesinden, her Büyük Zafer’in kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır, doğar, yoksa başlı başına zafer boşa gitmiş bir gayret olur.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, 1, 1998, s. 66) İşte Büyük Zafer, “yeni bir âlem doğuran” zaferdi.  

Atatürk, 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da, Meçhul Asker Anıtı’nın temel atma töreninde yaptığı konuşmada, Büyük Zafer’in üç büyük amaca hizmet ettiğinin altını çizmişti. Birincisi ulusal egemenlik, ikincisi çağdaşlaşma, üçüncüsü de ekonomik bağımsızlık…

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun…

Sinan Meydan / Cumhuriyet

Bir dönem azılı düşman ilan edilen ülke bugün el üstünde: Emperyalizmin Japonya sevdası sınır tanımıyor - OGÜN ERATALAY / soL-Analiz

 

Japonya'nın okyanusa radyoaktif su boşaltma gündeminin arka planında emperyalizmle tam uyumlu bir iktidar yatıyor. Başka bir ülke yapsa kıyamet kopartılacak bir çevre felaketi özenle örtbas ediliyor.

Japonya 11 Mart 2011 tarihinde yaşadığı depremin ardından tsunamilere maruz kalmış, bu büyük felaket Fukuşima'daki nükleer santrali vurunca bir de nükleer facia yaşanmıştı. Yaşanan elektrik kesintisi nedeniyle reaktörler soğutulamamış ve sonrasında reaktörde erime meydana geldi. Yaşanan radyoaktif sızıntı nedeniyle yaklaşık yüz bin kişi bölgeden tahliye edilmiş, sızıntının önüne geçilememiştir. Kazanın sonrasında radyasyonla kirlenmiş soğutma suyu tahliye edilememiş ve tanklarda tutulmuştur. Toplamda 1000 adet büyük tankta 1.3 milyon metreküp su mevcuttur. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından onaylanan seyreltilme işleminin ardından bu suyun okyanusa tahliye edilmesine geçtiğimiz 24 Ağustos tarihinde başlandı. İlk tahliyede 17 gün boyunca toplamda 7800 metreküp su tahliye edilecek, tahliyeler Mart 2024'e kadar sürecek.1

                                                          Seul’da yapılan protestolar

Yapılacak tahliye işlemi bölge ülkelerinden tepki çekse de ABD ve Batı medyası bu olayı görmezden geliyor ve adeta önemsizleştirmeye çalışıyor. Çevresel felaketin genel etkisinin dışında yapılacak tahliye işlemi Çin, Rusya, Güney Kore, Filipinler gibi ülkelerdeki balık endüstrisini doğrudan etkileyecek.

Ancak dini itikat derecesinde ABD yanlısı Güney Kore hükümeti tahliyeye karşı çıkmasa da bu ülkedeki emekçiler söylenenlere inanmıyor. Büyük bir balıkçılık ekonomisine sahip olan Güney Kore'de binlerce kişi sokaklara çıkarak eylemlerle yapılan işlemi protesto etti.2

Japonya'nın tahliye işlemine karşı Çin'den gelen hamle de Batıda tepki çekti. Japonya'dan ithal edilecek olan tüm deniz ürünlerine yasak koyan Çin, Batı medyasında ikiyüzlülükle itham ediliyor. Buna göre Çin sanayisi nehirlere verdiği atıklarla dünyayı bu tahliye işleminden daha çok kirletiyor.3

*

Günümüzde özellikle ekonomi alanında Çin ile büyük bir mücadele içinde bulunan başta ABD olmak üzere Batılı merkezlerin bu yaklaşımı normal karşılansa bile bu gündemde Japonya’nın “kollanmasının” daha derin kökleri mevcut.  

                                Japonya Ordusu tarafından yapılan Nankin Katliamı (Aralık 1937)

Savaşın son döneminde atom bombasının kullanılmasını meşru hale getirmek üzere “canavarlaştırılmıştı.” Oysa atom bombasının alelacele kullanılmasının ardında Japonya’ya karşı Mançurya’da savaşa dahil olan Sovyet Kızıl Ordusu ve Japon Ordusunun kısa süre içinde hezimete uğraması var. Atom bombalarının ardından hem Sovyetler Birliği’ne gözdağı veren hem de Soğuk Savaş’a hazırlıklara başlayan ABD Başkanı Harry Truman adanın doğrudan ABD askerleri tarafından işgaline başlamıştır. Bu dönemde işgal altındaki ülkede ABD yanlısı bir rejim inşa edilmiş, toplumsal hayatta kutsal bir yeri olan imparatorla hesaplaşılmamış, saltanat sürmesine izin verilmiş, 1946 Genel Seçimlerinde beklenmedik şekilde %4 oy alan Japonya Komünist Partisinin faaliyetleri yasaklanmıştır.

İşgalin ardından “özgürleştirilen” Japonya’da inşa edilen genelev önünde ABD’li bahriyeliler

Yoğun bir şekilde Amerikan tarzı hayata “ikna edilen” Japon toplumu emperyalizm tarafından şekillendirilmiştir. Günümüzde ülke topraklarındaki ABD üsleri ve yeni dönem NATO yayılma planlarında önemli bir yere sahip olan ülke, emperyalizm tarafından Pasifik bölgesinde girişilecek kuvvetli bir hamle için hazırlanmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın ardından imzaladığı anlaşmalarla silahlı kuvvetler kurması yasaklanan Japonya, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle beraber ortaya çıkan yeni dönemde anayasasını revize ederek ABD güdümünde silahlı kuvvetlerini kurup güçlendirmeye başlamıştır. Bugün Japonya Silahlı Kuvvetlerinin adı büyük bir sahtekârlıkla Japonya Savunma Güçleri şeklindedir.

Dolayısıyla emperyalizmin yükselen yıldızı Japonya, işlemekte olduğu çevre katliamından dolayı bırakın eleştirilmeyi, anlayışla karşılanmaktadır. Bu gündem bilerek ve isteyerek yok sayılmaktadır.

Not. Son dönemde çektiği videolarla "bağımsızlığını" ilan etmiş olan Fatih Altaylı da bu “anlayışlı” koroya katılmış gözüküyor. Günlük olarak kendisine yöneltilen siyasi gündemle ilgili soruları yanıtlayan ve bunları yayınlayan yazar bu konuya dair yaptığı yorumda seyreltilmiş radyoaktif atık sularının okyanusa bırakılmasında bir sorun görmese de bölgede tutulan balıkları yemeyeceğini söyleyerek muhteşem bir analiz yapıyor! 

OGÜN ERATALAY / soL-Analiz


29 Ağustos 2023 Salı

Atatürk ve din adamları (III+IV) - Özdemir İnce / Cumhuriyet

 

(III*)

Ne hazin bir tecellidir ki 1945’lerden itibaren Demokrat Parti’nin peşine takılarak din adamının gölgesine sığınmış olan siyasiler dahi bugün artık din adamından medet ummanın, sadece ülke bakımından değil fakat kendi öz çıkarları bakımından, nasıl bir felaket yaratacağını anlamağa başlamışlardır. Kendilerine taraftar görünen din adamlarının, nasıl bir kaypaklıkla muhalif partilere destek olabileceklerini görür olmuşlardır.

Eğer bu gidişi durdurucu yolları aramaz ve saplandığımız atalet ve umursamazlıktan sıyrılıp halkı din adamının tasallutundan kurtaramazsak ve eğer politikacılarımızı, bilgisizlikten ve hele o iğrenç bencilliklerinden uzaklaştıramazsak, İran modeli “teokrasi” felaketine hazırlanmamız ya da daha büyük bir ihtimalle, miadını doldurmuş milletler kafilesine katılıp yok olmamız muhakkaktır. Din hocalarının ya da din kuruluşlarının tüm yaşantılarımıza baskı yaratmalarına ve çağdaş değer ölçülerimize meydan okumalarına ve çağdışı zihniyet ve verilerle toplumu yoğurmalarına ve kısacası memlekete sahip çıkmalarına biraz daha göz yumacak olursak her şey bitmiş demektir.

Biz aydınlara düşen şey, din adamının ve genellikle şeriatçının kara zihniyetine karşı cesaretle dikilmek, “Şeriat emridir” diye halkın beynine yerleştirdikleri her şeyi akıl ölçeğinden geçirip eleştirmek, halkı özgür düşüncenin ve akılcılığın nimetlerine eriştirmek, böylece sarıklı hocaların (özellikle “doçent”, “profesör” unvanlı “üniversite mollalarının”) saltanat heveslerine son vermek ve daha doğrusu Atatürk’ün vaktiyle söylediklerini ve hele “(Din hocalarına) önem verirseniz ve hele onlardan korktuğunuzu ihsas ederseniz, gerçekten sizi korkuturlar” şeklindeki sözlerini izlemektir.

                                                            ***

Prof. Dr. İlhan Arsel’in Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları adlı kitabına yazdığı “Giriş”i okuyup bitirdiniz ama işiniz bitmedi; kitabın tamamını okumak ya da okumamak artık sizin işiniz. Ben bu yazılarla uğraşırken Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında “Laiklik için tek yumruk” manşetiyle Figen Atalay kardeşimizin haberi yayımlandı: “22 demokratik kitle örgütü artan saldırılara karşı birleşti.”

Atı alan Üsküdar’ı geçip İran ve Afganistan menzillerine ulaştı; Taliban’la aynı idealin peşinde olduğunu dünyaya ilan etti. İmam hatip okulları laik liselerin yerini aldı; bu okulların verdiği diploma artık liyakat belgesi oldu. Ben AKP iktidarının “Restorasyon Programı”nı partinin kuruluşundan bu yana ihbar etmekteydim. Daha önceki kitapları atlayalım, yenileri sayalım: İmam Hatip Saltanatı ve İmamokrasi; Din İman Masa Kasa; Başyücelik Devleti; Ortak Akılsızlık Halleri. Bu kitapların hiçbiri Prof. Dr. İlhan Arsel’in büyük yapıtının eline su bile dökemez. 2010 yılında vefat eden İlhan Arsel artık gündelik olarak sis çanı olamıyordu ama kitapları vardı. Şimdi harekete geçen “22 demokratik kitle örgütü”, eksik ya da fazla, AKP kurulduğu gün uyanıp iktidara geldiği gün harekete geçmeliydi. En azından Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olduğu gün uyanmalıydı. Çünkü o güne kadar AKP’nin Cumhuriyet karşıtı bütün eylem ve saldırılarını püskürten çok değerli ve örnek hukukçu Ahmet Necdet Sezer artık cumhurbaşkanı değildi. 2000 yılından itibaren 2012’ye kadar yukarıda adını verdiğim kitaplarda yer alan yazıları Hürriyet gazetesinde yazmaktaydım. Hükümet gazeteden atılmam için her gün baskı yapıyordu. Adım “laikçi”ye çıkmıştı. 1 Nisan 2012’de gazeteden atıldım. 6 Nisan 2012 tarihli Radikal gazetesinde “Bir kökten-laik’çiyi gözyaşları ile uğurlarken” başlıklı alaylı bir yazı yayımlayan Cüneyt Özdemir, laik Cumhuriyet düşmanlarına sözcülük yapmaktaydı.

Prof. Dr. İlhan Arsel konusu burada bitmedi. Bir yazı daha var. Ancak bu yazıyı, adını bildiğiniz kitaba yazdığı ithafla bitireceğim:

“Sayıları bilinmez nice Turan Dursun’lar var bu toplumda. Din adamı olmakla beraber kendilerini şeriat zihniyetinin çok üstüne çıkarabilmişler ve çıkarabilmek için de insanlık sevgisi denizine salabilmişlerdir. Atatürkçülüğün ve Atatürk Devrimlerinin kurtarıcı tılsımına sarılabilmişlerdir. Tanrı ve ‘peygamber’ emirleridir diye kendilerine belletilen esasların AKIL rehberliğine yol vermesi ve müspet ahlak verileriyle yer değiştirmesi gereğine inanabilmişlerdir. Bugünkü şeriatçı ortam içerisinde ve Atatürk Devrimleri ve uygarlık düşmanı din adamları arasında kendilerini ‘din adamı’ kılığında görmezler ve gerçeği söylemek gerekirse bu unvanla çağrılmayı da istemezler. Bu kitap, başta Turan Dursun olmak üzere, onlara armağan edilmiştir.”


* İlhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları, Kaynak Yayınları, s.6.

                                                            /././

(IV)

Prof. Dr. İlhan Arsel’in yaşadığı baskıyı dikkate alarak tanıdığım bir yakınından bilgi istedim. Kitaplarından dolayı bir mahkûmiyeti var mıydı, bu nedenle mi ABD’ye göçtü? Ancak aşağıdaki bilgiyi alabildim: 

                                                         ***

Saygıdeğer Özdemir Bey, İlhan Arsel’in din konusunu ele aldığı ilk kitabı Arap Milliyetçiliği ve Türkler’di. Bu kitabın ilk baskısını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi yaptırmıştı.

Sonra Biz Profesörler kitabını yazdı. Sanırım İnkılap Yayınevi bastı. Bu kitapta akademisyenleri şiddetle eleştirdi. Çok duygusal ve vatanperverdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu üzücü duruma akademisyenlerin sessiz kalmalarını kınıyordu. Akabinde bazı profesörler gazetelerde, bilhassa Cumhuriyet gazetesinde ona şiddetle mukabele ettiler. Bu nedenle emekliliğini derhal istedi. Oysa 65 yaşına kadar isterse görevinde kalabilirdi.

O sırada NY Üniversitesi tarafından ABD’ye davet edildi. Giderken bize gelip Şeriat ve Kadın kitabından o zaman bastırttığı 2 bin adedi bırakarak, “Bunları kitapçılara ulaştırın” dedi.

Üç ay sonra Şeriat ve Kadın’ın ikinci baskısı satılıp bitmiş ve 3. baskısı kitapçılarda yer almıştı. Ama Arsel’e dava açıldı. Avukatı kimdi hatırlamıyorum. Bir süre bu dava devam etti. Hâkim, hukuk profesörlerinden bir bilirkişi heyetinin görüşünü almak istedi. Bilirkişi heyeti, bu kitabın bilimsel kaynaklara dayalı bir görüş olduğunu belirtince Arsel beraat etti. Şeriat ve Kadın kitabı için 900 kaynak kullandığını ve hepsini Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınların’dan aldığını söylemişti. Bu nedenle suçlanamadı.

ABD’ye gittikten sonra bu konuda daha başka kitaplar yazmaya karar verdiği için New York’a yerleşti.

Bir süre sonra kendisine tekrar dava açıldı. Hangi kitabı için olduğunu hatırlamıyorum. Bu yeni davada avukatı Muammer Aksoy’du. Zaten Ankara Hukuk’tan arkadaşıydı. Muammer Aksoy öldürüldükten sonra davayı Çetin Özek üstlendi. İkinci davanın konusu olan kitabı hangisidir, bilmiyorum. Bu davanın da beraatla sonuçlandığını öğrenmiştik.

İlhan bu ikinci dava başladıktan sonra Türkiye’ye hiç gelmedi. Yıllar geçti, Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı oldu. İlhan ve eşi Hepsen bir haftalığına Türkiye’ye gelmeye karar verdiler. Yıl 2005 olmalı. Yeşilköy Atatürk Havalimanı’nda Türkiye’ye giriş yaparken “Sizin hakkınızda tutuklama kararı var, sizi böyle alalım” dediler.

Eşi telefonla bizlere haber verdi. Sonra da Ahmet Necdet Sezer’i aradı, konuşamadı ama mesaj bıraktı. Biz önce Çetin Özek’e ulaşmaya çalıştık. Neticede, Çetin Bey’in Alzheimer olduğunu ve konuşamaz durumda olduğunu öğrendik. Oğluna ulaşmaya çalıştık, belki yazıhanesinden dosyasını buldurur diye. Derken bir aile yakınımızın avukatından yardım istedik. Meğerse o avukat İlhan’ın öğrencisiymiş. O da “Sınıf arkadaşım Bakırköy savcısı da hocanın öğrencisidir onu arayacağım” dedi. Bakırköy savcısı, Atatürk Havalimanı Emniyet görevlisine “Sorumluluğu ben alıyorum” diyerek İlhan Arsel’in girişine izin verilmesini yazılı ve imzalı olarak istedi. Biz de izin belgesini ulaştırdık. Ve İlhan 4 saat sonra Türkiye’ye girebildi.

Bu arada Ahmet Necdet Sezer’in ilgilenmesiyle adliyede İlhan Arsel dosyası bulundu. Çetin Özek sağlığında davayı kazanmış. Ama mahkemeden sonuç polise intikal etmemiş. İlhan bir hafta kaldı. Bir gün Ankara’ya gitti. Ahmet Necdet Sezer’le görüştü.

Giderken “Ben bir daha gelmeyeceğim” dedi Özdemir Bey, İlhan Türkiye’ye gelirken kendisine açılan davanın düştüğünü ve beraat ettiğini biliyordu. O nedenle ve vatan hasretiyle gelmeye kalktı. O sırada kendisiyle ilgilenen öğrencisine bu bilgiyi verdiği için Bakırköy savcısı serbest bırakılmasını sağlamıştı.

                                                      ***

10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer de İlhan Arsel’in öğrencisidir. Tahminime göre bu ilişkiden dolayı kendisine haber verilmiş olmalı. İlhan Arsel açılan davada aklandığını biliyor ve bildiği için de iç rahatlığıyla ülkesine geliyor. Havalimanı polisi, “Dur bakalım!” diyor. Sebep? Meğer mahkeme kararını polise ulaştırmamış ya da ulaştırılan belge kendiliğinden yitmiş... Esin kaynağımla ligili yazılarıma şimdilik ara veriyorum. Bitirmeden sevindirici bir haber vereceğim: Kaynak Yayınları, 2023 nisanında, İlhan Arsel’den yeni bir kitap yayımladı: Bitmeyen Cehalet Makaleler II. Derleyen Arzu Toker. Arzu Toker ve yayınevine teşekkür ederim.

Özdemir İnce / Cumhuriyet