1 Aralık 2023 Cuma

Kötüler uzun yaşar + İnsanlık emperyalizmin en önemli isimlerinden Kissinger’dan kurtuldu

 

Kötüler uzun yaşar (soL-Arşiv)

Orhan Gökdemir'in Boyun Eğme dergisinin 77. sayısında yayımlanan "Kötüler uzun yaşar" başlıklı yazısını Kissinger'ın ölümü vesilesiyle bir kez daha paylaşıyoruz.

2 Haziran 2017'de Boyun Eğme dergisinin 77'nci sayısında yayımlanmış olan Orhan Gökdemir imzalı yazıyı, Henry Kissinger'ın ölümü vesilesiyle bir kez daha paylaşıyoruz.

Kenan Evren’den biliyoruz, kötüler uzun yaşar. Diktatör 1917 doğumluydu, 2015 yılında öldü. Cumhuriyetten önce doğmuştu, cumhuriyet kucağında büyüttüğü dinci gericiler tarafından gömüldüğünde hâlâ hayattaydı. 
Mesela ABD'de Jimmy Carter döneminin ünlü diplomatlarından Zbigniew Brzezinski 89 yaşında öldü. Carter dönemi dediğimiz 1970’li yıllarını ikinci yarısı. 1977-1981 yılları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yaptı. Kızı Mika Brzezinski’nin Instagram hesabından duyurduğuna göre babası “huzur içinde” ruhunu teslim etmişti. Hâlbuki bugünkü huzursuz dünyanın yaratılmasında katkıları büyüktü. John F. Kennedy ve Lyndon Johnson dönemlerinde de görev yapan Polonya asıllı Brzezinski, Mısır ile İsrail'in "barıştığı" Camp David Anlaşması; Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkilerin başlatılması ve Sovyetler Birliği'ne karşı Afgan "mücahitlerin" örgütlenmesinde başroldeydi. Afganistan-Pakistan sınırında mücahitlere yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: “Allah'a olan derin inancınızı biliyoruz ve mücadelenizde başarılı olacağınıza eminiz. Şurada gördüğünüz topraklar sizindir. Bir gün oraya geri döneceksiniz, çünkü kavganızda muzaffer olacaksınız. Evlerinizi, camilerinizi geri alacaksınız. Çünkü haklı bir mücadele veriyorsunuz ve Allah sizin yanınızda.” Anlaşılacağı gibi “ılımlı islam”ın da mucitlerinden biri. Sovyetler Birliği’ne karşı yol verdiği o mücahitlerin içinde doğdu El Kaide. Bugün dünyanın karşı karşıya olduğu dinci yobazlığın, o yobazlar eliyle yapılan katliamların her birinde sorumluluğu ve payı var.

Brzezinski, yaşamının son yıllarında ABD'nin başat bir emperyalist bir güç olmadığını savunarak, ülkesinin Ortadoğu'daki kaostan yararlanıp kendisi için esas rakip olan Çin Halk Cumhuriyeti'ni hedef alarak yeni bir küresel uyum inşa etmesi gerektiğini yazıyordu. Uzun yaşamasını işte fikir diye ortaya boşalttığı bu tür şeylerin yarattığı kan kokusuna borçlu. Tıpkı Kenan Evren gibi…

                                                                   ***

Brzezinski, kapitalist enternasyonalin önde gelen ideologlarından biriydi. David Rockefeller ise bu şebekenin finansörü. Dünyaca ünlü bir banker ve eski ABD Başkanlık danışmanı. Tam 101 yaşında öldü. Ölmeden önce çekilen fotoğrafı bir tür zombiye dönüştürdüğünü gösteriyordu. Orasına burasına yapılan yamalarla ayakta tutulan bir tür modern tıp mucizesi. 1915 yılında 1. Dünya Savaşı'nın başlamasından bir yıl sonra doğmuştu. 20 Mart 2017’de kalp yetmezliğinden öldü. Tam bir asır yaşadı. 

Standart Oil adlı ünlü enerji şirketinin sahibi. Sadece bu şirketin gezegenimize yaptığı tahribat cehenneme gitmesine yeter de artar bile. Bu şirket de Amerikan iç savaşının finanse edilmesinden elde edilen karlarla kurulmuştu. Böyle bir vampir işte sözünü ettiğimiz. “Dünya imparatorluğu” ve “yeni dünya düzeni” kurmak, hayalleri arasındaydı. Para ve ABD silahlı gücüyle yapmayı denedi de. Uzun yıllar boyunca Rockefeller ailesi ile anılan Chase Manhattan Bank'ta çalıştı. JP Morgan Chase'in ortaklarından biriydi ve dünyanın en yaşlı milyarderiydi. Forbes dergisine göre kişisel serveti 3,2 milyar Dolar. Ancak yönettiği para 5 trilyon Dolar civarındaydı. 
Rockefeller Ailesinin sözcüsü Fraser P. Seitel, Rockefeller’ın ABD’nin New York kentindeki evinde uykusunda öldüğünü duyurdu. Giderken de dünyada yaratılmasında pay sahibi olduğu açlıktan, sömürüden, katliamlardan, savaşlardan zerre kadar rahatsız değildi.

                                                                    ***

Samuel Huntington 1929 yılında doğdu, 2008’de öldü. Profesör. Yani kapitalist enternasyonalin ideologlarından biri. Uluslararası İlişkiler Direktörü, Harvard’da yönetici, 1986-1987 yıllarında Amerikan Politik Bilimler Birliği başkanı, 1977-78 yıllarında Beyaz Saray'da Ulusal Güvenlik Konseyi ve Güvenlik Planlama bölümü koordinatörü. Foreign Policy dergisinin kurucusu. ABD dış politikasına yön verdiğine inanılan pek çok kitabın yazarı. İlgi alanları, ulusal güvenlik, strateji ve sivil-asker ilişkileri, az gelişmiş ülkelerdeki demokratikleşme ve politik - ekonomik gelişim, dünya politikasındaki kültürel faktörler ve Amerikan ulusal kimliği olarak tanımlanıyor. Üçüncü dünya ülkelerindeki darbelerin esini ondan aldığına inanılıyor. “Medeniyetler çatışması” da onun öngörüsü. Bu çatışmanın ABD’ye yapılan 11 Eylül El Kaide saldırısı ile başlamış olması da ayrıca kayda değer. Medeniyetler çatışması sonucunda dünya düzeni yeniden kurulacaktı, öyle diyordu. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton bile yazdıklarından rahatsız olmuş, tehlikeli sularda dolaştığı için onu eleştirmişti. 
Irak’ın düzlenmesi için yapılan ve bölgeyi kan gölüne çeviren saldırının fikir babası. Milyonlarca insanın öldürülmesi fikri onun bir yerlerinden çıktı özetle. Libya’ya sıçradı o savaş. Oradan Suriye’ye. Bu açgözlülükten doğan çılgınlığın durması için daha ne kadar insanın ölmesi gerektiği de henüz bilinmiyor.

                                                                ***

Henry Kissinger 1923’te Almanya’da doğdu. Asıl adı Heinz Alfred Kissinger. İnanılır gibi değil ama hâlâ hayatta. Nazi korkusundan ABD’ye göçünce kaderi de şekillenmiş oldu. Söylenenlere göre ABD Başkanı olamamasının tek nedeni ABD’de doğmamış olması. Ama pek çok başkanı perde gerisinden yönetti. Nixon o yüzden “Nixonger” diye anılıyor. Şimdi Trump’ın önde gelen danışmanlarından biri. Kontrgerilla adıyla nam salmış savaş yöntemini de o icat etti. Şaka değil, Nobel Barış Ödülü sahibi. Yaşayan en ünlü savaş suçlusu. 

Politikadaki ilk başarısı New York Valisi Nelson Rockefeller’ın destekçisi ve danışmanı olmak. Kissinger’ın desteklediği Rockefeller 1960’lı yıllarda birkaç defa başkanlığa aday oldu. Rockefeller başaramadı ama o Richard Nixon’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olmayı başardı. 1973’ten itibaren ABD Dışişleri Bakanı. “Detente” (detant - yumuşama) politikasının mucidi. Soğuk Savaş’ın en önemli aktörü. 1973 Yom Kipur Savaşı’nın 6. gününde ABD’nin İsrail’e yardım için tarihteki en büyük askeri hava köprüsünü kurmasını sağlayanlardan biri. 

Kissinger, Başkan George W. Bush'un gizli bir ulusal güvenlik danışmanıydı. Obama yönetiminde de ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin komuta zincirine dâhildi. Hillary Clinton'u da tavsiyeleriyle yönlendirdiği söyleniyordu. Her devrin adamı. Ya da her devir onun devri... Trump, başkan seçilmeden önce onunla görüşmüş ve bu görüşmenin seçilmesinde etkili olduğu iddia edilmişti. 2008’de Başkan Yardımcılığı koltuğuna aday olan Sarah Palin de Kissinger ile görüşmesinden sonra kampanya sürecine hız vermişti. Yani ona hâlâ büyük bir güç vehmediliyor. 

İddialara göre Trump’ın seçilmesiyle ABD’nin Suriye’ye yaptığı saldırıların akıl hocası da o. ABD Humus şehrinin güneydoğusundaki Şayrat hava üssüne 59 Tomahawk füzesi ile saldırdı. Füzelerin çoğu hedefi tutturamadı. Akıllarınca Ülkede Rusya’nın edindiği gücü dengeleyeceklerdi. Trump yönetimi, saldırıları “tek seferlik” olarak tanımladı ve tırmandırma planının olmadığını savundu. Ama bu açık bir Kissinger numarası. Gerginliği tırmandır ve masada elini güçlendir. Bunun için de gerekli riskleri al. Dediği şu: ABD yönetimi değişken, hatta görünürde “irrasyonel” davranmak yoluyla muarızlarına ve rakiplerine üstünlük sağlayabilir ve onları devamlı olarak, Amerikan gücünün tehlikeli oynaklığından korkar vaziyette köşeye sıkıştırabilir.  Rusya, bombalama konusunda haber verilmesine rağmen ABD’yle yaptığı, Suriye hava sahasındaki çarpışmaları önleme anlaşmasını askıya aldı. ABD saldırıları da anında kesildi. İşte bu yüzden Trump'ın Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Beşar Esad'ı iktidardan indirecek adımların yolda olduğun iddia etmekten, ABD'nin başka bir eylem planlamadığını savunma noktasına gelebildi. ABD’nin eski gücünde olmadığının emarelerinden biri daha!

                                                                    ***

Kapitalist enternasyonale yön veren, kuran, finanse eden ölçüsüz, kuralsız, vicdansız bir avuç “zombi”nin hikâyesi bu. Biri hariç hepsi yakın zamanda birbiri ardına dünyayı terk etti ama arkalarında 100 yıllık kanlı karanlık bir tarih bırakmayı da başardılar. Biri hâlâ ayakta ve hâlâ kanlı karanlık işler peşinde. Kişisel serüvenleri ile yarattıkları cehennemin tarihleri tamamıyla iç içe. O cehennemin ne menem bir şey olduğunu da bu kadar kötü olmaları ve bu kadar uzun yaşamaları ele veriyor. 

Cehenneme gittiklerini sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Cehennemden gittiler. Dedik ya, kötüler uzun yaşar!

                                                               /././

İnsanlık emperyalizmin en önemli isimlerinden Kissinger’dan kurtuldu(Murat Akad/soL-Özel)

Emperyalizmin en saldırgan ve en sinsi politikalarının mimarı olan Kissinger’ın ölümüyle insanlık bir irinden kurtulmuş oldu.

Emperyalizmin 20. yüzyıl boyunca yürüttüğü saldırgan politikaların en önemli mimarlarından ve uygulayıcılarından biri olan Henry Kissinger 100 yaşında öldü. Kissinger dünyanın gündemine ABD Dışişleri Bakanı olarak girdi. Bakanlığı Richard Nixon ve Gerald Ford’un başkanlıkları dönemine denk gelen 22 Eylül 1973 ile 20 Ocak 1977 tarihleri arasında yürütmüştü. 

Kissinger 27 Mayıs 1923’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Almanya’nın Fürth kentinde doğdu. Aile Nazi iktidarının zulmünden kaçmak amacıyla 1938’de ABD’ye göç etti. Kissinger İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1943’te orduya katıldı ve Almanca bilgisi dolayısıyla askeri istihbarat çalışmasında yer aldı. Savaştan sonra askeri istihbarat okulunda öğretmen oldu. Ordudan ayrıldıktan sonra da bir süre bu görevi sürdürdü. 1950’de Harvard Üniversitesi’nden siyasal bilgiler lisans derecesi aldı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini de aldıktan sonra aynı üniversitede öğretim üyeliği yaptı. Aynı dönemde çeşitli devlet kurumlarında ve düşünce kuruluşlarında görev aldı. 1957’de yayımladığı Nükleer Silahlar ve Dış Politika isimli kitapta, savaşlardan zaferle çıkmak için taktik nükleer silahların sürekli kullanılması gerektiğini savundu. Dış politika teorisyeni olarak ABD’de öne çıktı. 

ABD dış politikasında daha etkin olma isteğiyle, 1960’larda 3 kez Cumhuriyetçi başkan aday adayı olan Nelson Rockefeller’ın dış politika danışmanlığını üstlendi. Nixon 1969’da ABD başkanı olunca ulusal güvenlik danışmanı oldu. Bunu, dışişleri bakanlığı izledi ve böylece 1969 ile 1977 arasında ABD dış politikasına tam anlamıyla yön verdi. 

Kissinger’ın dünyaya bakışını özetleyen sözlerinden biri şöyle: “Kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünistleşmesini neden öylece durup izlememiz gerektiğini anlamıyorum.” Bu güçlü antikomünist yaklaşımının, ülkesinin dış politikasını soğuk savaşın önemli dönüm noktalarında yönlendirmesinde büyük bir etkisi oldu. 

ABD'nin Çin hamlesi

En önemli hamlelerinden birinde, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD ile birlikte Sovyetler Birliği’ne karşı işbirliği yapmasını sağlamada büyük bir rol oynadı. Bu döneme kadar Batı emperyalizmi meşru Çin devleti olarak Tayvan’ı tanımaktaydı. Tayvan Birleşmiş Milletler’de de Çin’i “temsil ediyordu”. 1971’den itibaren Çin Halk Cuhuriyeti ile ABD, SSCB’ye karşı işbirliğine başlayınca emperyalizmin bu yaklaşımı değişti ve Çin Halk Cumhuriyeti kapitalist dünya tarafından da tanındı. Tayvan’ın BM üyeliği düştü. 

ABD’nin Çin’i kendi tarafında çekmesinde rolü büyük olan Kissinger, Çin’le ilişkilerini daha sonraki dönemlerde de sürdürdü. Bu ülkeyi 100’den fazla kez ziyaret etti. En son geçtiğimiz Temmuz ayında, 100. doğumgününden iki ay sonra Çin’e gitti. Her ne kadar görünüşte gayriresmi olsa da Kissinger’ın bu ziyaretinin ABD ile Çin ilişkilerinde bir yumuşama sağlamak amacıyla yapılmış olması muhtemeldi. Son haftalarda her iki taraftan bu doğrultuda çeşitli adımlar atıldı. 

Detant politikası

Dışişleri bakanlığı döneminde ayrıca Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki ilişkilerde yumuşamanın hedeflendiği detant politikasında da etkin oldu. Elbette bu yumuşama sözde bir yumuşamaydı. ABD emperyalizmi, son derece zayıf olduğu “insan hakları ve demokrasi” başlığında Avrupa’da büyük bir ideolojik saldırı başlattı. Sovyetler Birliği buna şiddetli bir karşılık vermek yerine kapitalist dünyayla onların argümanlarıyla tartışarak savunmaya çekildi ve bunun sonucunda 1975’te Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasına alan açtı. Sovyetlerin emperyalizmin yatışmasını ve Sovyetler Birliği’nin insan haklarına saygılı, barışsever bir ülke olduğunu kabul etmesini sağlayacağına inandıkları bu uluslararası belge, emperyalizmin saldırılarına zemin hazırlayan bir belgeye dönüştü. 

Latin Amerika'ya müdahaleler

ABD emperyalizmi Kissinger’ın dışişleri bakanlığı döneminde Latin Amerika’ya yönelik ciddi müdahalelerde de bulundu. Şili’nin sosyalist devlet başkanı Salvador Allende ve onun önderliğindeki Unidad Popular iktidarına yönelik askeri darbenin örgütlenmesinde pay sahibi oldu. Benzer bir rolü, 1976’da Arjantin’deki darbede de üstlendi. Aynı dönemde Condor Operasyonu adı verilen CIA destekli bir plan uygulamaya sokuldu. Paraguay, Brezilya, Arjantin, Uruguay, Bolivyave Şili'de iktidarda olan faşist askeri cuntaların temsilcileri Santiago'da toplanıp komünistve muhalif örgütlenmeleri yok etmek için birlikte hareket etme kararı aldılar. Bu karara göre ülkeler sadece birbirlerinin sınırlarındaki muhalifleri yakalamakla kalmayacaklar, aynı zamanda dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış muhalifleri de yakalayacaklardı. Bu planın uygulanmasıyla çok sayıda Latin Amerikalı devrimci ya tutuklandıktan sonra ya da herhangi bir yerde kaybedildi.

Küba Devrimi'nin amansız düşmanı

Soğuk Savaş’ın emperyalizmin zaferiyle sonuçlanmasında Kissinger’ın öncülük ettiği hamlelerin önemli payı olduğunu belirtmek gerekiyor. Öte yandan Kissinger’ın başarısız olduğu meseleler de oldu. 

Kissinger Küba Devrimi’nin amansız düşmanıydı. 1976’da Küba’nın Angola’nın kurtuluşu için verilen mücadeleye askeri destek birimleri göndermesine karşılık, adaya hava saldırıları düzenlenmesini ve Guantanamo’daki ABD üssüne yeni birlikler yerleştirilmesini savundu. Ancak ne bu politikası yürürlüğe girebildi ne de Küba’daki sosyalist iktidarın yıkılması için atılan diğer adımlardan sonuç elde edilebildi. 

Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti’in galibiyeti ve ABD’nin geri çekilmesiyle sonuçlanan Vietnam savaşı 1975’te sona erdi. ABD’nin mümkün olan en az kayıpla karşı karşıya kalması için çabalayan Kissinger, bunda arzu ettiği başarıyı elde edemedi. 

Bunun dışında Kissinger 1970’ler boyunca başka uluslararası meselelerde de etkin oldu. Bakanlık görevi sonrasında da ABD dış politikası üzerindeki ağırlığı devam etti. 100 yaşındaki Çin ziyareti bunun en son örneğini oluşturdu. 

Emperyalizmin en saldırgan ve en sinsi politikalarının mimarı olan Kissinger’ın ölümüyle insanlık bir irinden kurtulmuş oldu.



Türkiye'den çekip gitmek (I+II)- Özkan Öztaş / soL-Özel

 

I : Yolculuk

Yola çıkıyorsun, rota değişiyor. İşler planlandığı gibi gitmiyor. Aileni son kez arayıp kampa giriyorsun. Parayı bastırıp "Kürttür, Alevidir" kağıdı alıyorsun. Varmadan, kendin olmaktan çıkıyorsun.

Göç... Ülkemize gelenler kadar, ülkemizden gidenlerle de, son yıllarda dilimizden düşmeyen sözlerden biri.

Yazı dizimizde göçe, ama ülkemizden göçenlere odaklanacağız. Göçün, pek değinilmeyen boyutlarına ışık tutmaya çalışacağız.

Daha iyi bir yaşam hayali... Umut yolculukları... Sınırlardan kaçak geçişler... İnsan tacirleriyle pazarlıklar... Kürtlük ve Alevilik kimliklerinin alınıp satılır şeylere dönüşmesi... Uzun tutukluluklar, toplama kamplarında esaretler...

İlk yazımızda, yolculuğu anlatıyoruz. Daha sonra, yolcuları anlatacağız.

'Avrupa ormanlarında haftalarca yürüdüm'

Selim, Adıyamanlı. Türkiye'de inşaatlarda çalışmış. Fayans ustası. 

"Benim rotam 1400 km civarındaydı. Bunun çok önemli bir kısmını yürüdüm. Zaman zaman TIR'lara bindik. Ben kış aylarına denk geldim ama kaldığım mülteci kampında kampa yaz aylarından gelenler vardı. Bazı kamplarda 6 ay kadar bekletilebiliyorsunuz çünkü."

Selim şimdi Fransa'da. "Türkiye'de yaptığın işi gel burada yap, daha iyi kazanır daha iyi yaşarsın" demişler. "Ben de, yalan yok, inandım buna. Evet, şartlar daha iyi, ortam daha uygun, ama bizim için değil. O iyi dedikleri hayat tam karşımda yaşanıyor."

Henüz bir düzen kurabilmiş değil, sığınacak yer, tutunacak dal arıyor. İlk adresler, memleket bağlarıyla bulunuyor. "Burada Kürt derneklerinde vakit geçiyorum iş bulmak için. Zaman zaman tanıdıklara sığınıyorum iş bulamadığım zamanlarda, akrabalarım var ama onlara da yük oluyorum. Herkesin bir düzeni var."

Sınırı geçmek isteyenler zaman zaman 1400 kilometreye varan mesafeleri aylarca yürüyor. Göç rotası sürekli değişiyor. (Kaynak: Mülteciler Derneği)

'Sokakta bizi görünce yere tükürüyorlar'

"Mehmet, ekran görüntüsü alayım mı?" diye soruyorum. Mülakatımızı çevrimiçi yapıyoruz. "Abi almasan daha iyi, ne olur ne olmaz. Ben hâlâ kaçağım burada" diyor. Hollanda'da yaşıyor. Geçtiğimiz yıl gitmiş. İltica başvurusu yapmış, hukuki bir sorun yaşayınca evrakları henüz tamamlayamamış. Varlığı da kaçak, fırsat bulduğu zaman gittiği işlerde çalışması da. 

"Burada Suriyelilerden beteriz. Mesela Türkiye'deyken Suriyelilere iyi gözle bakılmazdı. Yok işte vatanını satıp gelmiş, işte savaştan kaçmış, adam olsaydı ülkesine sahip çıkardı falan. Biliyorsun. Buraya gelince anladım. Bizim Avrupalıların gözünde onlardan farkımız yok. Hatta daha beteriz. Mesela şimdi Hollanda'da göçmenler ciddi sorun. Millet ev bulamıyor, iş bulamıyor göçmenler yüzünden. Seçimlerde de göçmen düşmanlığı kazandı. İşler zorlaşıyor. Sokakta göçmen gördüğünde yere tükürenlere şahit oluyorum ben" sözleriyle anlatıyor yaşadıklarını.

Hollanda'da geçen hafta yapılan genel seçimlerden, göçmen düşmanı, aşırı sağcı Geert Wilders birinci çıktı. Bir diğer göçmen düşmanı, Dersim kökenli Kürt Dilan Yeşilgöz, kaybetti. Hollanda'daki Kürt nüfus, Yeşilgöz'e de oy vermemişti.

Avrupa ülkelerindeki seçim sonuçları ve politika değişiklikleri, göç rotalarının da sürekli değişmesine ve güncellenmesine yol açıyor. Göçmenler arasındaki sayısız şebeke, borsada fiyatların belirlenmesi gibi, türlü bilgi ve dedikodu üzerinden makbul rotaları anlık olarak belirlemeye çalışıyor.

'Son kez ailemle görüştüm, 4-5 ay telefonum olmaz kampta'

Raif, Iraklı. Yaklaşık 10 yıl Türkiye'de kaldıktan sonra şansını denemek için Avrupa'ya gitmiş. Rotası İngiltere. Londra'ya gitmeye çalışıyor. Hâlâ yolda.

"Avrupa'daki seçimler göç yollarını değiştirdi abi. 'Güvenli değil, gitmeyin' dedi herkes. Ben normalde Londra'ya gidecektim ama vazgeçtim. Slovenya'da iltica başvurusu yaptım. Şimdi birkaç ay burada bizi kampa alacaklar. Ben de son kez ailemle falan görüşüyorum. Bizimkilerin bir kısmı Irak'ta, bir kısmı Türkiye'de. Şimdi telefon falan olmayacak bende 4-5 ay muhtemelen. Elimden alacaklar. Burada kampta kaldıktan sonra geri dönmek istemediğimi ve iltica edeceğimi söyleyeceğim. Hangi ülkenin kabul edeceğini henüz bilmiyorum."

'Meksika sınırını Ağrılılar, Batmanlılar, Adıyamanlılar yönetiyor adeta'

Süleyman daha önce Kütahya'da yaşıyormuş. Türkiye'de bir kamu kurumunda memurken, istifa dahi etmeden Kanada'ya göçmeye karar veriyor. Rotası ilginç. Önce iki farklı sınır geçmiş, sonra ABD'de iltica talebinde bulunmuş. 

"Önce Meksika'ya gittim. Türkiye'deyken zaten bu işi yapanları bulmuştum. '6 bin dolara hallederiz' dediler. Bilet masrafları bana ait. Önce adını dahi hiç duymadığım, Meksika'da Cancún diye bir kente gittim uçakla. 'Burası tatil yeri, turistik giriş kolay' dediler. Sonra da sınırdaki Juárez kentine gittim."

Dinlerken, okurken, mesafeler kısa geliyor. Meksika, yüzölçümü çok büyük bir ülke. Cancún, ülkenin doğusunda, Karayip denizine bakan, tatil köyleriyle dolu bir turizm beldesi. Juárez, kuzeyde, ABD sınırında. Cancún'dan Juárez'e mesafe, otobüsle 40 saat.  

"Juarez'de anlaştığımız kişiler bizi sınırdan geçirdi. Piyasa Türkiye'de Adıyamanlıların, Ağrılıların, Batmanlıların elinde desem yanlış olmaz. Meksika'da bu işleri yapan avukat dahi var. Malatyalı bir avukat. Ben buradan (ABD'ye bağlı) New Mexico'ya geçtim. Ama şimdilerde burayı sıkı tutuyorlarmış. Artık rota Meksika'dan Tijiuana'dan geçip ABD'de San Diego üzerinden ilerliyor.

"Birçok insan bu yollarda yaralandı. Sınırı geçerken hiçbir güvenlik garantisi yok. Başınıza her şey gelebilir. Amerika'da iltica talebi yaptıktan sonra Kanada'ya gitmek istediğimi söyledim. Buraya yerleştirdiler beni. Ancak tutunamadım. Şimdi geri dönüş yollarına bakıyorum."

Meksika'dan ABD'ye geçişi sağlayan iki temel rota var. Bunlardan bir tanesi Juárez üzerinden. Ancak son zamanlarda rota, bir diğer sınır kenti Tijiuana'ya kaymış durumda.

'Burada evrakları dernekler ayarlıyor iltica için'

Süleyman'la konuşurken, son dönemde çok kişiden duyduğum, yarı şaka yarı gerçek "Karadenizliler bile iltica etmek için Kürtçe öğreniyor" lafını söylüyorum. Gülüyor, "Yok abi öyle bir şey, o biraz abartı" diyor. Ama devamında söyledikleri, bu yarı şakanın gerçek kısmının da olduğunu açıkça gösteriyor. 

"Gündem olması için birazcık oynamışlar mevzuyla. Kürtçe bilmeyenler 'Aleviyim, baskı gördüm' diyor. O yetiyor. Kürtler zaten Kürtçe bildikleri için Kürt derneklerinden evraklarını alıyor. Aleviyim ya da Kürdüm tarzında evraklarla yerel mahkemelere başvuruyorlar. En kolayı Aleviyim demek. Dil gerektirmiyor, bir değişiklik gerektirmiyor hayatında. Ben Kürtçe öğrenen Karadenizli hiç görmedim. Bu tür örnekler yerine Aleviyim demek yeterli oluyor. Kürt ve Alevi dernekleri bunun faaliyetini yapıyor daha çok. Verdikleri evraklarla iltica dosyasını hazırlıyorlar. Bazıları bu evrakların karşılığında derneklere bağış falan talep ediyor. Ya da üye kaydedip yıllık aidat falan istiyorlar." 

Yurt dışındaki Alevi ve Kürt dernekleri iltica süreçleri için başvuranlara Kürt ya da Alevi olduklarına dair evraklar temin ediyor. Karşılığında bazen "bağış", bazen "yıllık üye aidatı" alınıyor.

'Resmen insan tacirliği, başka bir şey değil'

Mahmut, Almanya'da. Fransa diye çıkmış yola, ama Almanya'ya ulaşabilmiş. Şimdi inşaatlarda çalışıyor. Boya ustası. Mehmet'e göre "resmen insan pazarlığı yapılıyor".

"Buraya gelirken binlerce dolar ya da avro para veriyorsun. Ne için? İltica edip hayvan yerine koysunlar diye. Sonra kırk yalan dolanla iltica evrakı hazırlıyorsun. Konuyu iyi bilen avukatlar da sana nasıl yalan söyleyeceğini anlatıyor. 'Mahkeme şöyle ikna olur, şöyle konuş, burada ağlasan ne güzel olur' diyen avukata şahit oldum ben. Bunlara para veriyoruz. Geldiğimize değiyor mu, emin değilim."

'Dava açılsın diye paylaşım yapıyor, tutanağı kapıp buraya geliyor'

Aynı konuyu Süleyman'a soruyorum. İltica başvurusunda neler konuşuyor, neler soruluyor diye. Süleyman gülüyor. "Şimdi mutlala sorun yaşayan, baskı gören insanlar var, geliyorlar buralara. O ayrı. Hatta Türkiye'de işkence gören, baskı gören, evi basılanlar muhtemelen suistimal ediliyor şu an. Ama bu sorunu yaşayan insanlar buraya gelenlerin kaçta kaçı? Çok azı..."

Süleyman, Ağrı'dan Kanada'ya son 3-4 yıl içinde 20 bine yakın genç geldiğini söylüyor. "Hepsi mi siyasi baskı gördü bunların? Hayır. Ama hepsinin savunması ya da dilekçesi aynı. İşkence gördüklerini ve siyasi baskıya maruz kaldıklarını söylüyorlar. Mesela sosyal medyada ceza alacağı paylaşımı yapıyor, dava açılıyor mahkeme tutanağını alıp geliyor buraya. Sosyal medya paylaşımından dolayı baskı görmüyor. İltica etmek için böyle bir paylaşım yapıyor birçoğu. Hepsinin savunmasında işkence gördüklerini, baskı gördüklerini anlatan ifadeler var. Bence bu, gerçekten bu baskıları, zorlukları yaşayanların da iltica konusunu zorlaştırıyor. Ama açık diyeyim. Bu davalara giren hiçbir Kanada savcısı Türkiye'ye gezmeye gelmez. Sırf ülkeyi terk etmek için gelenler bin türlü hikaye anlatıyor. Kanada mahkemeleri de ciddiye alıyor tabii."

Sınırı geçenler şanslı sayıyor kendisi. Ancak sorun bununla bitmiyor. Sınırı geçenlerin önemli bir çoğunluğu hayata tutunamıyor. İkinci yazımızda umduğunu bulamayanların öyküsünü inceleyeceğiz.  

II: Umduğunu bulamayanlar

Yurtdışına her göç, daha iyi bir yaşam hayaliyle gerçekleşiyor. Sosyal medya hesaplarında parıltılı hayatlar paylaşılsa da böyle bir hayale göç edenlerin çok azı ulaşabiliyor.

Yurtdışına göçenler, binbir zorluğu göze alıyor. Kimi aylarca mülteci kamplarında kalıyor, kimi binlerce kilometre yürüyor ya da kaçak yollardan sınırları geçmek zorunda kalıyor. Ancak Türkiye'den gidenlerin ortaklaştığı nokta, geride bırakılan hayatların, yenisini kurmaya her zaman yetmediği. 

Birçok kişinin aklındaki soru: Değiyor mu?

Yanıtlar, elbette, muhtelif. Zira soru bir yanıyla çok bireysel ve ne aradığınızla da ilişkili. Ancak özellikle pandemiden sonra göç edenler, giderek daha fazla aynı hissiyatta buluşuyor:

Düş kırıklığı.

Bir önceki yazımızda sınırı geçenlerin yaşadıkları zorluklara yakından bakmaya çalışmıştık. Bu yazımızda da yurtdışında yeni bir hayat arayanların arayışlarına yakından bakacağız. Örneğimizdeki ülke, sosyal medyada en çok paylaşımı yapılan ülkelerden Kanada. 

'Önemli bir kısmı furyaya kanıp geliyor'

Kenan, Kocaeli'nden gitmiş Kanada'ya. Türkiye'de Kanada hakkında çok fazla sosyal medya paylaşımı yapıldığı ve buraya gelmeden önce insanların bu videolardaki paylaşımları ciddiye aldıklarını belirtiyor. 

Kenan'a göre, Türkiye'den yurtdışına, özellikle Kanada'ya gelenler üçe ayrılıyor. 

"Birinci sırada furyaya kapılıp gelenler var. 'Vay efendim her şey dört dörtlük, insanlar işlerde güzel paralar kazanıyor, devlet yardım ediyor' falan diye. Bu ekip ilk hayal kırıklığına uğrayanları oluşturuyor genelde. Zaten geri dönenlere bakınca en çok 'kandırmışlar bizi' tarzı şeyler duyuyorsunuz bunlardan. 

"İkinci grup, ki büyük çoğunluk bunlar, ekonomik nedenlerle gelenler. Bunlar da kendi içinde ikiye ayrılıyorlar. Zaten halihazırda maddi durumu iyi olanlar ve 'ne işim var Türkiye'de' diyenler ve çocuğuna ayakkabı dahi alacak parası olmayanlar. Bunlardan parası hiç olmayanlar karnını doyuracak bir iş bulursa direniyor. Diğerlerinin zaten öyle bir derdi yok. Mesela burada Ağrı'nın en zengini de var en yoksulu da. Her ikisine de sorsan ekonomik nedenlerle geldim diyor. 

"Sonuncusu da ideolojik veya siyasi nedenlerle gelenler. Bunlar gerçekten küçük bir azınlık. Zaten bu tür isimler az çok tanınan ve farklı muamele gören insanlar. Geri dönmeyi çok isteyip dönemeyecek isimler."

'Herkes Diyarbakırlı pizzacı hikayesine aldanıyor ama gelince orada garson dahi olamıyor'

Murat Bingöl'den gitmiş Kanada'ya. Bir süre ABD'de kalmış ancak orada tutunamayınca yine Kanada'ya dönmüş. Söyleşiye "kurulu düzenimiz var" espirisiyle başlıyor ve gülerek anlatıyor: "Hani bu Almancılar, Avrupacılar der ya sürekli 'Kurulu düzenimiz var yavrum, yoksa dönerdik' diye... Hah işte! Bizde o da yok. Ben daha önceleri İstanbul'da tekstil işinde çalıştım. Olmadı, tutmadı, sonra Avrupa hayaline kapıldım. Önce Almanya'ya gittim. Baktım yok orada piyasa kötü, geri döndüm Türkiye'ye. Benim memleket Karlıova. Köyde birkaç ineğimiz vardı. Sattım onu işte. Verdik parayı aracılara, Amerika'ya geldim. Sonra da Kanada. Şimdi burada kalmaya çalışıyorum. Geri de dönemiyorum. Borcum var. Sıkıştım kaldım.

Murat da "furya" diyor. Furya kelimesi çok tekrar ediliyor. Türkiye'den yurtdışına çıkan kişilerin ilk aldandığı şeyin sosyal medyadaki tanıtım videoları olduğunu söylüyorlar. Buna da furya diyorlar kendi aralarında. 

Murat "furyayı" anlatırken şöyle diyor: "Mesela şimdi yaz Youtube'a New York pizzacı, Kanada evsizler pizza falan. Diyarbakırlı pizzacıyı görürsünüz. Aralarında yüz binlerce tıklanan, ana haberlere yansıyan görüntüler var. Şimdi baksan ben de gelirken 'ulan acaba' demedim değil. Sonuçta sokakta kalan adamdan pizza zincirine bir patron hikayesi var. Şimdi bırak pizza dükkanı açmayı, ben pizzacıda garson dahi olamadım. Dil bilmiyorum diye.

"TikTok, Youtube, Instagram gibi kanallar üzerinden bir furyadır gidiyor. Ama işin aslı gerçekten öyle değil. Hele hele bu işin ticaretini yapanlar, Türkiye'den bilet satanlar, aracılar vs daha büyük yalanlar söylüyor. Buraya gelirken dinlediğim şeyler arasında sanırım gerçek çıkan tek şey Kanada'nın soğuk olması. Onun dışında bir şey yok."

'Millet kiliselerdeki erzak yardımı için sıraya giriyor'

Murat'ın anlatılan efsaneler arasında tek gerçeğin Kanada'nın soğuk olması espirisine hepsi aynı anda gülümsüyor. Söyleşimizi çevrimiçi bir platform üzerinden yapıyoruz. Bir önceki ekiple yaptığımız sohbet gibi bunda da "Aman abi ekran görüntüsü alma, eşimiz dostumuz görse rezil oluruz" diyorlar. Kimisi güvenlik kaygısı taşıyor esas olarak çünkü hâlâ kaçak çalışanlar var aralarında, kimisi mahcubiyetle söylüyor bunu. 

İçlerinden biri de Fecri. Fecri, Adıyamanlı. Depremden sonra Kanada'ya gitmiş. "Ben en son gelenlerdenim abi" diye anlatırken Murat ve Kenan da gülüyor bir yandan "O kadar da gelme dedik" diye. 

Fecri, çaresiz. Depremde evi yıkılmış. Çekirdek alesinde kayıp yok ama onlarca akrabasını ve yakınını kaybetmiş. Normalde esnafken işsiz kalmış bir gecede ve çareyi Kanada'ya gitmekte bulmuş. Fecri sosyal medyada gösterilenlerle gerçekler arasındaki ayrımı anlatırken gayri ihtiyari laf arasında "furya" kelimesini tekrar ediyor.

"Ben gelirken işte bir sürü şey. Sanki Kanada'ya değil de uzay mekiğine gidiyoruz. İşte 'teknoloji şöyle, hayat böyle mükemmel, efendim iş şöyle çok, günde eline 200 Kanada doları para geçiyor, devlet kira desteği sunuyor' diye bir sürü şey dediler. Lafı uzatmayayım ama kazın ayağı öyle değilmiş abi. 

"Mesela kısa kısa anlatayım. Burada Kanada devletinin verdiği yardım parası 735 Kanada doları. En ucuz 1+1 ev kirası 1200 dolardan başlıyor. 735 doların da yarısı kira yarısı, erzak yardımı geçiyor. Millet kiliselerdeki erzak yardımı için sıraya giriyor böyle olunca. Mesela iki kişinin mutfak masrafı en az 500-600 dolar. Hani onda da makarna bulgur yersen o kadar. Et olsun, tavuk olsun dersen 700 dolardan aşağı kurtarmaz. Dışarda ekmek arası yanına bir içecek 15 dolardan aşağı varsa haber versin gideyim. Günde bir öğün dışarda yesen ayda 450 dolar ediyor. 

"Ha, unutmadan. Eğer bir kira kontratın yoksa bu yardımdan yararlanamıyorsun. O yüzden ev sahibini ikna edersen bir evde 6-7 kişi kalarak bunu ayarlarsın. Ben bu gözlerle bir evde 14 kişinin kaldığı yerler gördüm."

'Nerde bu elçilik, gidip kapısında yatayım bari'

Yevmiyeler, işten işe değişiyor. "En kârlı iş inşaatta çalışmak" diyorlar. "Saatine 20 dolara kadar para alabiliyorsun" diyor çalışanlar, fakat "matematik hesabıyla iyi para ama iş öyle değilmiş" diye ekliyorlar. 

Kenan inşaatlarda çalışıyormuş bir süredir. "Kışın gelmesiyle işler durdu" diyor. "Mesela şimdi saati maksimum 20 dolar. Genelde 14-15 ya da 16 dolara çalıştırıyorlar. Hadi diyelim ki 20 dolardan iş buldun. Hadi diyelim gücün kuvvetin yerinde günde 10 saat çalışıyorsun. Hadi diyelim ki kira derdin yok, mutfak derdin yok, telefon giderin yok. Ne bileyim tüm para sana kalıyor gibi düşün. Öyle bile olsa burada kış mevsimi gelince duruyor işler. Mesela ben boyacıyım. Kışın en fazla duvar örebilirim. Şu an gündüz saatinde -15 derece hava. Boya falan yapılmıyor. Yapmıyorlar yani iş iyi olmaz diye. Şimdilerde ufak ufak fabrikalara döndü iş arayışı. Daha düşük ama en azından geliri düzenli diye bakıyorlar. Esas mevzu burada kazanıp Türkiye'de harcamak. Ama biz burada eğer kazanabilirsek kazanıp hem burada harcıyor hem Türkiye'ye göndermeye çalışıyoruz. Emekçi adama cehennem burası. Mesela geçenlerde biri bana diyor ki 'abi nerde bu Türkiye elçiliği, bari gidip kapısında yatayım, gidecek yerim yok'. Adam hayallerle gelmiş buraya ev verecek devlet falan. Burada benim bildiğim 3 elçilik binası var farklı şehirlerde. Belki daha fazla. Buralara sığınanlar oluyor. 'Gitmeyin' dedim ben de, 'yatırmazlar kapısında'." 

'Haber olmuyor ama çok fazla intihar eden oluyor'

Murat bir başka sorundan söz ediyor. Her şeyini bırakıp, gelip, geriye dönüş imkanı olmayanların intiharlarından. "Sayısı artıyor abi. İnsanlar naçar kalıyor. Kanada'da akrabası olanlar duyuyor böyle şeyleri mesela. Herkesin dilinde, kulağında var böyle haberler ama hiç televizyonlara falan çıkmıyor."

Murat örnekleri anlatırken ayrıntılara giriyor. İşin bu kısmı can sıkıcı. Umutsuzluğun büyüdüğü yerde intiharların çözüm gibi olmasından endişe ediyor her biri. 

'Arabasını satıp dönüş bileti alanlar var. Dönenlere tören yapıyorlar'

Bazı gurbetçilerin geri dönüş çabasına girdiklerinden söz ediyor Fecri. Geçen gün önüne düşen bir ilanı gösteriyor. "Abi bunun gibi yüzlerce paylaşım var. Kimisi artık arabasını satıyor ve dönüş bileti almaya çalışıyor. Kimse de 'Abi ne yapıyorsun gitme' demiyor. 'Aklı başında olan çekip gider' diyor."

Murat sözü uğurlama törenlerine getiriyor. Murat hep güleç yüzlü, gülüyor bir yandan. "Abi biliyor musun geri dönenlere artık tören yapıyorlar" diyor.

Nasıl bir tören diye soruyorum, anlatıyor: "Yok yahu öyle büyük şeyler düşünme. Bayağı bayağı gidip bir araya geliyorlar ve dönenlere 'kurtuldun' tarzı bir uğurlama yapıyorlar. Hatta elçiliklerde dönüş işlemleri için her gün 15-20 kişi başvuru yapıyor diyebilirim. Geçen gün duydum. Bu geçici evraklar veriliyor ya hani buraya gelenlere. O konuda artık biraz yavaştan alıyorlarmış. Çünkü birçoğu geldiği zamanın ilk ayı dönmeye karar veriyor. O yüzden de evrak verirken geciktiriyorlar diye duydum. Hızlıca geri dönenler için boşuna evrak vermesinler diye."

Avrupa hayallerinin önemli bir kısmının artık umduğunu bulamayanlar tarafından hüsranla sonuçlandığından söz ediyorlar. Kırılma noktasının pandemi olduğunu söylüyorlar. Dünyanın koca bir emek cehennemine dönüştüğü bir dönemde birçokları için Türkiye'den çekip gitmenin sadece sorunların mekanını değiştirdiği görülüyor. 

Murat "keşke mülteci kampı olsaydı yakında" diyor bunu anlatırken, "Kanada'da mülteci kampı çok yaygın değil. Sanırım yok. Keşke olsaydı bari bir kap yemek yer kalacak yer bulurdu insanlar".

Bir yandan da son 6 aydır her şeyin gerçek yüzünü anlatan videoların da ufak ufak yayıldığını söylüyorlar.

Yazı dizimizin son bölümünde geri dönenlerle konuşuyoruz. Bir sonraki yazıda geri dönen, ancak bıraktığı yerden başlayamayanların öyküsüne bakacağız. 

Özkan Öztaş / soL-Özel

Antalya kent merkezi afet riski altında! + Yazılı Kanyon’da tepki çeken yapılaşma - Yusuf Yavuz / soL


Antalya kent merkezi afet riski altında! 

AFAD’ın raporuna göre Boğaçayı’nın yüksek taşkın debisine ulaşması durumunda Antalya Limanı, Hurma, Sarısu, Liman mahallelerini de kapsayan 1620 hektarlık alan su altında kalma riskiyle karşı karşıya.

Geçen hafta sonu sağanak yağış ve fırtınadan etkilenen Antalya’da caddeler göle döndü, Düden Çayı taştı, tarihi yat limanında bir tekne battı, birçoğu da ağır hasar gördü. Yetkililerin ilgisizliğinden dert yanan balıkçılar ve tekne sahipleri yaralarını sarmaya çalışırken yaşananlar kentin aşırı iklim olaylarına karşı ne kadar dirençsiz olduğu da ortaya çıktı. AFAD’ın hazırladığı İl Afet Risk Azaltım Planı (İRAP) raporunda, Antalya’da taşkın, sel ve fırtına gibi afetler açısında en fazla risk altında olan bölgenin kent merkezi olduğu belirlendi. Ancak uyarı ve tespitlere rağmen yeterince tedbir alınmaması kent merkezi ve çevre yerleşimleri aşırı iklim olayları karşısında daha kırılgan hale getiriyor.

AFAD’ın 2021’de hazırladığı Antalya İRAP raporuna göre, 1974-2020 arasında en fazla taşkın yaşanan bölge kent merkezini oluşturan ilçeler. Saatte 60 km ve üzeri rüzgâr hızının fırtına olarak değerlendirildiği raporda, kent merkezinde ölçülen en yüksek rüzgâr hızının saatte 155 km. olduğu kaydedilirken 1974-2020 arası Alanya’da 51, kent merkezinde 28 fırtına afeti kaydedildiği bilgisine yer veriliyor.

Boğaçayı'nda yaşanacak taşkın 1620 hektarda etkili olacak

Kent merkezinde bulunan Düden Çayı ve Boğaçayı’nın taşkın senaryolarına da yer verilen raporda, “Meydana gelen taşkın afetleri hem ilçe bazında daha hem de dere bazında incelenmiştir. İlçe bazında yapılan analiz neticesinde taşkın afetinin en fazla Antalya merkez ilçelerinde (Konyaaltı, Muratpaşa, Kepez, Aksu ve Döşemealtı) oluştuğu görülmüştür. Boğa Çayı Q100 (taşkın debisi) değeri 1355 m3 /s, Q500 değeri 1892 m3 /s’dir. Q100 dikkate alındığında muhtemel taşkın riski altında bulunan alanının 1530 ha, Q500 dikkate alındığında ise muhtemel taşkın riski altında bulunan alanın 1620 ha olduğu belirlenmiştir” tespitine yer veriliyor.

Antalya Limanı ve yerleşimler taşkından etkilenecek

DSİ verilerine göre hazırlanan taşkın senaryosuna da yer verilen rapora göre, Boğaçayı’nın yüksek taşkın debisine ulaşması durumunda etkilenecek 1620 hektarlık alan içerisinde stratejik öneme sahip olan Antalya Limanı ile akaryakıt tesislerinin yanı sıra Hurma, Sarısu ve Liman mahalleleri ile Gürsu Mahallesi’nin batı kesimi taşkın riski altında. AFAD raporunda yer verilen senaryoya göre Boğaçayı’nda taşkın riski altındaki bölge, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin ikinci etabını gerçekleştirmeyi planladığı Boğaçayı Projesi’nin uygulanmak istendiği alanı da kapsıyor.

                                    Boğaçayı 2. etap proje alanı ve taşkın senaryosu

Düden Çayı taşkını Muratpaşa'nın yarısını etkileyecek

Düden Çayı’nda yaşanması muhtemel yüksek debili taşkında ise Muratpaşa ilçesinin büyük bölümü ile Havaalanı yolu taşkından etkilenecek yerler arasında gösteriliyor: “Düden Çayının Q100 değeri 216 m3 /s, Q500 değeri 267 m3 /s’dir. Q100 dikkate alındığında muhtemel taşkın riski altında bulunan alanının 869 ha, Q500 dikkate alındığında ise muhtemel taşkın riski altında bulunan alanın 2592 ha olduğu belirlenmiştir.”

Antalya'nın sel riski: Bir günde bir yıllık yağış

Antalya il merkezinde ölçülen 24 saatlik en yüksek toplam yağışın 330 mm olduğu bilgisine yer verilen raporda, bu değerin İç Anadolu Bölgesi’nin yıllık yağışın toplamına eşit olduğu kaydedilerek şu bilgilere yer verildi:

“İlimizin ortalama yıllık toplam yağışı 1085 mm olarak ölçülmektedir. Akdeniz’e kıyısı olan Alanya ve Manavgat ilçelerinde bu değer bir 1100 mm’nin üzerine çıkmaktadır. Ortalama aylık toplam yağışın 100 mm ve üzerinde gerçekleştiği Kasım, Aralık, Ocak ve Şubat aylarında yıllık toplam yağışın yaklaşık %80’i gerçekleşmektedir. Bu nedenle bu aylarda oluşan yağışlar yüksek derecede sel oluşturma potansiyeline sahiptir. Sel oluşumuna neden olan, kısa süreli şiddetli yağışlar ilimizde sıklıkla yaşanmaktadır. Meteoroloji 4. Bölge Müdürlüğü’nden temin edilen Ani Değişim Raporları kullanılarak 1975 – 2020 yılları arasında İlimiz Merkezi ve İlçelerinde oluşan sel afetleri belirlenmiştir. Sel afetine en yoğun şekilde maruz kalan ilçeler, merkez ilçeler ile sırasıyla Alanya, Kaş, Manavgat, Demre ve Finike ilçeleridir. İncelenen 45 yıllık dönemde meydana gelen sel afetlerinin %55’i son 10 yılda, %75’nin ise son 20 yılda meydana geldiği görülmüştür. Bu da son yıllarda iklim değişikliğine bağlı olarak yağış rejiminde meydana gelen değişimin önemli bir göstergesidir.”

Fırtınanın vurduğu kentte tespit var, tedbir yok

Antalya’da geçtiğimiz hafta sonu etkili olan ve Yat Limanında bir teknenin batmasına, çok sayıda teknenin de ağır hasar görmesine neden olan fırtınanın ardından limanın yönetiminden sorumlu kurumlar yeterince önlem almamakla eleştirilmişti. AFAD’ın hazırladığı İRAP raporunda kentin fırtınaya karşı da hassas olduğu bilgisine yer veriliyor:

“Meteoroloji 4. Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre İlimizde sıklıkla meydana gelen afetlerden biri de kuvvetli rüzgârlar ile oluşan fırtına afetidir. Antalya Merkez’de ölçülen en yüksek rüzgâr hızı 155 km/saat olarak kayıtlara geçmiştir. Fırtına olarak değerlendirilebilecek 60 km/saat rüzgâr hızı ve üzerindeki değerler ilimizde özellikle Akdeniz kıyılarında yoğunluklu olarak görülmektedir.”

Alanya'da 58, Antalya kent merkezinde 28 fırtına afeti yaşandı

Rapora göre 1975-2020 tarihleri arasında Alanya’da 58 fırtına afeti kayıtlara geçerken il merkezinde 28, Manavgat’ta 13, Kaş’ta ise 9 olarak kaydedildi. Bu süre içinde Finike ve Kumluca’da 8, Gazipaşa’da ise 5 fırtına afeti kayıtlara geçti.

Kumluca yolundaki heyelanın nedeni AFAD raporunda

Antalya- Kumluca yolunun Yazır Mahallesi’ndeki kesiminde Şubat 2018’de yaşanan heyelan, yolun aylarca trafiğe kapalı kalmasına neden olmuştu. AFAD’ın hazırladığı raporda Yazır Mahallesi’nin heyelan riskine de dikkat çekilerek yaşanan heyelanın nedenlerine de yer veriliyor.

                     Kumluca Yazır Mahallesi'nde 2018'de yaşanan heyelan sonucu yok çökmüştü.

Yazır Mahallesi’nde 1970-1985 arasında yaşanan heyelanlarda 19 konutun etkilendiği bilgisine yer verilen raporda şu bilgilere yer veriliyor:

“Son olarak; 25.02.2018 tarihinde, Antalya-Kumluca D-400 karayolunun 18. km’sinde 7 konutun bulunduğu bölgede, yoğun yağış ve yol yapım çalışmalarının tetiklemesi sonucu meydana gelen heyelan büyük hasara sebep olmuştur. Düzenlenen 01.06.2018 tarihli raporda; yol çalışmalarında yapılan dolgu malzemesi ağırlığının mevsimsel yağışlarla eğimli arazide bulunan gevşek malzemenin stabiltesini bozması sonucu heyelanların meydana geldiği, 7 konutun acilen boşaltılması gerektiği inceleme alanın jeolojik, topografik ve iklimsel koşulların yeni heyelanların oluşmasına elverişli olması nedeniyle Karayolları Genel Müdürlüğünce ivedi şekilde önlemlerin alınması gerektiği belirtilmiştir.

Yazılı Kanyon’da tepki çeken yapılaşma

Isparta’daki Yazılı Kanyon Tabiat Parkı’nda 2021’de çıkan orman yangınından zarar gören alanda kırsal turizmi geliştirmek amacıyla kır evleri ve restoran inşa edilmesi ziyaretçilerin tepkisini çekti…

Isparta’nın Sütçüler ilçesinde bulunan Yazılı Kanyon Tabiat Parkı’nda yapılaşmaya gidilmesi ziyaretçilerin tepkisini çekti.

Antik çağın ünlü bilgesi Epiktetos’a adanmış bir yol anıtının yer aldığı kanyonda Ağustos 2021’de orman yangını çıkmıştı. Kır evleri ve restoran gibi ünitelerden oluşan yapılaşmanın bir kısmının yanan alanlarda uygulanması dikkat çekiyor. Yetkililer, söz konusu yapılaşmanın 2014 yılından onaylanan Yazılı Kanyon Tabiat Parkı Yönetim Planı kapsamında uygulandığını, projeyle ilgili onayın ise orman yangınından önceki yıllarda verildiğini dile getirdi.

Isparta’nın Sütçüler ilçesinde bulunan Yazılı Kanyon Tabiat Parkı, adını kanyon içerisindeki antik yol anıtından alıyor. Antik çağın ünlü bilgesi Hierapolisli (Pamukkale) Epiktotas’a adanan bir şiirin kazındığı kaya anıtının bulunduğu açık hava tapınağı, kanyonun en görkemli bölgesinde yer alıyor.

400 metreyi bulan etkileyici kayalıklar

Barındırdığı zengin doğal miras, içinden Göksu Deresi’nin geçtiği Yazılı Kanyon’un 1989 yılında Tabiat Parkı olarak tescil edilmesini sağladı. Yer yer 400 metreyi bulan dik kayalıkların çevrelediği kanyon, yakın zamana kadar nesli tehlike altındaki kızıl akbabaları için de önemli bir yaşam alanıydı. İçerisinde arkeolojik sit alanlarını da barındıran Yazılı Kanyon Tabiat Parkı 600 hektarlık alanı kapsıyor. Ancak kanyonun yakın çevresinde açılan mermer ocakları bölgenin bu önemli doğal ve kültürel miras alanını ablukaya almış durumda.

Tabiat parkının yönetim planı 2014'te hazırlandı

Son yıllarda doğal ve kültürel miras alanlarına ilginin artmasıyla birlikte Yazılı Kanyonun ziyaretçi sayısında da önemli ölçüde artış gözleniyor. Ancak bu ilgi, aynı zamanda yeni yapılaşma taleplerini de beraberinde getiriyor. Milli Parklar Kanunu gereğince 2014 yılında yönetim planı hazırlanan Yazılı Kanyon’da ziyaretçi trafiğini yönetmek ve kullanım koşullarını belirlemek için yapılan çalışmalar kapsamında kır lokantası ve konaklama ünitelerinin yapılması da gündeme gelmişti.

Yetkililer yapılaşmanın plan kapsamında olduğunu söyledi

Milli Parklar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan ihale ile işletmesi özel bir girişimciye verilen Yazılı Kanyon Tabiat Parkı’nda başlatılan yapılaşma kimi ziyaretçilerin tepkisini çekmeye başladı. Kır lokantası, satış üniteleri ve konaklama amaçlı kır evlerinden oluşan yapılaşmayla ilgili görüşüne başvurduğumuz milli parklardan sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığı 6. Bölge Müdürlüğü yetkilileri, yapılaşmanın onaylı yönetim planında öngörüldüğü şekilde uygulandığını dile getirdi.

Yapılaşmaya 'proje yangından önce onaylandı' yanıtı

Yazılı Kanyon Tabiat Parkı sınırları içinde Ağustos 2021’de orman yangınından zarar gören alanlarda da yapılaşmaya gidilmesiyle ilgili sorumuzu da yanıtlayan yetkililer, söz konusu projenin orman yangınından önceki dönemde onaylandığını kaydediyor. Daha önce onaylanan projenin revize edilerek uygulamasına geçildiği belirtildi. Edindiğimiz bilgiye göre tabiat parkı içerisindeki yoğun mangal dumanını engellemek ve ziyaretçi trafiğini daha kontrollü hale getirmek amacıyla yapıldığı savunulan projenin, 20 kişiyi aşmayacak şekilde konaklama ihtiyacını karşılayacak şekilde tasarlandığı öğrenildi.

TKDK'dan 'çiftçilik faaliyetlerinin geliştirilmesi' desteği

Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) tarafından işletmeciye verilen hibe desteği ile inşa edildiği öğrenilen projenin 11 ay içinde tamamlanması planlanıyor. TKDK tarafından ‘Çiftlik Faaliyetlerinin Geliştirilmesi ve İş Geliştirme’ tedbiri kapsamında ve ‘Kırsal Turizm ve Rekreasyon Faaliyetleri’ alanında verilen hibe desteğinin yüzde 75’i AB fonundan yüzde 25’i ise devlet tarafından karşılanıyor.

 Yusuf Yavuz / soL



Bir kayyım dekan! - Rıfat Okçabol / soL

Üniversitelerde kayyım rektör/dekan/akademisyen olmayı içine sindirenler oldukça, üniversitelerin ‘üniversiteleşmesi’ mümkün olmayacak!

Yaklaşık 1,5 yıldır kayyım dekanlık yapan bir akademisyen, (büyük olasılıkla yoksul ya da dar gelirli bir aile çocuğu olarak) teknik lisede okumuş. 1985’te Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nden mezun olmuş. Milli eğitim bakanlığından aldığı bursla, ABD’nin sayılı üniversitelerinden Columbia Üniversitesi’nde master ve doktora yapmış. 1992’de yurda dönüp İstanbul Üniversitesi’nde göreve başlamış.

Nitelikli eğitimden geçen bu akademisyen nedense, Türkiye Diyanet Vakfı’nın 1996’da yayınlatıp 15. Milli Eğitim Şurası üyelerine bedava dağıttığı ‘Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif ‘adlı kitabın 7 yazarından biri olmuş. Aşağıdaki alıntılardan anlaşılacağına göre, bu kitap, laik, bilimsel ve kamusal eğitim karşıtı, piyasacı ve gerici içerikte olan bir kitaptır:

  • Devlet, dini devlet hayatından sosyal bünyeden çekmek kararında olduğu için, klasik eğitim kurumları olan sübyan mekteplerini, medreseleri ve halk eğitimi açısından geçmişte büyük işlev görmüş olan tekkeleri kapatıp ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumlarını Maarif vekaletine bağladı (s.24).
  • Bilhassa Cumhuriyetin ilk döneminde eğitim kurumlarına hakim kılınan bu tarih anlayışı, milli şahsiyet ve kimliğin gelişmesinde göz ardı edilemeyecek zihni travmalara sebep olmuş bulunuyor (s.40).
  • Esasen bu üç kanunun (Öğretim Birliği, Evkaf ve Şeriye Vekaletinin kapatılması ve Hilafetin kaldırılması) kabulüyle seçilen yeni eğitim felsefesinde “dini terbiye ve dini ahlakın terkiyle milli terbiye ve milli ahlakın kabulü” gibi son derece önemli bir prensip itibar bulmuştu. Tedrisatın tevhid edilmesi ise eğitimde çok başlılığın önlenmesinden ziyade temel eğitim felsefesinin tekçi ve standart hale getirilmesi amacına yönelmişti (s.47).
  • Başlangıçta anlamlı olan unsurlar basmakalıp hale gelip içini boşaltırlar: bugün ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünülmeden tekrarlanan “çağdaş uygarlık düzeyi”, “Atatürk İlkeleri”, “Cumhuriyet” gibi sembolik ifadeler bu duruma örnek gösterilebilir (s.112).
  • Anayasal açıdan, Kuran kurslarının zorunlu eğitime dahil edilmemesi demek, fiilen din eğitimi hakkının ortadan kaldırılması anlamına gelecektir (s. 150).
  • İmam Hatip’e karşı çıkanlar ise şunu demektedir. Şayet bu çocuk İmam Hatip Lisesine değil normal liseye gitse, ben onu ailesinden aldığı dini terbiyeden uzaklaştırabilirim. Bu laiklik değil resmen, dinsizliktir (s.161).
  • Özel okulların yaygınlaşması ile bölge düzeyindeki gelişmelere ve ihtiyaçlara cevap verecek yeni tip okullar meydana gelebilir. Özel okullar daha fazla akademik serbestliğe sahip olurlar. Ayrıca, özel okul programları daha çok, öğrencilerin ihtiyacını karşılamaya yönelik olacaktır (s.270).

Bu akademisyen doçentlik yıllarında, genelde laik ve bilimsel eğitime önem veren Özel Okullar Derneğinin düzenlediği eğitim sempozyumlarının sekreterliğini yürütmüş. Liberal dergi ve gazetelerde yazıları yayınlanmış. Bu akademisyen, yazılarının beğenilmesi ya da ‘Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif ‘adlı kitabın yazarlarından olması nedeniyle, Fetö’ye yakın olduğu bilinen Hüseyin Çelik tarafından 2006’da Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) başkanlığına getirilmiş. Onun TTK başkanlığı zamanında;

  • “Öğrencilerin dershaneye gitmesini önleyeceğiz” söylemiyle Ortaöğretime Geçişi Sınavı yerine, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) getirilmiştir. Danıştay SBS’de yer alan ve nesnel bir ölçüt olmayan ‘davranış notunu’ iptal etmiştir.
  • SBS’de, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinden soru sorulmasına başlanıp farklı inançta olanlar Sünni bilgiler edinmek zorunda bırakılmıştır.
  • SBS’de yabancı dil dersinden de soru sorulmasına başlanarak, yoksul oldukları için nitelikli okullarda okuyamayıp yeterince yabancı dil öğrenemeyenlerin öğrenimlerine devam etme şansı azaltılmıştır.
  • SBS’de DKAB ile yabancı dilden soru sorulması, önceki yıllardan çok daha fazla öğrencinin dershaneye gitmesine yol açmıştır.

Bu akademisyen, kendisinden beklenenleri yerine getirince de, 2008’de TTK başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kalmış. Bu akademisyen, ülkenin görüp göreceği en gerici eğitim yasası olan 4+4+4 yasasını beğendiğini de açıklamış: 27 Haziran 2012 günü yandaş bir dergide yazdığı yazıda, “Sekiz yıllık ilköğretimi iki kademeye ayırıp İlkokulların ve ortaokulların yeniden açılmasını sağlayan kanuni düzenlemeyi (4+4+4) çok yerinde bulmuştuk. Gerçekten de 1924 yılında kurulan ama 1997 yılında geçen zorunlu eğitim yasasıyla bozulan okul sistemi bu yeni düzenlemeyle restore edildi adeta1 diyebilmiş.

Bu arada, ‘Çağdaş Eğitim Sistemleri’, ‘Öğrenmek Gelişmek Özgürleşmek’ ve ‘Eğitimde Değişim Yöntemleri’ gibi kitaplar yazmış ve bir derginin 2014 yılında düzenlediği organizasyonda ‘Yılın Eğitimci Akademisyeni’ seçilmiş. Ancak bu akademisyen, AKP iktidarının taşeronluğunu bir kez daha kabullenmiştir. Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) öğrenci, personel ve akademisyenleriyle 2021’den beri kayyım rektöre ve bu rektörle işbirliği yapanlara direndiğini bile bile, BÜ’nün eğitim fakültesine kayyım dekan olarak atanmayı içine sindirebilmiştir!

‘Öğrenmek Gelişmek Özgürleşmek’ başlıklı bir kitap yazmış bir kişinin, özgürlük karşıtı olduğunu gösterip kayyımlığı kabul etmesi, daha da şaşırtıcı oluyor. Çünkü kayyımlığı kabul etmesi, akademisyenlerin özgür olup kendi yöneticilerini seçmesine karşı olduğunu, bir kişinin tüm üniversitelere rektör atamasını ve 21 kişilik YÖK’ün de tüm fakültelere dekan atamasını benimsediğini gösteriyor. BÜ Eğitim Fakültesi akademisyenleri, ilgili toplantılarda bu kayyım dekanın yüzüne karşı, kendisini istemediklerini söyleseler de, o işi pişkinliğe vurup aldırmıyor!

Kayyım dekan, 18 Ağustos 2022 günü BÜ’nün web sayfasında da yayınlanan bir röportajda, “Boğaziçi Üniversitesi’nin ‘Türkiye’de bir üniversite’ olmanın ötesinde ‘Türkiye’nin bir üniversitesi’ olması için atılacak önemli adımlar vardır” diyebiliyor! BÜ Eğitim Fakültesi bölümlerinin düzenlediği ‘Öğretmenler Günü’ne bile çağrılmayan kayyım dekana sormak gerekiyor! BÜ’yü Türkiye’nin bir üniversitesi yapmak için,

  • Anadolu Üniversitesi’nde olduğu gibi, müftülüğe kız öğrenciler için fıkıh dersi mi verdireceksiniz?
  • Bazı öğrenci yurtlarında olduğu gibi, BÜ yurdunda da hadis, Osmanlıca dersleri, mi açacaksınız?
  • Gerici kuruluşlarla ve /ya da tarikatlarla işbirliği mi yapacaksınız?
  • Karma eğitime son mu vereceksiniz?
  • İstanbul Üniversitesine yaptığınız gibi, imamlar, hafızlar ya da meleler2 için ‘manevi rehberlik’ sertifika programı mı açacaksınız?

Bu kayyım dekan,

  • BÜ Eğitim Fakültesi bölümlerinin akademik olarak yeterli bulmayıp karşı çıktığı akademisyen adaylarının bölümlere atanmasını sağlamıştır. Bu usulsüz atamaların iptali için davalar açılsa da, kayyım dekan bu tür atamalara devam etmektedir. Hatta BÜ’nün geleneksel atama yöntemine aldırmadan, kendisinin hiç istenmediği BÜ Eğitim Bilimleri Bölümüne profesör olarak atanmasını kabullenmiştir! Böylece BÜ’nün bir geleneği daha bozulmuş, fakülteye tepeden inme doçent ve profesörler gelmiştir
  • BÜ Eğitim Fakültesi, geçmiş yıllarda, yeterinden fazla eğitim fakültesi öğrencisi olduğu, atanamamış on binlerce eğitim fakültesi mezunu bulunduğu ve formasyonla nitelikli öğretmen yetiştirilemeyeceğini açıklayan bir fakültedir. Bu nedenle, fakültede yıllardır formasyon programı açılmamıştır. Ancak bu fakültenin elemanları karşı olsalar da, kayyım dekan formasyon programını açmış ve formasyon derslerini kendi atadığı kişilere verdirmektedir.

Anlaşılan BÜ’yü Türkiye’nin bir üniversitesi yapmanın yolu, tüm akademik gelenek ve değerlerin yok edilmesinden geçiyor!

Üniversitelerde kayyım rektör/dekan/akademisyen olmayı içine sindirenler oldukça, üniversitelerin ‘üniversiteleşmesi’ mümkün olmayacak!

Rıfat Okçabol / soL

Dün "Bay Kemal" dedi, bugün rektör oldu: Erdoğan, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Rektörlüğüne Selman Öğüt'ü atadı! - T24

 Öğüt, katıldığı bir televizyon programında Atatürk ile ilgili, "Kemalizm virüstür. Mustafa Kemal Atatürk şu anda olsa, bu devirde yaşasa Tayyip Erdoğan'ı desteklerdi" demişti

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Selman Öğüt'ü atadı. Öğüt, 1 Aralık tarihli atama kararından bir gün önce, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ofisinde çekilen bir fotoğrafı paylaşıp Erdoğan gibi seslenerek, "Bay Kemal yeni ofisinde kabullere başlamış. İlk giden ise altılı masada oturmasına rağmen hâlâ adı bilinmeyen parti lideri ve arkadaşları"  yazmıştı. Bir dönem "AKP içindeki Pelikancı grubun önde gelen isimlerinden olduğu" iddia edilen Öğüt, TÜRKAD Başkan Yardımcısıyken, Erdoğan'ın damadı ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın 2020 yılında görevden alınmasının ardından Medipol Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırılmıştı. Öğüt'ün, 2015 yılında jüri üyelerini ve dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç'ı "kendisini yetersiz buldukları" iddiasıyla, Berat Albayrak'a mail atarak şikâyet ettiği Wikileaks belgeleri de gündem olmuştu. Öğüt, söz konusu mailde, "AK Parti iktidarından önce paraleli, masonu, ırkçısı doçentliğini jürileri ayarlayıp aldı. Yekta hoca sağolsun otomatiğe çevirdi" yazmıştı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı atama kararları, Resmi Gazete'de yayımlandı. Erdoğan'ın imzasıyla, 6 bakanlığa başmüfettiş atamalarının yapıldığı kararnamede, dört üniversiteye de yeni rektör atandı.

Erdoğan, İstanbul Esenyurt Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Selman Öğüt'ü atarken, İstanbul Okan Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Güliz Muğan'ı, Antalya Belek Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mehmet Yazıcı'yı ve Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İsmail Boz'u atandı.

Dün Kılıçdaroğlu'nun fotoğrafını paylaşıp "Bay Kemal" dedi

Erdoğan'ın, 1 Aralık tarihli kararnameyle İstanbul Esenyurt Üniversitesi Rektörlüğüne atadığı Öğüt'ün, atamadan bir gün önce, eski CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun ofisinde çekilen bir fotoğrafı paylaşıp Erdoğan'ın seslendiği gibi seslenmesi dikkat çekti. X hesabından 30 Kasım'da öğleden sonra paylaşım yapan Öğüt, "Bay Kemal yeni ofisinde kabullere başlamış. İlk giden ise altılı masada oturmasına rağmen hâlâ adı bilinmeyen parti lideri ve arkadaşları. Tabana dayanan siyaset yerine çıkar lobilerine bağlı siyaset yaparsanız sizi iki gün içinde unuturlar. Alında hiç var olmazsınız ama size varmışsınız gibi davranırlar" yazdı.

Duruşmadan önce Fincancı için de "Bu kadının görevden alınması lazım" demiş

Öğüt'ün, dün yaptığı paylaşımlar arasında, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınması kararıyla sonuçlanan mahkemeden önceki paylaşım da dikkat çekti. CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, "Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Merkez Konseyi ile Genel Merkezimizde bir araya geldik" diyerek makamından paylaştığı fotoğrafı alıntılayan Öğüt, duruşma başlamadan önce, "Burada sorulması gereken soru şu: Şerefli Türk Ordusuna iftira atan biri, nasıl oluyor da hala Türk Tabipler Başkanı sıfatını kullanabiliyor? Bu kadının görevden alınması için daha ne yapması lazım?"  yazdı. 

Berat Albayrak görevden alınınca, Medipol görevine son vermişti

Öğüt, doçentliği döneminde Türkiye Adalet Araştırmaları Merkezi (TÜRKAD) Başkan Yardımcısıyken, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın görevden alınmasının ardından Medipol Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı.

"Kemalizm virüstür; Atatürk, Erdoğan'ı desteklerdi" dedi

Öğüt, 2020 yılının Eylül ayında Haber Global'de Erhan Ertürk'ün sunduğu Müzakere programındaki sözleri ile de gündeme gelmişti. Programda Atatürk'ten konu açan Öğüt, "Kemalizm virüstür" demişti. Programın sunucusu Ertürk ise, "Atatürk devrimlerini tartışmaya açıyorsunuz bugün. Geri gelsin mi hilafet?"  diye sormuş ancak bu soruyu yanıtlamayan Öğüt, "Mustafa Kemal Atatürk şu anda olsa, bu devirde yaşasa Tayyip Erdoğan'ı desteklerdi" demişti. Öğüt, yayını terk ettikten sonra sosyal medya hesabından, "Provokatörden moderatör olmaz" diye yazmıştı.

Metin Cihan, "Yetenekli Bay Selman nasıl doçent oldu?" diyerek Wikileaks belgeleri paylaşmıştı

Gazeteci Metin Cihan da 2020 yılında, "AKP içerisindeki Pelikancı grubun önde gelen isimlerinden olduğu" iddia edilen Selman Öğüt'ün doçent olma süreciyle ilgili bazı iddialarda bulunmuş ve belgeler paylaşmıştı. 

Öğüt'ün 13 Ekim 2015'te, jüri üyelerinin ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç'ın kendisini yetersiz bulmasından sonra Erdoğan'ın damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'a gönderdiği şikâyet mailini paylaşan Metin Cihan, İleri Haber'deki habere göre, "Ekim 2015'te kendisini yetersiz bulan jüri üyelerini ve YÖK Başkanı Yekta Saraç'ı Berat Albayrak'a şikâyet ettiğini görseldeki wikileaks belgesinden biliyoruz. Sürecin devamını da araştırdım" demişti.

Öğüt'ün şikâyet mailinde, "Şimdi aynı işkence süreci tekrardan başlayacak. Bunun müsebbibi Yekta Saraç ve ekibidir. Otomatik jüri muhabbetini çıkardılar. İlk kurbanlardanım. AK Parti iktidarından önce paraleli, masonu, ırkçısı doçentliğini jürileri ayarlayıp aldı. Yekta hoca sağolsun otomatiğe çevirdi. Hakkımı helal etmiyorum" dediği görülmüştü. 

Albayrak'a şikâyetinin ardından eser inceleme kısmından geçen Öğüt'ün, mülakattan geçemediği ve bunun üzerine 'doçentlik üniversite tarafından verilsin' kampanyası başlattığı görülmüştü. Konuya ilişkin kişisel Twitter adresi üzerinden 2017 yılında paylaşımlar yapan Öğüt, "Doçentlik üniversitelere bırakılmalı hocam, profluk ve doktora gibi..." demişti.

Twitter'da kampanya başlatmasının ardından da doçent olamayan Öğüt, 2017'de kaleme aldığı bir yazısında, Cumhurbaşkanı ve dönemin YÖK Başkanı'nın kendisini desteklediğini belirtmişti. YÖK Başkanı tarafından doçentlik yönetmeliğinin değiştine ilişkin bilgi aldığını ifade eden Öğüt, "Sayın Cumhurbaşkanımız ve ardından YÖK Başkanımız konuyla ilgili açıklama yaparak değişimin gerekli olduğunu bildirdiler" diye yazmıştı.

Öğüt'ün hayali gerçek oldu: Süreç tamamlanmadan doçentlik unvanı!

Metin Cihan ayrıca doçent yönetmeliği yasasının TBMM'den geçmesinin ardından mülakat zorunluluğunun kaldırıldığını belirtirken, Öğüt'ün Mart 2018'de sürecin tamamlanmasını beklemeden televizyonda doçent unvanı kullanmaya başladığını şöyle ifade etmişti: "Ve nihayet TBMM'den yasa çıkıyor. Mart 2018'de Resmi Gazete'de yayınlanıyor. Tam da Selman Öğüt'ün istediği gibi eser aşamasından sonra mülakat zorunluluğu kalkıyor. Selman Öğüt sürecin tamamlanmasını beklemeden tv'de doçent unvanı kullanmaya başlıyor."

2019 yılında da Twitter üzerinden paylaşımlar yapan Öğüt, doçentlikten sonra profesör olmak için 5 yıl bekleme şartını 'garabet' olarak nitelerken, "YÖK asıl yapması gerekenleri ertelemekten vazgeçmeli" demişti.

Selman Öğüt kimdir?

1984 Mekke doğumlu olan Selman Öğüt, lisans eğitimini İstanbul Kültür Üniversitesi'nde tamamladı. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü Hukuk Bölümünden yüksek lisans derecesini aldıktan sonra aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Bölümü doktora programına girdi. 2013 yılında doktora derecesi alan Selman Öğüt, 2009-2014 yılları arasında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Temmuz 2014 itibari ile İstanbul Medipol Üniversitesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. "BM Güvenlik Konseyi'nin Yeniden Yapılandırılması" ve "Uluslararası Örgütlerin Sorumluluğu" adlı kitapların yazarı olan Öğüt'ün uluslararası hukukun farklı konuları ile ilgili yayınlanmış muhtelif makaleleri var.

2005-2006 yılları arası Erasmus Programı bursiyeri olarak Almanya'nın Trier Üniversitesi'ne gitti, 2009 yılında yine Almanya'da bulunan Bonn Üniversitesi'nin yaz okulu programına tam burslu olarak kabul aldı. Doktora çalışmaları için 2010 yılında Marmara Üniversitesi bursu ile London School of Economics'e gitti.

"Pelikan" iddiaları

Doçentliği döneminde Türkiye Adalet Araştırmaları Merkezi (TÜRKAD) Başkan Yardımcısı olan Selman Öğüt, 2020 yılında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın görevden alınmasının ardından Medipol Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı.

2013 yılı içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Anasaya Uzlaşma Komisyonu'nda uzman olarak görev yapan Selman Öğüt, televizyonda katıldığı programlarla ve "Pelikan Grubu" içinde yer aldığı iddialarıyla adından sık sık söz ettirdi. Öğüt, son olarak 2020 yılının Eylül ayında Haber Global'de Erhan Ertürk'ün sunduğu Müzakere programındaki sözleri ile gündeme gelmişti.

Atatürk ile ilgili sözleri

Programda Atatürk'ün hamlelerini eleştiren Öğüt, "Kemalizm virüstür" dedi. Programın sunucusu Ertürk ise, "Atatürk devrimlerini tartışmaya açıyorsunuz bugün. Geri gelsin mi hilafet?" diye sordu. Öğüt, bu soruyu yanıtlamadı. "Mustafa Kemal Atatürk şu anda olsa, bu devirde yaşasa Tayyip Erdoğan'ı desteklerdi" diyen Öğüt,  yayını terk ettikten sonra sosyal medya hesabından, "Provokatörden moderatör olmaz" diye yazdı.