Bu gün edindiğimiz kültür birikimi ve eğitim seviyesi ile din siyaset sahnesinin dışına çıkartılabilir mi?
Din/ler tarihin her döneminde egemen sınıfların kullandığı en büyük ve en güçlü silah olmuştur. Bu durum bu gün de aynıdır.
Kısaca ilk dinin ortaya çıkış – doğum tarihine baktığımızda; Mısır'da köle edilmiş İsrail halkının mevcut tanrılardan daha güçlü veya o dönemlerde bilinen tüm tanrıların güçlerini bünyesine alan ve hepsinden çok daha güçlü, sonsuzluğu olan bir Tanrı’nın yardımıyla kurtulabilecekleri fikri, kaçış ve halkı ikna etmenin en güçlü anahtarıydı.
Musa ve kardeşi Harun’a düşen bu zor görev ise Mısır’ın güneş Tanrısı RA'ya karşı halkı inandırmak ve kaçışı baştan sona organize edebilmekti. Bu kaçış öyküsü kırk yıl sürer ama sonunda başarılır. (M.Ö. 3200 – 3500 civarları)
Musevilik (Yahudilik) din olarak bugünkü Kudüs civarlarına yerleşirler. Böylelikle çok Tanrılı dinler dönemi de sonlanarak tek Tanrılı dinler dönemi başlar.
İnancın önde gelenleri halkın manevi beklentilerini mayalayıp kabartırken, bölgenin diğer halklarına göre de inançlarını şekillendirmişlerdir. Ayrıca bu inancı yetkisel anlamda ast – üst yetkileriyle disipline etmişler. Fakat tüm bunları yaparken de kendi halklarına karşı inanç şeriatlarının kendilerine verdiği geniş yetkiler ile baskı yapmaya da başlamışlar.
Daha sonra Nasıralı İsa adında bir insan, kendi halkının din otoritelerinin zulüm aracı olan şeriata ve diğer uygulamalara kafa tutmaya başlar. Bu eylemlerini sergilerken de uygulamada ki despotlukların karşısına sevgi, kardeşlik ve zengin karşıtlığı gibi ezilenleri etrafında toparlayacak devrimci değerleri koyar. M.S 33 yılında da bu eylemlerinin bedelini bölgenin Roma valisinin de yargılamasıyla çarmıhta öldürülerek öder.
Fakat Nasıralı İsa’nın yaşarken sergilediği davranışları ve söylemleri kendisinden sonra Hıristiyanlık inancı adıyla çığ gibi büyüyerek farklı bir din daha ortaya çıkar.
Daaha sonraki zamanlarda yine aynı coğrafyada bölgenin ekonomisine bir oymakları (yanlış anımsamıyorsam Sadukiler ) aracılığı ile el koymuş olan İsrail oğulları aynı zamanda diğer bölge halkları ve içlerinden türemiş olan Hıristiyanlarla da bir didişme hatta bir savaş içerisindelerdi. Hızlı yayılan Hıristiyanlık ve Yahudi baskıları bölge halklarını tedirgin etmeye başlamıştı.
Bölgede durum bu iken iki arada bir derede sıkışıp kalan Araplardan bir kişi (Hz. Muhammed) ortaya çıkarak yeni bir din olarak İslamiyet’i ilan eder. (M.S. 613)
Burada dikkatlerinizi birkaç noktaya çekmek istiyorum.
İlk olarak Musevilik ortaya mevcut güce –otoriteye (Mısır RA) bir isyan, bir ekonomik özgürlük ve bağımsızlık amacı ile çıktıklarını görmekteyiz.
Hıristiyanlığında yine aynı şekilde Yahudiliğin şeriat yasaları ile kendi halkını baskıladığı ayrıca dini kullanarak bazılarının zenginleşmesine karşı yoksul halka öncülük ettiğini görüyoruz.
Yine Müslümanlığında tüm bunların arasında bir sıkışmışlık ile beraber, "bu bölgede biz de varız, artık yeter" der gibi ve yine diğerlerinden de etkilenerek, hatta onlara özenerek ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Fakat tümünün güç aldığı yer ise kendi halklarının biraz ileri gelenleri olsa da çoğunluk olarak yoksul ve ezilip, örselenmiş yığınlardır.
İşte tam da bu noktada şunu çok rahatlıkla diyebiliriz. Tüm din veya inançların ortaya çıkış gerekçeleri ve kendilerini geliştirme çabalarının tümü siyasaldır.
Sosyoekonomik çatışma ve etkileşimler sonucu meydana gelen bir gebelikten, ister müdaheleli, ister sezeryan veya normal yolla olsun, o doğumdan meydana gelen kesinlikle siyasaldır.
Bu gerçekliği "Hayır ilk başlarda çıkışı olarak maneviydi ama sonradan siyasallaştı" diye izah etmeye kalkışmak sağlıklı ve bilinçli düşünen bir aklın ürünü olamaz. Burada kendimize sormamaız gereken ciddi ve akılcı soru şudur:
Siyasal olan bu gerçeği laiklik ile siyasal alanın dışına çıkarabilir miyiz?
Bu konuda abuk – subuk kalem oynatan çoktur. Sol ilahiyat, sol İslamiyet gibi. Bu tür fikir savunmalarını ciddiyet ve bilim ile izah edemeyiz. Ezilmişlik, sömürülmüşlük ortak sorun olabilir. Fakat bilimsel sosyalist olduğunu söyleyen birisi, aynı zamanda ben koyu bir ilahiyatçıyım derse burada ilk akla gelen takiyeciliktir.
Peki kendi ülkemiz 91 yıldır laiklik dini siyasal alandan çıkararak bireylerin tercihlerine ve vicdanlarına taşıyabilmiş midir? Bu sorunun yanıtı hayır olduğuna göre; biz neyi tekrar-tekrar sorgulamalı ve onunla yüzleşmeliyiz? Şu soruyu da kendimize sormalıyız: Din egemen güçlerin elindeki güçlü bir silah ise biz o elleri kırarak dini bireylerin özel yaşamına saygın bir şekilde nasıl taşıyabiliriz?
İşte bu coğrafyanın ezilen halkları birbirlerinin kanlarını onlarca, yüzlerce yıldır bu nedenlerle akıtmaktadırlar. Burada engizisyonları, haçlı seferlerini ve diğer din savaşlarını bu kısa not ile vererek geçiyorum.
Sosyal, ekonomik bir olgunun yerine, biraz daha iyileştirilmiş, renklendirilmiş bir başka olgu koyulup bu halka benimsettirilebilir. Ama din veya inanç olunca bu durum başkalaşır. Buralara çöreklenmiş tüccar tekelciler alaşağı edilerek, din halkların yüreğinde tercihe göre şekillenmelidir.
Dini siyasal alanın dışına çıkarmanın bir başka yolu ise bana göre; toplumun eğitimine odaklanarak, bilinç düzeylerini en üst seviyelere taşımak ile mümkün olabilir. İkinci olarak ise bu bilinçten sonra topluma dinlerin doğum, yaşam, sevgi, kardeşlik ve savaş alanlarında ki etkilerini hiç saptırıp süslemeden insanlara anlatmaktır.
Eğer ki dünya dualar ile değiştirilebilseydi insanlık bu gün aynı inanç sahiplerinin birbirlerinin kellelerini kesip övünmek amacıyla yayınladıkları videolar ile açlık ve susuzluktan bir deri bir kemik kalmış bebekleri akbabaların nasıl parçaladığını da izlememiş olurdu.
Fatih Bilici/SOL