31 Temmuz 2022 Pazar

Halkta tahammül bırakmadılar - Umut SERDAROĞLU / BİRGÜN

 AKP’li isimlerin yurttaşa yönelik tavırları artık kimsede tahammül bırakmıyor. En güçlü olduğu yerlerde bile istedikleri karşılamayı göremiyorlar. Uzmanlar, bu tavırların ekonomik krizle görünür olduğunu söyledi.

Yurttaşı büyük bir kriz içine sürükleyen, ülkeyi adeta uçurumdan aşağıya yuvarlayan Saray, halkla bağını koparmış durumda. AKP, yurttaşa kulağını tıkayan, ne konuştuğunu bilmeyen isimleri partinin içerisine doluşturarak çekirdek seçmenini dahi kaybetmeye başladı. AKP, son zamanlarda yapılan birçok ankette baraj olarak görülen yüzde 30’un da altında kalmaya başladı.

Belki de son zamanlarda bunu en açık şekilde ortaya çıkaran olay İstanbul Sultabeyli’de yaşandı. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla, AKP’nin İstanbul’daki halkla temasını arttırmak için yapılan ve AKP İstanbul İl Başkanlığının düzenlediği ‘Yüz Yüze 100 Gün’ programının ilk durağı Sultanbeyli’de iktidar beklediğini bulamadı. AKP İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe’nin yanı sıra Birçok AKP’li İstanbul milletvekilinin katıldığı buluşmada alan boş kaldı. 2009’daki yerel seçimde yüzde 70’in üzerinde oy alan, 2019’daki son yerel seçimde yüzde 58,52 ile CHP’ye iki kat fark atan Sultanbeyli’de, Kabaktepe’nin konuşmasını yaklaşık 100 kişi dinledi. AKP’nin gövde gösterisi yapmak için programın ilk durağı olarak seçtiği Sultabeyli’de yurttaşın buluşmaya ilgi göstermemesi AKP’de yaşanan erimeyi gözler önüne serdi.

AKP’deki erimenin önemli etkenlerinden biri halkın kendisiyle temasta bulunamayan, bulunduğunda ise ne dediğini bilmeyen yöneticilere karşı tahammülü kalmamış olması. Erdoğan’ın yıllardır ne dediğini bilmez, gerçeklerden uzak söylemlerinin benzerlerinin AKP’li isimler tarafından sıkça kullanılmaya başlanmış olması.

Hakaretlerin haddi hesabı yok: Ülkenin sahibiymiş edasıyla ortalıkta dolaşan AKP’li isimler, yeri geldiğinde istediği gibi hakaret savurmaya başladı. AKP’li Urfa Milletvekili Halil Özşavlı’nın muhtar buluşmasında, toplantıya geç kaldığı için kendisini arayan bir muhtara “Lan kimsiniz lan siz?” cümlesini kullanmasının ardından muhtarlar tepki göstererek görüşmeden ayrıldı.

Göz göre göre yalan söylüyorlar: AKP’li isimlerin göz göre göre gerçekleri çarpıtması büyük tepkilere de yol açıyor. Erdoğan tarafından Merkez Bankası Başkanlığı’na atanan ve ticari kredi faiz oranını yüzde 40 olarak açıklayan Şahap Kavcıoğlu’na yönelik İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan sert eleştirilerde bulunarak bu oranın gerçekçi olmadığını ve gerçek ticari kredi faizinin çok daha yukarıda olduğunu dile getirdi.

Görevini yaptığı için hem hakaret hem uzaklaştırma: Mersin'de AKP Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz'ın aracını durdurduğu gerekçesiyle Yılmaz önce polislere ‘şerefsiz’ diyerek hakaret etmiş, ardından polisleri açığa aldırmıştı.

Kadınlara hakaret eden imama sahip çıktı: Kadınların çalışmasına karşı çıkan, kıyafetlerine laf eden imam Halil Konakcı “Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık” diyerek hakaret etmiş ve büyük tepki toplamıştı. AKP MKYK Üyesi Mücahit Birinci, Konakcı’ya sahip çıkmıştı.

Ekonomi itirafı büyük tepki topladı: Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar” söylemine yurttaş büyük tepki göstermişti. Nebati, gelen tepkiler üzerine bir açıklama yapmıştı.

AKP’nin halktan giderek uzaklaşmasının seçmene yansımalarını Siyaset Bilimciler Prof. Dr. Murat Somer ve Sezin Öney BirGün’e değerlendirdi.

AKP TAMAMEN ÇIKAR GRUBUNA DÖNÜŞTÜ

                                                                    Prof. Dr. Murat Somer

AKP içerisinde heyecan eksikliği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Murat Somer, “Bunun temelinde üç nedenden bahsedebiliriz. İlk olarak partinin davasını büyük ölçüde yitirmesi ile bir çıkar grubuna dönüşmesi var. Parti Cumhurbaşkanlığı yönetiminin ve Cumhurbaşkanı’nın siyasal hareketi haline geldi. İkinci neden olarak partiyi bir arada tutan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte artık bunu başaramıyor olması. Üçüncü neden ise artık partinin bir hikâyesi kalmamış olması. Geçmişte de AKP gerçekleri çarpıtma siyasetini sıkça kullanıyordu. Ancak geçmişteki söylemlerin bazıları hakikatle uyuşuyordu. Parti içinde de inanmışlık vardı. Artık bu imkânsız hale geldi. Söylemler gerçeklikten tamamen uzak. Kendileri de söylediklerine tamamen inanmıyorlar” dedi.

AKP’den uzaklaşan seçmenlerin ne olursa olsun muhalefet için bir kazanım olacağını aktaran Somer, “Seçmenler istemeyerek de olsa AKP’ye oy mu verecek, çekimser mi kalacak yoksa muhalefete mi oy verecek bunu göreceğiz. Buradaki bütün mesele bu hoşnutsuzluğun oluşuyor olması. Böyle olması muhalefete de kazanım sağlatacaktır” ifadelerini kullandı.

AKP’li isimlerin yurttaşa yönelik söylemlerinin hakarete varan bir hâl almasına yönelik konuşan Somer, “AKP ile Erdoğan arasındaki ilişki bozulmuş durumda. AKP’nin bu tutumu artık Erdoğan’ın söylemlerini korumuyor, aksine zarar veriyor ve imajını da zedeliyor” diye belirtti.

Geçmişte parti örgütü ile Erdoğan arasındaki ilişkinin daha farklı olduğunu dile getiren Somer, “Erdoğan vatandaşa yönelik tepki çeken sözler söylese bile halkın desteği devam ediyordu. Bunun da iki temel sebebi vardı. Bu tür söylemlerinin üstün bir propaganda zırhı tarafından kapatılıyor ve imajı korunuyordu. İkincisi AKP örgütünün o dönem oldukça liyakate dayalı çalıştığını söyleyebiliriz. Halkla ilişkiler çok kuvvetliydi. Halkla temaslarda farklı bir dil kullanılıyordu. Erdoğan ne derse desin AKP’nin halk ile teması bu söylemlerin önüne geçiyordu” şeklinde konuştu.

YAKINLARI MAKAM SAHİBİ OLDU

                                                                           Sezin Öney
AKP’nin kayırmacı politikalarla hak etmeyenleri yükselttiğinin şikâyet edildiğini hatırlatan Sezin Öney, “Bu doğru ancak, parti içinde de liyakati hiçe saymak ve sırf, kayırmacılık nedeniyle hak edenler ve emek verenlerin önünün kesilmesi partide klasikleşmiş bir durum. Böylece zaman içinde, sadece AKP’nin üst yönetiminde değil, aynı zamanda teşkilatlar ve parti genelinde de, siyasette başarılı olanlar yerine ‘eşi dostu’, ‘yakını’ olan makam ve nüfuz sahibi olmaya başladı. Giderek de neredeyse tüm parti, böyle kadrolardan oluşmaya başladı" dedi.

Partideki herkesin giderek siyasetten uzaklaştığını aktaran Öney, “Partinin yetiştirdiği genç kadrolar, daha eskileri giderek siyasetten uzaklaşmaya başladılar. Bu uzaklaşan partililerin çoğu ilk etapta başka partilere veya seçeneklere yönelmemiş olabilir. Ancak, artan ekonomik sorunlarla beraber onlar da artık bir daha dönmemek üzere AKP’ye sırtlarını dönüyorlar. Tüm bu süreç, AKP’nin sadece kendi tabanıyla değil, seçmen kitlesinin geneliyle bağının kopmasına neden oldu. Parti olarak, sokakta, çarşı pazarda, evlerde, insanların arasında değiller artık” ifadelerini kullandı.

AKP’nin faşist bir daireye kendini hapsettiğini ifade eden Öney, “Ekonomideki başarısızlığı nedeniyle giderek daha fazla oy kaybediyor ve oy kaybettikçe de ekonomide kendine daha da çok kaybettirecek adımlar atıyor. Ekonomik başarısızlık, diğer alanlardaki başarsızlıklar ve yanlış gidenleri de daha bir görünür yapıyor. Diğer bir deyişle ekonomik kriz, AKP’lilerin bile gözlerinin önündeki perdeyi çekmeye başladı. En partizanlarının bile” dedi.

Umut SERDAROĞLU / BİRGÜN



Yarınlar… - Tolga Binbay / SOL

 Bu kadar insan nerede? İlhan İrem’in ardından nostaljiye kapılanlar... Yan yana gelseler geçmişi de bugünü de değiştirecek ve tam da İrem’in şarkısındaki yarınları yaşatacak insanlar olarak neredeyiz?

“Bir devir kapanıyor” demiş bir arkadaşım, İlhan İrem’in ölüm haberinin ardından. Doğrudur, bir süredir bir devir kapanıyor. Ve belki de çoktan kapandı… Perdede sadece isimler kaldı, onları izliyoruz. Bizleri koltuğumuza çakan bir sinema filminden çıkamaz halde sanki sürekli geçmişe bakıyoruz. Sanırım İlhan İrem’in haberi de böylesi bir etki yarattı. Birçok insanda… Özellikle de 30 yaş üstü hemen herkeste bir şeyler hatırlattı İrem. Hüzünlü, kayıp ve eksik kalan.

Ölüm haberinin ardından, uzaktan bakınca “abartılı” bulunabilecek bir üzüntü ortaya çıktı. Kesinlikle İlhan İrem bunu hakketmemişti vs. demiyorum. Daha çok derdim ortaya çıkan ruh hali ile ilgili. Birçok insan İrem’in yarınlarında kendi geçmişini gördü ve üzüntüsünü dile getirdi. Çaresizce ellerinden kayıp giden geçmişi…

Geçmişi, sanırım hep “eksik” olarak görmek daha kolay. Hatta belki de diyebiliriz ki günümüzde geçmiş hep nostaljik bir mesele. Kayıp, yitik, eksik…İrem’in haberi biraz da bu eğilimden nasibini aldı sanki. Farklı dönemlerden birçok insanı aynı yere götürdü: Geçmişe.

Görünen o ki yeni gelen her kuşak geçmişi romantize etmeye devam edecek. Ama örneğin 80’lerin nostalji ile anıldığını görmek o dönemi yaşayanlar için çok da anlaşılır olmayabilir. 80’lerde öykünülecek çok az şey vardı.

*

Ama sorun şurada: Yeni, sürekli geçmişi aratıyor. Yeni, geçmişi parlak, özenilir ve özlenir kılıyor. Öyle olunca da geçmiş, hepimizin zihninde parlıyor. Hak etse de hak etmese de…  

Toplumsal hafızada sürekli kayıpların yaşandığı bir dönemde geçmişe özlem duyulması, geçmişin olduğundan daha parlak ve şaşalı hatırlanması bir yanıyla şaşırtıcı olmasa gerek.

Ama…

Her toplum böyle midir bilemiyorum ama bazı kayıpların arkasından önüne geçilemez bir duygu selinin ortaya çıkmasının, hızlıca yaşanan nostaljik havanın bir anlamı olmalı.

Çünkü…

Nostaljiyi, nostaljik biçimde özlenen o dönemin insanları değil, o dönemin karmaşasını, zorluklarını yaşayanlar değil de bugünün bitmeyen dertleriyle boğuşmak zorunda kalanlar kuruyor, ortaya çıkarıyor.

*

Nostalji… İlhan İrem’e çok da yakışan bu kelimenin tahmin edilebileceği gibi kökleri antik Yunan’a dayanıyor. “Eve dönüş” anlamına gelen “nostos” ile sancı anlamına gelen “algos” kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş.

Kökleri antik ama kendisi biraz yeni: İlk kez kullanımı 17. yüzyıla dayanıyor. Bir “ruh hali” ya da hastalık olarak girmiş kullanıma. Sıla hasreti çeken kişiler (özellikle de askerler) için kullanılmış. Yüzyıllar içinde ise geçmişe, zamanda başka bir ana, yere duyulan özlemi tanımlar hale gelmiş… Bir ruh hali olarak, hastalık olmaktan çıkmış!

Nostalji söz konusu olunca ister istemez “melankoli” de çıkıp geliyor. Yani kara safra! Bir başka ruh hali; hatta psikiyatrinin ana “hastalıklarından” en önemlisi, Hipokrat’tan beri. Melankoli, derin kayıp yaşayan ve zihnindeki karaltı yüzüne de yansıyan insanlar için kullanılmış. Hipokrat bunu, yani elem, keder içindeki insanın kararan görünümünü safraya bağlamış.

*

Nostalji le melankoli arasında ise ince bir fark var günümüzde. Nostalji geçmişe bugünü de kapsayan bir çaresizlikle bakmaksa melankoli geçmişe bugünü de paralize eden bir bakışla bakmak oluyor. Birincisi geçmişi bugündeki ferah bir konfor ve tüketimle buluştururken ikincisi bugünü de anlamsız kılan, bugündeki her tür çabayı (şanlı-yüce geçmiş karşısında) da beyhude hale getiren bir kötürümleşme getiriyor.

Ve her ikisi de etrafımızda çok yaygın. Çok…

Ama boşuna değil.  

“Biz”e yakın isimlerin ardından yakalandığımız yas havası aslında bizi her seferinde ana yasımıza bağlıyor. Bir tür zaman tünelinden geçiyor ve temel kaybımızla (her ne kaybettiysek artık sorusuna hiç gelmeden) yeniden karşılaşıyoruz.

Bu kayıp zamanın ise 70’ler ya da 80’ler olması tesadüf değil. Tüm dünyada değişimin mühürlediği bir dönem bu dönem. Bir tek sosyalizm olasılığının, ufuktaki “iyi, güzel” günlerin çökmesinden bahsetmiyorum: 80’ler iyi, güzel olanın da kanadının kırıldığı yıllar...

İlhan İrem ise o kolu kanadı kırıklığın popüler bir yanı, simgesi, işleyicisiydi. Ve öyle çok da kolay anlaşılır birisi değildi. Örneğin şarkı sözleri sıradan bir pop şarkısına göre çok daha çetrefilliydi ve şifreyi bilmeyenler için açıkçası kapalı bir kutuydu. Yani bugün, şimdi ardından yüceltildiği kadar kolay kabul görebilen, pop-popüler olabilen işler yapmıyordu İrem. Popun aksayan sesiydi. Hatta popa rağmen poptu İrem.

İrem’in ardından çabucak büründüğümüz kayıp örtüsü bu ülkenin hamuruyla alakalı. “Çok çabaladık ve ne anlaşıldık ne de anlayabildik; yenildik, yenildik, yenildik” diye anlatılabilir bu hamur. O kadar güçlü bir ruh hali ki bu, şurada 5-10 yıl öncesini yaşamamış ama o dönemi birer çocuk olarak dinlemiş yeni yetme gençlerinde bile izini görmek mümkün yenilginin, kaybın, nostaljinin: “Gezide gördük! Buralardan [ve bizden de] bir şey olmaz, çabalamak beyhude” biçiminde…

*

Yani nostalji de melankoli de 1970’lerden 2010’lara çok farklı dönemlerin insanları için ortak bir ruh haline dönüşmüş durumda Türkiye’de. Yenilgiyi yaşayan da yaşamayan da buraya hapsolmuş durumda ve en küçük kayıp bile bu hissi canlandırıveriyor. Sanırım bu nedenle İlhan İrem’in ölümü hepimizde hızlıca bir şeyler çağırdı.

Aynısını geçen yıl Oruç Auroba’nın ardında da hissetmiştim. Özellikle sosyal medyada ortaya çıkan üzüntü ve şaşkınlıktan sonra “ne çok insana değdiğini” düşünmüştüm.

Ama sorun şurada: Bu kadar insan nerede? İlhan İrem’in ardından nostaljiye kapılanlar mesela... Neredeyiz? Yan yana gelseler geçmişi de bugünü de değiştirecek ve tam da İrem’in şarkısındaki yarınları yaşatacak insanlar olarak bizler neredeyiz ki?

Öğütücü bir melankolinin içinde debelenip duruyoruz… Ama… Durmayalım.

Öykündüğümüz dünler için değil. İrem’in gelmeyen Yarınlar’ı için.

Yarınlar bizim olsun.

Işık ve sevgiyle.

Tolga Binbay / SOL


‘Kağıttan Kaplan’ aydının sırtında: 'Sıradışı bir Abdülhamid portresi' - SELÇUK IŞIK / SOL

 

Yazarımız düpedüz tarihsel olarak çatışan iki tarafı buluşturmaya çalışıyor. Bugünün oportünist siyaset ikliminde bunun karşılığı olmadığını kim iddia edebilir?

Zülfü Livaneli’nin 2021 Mart’ında Cumhuriyet’e verdiği röportajda “en büyük emeği bu kitaba verdim” dediği “Kaplanın Sırtında” kitabı geçtiğimiz günlerde vitrinleri süsledi. O röportajda Livaneli “sert bir kutuplaşma ve cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz” diyerek romanı böyle bir ortamda çıkarmak istemediğini belirtiyordu. Bu yılın ortamı yazara uygun gelmiş olacak ki Abdülhamid üzerine yazılmış bu roman bir anda piyasaya sürülüverdi. Kitabın vitrin süslemeleri epey bir göz kamaştırıyordu doğrusu.

Yazarımız geniş bir yelpazede türlü yayın mecralarında kitabını tanıtırken “Ben kimseyle dövüşmüyorum, öyle bir niyetim yok, 120 sene önceki şahsiyetlerle bir davam yok,” diyordu. Bu kitap AKP’nin anlattığı gibi bir Osmanlı’nın da Abdülhamid’in de olmadığını cümle aleme göstermek niyetindeydi. Entelektüel bir tezi vardı. Politik, ideolojik tartışmalardan çok bir kişinin psikolojisi ilgisini çekmişti. Roman bir empati kurabilme sanatıydı, yazdığınız karakteri anlayabilme sanatıydı. Onları tanıyacak hatta özdeşleşecektiniz ki anlattığınız zaman yerine otursun. İlber Ortaylı’ya göre Abdülhamid devrine bir de aynanın öbür tarafından bakılıyor, Sultan’ın perspektifinden sürükleyici bir anlatımla Abdülhamid bilançosu yapılıyordu. Yazar üstüne basa basa ideolojik ve sığ kamplaşmalardan uzak bir biçimde dönemin ruhunu yansıtmaya çalıştığını vurguluyordu. Abdülhamid’in aklanması ne kelime, ayakları üstüne oturtulmasıydı amaçlanan.

Madem yazar bir dönemin ruhunu çağırıyor, bize de o ruhu iliklerimize kadar hissetmek için kitabın sayfalarını çevirmek kalıyor.

Yazar kitabı yazarken ekseriyetle Askeri Hekim Atıf Hüseyin Bey’in tuttuğu günlüklerden faydalandığını söylüyor. Bu günlükleri  "Yavuz Sultan Selim şiir yazan bir padişahtır. Şiir yazan bir padişahın gaddar olması mümkün değil" diyen eski ttk başkanı Metin Hülagü’nün derlemiş olması içimizde kuşku bırakmıyor değil ama okumaya niyetlendik bir kere.

Başlarken II. Abdülhamid’in oğlu Şehzade Abid Efendi’nin “babasını yazacak olanlardan övücü şiirler değil, tarih beklediğini” alıntılayan bir sayfa yüreğimizi dağlıyor. Deli İbram Divanı’nın lezzeti damağımızdayken kuruluyoruz Livaneli’nin divanına, Livaneli ise Abdülhamid’in zihnine. Beklentimiz sürüklenmek, aydına hasret kaldığımız şu çorak günlerde taze bir entelektüel tez solumak.

                                                                     ***

Yazarın kitaba da adını veren metaforuyla başlayacak olursak, romanın “omurgasını” kaplanın sırtından indiği anda pençesinde zavallı bir ava dönüşen II. Abdülhamid’in Selanik sürgünü yıllarında Alatini Köşkü’ne kapatıldıktan sonra yaşadığı hayal kırıklıkları, iç hesaplaşmaları, evhamlı halleri, doktor Atıf Hüseyin Bey ile tanışmalarının ardından gelişen diyaloglar ve ittihatçı doktorun zamanla Abdülhamid hakkında görüşlerinin değişmesi oluşturuyor.

İhtilalciler, komitacılar, Frenk yanlısı zabitler bütün kötülüklerin sebebi olarak gördükleri padişahtan nefret etmektedir. Halbuki kendi askerini tayınsız bırakmayan, hep barış ilkesi üzerinden yürüyen, müslümanlarla ortodoksları, yahudilerle katolikleri otuz üç yıl dengede yaşatan, dünya siyasetiyle satranç gibi oynayıp hüküm süren, jurnalciler ağı “sayesinde” saltanatına karşı darbe girişimlerini, kanlı suikastlari atlatabilen kudretli padişahlarının kıymetini bilmemişlerdir. “Saplantılı” genç subaylar ona “Kızıl Sultan” lakabını takarken, kalbinden imanı eksik etmeyen Mehmet Akif “Kızıl Kafir” der. Softalar da zaten “Gavur Padişah” demiyor mudur? Velhasılı islamcısı da beğenmez. Öyle ya, o gençliğinde Batının da pek beğenmeyip burun kıvırdığı burn-u hümayundur.

Kitaba damgasını vuran en önemli temalardan biri kuşkusuz Abdülhamid’in meşhur ölüm korkusudur. Yazar Abdülhamid’in bu paranoyasını kitabın neredeyse her bölümünde, çoğu zaman karikatürize ederek ya da sevimlileştirilerek verir. Kahveyi iki ayrı fincandan yudumlar, suyu mühürlü şişelerden içer, ağzına kimse dokunmasın diye ağrıyan dişini bile kendi çeker.

Yazar kitap boyunca mümkün mertebe terk etmemeye özen gösterdiği Abdülhamid’in zihninde gezinirken kendini bazen fazla kaptırır. Padişah kapatıldığı köşkte uğradığı haksızlıkları düşündükçe karabasanlar görüp uykularından uyanırken Yıldız Sarayı’nda akla ziyan işler olmaktadır. Yeni hükümet eski sultanın altı bin adamını tutuklamış, ne hikmetse tüm mallarına el koymuştur.  “Haklı barbarlığın haksız uygarlıktan öç alması anlamına gelen bir kabalığa” uğramıştır Yıldız Sarayı. Bu nitelendirme yazara mı, Abdülhamid’e mi ait tam anlaşılmaz. Yazarla Abdülhamid’in düşünceleri kimi yerlerde iç içe geçmiş gibidir.

Derken Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey karakteri ile tanışıveririz. Atıf Bey’in su katılmamış bir ittihatçı olduğunu öğreniriz. Abdülhamid’in ölüm paranoyaları yine depreşir. Atıf Bey ona olan hıncını uzunca bir süre gizleyemez. En büyük düşmanının sağlığı ona emanet edilmiştir ama görev görevdir. Selanik’te bir anda ünleniverir doktor. İttihatçı subaylar çipurolarını yudumlayıp gününü gün ettikleri Olimpos Gazinosu’nda işi bitirilen iblisle ilgili üç beş dedikodu duymak için doktorun ağzının içine bakarlar.

Uzunca bir süre karşılıklı ser verip sır vermezler. Özellikle doktor diyaloga girmemekte kararlıdır. Doktorun bilinç akışı vasıtasıyla sabık padişahımız sanık sandalyesine oturtulur. Ancak bu bölümler çok uzun sürmez, çoğunlukla da doktorun kararsızlıklarıyla, iç çelişkileriyle sona erer. İttihatçı doktorumuzun kafası karışmaktadır. Zaten bu pasajların amacı biraz da doktorun “önyargılarından” kurtulma serüvenini, nefret ettiği adamın sözleri karşısında eziliş sürecini önümüze sermektir. Yazar Abdülhamid’i de doktorun ağzından çelişkili bir karakter olarak sunar sunmasına ama bu çelişkiler yer yarılıp içine girmiştir sanki. Yazar bir denge gözetmeye çabalamışa benzer ama Abdülhamid’in zihninde tutuklu kaldığı için bunu pek de becerememiştir.

Doktor ile muhabbetlerinin derinleşmesinin ardından hikaye tek bir hat üzerinden devam eder. O hat Abdülhamid’in dört bir koldan doktoru kuşatıp kendini temize çıkarma girişimidir. Bunu da başarır. Yalnızca motifler değişir. Yazar bu motifleri önümüze ısrarlı bir tekrara düşerek sunar.

Sorgu artık açık bir kimlik kazanmıştır. Abdülhamid’in tarihin onu yargıladığı hemen her konuda doktorla olan diyaloglarına, kendini aklama çabasına şahit oluruz. İçeride sükunu sağlamaya, dışarıda da büyük devletleri birbirine düşürüp devleti ayakta tutmaya çalışmıştır. Dışarıdan bakınca her şey kolay mı görünmektedir? Devlet adamlığı öyle kolay iş midir? Zaten kendi de bu vazifeyi bırakmak istemiştir de etrafı müsaade etmemiştir. Eğer bu kadar güçlü bir hafiye teşkilatı kurmasa onu yüz kere öldürmüşlerdir. İçerideki bazı hainler Avrupa’nın attığı hürriyet zokasını yutmaktadır, matbuata müdahale edilmelidir.

Kitabın ikinci bölümünde Abdülhamid’in batı kültürünü ne denli içselleştirdiğine özel bir yer ayrılmıştır. Doktor, padişahın entelektüel birikimi, Avrupai zevkleri karşısında hayrete kapılır. İçten içe ona karşı kendine itiraf edemediği bir hayranlık beslemeye başlar. Adamın kendisine karşı olan edepli davranışları “Kızıl Sultan” imgesini neredeyse silmektedir. İstanbul’daki ilk bira fabrikası da onun zamanında açılmamış mıdır? Abdülhamid aslında aşkı ile tahtı arasında tercih yapmak zorunda bırakılan bir romantikten başka bir şey değildir. Bir insanı tanımak bir imparatorluğu tanımakmış meğer diye iç geçirir doktor. O da bir insandır işte, gülen ağlayan, hastalanan, neşelenen bir insan.

Yazar İttihat Terakki-Abdülhamid karşıtlığını salt bir batılılaşma fetişi üzerinden okumaya and içmiş gibidir. Abdülhamid’in Batıcılığı bu bölümde yine tekrarlara düşüle düşüle gözümüze sokulur. Hamid aslında modernleşme namına bu subaylar ne istediyse fazlasını yapmıştır da, ah bu cahil ihtilalciler yok mudur.. Meclis de meclis diye tutturmuşlardır ama neye mal olacağının farkında bile değildirler. Yaptığı Batı-Doğu karşılaştırmasını ancak saltanatın yanlış yolda olduğunu bilen bir Jön Türk münevveri yapabilir diye içlendiğine şahit oluruz doktorun.

Kitap boyunca İttihat Terakki beceriksiz, haydut, saplantılı bir barbar sürüsü olarak resmedilir (yazarımızın empati yeteneğine verelim). Hürriyet işinde o kadar saçmalamışlardır ki, Resneli Niyazi’nin dağda bulduğu ve hiç yanından ayırmadığı geyiği “Hürriyet Geyiği” ilan edilmiştir. Memleket elden gitmektedir. Şimdi İttihatçıların elinde kuklaya dönen Reşad düvel-i muazzzamayı onun gibi kandırmayı becerebilecek midir?

Doktor düşüne düşüne yeni dönemin de istibdad döneminden bir farkı kalmadığı sonucuna varır. O zaman Kızıl Sultan’ı deviren ihtilalin sebebi nedir ki? Üstelik İttihatçılar iktidarı aldıktan sonra birbirlerine düşmüş, işi ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır. Ülke göz göre göre yeni bir diktaya doğru sürüklenmektedir. Osmanlı kan kaybetmeye devam etmektedir, Yunan orduları Selanik’e dayanır ve üç yıldır olan bitenden bihaber Abdülhamid artık kitabın son bölümlerine gelindiğinde kahraman mertebesine yükseltiliverir. “Bana bir tüfek verin,” diyerek Selanik’i savunmaya kalkışır. Karşısındaki kumandanlara askeri strateji dersi vererek küçük düşürür. Nihayet kadim dostu Kayzer Vilhelm’in gemisiyle İstanbul’a dönmeye ikna edilir ve ömrünün geri kalanını sürdüreceği Beylerbeyi Sarayı’na kapatılır.

                                                                      ***

İdeolojisizliğin ideolojisinin sefaleti

Eagleton, “Birinin acısını paylaşmakla (sempati) hislerini hissetmek (empati) farklı şeylerdir,” diyor. Yazar Abdülhamid dönemini salt bir kişinin psikolojisi üzerinden okuyor, İttihat Terakki ile modernizm kavgasının kültürel motifleri üzerinden bir karşıtlık kurmaya özen gösteriyor, Abdülhamid’in “hislerini hissediyor”. Yazarımız Abdülhamid karakterini salt psikolojist bir zeminde ele aldığı için onun iç dünyasına daha başından teslim oluyor. Deyim yerindeyse kaplanın sırtına, Abdülhamid’in terkisine atlıyor, onunla birlikte oradan oraya sürükleniyor. Sürüklenen biz okurlar değil, yazar oluyor. “Sığ ideolojik kamplaşmalardan uzak bir yerde” romanını kurguladığı içinse kendiyle iftihar ediyor. Sırtını namlı tarihçilere yaslıyor, kendi otağını kurduğu tepeden Türkiye ilericiliğine de, gericiliğine de istemeden de olsa ideolojiye buladığı parmaklarını sallıyor.

Bugün AKP’nin temsil ettiği kesimlere dönüp “Sizin Abdülhamid’iniz aydınlanmacıydı, reformcuydu, batıcıydı, hiç de öyle dizilerde anlatıldığı gibi ona buna kabadayılık eden bir lümpen değil..” diye aydınlatmaya çalışırken bize de “Durun! Siz bu ileri-geri kavgasında kardeşsiniz,” demek istiyor. Osmanlı’nın son günleriyle Cumhuriyet dönemi modernleşmesi arasında kopuşsuz bir süreklilik ilişkisi kurmaya çalışıyor. Bunu yapılan söyleşilerde de gizlemiyor:

“ Çok çarpıcı bir şey söyleyeceğim; Cumhuriyet modernleşmesi Osmanlı’nın arzu ettiği modernleşmenin devamıydı. Cumhuriyet için 100 yıllık parantez diyenler bilsinler ki; tarihimizle günümüz arasına ilk parantezi 20 yıl önce açtılar. Bunlar padişahın değil ulemanın devamıdır. Sanıyorlar ki, bir gün Rumeli’den sarışın bir subay atına atladı geldi; dilini, dinini, her şeyi değiştirdi. Öyle şey olur mu? Osmanlı’nın en önemli paşalarından, generallerinden birisi Mustafa Kemal. Ve imparatorluğu korumak için kanını dökmüş, canını vermiş, bütün cephelerde savaşmış. Ondan sonra da elde bir şey kalmadığı zaman yeni onun yerine bir ulus devlet oluşturmuş. Mustafa Kemal ve arkadaşları artık o eski hayallerin, imparatorluk devrinin de bittiğini gördü, ulus devletler çağının geldiğinin farkında oldukları için Batı’nın yıktığı Osmanlı’nın yerine yeni ve düzgün bir devlet kurdular.”

Romanda bahsedilen dönemin tarihsel olgularının bir bölümü abartılı olsa da önemli bir kısmı elbette gerçek. Abdülhamid’in ölüm paranoyası, evhamlılığı, yasakçılığı, batıya sempati besliyor oluşu, müziğe ilgisi vs. Ancak gerçek olgulardan bahsediyor olmanız, dönemin koşullarını “olduğu gibi” ortaya koyuyor olmanız hem o karakteri hem de ilgili dönemi ayakları üstüne oturtmanız için yeterli olabilir mi? Aydının görevi yalnızca bir dönemin tarihsel koşullarını alıp onların içine ruh mu üflemektir? Zülfü Livaneli bunu yapmakla yetinmeyi bilinçli olarak tercih etmiş, ruhu üflerken hastayı baş aşağı tutmuştur.

Tarihçi, araştırmacı Dr. Barış Zeren’den aktarıyoruz: “Abdülhamit’in bütün sırrı Tanzimat’tan gelen eski kuşağı etrafında toparlayabilmesi, arada dövmesi, tekrar merkeze alması, sarayın etrafında tutmasıydı. Bizim aydın tarihimiz açısından incelenmesi gereken bir dönemdir. Bunların zaaflarına oynadı ve beka stratejisine oynadı. Ben olmazsam Osmanlı çöker dedi. Yeni kuşak bu beka stratejisini bozuyor. Anayasayı ilan et yoksa Osmanlı dağılır. Denklemi ters çeviriyorlar. Resnelinin hatıratında bunlar yazar. Abdülhamit’e asla inanmıyorlar.”

Asla inanmadılar ve tarih ileri doğru sarmaya devam etti. Sevgili Orhan Gökdemir’in deyimiyle “Hamit İngiliz tokatladı mı bilinmez ama bizim Cumhuriyet davamızın tarihi Abdülhamit ile başlar ve Abdülhamit’i alaşağı etmek fikri ile gelişir. Sonuçta 1908 devriminin esası da Hamit’i indirip anayasayı yeniden ilan etmekten ibarettir. Cumhuriyet ile Abdülhamit asla yan yana getirilmeyecek iki figürdür. Cumhuriyet varsa Abdülhamit yoktur, Abdülhamit varsa Cumhuriyet yıkılmıştır.”

Tarihsel olarak uzlaşamayacak iki taraftan bahsediyoruz. Bunları uzlaştırma çabası ciddi bir karartmadır.

Omurgadan kurtulmak

Abdülhamid’in servetini şahsi çabalarıyla elde edebileceğini düşünecek kadar şirazesi kayabilen, ondan “jakoben bir münevver” yaratabilecek kadar ileri gidebilen, vaktiyle Rauf Denktaş’a Nâzım dizeleriyle methiyeler düzen, rüzgar ‘oralardan’ esiyorken Said Nursi güzellemeleri yapmaktan hiç çekinmeyen “solcu” yazarımızın Abdülhamid yazıcılığına girmesi bizleri hiç şaşırtmadı.

Kimbilir belki o da yeni bir dönemin doktrinini müjdeliyordur? Romanın vakti o yüzden gelip çatmıştır. İslamcılığından yeter miktarda arındırılmış, batılı, modern, asıl değeri tam anlaşılmamış bir Abdülhamid portresi geçmişin tatsız hesaplaşmalarının üzerine serin bir örtü misali neden serilmesin, iki ideolojik kamp arasındaki harareti almasın, öyle değil mi? Yazarımız düpedüz tarihsel olarak çatışan iki tarafı buluşturmaya çalışıyor. Bugünün oportünist siyaset ikliminde bunun karşılığı olmadığını kim iddia edebilir?

Şunu söylemek zorundayız. İmparatorluğun hazin sonuna ağlak bir monarkın gözlüğüyle bakma ya da baktırma çabası bir tür halk düşmanlığının ya da Abdülhamid'in iç dünyasına kendini fazla kaptırmanın ürünü olabilir. Abdülhamid figürü AKP yıllarında ülkemize dayatılan dönüşüm programının biricik meşruiyet kaynaklarından biridir. Bu figürü Türkiye ilericiliği nezdinde ehlileştirme girişimi de bizim mahallemizin sözde aydınına düşmüştür.  Başta da söylediğimiz gibi bir dizi sol mecra da alkışlarla karşılamaktan geri durmamıştır. Ancak bizim Abdülhamid güzellemelerine de, her fırsatta omurgadan kurtulmayı vaaz eden kağıttan kaplan aydınlara da gözümüz toktur.

SELÇUK IŞIK / SOL


29 Temmuz 2022 Cuma

TARİHTE BUGÜN (30 TEMMUZ)

 

     OLAYLAR:

  • 1629 - Napoli'de (İtalya) deprem: 10.000 kişi öldü.
  • 1688 - Belgrad Kuşatması: Osmanlı hakimiyetindeki Belgrad, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu önderliğindeki güçler tarafından kuşatıldı ve 8 Eylül'de şehri ele geçirdiler.
  • 1903- RSDİP’nin 2. Kongresi ve Bolşevizm’in doğuşu.
  • 1908- Aralarında Cemal ve Talat paşalar ile Cavit Bey’in de bulunduğu Selanik İttihat ve Terakki Cemiyeti sorumluları İstanbul’a geldi.
  • 1908 - İstanbul Cibali Tütün Fabrikası işçileri greve çıktı.
  • 1929 - Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişimi iddiasıyla yargılanan Kadriye Hanım ve arkadaşları beraat ettiler.
  • 1932 - Yaz OlimpiyatlarıLos Angeles'ta başladı.
  • 1940 - Yozgat’ta deprem: 12 köy yıkıldı, 300 ölü ve 360 yaralı.
  • 1943- Van’ın Özalp ilçesinde 33 köylü kurşuna dizildi. Tarihe 33 kurşun olayı olarak da geçer bu büyük  katliam. 33 Kişi Korkut vadisine götürülerek General Mustafa Muğla’nanın emriyle elleri ve gözleri bağlanarak kurşuna dizildiler. Bu olay genelde Özalp olayı Muğlalı olayı olarak da anılırken tarihe 33 kurşun olarak geçti. Ünlü şair Ahmed Arif’in, 33 Kurşun şiiri de bu olayı konu ediniyor.
  • 1945 - Trakya’da Nazi Almanyası adına casusluk yaptıkları iddiasıyla yargılanan 15 kişi ölüm cezasına mahkûm edildi.
  • 1946 - Kazım OrbayGenelkurmay Başkanlığı'ndan istifa etti, yerine Salih Omurtak atandı.
  • 1947 - Demokrat Parti Kütahya Milletvekili Adnan Menderes’in TBMM’de yaptığı konuşmayı yayımlayan TasvirDemokrasiDemokrat İzmir ve Yeni Asır gazetelerinin sahipleri ve Yazı İşleri Müdürleri tutuklandılar.
  • 1953- Demiryolları devlet işletmesi haline getirildi.
  • 1956- Ordu, Giresun ve Trabzon’da Cumhuriyet Halk Partililerin siyasi toplantı yapmalarına izin verilmedi.
  • 1966 - Amerika Birleşik Devletleri'ne ait uçaklar, Kuzey ve Güney Vietnam arasındaki askerden arındırılmış bölgeyi bombaladı.
  • 1966 - Birleşik Krallık, Almanya’yı 4-2 yenerek Dünya Futbol Şampiyonu oldu.
  • 1971 - Boeing 727 tipi Japon millî bir yolcu uçağı ile bir Japon savaş uçağı, Morioka (Japonya) semalarında çarpıştı: 162 kişi öldü.
  • 1973 - Üniversiteye giriş sınavı, sorular satıldığı için iptal edildi.
  • 1975 - Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye İş Bankası’ndaki hissesini denetleme yetkisinin Cumhuriyet Halk Partisi'ne ait olduğu karara bağlandı.
  • 1977 - Türkiye Basketbol Genç Millî Takımı, Avrupa Şampiyonu oldu.
  • 1978- Balıkesir Cezaevi’nde solcu koğuşunu basan “ülkücüler” 2 kişiyi öldürdüler. Aynı gün Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Yaşar Okuyan “İktidar iş başında kalmakta inat ettiği sürece daha çok kan dökülecektir” dedi.
  • 1979- AP Urfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak ve yakınlarının iftara davet edildiği Hilvan ilçesinin Kırbaç köyündeki ev, otomotik silahlı 20 kişi tarafından tarandı, 4 kişi öldü, 11 kişi yaralandı.
  • 1980- Yeni Çeltek Linyit İşletmesi’nde Yeraltı Maden-İş’in 50 gün önce başlattığı grev, iktidarın tüm engelleme ve tehditlerine rağmen sürüyor.
  • 1980 -  Rize’de Zihni Derin Çay Fabrikası’nda işçi olarak çalışmaya başlayan Bayram Ali Tatoğlu, fabrikadaki gece vardiyasından çıktıktan sonra Reşadiye Mahallesi’nde öldürüldü. Tatoğlu, dar gelirli ailelerle, çocuklara yaptığı yardımlarla kentin kahramanı olarak tanınmış ve Rize’de işçileri örgütleyerek mitinglere öncülük etmişti.
  • 1980 -  Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, “İhtilalcı sendikalizm metodlarını kullanarak halk egemenliğinin Marksist bir esasa dayandırılmasını hedef alan faaliyetler içinde bulunduğu” iddiasıyla DİSK’in kapatılması için İş Mahkemesi’nde dava açtı. 
  • 1981- Mamak Askeri Cezaevi’nde ülkücülerle aynı koğuşta kalmak istemeyip açlık grevi yapan 100 kadar devrimci tutukludan 16’sı hastaneye kaldırıldı. 12 Eylül sonrası askeri cezaevlerinde “karıştır-barıştır” adı verilen zorla aynı koğuşta tutma uygulaması başlatılmıştı.
  • 1982 - Mehmet Yurdadön, Finlandiya'da yapılan 10 bin metre yarışmasında altın madalya kazandı.
  • 1983- Diktatör Baas Rejimi, Barzani Aşiretine mensup, yaşları 12 ile 70-arasında olan 8 Bin kişiyi, Quştepe nahiyesinde topluca  gözaltına aldı.
  • 1987- Mekke’de Hac sırasında İranlılar Amerika Birleşik Devletleri aleyhine gösteri yaptı. Suudi polisi ateş açtı; çok sayıda İranlı ve Suudi öldü.
  • 1988- Fethiye ve Gökova körfezleriyle Dalyan kıyıları özel çevre ve koruma bölgesi ilan edildi. Bölgedeki inşaatlar durduruldu.
  • 1992- İşlenen Binlerce “Faili Meçhul” cinayetlerden bir tanesi de Özgür Halk Dergisi Batman muhabiri Çetin Ababay’ın bugün öldürülmesiyle gerçekleşti. Çetin Ababay’ın kontrgerilla tarafından katledildiği iddia edildi.. Batman doğumlu olan Ababay, iki yıl cezaevinde kalmış gördüğü işkenceden dolayı boynundan felç olmuş, gördüğü tedaviye rağmen hastalığı büyük iz bırakmıştı. 1991 yılında Özgür Halk dergisinin Batman temsilciliğini yapmaya başladı. Öldürüldüğünde 28 yaşındaydı.
  • 1992 -  İstanbul, Ankara, Adana büyük şehir ve ilçe belediyeleri ile Trabzon Belediyesi’nde çalışan yaklaşık 43 bin işçi greve başladı.
  • 1992 - Barcelona’da düzenlenen 25. Olimpiyat Oyunları’nda 62 kiloda güreşçi Akif Pirim altın madalya kazandı.
  • 1992 -  4.Sinop Kültür ve Turizm Şenliği’nde sergilenen 50 karikatürden 4’ü panodan sökülüp çizeri M.Arslan ile birlikte gözaltına alındı.
  • 1993- Kamuda çalışan 610 bin işçi toplu iş sözleşmelerinin sonuçlanmamasını protesto için Türkiye genelinde toplu viziteye çıktı. Tüm Bel-Sen, Tüm Sağlık-Sen ve Tüm Haber-Sen üyesi onbinlerce memur da grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için ülke genelinde iş bıraktı.
  • 1993 -  Merkez Bankası Başkanı Rüşdü Saraçoğlu, “Bir şey yapamaz hale getirildim” diyerek görevinden istifa etti.
  • 1994- SHP’li’ler, 2 aydır Saray Cezaevi’nde bulunan Petrol-İş Sendikası eski Başkanı Münir Ceylan’ı ziyaret etti.
  • 1994 - Yazdığı kitabı (“Utanç”) yasaklanıp “ölüm fetvası” çıkarılan, bir Hindistan gazetesinde yer alan ”Kur’an’ın baştan sona değişmesi gerek”sözlerinden dolayı tutuklama kararı çıkarılıp saklanan Bangladeşli yazar Teslime Nesrin, Cumhuriyet gazetesiyle yaptığı telefon söyleşisinde: “Ben kadınlarla erkekler arasında ayrımcılığa yol açan bütün kuralların, kutsal kitaplardan kaynaklansalar bile değiştirilmesini istiyorum.” dedi.
  • 1995 - Çeçenistan ile Rusya arasındaki savaşa son veren bir dizi anlaşma Grozni’de imzalandı.
  • 1995 - Tunceli Kültür ve Dayanışma Derneği üyesi yaklaşık 500 kişinin boşaltılan/ yakılan köyler ve özel tim baskısına ilişkin Sultanahmet’teki basın açıklamasına polis müdahale etti: yüzlerce gözaltı.
  • 1996- Başbakan Çiller’den Türk-İş Başkanı Bayram Meral’e: “İşçiler ne yapıyor da para istiyorsunuz? Ülkenin kanını emiyorsunuz”!
  • 1997- Ankara’da 8 yıl kesintisiz eğitim kararına karşı yapılan gerici gösteride polisin de göstericilerle birlikte gazetecilere saldırması İstanbul’da Gazeteciler Cemiyeti önünde protesto edildi.
  • 1998- Dersim Çemişgezek’te TKP (ML)- TİKKO gerillası Hüseyin Ekici, çatışmaya girdiği devlet güçleri tarafından öldürüldü.
  • 1998 - Üniversite sınavlarının tek basamaklı olması Yüksek Öğretim Kurulu, YÖK Genel Kurulu’nda onaylandı.
  • 1999- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof.Dr. Yalçın Küçük hakkında 6 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle dava açtı. Küçük’ün 1998’de Yunanistan’da Sofia Yordanida adlı yazarla yaptığı konuşmada ”devletin askeri kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif ettiği” iddia ediliyor.
  • 2000- Venezüella’da tüm yasama ve yürütme organlarını belirlemek için seçim yapıldı.  Hugo Chavez ikinci kez devlet başkanı seçildi. 12 milyon seçmenin yüzde 60’ının oyunu aldı.
  • 2001- Enis Öksüz’ün istifasıyla boşalan Ulaştırma Bakanlığı’na MHP Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural getirildi.
  • 2002- F Tipi cezaevlerini protesto için sürdürülen ölüm orucu eyleminde (DHKP-C davasından tutuklu) 24 yaşında Semra Başyiğit yaşamını yitirdi. Ölüm orucunda 92 kişi hayatını kaybetti. Aynı gün,  Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ölüm orucundaki Osman Ali Çöpel ve Mustafa Genç’i sağlık durumları nedeniyle affetti.
  • 2002 -  26 Nisan 1979 tarihinde uygulanmaya başlayan 8 yıl süren sıkıyönetim ardından 15 yıl da olağanüstü halle yönetilen Hakkari ve Tunceli’de (OHAL) uygulaması kalktı. Tunceli’de OHAL uygulaması sırasında 151 köy ve 800 mezra boşaltılmıştı.
  • 2002 -  Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, TBMM Genel Kurulu’nda 189 oyla kabul edildi.
  • 2002 -  Kongo ve Ruanda arasında, Orta Afrika`da istikrarsızlığa ve milyonlarca kişinin ölümüne yol açan savaşı sona erdirme çabasıyla barış anlaşması imzalandı.
  • 2003- 7. Uyum Paketi TBMM’de kabul edildi. Askeri harcamalar denetime açılıyor, MGK Genel Sekreterliği’nin görev ve yetkileri daraltılıyor, MGK’ya sivil sekreter seçilecek, işkence davaları uzun sürmeyecek, terörü teşvik etmedikçe düşünce suç sayılmayacak. 7. Uyum Paketi onay için Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderildi.
  • 2003 - Avusturyalı paraşütçü Felix Baumgartner iki metrelik kanatlarla 9 bin metreden atlayarak Britanya’dan Fransa’ya uçtu.
  • 2004- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ‘Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Yasa’yı kabul etti. Daha önce yasanın üç maddesini veto etmiş, hükümet ise yasayı ikinci kez Meclis’ten aynen geçirerek cumhurbaşkanına göndermişti.
  • 2004 - Pakistan’da başbakanlığa atanan Şevket Aziz’e suikast girişimi oldu.  Aziz yara almadan kurtulurken altı kişi öldü, 45 kişi yaralandı.
  • 2004 -  Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te ABD ve İsrail Büyükelçilikleri ile başsavcılığa intihar saldırısı düzenlendi; iki kişi öldü, Saldırıyı Özbekistan İslami Hareketi üstlendi.
  • 2005- Lübnan’da Suriye karşıtı Fuad Siniora hükümeti parlamentoda güven oyu aldı.
  • 2006- Bingöl’ün Direkli Köyü’nde dört çocuk mayına bastı. Biri öldü, üçü ağır yaralı.
  • 2006 -  Fındık fiyatının çok düşmesi üzerine Ordu’da “Fındığına Sahip Çık” mitingi düzenlendi.  100 bin çiftçi katıldı. “Biz fındık toplayamıyoruz. Tayyip Bey sen de oy toplayamayacaksın” sloganları atıldı. Mitingden sonra 20 bin kişi Ordu-Samsun yolunu trafiğe kapattı. Polis eylemcilere cop ve biber gazıyla müdahale etti.
  • 2007- Anayasa mahkemesi,TBMM’de en az 3 milletvekili bulunan partilere de Hazine yardımı ödenebileceğine ilişkin hükmü yürürlükten kaldıran maddenin iptali istemini 5’e karşı 6 üyenin oyuyla reddetti. Karara göre yüzde 7’nin altında kalan partilere yardım yok.
  • 2008 – AKP’ye açılan kapatma davası sonuçlandı. Kararı anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç açıkladı : Ak Parti Kapatılmadı, Hazineden 1/2 oranında mahrum edildi. Mahkemenin 6 üyesi partinin ”kapatılması”, 5 üye ise ”kapatılmaması” yönünde oy kullandı.
  • 2008 -  İstanbul Küçükçekmece İlçesi’ne bağlı Kayabaşı Köyü yakınlarında göl kıyısında araziye atılan 13 ceset bulundu. Ölen kişilerin Pakistanlı kaçaklar olduğu belirlendi.
  • 2009-Mahkeme, Kemal Türkler‘in katlinden yargılanan ülkücü Ünal Osmanağaoğlu hakkında ikinci kez verdiği beraat kararı Yargıtay’da bozulmasına rağmen üçüncü kez yine beraat kararı verdi.
  • 2009 - DİSK’e bağlı Genç-Sen üyesi öğrenciler, üniversite harçlarına yapılan % 8 ile % 500 arasındaki zammı İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüs önünde protesto etti, Rektör Yardımcısı ile görüştü.
  • 2011- Kemal Burkay, hükümetin “Kürt Sorunu” konusundaki açılım çabalarına destek vermek üzere 31 yıldır yaşadığı İsveç’ten Türkiye’ye döndü.
  • 2013- Danıştay, Veli Saçılık’a Burdur Cezaevi’nde koparılan kolu için ödenen 150 bin TL’lık tazminatın, “kepçeye tuğla atarak direndiği için kusurlu olduğu” gerekçesiyle birikmiş faiziyle birlikte yaklaşık 500 bin TL olarak Saçılık’tan tahsiline karar verdi.
  • 2015- Dokunulmazlıklarının kaldırılması talebiyle CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile birlikte 4 CHP’li, 2 HDP’li ve 1 AKP’li hakkında düzenlenen Başbakanlık fezlekeleri Meclis başkanlığına gönderildi.
  • 2015 - Cumhurbaşkanı Erdoğan Çin gezisinde Demirtaş’ı hedef aldı: ”Bu şahıs 50 kişinin öldüğü 6-7-8 Ekim katliamının baş sorumlusudur. Fırsat bulsa dağa çıkar.” Demirtaş cevap verdi: ”Dağın çözüm olduğuna inansaydım ben de dağa gitmiş olurdum.”
  • 2015 - Şırnak’ın Silopi ilçesinde gece bir eve yapılan polis baskınında YDGH’li olduğu iddiasıyla 3 kişi öldürüldü. Ardından bir zırhlı araca bombalı saldırıda 1 polis hayatını kaybetti, 4’ü yaralandı.
  • 2015 -  Suriyeli muhalif savaşçılardan DAEŞ ve Esed’e karşı koyması amacıyla ABD ve Türkiye tarafından ortaklaşa hazırlanan eğit-donat programına katılarak Suriye içlerine giden ilk birlikten 18 kişi ve komutanlarının, Nusra Cephesi güçlerinin eline düştü.
  • 2016- 15 Temmuz darbe girişimi sonrası birçok kamu kurum ve kuruluşundan 69 bin 779 kamu çalışanının görevden uzaklaştırıldığı açıklandı.


 
DOĞUMLAR:
   

   
ÖLÜMLER:
  • 303 - Kayserili Julitte, Hristiyan bir şehit (d. ?)
  • 1286 - Bar Hebraeus, felsefeci, tarihçi, şair, gramer uzmanı, müfessir, ilahiyatçı ve dönemin Süryani Katolikos'u (d. 1225)
  • 1784- Ansiklopedinin kurucusu Fransız edebiyatçı ve filozof Denis Diderot hayata veda etti.
  • 1811- Meksika’da Rahip Hidalgo kurşuna dizildi. Hidalgo bir yıl önce Meksika’da bağımsızlık hareketini başlatmıştı.
  • 1898- Almanya’yı birleştiren “kan ve demir” politkasıyla ünlü Almanya başbakanı Otto von Bismarck öldü.
  • 1916 - Albert Ludwig Sigesmund Neisser, Alman tıp doktoru (bel soğukluğunun etkenini bulan) (d. 1855)
  • 1985 - Julia Robinson, Amerikalı matematikçi (d. 1919)
  • 1990 - Hüseyin Peyda, Türk sinema oyuncusu (d. 1919)
  • 2000 - Yazar, çevirmen Zeyyat Selimoğlu öldü. Sanatçı “Direğin Tepesinde Bir Adam” adlı hikaye kitabıyla 1969 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı, “Koca Denizde İki Nokta” adlı kitabıyla 1973 Türk Dil Kurumu Hikaye Ödülü’nü, “Derin Dondurucu İçin Öykü” adlı eseriyle 1995 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldı.
  • 2006 - Duygu Asena, Türk gazeteci ve yazar (d. 1946)
  • 2007 - Ingmar Bergman, İsveçli oyun yazarı ve film yönetmeni (d. 1918)
  • 2007 - Michelangelo Antonioni, İtalyan film yönetmeni (d. 1912)
  • 2009 - Muhammed YusufBoko Haram'ın kurucusu (d. 1970)
  • 2014 - Dick Smith, Amerikalı makyaj sanatçısı (d. 1922)
  • 2015 - Pervin Par, Türk sinema oyuncusu (d. 1939)

  • 2021 - Hüseyin Avni Coş, Türk bürokrat (d. 1959)
  • 2021 - Jay Pickett, Amerikalı aktör (d. 1961)
  • 2021 - Martha Sánchez Néstor, Meksikalı feminist ve insan hakları aktivisti (d. 1974)



TARİHTE BUGÜN (29 TEMMUZ)

  


   OLAYLAR:

  • 1830 - Fransa'da Temmuz DevrimiX. Charles tahtından indirildi ve yerine Louis Philippe getirildi.
  • 1832 - Kavalalı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Hidivliği Ordusu, Ağa Hüseyin Paşa   komutasındaki Osmanlı Ordusu'nu Belen Geçidi'nde yapılan muharebede yenilgiye uğrattı.
  • 1908- Osmanlı Meşrutiyet Meclisi tarafından genel af ilan edildi. Sürgünde bulunan rejim aleyhtarları ülkeye dönmeye başladı.
  • 1921 - Adolf Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin Genel Başkanı oldu.Hitler “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”nin başkanlığını Anton Drexler’den devraldı.
  • 1925- İstanbul’da “Liman İşçileri İnhisarı” kuruldu.
  • 1947 - Dünyanın, tamamı elektronik ilk bilgisayarı ENIAC, hafızasının arttırılması amacıyla verilen aradan sonra tekrar çalıştırıldı ve 2 Ekim 1955'e dek sürekli çalıştı.
  • 1948 - II. Dünya Savaşı nedeniyle 12 yıldır yapılamayan Yaz Olimpiyatları Londra’da başladı. Türkiye, 6 altın, 4 gümüş ve 2 bronz madalyayla olimpiyat beşincisi oldu
  • 1950 - Türk Barışseverler Cemiyeti Başkanı Behice Boran ve Genel Sekreteri Adnan Cemgil tutuklandı. Cemiyet, Kore'ye asker gönderilmesini protesto etmişti.
  • 1953 - Bina yapımını teşvik edecek ve kaçak yapılaşmayı önleyecek kanun TBMM’de kabul edildi.
  • 1958 - NASA kuruldu.
  • 1959 - Vatan gazetesi sahibi ve Başyazarı Ahmet Emin Yalman, "Pulliam Davası"ndan 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı.
  • 1960 - Havadis gazetesi, sıkıyönetimce tahrikçi ve ayrılıkçı yayın yaptığı iddiasıyla 10 gün süreyle kapatıldı.
  • 1965- İsmet İnönü, CHP’nin çizgisinin ortanın solu olduğunu dile getirdi. İnönü: “CHP bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla, elbette ortanın solunda bir anlayıştadır” dedi.
  • 1965 - Türkiye, Dünya Daktilo Şampiyonası'nda şampiyon oldu.
  • 1968- lrak Komünist Partisi MK, bir bildiri yayımlayarak, Baas rejiminden; lrak’ta demokrasiyi gözden geçirme, Kürt halkına otonomi hakkını tanıma ve sosyalist çevrelerle ilişki geliştirme talebinde bulundu.
  • 1970- 274 sayılı Sendikalar Kanunu TBMM’de kabul edildi.
  • 1971- İzmir – Aydın karayolunda Ziraat Bankası’na ait para taşıma aracı soyuldu. 4 milyon TL gasp edildi. Soyguncuların Dev-Genç mensubu oldukları ileri sürüldü.
  • 1971 - Devlet Demiryolları’nın İstanbul’daki 4 gümrük deposunda başlatılan grev 4.gününde.
  • 1975 - Ankara'nın CHP’li Belediye Başkanı Vedat Dalokay işçi maaşlarını ödeyemediğini ve Hükûmet'in de yardım etmediğini açıkladı. Dalokay, Hükûmet'i protesto için üç günlük açlık grevine başladı.
  • 1977- Manisa/Ahmetli’de Uşak Yay-Kur öğrencisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) üyesi Seydi Akcan (19) tartıştığı ülkücü çiftçi M.Öz tarafından pamuk tarlasında av tüfeğiyle öldürüldü. Katil zanlısı 2 ülkücü yakalandı.
  • 1981 - Birleşik Krallık'ta Galler Prensi CharlesLady Diana ile evlendi.
  • 1982- Pınar Kür’ün “Yarın… Yarın” adlı romanı Erzurum, Ağrı, Kars ve Artvin İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı bölgesinde yasaklandı.
  • 1983- MGK, İş Yasası’nı kabul etti. Yasayla iş ve işçi bulmak amacıyla faaliyette bulunulması ve büro açılması yasaklandı. Yasa ayrıca 15 yaşından küçük çocukların işyerlerinde çalıştırılmasını yasaklarken, zamanında ödenmeyen kıdem tazminatları için vadesiz mevduata uygulanan en yüksek faiz verilmesini de hükme bağlıyor. Bir yıl veya daha uzun süreli hizmet akitleri yazılı yapılacak. Sürekli hizmet akitlerinde deneme süresi en çok bir ay olacak. Bu süre, toplu iş sözleşmesiyle üç aya kadar uzatılabilecek.
  • 1983 - İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi, DİSK/ T.Maden-İş’in yöneticisi-işyeri temsilcisi 64 kişi hakkında 6-20 yıl arası hapis istemiyle dava açtı.
  • 1985- İstanbul Kazlıçeşme’de 14 fabrikada Deri-İş üyesi 512 işçi greve başladı.
  • 1986 - Türkiye Komünist Partisi davası sonuçlandı; 74 sanık 4 aydan 15 yıla kadar hapis cezaları aldı, 40 sanık beraat etti.
  • 1986- Sandinist yönetim altında Nikaragua köylüleri kooperatif çiftliklerde Özyönetim Kurulları’nda kararlar aldıkları açıklandı. 
  • 1987 - Margaret Thatcher ile François MitterrandManş Tüneli'nin inşasına ilişkin anlaşmayı imzaladılar.
  • 1988- Danıştay 10.Dairesi, siyasi göçmenlerin kültür-sanat eserlerinin Türkiye’de yayınlanabilmesi için yapılan başvuruyu reddetti. Başvuru, F.Almanya’da bulunan Melike Demirağ-Şanar Yurdatapan çiftinin “İstanbul’da Olmak-Anadolu” adlı kasetleri için yapılmıştı.
  • 1988 -  “Arafat’ın küçük generalleri”nin 8 ay önce Batı Şeria-Gazze’de başladığı “İntifada”da 234 ölü, 36 bin yaralı var.
  • 1988 - 28 Avrupalı komünist partiyi temsilen Türkiye’ye gelen 5 kişilik parlamenter heyetinin Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde TBKP liderleri H.Kutlu ve N.Sargın ile görüşmesine izin verilmedi. 
  • 1989 - – Zülfü Livaneli’nin gece Gülhane Parkı’ndaki konserini 60 binin üzerinde kişi izledi.
  • 1989 - 12 Eylül 1980’den bu yana 9 yılda 356 kitap, 189 film, 20 kaset yasaklandı. 
  • 1989 - Ataol Behramoğlu’nun “Mustafa Suphi Destanı” Avignon Festivali’nde Halk Oyuncuları’nca sergileniyor.
  • 1989 - İran Devlet Başkanlığı seçimlerini Haşimi Rafsancani kazandı.
  • 1991- Kürt liderler, gelişmeler karşısında, Saddam Hüseyin ile bir özerklik anlaşması için görüşme gereğini duydular. Bu fikir, koalisyonun içinde yer alan, Birleşik Krallık ve Avrupa Topluluğu tarafından da desteklendi. Mayıs 1991’de de Mesut Barzani Kerkük’ün özerk Kürdistan’ın başkenti olmasının Bağdat tarafından kabul edildiğini ilan etmişti. Irak hükümeti,  Kürt liderlerin kabul etmediği koşulları öne sürünce, görüşmelerin kesildiği duyuruldu.
  • 1991 -  Tekel ve Sümerbank Kundura işçileri, işyerini terketmeyen 2.700 Beykoz Paşabahçe Cam işçisini ziyaret etti. Bugüne kadar Paşabahçe Cam grubundan Beykoz’da 639, Mersin’de 442, Topkapı’da 88, Sinop’ta 33, Trakya ve Kırklareli’de 184 çalışan çıkarıldı.
  • 1992- 12 Mart muhtırasının imzacılarından Deniz Kuvvetleri eski komutanı, emekli Oramiral Kemal Kayacan silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırıyı Devrimci-Sol örgütü üstlendi.  
  • 1993- Tüm Bel-Sen ve Yapı Yol-Sen üyesi kamu çalışanları memur zammını protesto için ülke genelinde iş bıraktı. 
  • 1993 - 600 bin kamu işçisi, hükümetin toplu sözleşme görüşmelerin uzlaşmaz tavrına karşı ülke genelinde iş bıraktı.
  • 1993 - Kağıthane Belediyesi’nden atılan bir grup işçinin Belediye-İş Aksaray binasını işgali polis operasyonu ile sonlandı.
  • 1995- Tunceli Kültür ve Dayanışma Derneği üyeleri, “özel tim terörü, göçe zorlanma vb. baskılara karşı” İstiklal Caddesi başından Tünel’e yürüdü. 
  • 1998- Nükleer Karşıtı Platform, Akkuyu için ihaleler açan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı hakkında suç duyurusunda bulundu.
  • 1999- “Mezarda Emeklilik” Tasarısı’na karşı DİSK, KESK ve TTB Türkiye genelinde 1 saat süreyle çalışmayıp alanlara çıktı.
  • 1999 - Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk kez bir başkan görev başındayken ceza aldı. Başkan Bill Clinton yalan ifadeden 90 bin dolar ödemeye mahkum edildi.
  • 2000- İstanbul’da F Tipi cezaevlerini protesto etmek isteyen Partizan, TAYAD, ÖMP ve Kızıl Bayrak’tan 24 kişi gözaltına alındı.
  • 2000 - ‘Aydın ve Sanatçı Girişimi’ adı altında bir araya gelen 33 aydın ve sanatçı,F Tipi cezaevi uygulamalarını protesto etmek için bir günlük açlık grevine başladı.
  • 2000 - İspanya’da Bask ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA örgütü, Sosyalist Parti’nin önde gelen isimlerinden Jean Maria Jauregui’yi öldürdü.
  • 2001- Hayata Dönüş Opresyonunda Bayrampaşa Cezaevi’nde Hacer Arıkan’ın vücudunun %40’ının yandığı, akciğerlerinin söndüğü, kalça kemiğinin kırıldığı, sol ayağının 3 cm. kısaldığı, 4 ameliyat geçirdiği; abisi Erdal Arıkan’ın, ölüm orucunun 200.gününde zorla müdahaleden dolayı Wernicke Korsakoff hastası olduğu açıklandı.
  • 2002- Paşabahçe Cam Fabrikası’nın 15 günlüğüne kapatılıp işçilerin ücretli izne gönderilmesi kararına karşı Kristal-İş üyesi 870 işçi 8 gündür işyerini terk etmiyor, aileleri de fabrika dışında destek veriyor.
  • 2002 -  Yunanistan’da 17 Kasım örgütünün yakalanan 14 üyesinden sekizi geniş güvenlik önlemleri altında Atina Emniyet Müdürlüğü’nden Koridalos Cezaevi’ne sevk edildi.
  • 2003 -  ABD Dışişleri sözcüsü Rıchard Boucher: “Irak’ta kurulacak istikrar gücüne 30 ülke destek veriyor.Türkiye bir an önce karar vermeli” dedi.
  • 2005- EMO, Haber-İş, Haber-Sen, Türk Haber-Sen ve Birlik Haber-Sen temsilcileri Türk Telekom’un satışını protesto etti.
  • 2005 - Seydişehir Eti Alüminyum Fabrikası’nı satın alan CE-KA A.Ş. devir için geldikleri tesislerde işçilerin eylemiyle karşılandı. İşçiler özelleştirme karşıtı sloganlarla eylem yaptı.
  • 2006- Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in “Türkiye’ye hakaret” suçundan aldığı cezanın Yargıtay tarafından onanmasının ardından “Barış Girişimi” adlı  sivil itaatsizlik hareketi başlatıldı. 301. maddenin kaldırılması istendi; Hrant Dink için imza kampanyası başlatıldı.
  • 2007- Güney Koreli 22 kişiyi rehin tutan Taliban, Afganistan hükümetiyle görüşmeleri kesti. Taliban sözcüsü, hükümetin güç kullanması halinde rehineleri öldüreceklerini söyledi.
  • 2010- Euro bölgesinde ekonomik kriz: İtalya, 2012 yılına kadar bütçe açığını azaltmak için hazırlanan 25 milyarlık tasarruf planını kabul etti. 
  • 2011- Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, görev süresi 1 yılı doldurmadan istifa ettiğini açıkladı. Koşaner ile birlikte Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay istifa etti. 
  • 2012- Fukuşima’nın ardından 50 nükleer santrali kapatıp 2’sini tekrar açan Japonya’da parlamento kuşatıldı.
  • 2012 - Yargıtay’ın “Cami-mescit dışındakilerin ibadethane olarak kabulü mümkün değil” kararı İstanbul ve Yalova’da protesto edildi.
  • 2013- Gezi Direnişi’nde hayatını kaybeden 7 kişi için 7 ülkede 7’şer kişinin katılımıyla 7 dakikalık “duran insan” eylemi yapıldı.
  • 2013 - Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz için Antakya/ Uğur Mumcu Meydanı’ndan Armutlu Mahallesi’ne yürüyen kitle forum yaptı.
  • 2013 - Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği’yle (GÜMÇED) Gençlik Muhalefeti 6 Ağustos’a kadar sürecek “Doğa İçin Direniş, Gezi’den Kaz Dağları’na Direniş Sürüyor” etkinliği düzenledi. Edremit’in Zeytinli beldesinde buluşan gençler yüzlerce çadır kurdu.
  • 2015- Olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulu’nda, CHP’nin artan terör eylemleri için Meclis araştırması talebiyle verdiği önerge AKP ve MHP’lilerin oylarıyla reddedildi. MHP’liler önce çekimser kalırken, Grup Başkanvekili Oktay Vural’ın uyarısı üzerine ”Hayır” oyu kullandı.
  • 2015 - Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın HDP’li vekillere yönelik dokunulmazlık çıkışının ardından HDP’li 80 milletvekilinin tamamı “dokunulmazlıklarının kaldırılması” yönünde TBMM Başkanlığı’na dilekçe verdi.
  • 2015 - AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu‘nun HDP Eş Genel Başkanı S.Demirtaş hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurusunun ardından, Başsavcılık Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke talebinde bulunarak Adalet Bakanlığı’na gönderdi.
  • 2015 - Erzurum’un Aşkale ilçesinde bir çarşı esnafının, tartıştığı Kürt işçinin parmağında PKK’yi simgeleyen yüzük taşıdığı iddiasıyla topladığı 2.000 kadar kişi TOKİ inşaatını basarak işçileri linç etmek istedi. Kürt işçiler polis gözetiminde Aşkale’den çıkarıldı.
  • 2015 -  Taliban lideri Molla Ömer’in iki yıl önce öldüğü açıklandı. Taliban Sözcülüğü, Molla Ahtar Muhammed Mansur’un örgütün yeni lideri olarak seçildiğini duyurdu; ancak Taliban Yüksek Konseyi, Molla Mansur’un yeni lider olarak seçildiği haberlerini reddetti.
  • 2016 - Hakkâri saldırısı: Hakkâri - Çukurca karayolunda yol kontrolü yapan askerlere, PKK tarafından düzenlenen saldırıda, 8 asker yaşamını yitirdi, 25 asker de yaralandı.


   
DOĞUMLAR:

  • 1805 - Alexis de Tocqueville, Fransız siyasi düşünür ve tarihçi (ö. 1859)
  • 1817 - İvan Ayvazovski, Rus ressam (ö. 1900)

  • 1885 - Theda Bara, 29 Temmuz 1885 - 7 Nisan 1955 tarihleri arasında yaşamış Amerikalı oyuncudur. Sessiz film döneminin ilk yıldızlarından olan Bara'nın asıl adı Theodosia Burr Goodman'dır. Oynadığı femme fatale rollerden ötürü ona vampir sözcüğünden kısaltılarak takılan vamp ismi, daha sonra bu tür roller için yapılan genel bir tanımlama olmuştur.Theda Bara ise sinema tarihinin ilk vampı (vamp = vampir sözcüğünün kısaltılmışı; uğursuz kadın, cinsel çekiciliğine kapılan erkeklerin başına belalar gelmesine yol açan kadın) oldu.v Asıl adı Thedosia Goodman olan Theda Bara, Theodosia de Coppett adıyla bir film çevirdikten sonra, A Fool There Was (Orada Bir Çılgın Vardı, 1915) filminde takma adını kullandı.

  • 1892 - William Powell, Amerikalı oyuncu (ö. 1984)
  • 1909 - Chester Bomar Himes (29 Temmuz 1909 – 12 Kasım 1984), Afrikalı-Amerikalı yazar. If He Hollers Let Him Go isimli romanı ve Harlem Detective roman serisi ile ünlüdür. 1958 yılında, Fransa'da verilen Grand Prix de Littérature Policière polisiye ödülüne layık görüldü. Cotton Comes to Harlem isimli romanı 1970 yılında Ossie Davis tarafından filme çekildi. 1991 yılında ise A Rage in Harlem isimli romanı sinemaya uyarlandı. Bu filmin başrollerinde Gregory Hines ve Danny Glover oynadı.  Himes Cleveland'de East Lisesi'ne devam etti. Ohio Devlet Üniversitesi'nin ilk sınıfındayken okuldan atıldı. 1928'in son günlerinde silah soygun suçundan tutuklandı ve 20 ile 25 yıl arasında hapis yatmak üzere Ohio Hapishanesi'ne gönderildi. Hapisteyken kısa hikâyeler yazmaya başladı. Bu öyküler ulusal dergilerde yayınlandı. Himes, daha sonraları hapishanede yazı yazmanın ve bunları yayınlatmanın gardiyanların ve diğer mahkümların saygısını kazanmanın bir yolu olduğunu açıkladı. Böylece kendisine şiddet uygulanmıyordu. 1931 yılında hikâyeleri The Bronzeman'de yayınlandı. 1934'te ise ilk kez Esquire'a bir öyküsü çıktı. To What Red Hell isimli öyküsü ve daha sonra yazdığı Cast the First Stone isimli romanı 1930 yılında şahit olduğu Ohio Hapishanesi'ndeki yangını konu alır. 1934 yılında başka bir hapishaneye transfer oldu. 1936 yılında ise annesinin gözetimi altında olması şartıyla serbest bırakıldı. Serbest kaldıktan sonra yarı zamanlı işlerde çalıştı. Bir yandan da yazmaya devam etti. Bu dönemde, onu edebiyat dünyası ile tanıştıran Langston Hughes ile arkadaş oldu. 1936 yılında, Jean Johnson ile evlendi.Mike Davis'in anlattığına göre Warner Brothers film şirketi için çalışırken şirketin sahiplerinden Jack Warner, "Allah'ın belası zencileri buralarda istemiyorum." diyerek işine son verdi. Himes daha sonra otobiyografisinde bu olayı şöyle anlattı:
  • Otuz bir yaşındayken duygusal, fiziksel ve ruhsal olarak geçirdiğim otuz bir senede kırılmadığım kadar çok kırıldım. Güneyde yaşamıştım, bir asansörden düşmüştüm, üniversiteden atılmıştım, hapishanede yatmıştım, Cleveland'deki bunalımın son beş senesinde oradaydım ama tüm bunlara rağmen bütün olarak kalmayı başarmıştım. Aklım keskindi, reflekslerim iyiydim ve acı çekmiyordum. Oysa Los Angeles'taki ırkçı önyargılar altında yaşarken acı çekmeye ve nefretle yaşamaya başladım. 
    1950'lerde Himes, Fransa'da yaşamaya karar verdi. Bu kararda o ülkede popüler olmasının da payı vardı. Paris'te politik karikatürist Oliver Harrington ve Richard Wright, James Baldwin gibi yazarlarla birlikte çok seviliyordu. 1969 yılında, Himes İspanya'daki Moraira'ya taşındı. Bu şehirde 1984 yılında Parkinson hastalığından vefat etti.
    1919 - Nevin Akkaya, Türk oyuncu ve seslendirme sanatçısı (ö. 2015)
  • 1923 - Atilla Konuk, Türk siyasetçi ve sporcu (ö. 2009)
  • 1924 - Robert Horton, Amerikalı oyuncu (ö. 2016)
  • 1925 - Mikis Theodorakis, Yunan besteci
  • 1940 - Aytaç Yalman, Türk asker ve Türk Kara Kuvvetleri Komutanı (ö. 2020)
  • 1940 - Erol Demiröz, Türk aktör ve yönetmen (ö. 2021)
  • 1945 - Mircea Lucescu, Rumen futbolcu ve teknik direktör
  • 1953 - Ken Burns, Amerikalı yönetmen ve belgesel film yapımcısı
  • 1955 - Jean-Hugues Anglade, Fransız aktör
  • 1958 - Yavuz Sepetçi, Türk oyuncu
  • 1960 - Binnur Şerbetçioğlu, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu
  • 1963 - Alexandra Paul, Amerikalı oyuncu
  • 1973 - Stephen Dorff, Amerikalı oyuncu
  • 1978 - Ayşe Hatun Önal, Türk şarkıcı
  • 1981 - Fernando Alonso, İspanyol Formula 1 pilotu
       

       
      ÖLÜMLER: