70’li yıllarda “Akbabanın Üç Günü” diye bir film vardı hatırlar mısınız?
Filmde “Joseph Turner” adındaki bir ajanı oynayan Robert Redford, bir CIA kuruluşunda çalışır. Buradaki işi yalnızca kitap okuyup kitaplarda, istihbaratın ilgisini çekecek konuları, CIA’ya rapor etmektir…
Turner/Redford bir öğle tatilinden döndüğünde, mesai arkadaşlarının öldürüldüğünü görür. Kendisi, dışarıda olduğu için ölümden kurtulmuştur.
Kıl payı kurtulduğu cinayeti araştırırken aslında bunun büyük bir “istihbarat savaşının” eseri olduğunu, CIA içinde “derin CIA”ler bulunduğunu keşfeder, hikâyeyi “New York Times”a (NYT) götürmeye karar verir…
Son sahnede Redford’u CIA şeflerinden biriyle konuşurken görürüz:“Gazetenin bu öyküyü basabileceğinden emin misin?” der CIA şefi filmin kahramanına ve arkadan ekler: “Bassa ne olacak ki? Bir şeyler değişecek mi?”
‘Realty şov’a indirgendi
ABD’nin küresel casusluk programını ifşa eden Edward Snowden skandalı ortaya çıktığından beri; “Akbabanın Üç Günü”ndeki bu son konuşmayı düşünüyorum.
O zaman NYT gibi önemli bir gazeteye, böyle “derin bir casusluk faaliyetinin”sızdırılması, 7.4 şiddetinde depremle eşdeğerdi…
Sydney Pollock’ın ‘70’lerde yaptığı bu casusluk filmi, ABD’de Nixon’ın istifası ile son bulan Watergate skandalının arkasından gelmişti. Yazılı basının etki sahibi olduğu günlerdi.
NYT gibi gazeteler; gerek Vietnam Savaşı’nın sona ermesinde, gerek Nixon’ın koltuğunu yitirmesinde, birinci dereceden etkili olmuştu…
Bugün sanal baskıları her an güncellenen gazetelerin haber bombardımanında yaşıyoruz. “Guardian”ın Snowden skandalını gün ışığına çıkarmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Ama tık yok!
Snowden harbiden dudak uçuklatan; Orwell’in kurgu bilim-fütüristik faşizm romanı “1984”ü mumla aratan şeyler anlattı.
ABD’nin “algoritmalara” dönüştürdüğü datalarla internet ve telekulak üzerinden dünyayı izlediğini; bu bilgilerin NSA olarak bilinen “Ulusal Güvenlik Ajansı”nın gözetiminde tutulduğunu; bu büyük takibi gerçekleştirmek için NSA’nın yüzlerce taşeron özel şirket kiraladığını, kendisinin de kısa süre öncesine dek bu özel şirketlerden birinde çalıştığını, eli kolu her yere erişen “Büyük Birader” ağını keşfettiği an itibarıyla bu “derin gözaltı dünyasında”yaşamak istemediğini anladığını, bu nedenle eteğindeki taşları dökmeye karar verdiğini söyledi.
Bundan çok katmanlı ve dev bir skandal düşünülebilir mi?
Demokratik hak ve özgürlükleri hiçe sayarak terörle mücadele kisvesi altında… ABD’nin ne idüğü belirsiz bir dizi kapitalist istihbarat şirketleri ve lobileri yoluyla; yerküreyi gözetim altında tuttuğunu öğrendik.
Dünyanın şok geçirmesi gerekmez mi?
Böyle bir şey olmadı.
Olay, Edward Snowden’ın “reality şov” tadındaki kişisel serüvenine indirgendi. Cazip bir maaş ve genç, güzel sevgilisini Hawaii’de bırakarak arkasına bakmadan ABD’den kaçan Snowden’ın, önce Hong Kong otellerindeki kovalamacasını izledik.
Ardından…
James Bond’vari bir hamleyle, genç istihbaratçının, Hong Kong’dan kendisini Moskova’nın Şeremetyevo Havaalanı’na atışına tanık olduk. 23 Haziran’dan beri de havaalanının transit terminal bölümünde yaşayan istihbarat uzmanı, önceki gün nihayet ilk kez burada kameralara konuştu ve“Merhaba, benim adım Ed Snowden!” diyerek dünyaya seslendi.
Seçiminin kendisine pahalıya mal olan “ahlaki bir karar” olduğunu açıklayan Snowden, Latin Amerika ülkelerinden birine ileri tarihlerde erişebilmek için Rusya’dan bu vesileyle “geçici süreliğine sığınma” istedi.
Talebinin kabul edilmesi için Putin’in öne sürmüş olduğu şartları kabul ettiğini bu meyanda belirtti. İstihbarat kökenli olan -eski KGB görevlisi- Putin ile böylelikle pazarlığa oturmuş oldu…
O zaman NYT gibi önemli bir gazeteye, böyle “derin bir casusluk faaliyetinin”sızdırılması, 7.4 şiddetinde depremle eşdeğerdi…
Sydney Pollock’ın ‘70’lerde yaptığı bu casusluk filmi, ABD’de Nixon’ın istifası ile son bulan Watergate skandalının arkasından gelmişti. Yazılı basının etki sahibi olduğu günlerdi.
NYT gibi gazeteler; gerek Vietnam Savaşı’nın sona ermesinde, gerek Nixon’ın koltuğunu yitirmesinde, birinci dereceden etkili olmuştu…
Bugün sanal baskıları her an güncellenen gazetelerin haber bombardımanında yaşıyoruz. “Guardian”ın Snowden skandalını gün ışığına çıkarmasının üzerinden bir aydan fazla zaman geçti. Ama tık yok!
Snowden harbiden dudak uçuklatan; Orwell’in kurgu bilim-fütüristik faşizm romanı “1984”ü mumla aratan şeyler anlattı.
ABD’nin “algoritmalara” dönüştürdüğü datalarla internet ve telekulak üzerinden dünyayı izlediğini; bu bilgilerin NSA olarak bilinen “Ulusal Güvenlik Ajansı”nın gözetiminde tutulduğunu; bu büyük takibi gerçekleştirmek için NSA’nın yüzlerce taşeron özel şirket kiraladığını, kendisinin de kısa süre öncesine dek bu özel şirketlerden birinde çalıştığını, eli kolu her yere erişen “Büyük Birader” ağını keşfettiği an itibarıyla bu “derin gözaltı dünyasında”yaşamak istemediğini anladığını, bu nedenle eteğindeki taşları dökmeye karar verdiğini söyledi.
Bundan çok katmanlı ve dev bir skandal düşünülebilir mi?
Demokratik hak ve özgürlükleri hiçe sayarak terörle mücadele kisvesi altında… ABD’nin ne idüğü belirsiz bir dizi kapitalist istihbarat şirketleri ve lobileri yoluyla; yerküreyi gözetim altında tuttuğunu öğrendik.
Dünyanın şok geçirmesi gerekmez mi?
Böyle bir şey olmadı.
Olay, Edward Snowden’ın “reality şov” tadındaki kişisel serüvenine indirgendi. Cazip bir maaş ve genç, güzel sevgilisini Hawaii’de bırakarak arkasına bakmadan ABD’den kaçan Snowden’ın, önce Hong Kong otellerindeki kovalamacasını izledik.
Ardından…
James Bond’vari bir hamleyle, genç istihbaratçının, Hong Kong’dan kendisini Moskova’nın Şeremetyevo Havaalanı’na atışına tanık olduk. 23 Haziran’dan beri de havaalanının transit terminal bölümünde yaşayan istihbarat uzmanı, önceki gün nihayet ilk kez burada kameralara konuştu ve“Merhaba, benim adım Ed Snowden!” diyerek dünyaya seslendi.
Seçiminin kendisine pahalıya mal olan “ahlaki bir karar” olduğunu açıklayan Snowden, Latin Amerika ülkelerinden birine ileri tarihlerde erişebilmek için Rusya’dan bu vesileyle “geçici süreliğine sığınma” istedi.
Talebinin kabul edilmesi için Putin’in öne sürmüş olduğu şartları kabul ettiğini bu meyanda belirtti. İstihbarat kökenli olan -eski KGB görevlisi- Putin ile böylelikle pazarlığa oturmuş oldu…
Orman kanunu mu geçerli?
Bunun üzerine ABD ile Rusya arasında; pinpon topu gibi hangi köşeye savrulacağını merakla izlediğimiz bu “Snowden maçında” yeni bir bahis açılmış oldu. “No’lcek” diye şimdi millet bu bahisi izliyor…
İstihbarat sisteminin arkasındaki “karanlık düzen” hiç tartışılmıyor.
Snowden, Şeremetyevo’daki ikameti sırasında, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, başlıca Avrupa ülkelerinin de bu büyük gözaltına ortak olduklarını söyledi.
Dünyanın dikkati Mısır darbesine odaklaştığı günlerde nitekim, Moskova’daki bir toplantıdan ülkesine gitmek üzere havalanan Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales’in uçağı Avrupa semalarında uçurulmadı.
Morales’in uçağında Snowden’ın olabileceği gerekçesiyle “Avrupalı müttefiklerden” hava sahalarını kapatmasını istediği anlaşılan ABD’nin, bu ricasını derhal yerine getiren ülkeler (Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz) nedeniyle, Bolivya devlet başkanı Viyana’ya zoraki iniş yapmak mecburiyetinde kaldı ve ardından Viyana havaalanında 11 saat “rehin”tutuldu…
ABD bugün artık bağımsız ülkelerin hava sahalarını bile kapattırıyor…
Devlet başkanlarının dahi sıradan “şüpheli” muamelesine tabi tutulmasına önayak oluyor…
“Orman kanunlarının” geçerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kimse, ne ki bu orman yasalarını tartışmıyor. Snowden’ın sadece bir sonraki durağının ne olacağını sorguluyoruz. Fırsat olduğunda buradan devam ederiz…
İstihbarat sisteminin arkasındaki “karanlık düzen” hiç tartışılmıyor.
Snowden, Şeremetyevo’daki ikameti sırasında, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, başlıca Avrupa ülkelerinin de bu büyük gözaltına ortak olduklarını söyledi.
Dünyanın dikkati Mısır darbesine odaklaştığı günlerde nitekim, Moskova’daki bir toplantıdan ülkesine gitmek üzere havalanan Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales’in uçağı Avrupa semalarında uçurulmadı.
Morales’in uçağında Snowden’ın olabileceği gerekçesiyle “Avrupalı müttefiklerden” hava sahalarını kapatmasını istediği anlaşılan ABD’nin, bu ricasını derhal yerine getiren ülkeler (Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz) nedeniyle, Bolivya devlet başkanı Viyana’ya zoraki iniş yapmak mecburiyetinde kaldı ve ardından Viyana havaalanında 11 saat “rehin”tutuldu…
ABD bugün artık bağımsız ülkelerin hava sahalarını bile kapattırıyor…
Devlet başkanlarının dahi sıradan “şüpheli” muamelesine tabi tutulmasına önayak oluyor…
“Orman kanunlarının” geçerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kimse, ne ki bu orman yasalarını tartışmıyor. Snowden’ın sadece bir sonraki durağının ne olacağını sorguluyoruz. Fırsat olduğunda buradan devam ederiz…
Nilgün Cerrahoğlu.
14 Temmuz 2013 - Cumhuriyet