6 Temmuz 1918 Karlsbad
Danslı bir baloda, masadaki bir Türk kadınının, “Bizde böyle bir hayat ne kadar zor” demesinden sonra hatıra defterine yazdıkları:
“İslamiyette uygulanmakta olan örtünme, kadınların kocalarından başka erkekle kesinlikle görüşememesi ve ev dışında bir hayata sahip olamaması, bir dereceye kadar kadınları alıkoyar. (...) Bir erkek için kadın refakatinden yoksun kalmak bireksikliktir; bu, mutlaka giderilir. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek gereksinimi aynıdır. Ruh ihtiyacıdır. Bu derece sıkı kurallara bağlı yaşayacak kadınlarımızın hayat hakkında, uygarlık hakkında, hürriyet hakkındaki düşünceleri,uzmanlıkları ne olabilecektir?”
Danslı bir baloda, masadaki bir Türk kadınının, “Bizde böyle bir hayat ne kadar zor” demesinden sonra hatıra defterine yazdıkları:
“İslamiyette uygulanmakta olan örtünme, kadınların kocalarından başka erkekle kesinlikle görüşememesi ve ev dışında bir hayata sahip olamaması, bir dereceye kadar kadınları alıkoyar. (...) Bir erkek için kadın refakatinden yoksun kalmak bireksikliktir; bu, mutlaka giderilir. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek gereksinimi aynıdır. Ruh ihtiyacıdır. Bu derece sıkı kurallara bağlı yaşayacak kadınlarımızın hayat hakkında, uygarlık hakkında, hürriyet hakkındaki düşünceleri,uzmanlıkları ne olabilecektir?”
***
16 Temmuz 1921 Ankara
Öğretmen Okulu’nda toplanan Birinci Maarif Kongresi’nde ayrı yerlere oturtulmuş kadın ve erkekleri görünce Öğretmenler Derneği Başkanı’na söyledikleri:
“Ne yapmışsınız siz? Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız, onları ne diye erkeklerden ayrı oturttunuz? Utanmıyor musunuz? Ayıptır. Kendinize mi güveniniz yok, yoksa bu hanımların iffetine mi? Bir daha kadınların erkeklerden ayrı tutulduğunu duymayayım.”
Öğretmen Okulu’nda toplanan Birinci Maarif Kongresi’nde ayrı yerlere oturtulmuş kadın ve erkekleri görünce Öğretmenler Derneği Başkanı’na söyledikleri:
“Ne yapmışsınız siz? Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız, onları ne diye erkeklerden ayrı oturttunuz? Utanmıyor musunuz? Ayıptır. Kendinize mi güveniniz yok, yoksa bu hanımların iffetine mi? Bir daha kadınların erkeklerden ayrı tutulduğunu duymayayım.”
***
9 Şubat 1923 Edremit
Evliliklerinin 10. gününde, eşi Latife Hanım’la birlikte çıktığı yurt gezisinden sonra konuğu oldukları Mahu Hanım’a söyledikleri:
“Sayenizde medeni bir gece geçireceğiz. Karım yanımda olduğu halde bütünAnadolu’yu dolaştık, tek bir kadın yüzü görmedik.”
Evliliklerinin 10. gününde, eşi Latife Hanım’la birlikte çıktığı yurt gezisinden sonra konuğu oldukları Mahu Hanım’a söyledikleri:
“Sayenizde medeni bir gece geçireceğiz. Karım yanımda olduğu halde bütünAnadolu’yu dolaştık, tek bir kadın yüzü görmedik.”
***
14 Ekim 1924 Cuma Kırşehir
Yeşilyurt İlkokulu’nu ziyaretinde yetkililerle yaptığı konuşma:
“Bu okulun adı ne?”
“Kız okulu...”
“Yani bu okulun adı yok mu?”
“Hayır Paşam...”“Bakınız etraf yemyeşil, bu okulun adı Yeşilyurt olsun. Kız öğrenciler de erkek öğrencilerle birlikte okusun.”
Yeşilyurt İlkokulu’nu ziyaretinde yetkililerle yaptığı konuşma:
“Bu okulun adı ne?”
“Kız okulu...”
“Yani bu okulun adı yok mu?”
“Hayır Paşam...”“Bakınız etraf yemyeşil, bu okulun adı Yeşilyurt olsun. Kız öğrenciler de erkek öğrencilerle birlikte okusun.”
***
30 Ağustos 1925 Kastamonu:
“Bir toplum, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklarazincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?
Şüphe yok ki yükselme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.”
“Bir toplum, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklarazincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?
Şüphe yok ki yükselme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmak gerekir. Böyle olursa inkılâp muvaffak olur.”
***
Bu 10 Kasım’da da “kızlıerkekli” hepimiz, Atatürk’ü saygıyla anıyoruz.
Savaş’a Veda
26 Ağustos günü Nebil Özgentürk’le Bodrum Devlet Hastanesi’nde ziyarete gittikSavaş’ı...
Her zamanki neşeli haliyle karşıladı bizi... Ne var ki, içinin coşkusu, dışındaki çöküntüyü gizlemeye yetmiyordu.
Bir yandan kendi bahçesindeki güzelim bir gecenin renkli anılarını hatırlatıyor, bir yandan bilgisayarından onun fotoğraflarını arıyordu.
Kanser, gırtlağını sarmış, zar zor içtiği bir çorba yırtılmaya yol açmıştı.
Bodrum’daki doktorlar acilen ameliyat olması, gırtlağının alınması gerektiğini söyleyerek İstanbul’a naklini istemişlerdi. Direniyordu Savaş:
“Bana en az 50 doktor, ‘Yaşam kalitenizin artması için acilen ameliyat gerek’ dedi.Geçen sürede o doktorların 5’i vefat etti” dedi.
Sormuştu onlara: “Ne yapacaksınız ameliyatta?”
“Gırtlağınızda bir delik açacağız.”
“Şarkı söyleyebilecek miyim?”
“Metalik bir sesiniz olacak.”“Denize girebilecek miyim?”
“Küvet bile yasak.”“Tat alabilecek miyim?”“Hayır.”
“O zaman istemiyorum ameliyat olmak...”
Bir salon dolusu doktora “delikli” bir fıkra anlatıp hepsini kahkahaya boğduğunu da söyledi. Fıkrayı bize de anlattı. Gülüştük. Dağıldı odanın kasveti...
Sonra, onun tabiriyle “İsa’nın son sofrası” gibi yan yana durup bir fotoğraf çektirdik. Ortada ne “İsa” ne “sofra” vardı; asıl vurgu “son” sözcüğündeydi. Nebil’le zoraki gülümseyerek poz verdik.
Ayrılırken kısıktı sesi...
Yeni kovulmuştum gazeteden...
“Benim sesimin kısılması seninki gibi siyasi sebepten değil, fiziki...” diye bağırdı arkamdan...
Sesi kısıldı, ama kesilmedi.
İstanbul sokaklarının en güzel abisi, kendi bahçesinde binlerce haber, program, röportaj, dost, anı bıraktı.
Huzurla yatsın.
26 Ağustos günü Nebil Özgentürk’le Bodrum Devlet Hastanesi’nde ziyarete gittikSavaş’ı...
Her zamanki neşeli haliyle karşıladı bizi... Ne var ki, içinin coşkusu, dışındaki çöküntüyü gizlemeye yetmiyordu.
Bir yandan kendi bahçesindeki güzelim bir gecenin renkli anılarını hatırlatıyor, bir yandan bilgisayarından onun fotoğraflarını arıyordu.
Kanser, gırtlağını sarmış, zar zor içtiği bir çorba yırtılmaya yol açmıştı.
Bodrum’daki doktorlar acilen ameliyat olması, gırtlağının alınması gerektiğini söyleyerek İstanbul’a naklini istemişlerdi. Direniyordu Savaş:
“Bana en az 50 doktor, ‘Yaşam kalitenizin artması için acilen ameliyat gerek’ dedi.Geçen sürede o doktorların 5’i vefat etti” dedi.
Sormuştu onlara: “Ne yapacaksınız ameliyatta?”
“Gırtlağınızda bir delik açacağız.”
“Şarkı söyleyebilecek miyim?”
“Metalik bir sesiniz olacak.”“Denize girebilecek miyim?”
“Küvet bile yasak.”“Tat alabilecek miyim?”“Hayır.”
“O zaman istemiyorum ameliyat olmak...”
Bir salon dolusu doktora “delikli” bir fıkra anlatıp hepsini kahkahaya boğduğunu da söyledi. Fıkrayı bize de anlattı. Gülüştük. Dağıldı odanın kasveti...
Sonra, onun tabiriyle “İsa’nın son sofrası” gibi yan yana durup bir fotoğraf çektirdik. Ortada ne “İsa” ne “sofra” vardı; asıl vurgu “son” sözcüğündeydi. Nebil’le zoraki gülümseyerek poz verdik.
Ayrılırken kısıktı sesi...
Yeni kovulmuştum gazeteden...
“Benim sesimin kısılması seninki gibi siyasi sebepten değil, fiziki...” diye bağırdı arkamdan...
Sesi kısıldı, ama kesilmedi.
İstanbul sokaklarının en güzel abisi, kendi bahçesinde binlerce haber, program, röportaj, dost, anı bıraktı.
Huzurla yatsın.