Cumhuriyet’e “ses kaydını kaldır” baskısı geldiğinde, haber çoktan uluslararası medyalarda yerini almıştı.
Akşam izleyebildiğim yurtdışı kanallardan İtalyan TV’sinde örneğin, “tapelerin dökümü” ekranda doğrudan seçilebiliyordu.
France 24’te hemen sıcağı sıcağına “Erdoğan’ın Türkiye’de bir rejim provasına” giriştiği söyleniyordu.
Akşam izleyebildiğim yurtdışı kanallardan İtalyan TV’sinde örneğin, “tapelerin dökümü” ekranda doğrudan seçilebiliyordu.
France 24’te hemen sıcağı sıcağına “Erdoğan’ın Türkiye’de bir rejim provasına” giriştiği söyleniyordu.
Guardian’ın internet sitesinde ise “Türkiye ulusal güvenlik kaygıları arasında YouTube’a erişimi engelliyor/Turkey blocks access to YouTube amid national security concerns” başlıklı haberin altında tapelerin bire bir İngilizce tercümesi yer alıyordu. Okurlar hiç vakit geçirmemiş, Davutoğlu’nun makamında kaydedilen konuşmanın İngilizce tercümesini –satır satır ve eksiksiz- okur yorumları bölümüne aktarmıştı...
Ertesi sabah yabancı gazeteleri açtığımda Wall Street Journal’ın (WSJ) manşetinde “Türkiye seçime günler kala YouTube’u kapattı/Turkey Blocks YouTube Days Before Vote” haberini gördüm…
‘Yasak teknolojiyi anlamamakla eşdeğer’
“YouTube” yasağını “bir panik zihniyetinin ürünü” diye tanımlayan gazete “haberin yayılmasını yasakla önlemeyi düşünmenin, günün teknolojisi ve gerçeklerini anlamamakla eşdeğer” buluyordu.
Financial Times da da benzer biçimde gene manşetten verilen “YouTube Türkiye’deki baskıda yasaklandı/YouTube blocked in Turkish Crackdown” haberi göz almaktaydı…
WSJ gibi küresel iş çevrelerinin referansı sayılan bu gazete de iç sayfalarında konuyu ayrıca 5’er sütunluk uzun ve ayrıntılı yorumlarla değerlendirmiş, geçen haftaki “Twitter yasağına” bu vesileyle bir kez daha dikkatler çekilmiş; uluslararası camiada yoğun eleştiri toplayan yasağın ABD tarafından “21. yüzyılda kitap yakmayla eşdeğer” şekilde tanımlandığı aktarılmıştı.
Cumhuriyet’e “tapelerin karartılması” için yapılan baskı; böyle işte “Atı alanın çoktan Üsküdar’ı geçtiği ortamda” cereyan ediyor. Ok yaydan çıkmış, sanal ortamda haber jet hızıyla yayılmış ve haliyle yabancı istihbarat örgütleri, yabancı temsilciliklerin masalarına çoktan düşmüş. Görenler görmüş, okuyanlar okumuş, duyanlar duymuş. Neden sonra “özel hayatın gizliliği”gerekçesiyle bizden haberin kaldırılması talep ediliyor….
Tavuklar kaçtıktan sonra bu kümesin kapısını kapatmaya benziyor!..
Kapıyı acaba baştan kim açtı? Önce bunun peşine düşmek gerekmez mi?
Böyle bir arayışın şimdiye dek en ufak işareti yok.
Hükümet, insanı sersemleten skandallara yalnız “yasakları çoğaltmak”la yanıt veriyor. Giderek daha çok baskı vaat ediyor! Erdoğan’ın “plebisite” çevirdiği sandıkta düş kırıklığına uğramaması halinde mevcut yasakları başta “Facebook” olmak üzere diğerleri izleyecek. Seçimlerin ardından Türkiye’yi gerçek bir “muhaberat devletine” dönüştürecek MİT yasası yeniden gündeme alınacak…
Sürekli “daha çok baskı” adına oy isteyen bir iktidar partisiyle yüz yüzeyiz...
Dünyada eşi benzeri yok…
Ama başbakanın sesini kısacak kadar çok ve bağıra bağıra konuştuğu kalabalıklara baktığımda, AKP oy tabanın bu baskıcı yasaklarla hiç ilgilenmediklerini düşünüyorum. İstanbul mitinginde toplanan kalabalıkların örneğin kaçta kaçı sosyal medyayı kullanıyor? Kaçta kaçı “YouTube”, “Twitter” ve “Facebook” yasağıyla kendisini cezalandırılmış hissediyor?
Manzaraya bakılınca şöyle bir sonuç kaçınılmaz oluyor: Başbakan daha dijital çağa girmeyen kitlelerden aldığı destekle, çağının içinde yaşayan Türkiye’yi boğuyor…
“YouTube” yasağını “bir panik zihniyetinin ürünü” diye tanımlayan gazete “haberin yayılmasını yasakla önlemeyi düşünmenin, günün teknolojisi ve gerçeklerini anlamamakla eşdeğer” buluyordu.
Financial Times da da benzer biçimde gene manşetten verilen “YouTube Türkiye’deki baskıda yasaklandı/YouTube blocked in Turkish Crackdown” haberi göz almaktaydı…
WSJ gibi küresel iş çevrelerinin referansı sayılan bu gazete de iç sayfalarında konuyu ayrıca 5’er sütunluk uzun ve ayrıntılı yorumlarla değerlendirmiş, geçen haftaki “Twitter yasağına” bu vesileyle bir kez daha dikkatler çekilmiş; uluslararası camiada yoğun eleştiri toplayan yasağın ABD tarafından “21. yüzyılda kitap yakmayla eşdeğer” şekilde tanımlandığı aktarılmıştı.
Cumhuriyet’e “tapelerin karartılması” için yapılan baskı; böyle işte “Atı alanın çoktan Üsküdar’ı geçtiği ortamda” cereyan ediyor. Ok yaydan çıkmış, sanal ortamda haber jet hızıyla yayılmış ve haliyle yabancı istihbarat örgütleri, yabancı temsilciliklerin masalarına çoktan düşmüş. Görenler görmüş, okuyanlar okumuş, duyanlar duymuş. Neden sonra “özel hayatın gizliliği”gerekçesiyle bizden haberin kaldırılması talep ediliyor….
Tavuklar kaçtıktan sonra bu kümesin kapısını kapatmaya benziyor!..
Kapıyı acaba baştan kim açtı? Önce bunun peşine düşmek gerekmez mi?
Böyle bir arayışın şimdiye dek en ufak işareti yok.
Hükümet, insanı sersemleten skandallara yalnız “yasakları çoğaltmak”la yanıt veriyor. Giderek daha çok baskı vaat ediyor! Erdoğan’ın “plebisite” çevirdiği sandıkta düş kırıklığına uğramaması halinde mevcut yasakları başta “Facebook” olmak üzere diğerleri izleyecek. Seçimlerin ardından Türkiye’yi gerçek bir “muhaberat devletine” dönüştürecek MİT yasası yeniden gündeme alınacak…
Sürekli “daha çok baskı” adına oy isteyen bir iktidar partisiyle yüz yüzeyiz...
Dünyada eşi benzeri yok…
Ama başbakanın sesini kısacak kadar çok ve bağıra bağıra konuştuğu kalabalıklara baktığımda, AKP oy tabanın bu baskıcı yasaklarla hiç ilgilenmediklerini düşünüyorum. İstanbul mitinginde toplanan kalabalıkların örneğin kaçta kaçı sosyal medyayı kullanıyor? Kaçta kaçı “YouTube”, “Twitter” ve “Facebook” yasağıyla kendisini cezalandırılmış hissediyor?
Manzaraya bakılınca şöyle bir sonuç kaçınılmaz oluyor: Başbakan daha dijital çağa girmeyen kitlelerden aldığı destekle, çağının içinde yaşayan Türkiye’yi boğuyor…
İki toplum vizyonu
Bu karabasan atmosferde işte gönlümü açan tek şey; CHP’li başkan adaylarının koro yaptıkları “Sev Kardeşim” reklamı oluyor!
Reklamla her karşılaşımda “Sahi! Böyle bir Türkiye de var!”oluyorum…
Alnı açık, dürüst, kızlı-erkekli uygar bir Türkiye!
Bu ülke herşeye rağmen ayakta kalıyorsa hâlâ böyle bir Türkiye var olduğu için kalıyor!
Son üç ay boyunca her gün daha da vahşileşen skandalların girdabında bu Türkiye’nin varlığını nerdeyse unuttuğumuz için, iki kadın adayla yan yana şarkı söyleyen Yılmaz Büyükerşen’i her gördüğümde “Evet tabii ya!” diyorum: “Türkiye’nin bu umut veren, gülümseyen yüzü de var!”
Ve aynı anda aklıma insanların birbirlerinin omzuna basa basa dev termit tepelerine benzeyen kuleler oluşturduğu AKP reklamı geliyor.
Kadınların sırtlarına basa basa direğe tırmanan erkeklerin önplana çıktığı klastrofobik, o korkunç eril reklamı hatırlıyorum…
Bir reklam Türkiye’yi -altta kalanın canı çıksın hesabına!- bir başına tepeye varan erkek figürle özdeşleştiriyor!
Diğeri kadın ve erkeğin yan yanlığının doğallığına vurgu yapıyor ve bir ekip olmanın güzelliğini öne çıkarıyor.
Ne kadar uyuşmaz iki toplum vizyonu değil mi?
Biri korku ve tehdit unsurlarını kullanarak; “eğilmez, yenilmez” sloganlarıyla katıksız maçoluk yapıyor.
Diğeri neşeli ve sevilen bir şarkıyla Türkiye’nin yumuşak, sakin gücüne gönderme yapıyor; ülkenin “birleştirici gücünü” vurguluyor.
Bu seçim her şeyin ötesinde uzlaşmaz iki toplum modeli arasında bir tercih olacak.
Oyunuz, hangi toplum modelini ülkenize layık gördüğünüzün de bir ölçüsü sayılacak.
Bu karabasan atmosferde işte gönlümü açan tek şey; CHP’li başkan adaylarının koro yaptıkları “Sev Kardeşim” reklamı oluyor!
Reklamla her karşılaşımda “Sahi! Böyle bir Türkiye de var!”oluyorum…
Alnı açık, dürüst, kızlı-erkekli uygar bir Türkiye!
Bu ülke herşeye rağmen ayakta kalıyorsa hâlâ böyle bir Türkiye var olduğu için kalıyor!
Son üç ay boyunca her gün daha da vahşileşen skandalların girdabında bu Türkiye’nin varlığını nerdeyse unuttuğumuz için, iki kadın adayla yan yana şarkı söyleyen Yılmaz Büyükerşen’i her gördüğümde “Evet tabii ya!” diyorum: “Türkiye’nin bu umut veren, gülümseyen yüzü de var!”
Ve aynı anda aklıma insanların birbirlerinin omzuna basa basa dev termit tepelerine benzeyen kuleler oluşturduğu AKP reklamı geliyor.
Kadınların sırtlarına basa basa direğe tırmanan erkeklerin önplana çıktığı klastrofobik, o korkunç eril reklamı hatırlıyorum…
Bir reklam Türkiye’yi -altta kalanın canı çıksın hesabına!- bir başına tepeye varan erkek figürle özdeşleştiriyor!
Diğeri kadın ve erkeğin yan yanlığının doğallığına vurgu yapıyor ve bir ekip olmanın güzelliğini öne çıkarıyor.
Ne kadar uyuşmaz iki toplum vizyonu değil mi?
Biri korku ve tehdit unsurlarını kullanarak; “eğilmez, yenilmez” sloganlarıyla katıksız maçoluk yapıyor.
Diğeri neşeli ve sevilen bir şarkıyla Türkiye’nin yumuşak, sakin gücüne gönderme yapıyor; ülkenin “birleştirici gücünü” vurguluyor.
Bu seçim her şeyin ötesinde uzlaşmaz iki toplum modeli arasında bir tercih olacak.
Oyunuz, hangi toplum modelini ülkenize layık gördüğünüzün de bir ölçüsü sayılacak.
NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet