İlk “ulusal çobanımız” olan “Çoban Sülü”, geçen yıl “91” yaşında aramızdan ayrılan “7. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel”di. “Çoban Receb” de, bu ayın “14”ünde kendini “çoban” ilan eden “12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”.
Bugün “35-40” yaşlarında olanlar da, sanırım “Demirel” dönemini anımsarlar. En can sıkıcı dönemlerinde olsun, en yoğun eleştirildiği anlarda olsun, hiçbir zaman “itici”, “kırıcı” olmadı; ne ki gerektiğinde arayı açmayı, “mesafe koymayı” da bilmiş, dış siyaset bağlamında, kullandığı özenli “dil”le vurmayı da...
Isparta “İslamköy”de çocukluluğunu geçiren Demirel, okul tatillerinde “sürü”güderek “çobanlık” yaparken, arkadaşları ona kısaca “Çoban Sülü” diye seslenirlermiş, böylece İslamköy’ün “Çoban Sülü”sü oluvermiş.
Oysa “Erdoğan”, o görkemli -ama kaçak- sarayında, Osmanlı Sultanlarını kıskandıracak “altın” yaldızlı “haşmetli” koltuğunda oturup saldığı “Ben bir çobanım!” fermanıyla ne demek istedi dersiniz? Sarayının önündeki o koca alanda koşuşan kargaları, köpekleri “gütmek” değil herhalde; kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlı ve genciyle “76” milyon insanı “gütmek”, dolaysiyle “sürü” gibi görmek değil midir, bu “ferman”!
“Çoban Sülü” ile “Çoban Receb”in arasındaki ayrımın bir başka örneği de, “Cumhuriyet”e, özellikle gazetenin “Yayın Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi”olan “İlhan Selçuk”a, günümüz “Çoban Receb”inin söyledikleri: “Kendileri kiralık zihinlere sahiptir (...) Hatta bir tanesi, akıl hocasıymış bu. Şecaat arz ederken sirkatin söylüyor (...) Yaşın nereye gelmiş dayanmış. Gideceksin; er veya geç gideceksin!” (Gazeteler, 19.7.2007)
Yaşamı boyunca “Çoban Sülü”nün, hele “seksenini” aşmış bir insana karşı böyle bir “dil” kullanmadığını söylemenin ne denli yersiz olacağı ortadadır, ama bunları söyleyen için çok “acı” bir örnek olsa gerek...
Ne ki, “Çoban Receb” o sıralarda, “2007 Seçimi” günlerinde ve sonrasında dış dünyaca el üstünde tutuluyor, “Batı” basını kendisini yere göğe sığdıramıyordu...
“The Economist”, “Savaştan bu yana en iyi yönetimi sergiledi; Kürtlere, diğer azınlıklara, kadınlara yeni haklar verdi!” diyerek de sırtını sıvazlıyordu. Kadınlara verilen “yeni hak”, “peçe”ye dek tırmanan “tesettür”ün, eğitimden başlayarak tüm “kamu” kurumlarında serbestliği; ehh, yabana atılacak bir “özgürlük(!)” değil...
Ayrıca, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) başkanlarından biri olarak, “Diyarbakır”ı bölgesinin bir “başkent”i yapacağını da öve öve bitiremiyordu...
“The Guardian”, Atatürk’ün (Kemalizm), “etnik çeşitliliğe sahip bir Türkiye inşa etmeyi başaramadığını”, Erdoğan’ın ise, “modern Türkiye’nin” ancak ve ancak, “etnik çeşitliliğe sahip olmakla” gerçekleşeceğini, “çok iyi kavrayıp uyguladığını” altını çizerek vurguluyordu. (2.4.2008)
Baş döndürücü (!) bu övmelere, “İslam” dünyasının “basını”da katılır; “Al Awsat”ta “Sudanlı El Mehdi”, Erdoğan’ı eleştirenlere, “boşuna uğraşmayın” der gibi seslenir: “Halk ve tarih onunla beraber!” (25.5.2007)
Bugün ise tüm “Batı”nın, dahası “Ortadoğu”nun, Erdoğan’a “koro” halinde -eskilerin “şamar oğlanı”nı anımsatırcasına- yaptıkları saldırıya, ülke olarak da karşı karşıyayız; “Batı” her ne denli, “Osmanlı Devleti” için kullandığı “Hasta Adam”söylemindeki sözcüklerin yerini değiştirme peşinde olduğunu belirtmek istese de...
Yakın ya da uzak “Batı”nın bu “salvo” atışları karşısında Erdoğan, “14 yıl”dır beklediği “AB” kapısından, başka bir kapıya, “Doğu”nun, “Şanghay İşbirliğiÖrgütü”ne (ŞİÖ) yöneldi; bunlar daha usta gibi... İlk adımda, “Dialog Partneri”mizsin diyerek kavradılar; “Hadi aslanım! Sen, 2017’nin ‘Enerji Kulübü’toplantısını hele bir düzenle!” diyerek... Haydi hayırlısı!
Meriç Velidedeoğlu
CUMHURİYET
Bugün “35-40” yaşlarında olanlar da, sanırım “Demirel” dönemini anımsarlar. En can sıkıcı dönemlerinde olsun, en yoğun eleştirildiği anlarda olsun, hiçbir zaman “itici”, “kırıcı” olmadı; ne ki gerektiğinde arayı açmayı, “mesafe koymayı” da bilmiş, dış siyaset bağlamında, kullandığı özenli “dil”le vurmayı da...
Isparta “İslamköy”de çocukluluğunu geçiren Demirel, okul tatillerinde “sürü”güderek “çobanlık” yaparken, arkadaşları ona kısaca “Çoban Sülü” diye seslenirlermiş, böylece İslamköy’ün “Çoban Sülü”sü oluvermiş.
Oysa “Erdoğan”, o görkemli -ama kaçak- sarayında, Osmanlı Sultanlarını kıskandıracak “altın” yaldızlı “haşmetli” koltuğunda oturup saldığı “Ben bir çobanım!” fermanıyla ne demek istedi dersiniz? Sarayının önündeki o koca alanda koşuşan kargaları, köpekleri “gütmek” değil herhalde; kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlı ve genciyle “76” milyon insanı “gütmek”, dolaysiyle “sürü” gibi görmek değil midir, bu “ferman”!
“Çoban Sülü” ile “Çoban Receb”in arasındaki ayrımın bir başka örneği de, “Cumhuriyet”e, özellikle gazetenin “Yayın Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi”olan “İlhan Selçuk”a, günümüz “Çoban Receb”inin söyledikleri: “Kendileri kiralık zihinlere sahiptir (...) Hatta bir tanesi, akıl hocasıymış bu. Şecaat arz ederken sirkatin söylüyor (...) Yaşın nereye gelmiş dayanmış. Gideceksin; er veya geç gideceksin!” (Gazeteler, 19.7.2007)
Yaşamı boyunca “Çoban Sülü”nün, hele “seksenini” aşmış bir insana karşı böyle bir “dil” kullanmadığını söylemenin ne denli yersiz olacağı ortadadır, ama bunları söyleyen için çok “acı” bir örnek olsa gerek...
Ne ki, “Çoban Receb” o sıralarda, “2007 Seçimi” günlerinde ve sonrasında dış dünyaca el üstünde tutuluyor, “Batı” basını kendisini yere göğe sığdıramıyordu...
“The Economist”, “Savaştan bu yana en iyi yönetimi sergiledi; Kürtlere, diğer azınlıklara, kadınlara yeni haklar verdi!” diyerek de sırtını sıvazlıyordu. Kadınlara verilen “yeni hak”, “peçe”ye dek tırmanan “tesettür”ün, eğitimden başlayarak tüm “kamu” kurumlarında serbestliği; ehh, yabana atılacak bir “özgürlük(!)” değil...
Ayrıca, “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) başkanlarından biri olarak, “Diyarbakır”ı bölgesinin bir “başkent”i yapacağını da öve öve bitiremiyordu...
“The Guardian”, Atatürk’ün (Kemalizm), “etnik çeşitliliğe sahip bir Türkiye inşa etmeyi başaramadığını”, Erdoğan’ın ise, “modern Türkiye’nin” ancak ve ancak, “etnik çeşitliliğe sahip olmakla” gerçekleşeceğini, “çok iyi kavrayıp uyguladığını” altını çizerek vurguluyordu. (2.4.2008)
Baş döndürücü (!) bu övmelere, “İslam” dünyasının “basını”da katılır; “Al Awsat”ta “Sudanlı El Mehdi”, Erdoğan’ı eleştirenlere, “boşuna uğraşmayın” der gibi seslenir: “Halk ve tarih onunla beraber!” (25.5.2007)
Bugün ise tüm “Batı”nın, dahası “Ortadoğu”nun, Erdoğan’a “koro” halinde -eskilerin “şamar oğlanı”nı anımsatırcasına- yaptıkları saldırıya, ülke olarak da karşı karşıyayız; “Batı” her ne denli, “Osmanlı Devleti” için kullandığı “Hasta Adam”söylemindeki sözcüklerin yerini değiştirme peşinde olduğunu belirtmek istese de...
Yakın ya da uzak “Batı”nın bu “salvo” atışları karşısında Erdoğan, “14 yıl”dır beklediği “AB” kapısından, başka bir kapıya, “Doğu”nun, “Şanghay İşbirliğiÖrgütü”ne (ŞİÖ) yöneldi; bunlar daha usta gibi... İlk adımda, “Dialog Partneri”mizsin diyerek kavradılar; “Hadi aslanım! Sen, 2017’nin ‘Enerji Kulübü’toplantısını hele bir düzenle!” diyerek... Haydi hayırlısı!
Meriç Velidedeoğlu
CUMHURİYET