Yapı Kredi Yayınlarının böyle bir şey yapmasına şaşıranlar oldu. Yıl
gelmiş 2017’ye. Sen hâlâ kalkmışsın dizelerin içinde komünistlik
ayıklıyorsun!
Ne kadar da saçma…
Bu kadar saçmaysa, karşımızda sansürcüler değil de, hataya düşenler var demektir. En fazla kifayetsiz denebilir bunlara. Ama hata insana özgüdür. Üstelik öğreticidir. Yoksa başlarına gelenden ders almalarını mı beklemeliyiz?
Nâzım’ın eserinde komünizm propagandası yapmasından hoşlanılmıyorsa, Nâzım’ı bırakacaksın. Basmayacaksın, satmayacaksın, okumayacaksın. Çünkü ne kadar uğraşsan didinsen, ciltler dolusu eserini siyasal içerikten yalıtamıyorsun. Başkasını bilmem, ama ömründe yalnızca partili bir komünist olmakla övündüğünü söyleyen birinden söz ediyoruz.
Peki Yapı Kredi Yayınları, adını taşıdığı banka ve bankanın arkasındaki, memlekette zenginlerin en köklüsü diyebileceğimiz malum aile…
Bunlar komünizm propagandasından rahatsız olmazlar mı?
Rahatsız olmuş ve sansüre, tahrifata yönelmiş olabilirler mi?
soL portalda konuyla ilgili haberler yapılıyor, ilgililere görüşleri soruluyor… Yukarıdaki sorular Koç ailesine yöneltilse, yalnızca “estağfurullah” demekle kalmayacak, komünizmin çoktan ölüp gittiğini, bir kompleksleri olmadığını anlatacaklardır.
Ne ilginçtir ki, bir yandan komünizm öldü derler, öte yandan da intikam almak için her yolu, yöntemi denerler. Şimdilerde siyasete hem AKP üstünden dönen, hem de CHP tarafından çekiştirilen Tansu Çiller özelleştirmeleri “son komünist devleti yıkmak” hedefiyle birleştirmişti. Karayolu sevdalılarına göre “demiryolu komünistti.” Demokratik Batının yöneticileri, Nazilerin komünistleri ne de iyi ezdiğini neo-nazi gösterilerine bakarken yad etmektedirler muhtemelen.
Nâzım’a gelince… Nâzım’ın çok okunması, çok etkili olması durumuna denk düşen en iyi okur görüşü “komünist ama yine de iyi şair” olsaydı, komünizm yine ölmüş olmazdı, ama sermayenin rahatsız olmasını gerektiren bir şey de kalmazdı.
Durum böyle değildir.
Kimse “tuhaf tuhaf devrimci şeyler yazmış, onlar saçma tabii. Ama asıl aşk şiirleri muhteşem” der mi Nâzım için?
Okur “tabii ki adam hayalci, komünizm falan olacak şey değil, ama memleket hasretini ondan okuman lazım” diye arkadaşına tavsiye eder mi Nâzım’ı?
Durum böyle değildir ve Nâzım şiiri komünizm adına en ikna edici mesajların, devrim çağrısının, işçi sınıfının saflarına katılma övgüsünün adresi olmaya devam etmektedir. Nâzım’ın bir kitabı doğum günü hediyesi olmuşsa eğer, hediyeyi veren diğerine komünizm propagandası yapmaktadır aslında.
Bu mesajlara tepesi atanın Nâzım’ı sevmesi mümkün değildir. Ama bizim şair o kadar güçlüdür ki, “ben beğenmiyorum” diyenin şiirden anlamaz bir hödük, insanlık düşmanı aşağılık bir burjuva sayılması olasılığı çok yüksektir. Anti-komünistlerin Nâzım Hikmet’in eserini beğenmediklerini söylemeleri cesaret ister.
Özetle şairimiz komünizm propagandası yapmaya ve etkili olmaya devam etmektedir! Yayınevi, banka ve zengin ailenin “kim korkar Nâzım’dan” repliği gece karanlığında mezarlıkta ıslık çalmaya benzer…
Buna eşlik eden, daha doğrusu goygoyculuğa soyunan entelektüeller de yok değil. Bunlar YKY’nin Nâzım’ı sansürlemek için nedeni olmadığını, çok kaliteli bir yayınevi olduğunu ve zaten komünizmin de geçmişte kaldığını açık veya örtük olarak yayarken, Koçlara yaranma güdülerini, piyasa düzeninin hizmetkarı olduklarını sergilemiş oluyorlar.
Kapitalistleri ve sermayenin sanat-kültür alanına müdahalesini aklamak için yapılan “işin kalitesine” işaret etmek… Bu da ilk kez olmuyor. Ekonominin geneli söz konusu olduğunda “işin kalitesinin” altındaki gerçek, sömürüdür. Sanata ve kültüre yatırımı zenginler hayır için mi yapar?
Bunun yanıtı açık.
Ama varsayalım ki, holdingler sanat ve kültür alanında kâr amacıyla iş görüyor olmasınlar. Yatırdıkları para nereden geliyor peki?
Koç holding bu yılın üçüncü çeyreğinde kârını yüzde 31,5 artırmış. İşçilerine ne olmuş bu arada?
O işçiler korkunç gelir adaletsizliğine boyun eğsin diye, işsiz bırakılan milyonlar peki?
Ya ülkeyi boğan otomotiv sektörü? Yükselen militarizmden kimler para kazanmış?
Uzatmayayım; işin aslı bir taşla sayısız kuştur.
Kültür sanat alanında boy göstermek, kelimenin gerçek anlamıyla kanlı sömürünün üstüne narin bir örtü serilmesidir. Üstelik birkaç satır yukarıda geçen varsayımın geçersiz olduğu da bellidir; bunlar kitap basıp, konser düzenlerken de kâr ederler.
Ve bir kuş da, devrimci sanatçıların eserleri üzerine konan tekeldir. Bu sonuncusu benzersiz bir yüzsüzlüktür. Sermaye, kendisine yönelik eleştiriyi de metalaştırmaktadır!
Olay budur.
Olay belirli bir yayınevinin Nâzım’a sansür uygulamasında, eserlerini tahrif etmesinde somutlanmış, acı bir yansısını bulmuştur. İşin özü kapitalizmin önüne gelen her şeyi alınıp satılır bir mal sayması, o hale getirmesidir.
Sorun bu yaklaşımdadır. Bu yaklaşım egemense, temel dürtü kârsa, maksat sömürücü bir sınıfın ve düzenin aklanmasıysa, hangi satırda hangi kelime tahrif edilmiş, bunun belirleyici bir önemi yoktur. Kapitalizm defolu mal ürettiği için değil, derdi toplumsal yarar olmadığı için tarihsel olarak yanlış ve gayrimeşru bir sistemdir. Toplumsal yarar değil, kâr peşinde koşan bir sistemin defolu ürün çıkartması ise talihsizlik değil, normal durumdur.
Artık sansürü, tahrifatı sürdüremeyecekler. Hatta kapağı gıcırdayan buzdolabını, içindeki programlardan ikisi tutukluk yapan çamaşır makinesini nasıl piyasadan çekmek zorundalarsa, şimdi de sansürledikleri eserleri tıpış tıpış düzgünüyle değiştirecekler. Komünist Nâzım’a direnemeyecekler daha fazla.
Ama asıl önemlisi, hem kültür ve sanattan hem de bu dünyadan silinmeyi çoktan hak etmiş bir düzeni temsil ettikleridir.
Özetle yıl gelmiş 2017’ye. Nâzım Hikmet kalkmış mezarından sömürü düzeniyle mücadele ediyor hâlâ!
Aydemir Güler / SOL
Ne kadar da saçma…
Bu kadar saçmaysa, karşımızda sansürcüler değil de, hataya düşenler var demektir. En fazla kifayetsiz denebilir bunlara. Ama hata insana özgüdür. Üstelik öğreticidir. Yoksa başlarına gelenden ders almalarını mı beklemeliyiz?
Nâzım’ın eserinde komünizm propagandası yapmasından hoşlanılmıyorsa, Nâzım’ı bırakacaksın. Basmayacaksın, satmayacaksın, okumayacaksın. Çünkü ne kadar uğraşsan didinsen, ciltler dolusu eserini siyasal içerikten yalıtamıyorsun. Başkasını bilmem, ama ömründe yalnızca partili bir komünist olmakla övündüğünü söyleyen birinden söz ediyoruz.
Peki Yapı Kredi Yayınları, adını taşıdığı banka ve bankanın arkasındaki, memlekette zenginlerin en köklüsü diyebileceğimiz malum aile…
Bunlar komünizm propagandasından rahatsız olmazlar mı?
Rahatsız olmuş ve sansüre, tahrifata yönelmiş olabilirler mi?
soL portalda konuyla ilgili haberler yapılıyor, ilgililere görüşleri soruluyor… Yukarıdaki sorular Koç ailesine yöneltilse, yalnızca “estağfurullah” demekle kalmayacak, komünizmin çoktan ölüp gittiğini, bir kompleksleri olmadığını anlatacaklardır.
Ne ilginçtir ki, bir yandan komünizm öldü derler, öte yandan da intikam almak için her yolu, yöntemi denerler. Şimdilerde siyasete hem AKP üstünden dönen, hem de CHP tarafından çekiştirilen Tansu Çiller özelleştirmeleri “son komünist devleti yıkmak” hedefiyle birleştirmişti. Karayolu sevdalılarına göre “demiryolu komünistti.” Demokratik Batının yöneticileri, Nazilerin komünistleri ne de iyi ezdiğini neo-nazi gösterilerine bakarken yad etmektedirler muhtemelen.
Nâzım’a gelince… Nâzım’ın çok okunması, çok etkili olması durumuna denk düşen en iyi okur görüşü “komünist ama yine de iyi şair” olsaydı, komünizm yine ölmüş olmazdı, ama sermayenin rahatsız olmasını gerektiren bir şey de kalmazdı.
Durum böyle değildir.
Kimse “tuhaf tuhaf devrimci şeyler yazmış, onlar saçma tabii. Ama asıl aşk şiirleri muhteşem” der mi Nâzım için?
Okur “tabii ki adam hayalci, komünizm falan olacak şey değil, ama memleket hasretini ondan okuman lazım” diye arkadaşına tavsiye eder mi Nâzım’ı?
Durum böyle değildir ve Nâzım şiiri komünizm adına en ikna edici mesajların, devrim çağrısının, işçi sınıfının saflarına katılma övgüsünün adresi olmaya devam etmektedir. Nâzım’ın bir kitabı doğum günü hediyesi olmuşsa eğer, hediyeyi veren diğerine komünizm propagandası yapmaktadır aslında.
Bu mesajlara tepesi atanın Nâzım’ı sevmesi mümkün değildir. Ama bizim şair o kadar güçlüdür ki, “ben beğenmiyorum” diyenin şiirden anlamaz bir hödük, insanlık düşmanı aşağılık bir burjuva sayılması olasılığı çok yüksektir. Anti-komünistlerin Nâzım Hikmet’in eserini beğenmediklerini söylemeleri cesaret ister.
Özetle şairimiz komünizm propagandası yapmaya ve etkili olmaya devam etmektedir! Yayınevi, banka ve zengin ailenin “kim korkar Nâzım’dan” repliği gece karanlığında mezarlıkta ıslık çalmaya benzer…
Buna eşlik eden, daha doğrusu goygoyculuğa soyunan entelektüeller de yok değil. Bunlar YKY’nin Nâzım’ı sansürlemek için nedeni olmadığını, çok kaliteli bir yayınevi olduğunu ve zaten komünizmin de geçmişte kaldığını açık veya örtük olarak yayarken, Koçlara yaranma güdülerini, piyasa düzeninin hizmetkarı olduklarını sergilemiş oluyorlar.
Kapitalistleri ve sermayenin sanat-kültür alanına müdahalesini aklamak için yapılan “işin kalitesine” işaret etmek… Bu da ilk kez olmuyor. Ekonominin geneli söz konusu olduğunda “işin kalitesinin” altındaki gerçek, sömürüdür. Sanata ve kültüre yatırımı zenginler hayır için mi yapar?
Bunun yanıtı açık.
Ama varsayalım ki, holdingler sanat ve kültür alanında kâr amacıyla iş görüyor olmasınlar. Yatırdıkları para nereden geliyor peki?
Koç holding bu yılın üçüncü çeyreğinde kârını yüzde 31,5 artırmış. İşçilerine ne olmuş bu arada?
O işçiler korkunç gelir adaletsizliğine boyun eğsin diye, işsiz bırakılan milyonlar peki?
Ya ülkeyi boğan otomotiv sektörü? Yükselen militarizmden kimler para kazanmış?
Uzatmayayım; işin aslı bir taşla sayısız kuştur.
Kültür sanat alanında boy göstermek, kelimenin gerçek anlamıyla kanlı sömürünün üstüne narin bir örtü serilmesidir. Üstelik birkaç satır yukarıda geçen varsayımın geçersiz olduğu da bellidir; bunlar kitap basıp, konser düzenlerken de kâr ederler.
Ve bir kuş da, devrimci sanatçıların eserleri üzerine konan tekeldir. Bu sonuncusu benzersiz bir yüzsüzlüktür. Sermaye, kendisine yönelik eleştiriyi de metalaştırmaktadır!
Olay budur.
Olay belirli bir yayınevinin Nâzım’a sansür uygulamasında, eserlerini tahrif etmesinde somutlanmış, acı bir yansısını bulmuştur. İşin özü kapitalizmin önüne gelen her şeyi alınıp satılır bir mal sayması, o hale getirmesidir.
Sorun bu yaklaşımdadır. Bu yaklaşım egemense, temel dürtü kârsa, maksat sömürücü bir sınıfın ve düzenin aklanmasıysa, hangi satırda hangi kelime tahrif edilmiş, bunun belirleyici bir önemi yoktur. Kapitalizm defolu mal ürettiği için değil, derdi toplumsal yarar olmadığı için tarihsel olarak yanlış ve gayrimeşru bir sistemdir. Toplumsal yarar değil, kâr peşinde koşan bir sistemin defolu ürün çıkartması ise talihsizlik değil, normal durumdur.
Artık sansürü, tahrifatı sürdüremeyecekler. Hatta kapağı gıcırdayan buzdolabını, içindeki programlardan ikisi tutukluk yapan çamaşır makinesini nasıl piyasadan çekmek zorundalarsa, şimdi de sansürledikleri eserleri tıpış tıpış düzgünüyle değiştirecekler. Komünist Nâzım’a direnemeyecekler daha fazla.
Ama asıl önemlisi, hem kültür ve sanattan hem de bu dünyadan silinmeyi çoktan hak etmiş bir düzeni temsil ettikleridir.
Özetle yıl gelmiş 2017’ye. Nâzım Hikmet kalkmış mezarından sömürü düzeniyle mücadele ediyor hâlâ!
Aydemir Güler / SOL