Ne denirse denilsin...
İster hamasi anılarla anılsın...
İster komplo teorileriyle dibi kazınsın...
İster bir rüya olsun, hayattan uzak dursun...
İster tarihe, dış güçlerin oyununa gelmiş bir avuç gencin yersiz heyecanı olarak kaydolsun...
İster barışçıl bir ayaklanmanın küçücük nişanı gibi ya da ufacık bir kuş gibi, kelebek gibi, böcek gibi omzumuza konsun dursun...
Gezi;
İktidarın tarumar etmek için elinden geleni yaptığı o koca ve derin ve eski meydanın kıyısında...
İçinde bundan beş yıl önceki kalabalığı ve heyecanıyla...
Daha da önemlisi niyeti ve aklıyla, daha daha da önemlisi dili ve değerleriyle, yaşanan yenilgileri, yılgınlıkları, pişmanlıkları, karamsarlıkları, şüpheleriyle...
Minicik, ufacık, daracık haliyle...
Bir dev gibi, bir yanardağ gibi, bir çağlayan gibi, sonsuz bir evren gibi, üstüne üstlük bir de hâlâ muhtemel gibi...
Aklımızın ve kalbimizin bir köşesinde duruyorsa;
Yakınından ve uzağından ve içinden ve dışından geçen...
Geçmiş gitmiş bitmiş bir zamana derin derin iç geçiren birilerinin aklını bitmek tükenmek bilmez bir inatla ve inançla hâlâ karıştırıyorsa;
Gezi’nin üzerinden zaman, TOMA’lar, fişekler, ölümler, seçimler, patlamalar, tutuklamalar yargılamalar, savaşlar...
Gezi’nin üzerinden geçen.. geçen.. geçen.. ve sanki çok ama çok yakında gerçekten de geçip gitmek üzereymiş gibi görünen iktidar insanlara öğretmek istediğini öğretememiş, onları korkutmak istediği kadar korkutamamış, onları yıldırmak istediği kadar yıldıramamış olmasından eninde sonunda bir şey öğrenecek ve bizzat korkacak, bizzat yılacak demektir.
O gençlik bundan beş yıl önce sokaklara ivedi bir zafer için dökülmedi.
Herhangi bir devrim ateşini körüklemedi.
Herkesin aklını başına getirmedi.
Bu beş yıl içinde ve hatta bugün bile Gezi için yapılan güzellemelere (bu yazı dahil) bir kahkahası olsa, önce Gezi kendisi bizzat gülüp geçerdi.
Ama o, daha önemli bir şey yaptı.
İktidarın başarı algısında derin bir yara açtı.
15 Temmuz gibi bir garabeti, Gezi gibi bir hareketin karşısına koyabilecek kadar çaresiz hale düşen iktidarın kendine güvenini derinden sarstı.
Gezi sadece var olarak ve bir başarıyı değil sadece varoluşu kutsayarak kendi kendine büyük bir şey başardı.
Bu ülkenin bir avuç gencinin ve onların heyecanla peşine düşen birkaç avuç yetişkinin deneyimlediği o içe dönük ve anlamlı Gezi zamanlarına o gün baktığınızda başka, dün baktığınızda başka ve bugün baktığınızda yine başka bir şey görmeniz...
Gezi’den hem bir umut besleyip hem de umut kesmeniz...
Gezi bir hayal miydi gerçek miydi ve hayal neydi gerçek neydi tam olarak bilememeniz.. mesele değil.
Bırakın kaybettik mi kazandık mı sorusuna bir türlü veremediğiniz o tereddütlü cevapla, ruhunuz bir kedi merdiveni gibi bir yükselsin, bir insin.
Siz şu beşinci yıldönümünde üşenmeyin, bir ara evden çıkıp Gezi Parkı’na gidin ve ıhlamur kokularını derin derin içinize bir çekin.
O kokuyu duyduğunuz an anlayacaksınız.
Söz uçar.
Anlam uçar.
Her şey uçar.
Gezi kalır.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
İster hamasi anılarla anılsın...
İster komplo teorileriyle dibi kazınsın...
İster bir rüya olsun, hayattan uzak dursun...
İster tarihe, dış güçlerin oyununa gelmiş bir avuç gencin yersiz heyecanı olarak kaydolsun...
İster barışçıl bir ayaklanmanın küçücük nişanı gibi ya da ufacık bir kuş gibi, kelebek gibi, böcek gibi omzumuza konsun dursun...
Gezi;
İktidarın tarumar etmek için elinden geleni yaptığı o koca ve derin ve eski meydanın kıyısında...
İçinde bundan beş yıl önceki kalabalığı ve heyecanıyla...
Daha da önemlisi niyeti ve aklıyla, daha daha da önemlisi dili ve değerleriyle, yaşanan yenilgileri, yılgınlıkları, pişmanlıkları, karamsarlıkları, şüpheleriyle...
Minicik, ufacık, daracık haliyle...
Bir dev gibi, bir yanardağ gibi, bir çağlayan gibi, sonsuz bir evren gibi, üstüne üstlük bir de hâlâ muhtemel gibi...
Aklımızın ve kalbimizin bir köşesinde duruyorsa;
Yakınından ve uzağından ve içinden ve dışından geçen...
Geçmiş gitmiş bitmiş bir zamana derin derin iç geçiren birilerinin aklını bitmek tükenmek bilmez bir inatla ve inançla hâlâ karıştırıyorsa;
Gezi’nin üzerinden zaman, TOMA’lar, fişekler, ölümler, seçimler, patlamalar, tutuklamalar yargılamalar, savaşlar...
Gezi’nin üzerinden geçen.. geçen.. geçen.. ve sanki çok ama çok yakında gerçekten de geçip gitmek üzereymiş gibi görünen iktidar insanlara öğretmek istediğini öğretememiş, onları korkutmak istediği kadar korkutamamış, onları yıldırmak istediği kadar yıldıramamış olmasından eninde sonunda bir şey öğrenecek ve bizzat korkacak, bizzat yılacak demektir.
O gençlik bundan beş yıl önce sokaklara ivedi bir zafer için dökülmedi.
Herhangi bir devrim ateşini körüklemedi.
Herkesin aklını başına getirmedi.
Bu beş yıl içinde ve hatta bugün bile Gezi için yapılan güzellemelere (bu yazı dahil) bir kahkahası olsa, önce Gezi kendisi bizzat gülüp geçerdi.
Ama o, daha önemli bir şey yaptı.
İktidarın başarı algısında derin bir yara açtı.
15 Temmuz gibi bir garabeti, Gezi gibi bir hareketin karşısına koyabilecek kadar çaresiz hale düşen iktidarın kendine güvenini derinden sarstı.
Gezi sadece var olarak ve bir başarıyı değil sadece varoluşu kutsayarak kendi kendine büyük bir şey başardı.
Bu ülkenin bir avuç gencinin ve onların heyecanla peşine düşen birkaç avuç yetişkinin deneyimlediği o içe dönük ve anlamlı Gezi zamanlarına o gün baktığınızda başka, dün baktığınızda başka ve bugün baktığınızda yine başka bir şey görmeniz...
Gezi’den hem bir umut besleyip hem de umut kesmeniz...
Gezi bir hayal miydi gerçek miydi ve hayal neydi gerçek neydi tam olarak bilememeniz.. mesele değil.
Bırakın kaybettik mi kazandık mı sorusuna bir türlü veremediğiniz o tereddütlü cevapla, ruhunuz bir kedi merdiveni gibi bir yükselsin, bir insin.
Siz şu beşinci yıldönümünde üşenmeyin, bir ara evden çıkıp Gezi Parkı’na gidin ve ıhlamur kokularını derin derin içinize bir çekin.
O kokuyu duyduğunuz an anlayacaksınız.
Söz uçar.
Anlam uçar.
Her şey uçar.
Gezi kalır.
Mine Söğüt / CUMHURİYET