Yerel seçimlere doğru geri sayım hızlandı. Yerel seçimin; tek adam rejimini daha da tahkim edip kurumlaştırmaya dönük ya da muhalefete moral verici ve Saray’ı zayıflatıcı sonuçları olabileceği değerlendirmeleri, onu önceki yerel seçimlerden daha önemli kılıyor.
AKP bu önemin farkında; her düzeyde toplantı üstüne toplantı yapıyor ve örgütünü ateşlemeye çalışıyor.
Sonucu sağlama almak açısından; yalnızca örgütün çabaları, devlet olanaklarının sonuna kadar kullanılması ve medyanın sınırsız desteğiyle yetineceklerini, trafolara kedilerini salmayacaklarını sanmak, muhalefet partileri ve çevreleri açısından hem bugüne kadar her seçimde söylediklerinin inkarı hem de aşırı saflık olacaktır.
Hal böyleyken, muhalefetin “ana”sının seçim güvenliği konusunu önemli bir konu olarak gündemde tutmaması “ilginç”.
Seçim ve sandık güvenliğini başat bir sorun haline getirmeyip, “kiminle seçim kazanırız”a odaklanmak, her şey olup bittiğinde “hile” tartışmaları yapmayı da anlamsız kılıyor.
Seçimlere geniş halk kesimleri tarafından da artık hissedilmeye başlanan ekonomik kriz altında gidiyor olmak, enflasyonun son 15 yılın en yüksek oranına ulaşmasıyla zor geçinen vatandaşların da ceplerindeki paranın eriyişini hissetmeleri, asırlık şirketlerin iflası, başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinde kendi performanslarından bağımsız bir umut yaratıyor.
Böylesi bir kriz yaşanırken; Saray’ın debdebe ve şaşadan ödün vermemesi, uçak üstüne uçak, araç üstüne araç alması; AKP’li belediyelerdeki (hoş CHP’li belediyeler de var) yolsuzlukların Sayıştay raporları ile ortaya konması ve bütün bunlara İslami çevrelerden de itirazların yükselmeye başlamış olmasını da saymak gerek.
AKP ve MHP arasındaki ittifakın yerel seçimlerde geçersiz olduğunun ilanı o umudu besleyen bir başka etken.
AKP bu dezavantajını; Türkçe ezan tartışmalarını köpürtüp dini duyguları ve Fırat’ın doğusu söylemiyle (ve belki eylemiyle) de milli duyguları harekete geçirerek kapatmaya çalışıyor. Ekonomik krizi dış güçlerin işi ve dövizin görece gerilemesini de o dış düşmanın dize getirilmesi olarak sunmak elindeki bir diğer propaganda aracı.
MHP ise, bilindik söyleminin yanına eklediği “kader mahkûmlarına af” söylemiyle cezaevleri tıklım tıklım dolu bir ülkede belli ölçüde oy almayı hedefliyor.
Yarınki Parti Meclisi toplantısından sonra, CHP’nin 150 belediye başkanı adayını daha açıklaması bekleniyor. Seçim sonuçlarını ülke için olduğu kadar kendisi için de yaşamsal gören CHP yönetimi, seçimin “kiminle” kazanılacağına odaklanmış durumda.
Önseçimi geri plana atarak, anket, nabız yoklama, vb. yöntemlerle nerede kimi aday gösterirlerse kazanabilecekleri çalışmasına odaklanmış bir CHP yönetimi var ve o adayı da “her kesimden oy alacak, herkese hitap eden” olarak tanımlıyorlar.
Bu bütünüyle “ideolojik” temelden yoksun bir tanımlama ve “solculuk” iddiasını da önemli ölçüde silikleştiriyor.
Öte yandan, sol/sosyalist yaklaşımın önceliği; “kim”in değil, “ney”in seçileceğidir! Kuşkusuz, bu yaklaşım, yerel seçimlerin tek adam rejiminin geriletilmesi için değerlendirilmesini reddetmez.
Doğru yöntem; yerel seçimleri tek adam rejiminin geriletilmesi için bir fırsat olarak görürken, onun ötesine geçerek adayların yerel halkın katıldığı bir önseçimle belirlendiği bir demokrasi anlayışının yerleşmesi için çalışmaktır.
Sol, yerelde sorunların saptanıp, onların çözümü üzerinden ilerleyen, sorunların saptanmasını ve çözümünü halkın katıldığı ve meclislerde örgütlendiği bir siyaset tarzını öncelerler.
Sol için asıl olan kimin seçileceği değil, neyin seçileceğidir!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
AKP bu önemin farkında; her düzeyde toplantı üstüne toplantı yapıyor ve örgütünü ateşlemeye çalışıyor.
Sonucu sağlama almak açısından; yalnızca örgütün çabaları, devlet olanaklarının sonuna kadar kullanılması ve medyanın sınırsız desteğiyle yetineceklerini, trafolara kedilerini salmayacaklarını sanmak, muhalefet partileri ve çevreleri açısından hem bugüne kadar her seçimde söylediklerinin inkarı hem de aşırı saflık olacaktır.
Hal böyleyken, muhalefetin “ana”sının seçim güvenliği konusunu önemli bir konu olarak gündemde tutmaması “ilginç”.
Seçim ve sandık güvenliğini başat bir sorun haline getirmeyip, “kiminle seçim kazanırız”a odaklanmak, her şey olup bittiğinde “hile” tartışmaları yapmayı da anlamsız kılıyor.
Seçimlere geniş halk kesimleri tarafından da artık hissedilmeye başlanan ekonomik kriz altında gidiyor olmak, enflasyonun son 15 yılın en yüksek oranına ulaşmasıyla zor geçinen vatandaşların da ceplerindeki paranın eriyişini hissetmeleri, asırlık şirketlerin iflası, başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerinde kendi performanslarından bağımsız bir umut yaratıyor.
Böylesi bir kriz yaşanırken; Saray’ın debdebe ve şaşadan ödün vermemesi, uçak üstüne uçak, araç üstüne araç alması; AKP’li belediyelerdeki (hoş CHP’li belediyeler de var) yolsuzlukların Sayıştay raporları ile ortaya konması ve bütün bunlara İslami çevrelerden de itirazların yükselmeye başlamış olmasını da saymak gerek.
AKP ve MHP arasındaki ittifakın yerel seçimlerde geçersiz olduğunun ilanı o umudu besleyen bir başka etken.
AKP bu dezavantajını; Türkçe ezan tartışmalarını köpürtüp dini duyguları ve Fırat’ın doğusu söylemiyle (ve belki eylemiyle) de milli duyguları harekete geçirerek kapatmaya çalışıyor. Ekonomik krizi dış güçlerin işi ve dövizin görece gerilemesini de o dış düşmanın dize getirilmesi olarak sunmak elindeki bir diğer propaganda aracı.
MHP ise, bilindik söyleminin yanına eklediği “kader mahkûmlarına af” söylemiyle cezaevleri tıklım tıklım dolu bir ülkede belli ölçüde oy almayı hedefliyor.
Yarınki Parti Meclisi toplantısından sonra, CHP’nin 150 belediye başkanı adayını daha açıklaması bekleniyor. Seçim sonuçlarını ülke için olduğu kadar kendisi için de yaşamsal gören CHP yönetimi, seçimin “kiminle” kazanılacağına odaklanmış durumda.
Önseçimi geri plana atarak, anket, nabız yoklama, vb. yöntemlerle nerede kimi aday gösterirlerse kazanabilecekleri çalışmasına odaklanmış bir CHP yönetimi var ve o adayı da “her kesimden oy alacak, herkese hitap eden” olarak tanımlıyorlar.
Bu bütünüyle “ideolojik” temelden yoksun bir tanımlama ve “solculuk” iddiasını da önemli ölçüde silikleştiriyor.
Öte yandan, sol/sosyalist yaklaşımın önceliği; “kim”in değil, “ney”in seçileceğidir! Kuşkusuz, bu yaklaşım, yerel seçimlerin tek adam rejiminin geriletilmesi için değerlendirilmesini reddetmez.
Doğru yöntem; yerel seçimleri tek adam rejiminin geriletilmesi için bir fırsat olarak görürken, onun ötesine geçerek adayların yerel halkın katıldığı bir önseçimle belirlendiği bir demokrasi anlayışının yerleşmesi için çalışmaktır.
Sol, yerelde sorunların saptanıp, onların çözümü üzerinden ilerleyen, sorunların saptanmasını ve çözümünü halkın katıldığı ve meclislerde örgütlendiği bir siyaset tarzını öncelerler.
Sol için asıl olan kimin seçileceği değil, neyin seçileceğidir!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN