15 Mayıs 2023 Pazartesi

George Soros öldü + Kimdir bu George Soros? + Babacan: Erdoğan benim yanımda Soros'a 'Türkiye'ye yatırım yapın' dedi + Arınç'tan 'Soros' itirafı yeniden gündem oldu: Baş tacımızdı (soL)

 

George Soros öldü (15/05/2023)

Macar milyarder ve karşı-devrim finansörü George Soros, kalp krizi nedeniyle öldü.

Macar milyarder ve karşı-devrim finansörü George Soros, 92 yaşında öldü.

İrlanda merkezli Politics For All Ireland'ın haberine göre, Soros'un ölüm nedeninin kalp krizi olduğu belirtildi.


Kimdir bu George Soros? (01/11/2021)

Boyun Eğme gazetesi bugün Soros tartışmasını manşetine taşıdı.

TKP'nin günlük dijital gazetesi Boyun Eğme bugün "Eskisi Yenisi Hepsi Sorosçu" manşetiyle çıktı.

Erdoğan'ın Soros'la fotoğraflarının gündeme gelmesinin ardından Babacan'ın yaptığı "Biz 2002’de bu tarz görüşmeleri çok yaptık" açıklamasını hatırlatan Boyun Eğme'de "Ve şimdi bizden Babacan’lı ittifakın biz emekçileri AKP Türkiyesi’nden kurtaracağına inanmamızı bekliyorlar... Çok beklerler. Eskileriyle, yenileriyle AKP’yi ve yerlisiyle, yabancısıyla sermayeyi tümüyle kovmadan bu ülkede biz emekçilere rahat yok" deniliyor.

Boyun Eğme'nin manşet yazısı şöyle:

10 büyükelçinin serbest bırakılması çağrısı yaptığı Osman Kavala tartışması, Erdoğan’ın Kavala’yı “Soros artığı” olarak nitelemesiyle beraber Soros tartışmasına dönüştü. Tartışmaya önce AKP’nin gediklilerinden Bülent Arınç katıldı. Arınç Türkiye’deki temsilcisi Can Paker olan Açık Toplum Vakfı’nın araştırmalarını zamanında “done” olarak kullandıklarını, vakıftaki gazetecilerle pek çok kez görüşüldüğünü itiraf ederek “O zaman baş tacımızdı da şimdi mi kötü oldu?” diye çıkıştı. Bahsi geçen Can Paker, Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesiydi. Kendisine bundan iyi temsilci mi bulacaktı milyarder Soros? AKP, Sabancı, Soros el ele ülkeyi bir güzel sivilleştirdiler, piyasalaştırdılar! Arınç eteğindeki taşları dökedursun, bu esnada Erdoğan’ın Soros’la yaptığı görüşmelerden bir fotoğraf ortalığa saçıldı. Derken önceki gün eskinin AKP’lisi, şimdinin muhalifi DEVA Partisi Başkanı Babacan fotoğrafın gizemini açıkladı: “Siz Erdoğan’a ne bakıyorsunuz...” dedi, “Biz 2002’de bu tarz görüşmeleri çok yaptık.”

‘Türkiye’ye yatırım yapın’ görüşmeleri

Şimdi “Ne tarz” diyeceksiniz... Durun meraklanmayın, Babacan’da bunun da cevabı var: “‘Türkiye’ye yatırım yapın’ türünden görüşmelerdi bunlar... Türkiye’nin yerli veya uluslararası sermaye ve yatırıma çok ihtiyacı vardı. Türkiye’ye sermaye getirecek kim var kim yoksa yoğun görüşmeler yapılıyordu.”

Kim bilir bu yatırımlar için hangi tavizler verildi, halkın cebinden neler çalındı, nelere “evet” dendi... İşte AKP’nin sermayeye “yatırım yapın” diye yalvararak ülkeyi ne hale getirdiği ortada. Peki Babacan’ın defterinde bundan başka bir şey mi var? Şimdi kalkmış günah çıkarıyor, sırıtarak anlatıyor anılarını. Sanki o görüşmelerde ekonominin başında olan o değilmiş gibi... Ve şimdi bizden Babacan’lı ittifakın biz emekçileri AKP Türkiyesi’nden kurtaracağına inanmamızı bekliyorlar... Çok beklerler. Eskileriyle, yenileriyle AKP’yi ve yerlisiyle, yabancısıyla sermayeyi tümüyle kovmadan bu ülkede biz emekçilere rahat yok.

Kimdir bu George Soros?

Google’a sorarsanız, Macar asıllı Amerikalı bir milyarderdir. Ama bize sorarsanız katıksız bir anti-komünist, sol ve emek düşmanıdır. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü sırasında Doğu ve Orta Avrupa’da gerçekleşen renkli devrimlerin simgesidir. Üstelik kendisi de bundan gururla söz eder.

Sosyalizmin iktidara gelmesinden hemen sonra Macaristan’ı terk eder. 1947’de İngiltere’ye, ardından da paranın kokusunu takip ederek Amerika’ya yerleşir. Burada girdiği finans işinden elde ettiği servet şimdilik 8.3 milyar dolardır.
Peki bu servetle ne yapar dersiniz? 1984 yılında Macaristan’da Açık Toplum Vakfı isminde bir vakıf kurar. Vakıf, sol hareketlerin ve düşüncenin etkisini kırmak için raporlar, makaleler yayınlar, araştırmalar yapar, medya başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarını, dernekleri, yazarları fonlar, üniversiteler kurar öğrencilere burslar verir. Vakıf, 70’i aşkın ülkede sol hareketlerin ve sol düşüncenin önünü kesmek için liberal düşünceler üretir.

Babacan: Erdoğan benim yanımda Soros'a 'Türkiye'ye yatırım yapın' dedi (31/10/2021)

Babacan, Erdoğan'ın Soros'la en az 2-3 defa görüştüğünü söyleyerek 'Benim olmadığım, fotoğraf karesi alınmayan görüşmeleri de oldu' dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Osman Kavala için söylediği "Soros artığı" sözlerinin ardından George Soros'la görüştüğü görsellerin ortaya çıkmasına ilişkin "Erdoğan'ın Soros'la en az iki üç defa yüz yüze görüşmüşlüğü var" dedi.

Halk TV'ye konuk olan Babacan, "Bir tanesinde ben de vardım hatırladığım kadarıyla. 'Türkiye'ye yatırım yapın' türü görüşmeler bunlar. O gün öyle, bugün böyle. Sayın Erdoğan'ın tutumunda bir tutarlılık aramayın" diye konuştu.

'O günlerde bu tür görüşmeleri çok yapıyorduk'

2002 yılında çekilen ve kendisinin de yer aldığı fotoğraf hakkında Babacan şunları söyledi.

"Hükümet kurulduktan sonra Kasım 2002'deki bir fotoğraf. Ben Ekonomi Bakanı'ydım. Rahmetli Kemal Unakıtan, Abdüllatif Şener ve Erdoğan vardı. O günlerde bu tür görüşmeleri çok yapıyorduk. Türkiye'nin yerli veya uluslararası sermaye ve yatırıma çok ihtiyacı vardı. Türkiye'ye sermaye getirecek kim var kim yoksa yoğun görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmeler Türkiye'de de yurt dışında da yapılıyordu."

Davos'taki görüşme içinse Babacan, "O görüşme trafiğinde böyle bir görüşme yapılmıştı. Benim olmadığım, fotoğraf karesi alınmayan görüşmeleri de oldu" dedi.


Arınç'tan 'Soros' itirafı yeniden gündem oldu: Baş tacımızdı (26/10/2021)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Osman Kavala için 'Soros artığı' ifadesini kullanması sonrası Arınç'ın sözleri yeniden gündemde.

Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın geçtiğimiz yıl TV5’te katıldığı programda Soros tartışmalarına ilişkin açıklamaları, Erdoğan'ın son Soros açıklamaları sonrası yeniden gündemde.

"Soros bir ara Açık Toplum diye muteberdi. Bunun Türkiye’deki temsilcisi Can Paker’di. Can Paker o zaman vakıfta bulunurdu. Vakfın yaptığı araştırmaları da biz done olarak kullanırdık. Paker, Etyen Mahçupyan ve diğer araştırmacılarla birlikte bana belki 5 defa gelmiştir" diyen Arınç, "O zaman baş tacı ettiğimiz şu anda da bir yerlerde başı olan bir insanın ‘vay Sorosçu’ diyerek bir kısım insanların suçlanması yanlış. Kendimize bir saygımız olmalı. Mesela ben hükümetteyken yaptığımız her şeyi savunurum, bugün de savunurum. Neden çünkü bunu beraber, inanarak yaptık" ifadesini kullandı.

(soL)



13 Mayıs 2023 Cumartesi

AKP’nin kentsel dönüşümü: Yağma ve rant - İsmet DOĞAN / EVRENSEL

 

                                                        'Benim Yuvam Gitti' | Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

İstanbul’da yenilenmesi gereken yüzbinlerce bina vardır. 23 yıl içerisinde tüm halkın cebinden “deprem vergisi” adı altında toplanan paralarla yapılanlar devede kulak bile değildir.

Kentsel dönüşüm kavramı, 1999 Marmara depremleri sonrası gündemimize girdi. Her ne kadar kamuoyunda “depreme dayanıklı olmayan yapıların yıkılarak yenilenmesi” olarak algılansa da aslında kentsel dönüşüm kavramı daha geniş bir çalışmayı ifade eder.

Kentsel dönüşüm, hızlı kentselleşmekten kaynaklı plansız ve çarpık yapılaşmanın getirdiği sorunlar, nüfus artışı, kentlerin işlevlerinin ve insanların ihtiyaçlarının değişmesi, mevcut yapı stokunun ihtiyaçları karşılamaya yetmemesi gibi sebeplerle başvurulan yenilenme yöntemlerinin tümünü ifade eder.

Özellikle 1950’lerden itibaren kentlerde oluşturulan sanayi bölgelerinin işçi ihtiyacını karşılamak için teşvik edilen köyden kente yoğun göç nedeniyle ülkemizdeki belli başlı tüm büyük kentlerde plansız, projesiz, çarpık yapılaşma ve gecekondu bölgeleri oluşmuştur. Her seçim döneminde oy kaygılarıyla çıkarılan imar afları ile tamamen önü açılan plansız yapılaşma nedeniyle bugün halkın büyük kısmının ikamet ettiği sorunlu yapı stokumuz oluştu.

Topraklarının yüzde 96’sı, nüfusunun ise yüzde 98’i aktif fay hatları üzerinde olan ülkemiz için kentsel dönüşümün sadece riskli yapıların yıkılarak deprem dayanımlı hale getirilmesi olarak algılanması oldukça doğal bir sonuçtur.

1999 depremleri sonrası gündeme gelse de riskli yapıların yıkılıp yenilenmesi konusu özellikle 23 Ekim 2011 Van Depremi sonrasında hız kazandı.

                                             Fotoğraf: İsmet Doğan'ın kişisel arşivi

AYAK BAĞI OLAN BİRÇOK MADDE DEĞİŞTİRİLDİ

29 Haziran 2011 tarihinde kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile AKP hükümeti kentsel dönüşüm planlamalarını yerel idarelerden alıp merkezileştirdi. 16 Mayıs 2012 tarihinde çıkarılan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve bununla birlikte imar kanunu, TOKİ, belediyeler kanunu, tabii varlıkları koruma kanunu, vakıflar kanunu vb. kanunda yapılan değişiklikler ile mevcut mevzuatta ayak bağı olan birçok madde değiştirilerek kentsel dönüşüm önündeki engeller kaldırıldı.

Görünürdeki amacı iyi (sorunlu yapı stokunun iyileştirilmesi) olsa da, yerel idarelerin, meslek odalarının, STK’ların devre dışı bırakılarak tüm çalışmaların tek elde toplanmasıyla başlayan süreçte merkezi hükümetin derdinin deprem dayanımlı yapı üretmek olmadığı kısa süre içerisinde ortaya çıktı.

KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI İKİ ŞEKİLDE UYGULANDI

Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun ülkemizdeki uygulanış şekli 2 şekilde oldu:

Müteahhit ile konut sahiplerinin ticari pazarlıkları sonucu yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmeleri ilgili bakanlık ve yerel idareler eliyle yapılan mahalle/semt bazlı kentsel dönüşüm projeleri.

Birinci maddedeki uygulama kent merkezleri, ana caddeler, sahil kesimleri gibi rantın yüksek olduğu bölgelerde kolaylıkla uygulandı. Çünkü sözleşme bir rantın paylaşılmasını konu ediyordu. Müteahhitler açısından bir binanın yıkılıp yeniden yapılması sonucu elde edilen bağımsız bölümler inşaat maliyetini karşıladıktan sonra tatmin edici bir kâr da sağlıyorsa ilgili yapı hızla dönüştürülüyordu.

Bu şekilde İstanbul’da binlerce riskli yapı yıkılıp yeniden inşa edildi. Ama yukarıda da dediğimiz gibi bu inşa faaliyeti kentin rantı yüksek olan bölgelerinde yoğunlaştı, ancak halkın büyük kısmının, özellikle işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde kentsel dönüşüm faaliyeti çok yetersiz durumda kaldı.

1999 depremleri sonrası hem değişen deprem yönetmeliği, hem bina imalatında kullanılan malzemeler için zorunlu hale gelen standartlar hem de modern teknoloji sayesinde yapı kalitesinin arttığı bir gerçektir. Öte yandan, 1999 depremleri öncesi projelendirilmiş ve inşa edilmiş yapıların da deprem dayanımı açısından riskli olduğunu söylemek yanlış bir genelleme olmayacaktır.

İSTANBUL'DAKİ KONUTLARIN YÜZDE 50'Sİ 2000 YILI ÖNCESİNDE İNŞA EDİLMİŞ 

Tüm bilim çevrelerince yıkıcı bir depremin beklendiği konusunda hem fikir olunan İstanbul’da mevcut yapı stokunun yaşı ile ilgili veri şu şekildedir;

Tabloya göre İstanbul’daki konutların yüzde 50'si 2000 yılı öncesinde inşa edilmiş durumda.

2000 ve sonrasında inşa edilen yapıların bir kısmının da denetimsizlik nedeniyle riskli olabileceği gerçeğini de (Son Maraş depremlerinde yıkılan ya da ağır hasarlı binaların yaklaşık yüzde 4’ü yeni inşa edilmişti) dikkate aldığımızda İstanbul’daki yapıların (dolayısıyla nüfusun) yarısından fazlasının ciddi yıkım tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu söylememiz işten değildir. Bu istatistik çalışması 2020 yılına ait, yani güncel.

Kentsel Dönüşüm Yasası'nın ikinci uygulama şekli ise kamu eliyle yapılan dönüşümdür. Merkezi hükümet tarafından TOKİ aracılığı ile ve yerel idarelerin kendi iştirakleri ve/veya inşaat grupları aracılığı ile yapılan dönüşümler.

TOKİ’nin internet sitesindeki verilere göre, 2006 yılından bu güne İstanbul’da  56 bin 371 konut için toplam 8 milyar 77 milyon TL tutarında ihaleler yapılmış ve sözleşmeler imzalanmıştır. Bu konutlardan 32 bin 896 adedi (yüzde 58) tamamlanabilmiştir.

İhale edilen 56 bin 371 konutun

5 bin 209 adedi afet konutu olarak (Bin 528 adedi tamamlanmış),

13 bin 566 adedi deprem riskinin azaltılması için (5 bin 730 adedi tamamlanmış)

678 adedi de alt gelir grubuna yönelik projelendirilmiştir.

İstanbul’da tamamlanan konutlardan 10 binden fazlası kamuya ait maliye ve Hazine arazileri üzerine, tamamen ticari kaygılarla inşa edilen, AVM’ler ve lüks gökdelenlerdir. Örneğin Maltepe’de eski karayolları arazisi üzerine inşa edilen ve mahallenin siluetini bozan, trafik ve nüfus yoğunluğunu arttıran gökdelenler gibi.

                                                                               Fotoğraf: DHA

KENTSEL DÖNÜŞÜM KENTİN TARİHSEL, KÜLTÜREL, DEMOGRAFİK YAPISINI DEĞİŞTİRMEK İÇİN DE KULLANILDI

Kentsel Dönüşüm Yasası AKP iktidarı tarafından sadece yapısal bir inşa faaliyeti, yeni bina üretimi, bölgesel rant yaratma amacı ile değil, tüm bunlarla birlikte kentin tarihsel ve kültürel, demografik yapısı ile sosyo-ekonomik yapısını değiştirmek için de kullanıldı.

Sosyal bilimcilerin “Kent Soylulaştırması” olarak tanımladıkları, kent merkezlerinin içinde kalmış alt gelir grupları, işçi ve emekçilerin mülklerinin zor kullanılarak veya gönüllü şekilde ellerinden alınarak bölgeden sürülmesi ve bu alanlara üst gelir grubunun yerleştirilmesi operasyonu kentsel dönüşümün asıl amaçlarından biri oldu.

İstanbul surlarının hemen yanında bulunan Sulukule Mahallesi 2006 yılında kentsel dönüşüm kapsamına alınıp tamamen yıkıldı. Bu mahallede yaşayan Romanlar zorla evlerinde çıkarılıp bölgeden sürüldü. Yenilenen Sulukule'de inşa edilen lüks konutlarda bugün yaşayanların hiçbiri Roman değil. Oysa bu mahalledeki Roman yerleşimi 11. yüzyıla dayanmaktaydı. Bin yıldır bölgede yaşayan halk buradan sürüldü. Depreme dayanıklı, lüks yapılar inşa edildi ama kentin tarihi, kültürü, demografisi tahrip edildi.

Benzer şekilde Kadıköy Fikirtepe Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi de aynı amaca hizmet ediyor. 2006 yılında başlayan ve 17 yıldır tamamlanamaya proje kapsamında yapılan oldukça çirkin beton yığınlarında oluşan proje yüzlerce yıllık mahalle yaşantısını yok etti. Fikirtepe Projesi başlamadan önce bölgede yapılan bir saha çalışmasında mahallelinin çok büyük bir kısmı dönüşümün olumlu olduğunu ancak kendilerinin yeni yapılacak binalarda yaşayamayacağını ifade ediyordu. Çünkü yeni inşa edilecek lüks gökdelenlerden oluşan sitelerde binlerce lirayı bulan aidatı ödeyemeyecekleri gibi, site yaşamının kendi alışkanlıklarına uymadığını ifade etmişlerdi. Gerçekten de bugün tamamlanan konutlarda eski Fikirtepeli çok az kişi ikamet ediyor. Semt, konutları, yolları, parkı, eğitim binalarıyla tamamen yenilenmiş ancak semtin eski sakinleri yine İstanbul’un varoşlarında deprem dayanımı olmayan yapılarında yaşamaya devam ediyorlar. Fikirtepe’de semt halkı sürülmüş ve bölge üst gelir grubuna peşkeş çekilmiştir.

Hem İstanbul hem de başka şehirlerdeki kentsel dönüşüm projelerinde de amaç genel olarak bu olmuştur.

Yukarıda paylaşılan tablodan da görüleceği üzere İstanbul’da yenilenmesi gereken yüzbinlerce bina vardır. 1999 depremlerinden bugüne geçen 23 yıl içerisinde tüm halkın cebinden “deprem vergisi” adı altında toplanan paralarla yapılanlar devede kulak bile değildir.

İstanbul için vakit kaybetmeden kentsel dönüşüm planlaması yapılıp derhal hayata geçirilmelidir. Bu planlamalarda; yerinde dönüşüm (İnsanların yaşadıkları bölgeden göç etmesine sebep olmayacak) kentin tarihi ve kültürel dokusunu tahrip etmeyen, doğaya ve çevreye uyumlu, rantın değil, güvenli, sağlam ve yaşanabilirliğin dikkate alınması gerekmektedir.

AKP hükümetleri kentsel dönüşüme sadece rant çerçevesinden yaklaştılar.

Yapılması gereken halkın can güvenliğinin sağlandığı sosyal konut projelerinin hayata geçmesidir.

İsmet DOĞAN / EVRENSEL 



Erdoğan ‘üzülünce’ istifa etti: Bir Kerem Kınık portresi + Kızılay örgüt ve cemaat yuvası (BİRGÜN)

 Erdoğan ‘üzülünce’ istifa etti: Bir Kerem Kınık portresi (İsmail Arı-BİRGÜN)

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, tüm skandallara üç aydır gözünü kulağını kapadığı Kızılay hakkında dün ilk kez konuştu. Başkan Kerem Kınık, Erdoğan’ın sözlerinin üzerinden 24 saat geçmeden istifa etti. İşte Türkiye’nin en köklü kurumlarından birini ‘holding’ haline getiren Kerem Kınık’ın portresi…


Kızılay Başkanı Kerem Kınık, deprem sonrasındaki skandalların ardından Instagram'dan bu paylaşımı yapmıştı.

Onlarca yolsuzluğa ve usulsüzlüğe imza atan, hakkında onlarca suç duyurusunda bulunduğu halde işlem yapılmayan Kızılay Başkanı Kerem Kınık sonunda istifa etti.

Bir süredir iktidar kanadından isimlerin de eleştirdiği Kınık için son açıklama dün akşam Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan gelmişti. Erdoğan, "Bu konu beni de ciddi manada üzmüştür. Kızılay böyle bir çadır satma işine giremez. Süratle bu yanlışı düzeltmesi gerekir. Kızılay’ın çadır dendiği zaman en küçük bir sıkıntısı olmaması gerekirdi" demişti.

Kınık, deprem felaketinin ardından TBMM Deprem Araştırma Komisyonu'nda geçen mart ayında bir sunum yapmıştı. Kınık, istifa edip etmeyeceğine yönelik kendisine yöneltilen sorulara, "Kızılay Başkanı istifa ettiğinde tüzük gereği genel kurula gidilmesi gerekir. Kızılay'ın idari işleri durur ve kaotik bir durum oluşur" yanıtını vermişti.

2016’DAN BERİ KIZILAY BAŞKANIYDI

Kızılay’ın personel sayısını 5 binden 15 binlere kadar çıkaran, yandaşları, Menzil Cemaati’ne mensup isimleri kuruma dolduran, geçmişte FETÖ lideri Fetullah Gülen’e övgüler sıralayan Kınık istifasına dair bir açıklama yapmadı. Çadır satması skandalıyla ülke gündemine oturan, holdinge dönüştürdüğü Kızılay’ın bütçesi ile Boğaz manzaralı köşk kiralayan, yandaşlara Kızılay’ın ihalelerini dağıtan, Kızılay’ın huzur hakkı adı altında maaş alan ilk başkanı olan Kerem Kınık 2015’yılından beri Kızılay’ın yönetimindeydi. Kınık 2016’dan bu yana da Kızılay başkanlığı koltuğunda oturuyordu.

ERDOĞAN’IN TALİMATIYLA…

Eski Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın Kızılay Holding kitabı için verdiği röportajda, “Kerem Kınık’ın Recep Tayyip Erdoğan’ı talimatı ile Kızılay’ın yönetime girdiği, bir yıl Kızılay Başkanvekilliği yaptıktan sonra da 2016’da Kızılay Başkanı olduğunu” anlatmıştı.

Akar, Kerem Kınık’ın Kızılay’da yönetici olma sürecini şöyle anlatmıştı: “Kerem Kınık beni fonksiyonsuz kılmak ve kurumu ele geçirmek için yönetime istendi. Ayşegül Genç’i de aynı talimat ile üzerine genel sekreter yaptım. Kerem Kınık’ı da genel başkan vekili yaptık. Bunlar sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatı üzerine oldu. Sayın Cumhurbaşkanı, “Kerem’i (Kınık) listeye alarak genel başkan vekili yapmamı istedi. Staj mahiyetinde yani... Daha öncesinde kendisini ve ekibinde yer alan isimleri hiç görmemiştim, tanımıyordum. Kızılay’ın yönetim kurulu başkan dahil on bir kişiydi. Ancak benim son yönetim kuruluna benim listede yer verdiğim sadece bir kişi girdi. Bir de ben iki kişiyiz. Geri kalan dokuz kişi benim yer vermek istemediğim isimlerdi.”

ERDOĞAN’IN MÜDÜRÜ, AKP’DEN MECLİS ÜYESİ

1993 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Kınık, sadece 2 yıl Sağlık Bakanlığı bünyesinde hekimlik yaptıktan sonra 1995 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) Sağlık İşleri Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaya başladı. Kınık, İBB’de Müdür Yardımcısı iken Recep Tayyip Erdoğan da İBB başkanlığı koltuğunda oturuyordu. Erdoğan’dan sonra 1999’da İBB’deki görevinden ayrılan Kınık birçok şirket kurdu ve ticarete atıldı.  Ticaret Odası kayıtlarına göre Kınık, Toprakanadan Doğal Ürünler, Derya Sağlık Hizmetleri, 4t Sağlık ve Bilgi İşlem ile Derya Sağlık Hizmetleri isimli dört ayrı şirketin ortağıydı. Ancak tüm hisselerini devredip ortaklıktan ayrıldı. Kınık’ın “UG Medical Services Sağlık Hizmetleri” isimli şirkette ise ortaklığı devam ediyor.

Ticaretle uğraşan Kınık siyasi kariyerini de ihmal etmedi. AKP’den İstanbul 10. Dönem İl Genel Meclisi Üyesi olup İBB Sağlık Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Her dönem güçlünün yanında olan Kınık, iktidarın daha önce “Gülen Cemaati” diyerek övgüler sıraladığı Fethullahçıların 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından “terör örgütü”ne dönüşen yapıya da oldukça yakındı. Kınık, 16 Eylül 2012’de FETÖ lideri Fetullah Gülen’i Pensilvanya’da ziyaret ettiğini sosyal medya hesabından paylaştığı bir fotoğrafla duyurmuştu.

Kınık, 20 Ekim 2013’te ise yine sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Fethullah Gülen’e dair şu ifadeleri kullandı: “F. Gülen Hocaefendi’ye acil şifalar diliyorum, dert yüklü kalbi bedende taşımak zor. Allah inananlar arasındaki fitneyi zail etsin.”

Kınık, bir dönem de Ahmet Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu’nun kurucusu olduğu Yeryüzü Doktorları Derneği’nde başkanlık yaptı. Yani Davutoğlu ailesi ile yakınlaşmayı da ihmal etmedi. 2013 yılından 2015 yılına kadar bu derneğin başkanlık koltuğundaoturan Kınık, 2015 yılında yine Kızılay gibi rantın merkezi haline dönüştürülen bir başka kurum olan Yeşilay’ın Mütevelli Heyeti Üyesi oldu. Kınık bu görevine yaklaşık sekiz yıldır devam ediyor.

Kınık’ın eşi Hatice Kınık’ı torpille Sağlık Bakanlığı’nda daire başkanı yaptırdığı, ardından yine bakanlık bünyesinde bir başka göreve getirttiği iddia edildi. 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişimine direnirken gazi olduğu belirtilen oğlu Furkan Kınık’ın aslında sahte 15 Temmuz gazisi olduğu öne sürüldü.

                                                             /././

Kızılay örgüt ve cemaat yuvası (Sercan MERİÇ - Birgün)

Kızılay Holding isimli kitabı Tekin Yayınevi’nden çıkan gazeteci İsmail Arı, Erdoğan’ın Fetullahçıları ve Menzilcileri Kızılay’a nasıl yönetici yaptığını anlattı. Arı, Kızılay yöneticisi Şehmus Yıldırım’ın da bir dönem Hizbullah’tan tutuklandığını belirtti.


Uzun yıllardır Kızılay’la ilgili çalışmaları gündem olan, yaptığı haberler nedeniyle yargılanan, hakkında birçok dava açılan BirGün muhabiri İsmail Arı’nın Tekin Yayınevi’nden çıkan ilk kitabı Kızılay Holding raflardaki yerini aldı.

BirGün TV’ye konuk olan Arı, Kızılay Holding kitabında yer alan skandalları anlattı. 2022 yılı resmî raporlarında yer alan bilgilere göre Kızılay’ın yaklaşık 10 milyar TL’lik devasa bir bütçesi olduğunun altını çizen İsmail Arı, kurumun bütçesinin Cumhurbaşkanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bütçesinden dahi kat ve kat fazla olduğunu anlattı. “Kızılay’ın bütçesi iktidarın iştahını kabarttı” diyen Arı’nın yıllara yayılan ayrıntılı araştırması Kızılay Holding, güven sıralamasında en altlara düşen kurumun nasıl bu hale geldiğini gözler önüne seriyor.

KIZILAY’A ÇÖKME OPERASYONU

Uzun zamandır Kızılay’da gerçekleşen skandallarla ilgili haberlerini takip ediyorduk. Bu kitabı hazırlamaya nasıl karar verdin?

2019’da eski Kızılay Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Tezdiğ ile tanıştım. Tezdiğ, Kerem Kınık ekibinde yer alan bir isimdi. Yönetim kuruluna girdikten kısa bir süre sonra yolsuzluklara, usulsüzlüklere itiraz etmeye başlıyor. Daha sonra kendisiyle yolumuz kesişti. Kitabın serüveni de öyle başladı. Kızılay ile ilgili haber yaptıkça Kızılay’ın liyakatli kadroları, emekçileri benimle iletişime geçmeye başladı ve çember genişledi. Eski Kızılay başkanı Ahmet Lütfü Akar’la tanıştım... Hem Tezdiğ hem de Akar’la bu kitap için özel röportajlar yaptım. 

99 Depremi’nde Kızılay’ın gösterdiği performans tartışmalıydı. Sen de kitaptaki anlatıma o deprem ile başlıyorsun… 

99 Depremi Kızılay için bir dönüm noktası. Kızılay’ın karşılaştığı en büyük felaket. AFAD gibi bir çatı organizasyon o tarihte yok. Kızılay bu anlamda tek başına bir otorite. Bu kadar büyük bir depreme hazırlıklı değillermiş. Depolar, stoklar, malzeme, çadır, gıda stokları yetersiz. O dönem Kızılay’ın başında Kemal Demir var. Eski Bolu CHP milletvekili ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yakın bir isim. 20 yıl boyunca kurumu o yönetmiş. Ama büyük bir başarısızlığa imza atıyorlar. Günlerce bu sıkıntı devam ediyor. Siyasetçiler de sıkıntıları dillendiriyor, Meclis’te gensorular veriliyor, araştırma komisyonları kuruluyor ve o dönemki Kızılay yöneticileri yargılanıyor. Hüküm giyenler oluyor. İstifa ediyorlar. O zaman insanlar utanabiliyormuş ve istifa edebiliyormuş. 

Bir denetleme mekanizması da varmış…

Meclis Kızılay için araştırma komisyonu kurmuş. Bir denetim mekanizması kuruyorlar, ama son depremlerden sonra araştırma komisyonu kurulması yönünde verilen tüm teklifler reddedildi. Kızılay 99 Depremi’nden sonra bir dönüşüme uğruyor. Akabinde AKP iktidara geliyor. 2004-2011 yılları arasında Tekin Küçükali başkan oluyor. Ondan sonra Ahmet Lütfi Kızılay’ın başına geçiyor. Özellikle Ahmet Lütfi Akar Kızılay’ı ciddi manada geliştiriyor. Akar başkan olduktan sonra Türkiye Afetle Mücadele Planı gündeme geliyor. 2014’te kabul edildikten sonra Kızılay tam anlamıyla işlevsizleştiriliyor. Deyim yerindeyse Kızılay’a çökme işlemi başlıyor. 

2022 BÜTÇESİ 10 MİLYAR TL

Kızılay’ın bütün yönetim kurulu üyelerinin AKP’yle veya çeşitli cemaatlerle ilişkili olduğunu öğreniyoruz bu kitapta. Kızılay AKP için neden bu kadar önemli? 

Kızılay’ın 2021 bütçesi 8 milyar TL, 2022 bütçesi ise 10 milyar TL. Akar görevi bıraktığında kurumun 6 bine yakın gayrimenkulü var. Ankara’da Kızılay AVM var. Çok büyük arazileri var. Mesela Akar şaka yollu olarak, “Konya’nın yarısı Kızılay’ın” diyor. Eldeki fabrikaların arazisi de çok büyük ve kıymetli. Afyon’da maden suyu fabrikası var. Erzincan’da da yine öyle. Mesela Pendik’te çok büyük bir arazisi var Kızılay’ın… Bunlar büyük bir rant demek. Bu yüzden Kızılay, iktidar için bir rant aracı oldu. Bir de özellikle Suriye’den Türkiye’ye göç başladığında Avrupa Birliği para transferinin büyük bir kısmını Kızılay’a yapıyor. Şimdi depremden sonra çok büyük bir kaynak aktarıldı Avrupa ülkelerinden… Bu paranın büyük bir kısmını Kızılay’a veriyorlar. İktidar, bu nedenle ele geçirme operasyonunu başlatıyor. 

Erdoğan’ın Kızılay’a yerleştirdiği Fethullahçılardan da bahsediyorsun kitapta... Bu nasıl oluyor?

Erdoğan, 2013’te belli isimlerin yönetime girmesi için Kızılay’a doğrudan müdahale ediyor. Daha sonra Fetullahçılar ile iktidarın çatışması başlıyor. Sonra bakıyorlar ki Erdoğan’ın Kızılay Genel Sekreteri yaptırdığı Ulviye Turgut ve eşi Fethullahçı… Erdoğan yönetim kuruluna aldırdığı bir başka isim daha Fetullahçı çıkıyor. 

Kızılay’ın şu anda Menzilciler ve Hizbullahçılar ile nasıl bir ilişkisi var?

Kızılay’ın Denetim Kurulu üyesi Şehmus Yıldırım, 2000 yılında Hizbullah’tan tutuklanıyor ve cezaevine gönderiliyor. Daha sonra serbest kalıyor. Bu isim şimdi Kızılay’ı denetleyecek isim... Doğudaki şube başkanlarının sosyal medyalarına bile baktığımızda, örneğin Diyarbakır Şube Başkanı’nın, Hüda Par’la sıkı ilişkileri olduğunu görüyoruz. Diyarbakır benzeri civar kentlerdeki başkanların geçmişte Hizbullah’la ilişkili olduğu belirtiliyor. Şehmus Yıldırım’ın Kızılay denetim kurulu üyesi yapılmasından yine iktidarın onayı ve bilgisi olduğu muhakkak. 

Kızılay’ın ikinci ismi Fatma Meriç Yılmaz, Menzil Cemaati’ni temsilen orada… Kendisi aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nda eski bürokrat. Fatma Meriç Yılmaz bir yol açıyor aslında… Mesela Kızılay Kan Hizmetleri Genel Müdürlüğü için tıbbi cihazlar alınacağı zaman gidip Menzil’in şirketinden alıyorlar. Personel olarak da örgütleniyorlar. Örneğin İstanbul lojistik deposuna son bir yılda 5 kişi alındı, 5’i de Menzilci... Deştikçe cemaat ve tarikat fışkırıyor Kızılay’da…

Kızılay Holding’i hazırlarken Kınık’a da ulaşmaya çalıştın mı?

Hem Kerem Kınık’a hem de Kızılay Basın Müşavirliği’ne kitapta yer alan meselelerle ilgili yaklaşık 20 soru ilettim. Kınık yanıt vermedi. Kızılay Basın Müşavirliği de “Size kısa bir kısa süre içerisinde soruları yanıtlayıp döneceğiz” dedi ama daha sonra yanıtlamak istemediklerini ifade ettiler.


İBB dava açtı, Mehmet Cengiz’e ait köşkün tadilat ruhsatı iptal edildi + Koruda talan ( SÖZCÜ )

 İBB dava açtı, Mehmet Cengiz’e ait köşkün tadilat ruhsatı iptal edildi  (Özlem Güvemli - SÖZCÜ)


Boğaziçi ön görünümünde yer alan iş insanı Mehmet Cengiz’e ait Hüseyin Avni Paşa Köşkü için bakanlık tarafından 2022 yılında verilen tadilat ruhsatı, İBB’nin açtığı dava sonucunda iptal edildi. Mahkeme, ruhsat konusunda İBB’ye bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkili olduğu halde bakanlık tarafından düzenlenen ruhsatın yetki yönünden hukuku uygun olmadığına hükmetti.

İstanbul Üsküdar’da Fethi Paşa Korusu’nda yer alan “1. Derece Korunması Gerekli Kültür Varlığı” tesciline sahip Hüseyin Avni Paşa Köşkü, 2009 yılında TMSF tarafından satılığa çıkarılmıştı.

Köşkü, Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz almış ve 2014 yılında tarihi yapı şüpheli şekilde çıkan yangınla küle dönmüştü. Yüzlerce ağacın kesilmesine neden olan tartışmalı şekilde başlayan ve tamamlanan inşaatlar yeniden gündeme geldi.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı; Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Valiliği'ne Hüseyin Avni Paşa Köşkü'ne Boğaziçi İmar Müdürlüğü onayı olmadan verilen ruhsatın ve ruhsata yapılan itirazların reddedilmesi işleminin iptali için dava açtı.

Davaya Cengiz İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ de müdahil oldu. İstanbul 8. İdare Mahkemesi, dava konusu işlemlerin iptaline 31 Mart 2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İBB RUHSAT BAŞVURUSUNA CEVAP VERMEDİ

Kararda önce süreç anlatıldı. Buna göre; Cengiz İnşaat'ın sahibi olduğu Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nün rekonstrüksiyon (yeniden yapım) tadilat projesi ve set altı otopark tadilat projesi için onay talebi, 2019 yılının temmuz alında iki kez İBB'ye bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne sunuldu.

1 yıl geçmesine rağmen başvuruya olumlu veya olumsuz cevap verilmediği gerekçesiyle Cengiz İnşaat, 8 Kasım 2021 tarihinde projelerin imar mevzuatına uygunluk açısından incelenerek ruhsat sürecinin işletilebilmesi için İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na başvurdu. Kurul projeleri uygun buldu.

Nihai karar verilmek üzere dosyanın gönderildiği İstanbul 1 Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu da “uygundur” kararı verdi. İstanbul Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü 1 Mart 2022 tarihinde köşk için tadilat ruhsatı düzenlendi. İBB, ruhsatın iptali için başvurdu.

Başvuru cevap verilmemek suretiyle reddedilmiş oldu. İBB de bunun üzerine konuyu mahkemeye taşıdı.

“RUHSAT YETKİSİ BAKANLIKTA DEĞİL”

Dosyaya bakan İstanbul 8. İdare Mahkemesi, planlama sahasının Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde kalması nedeniyle ruhsat işlemlerini yürütme yetkisinin hangi idareye ait olduğunu inceledi. Mevzuata göre özel kanunlarla belirlenen alanlarda özel kanun hükümlerinin uygulanmasının gerektiği belirtildi.

Boğaziçi Kanunu'nun “Boğaziçi alanının” korunması amacıyla yasa koyucu tarafından kabul edilmiş özel nitelikte kanun olduğunun altı çizildi.

1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi uyarınca gerçek kişilere veya özel hukuk tüzel kişilerine ait olan taşınmazlar üzerinde kamu veya özel sektör tarafından gerçekleştirilecek yatırımlara ilişkin başvuru tarihinden itibaren 2 ay içinde yetkili idarece verilmemesi halinde resen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na yapı ruhsatı düzenlenme yetkisi verildiği aktarıldı.

Ancak Boğaziçi Kanunu'nda ruhsat işlemlerini yürütme yetkisinin Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nde olduğu hükmünün bulunduğu vurgulandı. Ayrıca İmar Kanunu'nun ve diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümlerinin uygulayamayacağının açıkça belirtildiği, Boğaziçi alanında ruhsat işlemlerini yürütme konusunda kanunen tanınan yetki kapsamında yalnızca Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nce ruhsat düzenlenebileceği sonucuna varıldı.

HUKUKA UYGUN BULUNMADI

Dava dosyasında bulunun bilgiler mevzuat hükümleri kapsamında değerlendirilmesi sonucunda Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi'nde bulunan taşınmaza ilişkin ruhsat işlemlerini yürütme konusunda Boğaziçi İmar Müdürlüğü yetkili olduğu halde İstanbul Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen 1 Mart 2022 tarihli tadilat ruhsatında ve ruhsata yapılan itirazın reddedilmesi işleminde yetki unsuru yönünden hukuku uyarlık görülmediği vurgulandı.

                                                          /././

Koruda talan (İsmail Şahin-Sözcü)

Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz, İstanbul Boğazı manzaralı Üsküdar’daki Hüseyin Avni Paşa Korusu’nda yüzlerce ağacı kesti... Yanan köşk yeniden inşa edilirken arkasına da yeni bir yapı konduruldu.


Üsküdar Paşalimanı'nda bulunan ve içinde bir zamanlar 3 bin ağacın bulunduğu Hüseyin Avni Paşa Korusu'nda çevre katliamı yaşandı. Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz'in sahibi olduğu tarihi koruda çok sayıda ağaç kesildi. Nedeni bilinmeyen bir yangınla kül olan Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nün yeniden yapımı sırasında yürütülen inşaat çalışmaları sonucunda 81 bin 511 metrekarelik ormanlık arazi delik deşik edildi. İş makinelerinin yol yapımı ve köşkün manzarası için çok sayıda ağacı kesmesi uydu fotoğraflarından da net olarak görülüyor.


TARİHİ KÖŞK YANGINDA KÜL OLDU

Mehmet Cengiz'in 2009 yılında yüzde 65 hissesini TMSF'den yüzde 35 hissesini ise Zeynel Abidin Erdem'den satın aldığı Hüseyin Avni Paşa Korusu'nun içinde yer alan köşk İstanbul 3 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 8 Ocak 2002'de yıkılmadan korunması gereken 1. sınıf kültür varlığı olarak tescillendi.

2012'de restorasyon için KA-BA Mimarlık'la anlaşıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi köşkün statik olarak sağlam olduğuna dair rapor hazırladı. Ancak bu proje Mehmet Cengiz tarafından 2013'te Koruma Kurulu'ndan çekildi. Cengiz İnşaat, 11 Nisan 2014'te köşkün rölöve projesini; 7 Mayıs 2014'te ise restitüsyon projesi Koruma Kurulu'na sundu. 28 Haziran 2014'te çıkan yangında köşk tamamen yok oldu. Yangının ardından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış, şüpheliler arasında da bekçiyi göstermişti. Ancak soruşturma takipsizlik ile sonuçlanmıştı. Kararda, ‘itfaiyenin yaptığı inceleme sonucunda yangının çıkış nedeninin belirlenemediği için takipsizlik kararı verildiği' belirtilmişti.

MÜZE VE KÜTÜPHANE OLACAK MI?

Mehmet Cengiz, 2015 yılının başında Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nün yeniden inşası için hazırladığı projeyi İstanbul 6 Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na sundu. Kurul, köşkün aslına uygun olarak tekrar inşa edilmesine ve sadece müze ve kütüphane olarak kullanılmasına izin verdi. Sergi salonu olarak kullanılacak olan köşke ikinci bir bodrum katı, tuvalet geçiş koridoru, engelli rampası ve asansör yapılmasının da önü açıldı. 19 Mart 2015'te köşke ilişkin Boğaziçi İmar Müdürlüğü tarafından yapı ruhsatı verildi ve bu ruhsatta da yapının müze ve kütüphane vasıflı olduğu belirtildi.

Cengiz İnşaat, 23 Aralık 2015'te yeniden 6 Numaralı Koruma Kurulu'na başvurdu. Kurul, şirketin koru içinde “makineli kazı” yapma talebini Ocak 2016'da gündemine aldı ve kazı izni verdi. Kazı çalışmalarının ardından köşk arazisinin içine üç farklı kapı ve dört adet asfalt yol yapıldı. İş makineleriyle yapılan çalışmada çok sayıda ağacın köşkün manzarası ve yol için ortadan kaldırıldığı, koruda inşaat faaliyetlerinin son aşamaya geldiği öğrenilirken, köşkün yapımının da tamamlandığı ve arkasına da bir yapı kondurulduğu tespit edildi. Mehmet Cengiz'a ait Hüseyin Avni Paşa Köşkü'nün müze mi yoksa ev olarak mı kullanılacağı ilerleyen günlerde belli olacak. Eğer konut olarak kullanılırsa, Boğaziçi İmar Müdürlüğü ekiplerinin arazide denetimde bulunması köşkü mühürlemesi gerekecek.

Kamu ihalelerinin yıldızı

AKP iktidarında kamudan aldığı havalimanı, karayolu, metro, demiryolu, tünel, liman, HES, baraj, maden, nükleer santral ve inşaat ihaleleriyle dikkat çeken Mehmet Cengiz, Boğaziçi öngörünüm bölgesinde kalan Hüseyin Avni Paşa Korusu'nun yüzde 65'ini 2009'da 31 milyon liraya TMSF'den satın almıştı. Korunun geri kalan kısmı için ise Erdem Holding'e ödeme yapmıştı.

(15/08/2018)


12 Mayıs 2023 Cuma

14 Mayıs ve sonrasında Türkiye - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 

Mitinglerde taşlı saldırılar... Bel altı videolar... İftiralar... Dehşet verici nefret söylemleri... 

Seçim ortamında yaşananların hiçbirinin demokrasi ile ilgisi yok. Aylardır adeta aynı toplumda değil, birbirine tümüyle düşmanlaşmış iki toplumun karşı karşıya geldiği, utanç verici iddiaların havada uçuştuğu, televizyonlarda nesnellikten uzak tamamen partizanlaşmış yorumcuların konuştuğu bir dönemden geçtik. 

Pazar günü hepimiz oylarımızı kullandıktan sonra ve o akşam sonuçlar açıklanmaya başladığında yeni bir dönemin başlaması umudu içindeyiz. 

İstiyoruz ki insanlar depremlerde, maden ocaklarında ya da doğal afetlerde devlet yetkililerinin ihmal ve hataları yüzünden ölmesin, giden canların ardından “fıtrat” denmesin!

İstiyoruz ki cumhurbaşkanı vatandaşlara, “sürtük, çürük”, ülkemizin kurucularına “ayyaş” diyemesin!

İstiyoruz ki iktidarı eleştirmek suç olmasın; yargı bağımsız olsun.

İstiyoruz ki bilim insanları çekinmeden bilimsel gerçekleri ortaya koyabilsin.

İstiyoruz ki sanatçılar siyaset hakkında konuşunca hakarete uğramasın.

İstiyoruz ki gençler bu ülkeden umudunu kesip başka ülkelere göç etmesin.

İstiyoruz ki müzik festivalleri iptal edilmesin, müzisyenler intihar etmesin.

İstiyoruz ki kadınlar “doğum makinesi” gibi görülüp eve kapatılmasın, İstanbul Sözleşmesi tekrar uygulamaya konulsun.

İstiyoruz ki insanlar etnik kökenleri, inançları, cinsel yönelimleri nedeniyle ötekileştirilmesin.

İstiyoruz ki kamu kaynakları hortumlanmasın; halk artık biraz olsun huzur bulsun!

GELECEĞE İLİŞKİN UMUDU YEŞERTMEK

Pazar günü bunlar için oy vereceğiz. Demokrasinin asgari ölçüde var olduğu ülkelerde halk adalete olan güvenini yitirmediğinden, geleceğe ilişkin umudunu da koruyabiliyor, görüşlerine en uygun politikaları olan partiye rahatlıkla oy verebiliyor. Türkiye’de son 21 yılda insanlar bu umudu kaybetti, ittifak siyaseti yüzünden istediği partiye oy verme hakkı da neredeyse yok oldu.

AKP’nin parti devletinde adam kayırmanın, cemaatçiliğin, yeğenciliğin, torpilin toplumun her alanına sızmasıyla, bu çemberin dışında kalanlar için hayat cehenneme döndü. 

14 Mayıs’taki seçim, halkın tüm bunlara tepkisini gösterecek ve öyle görünüyor ki, o tepki sert olacak.

AKP’nin gidişi, ülkenin üzerine çöken yobaz ve rantçı karanlığın dağıtılması için ilk işaret olacak. 

Ama sanılmasın ki 14 Mayıs’tan sonra her şey kusursuz olacak... 

SEÇİM SONRASINDA SÜRECEK MÜCADELE

Daha önce bu köşede yazdığım gibi, milletvekili adaylarından da anlaşıldığı üzere, TBMM’de İkinci Cumhuriyetçi bir tasarım yapıldı. Yetmez ama evetçiler, liberaller ve siyasal İslamcıların ağırlıkta olduğu bir Meclis’te Türkiye için çok sorunlu bir dönem yaşanacağını, İkinci Cumhuriyetçi taleplerin gündeme geleceğini ve bu yönde bir gerilimin doğacağını düşünüyorum.

Üstelik Cumhuriyet’in 100. yılında gerçek anlamda Cumhuriyet Devrimi’ne ve onun ilkelerine sahip çıkan milletvekili sayısı da çok sınırlı olacak. 

Bu seçimden sonra, iktidar değişse de “Tarikatlar ve Cemaatler Dağıtılsın!” diye haykırmaya devam edeceğiz. 

Yine en ön cephede laikliği savunacağız, yine siyasal İslamcılara direneceğiz.

Kamuculuk ve sosyal devlet için mücadele vereceğiz.

İşçi sınıfının hakları için sesimizi yükselteceğiz. 

Özelleştirmelere ve piyasacı yaklaşımlara karşı duracağız.

14 Mayıs’taki seçim, AKP’nin yarattığı faşizan karanlığı dağıtma olanağının kapısını aralamak için yapılan bir seçimdir. 

Tek turlu olmasını dilediğim bu seçimden sonra da laik, kamucu, antiemperyalist, Cumhuriyet ilkelerini ve Aydınlanma değerlerini sahiplenen, işçiden ve emekçiden yana hakça bir düzenin kurulabildiği tam bağımsız bir Türkiye için aynı azimle mücadeleyi sürdüreceğiz!

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

11 Mayıs 2023 Perşembe

‘Yerli ve milli’ vefasızlık - Timur Soykan / BİRGÜN


Depremin üzerinden 3 ay geçti, Salih Çalışkan’ın çadırının yanına bir sopa dikip astığı bayrak bile eskiyip söküldü ama konteyner gelmedi. 10 çadırın daha olduğu alanda ne bir tuvalet ne de banyo var.

                                     Salih Çalışkan ve Zeynep Çalışkan. (Fotoğraflar: BirGün)

İktidarın milliyetçi söylemi, seçim döneminde zirveye ulaşırken deprem bölgesinde ‘yerli ve milli’ sloganlarının arkasındaki vefasızlık gözler önüne seriliyor. Şehit aileleri çok zor koşullarda çadırlarda yaşam savaşı veriyor.

81 yaşındaki Salih Çalışkan ve eşi Zeynep Çalışkan’ın tek oğlu Mustafa Çalışkan, 1993 yılında Van Başkale’de PKK saldırısında hayatını kaybetti. Şehit babası Salih Çalışkan, o günden beri şapkası ve yeleğindeki Türk bayrağı armalarını çıkartmadı. Cüzdanında oğlu ile birlikte hayatını kaybeden iki askerin fotoğrafını taşıyor ve onları gösteriyor. Oğlu ve bu mahalleden arkadaşı yan yana mezarda yatıyor. Oğlu Mustafa Çalışkan, askere gitmeden önce nişan yapmıştı. Çalışkan çifti, kızına sarılarak ayakta kalmıştı. Depremde Antakya’nın Maşuklu Mahallesi’ndeki evleri hasar gördü. Evlerinin yağmalanmaması ve kızlarından uzaklaşmamak için burada bir çadırda kalmaya başladılar. Mehmetçik Vakfı onlara bir çadır kurdu.

GELMEYEN KONTEYNER

Depremin üzerinden 3 ay geçti, Salih Çalışkan’ın çadırının yanına bir sopa dikip astığı bayrak bile eskiyip söküldü ama konteyner gelmedi. 10 çadırın daha olduğu alanda ne bir tuvalet ne de banyo var. Az miktarda yardım ile yaşamaya çalışıyorlar. Kışın soğuktu, sıcakların başlamasıyla çadırda hayat farklı bir işkence oldu. Şehit annesi ve babası, bütün gün bir ağaç gölgesi bulup orada oturuyor. Geceleri çadıra yılan girmesinin korkusunu yaşıyorlar.

Salih Çalışkan, artık çok yaşlı ve tuvalet ihtiyacı için akşamları yakındaki tarlaya gidiyor. Ancak iki kez düşmüş ve yaralanmış.

Şehidin annesi Zeynep Çalışkan ise göğüs kanseri. Depremden sonra tedavisi yarım kalmış, doktora gidemiyor. Torunları Burcu ise 8’inci sınıf öğrencisi ama okulu kapanmış. Kaydı uzaktaki bir okula alınmış ve Maşuklu’daki pek çok çocuk gibi çoğunlukla okula gidemiyor. Oysa bu yıl Liselere Giriş Sınavı’na girecek. Okulda öğretmenlerin her ay değiştiğini ve çoğu zaman ders yapılmadığını anlatıyor.

Onların çadırından 50 metre uzakta mavi brandalarla örtülmüş çadırların toplandığı başka bir arsa var. Kışın çamurdan yürünmüyordu, yazın tozdan geçilmiyor. Çadır alanının girişinde büyük bir sopa üzerine Türk bayrağı asılmış. Bayrağı buraya astıran şehit babası İysa Göçer. 75 yaşında. Oğlu Emrah Göçer, 20 yıl önce Bingöl’de PKK’lılarla girilen çatışmada hayatını kaybetti. Küçük çadırda yaşam savaşı veren İysa Göçer, en büyük sorunun tuvalet ve banyo olduğunu anlatıyor. Şunları söylüyor: “Tuvalet için akşamları tarlaya gidiyorum. Ama bacağımda kireçlenme var, zor yürüyorum. Geçen hafta çamurda kayıp düştüm, halen sırtım ağrıyor.”

NİYE SAHİP ÇIKMIYOR?

İysa Göçer, Mehmetçik Vakfı’na konteyner için başvurmuş ancak bir aydır kendisini arayan olmadığını söylüyor. Depremde hasar gören evindeki tüm eşyaları kaybettiğini anlatan İysa Göçer, “Devlet bize niye sahip çıkmıyor” diye soruyor.

Maşuklu yoksul bir mahalle ve büyük sorunlardan biri eğitim. Depremde okul yıkıldığı için çocuklar kilometrelerce uzaktaki okula kaydettirilmiş. Ancak öğrencilerin çoğu gidemiyor. Öğretmenlerin de sürekli değiştiğini ve ders yapılmadığını anlatıyorlar. Lise son sınıf öğrencisi Ali Haydar Çelik, ders yapılmadığı için okulu bırakmış. Üniversite sınavına bu sene girmeyecek. Hiç ders çalışmadığını söylüyor. Suudi Arabistan gidip çalışacağını ve orada sınava hazırlanacağını anlatıyor.

‘HAYAT İSTİYORUM’

İrem Tancı ise 11’inci sınıf öğrencisi. Hacı Bektaş Veli Anadolu Lisesi’nde okuyor. 3 yıl önce inşa edilen okulun duvarları döküldü. Hatay Spor Tesisleri’nde kurulan çadırda ders veriliyor. İrem Tancı, ısrarla dersleri takip ediyor. “Ben üniversitede okumak istiyorum. Bir kız olarak tek başıma ayakta duracağım bir hayat istiyorum” diyor ve hayallerinin elinden alınmasının öfkesiyle devam ediyor:

“Her hafta öğretmenler değişiyor. İki haftadır sadece edebiyat görüyorum ama sayısal öğrencisiyim. Gelecek için YKS için hazırlanacağım ama diğer illere göre çok geride kaldım. Ben Hatay’da çok zor koşullarda bunu başarmak istiyorum. Kitaplarımız hep eksik. Bilgisayar yok, internet yok. Çadırda ders çalışmak imkânsız.”

                                                              İrem Tancı

***

TERK EDİLMİŞ KENTİN DUVAR YAZILARI

Aslında Hatay’ın tümü terk edilmişliğin ve unutulmuşluğun acısını yaşıyor. Özellikle harabeye dönen Antakya, Defne ve Samandağ, depremin üzerinden 3 ay geçmesine karşın her gün büyüyen sorunlarla boğuşuyor. Duvar yazılarında terk edilmişliği görmek mümkün. Antakya’yı işaret eden bir trafik levhasının üzerinde “Sesimizi duyan var mı’ yazıyor. Pek çok duvara spreyle ‘Gitmedik ki geri dönelim’ yazılmış. Siyah spreyli bir duvar yazısında ise umut var: ‘Elbet bir gün buluşacağız.’ Başka bir yazılama da çığlık asılı duruyor: ‘Yıkılan sadece binalar mı sandınız.’ Hemen karşısındaki duvarda ise şu yazılmış: ‘Enkazları kaldırdık, yaraları sarma zamanı! Yaralar geçmiyor ki.’ Ayakta kalmış bir duvarda ise kalemle yazılan acılar var: ‘Oğlum Kadir, annen yine geri gelecek. Bu topraklarda yattığın sürece…’ Bu yazının hemen yanında ise yalnızlığı anlatmış biri: ‘Aslında konuşacak çok şey var ama konuşacak kimse yok.’


Antakya’da halen kaldırılmamış binlerce enkaz var. Hafriyat kamyonunda anne ve bebeğin cenazesinin bulunmasının üzerinden sadece günler geçti. Yıkıntıların altında ne olduğunu kimse bilmiyor. Yağışta çamur dolan cadde ve sokaklar sıcak günlerde tozla kaplı, zor nefes alınıyor. Akşam olduğunda kent merkezleri ıssız ve karanlık. Dükkanları yıkılan esnaf, enkaz önlerinde küçük tezgahlar açmış. Eskiden lokanta sahibi olanlar artık küçük mangallarının başında müşteri bekliyor ama kimse yok. Bir market bulmak için kilometrelerce yürümek gerekiyor. Bir dükkan yeniden açıldığında, ayakta kalan birkaç lokantadan birinde genç çiftin düğünü yapılırken insanlar umutlanıyor ama eski günler çok uzak.

Tuvalet, banyo ve hijyen malzemeleri halen büyük sorun. Yardım malzemeleri gönderilirken kıştı ve çoğunlukla kışlık kıyafetler geldi. İnsanlar yazlık kıyafet bulamıyor. Sıcaklarda çadırda durmak da mümkün değil. Çadırkentlerde yılan korkusu yaşanırken sinek ve haşeratlar kabusa dönüştü.


Antakya’da çadırda kalan Yiğitdol çifti, kışlık kıyafetleriyle içine girilmeyecek kadar sıcak çadır önünde oturuyor. 6 yaşında bir kızları var. Anne Nahide Yiğitdol, kendisinin ve kızının yılandan çok korktuğunu, sinekler nedeniyle yemek bile zor yediklerini anlatıyor. Nahide Yiğitdol, “Biz önceden eşimle hep haberleri seyrederdik ama 3 aydır dünyadan haberimiz yok. Televizyonumuz enkazda kaldı. Kızımın da canı çok sıkılıyor” diye konuşuyor. Baba Hasan Yiğitdol, iş aramaktan yeni dönmüş ve “Hiç iş yok” diyor. Depremden önce bir kamyonetleri varmış ve pazarcılık yapıyormuş. Kendilerine ait evleri yıkılmış, hiçbir eşyalarını kurtaramamışlar. Kamyonet de enkaz altında kalmış. Sıcak günde oduncu gömlek giyen Hasan Yiğitdol, “Bizim işte araba yoksa hiçbir iş yapamazsın. Zaten tezgah açacak yerde kalmadı. Hiçbir gelirimiz yok. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Dağıtılan yemeklerle doyuyoruz” diye konuşuyor.

Komşu çadırdaki Fatma Gül ise 60 yaşında ve yalnız kalmış. Depremde baba evi yıkılmış, ablası ile kız kardeşi hayatını kaybetmiş. Elektriklerin sık sık kesildiğini ve akşamları çok korktuğunu anlatıyor. OHAL’in kalkmasından sonra asker çadırkentlerden çekildi ve Fatma Gül, “Hırsızların geleceği, yağma olacağı söyleniyor. Ben korktuğum için geceleri uyuyamıyorum” diyor.

Buraya yakın başka bir çadırkentte de askerlerin gitmesinden sonra endişe hakim. İnsanlar güvenlik kaygısı yaşadıklarını anlatıyor. Yağmacıların geleceği rivayeti kulaktan kulağa yayılıyor.

Antakya, Defne ve Samandağ’da seçim çalışmaları yapılıyor. Yeşil Sol, CHP, İyi Parti, TİP, TKP, Sol Parti’nin afişleri asılı. Ancak AKP, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP’nin hiç afişi, seçim çalışması yok. İktidar bu bölgeden tamamıyla vazgeçmiş.

Depremin üzerinden 3 ay geçmesine karşın Antakya devasa bir enkaz. Pek çok depremzede buradan göç etmelerinin istendiğine inanıyor. Kentin en değerli bölgelerinin riskli alan edildiğini belirterek “Tarihi çarşı,  merkezdeki bölgeler, eskiden turistik olan yerleri Cumhurbaşkanı riskli alan ilan etti. Buralarda kamulaştırma yapılacak ve müteahhitlere verilecek” diyorlar.

Antakya ve çevresindeki terk edilmişlik insanı bu iddiaya inandırıyor. 

 Timur Soykan / BİRGÜN