Anımsarsınız! Atatürk Orman Çiftliği’ndeki (AOÇ) “Yeni Türkiye”nin Başbakanlık binasının, gerçekte Sultan için yapıldığını ilk kez bu köşede yazmıştık.
Yine anımsayalım… Gazeteler, bu binaya ABD’den esinlenerek “Beyaz Saray” adını takmışlardı. “Beyaz Saray” yerine “AK Saray” adını bu köşede ilk biz kullanmıştık. Başbakan Ahmet Davutoğlu binanın adını “AK Saray” olarak açıkladı. İster istemez binanın isim babası olduk! Sultan, bu bina ile “Ankara’ya Selçuklu mimarisi mesajı verildiğini” söyleyerek tarihi de çok iyi bildiğini gösterdi! Tarihçiler, sanat tarihçileri, mimarlar, Sultan’ın bu sözlerini tartışıyorlar. Biz de bu tartışmaya Ankara’nın tarihi ile girelim...
***
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne giderseniz, 15 milyon yıl öncesinde Ankara Kazan’da yaşamış fil, gergedan, dev kaplumbağa kemiklerini görürsünüz. “AnkaraPithecus” adlı maymunun kafatası ile de tanışabilirsiniz. Charles Darvin’den yakıştırmayla, şu ana kadar bilinen ilk Ankaralı hemşerimiz diyebiliriz! Kısa bir süre önce Evren’de 10 milyon yıllık zürafa kemikleri de bulundu.
Ankara Garı, Kale, AOÇ, Dikmen, Etlik, Keçiören gibi noktalarda, kent dışında, il içinde birkaç yüz binyıl öncesinde “paleolitik (yontma taş)” dönemde mağaralarda yaşan Ankaralı hemşerilerimizin kullandıkları taştan alet ve silahları da görebilirsiniz. Şimdi AOÇ’de “Tayyip Sultan Dönemi” başlıyor!
İÖ 7500-5500’lerde mağaradan düze çıkıp göl ve nehir kıyısına yerleşen, avcılık ve toplayıcılık yerine, tarım yapan ve hayvan evcilleştiren “neolitik (cilalı taş)” dönemi insanlarının Ankara Kalesi ve Çubuk Çayı çevresinde kullandıkları taştan araç ve silahlar da sergileniyor. Maden kullanmayı öğrenen Ankaralı “kalkolitik” dönem hemşerimizin İÖ 5500–3000 yılları arasındaki kalıntılarına ise Karaoğlan ve Yazırhöyük’te rastlanmıştır. Ankaralı hemşerilerimiz, Afganistan’dan kalayı getirtip bakırla karıştırıp “tunç dönemini” başlatan Anadolu’daki öncülerinden etkilendiler. İÖ 3000 –2000 yılları arasındaki yapıtları Ahlatlıbel, Çankırıkapı, Eti Yokuşu ve çevre ilçelerde bulundu. Sonraki yüzyıllarda Asurlu tüccarların, Hititlerin bulgularına çeşitli yerlerde rastlanmışsa de “kentsel yerleşim” henüz gün ışığına çıkmadı. Ankara’nın “belgelenen geçmişine” İÖ 8. yüzyılda Trakya göçmeni Frigler damgalarını basarlar. Başkent Gordion, yakınındaki Hacıtuğrul’un yanı sıra, Kale, Hacıbayram yöresi, Türk Tarih Kurumu ile Gar binaları ve AOÇ’de çeşitli Frig tümülüsleri görülmüştür. Kafkaslar’dan İÖ 690’ların ikinci yarısında gelen Kimmerler’e yenilen Frigler’in ünlü eşek kulaklı kralı Midas’ın boğa kanı içerek intihar etmesinden sonra Karun’un Lidleri’nin izleri görülür. Ankara zamanla Galatlar’ın egemenliğine girdi. Hani içtikleri kuvvet şurubu ile Romalıları yenen Asteriks, Obeliks (Oburiks) var ya… İşte onların akrabaları olan Galatlar da Fransa’dan gelip Kale, Gordion ve Gâvur Kale arasındaki bereketli yaylaları yurt edindiler. Çeşitli aşamalar geçiren kentin simgesi Kale, Galat kökenlidir İÖ 27’den sonra Asteriks ile Obeliks’in kuvvet şurupları işe yaramamış olacak ki Ankara Roma egemenliğine girmekle kalmaz, Anadolu’da Romalıların ve sonrasında Bizans’ın yayılmasında önemli rol oynar.
Bizans döneminde Ortodoksluğun 4. önemli merkezi olur. “Galatya Metropoliti”Ankara’da oturur. Hıristiyanlığın 1. Konsil toplantısının tohumları Ankara’da atılır. Araplar 7. yüzyılda Konstantinopolis’i kuşatmadan önce Ankara’da boy gösterirler. 812’de Abbasi Halifesi Harun Reşit, işgal ettiği kentin tunç kapılarını Bağdat’a götürür. Bizans İmparatoru Diyojen’in yenilmesinden sonra Malazgirt dönüşü imparator olanKomnenos, kardeşi İsaakios ile Ankara’da üç gece dinlenir. İşin ilginç yanı Anadolu’yu talan eden Haçlılar, Danişment Türklerinin saldırılarının yıkımları nedeniyle 1101’de Ankara’da büyük onarım yaparlar. Konya-Kayseri odaklı Anadolu Selçuklu Devleti’nin sultanı Keyhüsrev ölünce yerineKeykavus seçilir. Ağabeyinin yerine tahtta gözü olan Keykubat, Erzurum MelikiTuğrul Şah ile anlaşarak ağabeyine saldırır. Yenilince Ankara Kalesi’ne sığınır. Keykavus kaleyi kuşatır, Keykubad’ı Malatya’daki Minşar Kalesi’nde hapseder. 1220’de genç yaşta veremden ölünce, Keykubat tahta geçebildi. Aslanhane Camisi o günlerden kalmadır... Selçukluların Ankara özeti bu kadar! Ankara, döneminin iki üstün güç kavgasına da sahne oldu. Osmanlı İmparatoruYıldırım Bayezit, 1402’de Ankara’da aksak Timur ordusunu durduramaz. Ankara Kalesi, Timur’un “Dünya senin gibi kör, benim gibi bir topala kaldı” dediği Yıldırım Beyazıt’ın bir süre hapishanesi olur. Bir yıl sonra Timur’un geri dönmesiyle Ankara’da“şehzadeler kavgası” sahnelenir. Doğu Roma’nın ilk imparatoru Arkadius (395-408) Ankara’yı “imparatorluğun yazlık sarayı” olarak kullandı. Düşünebiliyor musunuz, koskoca Bizans’ın ilk imparatoru İstanbul’dan kalkıp tatil, temiz hava, bol gıda için Ankara’ya dinlenmeye geliyor! 16. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet zamanında tiftik keçisi tüyünden “sof”lar yabancılara bir kervansarayda pazarlanır ve tüccarlar bitişik handa kalırlardı. Bu kervansaray ve han günümüzde Anadolu Medeniyetler Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.
***
Hitit metinlerinde “Ankurava” ve “Ankuva” denilen yerleşmenin Ankara olduğu düşünülüyor. “Yüce Anka” anlamına gelen “Ank(a)- ura” sözcüğünün bir “Ana tanrıça tapınağı” ile bağlantısı üzerinde duruluyor.
Bir söylenceye göre de Kral Midas, “bir çıpa” bulduğu yerde Ankara’yı kurmuş.“Ankyra” sözcüğü Yunancada “çapa” demek. İngilizcedeki “Anchor” sözcüğü de “çıpa”demek değil mi? Roma döneminde Ankara’da basılan sikkelerde “çıpa” vurgulanırdı.
Araplar kentin adını “Ankyra”dan bozma “Engrü”ye dönüştürdüler. Tiftik ticareti yapan yabancılar da yalnızca kentin adını “angora” olarak söylemekle kalmadılar, bu yüne de“angora” adını verdiler. 17. yüzyıldan sonra “Ankara” sözcüğü ile bugünkü adına ulaşan başkentimizin geçmişini anımsatmayı sürdüreceğiz…
Sultan’ın, Atatürk Orman Çiftliği”ni (AOÇ) yok edercesine kondurduğu “AK Saray”hakkında “Ankara’ya Selçuklu mimarisi mesajı verildiğini” söyleyerek tarihi de çok iyi bildiğini (!) gösterdiğini yazmıştık… Tarihçiler, sanat tarihçileri, mimarlar Sultan’ın bu sözlerini tartışıyorlar. Biz de tartışmaya Ankara’nın tarihi ile girmiştik. Devam ediyoruz...
İran’ın Susa kentinden başlayıp dönemin en zengin insanı Lidya Kralı Karun’un başkenti Salihli’deki Sardes’e giden ünlü “Kral Yolu” Ankara’dan geçerdi.
Selanik’in kuzeyinde Makedonya’dan İskender, Hindistan’a kadar uzanan imparatorluk planını “Ankyra” yakınında, Sakarya Nehri kıyısındaki Gordion’da ünlü“kördüğümü” İÖ 333’te kestikten sonra kurması, “Büyük” unvanını almasına yol açmıştı. İşin ilginç yanı bir başka Selanikli olan Mustafa Kemal de yine Sakarya’da kurduğu
karargâhta “Türkiye Cumhuriyeti’ne” giden yolu açmıştı!
Asteriks, Obeliks’in (Oburiks) Galatları İÖ 2. yüzyılda Ankara’yı Romalılara devretmişlerdi. Onlar da Ankara odaklı olarak “Kral Yolunu” yeniden canlandırarak Doğu’ya açıldılar. İÖ 27’de Augustus Roma imparatoru olmuştu. Roma’daki vasiyet yazıtı Roma’da kayboldu. Ancak Ankara’daki Augustus tapınağında “yazıtlar kraliçesi” olarak yaşıyor.
Augustus tapınağının yapıldığı noktada Friglerin ana tanrıçası Kibele ile gök tanrısıMen’e adanmış tapınaklar vardı. Romalılar bu kutsal noktanın tam üzerine,“tanrılaştırdıkları” İmparator Augustus adına bu tapınağı yaptılar. Bizanslılar duvarlarında pencereler açarak tapınağı kiliseye çevirdiler. 1420’lerin sonunda, yine aynı noktada, Osmanlıların Hacı Bayram Camii’ni yapmakla kalmayıp orada bir türbeye gömmeleri de rastlantı olabilir mi?
Augustus dönemindeki yazıtlardan şunları öğreniyoruz: “Ankyra, Anadolu’nun en güzel kenti olmuştu. Bu bakımdan burada oturanlar Augustus’un kente yaptığı iyilikler için ne kadar şükran duysalar haklıydılar. Forum, tiyatrolar, sirkler,hamamlar, yollar, kaldırım taşları döşenmiş caddeler, saraylar ve güzel villalar. Her yerde heykeller vardı...”
Ankara, Bizans’ta Hıristiyanlığın kutsal kenti Antakya bağlantılı üç yol ağzının kavşağı oldu. Dönemin haritalarında Ankara altı kuleli olarak belirtildi. Bizans’ın en görkemli imparatoru Jüstinyen 6. yüzyılda Ankara’yı Konstantinopolis’e bağlayan yolu onarttı. Ankara, yüzyıllar sonra Uzakdoğu’dan Avrupa’ya uzanan “İpek Yolu’ndaki” kervanlara ev sahipliği yaparak önemli bir ticaret kenti oldu. Ne var ki bu yol birkaç yüzyıl sonra Arap akınlarını da kolaylaştıracaktı.
17-18. yüzyılda 100 bin nüfuslu önemli bir ticaret merkezi iken 19. yüzyılda 26 bine gerileyen Ankara’da; 17 bin Müslüman, 7 bin Hıristiyan ve 400 kadar Yahudi yaşıyordu.
***
Ankara tarihte 5 ayrı devlete başkentlik yapmıştır. İlk başkent Galatlar’ın bir boyu olan Tektosaglar zamanındaydı. İkincisi Roma döneminde “Galatya Eyaleti”nin başkenti idi. Üçüncüsü İS 750’de Doğu Roma’nın (Bizans) “Bukellarion Eyaleti”nin başkenti ilan edildi.
Dördüncü olarak 1290’da bir Anadolu beyliği olarak sahneye çıkan Ahilere başkentlik yaptı. Varlığını Osmanlı döneminde de sürdüren dinsel yapısıyla Ahilerin Ankara’sı bir“kent devletin” başkentiydi.
Mustafa Kemal 27 Aralık’ta arkadaşları ile Ankara’ya geldi. Ankara’nın Seymenleri ve büyük bir kalabalık Dikmen sırtlarında Paşa’yı büyük gösterilerle karşıladı.
“Heyet-i Temsiliye Reisi” Mustafa Kemal Ankara’da ülkeyi yönetmeye, savunma çalışmalarını da yürütmeye başladı. Küçük bir Anadolu kenti konumundaki Ankara’da 23 Nisan 1920’de TBMM’nin kurulması ortamını yarattı. İlk oturumda TBMM Başkanı seçildikten başka başkomutanlığı da yüklendi.
13 Ekim 1923’te tarihte beşinci kez başkent olan Ankara’ya önce Rus ve Afgan büyükelçilikleri taşındı. İngiliz, Fransız ve Amerikan büyükelçilikleri Ankara istasyonunda tren vagonlarında çalışmaya başladılar. Sonrasında ABD Büyükelçiliği Evkaf Apartmanı olarak bilinen bina yakınında bahçeli bir eve taşındı.
Atatürk, Ankara’ya taşınan elçiliklere geniş araziler verdi. İngilizler de uygun bir arazi arıyorlardı. Ama büyükelçi Ankara’nın bozkırından yakınıyor, haftanın belirli günlerinde İstanbul ile başkent arasında mekik dokuyordu.
İngiltere’den Ankara’ya gelen bir İngiliz görevli, Londra’ya gönderdiği raporunda“Bugün Bellrock denilen bir yörede uygun bir arazi buldum!” diye yazmıştı. Bilin bakalım “Bellrock” neresidir? Elbette “Çankaya” değil mi?
İngiliz yetkilinin beğendiği arazi Atatürk’ün yaveri
Salih Bozok’a aitti. Atatürk, araziyi İngilizlere hediye etti. Zamanla burada yapılan bina yetmeyince yanına ikinci bir bina yapıldı. İngiliz Kraliçesi
2. Elizabeth 1971’de Ankara’ya geldiğinde elçiliğin bahçesine bir söğüt ağacı dikti.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ertesi günü orada Türkiye ile ayrıca ikili anlaşma imzalayan Polonya’ya bir cemile olarak Atatürk elçilik binasının temel atma törenine katıldı ve temele imzasını attı…
***
Cuma günü Ankara adının kökenine değinmiştik. O yazıda Kral Midas’ın, “bir çıpa”bulduğu yerde Ankara’yı kurduğundan, “Ankyra” sözcüğünün Yunanca “çıpa” demek olduğundan, İngilizce “anchor” kelimesinin de “çıpa” olduğundan, Roma döneminde Ankara’da basılan sikkelerde “çıpanın” vurgulandığından söz etmiştik. Bir yazım hatası ilk baskılarda “çıpa” yerine “çapa” yazmışım!
“Ankara” sözcüğünün kökenine ilişkin bir başka yorum ise Orta Asya’ya dayanıyor. Bu varsayıma göre, “Nasıl Orta Asya’daki Seyhun ve Ceyhun nehirleri Adana yöresinde Seyhan ve Ceyhan, nasıl Uygur Türklerinin Sinkyan’ı Ankara’da Sincanolmuşsa, o yörelerden yüzyıllarca önce Ankara’ya gelen Türkler de Baykal gölüne dökülen ‘Angara’ Nehri’nin adını kentimize vermişler!” deniliyor. Kuşkusuz irdelenmesi gereken bir varsayım.
Sultanın, “Atatürk Orman Çiftliği’ni (AOÇ)” yok edercesine kondurduğu “AK Saray”hakkında “Ankara’ya Selçuklu mimarisi mesajı verildiğini” söyleyerek tarihi de çok iyi bildiğini (!) gösterdiğini yazmıştık...
Melih Efendi de ondan geri kalır mı? O da bir ara Atatürk Bulvarı’ndaki binaların önyüzlerini kaplatarak, başkente “Selçuklu” havası vermeye heveslenmişti.
Bunu gerçekleştiremeyince Ankara’ya ulaşan yollarda kendine özgü “kent kapıları”yaptırdı. Bunların çoğu 5-10 yıl sonra yolun genişletilmesi gerektiğinde yıkılacak kadar darlar.
***
Dününden başlayarak günümüze uzanan Ankara’nın doğasındaki değişimlere göz atalım. Elbette ilk yazımdaki 15 milyon yıllık gergedanlardan, maymunlardan yeniden söz edecek değilim.
Daha yakınlara 1402’de Timur’un Ankara’ya gelişini anımsamakla başlayalım. Timur, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezit ile Ankara Savaşı’na birkaç yüz bin kişilik ordusu ile gelirken, fillerini Çubuk Ovası yakınındaki yoğun ormanların ağaçları arasından geçirmekte zorlanmıştı.
Konya Ovası eskiden bir içdeniz olup zamanla daralarak geride Tuz Gölü, Burdur, Isparta, Beyşehir göllerine dönüşmüştü. Aynı süreçte bu içdenizle bağlantılı Ankara çevresinde de günümüze kala kala birer kulaçlık Eymir, Gölbaşı, Mogan, Temelli, Karagöl gibi göller kaldı. Acaba kaldı mı? Arşivimdeki gazete kesitlerine göz atalım...
***
1 Haziran 2005 Sabah gazetesi: “Göller kurtarılıyor. Çevre ve Orman BakanıOsman Pepe, kararlı (fotoğrafta yanında Melih Efendi) ‘Mogan ve Eymir’i kurtarmak için her şey yapılacak.’
8 Ağustos 2008 Cumhuriyet gazetesi: “Mogan’daki su kaybı engellenemiyor”.
27 Ekim 2009 HaberTürk gazetesi: “Mogan Gölü’ndeki balık ölümleri hızla artıyor.Sürüler halinde ölen balıklar, güzelim gölü leş gibi kokutuyor. Tarım Müdürlüğüyetkilileri, ‘Orada çevre felaketi yaşanıyor’ uyarısında bulunuyor.”
4 Aralık 2009 Cumhuriyet gazetesi: “Mogan alarm veriyor!”
18 Kasım 2013 Milliyet gazetesi: “Ankara’nın önemli değerlerinden olan MoganGölü kirlilik nedeniyle kuş türlerinin ve deniz canlılarının yaşayamayacağı bir nitelik kazandı.”
6 Haziran 2014 Zaman gazetesi: “Mogan ve Eymir’in suyu yağmura rağmenazalıyor.”
16 Haziran 2014 Hürriyet gazetesi: “Dragon yarışlarının Ankara ayağında yarışmacılar, Mogan Gölü’nün kirli manzarasıyla şoka uğradı. İskele yosunla kaplı.”
22 Eylül 2014 Hürriyet gazetesi: “Türkiye Su Jeti Şampiyonası’nın üçüncü etabını Mogan’da koşan yarışmacılar göldeki yosunlanma nedeniyle zor anlar yaşadı.”
Aradan 9 yıl geçtikten sonraki bir haber:
21 Eylül 2014 Sabah gazetesi: “Gölbaşı’ndaki şenliğe katılan eski Başbakan Yardımcısı İşler, Mogan’ın kurtulması için 100 milyon TL ayrıldığı müjdesini verdi.”Bakan eklemiş: “Daha da güzelleşecek...” Lütfen kıs kıs gülmeyiniz!
Dokuz yıl önce, “göller kurtarılacak” etkinliğine katılan Melih Efendi şimdi de ODTÜ içindeki Eymir Gölü’ne sulanıyor. Nasıl Ankara’da dere kıyılarına konutlar yapılıyorsa, belki de orada kentsel dönüşümle gökdelenler yaptırtacaktır!
Az daha unutuyordum!
13 Haziran 2008 Sabah gazetesi, “Eymir’in ‘Can suyu’ çekiliyor. BüyükşehirBelediyesi’nin park ve refüjlerine su taşıyan tankerler, Eymir Gölü havzasında açılan kuyulardan her gün tonlarca su çekiyor. Önlem alınmazsa göl yakında yol olacak.”
Haberde belediyenin su tankeri ve bir kamyonetinin de resmi var. Tankerin plakası 63! Bu numara Şanlıurfa ilimize ait. Peki Melih Efendi ailecek nereli? Şanlıurfa’nın sular altında kalan Halfeti ilçesinden değil mi? 06 plakalı başkentte, 63 plakalı tankerin Ankara’da iş yapmasının torpili acaba kim?
***
Gelelim başkentin derelerine, çaylarına... 1956’dan bu yana Ankaralı sayılırım. Anımsarım... Bugün Sheraton Oteli’nin bulunduğu yer ile Tahran ve İran caddeleri arasındaki yamaçta üzüm bağları vardı. Önünden bir derecik akardı. Adı Kavaklıdere idi... Bu bağlar ve dere, ünlü Kavaklıdere şaraplarına adını vermişti.
“Ankara’nın bağları da / Büklüm büklüm yolları / Ne zaman sarhoş oldun da /Kaldıramıyon kolları...” diye türküler yazılan başkentin bağları bugün nerede?
Sıhhiye’de bugünkü Adliye Sarayı’nın önünden akan çaya öteki derecikler uzanırdı. Nerede bu çay? Peki Hoş Dere, Dikmen Deresi, Bent Deresi, Bülbül Deresi, Hatip Çayı, Çayyolu, Çubuk Çayı, Dereköy, Hacı Kadın Deresi, Ankara Çayı, İncesu, Macun Çay, Pınarbaşı bugün neredeler? Özür dilerim, az daha
“B.klu Dere’yi” unutuyordum.
Üzerleri örtülüp asfalt dökülüp ana yol durumuna getirildikten sonra ya bir semt adı ya da bir otobüsün, dolmuşun güzergâhını belirleyen adlar olarak anılarda kaldılar! Nehirler asfaltlanınca, atar-toplar damarlardan yoksun Ankara ilindeki göller de çamaşır makinesinde yünlü kazak gibi çeke çeke, yosunlu göletlere dönüşmediler mi?
Ayrıca, yolların üstüne göstermelik
“kent kapıları” yapılıp altyapılar ihmal edilince şiddetli sağanak yağmurdan sonra anayolları bile seller basmıyor mu? Melih Efendi alt-üstgeçitleri, altyapısız olunca buraların adı halk arasında
“bat çık” olmadı mı?
Orman olmayınca, göl olmayınca, su olmayınca nerede kaldı Ankara’nın ünlü balı? Bizans imparatorunu tatile, yakın günlere kadar veremliyi sanatoryuma yalnızca Ankara havası mı getirirdi, sanıyorsunuz?
Ankara’nın ünlü balı ve armudu yok muydu? Bugünkü kuşaklara sorun bakalım Ankara’nın balının çok ünlü olduğunu kaç kişi biliyor? Peki, nerede arılar, ballar, armutlar? Yoksa Ankara’nın en iyi balını, armudun iyisini bilenler mi yiyip bitirdiler, bitiriyorlar?
DEVAM EDECEK
ÖZGEN ACAR
Cumhuriyet