AKP’nin (ve Erdoğan’ın) 16 Nisan öncesinde keskinleştirerek Avrupa’yla sürdürdüğü kavga “Avrupa’nın değerleri” ile mi? Yoksa yönetimlerle mi?
Bu iki boyut birbirinden tamamen ayrı şeylerdir. Avrupa devletlerinin yönetimleri kötü: Avrupa’nın bugüne kadar yüzyıllar boyu geliştirdiği demokrasi ve uygarlık değerleri de kötü derseniz büyük yanlış yaparsınız. Ampulü bulan adam kötü adam, o halde ampul de kötü, ben ampul kullanmam derseniz karanlıkta kalırsınız, aydınlığa hiçbir zaman ulaşamazsınız.
- Avrupa hükümetleri hata yapmışsa, “hükümetin politikasını eleştirirsiniz”; uluslararası ilişkilerde kavga yoktur, “kendi ulusal çıkarlarınızı korumak için mücadele vardır.”
- Uygar ve demokratik ülkeler tabii ki kendi uluslarının siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik çıkarlarını esas alarak politika yürütürler. Birbirlerinin kuyruğuna fazla basmadan, karşılıklı çıkarlarını koruyarak ve dengeleyerek: işi tribünler için meydan kavgasına dönüştürmeden, iç siyaset malzemesi yapmadan. Vefa Lisesi’nden hocam Reşat Ekrem Koçu’nun bir sözü hep aklımdadır. “Çocuklar bakın, İngiltere hem Kuzey Kore ile savaş halinde hem de ona silah satıyor, uluslararası ilişkiler böyledir işte”…
Dış politika “Rus ruleti ve dama gibi oynanmaz, o satranca benzer, başını gözünü yara yara oynarsanız ülkeniz kaybeder”. Aynen bugün yüz yüze geldiğimiz facia gibi.
Yoksa arkasında ‘rejim dayatması mı var’?
Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ile işi meydan kavgasına dönüştüren boyutlara taşımanın gerisinde, “bir taşla birkaç kuş vurma” hesapları mı var?
- Demokratik değerler ve uygulamalar ile mesafeli, hatta kavgalıysanız,
- Yeni bir “tek adam rejimi” oluşturmak, parlamentoyu göstermelik hale getirmek istiyorsanız,
- Cumhuriyet’in değerlerinin ve Atatürk devrimlerinin Türkiye Cumhuriyeti yerine, “Ortadoğululaştırılmış, Avrupa değerlerinin ve demokrasinin uzağında bir ülke istiyorsanız o zaman iş başka olur.
Avrupa devletleri ve Avrupa Konseyi ile kapışıp onları düşman göstermek işinize gelebilir; Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hukuk, siyaset, iktisat ve güvenlik boyutlarıyla korumak için onlarla her türlü mücadeleyi yapalım: ama içerde hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim olarak, Avrupa ile karşılıklı çıkarlarımızı dengeleyelim”.
1930’larda Avrupa’dan kaçan bilim adamları Atatürk Türkiye’sine sığınıyorlardı. Bugün ise bizim bilim insanlarımız, aydınlarımız oraya gitmek zorunda bırakılıyorlar, kaçırılıyorlar.
16 Nisan Sevr ile Lozan arasında geçen bir mesele haline dönüşmeye başladı. O yıllarda borçlandıran İngiltere ve Fransa’nın yerini, yine ipleri bunların elinde olan Körfez ülkeleri almaya başladı. Cumhuriyet’in varlıklarını ve gelecekteki vergi gelirlerini, bunlara ipotek etme noktasına geldik.
Avrupa ile çıkarılan kavga, “bir rejim değişikliğinin kaldıracı yapılıyor”. Türkiye’nin varlıkları ve ileriki vergi gelirleri “dışarıya bağlanırken” ülke demokrasiden ve parlamenter sistemden tek adama ya da “1.5 adama” götürülmek isteniyor.
“Herkes bize düşman” yanlıştır: doğrusu, “Avrupa devletleri ulusal çıkarlarını koruyorlar” olur. Sen de ulusal çıkarlarını korumak için, siyasal partilerinle, sendikalarınla, sivil toplum örgütlerinle TBMM’de politikalarını tartış, görüş belirle, bunu uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları için yürüt.
“Tek adam, tek parti, tek görüş, tek uygulama”nın adı bellidir: İngilizce, Fransızca ya da Türkçe olması her şeyi değiştirir diyenler aslında suçlarını itiraf etmiş olmuyorlar mı? İşin özündeki felaketi saklayıp ucuz biçimsellik pazarlaması yapıyorlar.
AKP iktidarından sonra 2005’te, ünlü Türkolog Dr. Andrew Mango ile sohbette sordum: “Andrew, Avrupa’da hava ne? AKP’ye hangi gözle bakıyorlar?” Verdiği yanıt ilginçti. “Erol, ehvenişer olarak görüyorlar” demişti. Acaba bugün ben de Avrupa’yı “ehvenişer” olarak görmeye başladım diye düşünmekten kendimi alamıyorum, yaşamakta olduğumuz onca felaketi gördükten sonra.
Nedenlerle sonuçların iç içeliğinin karmaşasıdır bu. Atatürk en doğru yanıtı, Avrupa’yı kendilerinin silahı ile yenerek vermiş, hem barışmış hem de çağdaşlaşmanın kapılarını açmış. Şimdi 16 Nisan’da evetçiler, bu kapıları kapatmak istiyorlar.
Erol Manisalı / CUMHURİYET
Bu iki boyut birbirinden tamamen ayrı şeylerdir. Avrupa devletlerinin yönetimleri kötü: Avrupa’nın bugüne kadar yüzyıllar boyu geliştirdiği demokrasi ve uygarlık değerleri de kötü derseniz büyük yanlış yaparsınız. Ampulü bulan adam kötü adam, o halde ampul de kötü, ben ampul kullanmam derseniz karanlıkta kalırsınız, aydınlığa hiçbir zaman ulaşamazsınız.
- Avrupa hükümetleri hata yapmışsa, “hükümetin politikasını eleştirirsiniz”; uluslararası ilişkilerde kavga yoktur, “kendi ulusal çıkarlarınızı korumak için mücadele vardır.”
- Uygar ve demokratik ülkeler tabii ki kendi uluslarının siyasi, iktisadi, kültürel ve güvenlik çıkarlarını esas alarak politika yürütürler. Birbirlerinin kuyruğuna fazla basmadan, karşılıklı çıkarlarını koruyarak ve dengeleyerek: işi tribünler için meydan kavgasına dönüştürmeden, iç siyaset malzemesi yapmadan. Vefa Lisesi’nden hocam Reşat Ekrem Koçu’nun bir sözü hep aklımdadır. “Çocuklar bakın, İngiltere hem Kuzey Kore ile savaş halinde hem de ona silah satıyor, uluslararası ilişkiler böyledir işte”…
Dış politika “Rus ruleti ve dama gibi oynanmaz, o satranca benzer, başını gözünü yara yara oynarsanız ülkeniz kaybeder”. Aynen bugün yüz yüze geldiğimiz facia gibi.
Yoksa arkasında ‘rejim dayatması mı var’?
Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ile işi meydan kavgasına dönüştüren boyutlara taşımanın gerisinde, “bir taşla birkaç kuş vurma” hesapları mı var?
- Demokratik değerler ve uygulamalar ile mesafeli, hatta kavgalıysanız,
- Yeni bir “tek adam rejimi” oluşturmak, parlamentoyu göstermelik hale getirmek istiyorsanız,
- Cumhuriyet’in değerlerinin ve Atatürk devrimlerinin Türkiye Cumhuriyeti yerine, “Ortadoğululaştırılmış, Avrupa değerlerinin ve demokrasinin uzağında bir ülke istiyorsanız o zaman iş başka olur.
Avrupa devletleri ve Avrupa Konseyi ile kapışıp onları düşman göstermek işinize gelebilir; Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hukuk, siyaset, iktisat ve güvenlik boyutlarıyla korumak için onlarla her türlü mücadeleyi yapalım: ama içerde hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim olarak, Avrupa ile karşılıklı çıkarlarımızı dengeleyelim”.
1930’larda Avrupa’dan kaçan bilim adamları Atatürk Türkiye’sine sığınıyorlardı. Bugün ise bizim bilim insanlarımız, aydınlarımız oraya gitmek zorunda bırakılıyorlar, kaçırılıyorlar.
16 Nisan Sevr ile Lozan arasında geçen bir mesele haline dönüşmeye başladı. O yıllarda borçlandıran İngiltere ve Fransa’nın yerini, yine ipleri bunların elinde olan Körfez ülkeleri almaya başladı. Cumhuriyet’in varlıklarını ve gelecekteki vergi gelirlerini, bunlara ipotek etme noktasına geldik.
Avrupa ile çıkarılan kavga, “bir rejim değişikliğinin kaldıracı yapılıyor”. Türkiye’nin varlıkları ve ileriki vergi gelirleri “dışarıya bağlanırken” ülke demokrasiden ve parlamenter sistemden tek adama ya da “1.5 adama” götürülmek isteniyor.
“Herkes bize düşman” yanlıştır: doğrusu, “Avrupa devletleri ulusal çıkarlarını koruyorlar” olur. Sen de ulusal çıkarlarını korumak için, siyasal partilerinle, sendikalarınla, sivil toplum örgütlerinle TBMM’de politikalarını tartış, görüş belirle, bunu uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları için yürüt.
“Tek adam, tek parti, tek görüş, tek uygulama”nın adı bellidir: İngilizce, Fransızca ya da Türkçe olması her şeyi değiştirir diyenler aslında suçlarını itiraf etmiş olmuyorlar mı? İşin özündeki felaketi saklayıp ucuz biçimsellik pazarlaması yapıyorlar.
AKP iktidarından sonra 2005’te, ünlü Türkolog Dr. Andrew Mango ile sohbette sordum: “Andrew, Avrupa’da hava ne? AKP’ye hangi gözle bakıyorlar?” Verdiği yanıt ilginçti. “Erol, ehvenişer olarak görüyorlar” demişti. Acaba bugün ben de Avrupa’yı “ehvenişer” olarak görmeye başladım diye düşünmekten kendimi alamıyorum, yaşamakta olduğumuz onca felaketi gördükten sonra.
Nedenlerle sonuçların iç içeliğinin karmaşasıdır bu. Atatürk en doğru yanıtı, Avrupa’yı kendilerinin silahı ile yenerek vermiş, hem barışmış hem de çağdaşlaşmanın kapılarını açmış. Şimdi 16 Nisan’da evetçiler, bu kapıları kapatmak istiyorlar.
Erol Manisalı / CUMHURİYET