MEB’e çağrı: İki üç dikiş veya kötülük değil alan temelli çok boyutlu eğitim ve okul + 8 Mayıs’ın 80. yılında Alman tekellerinin itirafları -EVRENSEL-

MEB’e çağrı: İki üç dikiş veya kötülük değil alan temelli çok boyutlu eğitim ve okul -Adnan Gümüş-

Her gün kadın cinayeti işleniyor, çocuklarını öldüren bir cani S.S. Önder’in cenaze töreninde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yumruk atıyor. Bir reis muhaliflerine telef olma imasında bulunuyor. İfade hakkını kullanan öğrenciler gözaltına alınıyor.

Günün haftanın kötülükleri sadece kadın katliamları veya şiddet ile de sınırlı değil eğitim alanında da hiç durmuyor, devam ediyor, yeni kötülükler hazırlanıyor. MEB ve dinciler eğitimdeki başarısızlıklarını ve eğitimi bozmaya yönelik hamlelerini her gün her hafta sürdürüyor: “Millî Eğitim bakanı, 2012 yılında başlayan 4+4+4 eğitim sisteminden dönüş sinyali verdi. Eğitimciler olumlu buldu. Bu konuda bir rapor hazırlayan üç eğitim derneği ‘Lise mutlaka 3 yıl olmalı. 4+4+3 sistemine geçilmeli. Zorunlu eğitim dayatılmamalı. Branş yönlendirmesi erkene çekilmeli’ gibi önerilerde bulundu.

Burada üç vurgu var üçü de olumsuz: a) Lisenin 3 yıla düşürülmesi, b) Zorunlu eğitimin kaldırılması, c) Çocukların erken yaşta çıraklığa mesleğe yönlendirilmesi.

AKP’nin eğitim politikasına dair ana ilkesi şöyle özetlenebilir mi? “Aklı, bilimi, eleştirel düşünceyi, kamu yararını, çocuğun ve toplumun kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesini önceleyen eğitim ve okul modellerini bozabildiğin kadar boz, yerine dinci olanı artırabildiğin kadar artır, dayatabildiğin kadar dayat, dikte telkin edebildiğin kadar et.”

İnsan, insanın edimi olan kötü bir şeyle karşılaşınca “Böyle olmayabilir” diyor, böyle olmamalı, başka türlüsü mümkün.

Nutku’ya göre a) En kötü insan için bile hiçbir insanın yaşatıcı değerlere duyarlı olma olanağının tümden yok olmayacağı ve b) Başka türlü olmasının her zaman mümkün olduğu inancımızdan dolayı “Böyle olmayabilir” diyoruz. İrade özgürlüğü, başka türlü temellendirilemez. Ancak irade özgürlüğü de insana hazır verili değildir. Eğitim, eğilip bükülebilme, biçim alış insan türüne özgüdür; öğretim öğrenen bunu alabiliyorsa gerçekleşir. Bu nedenle insan sadece bir homo faber/ alet yapan değildir aynı zamanda özünde homo homini faber/ insanı yapan insandır (Nutku, Gezgin Felsefe, 2011, 46-47).

AKP’nin eğitimi dualden öte üç dikiş: Genel okul, çıraklık meslek okulu, dinci okul

Mevcut haliyle ülke ve okullarımız daha arka planda 72.5’e, mevcut resmi formatıyla üç tipe bölünmüş bulunuyor:

1-Genel öğretim (İyice dincileştirilmiş halde genel ortaokul ve genel ortaöğretim),

2-Çıraklık ve meslek okulları,

3-Din ilahiyat imam hatip okulları.

Böyle bir üçlü model, toplumun da üç katmana ayrıştırıldığı anlamına geliyor.

Dahası genel hümanist aydınlanmacı, sanat, felsefe, bilim okulları yani birinci model istenmeyen modeli oluşturuyor. Dahası genel öğretim dahil hepsi dinci, Sünni mezhepçi telkine/ nakli ilimlere bağlanıyor.

AKP’nin eğitim anlayışı beş modelden dinci olanı

Bilimsellik-ideolojik yönelim paradoksu dikkate alındığında, eğitim anlayışı olarak kaç ana anlayış sayılabilir, şu anda Türkiye’de bunlardan hangisi öne çıkmış bulunuyor? Maalesef eğitim tartışmaları ve reformları AKP döneminde akli-nakli/dini ilimler ayrımına sıkıştırılmış bulunuyor. Bu bakımdan beş ana model ayrıştırılabilir:

Bilimsel eğitim, seküler eğitim (Eğitim öğretim bilim, sanat ve felsefe, pedagoji ilkelerine uygun mu düzenlenecek? Kendi içinde pozitivistinden, politekniğinden eleştirel eğitime kadar pek çok alt formu var).

Din kültürü öğretimi (Okullarda din kültürü, dünya dinleri bilgisi verilecek mi? Bir dinin eğitimi ile farklı din ve mezheplerin tanıtımı birbirinden daha farklı),

Dini eğitim (Okul belli bir din anlayışa uygun mu düzenlenecek? Dini eğitimin tek bir dine göre yapılması ile her dinin kendi dini eğitimini yapması, yine dini eğitimin belli tip okullarda veya tüm okullarda yapılması birbirinden çok farklı),

Din okulu (Din okulları, medrese, imam hatip, papaz okulu da olacak mı?),

Dinci eğitim (En katı formu tüm yaşamın ve okulun dinci mezhepçi anlayışa göre şekillendirilmesi, dinci/mezhepçi anlayışla çelişebilecek hiçbir konuya yer verilmemesidir. Taliban’ın oluşturmaya çalıştığı model bunun güncel örneğidir).

Son ikisi çoğu kez iç içe geçmektedir ama bunlar bile “nitel farka” sahip; “dinci eğitim” en köktencisidir, tüm okullar ama okuldan da öte tüm rejimin ve toplumun dinci gayeye uydurulmasına yöneliktir, IŞİD veya Taliban tipidir (Bu konuya daha önceki yazılarda da değinmiştim, örneğin “Okullar Açılırken Temel Soru: MEB’in Eğitim Fikri veya Modeli Ne?​” Evrensel, 08.09.2023).

En kritiği haftalık ders çizelgesi: Alan bazlı çok boyutlu ortak çekirdek programı önerisi

Osmanlı ve cumhuriyet dönemi, 1773’lerden 1945’lere kadar eğitim ve okul alanında pek çok sorununa rağmen olumlu yönde bir gelişim gösterdi. 1945’lerden bu yana ise eğilim tersine dönmüş bulunuyor.

Bu iyiye gidiş veya tersine dönüş, en somut olarak haftalık ders çizelgelerinden başlıyor, en somut olarak haftalık ders çizelgelerinde karşılığını buluyor.

Tersine gidişte ilk tespit olarak fen ve sosyal bilimler derslerinin azaltılması veya zorunlu gruptaki payının düşmesi sayılabilir. Sanat alanları da giderek önemsizleştirilmiş gözüküyor. Genel olarak insanlığın yüksek kazanımları yerine çok daha dar etnosantrik bir bakış öne çıkmış bulunuyor. Din ve kültür ağırlığı artmış, bilim tarih adına okutulanların da içeriği din ve normatif ögelerle doldurulmuş bulunuyor.

Toparlanması hiç de zor değil çünkü insanlığın eğitim alanında müthiş bir deneyimi/birikimi de var, bunları dikkate almak gerekiyor. Felsefeciler Derneği 2019’da atölyeler yaparak sorun ve eksiklikleri tespit etmeye, genel bir çerçeve model oluşturmaya çalışmıştı.

Alanlar9. sınıf10.sınf11. sınıf12. sınıfAlan toplamı
Dil1- Türk Dili ve Edebiyatı644216
Dil2- Yabancı dil, Dünya Kültür ve Edebiyatı644216
Matematik dersleri 444416
Tabiat (Fen) bilimleri666624
Sosyal bilimler (tarih, coğrafya, psikoloji, sosyoloji ve felsefe)666624
Bilgi kuramı ve mantık-22-4
Sanat, spor ve teknoloji444416
Zorunlu ortak alan dersleri toplamı32303024116
Seçmeli810101644
Genel Toplam40404040160

                                Ortaöğretim için alan dağılımı önerisi (Kaynak: Felsefeciler Derneği, 2019)

İyi eğitimi istemeye dayalı amaç ve bakışla bu tür modeller geliştirilebilir. Ama gördüğüm, her şeyden önce eğitim idesini amaç edinmekten, eğitim idesine uygun olarak da haftalık ders çizelgelerinden, haftalık ders dağılımlarından başlanması gerektiğidir.

Sınıfsal ve zümrevi okul türleşmesi çıraklık ve meslek okulları yerine tekniği sanatı yaşam deneyimlerini dikkate alan genel model

Türkiye ve dünyada en temel problemlerden biri, temel genel eğitimde okul türleşmesinin yarattığı sonuçlardır. Çoğulculuk ile okul türü aynı anlama gelmemektedir. Okul türleşmesi, aksine çoğulculuğu da bozmakta, belli sınıf ve zümrelere daha elit, alt sınıf ve zümrelere daha kötü okul ve deneyimler anlamına gelmektedir. Türkiye örneği bunun ne anlama geldiğini göstermeye yeter artar. Çıraklığa, meslek okullarına, imam hatiplere alt ve dışta kalmış aile çocukları gitmektedir, orta ve üst sınıftan ancak istisnalar bulunmaktadır.

Mesele okul türünden, sınıf ve zümre durumundan da öte temel bir meseledir. Mesleki eğitim, belli bir alandaki bilgi beceri ve duyarlılıklara odaklanılması, diğer bilgi beceri ve duyarlılıkların ister istemez daha zayıf kalması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla belli bir mesleğin bilgi becerisine kilitlenme yerine teknik ve sanat becerilerinin de güçlü şekilde temel ve genel eğitimde kazandırılmasına öncelik verilmek durumundadır. Meslek eğitim öğretimi 18 ve sonrası, üçüncü evreye, yükseköğretim evresine çekilmek durumundadır.

Kademelendirme meselesi: 17 yaş kapsamında 2+6+3+3 olabilir

Konuya çocukların gelişim evreleri üzerinde saf bir şekilde bakılırsa, reşit oluncaya kadarki olgunlaşma dönemi için, Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim elemanlarınca, Piaget, Freud, Erikson, Kohlberg gibi gelişim psikolojindeki bilgiler de dikkate alınarak gelişim modellerine göre şöyle bir kademelendirme önerilmişti:

  • 4-5 yaş 2 yıllık okul öncesi çağı (6 yaş okul öncesine dahil edilirse 3 yıl),
  • 6-11 yaş 6 yıllık ilkokul çağı (6 yaş okul öncesine dahil edilirse 5 yıl),
  • 12-14 yaş ortaokul çağı,
  • 15-17 yaş ortaöğretim çağı sayılabilir.

Böylece okul kademeleri 2+6+3+3 evreler şeklinde düzenlenebilir. Buna benzer modeller din veya ideolojiye kurban edilmeden tartışılabilir, geliştirilebilir.

Okullar neden sıkıcı, çocuklar bu okullardan niye kaçmak istiyor

Haz almak, mutlu olmak, iyi olmak, kendini geliştirmek, çocuklarını okutmak, çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlamak, çocuklarının bir hesap kitabı daha iyi yapmasını, kimyadan, fizikten, psikolojiden, sosyolojiden, insandan, toplumdan, dillerden, kültürlerden, uygarlıktan, evrenden anlamasını, iyi güzel bir hayat sürmesini, şiirler yazmasını, müzikler yapmasını, eserler üretmesini… tüm bunları kim istemez? İnsanlığın, evrensel mi bilemem ama sonuçta kendini çocuklarını geliştirme isteği, yaygın bir eğilimini oluşturuyor.

O halde, çocukların ve ailelerin bir kısmı neden okullardan kaçıyor, hangi okuldan kaçıyor?

Demek ki, AKP ve MEB, AKP öncesi veya AKP dönemi mevcut okul halleri, tüm bunları ya bilerek istemiyor ya da bir şekilde doğru düzgün yapmıyor, yapamıyor. AKP döneminde en çok dincilik, din dersleri, nakli ilimler dayatıldığına göre, tek sebebi değil ama ana sebeplerinden biri de böyle bir eğitim anlayışı olsa gerek. Eğitim niteliği sorunu olsa gerek. Çocuğun söz hakkı olmaması olsa gerek. Çocuğun kendini okulda iyi hissetmemesi olsa gerek. Sınıfların, bahçelerin durumunun iyi olmaması olsa gerek, idareci ve öğretmenlerin bir kısmının yanlış tutum davranışları olsa gerek. ÇEDES vb. uygulamaların içerik sorunu olsa gerek. Aldığı eğitimin ciddi bir nitelikte olmaması, bir işe yaramaması olsa gerek. Çocukların okula aç gelmesi, okulda aç kalması olsa gerek. Çocukların çıraklıkta yaralanması ölmesi olsa gerek. Ailelerin okul masraflarında zorlanması olsa gerek. Dahası ve en temel olanı AKP ve MEB’in insana yaklaşımındaki, insan, dünya, uygarlık anlayışındaki sorunlu durumlar olsa gerek.

Çocuk ve aileler okuldan kaçıyorsa; en başta fakir masraflardan, çocuğunun okulda aç kalmasından, ezilmesinden, alacağı niteliksiz diplomanın bir işe yaramamasından; azıcık farkında olan aileler de aynı zamanda çocuğunun zihninin tininin ruh sağlığının dumura uğratılmasından kaçmaya çalışıyor.

Eğitim; çocuğun ve toplumun iyi halleri için iyi istemeye dayalı, insanlığın bugüne kadar en yüksek başarılarını, en yüksek bilim, felsefe, sanat, mimariyi örnek alır şekilde tasarlanmak durumunda. Böyle bir eğitim ve okul tasarımında, nüfusun yüzde 100’ü olmasa da hemen tamamına yakını okula koşarak gelecektir.

Eğitim; insanın insan oluşunun, bireyin kişi oluşunun, insanın insanı yapmasının, insanın potansiyelini gerçekleştirmesinin ve özgürleşiminin, toplum oluşun en temel şartlarından biridir, vazgeçilemez, devredilemez, ertelenemez, savsaklanamaz.

İnsan toplum doğa yararına, çocuk yararına, bizzat çocuğun ve halkın öznesi ve konusu olduğu çocuğu ve halkı geliştirici ve özgürleştirici eğitim ve okullar oluşturmak durumundayız, mevcutları bu yönde toparlamak durumundayız.

Bir kez daha altı çizilirse, yaşam etkinliklerinin de sanat tekniğin de ciddi şekilde yer aldığı alan bazlı haftalık ders çizelgelerinden başlamak gerekiyor. Okul bina ve bahçelerinin, okul donatılarının iyileştirilmesinden, okul yemeğinden devam etmek gerekiyor. Öğretmenin, ailesinin hazırlanması desteklenmesi gerekiyor. Tüm bunlar için de daha arka planda kapitalist ve dinci zihniyetin değişimi gerekiyor.

Böyle olmamalı, bu çok açık. Nasıl olacağı ise insanlığın başardığı iyi modellerde görülebilir, daha da iyisi geliştirilebilir, çocuklar da insan da toplum da doğa da müthiş bir potansiyel. Gerçeklik ise bunlardan bir kısmının realize edilmesinden, açığa çıkarılanlardan ibaret. Okullar neyin başarılıp başarılamadığının en somut göstergesi. Çok daha iyisi başarılabilir.

                                                          /././

8 Mayıs’ın 80. yılında Alman tekellerinin itirafları -Yücel Özdemir-

Almanya başta olmak üzere dün Avrupa’da, bugün Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşının bitişi, Hitler faşizminin yenilgisi kutlandı, kutlanıyor.

Hitler faşizminin yıkılışını sembolize eden Berlin’deki Reichtag binasının tepesine çekilen kızıl bayrak | Fotoğraf: Yevgeny Khaldei/TASS

8 Mayıs 1945 gecesi Berlin’in Karlshorst semtindeki askeri okulda kurulan Kızıl Ordu karargahında atılan imzalarla savaş resmen sona ermişti. Daha sonra Alman-Rus Müzesine dönüştürülen bu askeri okul, modern zamanların en kanlı savaşına noktanın konulduğu yer olduğu için her yıl 30-40 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor. Müze, kanlı tarihin unutulmaması, bir kez daha aynı yayılmacı emellerle insanların katledilmemesi gerektiğini gösteren önemli belleklerden biri olma özelliği taşıyor.

30 Ocak 1933-8 Mayıs 1945 arasında Almanya’da iktidarda olan faşist rejim içeride ve dışarıda Alman burjuvazisinin ekonomik-siyasi çıkarlarına bağlı olarak milyonlarca insanın katliamına imza attı...

Hitler’in faşist rejiminin başa getirilmesinde Alman tekellerinin çok büyük bir rolünün olduğu biliniyor. Başta Alfred Krupp olmak üzere birçok tekelin yöneticisi faşist parti NSDAP’ye, daha iktidar olmadan üye olmuş, her türlü desteği vermişlerdi. Savaş sırasında esir alınan Yahudiler, değişik uluslardan antifaşistler bu tekeller tarafından “köle işçi” olarak çalıştırılıp sömürülmüştü.

Bunu yapan tekel yöneticilerinin kimisi yargılanmış, kimisi suçunu tazminat ödeyerek kapatmış, kimisi de bugüne kadar sessiz kalmayı tercih etmişti. 80. yılda ise Alman sermayesinden ilginç sayılabilecek bir girişim kamuoyuna yansıdı. Süddeutsche Zeitung’da 7 Mayıs’ta yayımlanan haberde, geçmişi faşizmle bağlantılı 48 tekelin yöneticisi, kendilerinden önceki yöneticilerin faşistlere destek verdiğini açıkladılar. Şöyle diyorlar: “Alman tekelleri Nasyonal Sosyalistlerin iktidarını pekiştirmeye yardımcı oldu. Birçok şirket ve aktör kendi çıkarları için bunu yaptı.”

Açıklamayı imzalayanlar arasında Adidas, Allianz, BMW, Deutsche Bahn, Hugo Boss, Lufthansa, Oetker, Trumpf, Volkswagen ve Wacker Chemie var. Hepsinin geçmişinde faşizme destek ve “köle işçi” çalıştırma var. Çağrı önerisi Hitler’e toplama kamplarında insanları öldürmesi için Zyklon B gazını üreten eski kimya tekeli I.G. Farben’in halefi Bayer, BASF ve Evonik yöneticilerinin yanı sıra Siemens’ten gelmiş.

CEO’ların açıklamasının sonu dikkat çekici: “8 Mayıs, zulüm gören ve öldürülen tüm insanları, işlenen suçları ve yıkımları, dünya çapında ölen 60 milyondan fazla insanı anma günüdür. Bugün aynı zamanda kendimize bütün bunların nasıl olmuş olabileceğini sormamız gereken bir gün.” (Süddeutsche Zeitung)

1920’li yılların başından itibaren komünistlerin dikkat çektiği sermaye-faşizm arasındaki bağlantıyı bugün 8 Mayıs’ın 80. yılı vesilesiyle tekellerin yöneticileri itiraf ediyor. CEO’ların bu “antifaşist” tutumu karşısında insan sormadan edemiyor: Acaba, 1920’lerin Almanya’sı geri gelse bu açıklamayı yapan tekeller bugünkü duruşu sergiler mi?

Dünya çapında esen yoksulluk, ekonomik sorunlar, bunlara karşı yükselen mücadele ve Ekim Devrimi’nin yarattığı dalganın en fazla etkilediği ülke, Weimar Cumhuriyeti olarak bilinen o yılların Almanya’sıydı.

Artan sınıfsal çelişkiler ve sosyalist devrim talebi, açıklamada belirtildiği gibi “Tekellerin Nasyonal Sosyalistlere yaptığı yardım” sayesinde bastırılmıştı. Açıklamayı “Alman burjuvazisinin savaşın bitmesinin 80. yılında tarihten ders çıkardığı” şeklinde değerlendirirsek, o zaman bir daha aynı koşullar oluştuğunda bu kez komünistlere destek verecekleri sonucu çıkıyor. Ki; bu mümkün değil. CEO’ların 80. yılda günah çıkarmalarının bir yanını karanlık geçmişlerinin üzerini örterek geleceklerini temizleme, diğer yanını komünistlerin mülkiyeti kamulaştıracak güçte olmaması oluşturuyor. Bu nedenle 80. yılı günah çıkarmaya fırsat olarak kullanıyorlar.

Her 8-9 Mayıs’ta Alman, Rus, Fransız, İngiliz... devlet başkanları, başbakanlar, sermaye temsilcileri geçmişe dair yaptıkları benzer içerikli konuşmaların çoğunda, insanlığın bir kez daha aynı acıları yaşamaması gerektiğini söylüyorlar. 

Ne var ki, söylenenlerle yapılanlar birbirini tutmuyor. Almanya başta olmak üzere, Avrupa’da silahlanma yeni bir savaşa koşar adımlarla gidiyor. “SIPRI”nin geçen hafta açıklanan verileri bunu yeterince ortaya koyuyor.

Alman sermayesi “8 Mayıs sorunu”nu daha yeni yeni normalleştiriyor. Uzun yıllar 8 Mayıs’tan “kurtuluş” değil “yenilgi” günü olarak söz edildi. Moskova’daki 9 Mayıs kutlamalarına ilk kez 60. yılda, başbakan olarak Putin ile “kanka” olan Gerhard Schröder katıldı. 2015’teki 70. yıl törenleri için Moskova’ya giden Angela Merkel, Kırım işgali nedeniyle geçit töreni yerine hayatını kaybeden askerlerin anıtına çelek koydu. 80. yılda Moskova’ya başbakan göndermek bir yana, etkinliklere Rusya ve Belarus temsilcilerinin davet edilmesi yasaklandı.

Öncesi bir yana, 80 yılda süzülüp bugüne ulaşanlar faşizm, sermaye ve savaş arasında kopmaz bağların olduğunu gösterdi. Üçünü merkeze alan mücadele büyümedikçe, “tarihin tekerrürü” adeta kaçınılmaz. Bu bilinçle faşizmden kurtuluşun bütün mirasına sahip çıkmak gerekiyor.

                                                             /././

EVRENSEL


T-24 "Köşebaşı + Gündem" -8 Mayıs 2025-

 Avrupa Parlamentosu: Türkiye'nin AB süreci dondurulmuş halde kalmalı

Avrupa Parlamentosu (AP), Strazburg'daki Genel Kurul oturumunda dün kabul edilen 2023-2024 Türkiye raporu ile ilgili "Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) süreci dondurulmuş halde kalmalı" başlıklı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Türkiye'nin jeopolitik ve stratejik öneminin "hükûmetin demokratik anlamdaki gerilemesini telafi edemeyeceğini ve AB üyelik kriterlerinin müzakereye açık olmadığını" belirttiği aktarıldı. AP açıklamasında "Milletvekilleri, Türkiye'nin üyelik süreci dondurulmuş olsa bile bu süreci canlı tutmanın başlıca nedeninin Türk toplumunun, özellikle de Türk gençlerinin, demokratik ve Avrupa yanlısı arzuları olduğunu vurguluyor" denildi.

"Türk hükûmeti temel eksiklikleri gidermekte başarısız, bu durum katılım sürecine zarar veriyor"

Açıklamada, raporda milletvekillerinin "Türk toplumunun büyük bir bölümünün demokratik ve Avrupa yanlısı isteklerine rağmen mevcut koşullar altında Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin devam edemeyeceğini" belirttiği kaydedildi.

Türk hükûmetinin demokratik anlamda temel eksiklikleri gidermekte başarısız olduğunun savunulduğu raporda, AB içinde "katılım sürecinin zararına olabilecek farklı bir ilişki çerçevesine" doğru bir kaymaya işaret ettiği belirtildi. Açıklamada, "Parlamento, Türk hükümetini, AB kurumlarını ve AB üye ülkelerini, özellikle iklim eylemi, enerji güvenliği, terörle mücadele işbirliği ve bölgesel istikrar konularına vurgu yaparak daha yakın, dinamik ve stratejik bir ortaklık yönünde çalışmaya devam etmeye çağırır" denildi.

Protestoların "sert bir şekilde bastırılması" kınandı

Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin Türkiye’de demokratik standartların giderek kötüye gitmesinden ve eleştirel seslerin bastırılmasından endişe duyduğunun aktarıldığı açıklamada, "Son dönemde gerçekleşen barışçıl protestoların sert bir şekilde bastırılmasını ve yüzlerce protestocunun suç işlediklerine dair herhangi bir delil olmaksızın alelacele açılan toplu davalarda yargılanmasını kınamaktadırlar. Avrupa Parlamentosu milletvekilleri ayrıca İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik saldırıları, yaklaşan seçimlerde meşru bir rakibin aday olmasını engellemeyi amaçlayan siyasi amaçlı bir hareket olarak değerlendirmektedir. Mevcut Türk makamları bu eylemleriyle ülkeyi tamamen otoriter bir modele doğru itmektedir" ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, AB üyeliğini demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunması, iyi komşuluk ilişkileri, uluslararası hukuka uyum ve AB'nin ortak dış ve güvenlik politikasına uyumu garanti eden istikrarlı kurumlar gibi belirli katılım kriterlerinin yerine getirilmesine bağlı olduğu vurgulanarak, "Rapora göre bunlar mutlak kriterlerdir, stratejik değerlendirmelere veya müzakerelere tabi konular değildir" denildi.

"Milletvekilleri, Erdoğan'ın yasa dışı ziyareti ve provokatif açıklamalarını kınamaktadır"

Açıklamada, şu görüşlere yer verildi: "Avrupa Parlamentosu milletvekilleri ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kıbrıs Cumhuriyeti'nin işgal altındaki bölgelerine yaptığı son yasa dışı ziyareti ve 'provokatif açıklamalarını' tek taraflı bir eylem ve Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının çıkarlarına karşı doğrudan gayrimeşru bir müdahaleyle eşdeğer olarak kınamaktadır.

Milletvekilleri, Türkiye’nin üyelik süreci donmuş olsa bile, bu süreci canlı tutmanın başlıca nedeninin Türk toplumunun, özellikle de Türk gençlerinin, demokratik ve Avrupa yanlısı arzuları olduğunu vurguluyor.

Avrupa Parlamentosu milletvekilleri Türkiye'nin stratejik ve jeopolitik önemini ve Karadeniz, Ukrayna ve Orta Doğu gibi uluslararası güvenlik açısından kritik bölgelerde artan varlığını ve etkisini kabul etmektedir. Türkiye stratejik bir ortak ve NATO müttefikidir. Milletvekilleri ayrıca AB'nin güvenlik, ticaret, ekonomi ve göç alanlarında yakın ilişkilere sahip olduğu bir ülkedir. Dolayısıyla yapıcı bir diyaloğun sürdürülmesi ve karşılıklı stratejik çıkar alanlarında iş birliğinin derinleştirilmesi önemlidir. Ancak Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, demokratik gerilemenin ve AB ortak dış ve güvenlik politikasına uyum sağlanamamasının bu konuda önemli bir ilerleme kaydedilmesini engelleyeceği uyarısında bulunuyor."

                                                   ***

Ağır sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulan öğrenci Esila Ayık'ın tutukluluğunun devamına karar verildi.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto amacıyla düzenlenen gösteride tutuklanan ve ağır sağlık sorunlarına karşın halen cezaevinde tutulan öğrenci Esila Ayık'ın tutukluluğunun devamına karar verildi. 

İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı düzenlenen bir protestoda "Diktatör Erdoğan" pankartı taşıdığı gerekçesiyle tutuklanan öğrenci Esila Ayık’ın avukatı Göksun Canberk Uluğ, Esila Ayık’ın bugün tutuk incelemesinin olduğunu duyurmuştu. Mahkeme, 135 sayfalık e-nabız, epikriz sağlık raporları raporlarına rağmen tutukluluğunun devamına karar verdi.

Avukat Uluğ, sosyal medya hesabı X’ten şunları söyledi: “Tutukluluk halinin devamına karar verildi… 135 sayfalık e-nabız, epikriz sağlık raporları, İstanbul Tabipler Odası’nın ‘cezaevinde kalmaya elverişli değildir’ görüşü, CGK ve Yargıtay kararları yine hiçbiri işe yaramadı. Kendisinin dosyası hala daha Adalet Bakanlığı’nda, ‘kovuşturma izni’ bile çıkmadı. Kovuşturma izni verilmemiş bir suç için bir aydır cezaevinde hasta bir şekilde tutuklu.”

                                                        ***

AKP'li Yayman: Toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, yasakçıyız!

TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman, "Geldiğimiz noktada bazı sosyal medya ağlarının etkileşim almak ve daha fazla para kazanmak için toplumsal değerleri, aileyi, çocuğu, kadını, milli değerleri, ahlakımızı, örfümüzü yok sayarak davranmalarını asla kabul etmiyoruz. Eğer toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, biz de yasakçıyız" dedi.(https://t24.com.tr/haber/akp-li-yayman-toplumu-ve-aileyi-korumak-yasakciliksa-yasakciyiz,1237849)

                                                               ***

MEB, liselerde zorunlu eğitim süresini kısaltmaya hazırlanıyor: “Çocuk işçilik, erken evlilikler ve eğitimden kopmalar artar; MEB, çocuk işçi bürosuna döndü!”-Ceren Bala Teke-

“Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil”
                                              Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay

Milli Eğitim Bakanlığı, zorunlu eğitimin süresi ve yapısına yönelik köklü değişiklikler üzerinde çalışıyor. Masadaki 3 modelden biriyle, 4 yıllık zorunlu lise eğitimi ‘esnek’ hale gelebilir. Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede hedeflenen modeller ile çocuk işçiliğin, erken evliliklerin ve örgün eğitimden uzaklaşmaların artacağını vurgulayarak; “Çocukları tarikat ve cemaatlere itmek, ucuz iş gücü olarak piyasaya sürmek amaçları. MEB, çocuk işçi bulma bürosuna dönüştü. Piyasanın eleman isteğini karşılıyorlar resmen. Yusuf Tekin sadece iki yeri dikkate alıyor. Bunlar da cemaat ve tarikatlar ile patronlar! Tekin’in eğitim ile ilgili yaptığı iş birliklerinde adına STK dediği yerler bile tarikat ve cemaatler. Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil” ifadelerini kullandı.  

Milli Eğitim Bakanlığı, liselerdeki zorunlu eğitim sistemini değiştirmeye hazırlanıyor. 4 yıllık lise eğitimine alternatif olarak masaya konan 3 yeni modelin detayları merak edilirken gündemde olan modellere göre MEB, lise son sınıfı üniversiteye hazırlık yılına dönüştürmeyi, öğrencilerin 10. sınıftan sonra isterlerse mezun olabilmelerini ya da yaşa bağlı esneklik sağlanmasını değerlendiriyor. Yeni modellerle sistemin 'daha esnek' olması hedefleniyor. Yeni eğitim modeli 'Liselerde zorunlu eğitimin kalkıp kalkmadığı tartışmalarını' da beraberinde getirdi.

Konuyu T24 için değerlendiren Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay, iktidarın eğitim sisteminin içeriğini boşaltarak cemaat, tarikat ve patronlara hizmet ettiğini belirtti. Özbay, hedeflenen eğitim modeline ilişkin olarak şunları söyledi:  

“AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin eğitim sistemi, laik ve kamusal olmaktan uzaklaştırılarak iki temel eksende dönüştürülmüştür: Dinselleştirme ve piyasalaştırma. Bugün gündeme gelen “3+1”, “2+2” ve “yaş temelli” eğitim modelleri, bu uzun soluklu dönüşümün yeni adımlarıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve İstanbul Medeniyet Enstitüsü gibi gerici yapıların hazırladığı çalıştay raporları doğrultusunda 12 yıllık zorunlu eğitimi tartışmaya açmıştır. Eğitimde reform değil, gerileme anlamına gelen bu modeller; ‘Okumasınlar, evlensinler, çalışsınlar’ anlayışının kurumsallaşmasına hizmet etmektedir.

“Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin sayısı da artar bu yeni model ile”

Bu sistem çocuk işçiliğin, erken evliliklerin ve eğitim dışı kalmanın önünü açabilir. Aynı iktidar döneminde liselerde eğitim dört yıla çıktı. O zaman da Avrupa’dan, Batı’dan örnekler verdiler. Şimdi yeni sistem getirmeye çalışıyorlar ve yine örnekler veriyorlar. Zorunlu eğitim felsefesinden uzaklaşma var. Lise sondaki çocuklara baktığınızda mesela çoğu zaten okuldan kopmuş durumda. Ya dershaneye ya da kurslara gidiyorlar. Daha önce de bu konu ‘hayalet okul’ ve ‘hayalet sınıf’ olarak basına yansıdı. Çocuklar okuldan koptu çünkü eğitimde içeriğin boşaltıldığı bir süreci yaşıyoruz. Bilimden uzaklaşan bir eğitim sistemi var Türkiye’de. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin sayısı da artar bu yeni model ile.

“Amaç; çocukları tarikat, cemaatlere itmek ve patronlara ucuz iş gücü yapmak”

Zorunlu eğitimin süresini kısaltarak çocukları tarikat ve cemaatlere itmek, ucuz iş gücü olarak piyasaya sürmek amaçları. Milli Eğitim Bakanlığı, çocuk işçi bulma bürosuna dönüştü. Piyasanın eleman isteğini karşılıyorlar resmen. Yusuf Tekin sadece iki yeri dikkate alıyor. Bunlar da cemaat ve tarikatlar ile patronlar! Yusuf Tekin’in eğitim ile ilgili yaptığı iş birliklerinde adına STK dediği yerler bile tarikat ve cemaatler. Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil. Okulun koruma görevini gözardı ediyorlar. Bu koruma görevinden Yusuf Tekin ya haberdar değil ya da onlara hizmet ettiği için haberi yokmuş gibi davranıyor.”

“Potansiyel mürid ol ya da patronun aradığı ucuz iş gücü ol”

Bakanlığın iş birliği yaptığı vakıflardan örnek veren Özbay, sözlerine şöyle devam etti:  

“Örnek verecek olursak; NUN Eğitim ve Kültür Vakfı var. Orada yapılan bir etkinlikte Yusuf Tekin yine bu modeli anlatmış. Cumhurbaşkanı da katılmış. ortalıkta görünmeyen Berat Albayrak dahi orada. Bakanlıklar bu vakıfla protokol yapmış. Örneklere bakınca dahi bu söylemlerin arka planında tarikat ve cemaatlerin olduğu çıkıyor. Hadi tamam, süre konuşulabilir ama içeriğin içi boşaltılmış durumda zaten. Önce buna bakmak lazım. Türkiye maalesef ne eğitim ne de istihdamda (NEET) gençlerin en yüksek sırada olduğu ikinci ülke. Zorunlu eğitimin dışına çıkılırsa bu tablo kötüleşir, sayı artar.

İktidar eğitimi temel hak olarak görmüyor. Paran yoksa al sana tarikat, cemaatler var. Potansiyel mürid ol ya da patronun aradığı ucuz iş gücü ol. Okulu dışarı iten bir bakanlık zihniyeti.” 

Öğretmenler için ‘norm fazlası’ uyarısı

MEB’in üzerine çalıştığı model ile öğretmenlerin de norm fazlası olabileceğini belirten Özbay, “Bu yeni model öğretmenler açısından da kriz yaratır. Dışarıda zaten açıkta milyonlarca öğretmen var. Ticarethane gibi yönetiyorlar eğitim sistemini. Bunların hepsi uzun vadede ülkenin geleceği açısından tehdit. Haberleşmeyi, ulaşımı satan ve yeni doğmuş çocuğa dahi sahip çıkamayıp Yenidoğan Çetesi yarata bir sisteme döndük her anlamda. Öğretmenler noktasına dönersek; bu model yüzünden norm fazlası öğretmenler olacak” dedi. 

Mevcut sistemi de AKP iktidarının getirdiğini hatırlattı  

Mevcut eğitim sistemini de AKP iktidarının getirdiğini vurgulayan Özbay, son olarak şöyle konuştu:

“Devleti devlet yapan planlamadır. Yusuf Tekin’in müsteşar olduğu dönemde 4 yıllık model geldi. Övündüğü sistemin asıl amacının da MESEM ve İmam Hatipler olduğunu gördük. Kendi getirdiğin modeli tekrar değiştirmek istiyorsan önceki modelinin neden çalışmadığını hesabını vermek zorundasın. Yusuf Tekin, şimdi hiç utanmadan piyasadan tepki var diye yeni model sunuyor. Başka ülkelerde de böyle diyor, hiç utanmıyor! Eğitim bir sistem işidir ve bilimsel dayanaklarla yapılmalıdır.   

Eğitimi hak olmaktan çıkarıp maliyet-fayda hesabına indirgemek, bu ülkenin gençliğini geleceksizliğe mahkum etmektir. Eğitim, patronların kar hırsının tatmin aracı değil; toplumun kalkınmasının, bireyin özgürleşmesinin temelidir. AKP iktidarı, eğitimde yaptığı bu dönüşümlerle açıkça gençliğe tuzak kurmakta; onları ya cemaat yurtlarına ya da holding atölyelerine mahkum etmektedir.”

Planlanan yeni eğitim modelleri nasıl?

3+1 modelinde, öğrenciler ilk 3 yılda zorunlu eğitimi tamamlayacak, 12. sınıf ise tercihe bağlı olarak üniversiteye hazırlık yılına dönüştürülecek. Bu modelde diploma 3 yılda verilecek.

2+2 modelinde ise 10. sınıfı tamamlayan öğrenciye diploma verilmesi öngörülüyor. İsteyenler akademik eğitimlerine devam ederek iki yıl daha okuyabilecek. Böylece zorunlu eğitim süresi kısalacak.

Yaş temelli model ise daha radikal bir öneri içeriyor. Bu modelde 16 yaşını dolduran öğrencinin zorunlu eğitimden muaf tutulması ya da liseyi tümüyle isteğe bağlı hale getirmek tartışılıyor.

                                                  /././

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -8 Mayıs 2025-

AKP’li vekil halka döviz satışının yasaklanmasını istedi: "Ekonomist değilim ama..."

AKP Uşak Milletvekili İsmail Güneş, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda sunum yapan Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’a dikkat çeken bir öneride bulundu. Güneş, dövize yönelimin engellenmesi için “Halkın döviz alması yasaklansın, yalnızca ithalat ve ihracat yapanlar döviz alabilsin” dedi.(https://www.birgun.net/haber/akpli-vekil-halka-doviz-satisinin-yasaklanmasini-istedi-ekonomist-degilim-ama-621401)

(DERLEYENİN YORUMU: Ekonomist olup, olmaman farketmez! Ekonomiyi bilenlerinde Türkiye ekonomisini ne hale getirdiği ortada!...)

                                        ***

Gökçek’in peşkeş çarkına çomak: Kocatepe ve Ankara evi boşaltıldı -Mustafa Bildircin-

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Melih Gökçek’in görevinden istifa ettirilmeden 13 gün önce eşinin vakfına yalnızca 569 TL kira bedeli ile devrettiği Ankara Evi’nin de aralarında olduğu çok sayıda taşınmazı geri aldı. Gökçek’in eşi Nevin Gökçek’e ait olan ve vakfın yalnızca üç işyerinden 1,8 milyon TL kira topladığı Kocatepe’deki 11 dükkan da vakıftan devralındı.

Mansur Yavaş idaresindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, Melih Gökçek’in ABB Başkanlığı döneminde Nevin Gökçek’in vakfına 10 yıllığına verilen Kocatepe Kültür Merkezi’ni vakıftan geri aldığı öğrenildi. Nevin Gökçek’in onursal başkanlığını yaptığı SOS Vakfı’ndan geri alınan taşınmazın ardından, Gökçek dönemine ait çok sayıda yeni usulsüzlük iddiası da gün yüzüne çıktı.

SOS Vakfı’nın, Gökçek döneminde belediyeden aldığı ve kiraya verdiği iş yerleri için dudak uçuklatan tutarlarda kira topladığı belirlendi. İncelemelerin ardından vakfın, yalnızca üç işyerinden 2025 yılı için 1 milyon 815 kira bedeli aldığı tespit edildi. Vakfın, 1,8 milyon TL’lik kira gelirine karşın ABB’ye yıllık yalnızca 685 bin TL kira ödediği bildirildi.

ANKARA EVİ ARTIK ABB’NİN

Tespit edilen usulsüzlükler bunlarla da sınırlı kalmadı. Gökçek’in görevden alınmasından yalnızca 13 gün önce, SOS Vakfı’na kiraladığı Ankara Evi de tahliye edildi. Ankara’nın Çamlıdere ilçesindeki iki katlı ev için vakfın belediyeye aylık yalnızca 569 TL kira ödediği bildirildi.

SÖZLEŞMEYE RİAYET YOK

Melih Gökçek döneminde, belediyeye ait 11 iş yeri ve tesis, piyasa koşullarının çok altında bedellerle SOS Vakfı’na 10 yıllığına kiralandı. 2013 yılında imzalanan sözleşme kapsamında Kocatepe Kültür Merkezi’ndeki konferans, seminer ve sergi salonları ile ticari alanlar da vakfın kullanımına sunuldu. Vakıf, kira sözleşmesi 3 Aralık 2023’te sona erse de tesisi sözleşme süresinin tamamlanmasından 16 ay sonra boşalttı. CHP’li Mansur Yavaş başkanlığındaki ABB, yürüttüğü çalışmaların ardından Kocatepe Kültür Merkezi’ni SOS vakfından alabildi.

FAHİŞ GELİR

Gökçek’in eşinin vakfına kamu kaynakları ile sağlanan ayrıcalığa son verilmesinin ardından gözler, Aralık 2021’de hazırlanan bilirkişi raporuna çevrildi. Bilirkişi, vakfın kullandığı alanların toplam kira değerine yönelik aylık 1 milyon 315 bin TL’lik tespite karşın vakfın ABB’ye yıllık yalnızca 400 bin TL kira ödediğini kayda geçirdi. SOS Vakfı’nın yalnızca Kocatepe’deki bir iş yerini aylık 180 bin TL’ye üçüncü kişilere kiralayarak fahiş gelir elde ettiği de bilirkişinin tespitleri arasında sıralandı.

ABB’DEN TAHLİYE DAVASI

ABB, sos vakfına kira bedelinin tespiti ve usulsüz kullanımı gerekçesiyle iki ayrı dava açtı. Bu kapsamda 14 Mart’ta, “Akde muhalefet” gerekçesiyle tahliye, 31 Mayıs’ta ise “Kira tespiti” davası başlatıldı. 23 Ekim’de yapılan keşifte, bilirkişi heyeti bazı alanların sözleşmeye aykırı şekilde kullanıldığını belirledi. Bilirkişi tespitlerine göre, özellikle depo olarak tahsis edilen bazı bölümler, kafe ve restorana dahil edilerek kullanıldı.

VAKFA KIYAK TAHSİSLER

Melih Gökçek döneminde SOS Vakfı’na kiralanan, vakfın ise üçüncü kişilere kira karşılığı kullandırdığı bazı yerler, şöyle kaydedildi:

>> Kafe
>> Kitap Evi
>> Düğün Salonu
>> Konferans Salonu
>> Sergi Salonu
>> Eski Halk Ekmek Binası (Ticarethane)

SOS’A PARSEL PARSEL

Kocatepe Kültür Merkezi’ndeki işyerlerinin yanı sıra, SOS Vakfı’na kiralanan diğer bazı yerler de şöyle listelendi:

>> Hacıbayram: Belediye Çarşısı’nda üç adet iş yeri
>> Hacıbayram: Hükümet Caddesi’nde kafe
>> Dikmen Vadisi: Reşit Nuri Sokak’taki bina,
>> Kocatepe: Kocatepe Çok Katlı Otoparkı Üstü Çarşı
>> Mavi Göl: 1628 araç kapasiteli Mavi Göl Otoparkı
>> Sıhhiye: 944 araç kapasiteli Yenişehir Çok Katlı Otopark
>> 50. Yıl Parkı: 593 araç kapasiteli 50. Yıl Otoparkı

VAKIF VERGİDEN MUAF

SOS Vakfı, 2012 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile aldığı, “Kamu yararına çalışan vakıf” statüsü nedeniyle vergi ödemiyor. Vakfın başkanlık görevini, Gökçek döneminin Kent Estetiği Daire Başkanı Adil Öksüz’ün yeğeni Ömer Öksüz yürütüyor.

                                                               ***

Halkın öfkesi endişe yarattı - BİRGÜN -

19 Mart’tan bu yana güçlü esen itiraz rüzgârı iktidarın gözünü korkutuyor. Yandaşlar üzerinden rejimle uyumlu, yumuşak muhalefet mesajları veriliyor. Enflasyon hedefleri tutmazken üreticiler de eyleme geçti. Önümüzdeki haftalarda ülke geneline yayılacak hak talepleri rejimi daha da köşeye sıkıştıracak.

Ekonomik kriz, peş peşe gelen hukuksuzluklar ve her alana yayılan sorunlar karşısında 19 Mart’tan bu yana itiraz rüzgarı estiren toplumsal muhalefet, iktidarda paniği artırdı. İBB’ye yönelik operasyonlarla başlayan tepki, üniversitelerden liselere, fabrikalardan tarım üreticilerine, yaşam savunucularından emeklilere dek rejime karşı ortak bir öfkeye dönüştü.

Dün ülkenin pek çok yerinde iktidara karşı farklı taleplerle ortaklaşan eylemler yapıldı. Soğan üreticileri isyan ederken hayvan severler sokağa çıktı. İşçiler ve emekliler de alanları doldurdu. Üniversite öğrencileri ise Beyazıt mitinginden hukuksuzlara tepki gösterdi. İktidarın ise yükselen toplumsal muhalefetten duyduğu tedirginlik giderek daha görünür hale geldi. Yandaş kalemler her fırsatta muhalefete bir çerçeve çizme telaşına girdi.

Rejimle uyumlu, yumuşak bir muhalefet arzusu, yandaş gazete ve yazarlar tarafından günlerdir dile getiriliyor. Rejimin kavgalı olduğu sermaye sınıfı ile buzlar eritilmeye çalışılıyor. AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci TÜSİAD Başkanını ziyaret edip “Onlar bizim dostumuz arkadaşımız” diye şeklinde demeç verdi. Aynı gün Erdoğan Ankara Ticaret Odasını ziyaret edip sorunlarını dinleyip fotoğraf çektirdi. 1 Mayıs’ta da Erdoğan, Saray’da sermaye temsilcileri ve sendika yöneticilerini aynı kareye sokmayı başardı.

Ancak sokağın giderek büyüyen, korku duvarlarını aşan öfkesi geri adım atmıyor. Farklı talepler etrafında pek çok ilde toplanan kalabalıklar, geçim sıkıntısı, işsizlik, ekonomik kriz ve İBB’ye dönül operasyonlara gösterilen tepkinin ortak noktası ise rejime karşı olmaları. Ülkede gelişen irili ufaklı eylemlerin genele yayılacak büyük bir itiraz dalgasına dönüşme ihtimali rejimin kaygısını artırıyor. Rejimi daha fazla zorlayacak gelişmelere bakınca önümüzdeki yaz iktidar açısından çok daha sıcak geçecek görünüyor.

Bugünün BirGün'ü

ENFLASYON HEDEFLERİ TUTMADI

TÜİK’in açıkladığı yüzde 3’lük enflasyon pazarda, markette halkın yaşadığı gerçekle uyuşmadı. İlk dört ayda yüzde 13,36’ya ulaşan artış, iktidarın enflasyon konusunda hedeflerinin hayal olduğunu gösterdi. Yıl sonu yüzde 24 resmi tahmininin tutması için aylık fiyat artışlarının yüzde 1,2’nin altında kalması gerekiyordu. ENAG’ın açıkladığı nisan ayı verilerine göre ise tüketici fiyat endeksi aylık yüzde 4,46, yıllık ise yüzde 73,88 olarak gerçekleşti.

KAMU İŞÇİLERİ TOPLU SÖZLEŞMEYE HAZIRLANIYOR

İşçi ve işveren tarafının katılımıyla üçüncü görüşme yapıldı. 600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde süreç devam ediyor. Buna göre kamuda en düşük günlük ücretin bin 800 liraya yükseltilmesi talep ediliyor. Kıdem zammı ve refah payı da talepler arasında yer alıyor. Görüşmede bir sonraki toplantının da tarihi netleşecek. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, kamu toplu sözleşme süreçleri ve bu kapsamda çerçeve protokol hazırlanmasının çok taraflı ve çok hassas bir şekilde yürütülmesi gereken bir süreç olduğunu söylemişti.

ASGARİ ÜCRETE ARA ZAM TARTIŞMALARI

DİSK-AR’ın "Ücret Kayıpları İzleme Raporu"na göre, 2025’in ilk dört ayında enflasyonun emek gelirlerine toplam faturası en az 176 milyar 600 milyon TL oldu. Asgari ücret, 2025’in ilk dört ayında enflasyon karşısında 2 bin 953 TL eridi. Asgari ücret 2025’in ilk dört ayında enflasyon karşısında 2 bin 953 TL eridi. DİAK-AR’ın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Bu durum asgari ücrete Temmuz 2025’te zam yapılmasını kaçınılmaz kılıyor. İşçi başına dört aylık ortalama erime 5 bin 197 TL oldu! Asgari ücretin 2,5 katı ücreti olan bir çalışanın Nisan 2025’te ücretinin yüzde 37,1’i vergi ve kesinti ile enflasyon kayıpları yüzünden eridi.” Asgari ücrete yılın ikinci yarısı için ara zam tartışmaları başlayacak.

TABAN FİYAT TALEBİ

Mayıs ayının gelmesiyle yaklaşık bir milyon çay üreticisinin geçimini sağladığı yaş çay alım fiyatının belirlenmesi konusunda değerlendirmelerde bulunan Hopa ve Kemalpaşa Ziraat Odası Başkanı Olcay Muti, basın mensuplarıyla bir araya gelerek çay üreticisinin beklentisine yönelik açıklama yaptı. Hopa ve Kemalpaşa Ziraat Odası Başkanı Olcay Muti, mayıs ayının gelmesiyle açıklanacak yaş çay alım fiyatlarına ilişkin, "Yaklaşık bir hafta önce Ulusal Çay Konseyi’nde bir grup iş insanı çay fiyatını 23 lira olarak belirlemiş, çay fiyatı 34 liranın altında olursa üretici zarar eder. Bu fiyatı belirleyenler, kendi çıkarlarını düşünerek hareket ediyor" dedi.

∗∗∗

SOĞAN ÜRETİCİLERİ İSYAN BAYRAĞI AÇTI

Soğan üreticileri, hükümetin verdiği sözleri tutmaması ve artan maliyetlerle düşük alım fiyatları nedeniyle iktidarı protesto etti. Hükümete seslenen üreticiler, girdi kredi borcuyla traktör aldıklarını söyledi.

Soğan üreticileri, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığının verdiği sözleri tutmaması üzerine bugün Hatay’da eylem yaptı. Soğan Üreticileri ve Tedarikçileri Derneği Başkanı Reşit Kaya, “Hükümetimiz bize ‘Üretmeyin’ demiş, biz bunu 7 senede zor öğrendik. Hükümetimiz bize bunu direk söyleyebilirdi, biz üreticiyiz” dedi.

Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde soğan üreticileri, artan maliyetlere ve düşük alım fiyatlarını protesto etti. Hatay’ın Reyhanlı ilçesi Akyayla köyünde Soğan Ve Patates Üreticileri Derneği öncülüğünde çiftçiler, artan maliyetlere ve düşük alım fiyatlarına ilişkin eylem yaptı. Tepki olarak soğanlarını döken üreticiler, yaşadıkları sıkıntıları anlattı. Hükümete seslenen üreticiler, girdi maliyetlerinin çok yüksek olduğunu, her şeyin ithal edildiğini, kredi borcuyla traktör aldıklarını söyledi.

CHP Tarım ve Orman Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Erhan Adem, yaptığı yazılı açıklamada, “Soğan üreticilerinin isyanı, AKP iktidarının yıllardır süregelen tarım politikalarının çöküşünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Üretici, alın terinin karşılığını alamıyor, maliyetinin altında fiyatlarla boğuşuyor, ithalatla eziliyor. Geçtiğimiz haftalarda sesini duyurmak için eylem kararı alan üreticilere, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı tarafından ‘Gereğini yapacağız’ diyerek müdahale edilmiş ancak bu sözler, alışıldık şekilde, yine tutulmamıştı. Bu tavır, iktidarın üreticiye verdiği hiçbir sözü tutmadığını, çiftçiye olan ilgisinin sadece günü kurtarmakla sınırlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur” ifadesini kullandı.

∗∗∗

HER YERDE PROTESTO

Ülke geneline yayılan eylemler soğan üreticileri ve emekliler ile sınırlı kalmadı. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) karşısındaki Ahlatlıbel Parkı’nda bir araya gelen yurttaşlar, sokak hayvanlarının toplanması, barınaklara kapatılması ve öldürülmesi gibi uygulamalara yasal zemin hazırlayan 7527 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun iptali gündemiyle bir günlük nöbet eylemine başladı.

Koç Holding’in düşük zam teklifine tepki gösteren TÜPRAŞ işçileri ise Petrol-İş Sendikası Kocaeli Şubesi yönetiminin de katılımıyla yürüyüşe başladı. Polis, biber gazı ile işçilere müdahale etti.

Fotoğraf: Evrensel

BİRGÜN

Barış Pehlivan'a hapis cezası -Cumhuriyet-

Gazeteci Barış Pehlivan'a yargılandığı dava sonucu 'haberleşmenin gizliliğini ihlal' gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi.

Sosyal medya hesabından cezayı duyuran Pehlivan şu ifadeleri kullandı: ''Bugün 1 yıl 3 ay hapis cezası aldım.  

Nedenini paylaşmak istiyorum: 

Kilis Adliyesi’nde görev yapan bir savcı var. 

Savcı olmadan önce AKP'nin Şehitkamil ilçesinin başkanıydı. AKP’nin ilçe başkanıyken trafikte tartıştığı bir adamı silahla vurup, yaraladı. Ayrıca, FETÖ'nün hakim ve savcı adaylarını yargıya soktuğu ortaya çıkan ve 15 Temmuz’da KHK ile kapatılan Müdafaa Demokrasi ve Hukuk Derneği'nin 31 Mart 2016'ya kadar üyesiydi. 

Ben bu savcıyı aradım, kendimi tanıttım, kendisiyle ilgili haber yapacağımı belirttim. Bununla birlikte, yanıt hakkına saygım gereği sorularımı ilettim. O da açık açık yanıt verdi. Tüm bu bilgileri ve sorularımın yanıtını Cumhuriyet gazetesinde yayımladım.

https://cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-pehlivan/bir-cumhuriyet-savcisinin-itiraflari-1989474

''İTİRAZ ETTİK''

Lakin, bu savcı benden şikayetçi oldu. Olabilir. Garip tarafı; İstanbul’da yaşamama, gazetemin merkezi İstanbul olmasına rağmen dava Kilis’te açıldı. İtiraz ettik, kabul edilmedi. 

Sözün özünde; hiçbir kelimesi yalanlanamayan yukarıdaki yazımı, yazının aktörü savcının mesai arkadaşları yargıladı. 

“Arkadaşlar” arasında gerçekleşen bu davada da bugün karar çıktı. Sonuçta “haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçundan 1 ay 3 hapis ile cezalandırıldım. 

''BU SUÇU NASIL İŞLEDİĞİMİ BİLMİYORUM''

Bu suçu nasıl işlediğimi bilmiyorum. Bugünün yargı sisteminde bu bu haklı sorumun bir anlamı olmadığını da biliyorum. 

Az daha unutuyordum… 

Savcının arkadaşı hakim bey, bir de beni bazı haklarıma yasak koymuş: Seçme, seçilme hakkı vs. En ironiği ise böylesi bir profilin savcı olduğu memlekette benim kamu görevinde çalışmamı da yasaklamış. 

Öyleyken böyle… Bu da geçer.'' 

                                                 ***

CHP mitingine karartma! Başarır: ‘Ambleminde ampul olan bir parti on binleri karanlıkta bıraktı’ + Ekrem İmamoğlu'nun X hesabına erişim engeli geldi! -Cumhuriyet-

CHP mitingine karartma! Başarır: ‘Ambleminde ampul olan bir parti on binleri karanlıkta bıraktı’ 

CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, aydınlatma cihazlarının olduğu aracın miting alanına girmesinin engellendiğini bildirdi. Başarır “Ambleminde ampul olan bir parti on binleri karanlıkta bıraktı. Aydınlatmaların olduğu aracımızı buraya almıyor” dedi.

CHP, Beyazıt Meydanı'nda 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitingi düzenledi.

Aydınlatma cihazlarının olduğu aracın miting alanına alınmadığını bildiren Başarır, "Ambleminde ampul olan bir parti on binleri karanlıkta bıraktı. Aydınlatmaların olduğu aracımızı buraya almıyor. Özgür Karabat ile aracın önüne geçtik, alanı aydınlattık. Olacak şek mi? Buradaki insanları karanlıkta bırakmanın kime faydası var? Bir gün otobüsü almazsınız, bir gün ışıkları almazsınız, bir gün su getirmezsiniz... Gördüğünüz gibi alan aydınlandı. Onlar ne kadar karartırsa karartsın biz meydanı da Türkiye'yi de aydınlatacağız" dedi.

“BİZİM GÖREVİMİZ BU ÜLKENİN ÖNÜNÜ AÇMAK”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Özgür Karabat, "Karanlıklar geçici. Meydanların güvenliğini sağlaması gerekenler, meydanın aydınlanmasını engelliyorlar. Dolayısıyla gittik, alana sokmadıkları aydınlatma aracını alana aldık. Bu sayede en azından alanın bir kısmının aydınlanmasını sağladık. Şunu söyleyeyim: Türkiye'de vatandaşın yolunu karartabilirler, kapatabilirler ama bizim görevimiz bu ülkenin önünü açmak." şeklinde konuştu.

                                                    ***

Ekrem İmamoğlu'nun X hesabına erişim engeli geldi! 

Ekrem İmamoğlu'nun eski adıyla Twitter, yeni adıyla X sosyal medya platformu hesabına erişim engeli getirildi.

CHP'nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun eski adıyla Twitter, yeni adıyla X sosyal medya platformu hesabına erişim engeli getirildi.

İmamoğlu'nun X hesabına erişim engeli getirildi. İmamoğlu'nun profiline girildiğinde "Yasal talep doğrultusunda, TR sınırları içindeki @ekrem_imamoglu için erişim engellendi" ifadeleri yer alıyor. 

Söz konusu karara yurttaşlar sosyal medya hesaplarından tepki gösterdi. 

Silivri Cezaevi'nde bulunan Ekrem İmamoğlu, diplomasının iptal edilmesinin ardından tutuklanmasıyla birlikte Türkiye'nin dört bir yanında süregelen protestolar devam ederken, sıkça sosyal medya hesabından paylaşımlar yapıyor, mesajlarını iletiyordu. 

                                                           ***

Cumhuriyet




Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -22 Ekim 2025-

  Aleviler dinsizdir, cinlerle birliktedir': İlkokul öğrencilerine ayrımcılık yargıya taşınacak -Aslı İnanmışık- "Mezhepsel ayrımcı...