İngiliz turistin kalbi nerede+Sinyaliniz varsa suçlusunuz!+Sesini duyuramayan bir babanın feryadı (Murat Ağırel-Cumhuriyet)

 

İngiliz turistin kalbi nerede -Murat Ağırel-

Bugün size rahatsız edici bir olayı anlatacağım. Belki yazım yayımlanana kadar Türkiye’nin gündemine oturacak fakat ben bu satırları yazdığımda henüz pek gündem olmuş değildi.

İngiltere ve Türkiye ayağı olmak üzere tüm belgelerini topladım.

Adı: Beth Martin...

Genç bir İngiliz kadının trajik ölümü İngiltere’yi şoka uğrattı. Bu ölümün Türkiye ile olan bağlantısı ise uluslararası bir kriz başlatmak üzere.

Anlatayım.

Beth Martin estetik ameliyatı olmak için Türkiye’ye gelmek üzere yola çıktı. Uçağa binmeden önce bir Çin lokantasında yediği yemek sonucunda mide bulantısı yaşadı. Uçağa binmeden önce kustu. Ama yine de Türkiye’ye gelmekten vazgeçmedi.

Ancak sıradan bir tıbbi yolculuğu korkunç bir uluslararası gizeme dönüştüren bu olay, uçaktaki talihsiz bir rahatsızlıkla başlayıp İngiltere’de yapılan ikinci otopside Beth’in kalbinin kayıp olduğunun dehşet verici keşfiyle sonuçlandı.

Beth’in Türkiye’ye yolculuğu, uygun fiyatlı estetik ameliyatı arayan birçok kişi için tanıdık bir hikâyeydi. Ancak bu kez işler beklendiği gibi gitmedi. İddialara göre, uçuş sırasında defalarca kustu. Belirtiler Türkiye’deki otele yerleştiğinde de devam etti ve kısa sürede hastaneye kaldırılmasını gerektirecek kadar kötüleşti.

Tüm müdahalelere rağmen, Beth Martin genç yaşta hayatını kaybetti. Bir estetik hayali, ne yazık ki trajik bir sona dönüştü.

Açıklanamayan ölümlerde standart prosedür gereği otopsi yapıldı. Bu otopsi sonrasında Beth’in naaşı, ailesinin isteği üzerine İngiltere’ye nakledildi.

İşte bu noktada, şüpheler ve acı dolu bekleyiş, akıl almaz bir gerçeğe dönüştü. Ailenin talebi üzerine yapılan ikinci otopsi sırasında, İngiliz doktorlar şok edici bir gerçekle karşılaştılar: Beth Martin’in kalbi vücudunda yoktu. Bu bulgu, sadece Beth’in ailesini değil, tüm kamuoyunu derinden sarstı.

Ortaya atılan “en iyimser” açıklama, Türkiye’de yapılan ilk otopsiden sonra yerine konmadığı yönünde, ki bu bile başlı başına oldukça rahatsız edici bir durum. Ancak herhangi bir resmi açıklamanın olmaması, çok daha ihmalkâr şeylerin olduğu korkusunu körüklüyor.

İngiltere’de yapılan bu açıklama İngiliz medyasında geniş yankı uyandırdı. Birçok ana akım gazete, “missing heart” (kayıp kalp) başlıklarıyla olayı detaylı bir şekilde işledi. Haberler, sadece Beth’in ölümünü değil, aynı zamanda bu organın nasıl kaybolduğuna dair derin endişeleri de beraberinde getirdi

İngiltere’de, Beth’in yaslı ailesine destek olmak için başlatılan bir bağış kampanyası büyük başarı elde etti ve sadece birkaç gün içinde 200 bin sterlinden fazla para toplandı. Bu durum, kamuoyunun şokunu ve empati hissini, aynı zamanda da adalet ve cevap arayışını vurguluyor. Olayın vahameti, uluslararası alanda da yankı bulmuş durumda.

Yaşananların ardından Sağlık Bakanlığı apar topar açıklama yaptı.

Açıklamada “Beth Martin, hastanedeki tedavisi sürecinde hiçbir cerrahi işlem geçirmediği gibi herhangi bir organının çıkarılması da söz konusu değildir. Savcılık ön otopsinin ardından Martin’in Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmesine ve klasik otopsi yapılmasına karar vermiştir” ifadeleri yer aldı.

Devamında da özetle şu ifadeler yer aldı:

“Beth Martin eşiyle birlikte İngiltere’den İstanbul’a geldiği sırada uçakta rahatsızlanmış, eşinin beyanına göre; mide bulantısı ve kusma şikâyeti yaşamıştır.

Ailesiyle birlikte yerleştikleri otelde durumu ağırlaşan Martin, ambulansla Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servisine kaldırılmıştır. Crohn adıyla bilinen ince bağırsak hastalığı bulunduğu öğrenilen, karaciğer fonksiyon testleri yüksek sonuçlanan ve tansiyonu düşük seyreden hastaya ‘toksik hepatit ve septik şok’ tanıları konulmuştur.

Tetkik ve ilk müdahalelerin ardından yoğun bakımda tedavi altına alınan hasta, ‘çoklu organ yetmezliği nedeniyle gelişen kalp durması’ nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Adli vaka prosedürü ve eşinin de bu yöndeki talebi doğrultusunda hastanede, ön otopsi, kesi yapılmadan, gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyet savcısı ve Adli Tıp doktorunun katılımıyla gerçekleşen ön otopsideki mevcut bulgularla, Martin’in kesin ölüm sebebi belirlenememiştir.

Beth Martin, hastanedeki tedavisi sürecinde hiçbir cerrahi işlem geçirmediği gibi herhangi bir organının çıkarılması da söz konusu değildir.”

Bu durum şüpheleri daha da artırdı.

Genç kadının kalbi nerede?

İngiltere savcılığının talimatı ile Dr. A Al-Adri isimli doktor tarafından yapılan otopsi sonucunda kalbin yerinde olmadığı tespit edilmiş ve raporda da belirtilmiş.

Beth Martin’in ailesi ve uluslararası toplum, ne olduğunu bilmeyi hak ediyor. Bu vaka sadece tıbbi bir trajedi değil; aynı zamanda derin bir etik ve lojistik kriz yaratmış durumda. Hem tıbbi muayeneler sırasında hem de otopsilerde uygulanan prosedürler ve protokollere ilişkin ciddi soruları gündeme getiriyor.

Beth Martin’in, ailesinin ve sağlık turizminin itibarının iyiliği için, bu soruların kesin ve gecikmeksizin yanıtlanması gerekiyor.

Gerçek, ne kadar rahatsız edici olursa olsun, ortaya çıkmalı...

                                                           /././

Sinyaliniz varsa suçlusunuz!-Murat Ağırel-

İnsan dönüp bakıyor da... 

Ne hale geldik, diyor. 

Daha geçen hafta adalet bakanı ve yargı temsilcileri çıkıp “hukukun üstünlüğü”, “ifade özgürlüğü” diye basına açıklama yapıyordu. Bugün ise gazeteciler, ellerinde tek bir delil bile olmadan baz istasyonu sinyaliyle suçlanıyor! 

İddiayı anlatayım. 

Malum, günlerdir İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinden bir operasyon yürütülüyor. 

Sözde, belediye yetkilileri ve bazı firma sahipleri, gazetecilere her ay para veriyormuş, böylece medyaya yön veriyorlarmış. 

Ne belge var, ne somut delil. 

Sadece bir tanık çıkıyor, “Bana öyle söylediler” diyor. 

Savcılık da bunu ciddiye alıyor, “Kim kiminle görüşmüş bakalım” diye baz ve HTS kayıtlarını istiyor. 

Sonra ne oluyor? 

O iddialar, hemen bir yandaş gazetenin manşetine taşınıyor: 

“Medyaya para dağıtmışlar, gazetecilerle toplantılar yapmışlar.” 

Hadi diyelim bunu da gördük. 

Sonrası daha vahim... 

Trol hesaplar devreye giriyor. Aynı cümlelerle, aynı görsellerle sosyal medya bombardımanı başlıyor. Bu hesapların, iktidarın lehine her propagandada sahneye çıktığını zaten biliyoruz. 

Bu da yetmiyor... 

Sözde gazeteciler, siyasiler, şahsi hesaplaşma peşindeki bazı isimler de devreye giriyor. 

Gazetecilere iftiralar atılıyor, itibarsızlaştırma kampanyası büyütülüyor. 

Suçlanan gazeteciler hemen açıklama yaptı. 

Ne o isimleri tanıyorlar, ne de o toplantılara katılmışlar. 

Ama kim dinliyor? 

Troller çoktan “suçlu ilanını” yapmış bile. 

İş bununla da kalmıyor. 

Tarih tarih, saat saat baz verileri sosyal medyaya sızdırılıyor. 

Doğru mu yalan mı o bile belli değil. 

Hani şu sadece savcılıkta olması gereken kişisel veriler... 

Bir gecede linç kampanyasının parçası haline getiriliyor. 

Ne diyorlar? 

“Şu gazeteci o gün o saatte aynı bazdan sinyal vermiş, kesin suçlu!” 

Kadın gazetecilere ise alçakça imalarda bulunuyorlar. 

Bunun adı itibar suikastıdır, başka bir şey değil! 

Bir baz istasyonu kilometrelerce alanı kapsar. 

O bölgeden geçen herkesin telefonu aynı bazdan sinyal verir. 

O zaman Ankara’da Bakanlıklar’dan geçen herkes, Meclis çevresinde yürüyen herkes şüpheli mi olacak? 

Büyükşehirlerde metrelerin ilçe değiştirdiği bir ortamda bu nasıl bir delil olabilir? 

Gazeteciler zaten hedefte. 

Mafyalar, çeteler, karapara aklayıcıları, tehdit mesajlarıyla kapımıza dayanıyor. 

Şimdi de sosyal medyada troller ve tetikçilerle kumpas kurmaya çalışıyorlar. 

Varsa somut delil, yargı gerekeni yapar. 

Ama iftirayla, trol saldırılarıyla gazeteci karalama kampanyasına da bir dur demek gerekiyor. 

Buradan açık söylüyorum: 

Bu gazetecileri susturma operasyonudur. 

Bu yargıyı siyasetin sopası yapma girişimidir. 

Bu “Kimse konuşmasın, yazmasın” demektir. 

Suçlanan meslektaşlarımızın isimlerini tekrar etmeye utanırım. 

Çünkü onların ömrü, halkın haber alma hakkı için mücadeleyle geçti. 

O yüzden bu itibarsızlaştırma kampanyasının hesabı sorulmalı! 

Bu ülke, trol ordularının, manşet tetikçilerinin, hukuk tanımazların eline bırakılmayacak kadar güzel bir ülke. 

Ve biz bu ülkeyi bırakmayacağız, gerçekleri yazmaya devam ederek savunacağız. 

Biz gazeteciyiz, buradayız.

                                                 /././

Sesini duyuramayan bir babanın feryadı -Murat Ağırel-

Size bugün Türkiye’de yaşayan insanımızın nasıl bir cendere içerisinde kaldıklarına örnek olacak bir olay anlatacağım.

Hani televizyonlarda sabah akşam konuşulup üzerine köşe yazıları, kitaplar yazılan dertlerimiz var ya, işte onların hepsi gerçek sorunların üzerini kapatmak için.

Bugün bir sorunumuz varsa yoksulluk sorunumuz vardır, ahlaksızlık sorunumuz vardır, hukuksuzluk sorunumuz vardır. İdeal bir hayat yaşayamıyoruz, çocuklarımız yeterli miktarda et yiyemiyor, tatil, spor yapamıyor. Bugün 0-5 yaş arası çocuklarda ve orta yaş yetişkinlerin büyük bir çoğunluğunda D vitamini ve demir vitamini eksikliği var.

Yeterli kalitede eğitim hizmeti alamıyoruz, gençler test kitabı alamıyor. Okumak için bir roman almak istese 250 liradan başlıyor.

Çiftçi toprağını ekmiyor. Kanada menşeili kuru fasulye ve nohut, Bangladeş menşeili tuz, karabiber ve baharatlar, Vietnam’da dikilmiş tişörtler giyiyoruz.

Neden?

İyi beslenemeyen, iyi yetişmeyen, iyi giyinmeyen dolayısıyla iyi yaşamayan bir toplumun en büyük sorunu nedir, sağlık.

Peki, orada vatandaş ne halde haberiniz var mı? Bu satırları mermer salonlarında siyasetçilik oynayanlara yazıyorum, halk zaten içinde bulunduğu vaziyeti biliyor.

Bakın bir baba düşünün...

Henüz daha 2023 doğumlu küçücük oğlunun dünyayı sessizliğe mahkûm yaşamaması için çırpınıyor. Alperen daha minicik bir çocuk. Hayatı boyunca hiçbir sesi duyamamış, annesinin ninnisini, babasının “oğlum” diye seslenişini işitememiş bir evlat.

Doğuştan iki kulağında da ileri derecede işitme kaybıyla dünyaya gelen Alperen Bakırtaş için umut ışığı İstanbul’da yanıyor.

Baba Haydar Bakırtaş, elinden tutup oğlunu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Prof. Dr. Murat Dilmener Hastanesi’ne götürüyor.

Doktorlar umut veriyor, tarih veriyor: 8 Mayıs 2025.

O an ailenin sevinçten gözleri doluyor.

Ama daha gözyaşları kurumadan, kulakları duymayan evladının tedavisi için 127 bin lira istendiğini öğreniyor baba.

O an hayaller yerle bir oluyor.

Bir yanda evladı, bir yanda parası olmayan bir baba...

Diyorlar ki “Cihaz devletin karşılamadığı bir cihaz, ödemezseniz ameliyat yok!”

Baba çırpınıyor. Sağlık Bakanlığı’nı arıyor. Yetkililer diyor ki:

“Hayır, bu cihaz devletin karşıladığı bir cihaz. Bu para yasal değil.”

Ama hastane diretiyor:

“Parayı yatırmazsanız ameliyatı yapmayız.”

Yürek mi dayanır?

Baba sağa sola koşuyor, borçlanıyor, eşe dosta mahcup oluyor, 127 bin 342 lirayı denkleştirip yatırıyor.

Üstelik “bağış” adı altında...

Sözüm ona “şartlı bağış” yapmış oluyor. Sözüm ona gönüllüymüş gibi taahhütnameye imza attırıyorlar hem anneye hem babaya.

“Aksi takdirde işlem yapılamazmış.”

Düşünün, çaresizliğin içinde, evladı için her şeyi yapmaya razı bir anne baba... Nasıl itiraz etsinler?

Seslerini çıkarabilmişler mi? Hayır.

Çünkü evlatlarının “bir gün olsun sesini duymak” her şeyden daha değerliydi.

Hayati öneme sahip bir ameliyat olması gerekiyor çocuğunuzun. Üstelik bu ameliyatın 1 yaşında yapılması gerekirken hastane kaynaklı sürekli erteleme yapılmış ancak 2 yaşına geldiğinde tamam ameliyat ediyoruz demişler. Bu gecikme hem akranlarının gelişimine geri kalmasını hem de telafisi imkânsız mahrumiyetlerin oluşmasına sebep verecek bir durum.

Bugün bu ülkede, bir babaya evladı için bağış adı altında 127 bin lira zorla ödettiriliyorsa, o ses sadece Alperen’in değil, hepimizin boğazına düğümlenmiştir.

Bugün devlet “Ücret alınamaz” diyorsa ama bir hastane bunu görmezden geliyorsa, ortada çok daha büyük bir sorun var demektir.

“Koklear implant” ameliyatları ve cihazları, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanan işlemler arasındadır.

SGK’nin 2024 yılı Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) hükümleri çerçevesinde koklear implant cihazları ve ameliyat masrafları devlet hastanelerinde ücretsizdir. “Bağış” gibi gösterilen işlemler rıza dışı dayatma içeriyorsa, bu bağış değil haksız ödeme olur.

Taahhütname imzalatılması, yapılan işlemi hukuka uygun hale getirmez. Yasal olmayan bir talep, imzalanan belgeyle meşrulaştırılamaz. Baba bu hususta Bakırköy Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş ama halen oğlunun tedavisinin yapılmayacağını veya gereken özenin gösterilmeyeceğinden endişe duyuyor.

Başta, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu olmak üzere bu yazıyı okuyan yetkililere sesleniyorum:

Bu hukuksuzluğu görmezden gelmeyin.

Bu alınan ücretin hesabını sorun.

Alperen gibi binlerce çocuk sessiz kalmasın diye gerekeni yapın.

Ve sevgili okuyucum, lütfen unutma:

Bugün o baba başkası, o çocuk başkasının evladı olabilir.

Ama yarın o baba sen, o çocuk senin evladın olabilir.

                                                   /././

Yerli ve milli dolandırıcı holding-Timur Soykan / Birgün

Türkiye’de dolandırıcılık fırtınası dinmiyor. Adliyeler dolandırıcılık dosyalarıyla doldu. Son vaka ile; yerli, milli ve dindar dolandırıcılıkta yeni bir sayfa açıldı. Bu kez dolandırıcılık faaliyeti TV ekranlarında başladı. Kendini ekonomist olarak tanıtan Kaan Sarıaydın, 2020 yılından itibaren her hafta Osman Gökçek’e ait Beyaz TV kanalında programa katılıyordu. Çok sayıda TV ve Youtube kanalında siyaset ve ekonomi üzerine konuşuyordu.Yerli ve milli dolandırıcı holdingSarıaydın, çok sayıda TV ve YouTube kanalında siyaset ve ekonomi üzerine konuşuyordu.

Kaan Sarıaydın Beyaz TV’de program yapıyordu. Bu sayede sosyal medyada çok sayıda takipçiye ulaştı. Sosyal medya hesabında profil fotoğrafında süper kahraman şeklinde resmedilmişti. Tarkus Ticaret Analiz Danışmanlık Strateji isimli şirket kurdu.

KENDİNİ ‘METASOF’ İLAN ETTİ

Kaan Sarıaydın, Youtube videolarında 3. Dünya Savaşı’nın başladığını, milyarlarca insanın öleceğini ve kendisinin Türkiye’yi küresel savaştan karla çıkaracağını iddia ediyordu. Milliyetçi senaryolarına dini söylemleri de eklemişti. Kendisini ‘Metasof’ ilan eden Kaan Sarıaydın, “Metasophie ilmi aslen Hz. Ali Efendimize bahşedilmiş bir ilimdir. Hz. Ali Efendimizin ilmin kapısı olduğu Hz. Peygamberimiz tarafından vurgulanmıştır. Büyük finans kuruluşları bunu kullanıyor ve büyük sır olarak saklıyorlardı. Ben 25 yıl başarılı şekilde çalışınca bu sırrı bana verdiler ve Metasof oldum” diyordu. Bu ilimi Türkiye’ye karşı oynanan oyunları bozmak için kullanacağını savunarak şöyle devam etti:

“Bu Çanakkale’de savaşmış olmak kadar değerlidir. Metasofi yaşamda başarının anahtarıdır. İlimlerin en kadimidir… Rahmana götürür insanı.”

Metasophie masalıyla tarikat tipi yapılanmaya gitti.

Kaan Sarıaydın daha sonra ‘Anadolu Hareketi’ni başlattığını duyurdu. Kimse onun büyük bir dolandırıcılık havuzu oluşturduğunun farkında değildi. Medyada tanınıp sonra sosyal medya üzerinden temas kurduğu insanları ağına çekmişti. Artık elinin altında dolandırabilecek yüzlerce kişi vardı.

Kaan Sarıaydın, Metasofi ilmi sayesinde çok büyük kar edecekleri sistemi açıkladı:

Mavi Platform.

Türk devrimi yapacaklarını, Türk markalarının dünyaya yayılacağını anlatıp ‘Oğuzoğulları’, ‘Bozkurtlar’ vurgularından sonra “Türk’ün şahlanışında hep birlikte rol alacağız” diyordu

HAYALİ YATIRIMLAR

Kaan Sarıaydın ticaret, eğitim, sağlık, medya alanında yatırımlar yapacaklarını öne sürerek Mavi Platform’dan 25 bin TL’ye pay satmaya başladı. Online ders veren Mavi Dershane’nin kısa sürede 3 bin öğrenciye ulaştığını ve hedefin dünya çapında 5 milyon öğrenci olduğunu açıkladı. Tabii ki yalandı. Eğitim paketleri uydurmaydı. Mavi Hastane’nin de dünyada bir numara olacağı iddiasındaydı. Mavi Gazete isimli medya grubu kuracakları da vaatleri arasındaydı.

Paydaşlara hem Anadolu Hareketi’ne katılarak hem vatan milleti kurtaracaklarını hem de zengin olacaklarını anlatıyordu.

MAVİ AVM

Güya en büyük projesi Mavi AVM isimli dijital alışveriş merkeziydi.  İnternette kurulacak Mavi AVM’de 200 bin dijital dükkan olacağını vadediyordu ve 35 bin TL’ye bir pay satıyordu. Üç ay sonra sistem açıldığında bir payın 20 kat değerleneceği yalanını söylemişti.

SAHTE LANSMAN ŞOVU

26 Kasım 2023’te Kaan Sarıaydın İstanbul Levent’te düzenlediği lansmana yüzlerce kişi katıldı. Şık giyimli kadın ve erkekler şirket çalışanı rolü yapıyordu. Ellerinde fotoğraf makinesi ve kamera olanlar gazeteci rolüne bürünmüştü. Yiyecek ve alkolsüz içecek servisleriyle zenginlik havası oluşturmuşlardı.

Sahneye çıkan Kaan Sarıaydın, yanındaki kişiyi sağ kolu, şirketin genel koordinatörü olarak tanıttı ve adının ‘Çağatay’ olduğunu söyledi. Bu sırada kulaktan kulağa Çağatay’ın savcı olduğu, aynı zamanda istihbarata çalıştığı, devletin gizli görevlerine katıldığı yayılmıştı. Yüzlerce pay sattılar. Savcı Çağatay olarak tanıtılan kişinin sabıkalı dolandırıcı Uğur Akyol olduğunu kimse bilmiyordu.

Bu sırada sosyal medya hesaplarından sürekli reklamlar yayınlanıyordu.

Kaan Sarıaydın, lansmanı böyle duyurmuştu. 

BLUE AVM

Sadece bir ay sonra paydaşlara yeni bir proje için lansman yapacaklarını duyurdular. Mavi AVM projesinin çok başarılı olduğunu, dünyada yankı uyandırdığını ve Blue AVM adıyla Körfez ülkelerinde bir yatırıma başladıklarını anlatıyorlardı.

Katarlı zengin iş insanı Hilal Nessawor Sheikh’in projenin yüzde 49’unu satın alacağına dair yalanları sıraladılar.

Bu lansmanın afişlerinde ‘İlk lansmana sayılı günler ve sayılı kontenjan kaldı. Bu fırsatı kaçırmayın’ yazıyordu. Afişte Kaan Sarıaydın’ın yanı sıra Katarlı iş insanı olduğu söylenen Hilal Nessawor Sheikh’in fotoğrafı vardı. Şöyle yazılmıştı:

‘Mr. Hilal sizler için geliyor.’

İkinci lansman afişinde sahte Katarlı bile vardı.

24 Aralık 2023’teki lansman yine Levent’teki gösterişli salonda yapıldı. Kaan Sarıaydın ve Çağatay, Blue AVM’deki dijital dükkanların tanesini 29 bin TL’den satacaklarını ve sadece 10 gün sonra 290 bin TL vererek geri alacaklarını söyledi. Proje devlet destekli olduğu için bu kadar kar sağladıklarını anlattı. Sahneye Katarlı iş insanı olarak tanıtılan Mr. Hilal de çıktı. Aslında İngiltere’de yaşayan bir Bangladeşli’ydi.  Çok sayıda sözleşme imzalatıp para topladılar.

OYALAMA TAKTİKLERİ

Tabii ki inanılmaz kar paylarını dağıtmadılar. Sadece birkaç kişiye küçük ödemeler yapıp çok sayıda kişiye şöyle mesaj gönderdi:

“Çok fazla talep oldu ve yeni vergiler getirildi. Bu nedenle size yeni çıkacak kendi kripto paramız üzerinden ödeme yapacağız. Blue AVM satışlarını durdurmuştuk. Mahcubiyetimizi giderme adına tekrardan Blue AVM’den aynı fiyata 29 bir TL’den alım yapabilirsiniz. Allah’a emanet olun.”

Evet; bu açıklamadan sonra da Blue AVM’den dükkan satın almak için 29 bin TL verenler oldu.

Ödemeler yine yapılmamış, Mavi AVM ve Blue AVM açılmamıştı. Parasını kaptıranlar yeni vaatlerle bataklığa çekiliyordu. Kaan Sarıaydın bu kez mesajında ödemeleri 580 bin TL olarak yapacağını anlattı ve şöyle yazdı:

“29 bin TL’ye yeni pay satın alabilirsiniz. Allah’a emanet olun.”

Evet; yine para verenler oldu.

Oyalama taktiklerinin sonu gelmiyordu. Aylar sonra Kaan Sarıaydın “Toplam 657 milyon TL ödeme yapacağız. İngiltere’deki banka meblağ çok yüksek olduğu için projeyi inceliyor. Meşakkatsiz, zahmetsiz rahmet olmuyor. Sabır her şeyin ilacıdır, Allah kerimdir. Allah’a emanet olunuz” diyordu.

DİJİTAL PARA

Dolandırıcı sarmalı artık sınır tanımadan devam ediyordu. İnternet alışverişinde kullanmak için ‘Tarkan’ isimli kendi dijital paralarını geliştirdiklerini söyleyip bunun içinde paydaşlardan para topladılar. Çağatay’ın mesajında şöyle deniliyordu:

“Bu kripto paradan pay almak için paydaşlara öncelik tanınacaktır. Allah bizleri muzaffer kılsın, şimdiden sizlere de hayırlı olsun.”

TOGG TUZAĞI İLE ARABALARI DA GİTTİ

Günler sonra paydaşlara bir mesaj daha gönderildi. 200 bin dükkan olan dijital AVM’lerin tabii ki büyük kargo şirketine de ihtiyacı olacaktı.

Paydaşlara teklifleri şöyleydi:

“Mavi Kargo için araçlar satın alacağız. Sizin ikinci el araçlarınızın satışı için bize vekalet verin. Biz araçları alıp kargoda kullanacağız. Devlet projesi olduğumuz için bize yerli ve milli TOGG marka araçlar verilecek. Bu TOGG’ları size vereceğiz.”

Tabii ki TOGG’lar da hiç gelmedi. Paydaşlar paralarından sonra otomobillerini de kaybetti. Hatta son mazeret gerçekten efsaneydi. Yerli ve milli TOGG’ların gümrükte takıldığını söylediler.

Bu mesajlarla insanların arabalarını aldılar, TOGG’lar tabii ki yoktu.

HEDİYE MERCEDES AMA BİR ŞARTLA

Henüz TOGG’lar teslim edilmemişken yeni olta attılar. TOGG alamayanların gönlünü almak için paydaşlara Mercedes E200 için kura çekeceklerini söylediler. Mercedes kurası yine çok sayıda paydaşa çıktı. Tabii ki yine lojistik, vergi ve gümrük masrafları için küçük bir ön ödeme yapılması gerekiyordu.

Bu sırada ‘Çağatay’ ortadan kayboldu. Kaan Sarıaydın, Çağatay’ın Katar ve Avrupa ülkelerine yatırım için gittiğini anlatıyordu. Aslında başka bir olay nedeniyle nitelikli dolandırıcılıktan ceza almış ve hapse girmişti.

APLİKASYON BOŞ ÇIKTI

Küçük ödemeler, yalanlar ve daha büyük vaatlerle aylar geçti. Dolandırıcılar yeni hamlelerini yaptılar ve dijital AVM’lerin aplikasyonunun tamamlandığını söylediler. ABD’den onay beklediklerini ve Mavi AVM aplikasyonunu telefonlarına indirebileceklerini bildirdiler. İçinde çok sayıda uluslararası ve Türk markasının amblemi görünen aplikasyon henüz hizmete açılmamıştı ve dolandırıcılar “Kısa sürede aktif hale gelecek” diyordu.

Hiçbir alt yapısı olmayan aplikasyon ile kandırdılar.

HEDİYE DİYEREK PARALARI ÇARPTILAR

Paydaşlara gelen mesajda dijital AVM’nin yazılım kodlaması yapılırken algoritmada 400’den fazla dükkan oluşturduklarını anlatıyorlardı. Kaan Sarıaydın’ın bunu kendisi için kullanmayı ahlaki bulmadığı anlatılan mesajda 400 payı paydaşlara hediye olarak vereceklerini söylüyorlardı. Ama ticaret yasaları gereği bunu bedelsiz veremeyeceklerini anlatarak özetle “Siz bize pay ödemelerini yapın, biz 10 gün sonra parayı iade edeceğiz. Sizde daha sonra hediye olarak aldığınız bu payları 250 bin TL’ye satacaksınız” denildi.

Evet; bu tuzağa da düşenler oldu.

HAYALİ GÜMÜŞ KÜLÇELERLE VURGUN

Dolandıracak insan havuzu oluşturan şebeke, sürekli yeni yöntemlerle sahneye çıktı. ‘Paydaşlara yeni fırsat’ diyerek bir kez daha yem attılar. Cumhuriyetin 100. yılı nedeniyle Atatürk baskılı bir kiloluk gümüş külçeyi çok uygun fiyattan paydaşlara vereceklerini söylediler. Bir kilo gümüş külçenin piyasa değeri 19 bin 500 TL’ydi ve onlar paydaşlara 12 bin 500 TL’den verecekleri yalanını atmıştı.

Çok sayıda paydaştan 12 bin 500 TL topladılar. Külçeler gelmeyince yanıtları hazırdı:

“Maliye Bakanlığı devreye girdi. Katar gönderdiği gümüşleri geri çekti. Biz gemiyle tekrar yolladık ama hava muhalefeti var.”

Ne o gemi ne de gümüş külçeler geldi. Yine birkaç paydaşa ödeme yaparak yüzlerce kişiyi aylarca oyaladılar.

Gümüşlerin sadece görseli vardı ama dolandırıcılar yine paraları topladı.

İNANILMAZ KREDİYLE KANDIRDILAR

İnanılmaz kredi vaadiyle vurguna devam ettiler. Uluslararası lisans aldıklarını ve Türkiye, Avrupa ve Körfez ülkelerinden destek ve hibe onayı çıktığını anlattılar. Dünya Bankası’ndan da Kaan Sarıaydın’ın Tarkus Şirketi’ne kredi çıktığını söyleyip imkansız kredi koşullarını şöyle sıraladılar:

“500 paydaşa sıfır faizle100 bin TL ile 2 milyon TL arasında kredi verilecek. Yarısı hibe. Diğer yarısı iki yıl ödemesiz, sonrasında 60 ay vadeyle ödenecek. Kredi kullanmak isteyenler kredi miktarının yüzde 10’unu teminat olarak Kaan Sarıaydın’ın Tarkus Şirketi’ne yatırması gerekiyor.”

İmkansız kredi için ‘Son saatler’, ‘Sonra gönül koymayın’ gibi mesajlar paydaşlara yağıyordu. Tabii ki teminatlar dolandırıcıların kasasına girdi ve krediler hiç gelmedi.

MAVİ KENT, MAVİ İNCİ

Artık dolandırıcılar her gün yeni bir yöntemle paydaşlara çullanıyordu.  Bu kez Dijital Anadolu Hareketi’nin reklam için ayırdığı bütçeyi yurt dışında bir ortağın üstlendiği müjdesiyle işe giriştiler. Güya; Kaan Sarıaydın bu bütçeyi şirketine aktarmayı ahlaki bulmamış ve paydaşlara yeni bir fırsat sunmayı uygun görmüştü. Reklam bütçesini kullanarak Antalya ve İzmir’de müteahhit firmalarla anlaşma yaptıklarını söylüyorlardı. Kazılmış bir arazi videosu ile villa çizimleri gönderdiler. Tuzağa düşen paydaşlarla yaptıkları görüşmelerde 48 bin TL ödeyenlerin villa sahibi olabileceğini anlatıyorlardı. Yine paraları topladılar.

KAÇIŞ VAKTİ GELDİ

Her dolandırıcılık olayında olduğu gibi bir süre sonra Kaan Sarıaydın da telefonlara yanıt vermemeye başladı. Kimse ona ulaşamıyordu. Şirket adresi olarak gösterilen yere gidenler boş binayla karşılaştı. Üstelik iki yıldır burası kullanılmıyordu. Paydaşlar, Kaan Sarıaydın’ın şirketinde yüzlerce kişinin çalıştığını zannediyordu. Oysa şebeke sadece birkaç kişiydi.

Bazı mağdurlar sonunda Kaan Sarıaydın’ın evini buldu. Kaan Sarıaydın, Çağatay olarak tanıttığı kişinin aslında Uğur Akyol olduğunu ve kendisinin de bu kişiyi savcı, devlet görevlisi zannettiğini anlattı. “Ben de mağdurum, beni de kandırdı. Paraları kaçırdı” dedi. Hatta Uğur Akyol ve onun yanındaki kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Kendisini suçtan kurtarmaya çalışıyordu.

172 MAĞDURLU DİLEKÇE

Mağdurların baskısı sonucu Kaan Sarıaydın, kayıtları, bilgisayarların ve aplikasyonun şifrelerini verdi. Mavi AVM ve Blue AVM yazılımları ile aplikasyonlar sadece göstermelikti, bomboştu. İddiaya göre; yurt içi ve yurt dışından yüzlerce kişi tuzağa düşürülmüş, 700 milyon TL  vurgun yapılmıştı. Paranın kripto paraya çevrilerek yurt dışına çıkarıldığı öne sürüldü. Kaan Sarıaydın’ın da yurt dışına kaçtığı iddia ediliyor. Uğur Akyol ise bu süreçte cezaevinden tahliye olmuştu.

Avukat Ayşe Ayliz Korkmaz ve Avukat Naz Esra Özdemir’in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunduğu dilekçede 172 mağdur yer aldı. Toplam mağdur sayısı bilinmiyor ama binlerce kişinin mağdur olduğu tahmin ediliyor. Avukatlar, Kaan Sarıaydın, Uğur Akyol ve şebekenin içindeki 12 kişiden şikayetçi oldu.

MAĞDURLAR ANLATIYOR

Mağdurlarla konuştum. Dolandırıcıların hep nabza göre şerbet verdiği anlaşılıyor. Hamburg’da yaşayan dindar mağdur, dini anlatımlara kanmış ve 30 bin eurosu gitmiş. Milliyetçi Orhan bey, “Vatana millete faydalı olmak istedim. Anadolu Hareketi’ni desteklemek için para verdim. Bütün param gitti” diyor. 1 milyon 300 bin TL kaptıran Mustafa bey ise “Çevremden borç bulup bu kişilere para verdim, otomobilimi verdim. Bu Çağatay hepimizi hipnotize etti. Sanki cinleri vardı. Herkes hakkında bilgisi olan biri. Böyle bir tezgaha düşeceğim aklımın ucundan geçmezdi” diye konuştu. Kanada’da yaşayan ve yılın sadece belli bölümü Türkiye’ye gelen çift ise 30 bin euro para verdiklerini ve tek kuruş geri alamadıklarını anlatıyor.

Bu haberi okuyanların bir kısmı, “Bu insanlar da çok saf, müstahak” diye düşünecek.

Ama öyle değil.

Burası kimsesizler cumhuriyeti. Türkiye’de yaşamak vahşi bir dolandırıcı ormanında hayatta kalmaya benziyor. Artık sadece avlar ve avcılar var. Dolandırıcılık dosyaları mahkeme raflarını dolduruyor ve çoğu davanın açılması bile yıllar sürüyor. Oysa devlet tedbirler alsa bu vurgunlar önlenebilir ve insanlar paralarını kaptırmadan müdahale edilebilir.  Televizyonda, sosyal medyada bir siyasi eleştiri yapılınca on kaplan gücünde olan devlet kurumları göz göre göre ve bağıra bağıra yaşanan bu dolandırıcılık vakalarına gözlerini, kulaklarını kapatıyor.

                                                               /././

Taş Yapı’nın sahibi ‘rüşvet’ demişti, gerçek ortaya çıktı: İşte o belgeler+Pes dedirten tablo: ‘Baz’ suç, ‘masa’ masum!+‘İhale kralı’ Şimşek’in ortağı çıktı (Bahadır Özgür / halkTV)

 

Taş Yapı’nın sahibi ‘rüşvet’ demişti, gerçek ortaya çıktı: İşte o belgeler

Şişli’nin göbeğine her biri 37 katlı 4 tane rezidans dikmeye çalışan Taş Yapı’nın sahibi Emrullah Turanlı, tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu ve Resul Emrah Şahan’ı ‘çetecilikle’ suçladı. Bunu da Ekol TV’de geçen hafta canlı yayında yaptı. Bir takım belgeler gösterdi ve yasa dışı şekilde ‘ceza kılıfı’ altında kendinden 100 milyon dolar istendiğini ileri sürdü. Açık açık Şahan’ı da ‘irtikapla’ itham etti.

Peki gerçek öyle mi? İddiaların dayandırıldığı belgelerde ne yazıyor?

Turanlı’nın açıklamalarından sonra halktv.com.tr söz konusu belgelere ulaştı. ‘Rüşvetin belgesi’ olarak sunulan evraklar ilgili tüm kurumlarda bulunan, belediyenin resmi tutanaklarını içeren, mahkemeye sunulmuş para cezalarından oluşuyor.

Peki söz konusu para, Turanlı’nın ileri sürdüğü gibi ‘ceza kılıfı’ altında istenen bir rüşvet mi? Yoksa, yasalara göre belediyenin yapması gereken bir işlemin sonucu mu?
Gelin resmi belgelerden adım adım inceleyelim şimdi.

***

Öncelikle Turanlı’nın iddia ettiği gibi konu sadece CHP’li belediye ile arasındaki bir mesele değil. Taş Yapı’nın heyula gibi rezidanslarına karşı Şişlililer neredeyse 10 yıldan fazla süredir mücadele ediyor. Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve pek çok gönüllü avukat, uzman da davalar açtı. Belediyenin dava sayısı tam 16.

Bugüne kadar yürütmeyi durdurma kararları verildi, inşaat mühürlendi vs..

Yani ortada Turanlı-belediye arasında yaşanan bir kavga yok. Üstelik İmamoğlu 2019, Şahan 2024 yerel seçimlerinde iş başına geldi. Taş Yapı’nın projesi ise çeyrek asrı buluyor.

BELEDİYE HAYATİ EKSİKLİKLER TESPİT ETTİ

Şişli Belediyesi geçen yıl projenin inşaatını denetledi. 26 Nisan 2024 tarihli 003928 Sayılı 1 No’lu Yapı Tadil Tutanağı ile eksiklikler kayıt altına alındı. Ardından Şişli Belediye Encümeni’nin 9 Mayıs 2024 tarihli 2024/199 sayılı kararı ile Taş Yapı’ya, 967 milyon 56 bin 966 lira 67 kuruş idari para cezası kesildi.

Ceza size fazla mı geldi? Hemen mahkeme kararına bakalım. Yanıtı orada.

23.jpeg

Turanlı karara itiraz etti. İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nde yürütmeyi durdurma ve iptal davası açtı. Gerekçe olarak da ihtilafa konu parseller için şirketin ‘iksa ruhsatı’ aldığını, yetkinin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nda bulunduğunu, söz konusu ‘iksa ruhsatının’ belediyeye bildirilmesine rağmen yasa dışı şekilde ceza kesildiğini ileri sürdü.

Bu arada ‘iksa ruhsatı’ şu demek: Temel açma sırasında zeminin ve yapı inşaatı alanının özelliklerine göre ilk kazı aşaması olan derin kazı sırasında iksa sistemleri kullanılır. İksa sistemleri, genellikle yeraltı suyu geçemeyen ve kuru olan zeminlerde kayma riskini ortadan kaldırmak için uygulanır.
Belediye ise yasaya göre yetkinin kendilerinde olduğunu hatırlatıp, ‘iksa ruhsatı’nın da gönderilmediğini belirtti. Belediye ne tür yanlışlıklar tespit etti?

Doğrudan yapı tadil tutanağından aktaralım:

“İstanbul ili, Şişli ilçesi, Merkez Mahallesi, 10619 ada, 3 parsel sayılı taşınmazda yapılan yapıdaki incelemede kazık çapının 80 cm olması gerekirken 100 cm olarak, etriye aralıklarının 12/10 cm olması gerekirken 10/15 cm olarak imal edildiği, kazı çapı 80 cm olan kazıklarda, etriye aralıklarının 12/10 cm olması gerekirken 10/15 cm aralıkla imal edildiği…”

BİLİRKİŞİ DE HAKLI BULDU

Mahkeme konunun teknik olması sebebiyle bilirkişi tayin etti. Heyet inşaat alanında incelemeler yaptı ve mahkemeye şu görüşü sundu:

“Dava dosyasına sunulan aykırılıklara ilişkin fotoğraflarda etriye aralıklarının 10 cm olması gerekirken 19-20 cm olduğu görülmektedir. Bu haliyle söz konusu etriyelerin doğrudan kazıkların taşıyıcı sistem güvenliğini sağlayan bileşenlerden olması nedeniyle en azından bu unsur yönünden yapı tadil tutanağında belirlenen tespitin teknik açıdan uygun olduğu değerlendirilmektedir.”

2.jpeg

Haliyle bilirkişi de belediyeyi teknik konularda haklı buldu.

Şimdi Turanlı’nın “100 milyon dolar istediler” derken kastettiği para cezasının nasıl hesaplandığını mahkemeye sunulan bilirkişi raporundan okuyalım…

Bilirkişi, İmar Kanunu’nun ilgili maddelerine göre para cezasının nasıl hesaplandığını en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Ve sonunda tek tek hesap yapıp cezasının yasal tutarını 963 milyon 703 bin 11 lira 60 kuruş olarak buluyor. Özetle bilirkişinin hesabı ile belediyenin hesabı arasında yalnızca 3 milyon 353 bin 955 lira 7 kuruş fark bulunuyor.

Mahkeme ne karar veriyor?

Eksiklikler dolayısıyla 3194 sayılı yasa uyarınca imar cezası verilmesi gerektiğinin açık olduğu belirtilirken, sadece cezanın dayandırıldığı madde hatalı bulunuyor. Bu yüzden cezanın yürütmesinin durdurulmasına, yapı tadil tutanağının iptali isteminin reddine oy çokluğu ile karar veriliyor. Bir üye karara itiraz ediyor.

Dolayısıyla mahkeme kararından da anlaşıldığı gibi belediyenin ceza kesmesi ve kesilen cezanın tutarı yasal gereklilik. Mahkeme kararında uzun uzun teknik açıklama yapılıyor ama cezanın yürütmesinin durdurulmasının sebebinin, cezanın yasa dışı olması değil fiilen ortada bir yapı olmadığı için hesaplamanın dayandırıldığı maddenin uygun bulunmadığını tekrar edelim.

BELEDİYE DOĞRUDAN YETKİLİ

Gelelim Turanlı’nın diğer iddiasına. Belediyenin yetkisi yok mu?

Bir kez daha mahkeme kararına bakıyoruz. Orada aynen şu yazıyor:

“Her ne kadar davacı (Turanlı) tarafından yapı ruhsatının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca veriliği, dolayısıyla denetimin de aynı idarece yapılarak para cezasının bu idarece kesilmesi gerektiği, belediyenin bu alanda yetkisinin bulunmadığı iddia edilmişse de; 3194 Sayılı yasanın 5. maddesi ilgili idare olarak belediyelerin belirtildiği, 32. maddesinde imara aykırı durumun belediyelerce tespit edilerek yapı tadil tutanağı tutulacağının hükme bağlandığı, para cezasına dair aynı kanunun 42. maddesinde de cezanın belediye encümenince verileceğinin hüküm altına alındığı, dolayısıyla imara aykırılıklarla ilgili olarak birinci derecede belediyelerin yetkili olduğu…”

34.jpeg

5 YILDIR İZİNSİZ KULLANIYOR

Turanlı’nın ‘irtikap’ iddiasını dayandırdığı diğer konu da ecrimisil cezası. Onu da inceleyelim…

whatsapp-image-2025-05-22-at-05-14-27.jpeg

Denetim yapıldığında Taş Yapı’nın belediyeye ait iki farklı alanı inşaat alanı olarak izinsiz kullandığını da belirliyor. Bunu da 24 Temmuz 2024 günü tutanak ile tespit ediyor. İzinsiz kullanılan ilk alan 6429,13 m2. Ve Taş Yapı’ya bu alanı 24 Temmuz 2019 gününden beri izinsiz kullandığı için her yılın rayiç bedeli üzerinden 5 yıllık toplam 471 milyon 43 bin 860 lirs 34 kuruş ecrimisil bedeli çıkarılıyor. 1483,49 m2 olan ikinci alan için ise 108 milyon 691 bin 44 lira 73 kuruş ecrimisil kesiliyor. Turanlı bunu da mahkemeye taşıyor ve bilirkişi ilk alan için cezayı 66 milyon 180 bin 174 lira 44 kuruşa, ikinci alan için 18 milyon 47 bin 248 lira 90 kuruşa düşürüyor.

Olay böyle işte. Son olarak şunu da hatırlatmak lazım. Sayıştay, yıllardır denetlediği belediyeleri imar konusunda yetkilerini kullanmamakla, ecrimisil bedellerini almamakla eleştiriyor. Kısaca Şişli Belediyesi, Sayıştay’a göre Turanlı’nın inşaatını denetlemese ve kamunun hakkı olan ecrimisil parasını almasa suç işlemiş olacaktı.

                                                      /././

Pes dedirten tablo: ‘Baz’ suç, ‘masa’ masum!

Bir türlü kamuoyunu ikna edecek somut delil sunamayınca şimdi de ‘baz istasyonu sinyallerine umut bağladılar. Son olarak “İmamoğlu örgütünün medya ayağı” iddiasının dayanağı olarak gazeteciler Barış Pehlivan, Nevşin Mengü, Ruşen Çakır, Yavuz Oğhan ve Bahar Feyzan’ın baz sinyalleri ortaya atıldı. Farklı zamanlarda, farklı mekanlarda bulundukları sırada telefonlarının, İBB soruşturmasında yer alan Murat Ongun ve Emrah Bağdatlı’nın telefonu ile aynı bazdan sinyal vermesi, ‘gizli toplantıların’ büyük kanıtı diye sunuldu.

Gazeteciler bahsedilen tarihlerde nerede olduklarını açıklamak zorunda kaldılar…

Oysa Yargıtay kararlarında böyle bir delilin güvenilir olmadığı vurgulanıyor. Özellikle İstanbul gibi milyonlarca insanın yaşadığı kentte aynı baz istasyonunda on binlerce telefonun sinyal vermesinin normal olduğu ifade ediliyor. Sinyallerin çapı 2 kilometreyi buluyor. Yani siz İBB merkezinin bulunduğu semtten geçtiğiniz vakit, sinyal sebebiyle Ekrem İmamoğlu ile görüşmüş sayılabilirsiniz!

Nitekim bu konudaki en çarpıcı olay Osman Kavala davasıydı. Kavala’nın darbeci olduğunun kanıtı olarak Henry Berkey ile telefonlarının aynı baz istasyonunda sinyal vermesiydi. Kavala’nın avukatları somut karşı delillerle iki ismin hiç karşılaşmadıklarını ispat ettiler. Lakin ‘darbeci’ suçlamasında sonuç değişmedi.

Peki maksat nedir? Neyi amaçlıyorlar?

***
Açık ki, muhalif kesimlere dair yargıda bir ‘usul’ yerleştirilmeye çalışılıyor. Ayşe Barım’ın darbecilikle suçlandığı yeni Gezi davasında da menajerin oyuncusu, gazetecinin haber kaynağı ile telefonda konuşması ‘suç delili torbasına’ atıldı.

Buna karşın bırakın baz sinyallerini, iktidar yanlılarının tescilli suçlularla ve çete davalarında yargılananlarla beraberce yedikleri-içtikleri yemek masaları herhangi bir soruşturmanın konusu dahi yapılmadı.

Öyle ki, yargı sadece yakın zamanda ortaya çıkmış şu fotoğrafların peşine düşse pek çok suç ağını ve bağlantılarını ortaya çıkarabilirdi.

Elbette tartışılan yüzlerce fotoğraf çıktı bugüne kadar. Gelin olay yaratan meşhur masa fotoğraflarının bazılarını hatırlayalım…

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-39-13ada919.jpg

KUZU-UYUŞTURUCU BARONU ZİNDAŞTİ

19 Ekim 2018’de uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti, nöbetçi savcılık tarafından serbest bırakıldı. Skandal ortaya çıkınca yeniden yakalama kararı çıktı ama Zindaşti kayıplara karıştı. Bu tahliyede 2020’de yaşamını yitiren AKP’li Burhan Kuzu’nun hakimlere baskısının etkisi olduğu iddia edildi. Kuzu, “Zindaşti’yi tanımadığını” açıkladı. Ama 4 Mart 2019’da Cumhuriyet gazetesinden Zehra Özdilek, Kuzu’nun tanımıyorum dediği Zindaşti’yle aynı masada oturduğunu gösteren bir fotoğrafa ulaştı. Kuzu bu sefer şu açıklamayı yaptı: “Bu adam 7 sene önce bana geldi. Bir yemek yedik. O fotoğraf o yemeğin fotoğrafı. ‘Vatandaşlık almak istiyorum. Yardımcı olsanız’ dedi. Ben ‘Oluruz’ dedim. Yatırım yapacak bir adama o zaman milletvekiliydim niye yardımcı olmayayım.” İş büyüyünce Kuzu, “Bunlar FETÖ kumpası” diye çıkıştı.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-39-6974edd1.jpg

SOYLU-THODEX VURGUNCUSU ÖZER

Fotoğraf konusunda arşivi hayli zengin olan eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘masalarını’ seçmek güç. Bir ara neredeyse kamuoyunun gündemine gelmiş neredeyse her suçlu ile fotoğrafı çıkıyordu. Bunlardan bir tanesi de kripto borsası vurgunu yapan Faruk Fatih Özer’di. Özer, Thodex adlı kripto borsasının içini boşaltıp milyarlarca lirayı bulan bir vurgun yapmıştı. Olaydan hemen sonra Özer ile Soylu’nun makamında buluştuğunu gösteren fotoğraflar çıkmıştı.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-38-49f7418f.jpg

AĞAR-KARA PARACI VE MAFYA

Bir dönem Türkiye’nin baş gündemi olan iç içe geçmiş kara para, otele çökme, marina kavgası davalarında ortaya çıkan bir fotoğraf da hafızalarda. Mehmet Ağar’ın, kara para aklama ile suçlanan ve hala ABD’de olan Sezgin Baran Korkmaz, Yalıkavak Marina olayının baş aktörü ve bir süre FETÖ’den hapis yatan Mübariz Mansimov ile Korkmaz’ın parasını akladığı ortaya çıkan Ermeni mafyası Levon Termerdziyan ‘düğün masasında’ buluşmuştu. Ayrıca Korkmaz’ın el konulan özel jetiyle Ağar ve Soylu dahil pek çok siyasetçi seyahat etmişti.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-39-bf96da4c.jpg

JANDARMA KONUTANI-CİNAYET FAİLİ ÖZTÜRK

Pek çok suç faili ve aranan kişilerle fotoğrafı çıkan bir isim de eski Jandarma Genel Komutanı Arif Çetin’di (sağdan ikinci). Özellikle cinayetten 8 yıl hapis cezası alan, Gürcistan’a kaçıp orada yaşayan, uyuşturucu ve yasa dışı bahiste adı sık geçen Galip Öztürk ile verdiği fotoğraflar olay olmuştu. Çetin hem makamında üniforması ile Öztürk’ü ağırlamış daha sonra da Öztürk’ün evine ziyarete gitmişti. Çetin geçen yıl yaş haddinden emekli oldu ve şu anda Ekol TV’nin yönetiminde yer alıyor.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-39-fea44e9e.jpg

HAKİM-CİNAYET FAİLİ ÖZTÜRK

Kaçak Galip Öztürk ile fotoğrafı çıkanlardan birisi de Samsun Adalet Komisyon Başkanı Hakim Kemal Alver’di. 2020 yılında sosyal medyaya düşen bir fotoğrafta cama yansıyan görüntüsü ele verdi Alver’i. Hemen hakkında çıkan haberlere jet hızıyla engel getirdi. Ancak HSK hakkında inceleme başlattı ve görevinden alındı. Alver yaptığı açıklamada, " Kızım, Öztürk'ün şirket avukatlığını yapmaktadır. Kızımın şirketle ilgili Öztürk ile görüşmesi gerekiyordu. Kızımı tek başına Gürcistan'a göndermemek için kendisine eşlik ettim" demişti.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-39-61cb0ffd.jpg

FALYALI-SUSURLUKÇU HALUK KIRCI

KKTC’de 2022’de öldürülen uluslararası kara para aklayıcısı ve bahis baronu Halil Falyalı da Türkiye’den çok sayıda ünlü sima ile çekilmiş fotoğrafları ile gündem olmuştu. Bunlardan bir tanesi de 1978’de 7 TİP’li genci öldüren, Susurluk çetesinin mensubu Haluk Kırcı ile olanıydı. Bunun dışında MHP Milletvekili Saffet Sancaklı, şarkıcı Yavuz Bingöl, dizi oyuncusu Oktay Kaynarca ile olan fotoğrafları da yayınlanmıştı.

whatsapp-gorsel-2025-05-20-saat-06-55-38-2763cd5b.jpg

ŞİMŞEK-İHALE KRALI VE YENİDOĞAN FAİLİ

Son fotoğraf yeni çıktı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, bakan olmadan önce çekildiğini açıkladığı bir yemek fotoğrafında Ulaştırma Bakanlığı’ndan kısa sürede 10.9 milyar lira ihale alan Ekpet İnşaat’ın Tönetim Kurulu Başkanı Selman Reşitoğlu, Şimşek’in Londra’da beraber gayrimenkul şirketi kurduğu Abdurrahman Reşitoğlu ile ‘yenidoğan çetesi’ olarak anılan davada yer alan bir hastanenin ortağı Gürkan Dölekli yer alıyor. Fotoğrafla ilgili yapılan açıklama da “Ekonomi programına sabotaj” diye geçiştirildi.

***
Gazetecilerin yolda yürürken, kafede otururken, AVM’te alışverişte veya konser izlerken telefonlarının sinyal verdiği baz istasyonlarına bakıp çete arayanlar, şu fotoğraflarla ilgili tek bir soruşturma açmadılar. Yani muhalife yolda yürümek bile yasak, iktidar yandaşına her türlü masaya oturmak serbest. Meselenin özü bu…

                                                  /././

‘İhale kralı’ Şimşek’in ortağı çıktı

Kamu ihaleleri sayesinde jet hızıyla zenginleşmenin en çarpıcı fotoğraflarından birisini Pazartesi günü Nefes Gazetesi manşetinden yayınladı. ‘İhale Kralı’ başlığıyla verilen haberde, Ulaştırma Bakanlığı’ndan 10.9 milyar liralık yol ihaleleri alan Ek-Pet İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Selman Reşitoğlu’nun zenginliğini sosyal medyada nasıl sergilediği anlatılıyordu.

Haber tam anlamıyla dönemin ruhunu yansıtan bir fotoroman gibiydi. Selman Reşitoğlu kah özel jetinde çiğ köfte partisi yapıyor, kah milyon dolarlık otomobilini, yatını, helikopterini, saray gibi evini sergiliyordu. Haberden sonra sosyal medya hesaplarını ‘gizliye’ çevirdi.

.png

Ancak aynı gün sosyal medyaya çok tartışılan başka bir fotoğraf daha düştü. Selman Reşitoğlu, Londra’da akşam yemeğinde çekilmiş bir fotoğraf daha paylaşmıştı. Masada Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Selman Reşitoğlu, ‘yenidoğan çetesi’ davasında adı geçen TRG Hospital’in ortaklarından Gürkan Dölekli bulunuyordu.
Haliyle kamuoyu, Şimşek’in bu isimlerle nasıl bir ilişkisi olduğunu merak etti.

2.png
(Soldan sağa: Selman Reşitoğlu, Mehmet Şimşek, Abdurrahman Reşitoğlu, Gürkan Dölekli)

Aslında yanıt yine fotoğrafta gizliydi. Zira orada, ismi haberlerde geçmeyen birisi daha vardı. Bu kişi, Abdurrahman Reşitoğlu’ydu. Selman Reşitoğlu’nun amcası. Aralarında sadece kan bağı yok. Milyarlarca lira yol ihalesi alan Ek-Pet İnşaat’ın yarısı ona ait. Yani ihaleleri amca-yeğen beraber topluyor. Selman Reşitoğlu da verdiği röportajlarda şirketin amcası sayesinde bugünlere geldiğini özellikle vurguluyor.

3.png

Gelelim Abdurrahman Reşitoğlu ile Mehmet Şimşek’in ilişkisine…

İNGİLTERE’DE ORTAK ŞİRKET KURDULAR

Elbette Batmanlı olmanın getirdiği hemşerilik bağı bulunuyor. Yıllardır tanışıyorlar. Lakin Mehmet Şimşek ile ihale kralı Abdurrahman Reşitoğlu arasındaki ilişki de sadece hemşerilik ile sınırlı değil. İkisi aynı zamanda ortak.

4.png

Mehmet Şimşek, AKP’deki bakanlık kariyeri bittikten sonra Londra’ya dönmüştü. 5 Ağustos 2021 yılında Reşitoğlu ile yüzde 50-50 ortaklık ile London RS Proporties adlı şirketi kurdu. Şimşek yönetim kurulu üyeliğinden 9 Ağustos günü ayrıldı. Fakat ticaret sicil kayıtlarında ortaklığı hala ‘aktif’ görünüyor. London RS Proporties’in tek yöneticisi olarak ise Abdurrahman Reşitoğlu kayıtlı.

5.png

Selman Reşitoğlu, daha önce sık sık Şimşek ile amcasının bulunduğu fotoğrafları da sosyal medya hesabından paylaşmış. Pek çoğu Londra’da ortak şirket kurdukları döneme ait. Amca Reşitoğlu Katar’da da iş yapan birisi. Doha Büyükelçisi Mustafa Göksu da geçen yıl kendisini ziyaret eden Ek-Pet CEO’su Abdurrahman Reşitoğlu’nu resmi sosyal medya hesabından duyurmuştu.

6.png
(Abdurrahman ve Selman Raşitoğlu’nun, Şimşek ile ortak olduğu döneme dair bol bol fotoğrafı bulunuyor. Abdurrahman Raşitoğlu özellikle Katar’da da iş yapan birisi.)

Bu arada Şimşek ve Reşitoğlu’nun şirketinin ilk müdürü olan Hakan Camuz da epey tanıdık. Peki nereden hatırlıyoruz Camuz’u?

ŞİRKET MÜDÜRÜ KATAR SKANDALINA BULAŞTI

Camuz’un adı ‘Katar Gate’ olarak anılan ve 2022 Dünya Kupası’nın Katar’a verilmesi için AP vekillerine rüşvet dağıtıldığına ilişkin soruşturmada geçti. DW Türkçe’den Serdar Vardar, Brüksel’deki dava dosyasının belgelerine ulaşıp detaylı bir özel haber yayınlamıştı. Gözaltına alınan ve skandalın baş sanığı olan İtalyan politikacı ve eski AP Milletvekili Antonio Panzeri'nin de yardımcısı olan Francesco Giorgi, rüşvet trafiği için İtalya'da Equality adında paravan şirket kurduklarını söyleyerek, “Hakan'a ve adını hatırlamadığım İngiltere'deki şirketine başvurmayı öneren Filistinli'ydi” diyordu.

Kastettiği kişi Camuz’du. Bilal Erdoğan'ın da bir dönem yasal sözcülüğünü üstlenmişti Camuz. İngiltere'de Stoke White LTD adında bir hukuki danışmanlık şirketi bulunuyor. Dosyadaki iddialara göre, Camuz'un yöneticisi olduğu şirket Equality’ye para transferleri yaptı. Paravan şirketin hesaplarını inceleyen yetkililer, Camuz'un yanı sıra Türkiye'den başka bir şirketin daha Equality'e para yolladığını tespit etti. Bu şirket de İstanbul Fatih'te 2016'da Filistin uyruklu Hamza A. F. Harara tarafından kurulan Team Organizasyon Basın Yayın Ticaret’ti.

Ayrıca 2014’te ilk olarak ABD'de kurulan TURKEN Vakfı'nın İngiltere temsilciliği de 2015’te Camuz'un firmasının adresinde kuruldu. Vakfın İngiltere temsilciliğini 2019'a kadar Camuz yürüttü. DW’nin o dönem görüştüğü Camuz, Equality'ye ödemeler yaptığını kabul ederken, Katar lehine rüşvet parası sağladığını ise reddetmişti. Camuz, London RS Properties gayrimenkul şirketinde kısa süre direktörlük yaptığını, Şimşek ile ‘dost’ olduğunu da anlattı.

Şimşek ise DW Türkçe'nin konuya ilişkin sorularına hiçbir zaman yanıt vermedi.

'ORTAKLIK BİR MÜLK ALIMI İÇİN'

Şimşek’in yakın çevresi söz konusu ortaklığı doğrularken, Abdurrahman Reşitoğlu il eskiden beri tanıştığı, söz konusu ortaklığın ise 163 metrekare bir mülk edinilmek için yapıldığını söyledi. Diğer konular ile Şimşek’in hiçbir ilgisi olmadığı, edinilen mülkün de mal varlığında gösterildiği ifade edildi.

                                                      /././

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -7 Temmuz 2025 -

CHP'li 61 vekilin dokunulmazlığıyla ilgili tezkere Meclis'te CHP’nin 135 milletvekilinin 61’i hakkında 240 adet yasama dokunulmazlığ...